• Sonuç bulunamadı

Başlık: ORTA ÇAĞ BAŞARISI BUHARAYazar(lar):KURT, HasanCilt: 41 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000520 Yayın Tarihi: 2000 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: ORTA ÇAĞ BAŞARISI BUHARAYazar(lar):KURT, HasanCilt: 41 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000520 Yayın Tarihi: 2000 PDF"

Copied!
47
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ORTA ÇAG BAşARıSı

BUHARA

*

Ingilizce'den çev. Dr. Hasan KVRT**

Semerkand'ın badem korulan,

Kırmızı zambaklann rüzgarla sürüklendiği Buhara, Ve san kumuyla Ceyhun,

Beyaz sankIı meşhur tüccarlann geçtiği yerler.

OSCAR Wll...DE

i ESKİVAHA

"Aristobulus, Soğdiana'dan geçen nehre, Makedonyalılar tarafından kullanılan bir isim olan Polytimetus (en kıymetli) adını vermektedir."

STRABO,518. "Doğu memleketleri içinde Buhara, İslam'ın kubbesidir ve onlar ara-sında konumu itibariyle Bağdad'a benzemektedir. Çevresi fakih ve alim-lerin nuruyla aydınlanmış, en nadide yüce şahsiyetlerle süslenmiştir. Kadim devirlerden itibaren her çağda o, her bölgeden büyük. din alimleri-nin buluştuğu yer olmuştur. Buhara ismi, Mecusı Hsanında "öğrenim mer-kezi" anlamına gelen "buhar"dan türemiştir. Bu kelime Uygur ve Hitay putperestlerinin bir puthane durumundaki mabetlerine isim olarak verdiği buhar kelimesi ile oldukça benzeşmektedir. Fakat kurulduğu dönemde şehrin adı Bumicket idi." Fars tarihçisi Cuveyru, Moğolların Buhara'yı is-tila edip yağmalamasından bir müddet sonra 1260'lı yıllı;rrda bunları yazdı. Şehrin altın çağı geçmiş olmakla birlikte Buhara, Çar Imparatorlu-ğu' nun sona erdiği 1918 yılına kadar az çok önemini devam ettirmiştir.

*

Bu, R. Nelson Frye'nin Buklıara The Medieval Avhievemeııt (Norman, 1965), adlı eserinin 1-84..sayfa1ar arasının çevirisidir

(2)

Orta Asya batılılar için daima bir cazibe merkezi oldu; Buhara ve Se-merkand şehirleri ise çöl ve vahalar bölgesinde ikiz mücevher gibiydi. Küçük bir cenneti çöl kumundan ayınp işleyen kimselerin hayranlık ve şükrünü, sul ak ormanıık bölgede yaşayan insanlar tatmamıştır. Bu kimse-ler tabiata karşı daima savunmada kalarak, sulak arazi üzerinde çetin bir ömür sürdürmüştür. Çünkü Orta Asya'da bozkır ile bitek arazi arasındaki çizgi, bölgeye hayat veren suyun hemen kenarında keskin bir şekilde ay-rılmaktadır. Vaha, gezip dolaştığı bannak olma vasfı bulunmayan çöllere nispetle, göçebe topluma cennet gibi gözükmüş olmalıdır.

Arkeologlar, ilk Asyalılann toprağı ekmeyi ve meskenler edinmeyi öğrendiği tepelerden daha münbit olan nehir vadilerine indiğini tahmin etmektedir. Orta Asya'daki bu vadilerden biri, "dünyanın çatısı" olan Pa-mirlerden Kızıl Kum Çölü'nün kumlanna doğru uzanan Zerefşan nehri tarafından oluşturulmuştur.

Günümüz Buhara vahasında taş devrine ait (paleolitik) yerleşim yer-leri hakkında herhangi bir bulgu mevcut değildir. Bu durum, Eski Taş devrinde bölgede insan yaşamadığı anlamına gelmez; sadece şimdiye kadar delil olabilecek bir şey bulunarnadığını gösterir. Hayli sulanmış ve ekilmiş düz vahada epey yerleşim katmanı yer almaktadır. Bundan dolayı çok daha erken dönemlere ait kalıntılann ortaya çıkması sadece derin ka-zılardan beklenebilir. Orta Asya'nın bol miktarda taş devri aletleri bulu-nan başka bölgeleri gibi, antik yerleşim yerlerinin Buhara vahasında da var olduğu kabul edilebilir. Birkaç Bronz Çağı nesnesi, bölgemizde m.ö. II. bin yıllık devre ait iskan alanlarının mevcut olduğuna işaret etmekte-dir; fakat burada tarih öncesi Buhara'yı tasvir edebilecek derecede yeterli inceleme ve kazı yapılamamıştır. Erken tarih konusunda bu kadarıyla ye-tinerek, daha erken dönemleri ileride bölgenin tarih öncesi devri üzerine çalışacak araştırmacılara bırakınalıyız.

Orta Asya tarih sahnesine Sirus'un geniş bir alana yayılmış olan Aharnenid İmparatorluğu'nu kurduğu yıllarda girdi. Henüz Buhara vahası ne Darius'un Behistun kitabesinde, ne de Herodot tarafından telif edilen Fars hakimiyeti altındaki satraplar (eyaletier) listesinde kaydedilmiştir. Zerdüştilerin dini kitabı Avesta da Buhara bölgesinden bahsetmemekte-dir. Bu nedenle söz konusu dönemde onun yukarıdaki bütün kaynaklarda adı geçen Soğdiana satraplığı içinde yer aldığını kabul edebiliriz. Büyük İskender dönemi tarihçileri de bu hususta bize yardımcı olmarnaktadır; çünkü Arrian ve Quintus Curtius'dan sadece Polytimetus/Zerefşan Nehri'nin aşağı mecrasında birçok yerleşim yerinin bulunduğunu öğren-mekteyiz. Onlara göre bu yer, nehrin, içinde kaybolduğu kumlara veya muhtemelen bir dönem döküldüğü Oxian Gölü'ne varmadan öncedir. Bu gölün adını Ptolemy'den öğrenmekteyiz. Arkeolojik belgeler, parça parça da olsa, Büyük İskender'in fethinden çok önce vahada sulama kanalları ve yerleşim yerlerinin bulunduğunu göstermektedir. Maalesef bu erken döneme ilişkin yazılı kaynaklara sahip değiliz.

i'

~ i

(3)

ORTA ÇAO BAŞARısı BUHARA 427

Belge bulunmamasına rağmen, Buhara vahasının gamizon ve koloni-lerden meydana gelen Baktri Yunan Krallığı içinde yer almış olması muhtemeldir. Bu gamizon ve koloniler Doğu İran'da İskender ve ilk Se-levkid kralları tarafından oluşturulmuştur. Eutidemus, Dimİtrius ve diğer krallar bütün Soğdiana'da doğrudan bir hakimiyet tesis etmiş olabilir. Ancak çeşitli Orta Asya vahalarının özerkliklerini sözde Baktri Yunan hakimiyeti döneminde bile sürdürmüş bulunması ihtimali daha kuvvetli-dir. Orta Asya'da Greko-Baktrian paralarının keşfı, doğrudan hakimiyet belgesi olamaz. Diğer taraftan, Helenistik kültürün etkisinin büyük oldu-ğunda şüphe yoktur. Tirmiz yakınındaki Ayrtem, Pencikent ve Varahşa gibi yerlerden çıkarılan heykel ve resimlerin varlığı, Hristiyanlık devri n-den iki asır önce Orta Asya'da Yunan sanatının önemli tesiri bulunduğu-nu tastik etmektedir. Orta Asya' daki Yunan tesiri muhtemelen Kuzeybatı Hindistan'daki Yunan nüfuzuna paralel gelişmiştir. Bu nüfuz Gandharan Budist Sanat Okulu'nun kurulmasına yol açmıştır.

M.Ö. II. yy.da uzak doğudan gelen göçebeler, Ceyhun ve Seyhun ne-hirleri arasındaki bölgeyi işgal etti. Muhtemelen bunlar yerli halka zorla hakimiyetierini kabul ettirerek Buhara vahasında yerleşti. Çünkü Orta Asya toprakları hakkında bilgi veren Çin kaynaklarıyla ilk kez bu dönem-de karşılaşmaktayız. Yaklaşık m.ö. 129 yılında Çang Çien adlı bir Çin el-çisi Orta Asya'yı ziyaret etti ve Ceyhun nehri kıyılarının büyük bölümü-nü işgal etmiş bir kitle ile karşılaştı. Bunlar Çin metinlerinde Yüe-çi adıyla anılmaktadır. Daha sonra Yüeçiler Ceyhun'un güneyine doğru ya-yıldı ve onların bir kabilesi, tarihte Kuşan İmparatorluğu olarak bilinen bir hükümdarlık kurdu. Bu hükümdarlık adını söz konusu kabileden al-mıştır. M.S. I-IV. asırlarda Kuşan İmparatorluğu, Afganistan ve Orta Asya'da siyasi olduğu gibi, kültürel yönden de üstünlük kurdu.

