• Sonuç bulunamadı

Prens Sabahattin'in yazıları ve birkaç mülahaza

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Prens Sabahattin'in yazıları ve birkaç mülahaza"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i NÜSHASI: 50 Krş. i 3 Vıllık abonesi ; Türkiye 10 T.L. Yabancı 20 T.L. Adres : «İŞ ve DÜŞÜNCE» stanbul — Beyazıt 16

DÜŞÜNCE

Abonnement d’un an: Turquie E/ranger 1« T.L. SM T.L. Adresse : BEVUE DE L’ACTION Istanbul — Beyazıt, 16

Türkiye Harsî ve İçtimaî Araşttn'malar Demeği tarafından neşrolunur.

•\ylik Felsefî, İçtim aî ve İktisadî İlim ler Mecmuası — Revue Tuı que des Sciences Sociales et Economique*

Turkish Review of economic and social sciences Türkische Monnatsschriftt fiir Geiteswiasenachaften

SAYI 201 Mayis : 1958 Numéro : 201 Konuşma : Mai 1958 CİLT : XXIV Anné : XXIV

On Yıl Sonra

Demek ki o öleli tam on sene olmuş: 1Ö48

- 1958. Halbuki daha dün gibi idi. İsviçredeki sandığından çıkan Albayrağa sarılmış olan na’şı İstanbula gelmiş ve Eyüb’daki ebedi medfenine tevdi edilmiş idi.

Büyükler gidiyorlar. Biz küçükler kendi

işimize bakalım.

Ziya Gökalp’dan veya Prens Sabahaddin’ den ders alıyormuyuz? Bazıları birinciden hay­ li ders aldığımızı, ve ondan ders aldığımız için Sabahaddini aıılıyamadığımızı söylüyorlar. Bu kanaat pek yalnıştır. Hakikatte biz onların her ikisini de aıılıyamadık. Meselâ birinciyi anla- saydık, memlekette yabancı dille yabancı Üni­ versiteler kurulurmu idi? Keza onu anlıya idik küçük sanatlar tereddi eder mi idi? Z. G. Di- yarbekirde 1922 de «Türk İnal’ı» Sabahaddin’- den hürmetle bahsederken onu anlamağa bile bizi davet etmişti.

İkincinin fikirlerini Amerikalı İktisatçılar bile tekrar ediyorlar. Şimdi Amerikada çıkan (Genç Türkler) isimli kitab Prens’den sevgi ile bahsediyor. Fersiz fakat ümit verici bir parti, Türkiye Köylü Partisi, idealizminde Prens Sa- bahaddine dayandığını söylüyor. Arasıra Mec­ liste idare hayatımız hakkında işittiğimiz şeyler hep on sene evvel ölen Sabahaddini hatırlatı­

yorlar Erenköyünde iki Sabahaddinci, Ragıb

Nureddin ile Nezahet Ege onun namına bir

Kollejj açtılar. Demek ki büyük ölülor yajıy*r. Asıl fani olan bizleriz.

Fani olmamak için nadir yetişan içtimai­ yatçılarımız için anlayış gösterelim.— A. H.

İçindekiler:

PRENS SABAHADDİNÎN 10 eu ÖLÜM YILI

—---oOo---PRENS SABAHADDİN’E DAİR

Mehmet Sait --- _ oOo.---PRENS SABAIIADDlN İÇİN C avit O. Tütenjfil --- oOo---■— BİR ESERİN SİYLETİKLHRt F aik Gözübüyük ---oOo---DÜNYA KOOPERATİFÇİLİĞİ Dr. M. K oyulhisarlıoğlu ---

oOo---İTALYADA MESKEN MESELESİ

Dr. H aydar Kazgan

--- oOo--- - \

(2)

D ünyada M esken İşi :

İtalyada m esken işi ve Fanfanı planı

— 11 —

b) Consiglio Direttivo (İdare meclisi) ve ina — Casa

İna - Casa’dan bahsetmiş ve bu müessese- rıin Çalışma Bakanlığına bağlı bir kurum oldu­ ğunu söylemiştik. İşte, Consiglio Direttivo (İda­ re meclisi) nun vazifesi İna - Casa’yı idare et­

mektir. İna - Casa’nın esas vazifesi İcra ko­

mitesinin almış olduğu kararlara uygun olarak

inşaat programlarının yerine getirilmesini te­

mindir. İna - Casa muvakkat bir müessese oldu­ ğundan bizzat inşaat faaliyetine girişmesi an­

cak bazı fevkalâde hallerde kabul edilmiştir

Kaide olarak inşaat işleri bu işlerde ihtisas sa­ hibi olan ve lüzumlu tesis ve malzemeyi tedarik edebilen amme hizmeti gören teşekkülerle per­ soneli veya azalan içinmeske n inşa eden mües sese veya kooperatiflere verilmektedir. Yalnız

burada koopratif olarak kastedilen azalarına ödedikleri para nisbetinde mesken inşa etmek g-ayeşile kurulmuş işçi veya memur kooperatif­ leridir. İnşaatı üzerine alan müessese icrasına nezaret ettiği proje masraflarının tamamım pe­ şin olarak ödemeye mecbur tutulduğundan, ka nunen İna - Casa’ya ödemesi lâzım gelen prim­ lerden muaf tutulm ak suretile peşin ödediği avansı karşılamak imkânı verilmiş olmaktadır-;

İna - Casa’nın esas vasfını belirtebilmek için şunu kaydetmek lâzımdır ki, bu müessese hiçbir zaman bir inşaat müessesesi şeklinde ça­ lışmayıp plân gereğince inşaat işlerini üzerine almaya hak^sahibi olan amme veya hususî te­ şebbüsleri veya kooperatifleri seçmek, ihale iş­ lerini deruhde etmek ve yapılan inşaatı kontrol etmek, icabında eksiklerin tamamlanması için piyasadan malzeme tedarik etmek, bakanlık va- sıtasile malzeme tahsisleri yapılmasını devlet ten istemektir.

Bu iki organa rağmen kanun vaazı bu

plânlı mesken inşaatım kabul olduğu kadar

ademi merkeziyetçi bir zihniyetle idare ve ifa- . sim istemiştir demek doğrudur. Her iki organ da da mevcut kalsik devlet ve vatandaş müna­ sebetleri ve bu arada hukukî işlerin görülme­ sinde lüzumlu olan hiçbir taraf bulunmadığın­ dan bütün bu işler plândan evvel mevcut olan 51

ve yukarda söylenen münasebet ve işleri deruh­ de eden müessese tarafından icra edilmektedir Şöyle ki, İçtimaî Muavenet Vekâleti daireleri hastalık sigortası primleri tahsil ederken bu- nunnunla beraber memur ve işçilerden plân, gereğince kesilmesi icap eden yüzdeleri de tahsil etmekte, millî sigorta müessesesesi mesela meskenlerin bedeli karşılığı olarak ödenen pa­ raların tahsili gibi bir takım İdarî işleri deruhte

etmekte, bölge çalışma müdürlükleri mesken

taleplerini kaydetmekte ve lüzumlu anketleri

yapmakta, mahallî halk meskenleri memurluk­ ları ve devlet memurlarını iskân Enstitüsü ki­ raya verilen binaların idaresini deruhte etmek­ tedir. Böylece işlerin bilhassa merzekiyet h a­ linde idaresile artması muhakkak olan cibayet masraflarını azaltmak imkânı elde edilmiş; ay rica, bu gibi işlerde tecrübe ve mazisi olan bu saydığımız organlardan faydalanarak mevcut

iş bölümünün kurulacak olan işbölümündeıı

daha rantabl olmayacağı fikrini ispatmeyi

çalışmıştır.

4 — Plânın tatbikatı ile ilgili

meseleler-Plânın esas gayesi ücret sahiplerine mes­ ken temin etmek olmakla beraber plânla ilgili metodların istikbalde dahi faydalı olabilmesine de çalışılmıştır. Plânın tatbikatı hitam bulduk­ tan sonra inşa edilecek binalar ve' bu işe müte­ allik teknik ve idari meseleler nazarı itibare alınarak plânın ilerde iştişari bir faydası olma­ sı düşünülmüş ve gerek teknik ve sosyal ve İdarî hususlar plânda o şekilde nazarı itibare alınmış, etüd edilmiştir.

Plânı İcra Komitesi (Camitato di attuazi- one) daha ilk başlarda toplantıların esas me-

zuu inşa edilecek meskenler hakkındaki tek­

nik teferruat hakkında karar almak olmuştur. Binaların güneş vaziyeti, şekli, hacmi, metre

karesi, oturacak insanların sayısı, sıhhî tesi­

sat v.s. gibi hususlarda alman kararlar şu şe­ killeri arzetmekte idi:

1 — Binaların inşa edildiği düzlem ve hac­ mi :

Mutfak, banyo v.s. hariç olmak üzere tek odalı evler için azamî saha 30 metre kare, iki

(3)

odalılar için 45, üç odalıların 05, dört odalıların 75, beş odalıların da 90 metre kare olacak ve tavan yüksekliği hepsi için normal olarak 3,30 civarında bulunacaktı.

2 — Nufus kesafeti vc binalar arasındaki mesafe :

Bir hektar toprağa en fazla 500 kişi barın- dırılacaktı» birbirine paralel evlerin aralarında­

ki mesafe binalarm yüksekliğinden birbuçuk

mislinden küçük olamayacaktı. 3 — Güneş vaziyeti

Evler hiç olmazsa iki yüzden ve mümkün olduğu takdirde iki aksi taraftan güneş alacak lardı.

4 — Kat durumu :

Umumiyetle evlerin katları üçü geçmiye- cekti.

Alınan bu stardadizasyon kararlarına rağ­ men, bazı hallerde blok inşaat usulüne yer ver­ mek icap etmiştir. Şöyle ki, şehircilik bakımın-

° dan bazı yerlerde inşa edilmesi tasarlanan bina­

ların, plânın arzettiği standart projelerin farklı olması meselâ, blok inşaat şeklinde inşası kabul edilmiştir. Bunun içindir ki, geniş blok inşaat hareketi plânın tatbikatından sonra asla bir ge­ rileme kaydetmemiş bilakis İna - Casa’nın yar- dimile plândan evvelkine nazaran büyük çapta gelişmiştir.