Kuşanlar devrinde Budizm, Orta Asya ve Çin'e yayıldı. Şimdi Afga-nistan'da Surh Kotel ve başka yerlerde bulunup kısmen çözülen bu Ku-.şanca metinler sayesinde, Orta Asya' da Yunanlıların halefi olan Kuşanla-rın önemli rolünü daha iyi tespit edebiliriz. Kuşan dilinin uyarlanmış Yunan alfabesiyle yazımının azaltılması, muhtemelen büyük Hükümdar Kanişka döneminde gerçekleşti. (Bu Hükümdar'ın dönemi tam olarak bi-linernemekle birlikte muhtemelen o, II. asrın başında hüküm sürmüştür.) Çünkü Kanişka'nın ilk paralarında hem Yunan, hem de Kuşan hatlarını buluruz; oysa onun daha sonraki dönemlerinde Yunan hattı görülmemek-tedir. Budist yazılarını Kuşanca'ya, sonra da Soğdça ve Çince'ye çevir-rnede Kanişka ve Kuşanların rolü, belki diğer kültürel gelişmelerden daha önemlidir. Çin Türkistaru'ndan ele geçirilen Soğdça ve Çince Budist bel-gelerinin pekçoğunun Kuşanca olan bir orijinal metinden her iki dile de çevrildiğini kabul edebiliriz. Çünkü Çince ve Soğdça tercümelerdeki samsara, "ruh göçü", tathagata, "böylece gel" ve klesa, "kirlilik" gibi müş-terek Budist terimler, üçüncü bir kaynağa işaret etmektedir. O da muhte-melen bir Kuşan mütercimler okuludur. Ceyhun ve Seyhun nehirleri

(4)

ara-sındaki topraklara Budizm'in gelişi, Kuşan hakimiyeti döneminde gerçek-leşmiş olabilir.

Kuşanların tarihteki önemi yeterince ortaya konuımamıştır. Yeni ar-keolojik keşiflerin bilgimize katlada bulunmasıyla, onların Çin, Hindistan ve Yakın Doğu arasında kültürel vasıta oluşundaki rolü daha iyi aydınlığa kavuşacaktır. Kuşan dönemine ait kırık çömlek parçalannın Buhara vaha-sında birçok yapay tepeciğe yayılmış bulunması, bu devirdeki müreffeh ekonomiyi göstermektedir. Günümüz Buhara şehrinin bulunduğu mekan-daki mevcut yerleşim yerlerinin ilk izlerini geriye doğru bu döneme kadar takip edebilmemiz olasıdır.

Mevcut Buhara şehrinin en eski camiIerinden Magoki Attar'ın bu-lunduğu yerde yapılan kazılarda, Sovyet Arkeolog V. A. Shiskin yüzey-den 12 metre derine indi. Burada belki de Hristiyan devrinin başlarına ait kırık çömlek parçalan bulundu. Magoki Attar Camii, Müslüman müellif-lerin eski bir ateşgedenin yerine yapıldığını söylediği Orta Çağa ait Mah Mescidi ile aynı kabul edilebilir. Birçok kutc;al mekan, farklı dinler için kullanılsa bile, genellikle önceki özelliklerini sürdürdüğü için, kiliseye dönüştürülen puthane ya da camiye çevrilen kiliseye tanıklık eder. Bu bağlamda şu anda şehrin merkezinde bulunan Magoki Attar'ın mekanı as-lında bir Budist manastınnın bulunduğu yer olabilir. Bu münasebetle yerel bir inanca ait ateşgede üzerine kurulmuş bir camiye sahibiz. Söz ko-nusu ateşgede ise daha önce Budistlere ait bir "vihara" üzerine inşa edil-mişti. Böylece bu üç dini tabaka Buhara tarihinde yaklaşık olarak İslam, Eftalit ve Kuşan devirlerine gerçek anlamda karşılık gelebilir.

Yukarıdaki nazariyenin makulolduğuna işaret eden bir diğer kanıt, Buhara'ya verilen isimlerdir. Birçok İslami kaynakta Buhara'nın ilk kasa-bası Bumicket olarak adlandırılmaktadır. Orta çağ Müslüman haritaları-nın incelenmesi, Bumicket'in kaleye denk olduğu ve onu daha sonra bir derelkanalın Magoki Attar adını alan Mah mevkiinden ayırdığı sonucuna götürmektedir. Bu durumda Buhara, Mah Mabedi'nin çevresindeki yerle-şim yerlerinden ibaret olduğu için Bumicket'ten ayrı idi; fakat daha sonra onunla birleşti. Burada bu varsayımı tartışma imkanımız yoktur; fakat bu tartışma kaynaklarımızda, özellikle de coğrafya kitaplanmızda yer alan Buhara hakkındaki bilgileri açıklığa kavuşturacaktır.

Hindistan'ın Bihar vilayetinde Buhar adlı bir kasabanın bulunması ilginçtir. Her iki ismin kökünün de Budist manastınnın genel adı olan vihara'dan geldiği söylenmektedir. Buhara (Türkçe'de bugar) adının "vi-hara" dan türetilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü orada en çok bilinen yapının adını herhangi bir yere vermek olağan dışı değildir. Ayrı-ca Samaruler dönemi müellifi el-Havarizmi, "el-buhar"ın Hindistan'da bir puthane olduğunu belirtir. Fakat "Buhara" ismine kaynaklarımızda nispe-ten geç tarihlerde rastlanılmaktadır. İsmin yer aldığı en erken tarihli kay-nak, Çinli Budist seyyah Hsüan-tsang'ın yaklaşık 630'da yaptığı

(5)

seyahat-ORTA ÇAO BAŞARısı BUHARA 429

lannı konu alan kitabıdır. Tarihsiz olsalar da, üzerinde bu ismin geçtiği Buhara hükümdarlarına ait paraların daha erken olduğu farzedilebilir.

Söz konusu paralar, muhtemelen Orta Asya'da fetihlerde bulunan İran'ın Sasaru Kisrası Behram V. (421-39)'ın gümüş paralannın ilginç bir kopyasıdır. Bu tarzdaki Buhara paralarının en eskileri, biri Behram'ın pa-ralarından kopya edilmiş Orta çağ Farsçası diğeri yerel Buhara dilinde olmak üzere iki tip yazıya sahiptir. İkinci yazı "Buhara hükümdarı" şek-linde okunur; hemen ardından onu ya Kana şeklinde özel bir isim veya cesur kudretli anlamına gelen kava şeklinde bir lakap takip eder. Bu lakap Peygamber Zerdüşt'ten önce yaşayan ve onun çağdaşı olan efsanevi hükümdarların adının mahalli bir şeklidir. Bu yüzden sözü edilen yazı "Buhara hükümdarı-imparatoru" şeklinde okunabilir. Fakat Orta çağ Buhara tarihçisi Narşahi, Kana adlı bir Buhara hükümdanndan söz et-mektedir. Bu kişi hayal ürünü, ya da para üzerindeki yazılann daha sonra yanlış okunmasının sonucu olmayabilir. çünkü sonraki paralar üzerinde son "_a" harfi gözükmemektedir. İslam öncesi Orta Asya paralarının çe-şitli tipleri üzerine birçok çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır. Ancak bu çalışmalar da, kanaatime göre, daha sonraki mahalli hanedanlann Kuşan kökenli olduğunu ortaya koyacaktır.

Önemli bir şehir olarak, Buhara'nın geçmişinin belki de Heftalit1erin Orta Asya'nın büyük bölümüne hakim olduğu V. asnn sonu ya da VI. asrın başlarından itibaren tarihlenmesi önerilebilir. Parasının kopyalan-masında görüldüğü veçhile, Orta Asya'daki Fars etkisi, belki de Beh-ram'ın Heftalitleri yenilgiye uğratmasından sonra arttı. Arkeoloji vaha çevresindeki büyük surların üzerindeki birçok yapının bu döneme aİt ol-duğunu ortaya koyar.

Mizahi biçimde "yaşlı kadın" anlamında Kenpirek adı verilen Buhara'yı çevreleyen büyük surlar Orta Asya'da ender rastlanan birşey değildi. Nitekim Strabo'ya göre, Antiochus i (m.ö. 281-261) Merv vaha-sının çevresine bir sur yapmıştı. Yine Taşkent yakınındaki Şaş, Semer-kand ve diğer vahaları n da surları vardı. Arkeolojik bulgular teyit edebile-cek durumda olmasa da, vaha çevresinde 250 km.lik bir alanı çevreleyen Buhara'nın büyük surlannın inşa tarihinin söz konusu devirden önce bile başlatılması mümkündür. Uzun surlar vahanın sulanan bölümünü kuşat-mış ve şüphesiz saldırgan göçebelere olduğu gibi, çöl kumlanna karşı da bir savunma mekanizması olmuştur. Bugün bile surun bazı kısımları, özellikle vahanın doğu ve güneydoğu bölgelerinde varlığını sürdürmekte-dir.

Surlar Arap fetihlerinden sonra çeşitli dönemlerde tamir edilmiş ve genişletilmiştir. İslami kaynaklar, surların en büyük restorasyonunun 782'den 830'a kadar sürdüğünü belirtmektedir. Refah içindeki Samani hakimiyeti döneminde uzun surlann harap olması gözardı edilmiş ve Samanıler öncesinde olduğu gibi artık hiç bariyer vazifesi görmemiştir.

(6)

Şehir surları hemen hemen günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Orta çağ coğrafyacısı İstahıi, İsHlm dünyasının doğu kısmında hiçbir şehrin Buhara kadar iyi müstahkem olmadığını belirtmiştir. Muhkem surlara sahip şehrin yanısıra, hükümet merkezi olan kale de müstesna şekilde sa-vunma açısından sağlamlaştırılmıştır.

HeftaIitlere dönecek olursak, uzak doğudan gelen bu işgalciler şanların hem yerini hem de görünüşe göre dillerini aldı. Veya onların Ku-şanlar tarafından kullanılan ve Kuşan-Baktrian adı verilen Baktria'dakj Iran dilini kolaylığından dolayı benimsediği söylenebilir. Bana göre, büyük Doğu İran kültürel sahasının tarihinden, Heftalitlerin selefi olan Kuşan. döneminin ayrı değerlendirilmesi uygundur. Bu hiç bir şekilde Doğu Iran tarimnin ilave alt bölümlerini ya da diğer genel görünümlerini dışarıda bırakmaz. Fakat kaynak eksikliği, tarihi ortaya çıkanna girişi-minde sadelik gereğini zorunlu kılar. Firdevsı tarafından yazılan Farsça destanda Kuşanlar ülkesinin birçok defa Buhara vahasına işaret ettiği gö-zükür. Bu durum daha sonraki HeftaIit hakimiyeti döneminde bile beklen-medik birşey değildir.

Doğu İran kültürel sahasının büyük bölümüne olduğu gibi, Buhara vahasına da V. asrın ortalarından VI. asrın ortalarına kadar Heftalitlerin hakim olduğunu kabul edebiliriz. Heftalitler içinde Türk ve Altay kökenli gruplar bı;ılunmasına rağmen, nüfusun anayapısı dil ve kuşkusuz kültür itibariyle Iran'a bağlı gözükür. Narşahi'nin Orta çağ Buhara tarihinde şe-hirdeki Heftalit hükümdarının Türkler tarafından yaklaşık 565 yılında hal' ini konu eden bir rivayet buluyoruz. Bu rivayet Narşam tarafından değil, onun eserine ilavelerde bulunan Nısabaıi adlı bir başka müellif ta-rafından yazılmıştır. Bu rivayete göre, Buhara şehrinin ortaya çıkışından önce, bütün bölgenin hükümdarı vahanı n güneybatısında ve Ceyhun nehri yakınında bulunan Beykend şehrinde otunnaktaydı. Ebruy ya da Jaha kuvvetli ihtimalle Abarzi adlı bir hükümdar, halka öyle baskı yaptı ki, ne-ticede onlar bir Türk hükümdarından yardım istedi. Bu Türk Hükümdarı, Abarzi'yi yakalayıp idam etti. Rivayette ifade edilen hükümdarların kim-liğini tespit etmek için ilim adamları tarafından büyük gayret sarfedildi. Bu hususta ana kaynak Çince metinlerdir. Maalesef onlar da Çin'den ol-dukça uzakolan Orta Asya'nın bu bölümü hakkında pek detaylı rivayetIe-re yer vennemektedir. Heftalitlerin hanedan isimlerinden birinin Warz ol-ması, Buhara vahasındaki son Heftalit hükümdarının Abarzi olması ihtimalini kuvvetlendinnektedir.

Türkler Buhilra vahasında hükümdarlıklarını sürdürürken, gerçek güç mahalli bir hanedanlığın elinde gözükmektedir. Bu hanedanıık Kuşan ımparatorluğu'nun en azından Ceyhun Nehri'nin kuzeyinde birçok prens-liğe ayrılmasını müteakip, muhtemelen IV. veya V. asırda kurulmuştur. Buhara vahasındaki hanedanlığın uzun süre varlığını devam ettirdiği hak-kında elde doğrudan bir delil yoktur. Onun hakhak-kındaki bilgileri sadece Arapça ve Farsça kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bu kaynaklarda hanedan

(7)

ORTA ÇAO BAŞARısı BUHARA 431

(

Buhar Hudah (hükümdar) hanedanlığı olarak geçmektedir. Maamafih bu yöneticilerin paralannda hükümdar anlamına gelen Soğdça bir kelime bulmaktayız. Bu kelime, yerel dilin Soğdça'nın bir lehçesi olduğunu gös-teren diğer unsurlar arasında bir aynntıdır. Buhara hükümdarlan İslami dönemde de yönetimlerini devam ettirmiştir. Her ikisi de mahalli hane-danlık vasıtasıyla otoritelerini sürdürdüğünden dolayı, Araplann hakimi-yetinin Türklerinkine benzediğini kabul edebiliriz.

Yerel Orta çağ tarihlerinde İran' dald çeşitli şehirlerin geçmişini abartarak öven rivayetlere sık sık rastlanılmaktadır. Bunlar kaynak olarak kul1arulmadan önce dikkatlice incelenmelidir. İslam öncesi geçmişle ilgili rivayetlerden belirli bir amaç veya temayül taşımayanlar, ahlald değerleri etkili kılmayı ya da bir şahıs veyahut şehri gereğinden fazla öven masal-lardan daha güvenilir görülebilir. Sonuç olarak, İslam öncesi Buhara hak-kında Narşahi tarihinde bulunan ve diğer kaynaklarda da tekrarlanan ma-lumat aksi ispatlanmadıkça gerçek anlamda doğru kabul edilebilir.

Çeşitli kaynaklardan başkent Beykend'in, Sasani Kİsrası Hürmüz IV.'ün komutanı Behram Çubin tarafından yaklaşık 589'da ele geçirildi-ğini öğrenmekteyiz. Behram'ın hasmı büyük bir Türk hükümdan ya da sadece mahalli bir lider olabilir. Kaynaklarda geçen Şebe ve oğlu Bermu-da'nın isimlerini (çeşitli varyantlanyla) burada değerlendirmek mümkün değildir. Tarihin bu dönemi hakkında büyük belirsizlik vardır; dolayısıyla Buhara hakkında mütalaada bulunurken tafsilat üzerinde kafa yormak uygun değildir. Bu dönemden sonra Beykend bir vesileyle önemini kay-betti; Buhara'nın da aralannda bulunduğu vahanın diğer kasabalannın yıldızı ise parladı.

Narşahi'nin kitabında adı geçen NisabGri'ye göre, Mah adında eski bir Buhara hükümdan vardı; şehirde bulunan bir camiye onun adı veril-miştir. Bir başka Buhara hükümdannın adı ise Leningrad-Hermitage Mü-zesi'nde bulunan bir kapta geçmektedir. İsmin okunuşu çok açık değildir, fakat o yaklaşık olarak Dizoy şeklinde okunabilir. Narşahi ise Kana adlı bir Buhara hükümdarından bahsetmektedir. Nitekim bu hükümdann adı, yukanda belirttiğimiz gibi, paralar üzerinde görülebilir. Ancak bu isimle-rin hiçbiri kesin değildir; VI. asır ve VII. asır başı Buhara' sında' böyle y~ netidierin hüküm sürdüğünü sadece varsayabiliriz. Vahanın ne kadannın şehrin hükümdan tarafından yönetildiği belirsiz olmakla birlikte, Buhara şehrinde mahalli bir hanedan1ığın bulunduğundan emin olabiliriz. Vaha-nın diğer kasabalanVaha-nın, kendi hükümdarlannın bulunduğu görülmektedir. çünkü İslami kaynaklardan vahanın kuzeyindeki Verdane kasabasının hükümdan hakkında bilgi edinmekteyiz. Aynca Narşahi, Ramitin kasaba-sının, Buhara vahasının merkezi; Varahşa'nın ise önceden hükümdarlann ikametgahı olduğunu söylemektedir. Arap fethi sırasında Buhara şehri va-hanın en önemli bölgesi olmakla beraber, bütün bunlar merkez değişiklik-lerinin yanısıra çeşitli hükümdarların varlığına da işaret etmektedir.

(8)

II

İSLAM'IN YERLEŞMESİ

Yüzünü milıraba çevirsen ne kazanacaksın?