Binaların standardizasyonu hususunda

ikinci bir mesele İtalyanların alışkın olmadık­ ları monotonluk ve birbirine benzeme hususun- da çıkmıştır. Plân gereğince yapılacak olan bi­ naların muayyen tiplerde olması kabul edil mekle beraber, bu tiplerin mahallî usullere uy­ gun olması ve genç İtalyan mimarlarının şahü

buluşlarını tatbik edebilmelerini temin için

plânın ancak bazı teknik esaslarda kaidevî hü­ kümler taşıması kabul edilmiş ve işin estetiği projeleri yapanların arzusuna bırakılmıştır. Bu­

nun için de İna - Casa tarafından projeleri ya- nun için de İna - Casa tarafından projeleri ya­ pan mütahassislara rehber olmaz üzefre6789M

pan mütehassıslara rehber olmak üzere

«Suggerimenti, norme e schemi per la elobora- zione e presentazione dei progetti» ve Suggeri­ menti seempi e norme per la progettazione ur­ banística» (Roma 1949) adlı iki rehber neşre­

dilmiştir. Bu rehberde vazedilen esâslar bilhas­ sa meskenlerden her ailenin azamî şekilde

isti-fade etmesini temin gayesile ilgilidir. Gerek yatak odaları ve gerek diğer odalar için bütün ihtiyaçlar nazarı itibare alınarak bazı esaslar ve tipler meydana getirilmiştir. Meselâ, ana baba yatak odsı ile çocukların yaş durumlarına göre yatak odalarında bazı hususiyetler bulunması temin edilmiştir. Ayrıca gündüz kullanılan oda­ lar için ihtiyaçlar ve zevkler göz önünde bulun­ durulmuş ve şu dört şekil düşünülmüştür:

a) Tek oda: mutfak, yemek odası ve

stu-dio hepsi içinde #

b) Yemek odası vazifesi de gören studio ve cumbada bir küçük mutfak

e) Stüdyo ve yemek odasından ayrı mut­ fak.

d) Mutfak - yemek odası ve ayrıca bir

stüdyo.

Bu şekilde, işin esasıle alâkadar olup te­ ferruatını mimarlara bırakın İna - Casa’ııın bir vazifesi de mimarları seçmektir. Mimarlar kon­ kur ile seçilmek te ve bu suretle vazife alacak

mimarların bir listesi hazırlanmaktadır. İlk

zamanlar bu mimarları seçme işi plân çalışma­ larına nazaret etmekle mükellef mahalli idare- lelere verilmişti. Fakat bu mimarların İna -

Casa’nın listesinde olmasına dikkat

edilmiştir.

Plânın ilk tatbikat senelerinde dahi her

türlü meziyetleri ve estetik şekillerinin nefase­ ti ile göze çarpmaya başlayan yeni «Fanfani» evleri ayrı birer mahalle teşkil etmeye başla­ yınca, halledilmesi için güçlüklerle karşılaşıl­ ması muhakkak olan bazı meseleler doğurmuş­ tur. Teşkil olunan mahallelerde mektep, kilise, sıhhî tesisler ve diğer hizmet müesseseleri teş­ kil etmek lüzumu plânın esas meselesi olarak

ele alınmadığından, bilâhare görülen lüzum

üzerine ele alınmış ve İna - Casa bu müesese- ler için lüzumlu tesislerin inşasıla alakâdar ol­ maya başlamıştır. Şöyle ki, yeni bir mesken gurubunun projesi yapılırken İna - Casa derhal

bunların yerini ayırtmakta ve bu hizmetleri

c'eruhde edecek olan müesseselerle temasa ge­ çerek tesislerin inşası için onlara yardım et­

mekte ve icabında bunların inşaasım üzerine

almaktadır. Ayrıca yine İna - Casa’ye yeşil sa­ ha ve oyun sahalarını ve sair yerleri yaptırmak

(4)

Zamanın Seyri İçinde Kooperatifler

Erlaagen’den toplanalı Milletrarası Kaopera tifçilik kongresi münasebetiyle

Nakleden: Dr- M- Koyulhis»roğlu

İlim âlemi İkinci Cihan Harbinden beri,

gittikçe artan ölçüde İktisadî hayatın «müesse- sevi» faktörleri olarak kooperatiflerle meşgul olmuştur. Bu itibarla 1957 yılında Almanyamn

Erlangen şehrinde toplanan kooperatifçilik

kongresi büyük bir dikkat ve alâka toplamış

bulunmaktadır.

Filhakika Erlangen Üniversitesine bağlı

kooperatifçilik Araştırma Enstitüsü ile Frank­ furt, Marburg, Münster ve Viyana Üniversiteleri Kooperatifçilik Enstitüleri kooperatifçiliğe İlmî

bakımdan atfedilen en sağlam delillerdir. Bu

enstitüler kongrenin devamı boyunca bu saha­ da yaptıkları çalışmaları ilim muhitlerine du­ yurmak fırsatını bulmuşlardır.

Kongrede okunan tebliğler, kqpperatifci- lik sahasında son yüz yıl zarfında meydana len tahavvülleri ortaya koymuştur. Hususiyle

Finlandıyanın eski Başvekillerinden Dr. Tan- ner’in «Demokrasinin başlıca kaynağı olarak kooperatifçilik» adlı açış nutku, modern koope­ ratifçiliğin en mühim problemlerine temas et­ miş ve meselenin zamanımızda modern ekono­ mik ve sosyal nizam için ne büyük bir ehemmi­ yet taşıdığını göstermiştir. Diğer taraftan Prof. Back’ın İktisadî ve İçtimaî hayatın bünyevî ta­ havvülleri içinde kooperatifçilik hareketlerinin tebliği bilhassa alâka ile takip edilmiştir. Teb- durumunu gayet geniş bir tahlile tâbi tutan lığ sahibi kooperatifçilik hareketleri içinde sos-

fevkalâde dikkate şayan bir yol tutmuştur

yal meselenin hal ;arelerini araştırmak gibi

vazifesini de verilmiştir. İna - Casa’nın en mü­ him işlerinden biri de, İçtimaî yardım işlerin­ de bir hamle yapmak olmuştur: yapılan bina­ larda mühendis ve mimarlar daima normal kül­ tür ve medeniyet seviyesini haiz ailelerin otu­ racağım nazarı itibare almış oldukları için bil­ hassa uzun zamandanberi hiçbir konfor görme­ miş isçi ailelerin evlerden laikile istifade ede­ bilmeleri, herkeze açık olan hizmet

tesislerin-Profesör Back aynı tebliğinde kooperatifçilik

espirisi ile müteşebbis espiri arasındaki fark ­ ları karşılaştırmış, bu her iki espirinin müna­ kaşasını yapmış, bu arada müteşebbis mefhu­ munu tahlil ederken esas itibariyle Schumpe-

ter’in tarifinden mülhem olmuştur. Bu tarife

göre, müteşebbis faaliyeti, esas itibariyle istih­ sâlin bünyesini islâh veya ihtilâlci bir yoldan değiştirmeğe matûf bulunmaktadır.

Profesör Back’in kooperatifçilik hareket­ lerinin nazarî bakımdan haiz olduğu ehemmi­ yeti gösteren tebliğinden sonra, İngiliz koopera- tıfçisi ve Londradaki Milletlerarası kooperatif­

ler ittihadı müdürü Watkins «Zamanımızda

kooperatifçiliğin vazifeleri ve imkânları» adlı ç, tebliği daha ziyade bugünün hedeflerini tahlil etmiş ve kooperatifçi teşekkülleri piyasaya h a­ kim olan kuvvetlerde bir muvazene unsuru olarak mutalea eylemiştir. Diğer taraftan Wat­ kins kooperatif fikrinin serbesti ile bağlılığın bir sentezi olarak muhafaza ve idame edilmesi gerektiğini de ifade etmiştir.

Bundan sonra İsveç kooperatifler Birliği Reisi Dr. Johansson’nun söz alması icap eder­

ken, mumaileyhin hastalığından dolayı kong­ reye iştirak edemediği teessürle öğrenilmiş ve

kendisinin hazırladığı tebliğ okunmuştur. Dr.

Johansson tebliğinde bilhassa büyük ve küçük iştletmelere ait problemlerle, gittikçe yükselen hayat standardına muvazi olarak istihlâk mey­ lindeki istihalelere temas etmiştir. Tebliğci bu arada kooperatiflerin değişen şartlara intibak den faydalanmaları göz önünde bulundurularak bir rehber neşredilmiştir. Bu rehberde içtimai yardım hususunda akla gelebilecek herşey bu­ lunduğu gibi, ayrıca ilâveten yukarda söyledi­ ğimiz ailelerin evleri ve umuma açık tesisleri nasıl kullanmaları lâzım geldiği ve birbirlerile komşuluk münasebetlerinde nelere dikkat ede­ cekleri yazılıdır.

(5)

Bir Yıldönümü :

Prens Sabahaddine dair

Türkiye Muallimler Birliği ötedenberi Sa- bahaddin Çığırının hayranı bir pedagoji teşek­ külüdür- Birliğin tertip ettiği 4jeşinci Ölüm yj lı münasebetile Mustafa Ragıb Bey, aşağıda­ ki yazıyı (Mehmet Reşit) imzası ile neşretmiş ti- Bu makalenin iki hususiyeti vardır- Mer­ hum M- Ragıb, Sabahaddin’in (Hususî Kâtibi) olmakla iftihar eden değerli Satvet Lütfi Bey­ le, bir zamanlar Muallimler Birliğinin Reisi olan Sayın Prof. Fahreddin Kerim Beyden bah­ setmek suretile «Sabahaddin Mektebi» nin ge nişliğine işaret ediyor- Sosyoloji tarihimiz bu iki işaret üzerinde durmalıdır- —Z-F.

Yakın tarihimizin muhtelif safhalarında

zulme, tahakküm ve tegallübe, kayfî idarenin

türlüsüne isyan ederek bu mücadeleye bütün

»ömrünü vakfeden ve ayni zamanda memleketin saadeti için ideallerini telkin eyliyen büyük hürriyet âşıkı Prens Sabahattin nihayet Eyüb’­ ün kudsî ve ruhanî topraklarında Allahın rah­ metine tevdi edildi. 1899 tarihinde mutlakiyet etmek zaruretinde bulunduklarına işaret etmiş, ancak bu intibak kelimesi bazı münakaşaları davet etmiştir. Bu-arada Alman kooperatifler ittihadının avukatı Dr. Lang söz alarak koope­ ratifçilik faaliyetlerinin hududu olamayacağım emre amade vasıta ve imkânların bu babda çok mühim rolü bulunduğunu belirtmiştir.