Benim gönlüm BuMra ile ve Taraz'ın putlarıyladır.

RVDEKf

Horasan Valisi Ubeydullah b. Ziyad'ın komutasındaki Araplar, ilk kez Buhara surlanna dayandıklan 674 yılında, şehirde kısa bir süre önce ölmüş olan hükümdann yerine vekaleten bakan bir kraliçe ile karşılaştı. Görünüş itibariyle heybetli bir kişi olan kraliçenin adı ya "Htk" veya "Kbk" harflerinden meydana gelmekte, ancak onun nasıl seslendirildiği bilinmemektedir. Çeşitli mahalli mücadeleler, Arap fetihlerinin tarihini karmaşık bir yapıya büründürmektedir. Bu nedenle olaylann vuku buluş sırasından tam emin olamamaktayız. Buhara'nın Ubeydullah döneminde vergisini ödediği ve fatihler tarafından işgal edilmediği görülmektedir. Sonraki valiler Ceyhun nehrinin karşı yakasındaki topraklara seferler yaptı; fakat onlann fetihleri, Yezid b. Muaviye'nin 683 'te ölmesiyle pat-lak veren iç savaştan dolayı sağlamlaştınlamadı. Dolayısıyla Orta Asya on yıl kadar Arap hakimiyetinden kurtuldu.

Bu dönemde Buhara'da neler olup bittiğini bilmiyoruz. Kraliçe'nin Buhara'yı 30 yıldan daha uzun bir süre yönetmiş olması mümkündür. Fakat kronolojinin kanşmış ve Kraliçe'nin şahsı hakkında onun dönemini uzatan menkıbelerin çoğalmış bulunması olasılığı yüksektir. Arapların esas rakibi olarak Verdan Huda veya Verdane Hükümdan diye birinden bahsedilmektedir. "Klınk" şeklinde adlandınlan bu şahsın ismi, Buhara Kraliçesi'nin ismine oldukça benzemektedir. "Klınk", "Klıamik" ya da "EbU Şükr" olarak kaynaklarda adı geçen Buhar Huda'nın, Verdane hü-kümdan ile aynı veya tamamen ayn bir şahıs olması muhtemeldir. Maale-sef kaynaklar bu isimleri sadece kaydedip onlar hakkında başka hiçbir şey söylemez. Buhara vahasında aynı anda birçok hükümdar hüküm sür-müş gibidir. Belki de ana şehrin tahtında hak iddia eden pekçok kimse vardı.

Horasan'ın Arap Valisi Ümeyye b. Abdullah'ın 692-97 yıllan arasın-da gerçekleşen seferleri sonuçsuz kalınca, Halife Abdülmelik, Horasan'ı güçlü ve kudretli Genel Vali meşhur Haccac b. Yusuf'un şahsında Irak'a bağladı. Haccac, Horasan'a nihayet Ceyhun Nehri'nin kuzeyindeki top-rak1an fethetmeyi başaran kudretli bir vekil tayin etti. Kuteybe b. Müslim uzun süren bir kuşatmadan sonra 706'da Beykend'i; 709'da ise Buhara'yı aldı. O ayru zamanda Semerkand'ı fethedip Arap ordulannı önceden ulaş-tıklan yerlerden bile daha doğuya yaydı.

(9)

ORTA ÇAG BAŞARısı BUHARA 433

)

Kuteybe yönetimi Buhara ile Maveraünnehr'in diğer şehirlerinde İslam dininin ve Arap garnizonlannın yerleşmesine tanıklık etti. Kaynak-larımızın belirttiğine göre, Kuteybe, Buhara şehrinin bazı bölümlerini fetih girişimlerinde fatihlere destek veren çeşitli Arap kabilelerine tahsis etti. Hem Haccac, hem de Kuteybe çok kudretli şahsiyetlerdi. Nitekim İslam'ın Orta Asya'da başan kazanmasının ana sebebi, onlann gerek ma-halli hanedanlarla uzlaşma, gerekse birçok Arap olmayan kimseyi orduda istihdam etme siyaseti idi. Bu politika sonraları bazı Araplar arasında büyük mücadeleye ve 715'te Kuteybe'nin rakipleri tarafından öldürülme-sine yol açtı.

Kuteybe Buhara'da bir cami yaptırmanın yarusıra, garnizon birlikle-rini de şehre yerleştirdi. Kaynaklann ifadesine göre, bu İcraat Buhara'da yalnızca önemli bir Müslüman askeri üssü oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda onun bir İslami öğrenim merkezi haline gelmesini sağladı. Nar-şahi, Kuteybe'nin cuma günleri Buhara Ulu Camii'ne gelen herkese ödül olarak iki dirhem verdiğini belirtmektedir. Buhara' da, başka yerlerde ol-duğu gibi, alt tabakalann İslam'ı kabul ettiği ve Müslümanların sayısının arttığı sonucunu çıkarabiliriz. Bu yalnızca gariban insanlann İslam dinini kabul ettiği anlamına gelmez, bilakis aristokrasinin onlara göre İslam'ı kabule daha az mütemayil olduğuna işaret eder.

Kuteybe Maveraünnehr' deki şehirlere Arap askeri valiler tayin etti. Bunların asıl görevi vergilerin toplanmasım takip ve düşmanlara karşı genel savunmayı temin etmekti. Genellikle mahalli hükümdarlar Arap va-lilerle bir arada varlıklannı devam ettirdi; dolayısıyla Buhara' da da Buhar Huda hanedanlığı hükümranlığını sürdürdü. Buhara tahtında hak iddia eden muhalifi Verdane yöneticisine karşı, Buhara Hükümdan Tuğşa-de'nin hükümdarlığımn Kuteybe tarafından tastiklendiği kesin değildir. Fakat Tuğşade'nin Kuteybe tarafından desteklendi ği aşikardır. Tuğşa-de'nin isminin yapısı tartışmaya açıktır. Çünkü Arapça'mn yanında Çince varyantıara da sahibiz. Fakat biz burada genelde daha sonraki araştırma-larda kabul edilen okunuşu esas alacağız. Tuğşade 30 yıldan daha fazla Buhara'yı yönetmiş gözükmektedir. Narşahi onun, şehri 32 sene yönetti-ğini ve ilk olarak Kuteybe tarafından bu göreve getirildiyönetti-ğini belirtmekte-dir.

Narşarn, Tuğşade hakkında Kuteybe'nin ölümünden bir müddet sonra cereyan etmiş ilginç bir olay nakletmektedir. Yaklaşık olarak 730'da (tarih kesin değildir.) Arap davetçiler daha fazla Orta Asyalı yerli halkı İslam'a davet girişiminde bulunduğu ve bu kişilerin son derece ba-şanlı olduğu gözükmektedir. Tuğşade, sırf gayri müslimlerden alınan cizye vergisinden kurtulmak için pekçok insanın Müslüman olduğu husu-sunda Horasan Valisi'ne şikayette bulundu. Vali Buhara'daki vekiline yeni Müslümanlan tutuklayıp, Tuğşade'ye teslim etmesini bir yazıyla bil-dirdi. Tuğşade bunlardan çoğunu idam etti, geri kalanı ise mahpus olarak

(10)

Horasan Valisi'ne gönderdi. Bütün tafsilatı doğru olmasa bile, çeşitli Arapça tariWerde de aynntıh şekilde anlatılan bu rivayet, İslam'a davet ve vergi problemlerinin gerek yerli, gerekse Arap hükümet görevlilerini nasıl bezdirdiğini göstermektedir. Tabii olarak devlete ödenen vergiler her şeyden daha önemli hale gelmiştir.

Kuteybe'ye dönecek olursak, yerli halkın İslam'ı kabul etmesi, ona Araplarla omuz omuza mücadele edecek yardımcı topluluklar temin etti. Mevali olarak adlandınlan bu Arap olmayan birliklerin sayısı arttı ve Arap yönetiminin sağlamlaşmasına ve korunmasına büyük katkı sağladı. Araplar beIki de İranh tebalanyla konuşurken, İran'da olduğu gibi, Orta Asya'da da ortak dilolarak Farsça'yı kullandı. Bu durum Soğdça ve diğer dil veya lehçeleri n mahalli olarak konuşulduğu yerlerde Yeni Farsça dili-nin yayılış sebebidili-nin izahını kolaylaştırmaktadır.

Kuteybe'nin ölümünden sonra, Arapların konumu bozuldu; isyan ve savaş rivayetleri sıradanlaştı. Pekçok bölge zaman zaman bağımsızlıkla-nm elde etmelerine rağmen, Buhara Araplann elinde kaldı. Çin yıllıkla-nnda Araplara karşı yardım isternek için Orta Asya hükümdarlayıllıkla-nndan Çin Sarayı'na giden birçok heyet bulunduğu kaydedilmiştir. Buhara bile 718 ya da 719'da diğer devletlerle birlikte Çin'den yardım istedi. Tuğşa-de' nin bir taraftan diğer hükümdarlan Çin veya Türk yardımıyla Araplara karşı direnmeye kışkırtarak, diğer taraftan güçlü olduklan dönemlerde Araplara sadakatini teyit ederek çift taraflı oynadığı anlaşılmaktadır. Şarn'daki Emevı Halifesi'nin merkezi otoritesinin bir yansıması olarak, Araplann bizzat kendilerinin Doğu' da politika değiştirmesi yerli halkların gönlünü almaya yetmedi.

Çince kaynaklar, 726'da sadakatini bildirmek için Buhara Hükümda-n'nın, kardeşini Çin Sarayı'na gönderdiğini kaydetmektedir. Bu belki de Türklerin, daha doğrusu Maveraünnehr'in kuzey ve doğusundan gelen Türgişlerin karşısında birçok yenilgiye uğrarnalanndan sonra Araplara karşı gerçekleştirilen genel isyanın parçasıydı. 728'de Semerkand ve bir-kaç küçük yerin dışında Buhara ve Maveraünnehr'in büyük bölümü Arap hakimiyetinden kurtuldu. İki yıl sonra Buhara, Arap ordusuna teslim oldu. Fakat her nasılsa Tuğşade iktidarda kalmayı başardı. Araplar, ma-halli hükümetlerin desteğini alan Türgişler ile yıllarca savaşmak zorunda kaldı. Buhara' daki müslümanlar bir vesileyle Türgişler tarafından kuşatıl-dı. Savaş Türgişlerin, iç sorunlan nedeniyle Maveraünnehr'den çekildi ği 737'ye kadar devam etti.

Yeni Horasan Valisi ve Emevı görevlilerinin sonuncusu olan Nasr b. Seyyar, Kuteybe'nin fethettiği yerlerden elden çıkanlan geri almayı ba-şardı. O bu işi savaştan ziyade diplomatik yollarla gerçekleştirdi. Çünkü o, Kuteybe döneminden itibaren Orta Asya'da bulunmaktaydı ve mahalli problemleri iyi kavramış tecrübeli bir askerdi. Nasr akıllıca davranarak

(11)

ORTA ÇAG BAşARısı BUHARA 435

r

i ~

Arap yönetimine karşı isyan edenler hakkıııda genel af kararı çıkardı; yerli halk için makul vergi düzenlemeleri getirdi. Seyhun Nehri kıyılanna düzenlediği başarılı bir seferden dönerken, o Semerkand'da Tuğşade ve Buhara'nın Arap Valisi ile karşılaştı. Hem Narşah!, hem Arapça kaynak-lar iki Buharaıı eşrafın Nasr'ın huzurunda Tuğşade ve Buhara'mn Arap Valisi Vasıl b. Amr'dan nasıl yakındıklarım nakletmektedir. Nasr, Tuğşa-de ile çok samimi olduğundan, onların yakınmalanna kulak asmadı. Bunun üzerine onlar da Tuğşade ve Vasıl'ı hançerledi; hemen ardından kendileri de orada öldürüldü. Muhtemelen 739' da vuku bulan bu olay üzerine Nasr, Tuğşade'nin oğlunu Buhara hükümdarı tayin etti.

Tuğşade'nin öldüğü sıralarda, Arap yönetimi Buhadl'da kuvvetli bir şekilde yerleşmişti. Nasr b. Seyyar döneminde valilik divan sisteminin ~ehlevice'den Arapça'ya çevrildiği yönündeki rivayet dikkat çekicidir. Once halife tarafından Nasr b. Seyyar' a Horasan' daki valilik memurların-dan gayri müslim olanların işine son vermesi emredildi. Bunun üzerine Nasr, resmi dili önceden mevcut bulunan muhtemelen Orta çağ Farsçasıl Pehlevice'den Arapça'ya çevirdi. Fakat Horasan'da dönem itibariyle uygun olmadığı için Farsça'nın kullanımına son verilmediği olasıdır. Soğdça muhtemelen Maveraünnehr'in resmi diliydi. Bu sırada günümüz Afganistan bölgesinde ise, Yunan harfleriyle yazılan Kuşan-Baktri dili kullarulmış olabilir. Buhara' da Emev! yönetiminin son zamanlarında Araplaşma ve İsıamıaşma sürecinin, şehrin kültürel ve sosyal hayatını kontrol altına aldığı söylenebilir. Bu, Mecus!, Yahudi, Hristiyan hatta Maniheistlerin Buhara'da varlıklarının sona erdiği anlamına gelmez. Fakat İslam kendini garantiye almış ve bu dönemden itibaren Arapça sa-dece resmi dilolmakla kalmayıp aynı zamanda öğrenim dili olmuştu. Tuğşade'nin İslam dininden ziyade mahalli Meclisllik inancının bir türü-he bağlı olduğu ihtimal dahilindedir. çünkü Narşah! ve diğerlerine göre, öldüğü zaman hizmetçileri tarafından cesedinin eti kemiğinden aynlıp Buhara'ya götürüldü. Kemikler muhtemelen astodan denilen bir kutuda muhafaza edildi. Defin gelenekleri, dinine işaret edecek güvenirlikte ol-madığından, Tuğşade'nin inancı veya gayri müslimlerin Buhara'daki dini durumu hakkında fazla birşey söyleyemiyoruz.

Tuğşade'nin halefi b~ı kaynaklara göre oğlu Bişr,'başkalaİ1~a göre ise diğer oğlu Kuteybe idi. Belki ikisi de aynı şahıs idi ya da Kuteybe, kısa bir süre sonra Bişr'in yerine geçti. Bir vesileyle Tuğşade'nin halefle-ri, en azından isimleriyle, İslam kimliğine büründü. Bunlardan Kuteybe, şüphesiz, adını büyük Arap komutamndan aldı.

Abbas! ihtilalini ve Horasan'daki çeşitli Arap kabilelerinin iç çekiş-melerini burada değerlendiremeyiz. Abbasııerin doğuşunda önemli olma-sına rağmen, kabile mücadelelerinin gereğinden fazla vurgulandığı kanaa-tini taşıyorum. Emevııerin yıkılışı ve Abbas! hilafekanaa-tinin kuruluşu, kuzey .vegüney.Araplannın kavgalarından çok daha geniş boyutlara sahiptir. Ne

(12)

var ki, burada dikkatimizi Buhara üzerinde yoğunlaşurmak durumunda-yız.

Horasan'daki Abbas! lideri Ebu Müslim, 748'de Nasr'ı eyaleti tahli-yeye zorladığı sırada, Buhara kendi haline terkedilmiş vaziyetteydi. Şerık b. Şeyh el-M ehri' adlı bir Arap 750'de Buhara şehrinin hakimiyetini ele geçirdi ve Hz. Ali evladının taraftarları olan Şiiler adına bayrak açtı. Bu olay üzerine Ebu Müslim'in gönderdiği ordu Buhara'yı kuşatınca, şehrin hükümdarı Kuteybe b. Tuğşade Abbas! güçlerine katıldı. Narşah!'nin naklettiğine göre, Kuteybe'nin taraftarları şehrin dışındaki viııalardandı ve onların arasında hiç Arap yoktu. Halbuki şehirde yerlilerin yanısıra Araplar da vardı. Şerik'in taraftarlarının ise şehir halkı olduğu gözükmek-tedir. Oysa aristokrasi Ebu Müslim 'in taraftarı olan Kuteybe b. Tuğşa-de'yi desteklemekteydi. Savaş çok şiddetli ve acımasız devam ederken, Şerik'in ölümü Abbas! güçlerine zafer yolunu açtı. çatışmalar sırasında şehrin bir kısmı yandı. İsyana katılan birçok lider, şehir ele geçirildikten sonra idam edildi.

Abbas! orduları, Buhara'yı ele geçirdikten sonra Maveraünnehr'in geri kalanında da sükı1neti sağladı. Hatta Çin ordusu Araplar tarafından 751 'de mağlup edildi. Muhtemelen bu sırada bir kısım yerel hükümdarlar Abbas! güçlerine karşı Çin yardımını ümit etmekteydi. Nitekim bu dö-nemde Buhara'mn da içinde bulunduğu birçok yerel devletten Çin'e he-yetler gittiğini öğrenmekteyiz. Ebu Müslim'in Abb~ş! muhalifi bu birliğe karşı çok şiddetli karşılık verdiği gözükmektedir. Oyle ki, o 751 ya da 752'de Buhara hükümdarı ~uteybe'yi ölüm cezasına mahkum etti. Çeşitli kaynaklar Ebu Müslim 'in, Islam dininden döndüğü için onu öldürdüğünü kaydetmektedir. Bu doğru olabilir, fakat siyasi durumlar da gözardı edil-memelidir.