Bunu takiben Uzak ve Yakın Şark memle­ ketlerinden kongreye iştirak eden çok sayıda delegeler müteaddit tebliğler vermişlerdir. T arada da bilhassa Pakistan, Türkiye ve İsrail

delegeleri söz almışlardır. Garp kooperatifçi­ lik hareketlerine aykırı olarak, bu memleketler­ de kooperatifçiliğin devletin teşvik edici rolü

bulunmadan düşünülemiyeceği anlaşılmıştır

Böyle resmî bir müdahalenin kooperatiflerin

bünyeleri üzerinde bazı reaksiyonları olduğu

aşikârdır. Halbuki Garp memleketlerinde ko­ operatifçilik sahasında her türlü resmi müda haleden sureti mutlakada ve daima içtinap edil­ mektedir. Bu hususta vaki münaşakalar sorur- da kooperatifçilik hareketlerinin gelişmesi için kapital ve mütehassıs elemanların büyük rolü

devrinin en koyu günlerinde babası ve kardeşi ile Avrupa’ya kaçan merhum Sabahattin Beyin

mazisini, belli başlı bir kaç safhaya ayırmak

icabediyor.

Evvelâ İkinci Abdülhamit zamanmda,

babası ve kardeşiyle beraber, Avrupa.ya fira­

rından itibaren başlayan mutlakiyet idaresi

aleyhindeki hürriyet mücadelesi 108 Meşruti­

yetinin ilânına kadar devam etmişti. Nihayet hür bir idare bekliyen her inkılâpçı gibi Prens de memleketinin hür bir idareye kavuşmasın­ dan mütevellit derin sevinç heyecanları içinde vatanına dönmüş, lâkin daha Paris’te iken mem­ leketin hürriyet ve idare tarzına dair ideallerini tahakkuk ettirmeğe muvaffak olmadan, bu hu­ sustaki faaliyeti akim kalmıştı. Nitekim mahut 31 Mart vak’ası bile Prens Sabahattin Beyin aley hine istismar edilerek siyasî rakiplerinin müthiş

bir husumetine maruz kalmış, meşrutiyetin

ilânı üzerine memleket mukadderatını eline

üzerinde durulmuştur. Diğer taraftan koopera- tifçi teşekküllerin sevk ve idaresi maksadiyk vasıflı elemanlar yetiştirilmesi hususunda mün­ ferit memleketlerde alm an tedbirler arasım' tam bir benzerliğin olduğu müşahede edilmiş­ tir.

Polonya ve Yogoslavya da bir kaç delege ile kongrede temsil edilmişlerdir. Bu memle­ ketlerde kooperatifçiliğin bilhassa ziraî sahada İktisadî hayatın ademi merkeziyetçi bir sisteme

götürülmesi hususunda mühim rol oynadığı

tesbit olunmuştur.

Bundan sonra Alman Raiffeisen koopera­ tifleri birliği umumî avukatı Dr. Klusak «Mil­

letlerarası Kooperatifçilik hareketleri saha­

sında el ve iş birliği» mevzuunda konuşmuştur. Konferansçı halen bu sahada yapılan iş birliği şekilleri üzerinde durmuş, bu meyanda gelecek­ te yapılacak kongre çalışmalarım izah etmiş­ tir.

Nihayet kongre kapanırken kooperatifçi­ lik ilmi sahasında biy Forum’un tesisi de ka- “arlaştırılı&ıstır.

(6)

filan İttihat ve Terakki ile hiç bir zaman anla­ şamamıştı.

Nihayet 1913 te Sadrazam ve Harbiye Na­ zırı Mahmut Şevket Paşanın Beyazıt’ta öldü­ rülmesi üzerine Prens de bu kanlı hâdise ile

alâkalı addedilerek gıyaben idama mahkûm

edilmiş bulunuyordu. Zaten katillerle hâdisede hakikaten alâkalı olanlardan başka bazı maruf muhalifler ya asılmışlar, ya sürülmüşler, yahut da gıyaben mahkûm olmuşlardı.

Örfî divanı harbin bu hükmü üzernn bit

tabi memlekette dönmeğe imkân bulamayan

Prens Sabahattin, fırsat buldukça, memlekete hizmet etmekten geri durmamıştı. Hattâ 1914 senesi ilkbaharında Maliye Nazırı Cavit Beyin

Fransa’dan yaptığı istikrazın temini için çok

çalışmış, Fransızların hakkındaki dostluk ve iti­ matlarından i stifade ederek, Türkiye’de iktidar mevkiinde bulunan partinin kendisine muhalif olmasına rağmen, Osmanlı devletinin bu istik­ razı yapmasına muvaffak olmuştu.

Fakat, aradan bir müddet geçtikten sonra

Osmanlı hükümeti Almanya ve Avusturya

devletleri ile birlikte İngiltere ve Fransa aley­ hinde harbe girmişti. Prens, bundan son derece müteessir olmuş, derhal bizim harbe iştiraki­ mize muarız olarak bazı teşebbüslerde bulun­ muş, fakat bu emri vaki karşısında muvaffak olamamıştı. Neticede Osmanlı devleti ve m ütte­ fikleri harbi kaybetmişti.

Galiplerle Osmanlı devleti arasında müta­ reke müzakeresinin başlayacağı anlaşılıyordu. Bju sırada İstanbul’da geniş ölçüde inzibatı te­ min ederek emniyeti tesis edecek bir kuvvet de mevcut değildi. Mütareke aktedilir edilmez ga­ lip donanma İstanbula gelecekti. Bu hal gayet nazik vaziyete ve tehlikeli taşkınlıklara sebep teşkil edebilirdi. Nitekim iktidar mevkiine ge­ len yeni Sadrazam ve Harbiye Nazırı Müşir İz­ zet Paşa gayet esaslı malûmat almış bulunu­ yordu. Buna göre devletin mağlûp vaziyetinden istifade etmek istiyen ekalliyetlere mensup bazı İnsurlar Türk ve müslümanlar aleyhine ayak Ummak için gizli tertiplere başlamışlardı. Bu itibarla İstanbul’un âsayiş ve emniyetini temin etmek için; ecnebi donanması girmeden evvel: icabeden tedbirleri almak lâzımdı. Bunun için

Akdenizde Müttefik kuvvetler Başkumandanı

İngiliz Amirali Galtrop nezdinde müessir teşeb­

büste bulunmak lâzımdı. Zu maksatla Prens

Sabahattin Beyin münferit sulh maksadiyle

teşebbüslerinden ve kendi şahsiyetinden istifa­ de edilmek istendi.

Bu maksatla Prens Sabahattin Beyin en yakın mutemetlerinden ve vaktiyle hususî kâ­ tibi olan Satvet Lütfi Beyin bu tavassuta me­ mur edilmesi Padişah Altıncı Mehmet Vahidet- tin ile Sadrazam İzzet Paşa tarafından muva­ fık görülmüş ve Satvet Lütfi Bey (Tozan) o sı­ rada Mondoros’ta bulunan Amiral Galtrop nez dine gönderilmişti. Prensin bu yakın arkadaşı bu maksatla gerek Padişahtan, gerek Sadrazam İzzet Padişadan Amirale hitaben birer mektu­ bu hâmil bulunuyordu.

Osmanlı hükümetinin husuısî mümessili

mevkiinde hareket eden Satvet Bey, esasen İıı- gilizler ve Fransızlarca meçhul bir şahsiyet de­ ğildi.. Bu zat harbin arifsinde; yukarıda yazdı­ ğım gibi; İttihat ve Terakki hükümetinin Fran sa’dan akdettiği istikrazda Prensin Fransızlar

nezdindeki tavassutunda mühim rol oynamış,

Paris’te Prens ile Cavit Beyin temaslarını temin etmiş, harp içinde de yine Prensin münferit sulh teşebbüslerinde faaliyet göstermişti. İşte Padişahla Sadrazamın mektuplarını kabul eden Amiral daha donanma istanbula gelmeden ev­ vel sivil kıyafet giymiş bir Müttefik kuvveti kara yoluyla İstanbula göndermişti.

Mondoros mütarekesi imzalanmıştı. Bir

taraftan mütarekenin icapları dairesinde hare­ ket etmek, diğer taraftan memlekette kuvvet­ li bir hükümet kurarak mümkün mertebe iyi bir sulh temin edilmesi lâzımdı. Bu maksatla Padişah Sultan Mehmet Vahidettin o sırada İsviçre’de oturan Prens Sabahattin Beyi Sadra­ zam tayin etmek ve Prense bir kabine teşkil ettirmek istemişti. Prensin İngilizler ve Fran- sızlar nezdindeki kredisi bu sırada devleti kur­ tarabilecek yegâne çare olarak düşünülmüştü.

Bu maksatla Hünkâr,- Saffet Lütfi Beyi İsviçre’ye göndermişti. Hattâ o esanada Harici­ ye Nazırı olan kfustafa Reşit Paşa da Saffet. Beye bir de resmî şifre vermişti. Hünkârın Sa­ daret teklifini Prense bildirmek ve bu hususta lüzum görülürse, Babıâli ile Saffet Lütfi Bey

(7)

alan İttihat ve Terakki ile hiç bir zaman anla­ şamamıştı.

Nihayet 1913 te Sadrazam ve Harbiye Na­ zırı Mahmut Şevket Paşanın Beyazıt’ta öldü­ rülmesi üzerine Prens de bu kanlı hâdise ile

alâkalı addedilerek gıyaben idama mahkûm

edilmiş bulunuyordu. Zaten katillerle hâdisede hakikaten alâkalı olanlardan başka bazı maruf muhalifler ya asılmışlar, ya sürülmüşler, yahut da gıyaben mahkûm olmuşlardı.

Örfî divanı harbin bu hükmü üzernn bit

tabi memlekette dönmeğe imkân bulamayan

Prens Sabahattin, fırsat buldukça, memlekete hizmet etmekten geri durmamıştı. Hattâ 1914 senesi ilkbaharında Maliye Nazırı Cavit Beyin

Fransa’dan yaptığı istikrazın temini için çok

çalışmış, Fransızların hakkmdaki dostluk ve iti­ matlarından i stifade ederek, Türkiye’de iktidar mevkiinde bulunan partinin kendisine muhalif olmasına rağmen, Osmanlı devletinin bu istik­ razı yapmasına muvaffak olmuştu.

Fakat, aradan bir müddet geçtikten sonra

Osmanlı hükümeti Almanya ve Avusturya

devletleri ile birlikte İngiltere ve Fransa aley­ hinde harbe girmişti. Prens, bundan son derece müteessir olmuş, derhal bizim harbe iştiraki- mize muarız olarak bazı teşebbüslerde bulun­ muş, fakat bu emri vaki karşısında muvaffak olamamıştı. Neticede Osmanlı devleti ve mütte­ fikleri harbi kaybetmişti.

Galiplerle Osmanlı devleti arasında müta­ reke müzakeresinin başlayacağı anlaşılıyordu. Bju sırada İstanbul’da geniş ölçüde inzibatı te­ min ederek emniyeti tesis edecek bir kuvvet de mevcut değildi. Mütareke aktedilir edilmez ga­ lip donanma İstanbula gelecekti. Bu hal gayet nazik vaziyete ve tehlikeli taşkınlıklara sebep teşkil edebilirdi. Nitekim iktidar mevkiine ge­ len yeni Sadrazam ve Harbiye Nazırı Müşir İz­ zet Paşa gayet esaslı malûmat almış bulunu­ yordu. Buna göre devletin mağlûp vaziyetinden istifade etmek istiyen ekalliyetlere mensup bazı insurlar Türk ve müslümanlar aleyhine ayak lanmak için gizli tertiplere başlamışlardı. Bu itibarla İstanbul’un âsayiş ve emniyetini temin etmek içip; ecnebi donanması girmeden evvel: icabeden tedbirleri almak lâzımdı. Bunun için

Akdenizde Müttefik kuvvetler Başkumandanı

İngiliz Amirali Galtrop nezdinde müessir teşeb­

büste bulunmak lâzımdı. Zu maksatla Prens

Sabahattin Beyin münferit sulh maksadiyle

teşebbüslerinden ve kendi şahsiyetinden istifa­ de edilmek istendi.

Bu maksatla Prens Sabahattin Beyin en yakın mutemetlerinden ve vaktiyle hususî kâ­ tibi olan Satvet Lütfi Beyin bu tavassuta me­ mur edilmesi Padişah Altıncı Mehmet Vahidet- tin ile Sadrazam İzzet Paşa tarafından muva­ fık görülmüş ve Satvet Lütfi Bey (Tozan) o sı­ rada Mondoros’ta bulun.an Amiral Galtrop nez dine gönderilmişti. Prensin bu yakın arkadaşı bu maksatla gerek Padişahtan, gerek Sadrazam İzzet Padişadan Amirale hitaben birer mektu­ bu hâmil bulunuyordu.

Osmanlı hükümetinin hususî mümessili

mevkiinde hareket eden Satvet Bey, esasen İn- gilizler ve Fransızlarca meçhul bir şahsiyet de­ ğildi. Bu zat harbin arifsinde; yukarıda yazdı­ ğım gibi; İttihat ve Terakki hükümetinin Fran sa’dan akdettiği istikrazda Prensin Fransızlar

nezdindeki tavassutunda mühim rol oynamış,

Paris’te Prens ile Cavit Beyin temaslarını temin etmiş, harp içinde de yine Prensin münferit sulh teşebbüslerinde faaliyet göstermişti. İşte Padişahla Sadrazamın mektuplarını kabul eden Amiral daha donanma istanbula gelmeden ev­ vel sivil kıyafet giymiş bir Müttefik kuvveti kara yoluyla İstanbula göndermişti.

Mondoros mütarekesi imzalanmıştı. Bir

taraftan mütarekenin icapları dairesinde hare­ ket etmek, diğer taraftan memlekette kuvvet­ li bir hükümet kurarak mümkün mertebe iyi bir sulh temin edilmesi lâzımdı. Bu maksatla Padişah Sultan Mehmet Vahidettin o şifada İsviçre’de oturan Prens Sabahattin Beyi Sadra­ zam tayin etmek ve Prense bir kabine teşkil ettirmek istemişti. Prensin İngilizler ve Fran- sızlar nezdindeki kredisi bu sırada devleti kur­ tarabilecek yegâne çare olarak düşünülmüştü.

Bu maksatla Hünkâr,- Saffet Lütfi Beyi İsviçre’ye göndermişti. Hattâ o esanada Harici­ ye Nazırı olan ftfustafa Reşit Paşa da Saffet Beye bir de resmî şifre vermişti. Hünkârın Sa­ daret teklifini Prense bildirmek ve bu hususta lüzum görülürse, Babıâli ile Saffet Lütfi Bey

(8)

Mecmuamız :

Üç aylık ahlâk ve içtimaiyat mecmuası; gay­ ri mevkut felsefe, ahlâk ve içtimaiyat mec­ muası; felsefe, ahlâk ve içtimaiyat m ecm ua­ sı; Aylık felsefî, İçtimaî ve İktisadî ilimler mecmuası.

İŞ MECMUASI HAKKINDA BİLGİ (*) Derginin ismi : 160. sayıya k ad ar İş —

161 ve devamı İş ve Düşünce — 1 ilâ 20 nci sayılar arasında dergi üç aylıktır — 2 1 - 2 2 inci sayıdan itibaren dergi «aylık» olarak ya-

içtim aiyat mecmuası» adiyle çıkmıştır •— 41 inci sayıdai itibaren dergi «aylık» olarak ya­ yınlanm aktadır — 113 üncü sayıdan itibaren «Türkiye harsî ve İçtimaî araştırm alar d er­ neği tarafından neşrolunmaktadır. — Dergi başlıkları oldukça değişik şekiller almıştır:

Dergi eb’adı: Yıl 1 - 4 : 15x21 — Yıl:

5 - 6 : 15.5X22 — Yıl 7 vd.: 17x25 — cilt XIII vd.: 15,5X23,5 — Yıl XXI : 20,5x28,5.

Dergiyi çıkaranlar : Sayı 113 e kadar

çıkaran Z. Fahri Fmdıkoğlu — İmtiyaz sa-(*) Bu malûmatın büyük kısmı aşağıdaki

eserden alınmıştır:

Bk: Karayalçın, Dr. Y aşar; Hukuk ve ekonomi dergileri

ğrafya denemesi; arasında gizli muhabereyi bu vesika ile temin etmekti.

Fakat günün birinde İsviçre’de karşılaş­ tığı eski hususî kâtibinin Padişahtan gelen bu teklifle karşılaşan Prens Sabahattin Bey buna çok sinirlenmiş, hattâ bu teklifi neden derhal reddetmediğini sorarak Saffet Lûtfi Beyi Mua­ heze etmeğe bile kalkışmış ve gayet şiddetli ve kat’î bir lisanla aynen-şu sözleri söylemişti.

— Ben baykuş değilim ki gidip vatanımın harabeleri üzerinde yuvamı kurup öteyim.

Tabiatiyle Prensin bu cevabını İstanbul'a bildiren Saffet Lûtfi Bey, elindeki resmî şifreyi Bern Osmanlı Elçisi Selim Beye teslim etmek mecburiyetinde kalmıştı.

Vakıa bir müddet sonra o sırada Sadra­ zam olan Damat Ferit Paşanın çıkardığı müş­ külâta rağmen mütareke senelerinde İstanbul’a

dönen Sabahattin ey, memleket lehinde hiç

bir iş yapamamak mevkiinde kalmış ve niha­ yet —kendisinin anne tarafından— Osmanlı

hanedanına mensup olması itibariyle saitaııat

hanedanının Türkiye’den çıkarılması münase­

betiyle Prens de vatanını ebediyen terketftıek mecburiyetinde kalmıştı ki nihayet bu büyük

üzerine bir

bibliyo-Ankara; 1956; sf. 47 ________________

ıı ı . ı " 11 ... ... ... 1

idealist hürriye adamının cesedi bu sefer va­ tan topraklarına kavuşmuş oldu!...

Muhterem Saffet Lûtfi Tozan, merhum

Prensin son günlerinden ve ölmünden bahse­

derken bana şu dikkate- şayan hatırasını da

nakletti:

— Merhum Prens, İsviçre’de 30 haziran

1948 tarihinde vefat etmişti. Ölümünden iki gün evvel, bir çok vatandaş hekimler Fransa ve İs- viçre.de bulundukları halde Prensin çok hasta olduğunu haber alan ve o esnada bir kongre münasebetiyle İsviçre.ye gelen Profesör Dok­ tor Fahrettin Kerim Bey, dört saatlik uzun ve oldukça münkesir bir yoldan Cenevreye gelmiş ve Prensin tedavisi için bazı tedbirler almıştı. Fakat Prens zaten o gün, hemen hemen koma

halinde bulunuyordu!... Profesör Fahrettin

Kerim Gökaym bu necip hareketini minnetle daima yâdetmek zevkiyle mütehassis bulunu- yol'um.

Esasen Profesör Doktor Fahrettin Kerim

Gökay’ın daha Tıbbiye talebesi iken Prensin

fikirlerini nasıl kavrayıp benimsediği öteden-

beri benim için ve Prens nazarında meçhul de­ ğildir.