Abbas! hilafetinin kurulmasıyla Horasan ve Maveraünnehr gibi Doğu toprakları İslam dünyasının kaderinde daha büyük rol üstlendi. Ni-tekim başkentin Şam'dan Bağdad'a taşınması, değişimin bir alametiydi. Bu dönemde Bağdad Sarayı'nda İran etkisi arttı. Yine eyaletlerde İslam ve İran kültürlerinin birleşip kaynaşma sürecinin hızlandığı söylenebilir. Maveraünnehr'in ilk Abbasller devrine ait tarihi, artık yerli halklara karşı Arapların değil, bilakis merkezi otoriteye karşı siyasi veya dini amaçlı isyan eden Müslümanların tarihidir. Abbas! Hilafeti'nin kuruluşunun ilk on yılında, Buhara hükümdarından Çin'e gönderilen heyetler Çin yıllıkla-nnda belirtilmiştir. Daha sonra Çin ve Orta Asya hükümdarlıklarının Ma-veraünnehr' deki hadiseler üzerinde nüfuzunun azalması yla bu heyetler sona ermiştir.

Yaklaşık 75l-757'de Buhar Hudalık makamında oturan, muhteme-len Tuğşade'nin diğer oğlu Sukan idi. Bu isim Çin kaynaklarında geçen ve bir ünvan olan Türkçe Arslan isminin yerine kuııanılmış olabilir. Onun

(13)

ORTA ÇAG BAŞARısı BUHARA 437

dönemi hakkında hiçbir şey kaydedilmemektedir. Ancak Tuğşade'nin bir diğer oğlu ve halefi Bunyat (757-82) döneminde Buhara'da pekçok isyan çıktı. Bunyat döneminin başlangıcında Buhara'daki Arap Valisi, Şiı yan-lısı faaliyetlerinden dolayı amiri olan Horasan Valisi tarafından idam edildi. Aslında şehirdeki Şillik taraftarları merkezi otoriteleri bezdirdi, fakat sorun yaratan yalnızca onlar değildi. Yusuf el-Berm'in liderliğinde-ki son derece muhafazakar fakat eylemci Müslüman bir fırka olan Hariciler Buhara'da isyan etti. Yusuf bir süre sonra yakalanıp idam edil-di, fakat diğer isyancılar onun yerini boş bırakmadı.

En önemli isyan 776'dan 783'e kadar süren ve Buhara vahasının köylerinde pekçok taraftar toplayan Mukanna' adlı bir gayri müslimin is-yanı idi. Fakat şehir, bu isyancıya karşı yapılan operasyonların bir merke-zi olarak Abbası hakimiyetinde kaldı. Mukanna' hakkında pekçok şey ya-zıldı. Zira o, komünizmin sosyal doktrinini, hatta hanımlardan müşterek yararlanmayı öğütler gözüktü. O ayrıca geçmiş peygamberlerin hatta EbO Müslim'in ruhunun yeni bedeni olduğunu ileri sürdüğünden dolayı, bir ruh göçü inancına sahipti. Onun taraftarları "beyaz elbise giyenler" şek-linde isimlendirildi. Onlar şüphesiz dini muhaliflerin yanısıra, siyasi ve sosyal karşıtları da aralarına aldı. Mukanna' öldürülüp taraftarları dağıtıl-madan önce, Maveraünnehr'in birçok yerinde olduğu gibi, Buhara vaha-sında da uzun yıllar savaş kaçınılmaz oldu.

Narşah!'den öğrendiğimize göre Bunyat, Mukanna'ın tarafını tuttuğu için, yaklaşık 782'de Halife Mehdi'nin emriyle idam edildi. NarşaM'nin onun ölümü hakkında kaydettiği rivayette hayli karışıklık vardır. Söz ko-nusu müellif, Sukan'ın da Halife'nin emriyle öldürüldüğünü belirtmekte-dir. Yöneticiler zinciri ve kronolojinin karışık olmasından dolayı, sadece tarih tahmin edilebilmektedir. Her iki hükümdarın, Sovyet arkeologların kazı yaptığı Varahşa'da öldürüldüğü söylenmektedir. Bundan dolayı, en azından İslamı dönemde Buhara yöneticilerinin sarayının şehir içinden zi-yade, Varahşa'da olduğunu farzedebiliriz. Bu yorum kazı sonuçlarının yanısıra dağınık olan tarihi bilgilere de uygundur. Bu kazılarda elde edi-len duvar resimleri ve itinayla hazırlanmış stük dekorasyonları, mahalli Buhara hükümdarlarının gücünü kanıtlamasa bile, onların debdebesini or-taya koymaktadır.

Narşah!'nin belirttiğine göre, Bunyat süvarilerin hızla yaklaştığını gördüğü sırada, sarayında ahbaplarıyla içki alemi yapmaktaydı. O, süvari-leri n halife tarafından gönderilip gönderilmediğini merak ediyordu ki, bu sırada süvariler yetişti ve tek kelime etmeden kılıçlarını çekip onun kafa-sını uçurdu. Böylece Buhara hükümdarlarının sonuncusu da ortadan kalk-mış oldu. çünkü onun neslinden gelenler hiçbir güce sahip olamadı, hatta kendilerine ait toprak ve servetleri büyük ölçüde azaldı. Fakat paraları ha-nedanın nüfuzundan daha uzun ömürlü oldu.

(14)

Orta çağ Buhara parası, İslami dönemlerde Maveraünnehr'in büyük bölümünde kuııanılan gümüş para için esas kabul edildiğinden önemlidir. Paralar esas itibariyle asırlar boyunca aynı kalmıştır. Ancak onların üze-rindeki yazılar ve yapılarındaki metaııerin kompozisyonu farklılık arze-der. Paraların arka yüzünde her iki tarafı bir figürle çevrelenmiş ateşgede, ön yüzünde ise başında taç bulunan sağa dönük bir hükümdar bulunmak-tadır. Bu figürün, Sasani Kisrası V. Behram (421-39)'ın resmi olduğu açıktır. Netice itibariyle biz bu tipteki gümüş Buhara paralarının 439'dan sonraki bir tarihe ait olduğunu savunabiliriz, fakat ne kadar sonradır, bile-miyoruz. Aslında II. Yezdecird (438-57) ve Balash (484-88)'ın paraları-nın incelenmesi, üç yöneticinin taçlarında ve paraların genel tiplerinde büyük bir benzerliğin olduğunu ortaya koyar. Her ne kadar Narşahi'nin rivayeti gözardı edilemese de, Buhar Huda para serilerinin VI. asırdan bir müddet önce başladığı ileri sürülebilir. Narşahi söz konusu rivayetinde Buhara'da bu tip para basan ilk hükümdarın 640'lı yıllarda hüküm süren Kana adlı yönetici olduğunu kaydeder. Yine Narşahi'nin Buhara vahasın-da vahasın-daha önceki dönemlerde Harezm (ve Orta Asya'nın diğer şehirleri?) paralarının kullanıldığı hakkındaki rivayeti doğru olabilir belki ama, daha erken başka para bulunmadığını düşünemeyiz.

Araplar geldiğinde Buhar Huda paraları yaygın olarak tedavüldeydi; fatiWer de onları bastınnaya devam etti. Pehlevice yazıdan Buharaca, sonra da Arapça yazıya geçiş süreci paralarda izlenebilir. İnanıyorum ki, değişiklikler Buhara'nın güçlü Sasani nüfuzu altındaki mahalli bir mer-kezden, önemli bir birleşik İslam merkezine dönüşmesini aksettirir.

ifade ettiğimiz gibi, paralar üzerindeki Buharaca yazının doğru okunduğu hala belirsiz olmasına rağmen, Abbasiler döneminde Buharaııların yaygın geçerli paralarının ne olduğu hakkında bir tartışma söz konusu değildir. Sovyet numizmatikçisi E. A. Davidovich'in araştır-ması, iX. ve X. asırlarda Orta Asya'nın çeşitli yerlerinde tedavülde bulu-nan üç çeşit Buhar Huda parasının, değişim değeri itibariyle farklılık ar-zettiğini ikna edici şekilde ispatladı. Kaynaklarda Müseyyebi, Gıtrifi ve Muhammedi şeklinde adlandmlan paralar, görünüş itibariyle birbirlerine benzemesine rağmen, ihtiva ettiği metaller bakımından farklıydı. Bu para-ların tedavüle girişi belki de yukarıdaki sıralamaya göre idi. Gıtrifi özel-likle Buhara bölgesinde, Muhammedi ise Soğdiana'da kullanıldı. Bu gümüş paralar/dirhemler saf değildi ve halifeliğin diğer bölgelerinde kul-lanılan saf gümüş dirhemlerle değişim değerleri her dönemde farklı oldu. Her halükarda Buhara'nın, daha sonraki İslami dönemlerde de devam eden Maveraünnehr mahaııi para sistemine uygun para tipi ortaya koydu-ğu gözükmektedir. Bu, şehrin artan öneminin bir göstergesidir.