(9)

hibi: Z. F ah ri — Yazı işleri m üdürü sayı 38 Dergi sayılarının çıkış tarihleri .

den itibaren: Orhan Tuna — İstanbul Be­

yazıt P. K. 16 — Nüshası : 50 krş., yıllık

Yıl 1 2

abone: 5 lira. 1937 3 (III)

Hususî sayılar: Ziya G ö k alp : 3-4, 19, 1938 4

39-40, 74, 75, 98, 158; Mehmet İzzet: 23-24; 1939 5 (V)

Erzurum: 28, 186, 198 Medeni Kanunun 1940 6 (VI)

XV. yıl nüshası: 30-31; Prof. M. Ali Aynî: 1941 7 (VII)

32; Prof. Mustafa Şekip Tunç: 33; Çocuk 1942 8 (VIII)

meselesi: 34; Zonguldak havzası: 38; îstan- 1943 9 (IX)

bulda talebe y u rtla n : 5 0 - 5 1 ; D escartes: 54- 1944 10 (X)

56; Ekzogami nazariy eleri: 20; Namık Ke­ 1945 (XI)

m al: 25; Cevdet Paşa: 76; Gazetecilik m ekte­ 1946 (XII)

bi: 85; Prof. E. von A ster: 91-93; Prof. G. 1947 (XIII)

Kessler: 113; M üsteşrikler kongresi: 121; 1948 (XIV)

Türkiyede ibn H aldunizm : 125; Kooperatif­ 1949 (XV)

çilik: 130; Türkiye karşısında Rus jeopoliti­ 1950 (XVI)

ği: 132; A kçakoca: 177; Soyadları: 179-180. 1951 (XVII)

Derginin bibliyografyaları: Sayı 20 (cilt 1952 (XVIII)

I - V, say ı: 1 - 20 bibliyografyası) — sayı 172 1958 (XIX)

(Cilt: XXI, sayı: 161 - 172 bibliyografya) — 1954 (XX)

Sayı 184 (CiltXXII, sayı. 173 - 184 bibliyo­ 1955 (XXI)

grafyası) — Sayı 1 9 1 -1 9 2 (Cilt: I - XV, sayı: 1956 (XXII)

1 - 100 bibliyoğrafyası) — Sayı 200 (cilt: 1957 (XXIII)

XVI - XXIV, sayı: 101 - 200 bibliyoğrafyası) 1958 (XXIV)

1 (ik. kânun 1934) — 3 /4 (Tem m uz/Teşrin 1934) s. 203 1 (ik. kânun 1936) — 2 /4 (N isan/Teşrin 1936) s. 32+48

1 (197) — 3/4 (1937) s. 104 (Sa. 3 /4 de «Umumî sayı

11-12» kaydı vardır. 13-13/16 (Defter 1-3/4) 1938 s. 96. 17-20 (D efter 1-4) s. 233+62 21-23/24. (D efter 1-4) s. 181. 25-28, s. 235. 29-32, s. 280. 33-35/36, s. 326.

37-39/40 (H er sayı 1 den başlar) 41-52 (H er sayı sahife 1 den başlar) 53-63/64

65 (1 /1 /1 9 4 7 ) - 76 (1 Aralık 1947)

77 (1 Ocak 1948) - 88 (1 A ralık 1948) s. 264

89 (1 Ocak 1949) - 100 (1 Aralık 1949) sa. 96 ya kadar s. 1-154. Bu sayıdan sonra her sayı s. 1 den başlar.

101 (1 Ocak 1950) - 112 (1 Aralık 950) s. 224 \

113 (1 Ocak 1951) - 124 (1 A ralık 1951) s. 226 125 (1952) - 136 (1 Aralık 1952) s. 120+4.

137/1 (1 Ocak 1953) - 143/12 (1 Aralık 1953) s. 204 (sa. 148 ve 147 de aym yazılar çıkmıştır.)

149/1 (1 Ocak 1954) - 160/12 (1 Aralık 1954) H er sayı s. 1 den başlar. 161/1 (1 Ocak 1955) - 172 (1 Aralık 1955) 173 (1 Ocak 1956) - 184 (1 Aralık 1956) 185 (1 Ocak 1957) - 196 (1 Aralık 1957) 197 (1 Ocak 1958) - 198 (1 Şubat 1958) 199 (1 M art 1958) - 200 (1 Nisan 1958) N. M. E.

(10)

Teşekküller :

T ü rk O c a k la rın a d a ir b ir ra p o r

Türkocağı Merkez Heyeti, Prof Fin dik- cğlu’ndan bir çalışma raporu istemişti. Raporu neşrediyoruz.

Merkez Heyetinin benden talep ettiği ra­ poru aşağıda arzediyorum:

Gerek Türk Ocağına yeni bir hamle ver­ mek, gerekse mecmuasını bundan evvelki dev­ rede gördüğü alâkaya mazhar kılabilmek için bazı arkadaşların teklif ettikleri kültürel ve akademik münakaşalı konuşma tertibi, üzerin­ de durulması icabeden mühim bir noktadır. Bi- neanaleyh akademik çevrelerde adına seminer

veya kollekyum denen neviden toplantılar

tertibi ve bu toplantılarda konuşulan mevzula­ rın o ay sonunda çıkacak Türk Yurdu sahifele rine aksettirilmesi faydalı olur kanaatmdayım

Bu senin ilk ayından itibaren kültür fa­

aliyetine müsaid aylar sayılan ocak, şubat, mart, nisan başlarında olmak üzere dört toplantının tertibi mümkündür. Bunlardan ikisi ve meselâ 1 inci ile 3 üncü ekonomik neviden, diğer ikisi, 2 nci ile 3 üncü kültürel ve terbiyevi neviden

birer meseleye hasredilirse mevzuda tenevvü

hedefi de temin edilmiş olur.

Bu neviden bir toplantıda bulunabilecek

veya bulunması istenen zevatın tayini lâzımdır. Ya her dört (veya icabında daha çok sayıda

olacak) toplantıya çağrılacak kimseler tesbit

edilmez sadece toplantı gazete ve radyo ile ilân edilir, yahud bu zevat - peşinden tayin edilir ve adreslerine her cfefasında davetiye gönderi­ lir; yahud da her toplantı için alâkalı ihtisas ve meslek sahipleri çağrılır. Bunlardan birinci şık,

toplantının ve münakaşanın selâmeti namına

şayan-ı tercih değildir. Üçüncü şık en doğru ve ilmi olanıdır. Mamafih ilk tecrübe için ikinci şık da elverişlidir.

Böylece Türk Ocağının münakaşalı ilmi toplantıları için münevver vasfını taşıyan her nevi zümreyi hitap etmek ve kendilerini çağır­

mak mümkündür. Mevzuun ekonomik veya

kültürel olması tefriki gözetilmeksizin şu grup­ lara mensub zevatın isim ve adreslerinin bir dosya içinde toplanpıası ve kendilerinin davet

edilmesi doğru olur.

1) İstanbul Liselerinin ve Ortamekteple- rinin tedris heyetleri (Mektep Müdürleri va­ sıtasıyla bu heyetler davet edilebilecekleri gi­ bi yalnız tarih, felsefe, edebiyat, türkçe öğret­ menleri de çağrılabilir)

2) İstanbuldaki her iki üniversite ile bu

iki müessesenin öğretim heyetleri (Mamafih

her iki üniversitenin rehberlerinden alâkalı

hocaların isim ve adreslerini bulup doğrudan doğruya davet etmek daha uygun düşer).

3) İstanbuldaki banka müdür ve mensup­ ları.

4) Gazete çevrelerinin başmuharrirleri ve

birinci sınıf muharrirlerinin listesi üzerinden

davet.

Mevzuların seçimi ve konuşucuların buna göre aranıp bulunması yolu yanında fikir adam- aranın bulunp mevzuların kendilerine tayin eti- rilmesi yolu da akla gelmektedir. Mamafih Türk Ocağının yüksek kültür organı olan Hars He her iki şıkkı kaynaştırmak için evvelâ Türk yetinin fikri ve reyi alınmalı, şimdilik dört ayın başında yapılacak dört toplantının konuları be­

lirtilmelidir. Merkez Heyeti, Hars Heyeti ile

yapacağı müşterek toplantıda Türk Ocağının

kültür politikası ile en çok uzlaşacak mevzuları tayin edebilir. Bu mevzuların nelerden ibaret olması lâzım geleceğini düşünmeleri ve müş­ terek toplantıya bir mevzu tasarısı ile gelmele­ rini Merkez Heyeti müşterek toplantıya katı­ lacak azalardan isterse isabetli olur.

Bu toplantılarda bir çeyrek saat içine sı­ ğacak esaslı konuşma konusu ile beraber top­ lantıya katılacak olanların karşılıklı beyan ve

mü’taleaları mecmua rédaction heyetince dü­ zenlendikten sonra Türk Yurdunda neşredilirse ve bu neşir hâdisesi münasip vasıtalarla mü­ nevver kitleye ilân olunursa mecmuanın okun­ ması ve intişarı meselesi nisbeten kolaylaşmış olur kanaatmdayım. Şu şarttımla ki mevzular memleket realitesinden mülhem olsun ve mü­ zakereler mücerred kalmasın.

Saygılarımla.

Prof. Fmdıkoğlu Z. Fahri

(11)

D em okrasi ve A dem i m erk eziyet

Prens Sabahattinin ölümünün 10- sennesini yâdetmek için «İş ve Düşünce» nin bu nüs- hasım hazırladığımız sırada Erzurumda intişar eden «Hürsöz» gazetesinin son nüshasını gör­ dük. Bu nüshada Erzummun kıymetli evlâdı ve meşhur hatip Hüseyin Avni Ulaş’m oğlu Meh­ met Ulaş tarafından yazılmış, yukardaki başlığı taşıyan yazı neşredilmiştir. 1908 Hürriyet hareketinden evvelki Erzurum Hürriyet hareketinde Prens Sabahattin çığırının teşriini gören­ ler Erzurumda çıkan bir gazetenin bu yazısını çok manalı

bulacaklardır-Yazan:

Mehmet Ulaş

Uzun yıllar memleketimizde merkeziyetçi

ve devletçi bir zihniyet hâkim olmuştur. De­

mokrasinin teessüs ve inkişaf etmesile beraber, liberal ve ademi merkeziyete doğru bir meyil kendiliğinden belirmiştir.

Türkiyede 20 inci asrın iptidasında Fransız içtimaiyatının tesirde Prens Sabahattin beyin ideali ve çalışmalarının mevzuu haline gelen bu fikir, ilmi çerçeve içerisinde kalıp, nazari hüviyetinden, ameli hakimiyetine geçememiş­ ti. Prens Sabahattin bey, fikirlerini yaydığı va­ kit, siyasi durumumuz, bu düşüncelerin yer etmesine müsait değildi. Ancak dış siyaset sa­

hasında meydana gelen istikrardan sonra da,

dar görüşlü bir merkeziyetçilikte İsrar etmek, demokratik bir anlayışa uymamıştır.

Büyük kalkınma hamlelerinde, milletle

devletin tam bir işbirliği tesis etmeleri bakı­ mından ve mahalli ihtiyaç ve kalkınmaların da­ ha sür’atli ve günden güne çeşitlenen İktisadî durumların, memleketin bütün bölgelerinde en

iyi rançjımanı vermesi mülâhazasile, mahallî

teşkilât ve idarelerin, umumi nizama halel ge- tirmiyecek şekilde azami serbesti ve ademi

merkeziyet tellâkkisine kavuşması,- herhalde

hayırlı bir, temenni olacaktır.

Sayın Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, mev- zuumuz olan Demokrasi ye Ademî merkeziyet rabitasını gayet veciz olarak İdare Hukuku ki­

tabında şöyle ifade etmektedir:

«Mahal bakımından idari ademî merkezi­ yet demokrasi esaslarına daha uygun sayılabi- ilr. Çünkü bu sayede halk, kendisini doğrudan doğruya alâkadar eden mahalli işlerin idaresi­ ne geniş bir surette iştirak ettirilmiş olur. Ma­ halli menfaatlari alâkadar eden hizmetler, ora

halkı tarafından ve kendi aralarından seçilmiş uzuvlar tarafından daha iyi idare edileceğinden,

ihtiyaçlar daha yakından ve daha iyi takdir

olunur.»

Demokrasi sadece lâfzi bir sistem olmak tan çıkıp, hakiki ve müfid bir hale gelebilmek mevzuunda, ferdin aktif rolünü ve mahalli ve­ ya hususî idarelere de dolayısiyle iştirâkini ga­ ye edinecektir. Millet bu idari sahadaki, faal rolü ile, siyasi, içtimai, iktisadi sahalarda da daha gayretli bir mesaiye koşacak ve kendi kendisini idare etme kudretile verimli bir sos- * yal hayatın varlığına çalışacaktır.

AUGUSTE COMTE YILDÖNÜMÜ VESİLESİLE

Comte’un ölümünün 100 cü senesi Feyle­

sofun dokrini malûm: Positiuist. Hâdiseler

bilinir, illetler illeti: Bilinemez.

Adanalı bir okuyucumuz, Adana Halk

şairlerinin ve Yunus Emre’nin mânevi neslin­ den İsmail Emre’nin «Doğuş» larınm Fransızca- ya çevrilmesini ve «Positiuist cemiyeti» ne gön­ derilmesini istiyor. Biz bu «doğuş» lardan iki­ sini sahifelerimize geçirelim:

Edeble olunur Mevlâ’ya vasıl Tahsil eylediysen, sen deme: Nasıl, .İkmâl eylemeden olur ne hasıl!... Bu ilmin rehberi: Allah ve edeb

Eğer uyanırsa şendeki vicdan, Gelir dev oturur içine Rahman! O vakit bilinir din ile iman, Bu ilmin rehberi: Allah ve edeb!...

İsmail Emre

(12)

Meslek Adamları ;

Efdal bey

Yazan'

Ulunay Tarih hocası Efdalüddin Bey de vefat etti. Her birinden ayrı ayrı feyz aldığım ilim kafile- sinden ölüm kervanına bir kıymet daha katıldı. Efdal Bey hoca çok ihtiyarlamıştı, fakat Erzel-ı -ömr dedikleri şeyhûhet devrine asla gelmemiş­ ti. Bâzan rastlar, ellerini minnet ve hasretle

öperdim. Daima memnun, daima miitebessim

simasında, benim gibi ak saçlı bir talebesini

görmekten duyduğu hazzm havası eser ve bu zevki gözlerinden taşırırdı. Fazla yaşlı olması­ na rağmen hafızasında ufak bir zaaf yoktu. Bâzan sorardı:

— Kaç yaşındasın? — Söyleyeyim mi hocam?

Gözleri süzülür:

— Söyleme, derdi, sen söylersen benim yaşıma nazar değer.

— Allah nazardan saklasın. Yalnız şu k a­ dar söyleyeyim, ki siz, bize' derse geldiğiniz za­ man palabıyıklı olgun bir çağda idiniz, biz ise...

— Henüz kundakta idiniz öyle mi? Gülerek ilâve ederdi:

— Siz de son sınıfta kocaman heriflerdiniz. Efdal Bey, Galatasaraymda merhum Ab­ durrahman Şeref Efendiye halef olmuştu. Onun hem halefi, hem de talebesindendi. Hocasına karşı da, derin bir muhabbet ve hürmeti vardı. Hiç unutamam, ilk derse geldiği zaman:

— Efendiler, dedi, bu kürsü feyz aldığınız Abdurahman Şeref Efendinin makamıdır. Be­ nim onun kürsüsüne geçerek size ders vermem haddini bilmemektir, fakat buraya kendilerinin emri ile geldim, size onun kadar hizmet edebi­ lirsem kendimi bahtiyar addederim.

Efdal Bey, Abdurahman Şeref Efendi mer­ humu çok severdi. Abdurahman Efendinin 1927 de vefatı üzerine büyük, teessür duymuş vc

merhumun resmi ve hususî hayatı hakkında

bir risale yazıp neşretmiştir. Bu eserin başlan­ gıcında: *

«Kırk seneden fazla huzurunda feyz aldı­

ğım bir mün’im-i-irşâdkârım olmak hasebiyle vefatından duyduğum teessür benim için pek eangüdaz oldu.» der, Aynı eserde İsmail Müştâk da:

— Şundan zerre kadar şüphem yoktur ki bugününün nesli elli sene sonra yaşadığı devre eğer bir Abdurrahman Şeref ihdâ edebilirse millet yükselmiş ve o nesil vazifesini ifâ etmiş demektir. Bundan dolayıdır ki hocamızın tabutu arkasında derin bir boşluk kaldığını görüyoruz.»

Kaderin ne garip bir cilvesidi^ ki Abdur­ rahman Şeref merhumdan sonra hocamız Ef­ dal Bey hakkında da aynı şeyi düşünüyoruz. Onun tabutunun arkasında bıraktığı boşluk ko­ lay kolay dolmayacaktır.

Allah ona rahmet versin ve kalanlara ömür versin.

Meslek tipleri <

İKİNCİ «FİLOZOF» UMUZ

Bu sırada bir eser çıktı:

Siyasî felsefî vecizeler. Yazan: Filozof

Çağlar Sadık. Bu suretle «Filozof Rıza Tevfik» gibi eserleri üzerinde «Filozof» işareti bulunan ikinci bir Türk mütefekkiri ile karşılaşıyorruz.

Üniversitemizde (Felsefe ve Profesörleri­ mizin Birinci ve ikinci «Filozof» larımızı tanı­ tacak tarihi yazılarına sahifelerimiz açıktır.

Sayın Filozof Ç. Sadık’ı selâmlarız.

Fikir hayatı :

" 1.1— I— ■■■ ... .VV.JCa

-TÜRKÇÜLÜK VE KOMÜNİZM

Bu başlığı taşıyan etüdü her Türk münev­ veri, hatta komünizmi takip eden her ciddî i- Hm adamı mutlaka görmelidir. İsteyenlere 30 kuruşluk posta pulu karşılığı olarak derhal gön­

derilir-Müracaat :

Toprak Dergisi, P-K- 30 —

Beyazıt-/

(13)

Yıldönümü :

Prens Sabahattin’in yazıları ve

birkaç mülahaza

Hocalık hayatı boyunca bazan talebelere verilen vazifeler tomarı, aradan seneler geçtik­

ten sonra tekrar gözden geçirilince insanda

garip bir memnuniyet uyanıyor. Vaktiyle, Yük­ sek Muallim Mektebi Felsefe bölümünde tale­ bem bulunan Cavit Orhan Tütengil’in 1943 te yapmış olduğu bir «Vazife» de bu nevidendir. Mütefekkirin 10. yıldönümü yâdedilirken, İk­ tisat Fakültesi İçtimaiyat Enstitüsünün vazife ve tez niimuneleri dosyasından çıkardığım bu vazifenin aşağıda neşredilen kısımları, memle­ ketimizdeki Prens Sabahattin çığırı mensupla­ rını da memnun edecektir.

Birgün fırsat çıkarsa, vazifenin bütünü

ayrıca neşredilebilir. — F. Z. F-YAZIL Al VE ESERLERİ:

Pariste bulunduğu sırada, muhtelif vesi­ lelerle Le Petit - Paisien, La Sicle, Le Turps gazetelerinde ve La Revne mecmuasında yazı­ ları çıkmıştır. Times gazetesinin bazı nüshala­ rında da yazıları vardır. Biz şimdilik Pariste

çıkan Terakki gazetesindeki bazı yazılarını

zikretmeden önce, Terakki gazetesinin zamanla tahavvüle uğrıyan dövizlerine işaret edelim:

1 — «Fennî İçtimaî ve ademî merkeziyet taraftarının mürevvici efkârıdır.»

2 — «Teşebbüsü şahsî ile kanunu esasi ve

ademî merkeziyet taraftarının mürevvici ef­

kârıdır.»

3 — «Teşebbüsü şahsî ile meşrutiyet ve

ademi merkeziyet taraftarının mürevvici efkâ­

rıdır.» '~rTl

Gazetenin gayesinin ilmiden siyasîye doğ­ ru bir tahavul geçirdiği pek sarih olarak gö­ rülmektedir.

«Terakki» deki yazılarından bazıları:

§. 8 — Bizde tenkid.

§. 10 — İltihat.

§. 12 — Vilâyetler ahalisine bir dâvet. $. 16 — Gençlerimize mektuplar: Hayata

doğru.

§. 19 — 20. Terbiyeî milliye ve İslâhatı şahsiye.

Kitapları = Görebildiğimiz broşür ve ki­ tapların neşir tarihlerini göz ününde tutarak bildiriyoruz:

I Umum Osmanlı Vatandaşlarımıza

Beyanname üzerinde tarih yoktur. Avrupaya

katıldıktan bir sene kadar sonra Kahirede,

kardeşiyle birlikte neşredilmiştir. 16 sayfadır. H — Teşebbüsü Şahsî ve Tesii Mezuniyet Hakkında Bir izah İstanbul. 1324. 20. s. muhte­ lifi Sahvet Lutfi

HI — Teşebbüsü Şahsî ve Ademî Merkezi­ yet Hakkında İkinci Bir İzah. İstanbul. 1324. 46 s.

IV — İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık

Mektuplar. Mesleğimiz hakkında üçüncü ve

son bir izah. İstanbul 2327. 138 s.

V — 27 Teşrinievvel 328 Tarihiyle Huzuru Muallâyı Padişahiye Takdim Edilen Açık Biı Arize 8 s.