Buhara tarihine dönecek olursak, Bunyat'ın idamından İsmail Samaru'nin 874'te gelişine kadar ki dönem, daha önceki tarihine kıyasla nispeten olaysızdır. 806-810 yıııarı arasında .Nasr,b .. Seyyar'ın Rafi' b.

(15)

ORTAÇAG BAŞARısı BUHARA 439

Leys adlı torunu isyan etti ve Semerkand'ı zaptetti. Buhara ve diğer Orta Asya şehirlerinin halkları Abbasilere karşı onu destekledi. Fakat Halife Me'mun'un iktidara gelişi, barışı ve isyanın sona ermesini sağladı. Hem Mukanna', hem de Rafi'in isyanında, kuzey ve doğudan gelen Türk bir-liklerinin isyancılara yardımı, Yakındoğu'ya daha sonra büyük çapta ger-çekleşecek Türk göçlerinin hab~rcisiydi. Göçebeler vahanın güvenliği için daimi bir tehdit oluşturdu. Oyle ki, hükümet onlara karşı savunma için ciddi tedbirler almak zorunda kaldı. Söz konusu dönemde Buhara va-hasındaki büyük surlar yeniden inşa edildi. Bu sırada Maveraünnehr'in diğer vahaları da aynı şekilde müstahkem hale getirildi.

Buhara vahasının Kenpirek adlı surlan meskun mahallerin büyük bö-lümünü korudu. Narşahi, surun yıllık bakımı için büyük para ve emeğe ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir. Kale etrafındaki hendekler aniden baskın yapıp insanları esir alan ve köyleri yağmalayan Türk göçebelerin akınından vahayı korusa bile, surların bakımı halka şüphesiz büyük bir külfet getirmekteydi. Orta Asya vahalarının, göçebe akınıarına karşı sü-rekli korunmasına ihtiyaç duyulduğu, bunun için her yerde kalın surlara gerek bulunduğu açıkça gözükmektedir. Dar ve virajlı caddeler sakinleri-ne daha fazla güven verirken, evler; bahçe ve avluları kalın surlarla çevri-li şekilde inşa edildi. Aynca bütün şehrin güçlü surlara sahip bulunması-nın yanısıra, kaledeki hükümet merkezi de güçlü şekilde müstahkemleştirildi.

Buhara'da hükümdar konağı gibi; cezaevi, cami ve resmi daireleri de içine alan kale, şehre hakim olan yüksek bir yerde bulunmaktaydı. Arkeo-lojik değerlendirmelerden öğrendiğimize göre, kil, stük ve ahşap temel inşaat malzemeleriydi. Bütün İran dünyasında, Mezopotamya'dan Hindis-tan'a ve Çin'e kadar her yerde, esas inşaat malzemesi aslında taştan ziya-de tuğlaydı. Varahşa'daki Buhar Huda sarayının süslü geniş silmeleri, stük dekorasyonlan ve duvar resimleri, belki de komşu Sasaru İmparator-luğu'ndaki kadar itinayla ve sevimli şekilde hazırl3!1mıştı. Harezm, Soğ-diana ve başka yerlerdeki Sovyet kazılan, Sasani Iranının kuzeydoğuya yayılmasından ziyade, özel bir medeniyetin önemli merkezi olan Mavera-ünnehr'in İslam öncesi kültürünün zenginliğini ve yayıldığı geniş alanı ortaya koymaya başlıyor. Sanat, para sistemi ve Orta Asya'da gelişen Yeni Farsça dilinde görüldüğü gibi, şüphesiz İran' ın büyük etkisi vardı. Fakat mahalli hükümdarların feodal kültürü, belirleyici konumdaydı.

Firdevsı tarafından nazmedilen Farsça destanın tümünün kökleri belki de feodal doğu İran bölgesinde yer almaktaydı. Coğrafi mekanlar, destanda tasvir edilebileceği kadarıyla, aslında kesinlikle Doğu İran'a işa-ret etmektedir. Çinli Budist seyyalun rivayetlerinden açıkça anlaşılmakta-dır ki, Mecusi mezheplerinden birinin lehine Budizm, Maveraünnehr' de gerilemişti. Buhara'nın Sasaru İmparatorluğu'na bağlı olmadığı göz önünde bulundurulursa, Orta Asya'da yaygın olan' inancı Sasanilerin

(16)

resmi dini ile özdeşleştirrnek sıkıntılı olabilir. Narşahi, Buhara halkının ateşperest olmadan önce putperest olduğuna işaret eder. Kaynaklardaki dağınık kısa bilgilerden, vaha nüfusunun büyük çoğunluğunun, Siya-vuş'un efsanevildestansı figürünün önemli roloynadığı mahalli bir kü1te bağlı bulunduğu sonucu çıkarılabilir. Siyavuş'un ölümü üzerine yakılan ağıtların iyi bilindiği ve onun Buhara yakınındaki mezarında kurbanlar kesildiği yönünde birçok Arapça ve Farsça kaynakta yer alan ifadelerden şüphe etmek için bir neden yoktur.

Buhara vahasındaki Varahşa, Semerkand'ın doğusundaki Pencikent ve Tirrniz'in kuzeyindeki Balalık Tepe'de arkeologlarca bulunan duvar resimlerinden, Orta Asya'daki hükümdar saraylarının debdebe ve tantana-sı tahmin edilebilir. Bu resimler aynı döneme ait olmamalarına rağmen, hepsi Orta Asya'nın İslam öncesi kültürünü yansıtır. Yüksek, gelişmiş bir tekstil endüstrisini gösteren ve itinayla hazırlanmış elbiseler, özel yassı içki kaseleri ve bele takılan hançer veya kılıçlar duvar resimlerinin karak-teristiğidir. Sasani kisralarının sevdiklerine gümüş içki kaseleri hediye et-meyi alışkanlık haline getirdiğini biliyoruz. Buradaki duvar resimlerinde de benzer kaselerin resmedildiğini görürüz. Onlar şarap içmek için pek elverişli olmamasına rağmen, moda ve adetler sık sık fayda veya rahata aykırı geliştiği bilinmektedir.

Mahalli aristokrasi akşam sefası için buluştuğunda, ozanları da onla-ra katıldığını varsayabiliriz. Soğdian' da Rüstem' in hikayesinden bahse-den fragmentler bulundu. Bunlar Firdevsı'nin Şeh Name'sinde yer alan Rüstem hikayesinden farklıdır. Farsça destanın ana aktörü değilse bile önemli bir kahramanı olan Rüstem, belki de asıl itibariyle Orta Asyalı bir Saka hükümdarıydı. Onun hakkındaki hikayeler Buhara vahasında İslam' dan önce olduğu gibi sonra da rahatça gelişti.

Narşah! ve diğer kaynaklardan, Buhara aristokrasisinin büyük bölü-münün şehrin dışındaki villalarda ikamet ettiğini öğreniyoruz. Onlar bu-rada çakir adlı köle veya muhafızlar tarafından korunan küçük saraylar edindi. Orta Asyalı hükümdarlar ve aristokrasi arasında tam bir birliğin olmayışı, Arap fetiWerini kolaylaştırırken, toplumun feodal karakteri ise Orta Asya'nın yönetimini zorlaştırdı. Koca Sasani orduları bir anda orta-dan kalkınca, Araplar İran'ı istila etti. Fakat Orta Asya yönetimi çok daha zor bir bölge olduğunu ispatIadı. İslam'ın bizatihi kendisi ve İslam kültü-rü, hilafetin doğu bölgesinde Arapların tamamen galip gelmelerinden önce değişime uğradı.

İslam, Maveraünnehr'in de içinde yer aldığı bütün Yakındoğu'ya Ahamenidler ve Büyük İskender'den beri sahip olamadığı birliği hediye etti. Ayrıca İslam günümüze kadar sürebilen manevi ve kültürel ilişkiyi Helenizmden bile daha iyi sağladı. Mahalli hükümdarların idaresi altında da Buhara, önemli bir şehir merkezi idi, fakat İslam hakimiyeti altında İs-panya ve Çin gibi uzak memleketlerin halkları tarafından bilinen büyük

(17)

ORTAÇAÖ BAŞARffiIBUHARA 441

bir dünya şehri oldu. Şehrin altın çağı, Yeni Fars dili-edebiyatı ve İslam'ın evrensel gelişimi ile aynı dönemde gerçekleşti. Nitekim Buhara her ikisinde de önemli roloynadı.

-3-SAMANİLERİN DOGUŞU

Çok yaşa Buharal mutluluk seninle olsun! Emirimiz coşkuyla sana doğru koşar. Ay hükümdardır, Buhara ise gökyüzü;

Ey gökyüzü, yavaş yavaş ay seni aydınlatacaktır.