VI — Türkiye Nasıl Kurtarılabilir. Mes­ lekî İçtimaî ve proğramı İstanbul 1334 104 s.

Bazı Türkiye gazetelerinde çıkan makale­ lerinden başka 1919 da intişar edern ve «Mes­ leki İçtimaî ve programı’dan alınmış bir cüm­ leyi kendine dövüz olarak bir mecmuanın (1)

altına cüzünde Prens Sabahattin’in (Vicdanı

milliye) adlı bir yazısı bulunmaktadır. — II —

' BİRKAÇ SÖZ

Türk içtimaiyat tarihi üzerinde yanılan

araştırm alar, son asır Avrupa içtimaiyat cere­ yanlarının memleketimizde sadece tanınmakla kalmayıp yapılmak ve inkişaf etmek imkânla­ rını da bulduğunu göstermektedir.

Köksüz ve devamsız tesirler bir tarafa bı­ rakılacak olursa Le Play, Durkhein ve Marx mekteplerinin ceryanı sayılabilecek bir

şekil-(1) Mesleki İçtimaî — Şubat 1335. Müdürü ve başmuharriri: M. Ali.

(14)

de Türkiyede inkişaf etmak imkânını bulduğu söylenebilir.

Bu üç ceryandan son ikisi hakkında yapılan neşriyat, mekteplerin fikirlerini taşıyan eserlerin tercümesi, bu metotlarla kendi meselelerimiz üzerinde yapılan araştırm alar fikir hayatında geniş bir yer tutar. Bu sahadaki neşriyat devam

etmekte olduğu gibi karşılıklı münakaşa ve

tenkitler de vakit vakit canlanmaktadır.

Le Play mektebi bu gün, bir dâva olarak müdafaa edilir görünmüyor. Siyasî bir noktai­ nazar, bir ideoloji meselesi olmaktan çıkarak tamamen İlmî bir metot halini aldığını, bu işle

uğraşanların monografik tetkiklerle meşgul

olmalarından anlıyoruz. Prens Sabahattin’in

Science sociale ci mütefekkirlerle doğrudan

doğruya teması ve yaptığı neşriyat sadece bu cereyanın Türkiyede tanıtılmasiyle kalmamış, bir tercüme faaliyetinin doğmasına da yol aç­ mıştır. E. Lemolius ve P. Descomps tercüme­ leri bunun bir şahididir.

Prensin aksiyona geçmekte acele ettiği

belki de ileri sürülecektir. Fakat İmparatorlu­ ğun bünyesi ve hâdiselerin takip ettiği seyir Prense hak verdirecek bir mahiyet göstermek­ tedir. Sabahattinin, çok benimsediği mektebinin görüşlerinin memleketinin meselelerine büyük bir muvaffakiyetle tatbik ettiği görülüyor. İle­

ri sürdüğü fikirler arasında bugün bile hayati­ liğini ve yeniliğini muhafaza edenler vardır.

Umumî harp sonrası ile beraber cereyanın zayıfladığı görülüyor. Son yıllarda Science So- ciale’cilerden yapılmış tercümelere rastlanma- maktadır.

Türk içtimaiyatının ihtiyaçlarımıza cevap veren bir karakter taşıması, nazarî meseleleri aşarak hayatî aksiyona geçmesi, kısaca fikir - iş beraberliği içinde bulunması bir zaruret halin­

de kendini hissettiriyor. Böylece monografik tetkiklerle girişilecek bir çalışma çığırının ba­ şında bulunmaktayız. «Parça» araştırma ve tah­ lillerden «bütün» ü kuşatacak terkibi bir görü­ şe varabildiğimiz gün determinist bir zihniyetle İçtimaî meşelere hal şekilleri bulmak imkânına varılabilecektir.

İşte Prens Sabahattin bu yolun ilk yolcu- larmdandır.

Bu yol Türk içtimaiyatım bir çıkmazdan

ve tek görüşlülükten kurtarmakla kalmıyacak,

bu toprağın dâvaları karşısında şairin:

«Ol uıabilerki derya içredir deryayı bilmez­ ler» mısraında ifade ettiği halden kendini kur-

tarmıyan Türk aydınının önünde ümitli ufuk­ lar açacaktır.

0 Ağustos 1943 — Tarsus — Tosınurlu Kötü

M E S L E K

Türkiyenin en eski meslek gazetelerinden olan (M « i l e k), uzun bir fasıladan sonra 1952 de tekrar çıkmağa başlamıştı- Şimdiye kadar bir­ çok Sendikalara, Kooperatiflere, Öğretmen dernek ve cemiyetlerine, Ga­ zetelere bir nüsha hediye olarak takdim ediyorduk. Bu teşekküllerden bazıları ( M E S L E K ) in gerçekten kendi meslekî dâvalarım benim*’- «ediğini düşünerek alakadarlık göstermişlerdir- Kendilerine teşekkür ede­

riz-( M E S L E K ) Yazı komitesi, bu teşekküllerden alâka göstermiyen- lere gazete gönderme işine devam konusunu ele almış ve alâkasızlara ce- vab olmak üzere bu irsalatm kesilmesine karar vermiştir- Binaenaleyh ge­ lecek sayıdan itibaren bu gibi teşekküllere artık irsalatta

bulunmıyacağız-TÜRKİYEDE KOOPERATİFÇİLİK

Yazan : Prof- FındıkoğluZ. FAHRİ Her kooperatif ve her kooperatifciniıı kitablığında, masasında bulun­ ması gereken bu kitabı tavsiye ederiz. İsteyenlere derhal bir tanıtma bro­ şürü bedelsiz olarak

gönderilir-Eserin posta ücretile bedeli 6 liradır- Bir defa broşürü isteyiniz- Eserin posta ücretile bedeli 5 liradır. Bir defa

(15)

broşürüisteyiniz-G ençlik K itab evi

Prof. FINDIKOĞLU’nuıı BİR KISIM ESERLERİ KİTABEVİMİZ. DE BULUNUR. BUNLARIN LİSTESİNİ SUNUYORUZ :

Kitabın adı Fiyatı L. K. Kitabın adı Fiyatı L. K. Etos ve kozmoz 1 Felsefe kongrelerinde Tür. kiye 1

Türkiyede ilmi ve felsefi

hayatın inkişafı 1

İbni Haldûn 2

İbnî Haldûn (H. Z. ile) 2

Fransız ihtilâli ve Tanzimat 2 İhtikâr

Auguste Comte: II, II, III,

IV 3

Çocuklarımız, isimleri Sosyalizm ve İçtimaî siyaset

Folklor klavuzu 1

Tramvay işçileri 1

Sosyoloji ve coğrafya İstanbul, kültür merkezi Müsteşriklerle Anadoluda Bursalı Şeyh Şemsettin

Ahlâk Tarihi: I 2 Ahlâk Tarihi; II 1 Ahlâk Tarihi:III 1 Bayburtlu Zihni 3 İçtimaiyat: Giriş 2 İçtimaiyat 3 Metodoloji nazariyeleri 7 Alman sosyolojisinde ekzogami İngiliz sosyolojisinde Ekzogami İslâm ve Türk Hukukunda Ekzogami 50' Türk aile sosyolojisi 50, İçtimaiyat anketleri I 1

Eski Yunanda Ahlâk (Tere.) 50İ

50 Muhit ve terbiye 50'

Erzurumda İktisadî müşa- ,

lıedeler 1

50 İbni Haldûnda Hukuk 2 <

50 25 50 50 50 50

Cemiyet ve cemaat (Tere.) 1

Prof. İ. Fazıl hakkında 50|

Zorlara dağlar dayanmaz 1 Devletler hukukunda ekzogami 50, Şarkta İçtimaî sınıflar

(Tere.) 50İ

Türkiyede kooperatifçilik 3 75’

Sosyalizm tarihi: I 3 75'

50 Sosyalizm tarihi: II 3 75'

Ziya Gökalp (Fransızca) 2

Ziya Gökalp Sosyolojisi

(Fransızca) 10

Türk aile hukuku ı

50 (Fransızca) ®

Aksiyon sosyolojisi

50 (Fransızca) 1 <

Erzurum şairleri (eski

50 harf) >2 ı

50 Ziya Gökalp, Namık Kemâl,

M. İzzet (Kollektif) 2 50.

Bu kitaplar aşağıda gösterilen İstanbul Kitabevlerinde bulunur.

Gençlik Kitabevi: Halk- Cad. 6 Üsküdar

Burhan Anıl Kitapevi : Cağaloğlu — İstanbul Hak Kitabevi : Cağaloğlu — İstanbul

İŞ ve DÜŞÜNCE

(16)

Tenkit i

Bir eserin söylettikleri

Yazan : F. Gözübüyük Bundan evvel bir yazımızda, bugünki me­

deniyetin, asrımızın durumunun bir yazılı ra poru şeklinde telâkki edebileceğimiz «İnsanlar Uyanın» adlı eserden genel olarak bahsetmiş­ tik. Bu yazımızda da eserde mümdemiç maarif — eğitim problemlerini teşhire, nakle çalışaca­ ğız.

Müellif modern dünyanın çocuk eğitimi ve

öğretimi işini, okulları şu noktalarda tenkit

etmektedir:

a) Çocuğun aile ve sosyal muhitinin ted­ risatın icaplarına uyamaması.

Bu şöyle olmuştur: Prensip olarak genç­ lere aşılanmak istenen intizam ve disiplin ru­

hunun sinemaların, radyoların, sporun, dans

yerlerinin, kabarelerin ve barların sansüre tabi tutulmaması ve sonsuz faaliyetleri neticesinde bozulması. Bu menfi faktörler çocukta müsbet

bir şahsiyetin teşekkülüne mani olmaktadır.

Hayatın esas gayesi unutulmuştur; gayeler

vasıtaların, vasıtalar, gayelelrin' yerini almış­ tır. Egoizm zevk ve safanın hüküm sürdüğü bir

sosyal muhitte «huz ma safa da ma keder - sa- fayı al kederi bırak» felsefefesiyle yetişen genç­ ler manalı ve çetin gayeler peşinde koşmamak- tadırlar. Bunlarda irade terbiyesi, nefse haki­

miyet ender görülür. Onlar için gaye yemek

yemek, içmek, uyumak, spor yapmak, danset- mek ve mümkün olduğu kadar çok eğlenmek­ tedir.

Yazara göre sosyal muhit yanında aile de umumiyetle çocuk eğitimi bakımından kifayet­ sizdir. «Modern ana babaların çocukların ve gençlerin psikolojisinden haberleri yoktur. De­ ğil çocuk yetiştirmek tavuk yetiştirmek dahi bir kültür meselesidir. Hangi sosyal tabakaya men­ sup olurlarsa olsunlar bir çok modern ebeveyn­ ler çocuklarını layıkıyle yetiştiremiyecek kadar cahildirler: ya çok saf, ya çok sinirli, ya çok yu­ muşak, ya çok serttirler. Çocuğu çocuklarına bir takim kusurlar aşılamak sanatını geliştiri­ yor gibidirs Her şeyden evvel mesleklerini işle­ rini; eğlencelerini düşünürler. Ailelerinde kaba

hareketlere, kavgalara, egoistçe davranışlara,

içki düşkünlüğüne şahit olan çocukların sayısı çok fazladır. Ana babaları vasıtasıyle hayatı bu yoldan tanınmıyan çocuklar da onu kaçınılmaz bir şekilde ergeç arkadaşlarından öğrenirler.

b) Okullarda tedrisat ve terbiye siste­

minin daha ziyade çocuğun zihni, kültürel ve entellektüel hayatının gelişmesi gayesine matuf oluşu. Ruhi ve fizyolojik hayatın ihmal edilişi.

Bu yazara göre şöyle olmuştur:

«Bugün okullarda tedrisat zekanın az çok sığ bir şekilde işlenmesinden ibarettir. Bu kül­ tür bütün gençliğe ayni şekilde sürülen bir cila tabakasıdır. Terbiye ile meşgul olanların çoğu

ruhun entellektüel olmayan faaliyetlerinden,

mühim kaide, zekayı geliştirmek değil, içimiz­ de ruhun diğer bütün unsurlarına destek olacak hislerden ibaret iskeleti meydana getirmektir. Ahlaki duygu; görme duygusu kadar luzumlu-

dur. Işığı karanlıktan, sessizlikği gürültüden

ayırdığımız gibi iyiliği de kat’i ve açık bir şekil­

de kötülükten ayırmağa çalışmalıyız. Ayrıca

kendimizi kötülükten kaçınmağa ve iyilik etme­ ğe zorlamalıyız. Fakat kötülük etmekten ka­ çınmak için bedenî ve zihnî bakımdan kuvvetli ve sağlam olmak lâzımdır. Vücudun ve ruhun azami derecede gelişmesi ise ancak nefse haki­ miyet sayesinde mümkündür. Atletler, ilim adamları, rahipler gayet sert hayat ve düşünce kaidelerine itaat ederler. Ruhların yükselmesi­ ni isteyenler için istisnasız bütün ifratlar va­ şaktır. İnsan kendi kendine bir disipliıvtatbik et tiği zaman daima mükafatını görür. «Dinlerde­

ki ibadetler de bu gayeye matufdur..» Yeni

tedrisatın muazzam gayreti Davey’in okulların­ da, Decroly sisteminin ve Dalton planının ta t­ bik edildiği okullarda; her yaşta çocukların şahsiyetini geliştirmek için bir çok usuller tat­ bik edilir; fakat bu çocukların çoğu cemiyette­ ki tabii rollerini ifa etmekten aciz kalırlar... Bugün çocuklarda iradeyi terbiye etmeğe, nef se hakimiyeti geliştirmeğe çalışan kaç pedegog vardır... Bugün tedrisat, hakikatte imtihanlara

(17)

hazırlanmaktan ibaret olan, sadece hafızayı kuvvetlendiren; ruhun gelişmesi ile alâkası ol­ mayan bir şekil arzetmektedir...

Fakat bu şekilde, yetiştirilen gençler, reali­ teyi kavrama ve cemiyetteki tabii rollerini ifa kabiliyetinden mahrumdurlar.

Müellifler bir şahsiyet ve karekter buhra mmn her tarafı istila ettiğini, kendileri için de­ ğil başkaları için yaşayan fertlere olan ihtiyacın çok fazla olduğunu İsrarla ileri sürmektedir. Okul ve aile acaba bu hususta ne derece başarı göstermiştir? Bu soru yazarı çok düşündürmek­ tedir.

Bütün bu çok mühim, beşeriyetin top ya- kün hayatı ile ilgili problemlerin hallinde bil­ hassa devletlere, hükümetlere bir çok vazifeler tahmil edilmektedir. Şöyle ki: «Devletler müsa- iı bir terbiye muhiti yaratabileceklerdir. Zira ancak hükümet tedris ve terbiye işinin başarıl­ ması için zaruri olan otoriteye sahiptir. Sosyal muhitin tedrisatın icaplarına uyması için, her şeyden evvel geniş bir temizlik yapmak lâzım gelecektir. Sinemanın, radyonun sıkı bir sansü­ re tabi tutulması, dans yerlerinin çoğunun, ka­ barelerin ve barların kapanması, bugün çocuk­ ların ve gençlerin takip ettikleri neşriyatın ta­

mamen değiştirilmesi icap edecektir.» Yazar

devletlerin verem, şarbon v.s. gibi hastalıklara karşı almış oldukları tedbirler meyanmda rulıı hastalıklara yakalanan gençlerin de tedavisi lü­

zumu üzerinde durmaktadır. Ruhi hast

talıklar uzvi hastalıklardan çok mühim

d i r Zira birinciler Top y e k û n cemi

yetlerin, İkinciler ise sadece fertlerin izmihlali­ ni tevlit eder. Müellife göre top yekûn neşiİlere raci ruhi hastalıklar giderilmeden okullar ve pedegoglar kat’iyyen vazife göremezler. Bozuk bir haleti ruhiye ile öğretmenin karşısına gelen, nefsine güveni olmayan bir gence müsbet bir istikâmet verilemez. Onun için çocuğun dış mu­ hiti, sosyal çevresi okula tamamiyle uydurul- malıdır. Cemiyet ve okullar gençlere bir elleriy le verdiklerini diğer elleriyle geri almamalıdır­ lar. Her şeyden evvel istikrar ve muvazene şarttır.

Alexis Carrel böyle bir muhitin yaratıla­ bilmesi için nazari düşüncelerden, felsefelerden ziyade - burada Carrel, eski ve modern bütün

16

terbiye nazariyelerini reddetmektedir - disip-^ lini esas tutar ve şöyle der. «Bazı sosyal grup­ lar üyeleri arasında askeri disipline yahut ma- nastırlardakine benzer bir disiplin tatbik ederek cemiyetin zararlı tesirlerinden kurtulabilirler.» Bundan sonra nefse hakimiyet ve feragat gelir. Hulasa olarak terbiye eğitim fedakarlık, ceht

ve metot istiyen, uzun senelere mütevakkıf,

çetin bir iş olarak gösterilmektedir.

Eser bu noktalarda baştan başa bir tenkit,

kitabıdır. Ortaya konulan eksikliklerin gide­

rilmesi için bir' çok prensipler va’z edilmiştir. Bütün bu prensipler büyük bir dikkatle teker teker ele alınmalıdır.

Muhabere ;

Prof : FINDIKOĞLU İş ve Düşünce Mecmuası

İstanbul

Efendim;

Bundan bir müddet evvel (Ön söz) ünü lütfetmiş bulunduğunuz ve taktirlerinize maz’- har olan (Hukuk tarihi ve tefekkürü bakımın- .dan Mecelle) ile yine aynı zamanda intişar eden (Hukuk Devleti = Kazai Mürakabe) adlı iki kitabımdan birer nüshayi takdir etmiş bu­ lunuyorum.

Mecelle hakkındaki kitabın intişarının bu kadar geçikmiş olması bendenizde şimdiye ka­ dar üzüntü tevlit -etmekte idi; fakat her şeyin bir vakti merhununun bulunduğu mütehakkak bir keyfiyet olduğundan bu kitabın çıkarılma sı da işte böyle bir vakti merhunun geçmesine muallak bulundu. Bununla beraber aradan ge­ çen her yıl bu hususdaki görüş ve düşünce fark­ larım bizim davamızın lehine düzeltmekte ve bu sahada bir anlayışlılık hali meydana getir- mekte olduğundan bu cihette ve gecikmede bir bayır bulunduğu muhakkaktır..

Kitap hakkında lütfetmiş bulunduğunuz senakâr önsüzü dibace ittihaz etmekten müstes­ na bir zevk ve iftihar duyduğumu derin teşek­

kür ye minnet hissiyatımla daima sıhhat ve

afiyet dileklerde birlik derin hürmetlerimi arz ederim muhterem üstadım beyefendi.

A. Refik GÜR

Akşehir As. Hukuk Hâkimi

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Fakat Ay dolunaya yaklaflt›¤› için gökyüzü ayd›nl›kt› ve o nedenle tüm görüntüler 30 saniye poz süresi verilerek al›nd›.. Kuyrukluy›ld›zlar›n çok az

Bunu anlamak, görmek çok yararlıdır.» Sayın Akbal, yıllardan beri bizi bir .yerlere İtmeye ya da çekme­ ye çalışanlara alıştık artık.. Cehov

Bu durumda, fiziksel çaba da- ha çok ve süre daha uzun tutulursa, or- ganizma şeker deposundan yakmaya başlar.. Bu da sportif verimliliğin

Ve Ay­ dınlanma Bilgesi'nin dünyamıza bakışlarını yansıtan &#34;köşe yazısı/ denemelerinden ör­ nekler sunarak.... İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha

Ancak tipik Menenjiomların ADC değeri normal alandan yapılan ADC değerinden yüksek olup bu farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı.. Tipik olgular- da ödemden ölçülen

Bu mümbit Ovayı evvelâ süngüsü sonra yarattığı rejimle hayata kavuş turan Atatürk Cumhuriyeti, bugün o hayata inkişaf ve hız vermek için mübarek elini

Buna göre, ikili isimlendirmenin tüm dillerdeki ortak kullanımının kendisine bağlantılanması nedeniyle Carl Linnaeus in- sanlık tarihinin en etkili ismi olarak liste

Belli bir ivmeye ulaşmak için gereken ilk enerji bir sorun, ancak o ivmeyi yolculuk boyunca sabit tutmaya yetecek kadar enerjiyi depolamak daha büyük bir sorun.. Öyle görünüyor