RUdekı (İngilizcesi: E.G. Browne)

Buhara şehri iX. asırda bir hayli genişledi. İslam öncesi dönemlerde pazar yeri şehrin dışında idi. Oysa IX. asırda sadece burası değil, aynı za-manda varoşlar da şehristan denilen, eski, orijinal kasabayla birlikte şehre katıldı. Kalelerg, şehristanın karşılığı olmayıp bilakis ondan aynydı. IX. asnn sonlannda şehir, iç ve dış olmak üzere herbiri onbir kapılı iki sura sahipti. Bu kapılann isimleri, Farsça eserlerde olduğu gibi, Arap coğraf-yacılar tarafından da nakledilmiştir.

Emevı ve ilk Abbasller döneminde Buhara, merkezi Merv olan büyük Horasan eyaletine bağlıydı. Horasan valilerilemirleri, Tahir döne-minde daha erken değilse yaklaşık 821 'de, Merv'den Nişabur'a taşındığı sırada, Buhara vahasının Maveraünnehr'in geri kalanından bağımsız bir yönetiminin bulunduğu ve doğrudan Nişabur' daki Horasan valisine bağlı olduğu gözükmektedir. Muhtemelen politik ve de ticari gayelerden dola-yı, Horasan'ın merkezi Merv olduğu yıllarda, burada Buhar hudalann bir saray ya da vilialan nın bulunması dikkat çekicidir.

Buhara'nın artan ticari önemi kaynaklarca da ortaya konulmuştur. Orta çağ İslam dünyasında tekstilin özel bir yeri vardı. Bu dönemden kalma ipek ve diğer kumaş parçalan, motif ve dokumacılığın gelişmiş yüksek ihtişamını gösterir. Buhara vahası, Zendene köyünden adını alan Zendenici kumaşıyla ünlüydü. Bu kumaştan birçok parça günümüz müze-lerinde sergilenmektedir. Narşahı bu kumaşın, her yerde aristokrasi tara-fından büyük beğeni topladığı için, Irak ve Hindistan'a ihraç edildiğini belirtmektedir. Yine aynı müellif Buhara'nın vergi borcunun karşılığında Bağdad halifesinin temsilcileri tarafından para değil, kumaş ve halı alın-dığını nakletmektedir. Eserini Arapça yazan coğrafyacı Makdisı, komşu şehirlerin yanısıra Buhara'nın da ihraç edilen ve böylece vahaya gelir ge-tiren bütün tekstil ürünlerinin isimlerini vermektedir.

(18)

Buhar~l'nın sulama sistemi üzerinde durulması gerekir. çünkü Doğu'daki diğer yerlerde olduğu gibi, burada da su şehrin can damarıydı. Buhara vahasının su ihtiyacını Zerefşan Nehri karşılamaktaydı. Nehir öyle geniş bir sahayı sulamaktaydı ki, suyunun tamamı kanallarla tarlala-ra dağılatarlala-rak vaha içinde kaybolmaktaydı. Sulamadan dolayı kaybolan nehir, İslam öncesi dönemlerde bir göle ya da bataklığa dökülmekteydi. Orta Asya'da kariz denilen meşhur yer altı sulama tünelleri sistemine Buhara vahasında gerek yoktu; çünkü su yakın mesafede ve her an istifa-deye hazır durumdaydı. Narşah! biri hariç vahada bulunan nehirlerin tü-münün insanlar tarafından kazıldığını, bundan dolayı onlann aslında birer sulama kanalı olduğunu belirtmektedir. Coğrafyacılarca sur kapıları gibi, vaha kanalları da bilinmekte ve isimleri nakledilmektedir. Coğrafyacı Yakut'a göre, Buhara'nın yemişi meşhurdu ve Merv'e ihraç edilmektey-di. Toprağın verimliliği kesin olarak çekilen meşakkati ve emeği gerekti-ği gibi karşıladı.

Şehrin önemi artarken, halifeliğin doğu bölgesinde cereyan eden po-litik olaylardaki rolü daha anlamlı hale geldi. Eski Buhar Hudalar ailesi-nin fertleri, halifeliğin diğer bölgelerinde görevaldı. Eserlerini Arapça yazan büyük Fars tarihçisi Taberi, 811 yılı olayları içinde Abbas b. Buhar Huda'yı önemli bir hilafet görevlisi olarak kaydetmekte; 836'da ise aile-nin diğer ferdi Muhammed b. Halid'i, Azerbaycan eyaletinde Babek adlı isyancıya karşı savaşan bir komutanolarak nakletmektedir. Muhammed b. Halid 838'de ise Babek'in yenilgiye uğramasından sonra Ermeniye va-lisi oldu. Ermeni kaynakları ondan Buhar Huda olarak söz eder. Halid b. Bunyat, babası Bunyat'ın halefi kabul edildiğinden dolayı; her ne kadar mevcut iktidarı küçültülmüş de olsa, ailesinin Buhara'da az da olsa nüfu-zunu sürdürdüğüne dikkat çekilmesi gerekir.

Aristokrasildihkanlar toplumun bel kemiği idi ve memleketin büyük bölümünü elinde bulundurmaktaydı. Onlann Islam'ın himayesindeki eski adet ve dinlerini terketme hususunda muhtemelen en isteksiz kimseler ol-duğuna dikkat çekmiştik. Orta Asya'da İslam'ın gelişmesi, aslında şimdi-ye kadar düşündüğümüzden daha yavaş gerçekleşti. Mollazade adlı bir müellif tarafından kaleme alınan XV. asır Buhara tarihi, 814 gibi geç ta-rihlerde kafirler tarafından müslümanlann Buhara'da şehit edildiğini be-lirtmektedir. Böyle olaylar ender cereyan etmiş olmalıdır. Fakat şehrin bazı bölgelerinde diğer yerlerine göre daha az müslümanın yaşamış ve bu yüzden ihtilaf1ann cereyan etmiş olması mümkündür. Bu tarihlerde Islam'a herhangi bir tehdit vuku bulmuş olamaz. Horasan'ın bağımsız Tahin valileri olan yeni hanedanın gelişi İslam tarihinde yeni bir devrin başlayacağına işaret etti.

Tahir, Halife Me'mun'un nüfuzlu bir komutanıydı ve 821 'de Hora-san valiliğine atandı. Oğlu (822-828) ise Tahir'in halefi oldu ve bu suretle hanedan kuruldu. Ailenin diğer fertleri halifeliğin Mısır gibi diğer

(19)

bölge-ORTA ÇAG BAŞARısı BUHARA 443

} i i

lerinde önemli vazifeler aldı. Böylece hanedanın önemi mahalli sınırları aştı. Tahirller resmi olarak sadece halifeler tarafından atanan Horasan va-Iileri idi ve merkezi hükümete belirli miktarda vergi ödemekteydi. Onlar buna rağmen aslında bağımsız hükümdarlar idi. Tahiriler ile halifelerin ekonomik menfaatlan genelde uyuştuğu için, aralarında zıtlaşmaya yol açacak pek fazla neden yoktu. Tahiriler kuvvetli Sünni idi ve Bağ-dad'daki otoritelerin onayıyla bölgelerindeki Şii ve diğer muhalif mezhep mensuplarına karşı mücadele etmekteydi.

Buhara ile bağlantısı bakımından bizi ilgilendiren şey, Yeni Fars dili ve edebiyatının oluşumunda Tahirilerin rolüdür. Tabirilerin milli Farsça arzusunu öne çıkardığı ve onlann döneminde fatihlerin dili olan Arapça karşısında Farsça'nın geliştiği konusunda genel bir kanaat vardır. Yalnız bu kanaatin biraz değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü Tabiriler dönemini incelediğimizde, bu yöneticilerin Farsça'yı Arapça'ya tercih et-tiğine dair hiçbir delil bulamıyoruz. Tam aksine bazı Tahiri yöneticiler iyi Arapça şiir ve yazılar yazan kimselerdi. Şüphesiz onlar her iki dili de bil-mekteydi, fakat Arapça devletin resmi dili durumundaydı.

Bu, Tahiriler döneminde Farsça'nın Arapça karakterlerle yazılmadı-ğı anlamına gelmez. Farsça'yı Arap harfleriyle yazma girişiminin iX. asırdan önce gerçekleştirildiğine kanaat getirmek için pekçok sebep var-dır. Arapça'nın bütün Islam dünyasında yazım dili olarak hızla yayılması, belki de Fars dilinde bir katalizör görevi gördü. Farsça metinlerin ilkel, kullanışsız Pehlevi yazım sistemi yerine Arap alfabesi ile yazılması, pek-çok Fars aydınına mantıklı gelmiş olmalıdır. İmparatorluğun doğu kıs-mında Abbasiler döneminde katip sınıfı hem müslüman, hem de çoğun-luk itibariyle Arap olmayan kesimden teşekkül etmekteydi. Bu kimselerin resmi metinde alışageldikleri yerel konuşma dilini yazma çabalarından daha tabii ne olabilirdi? Belki de dilin oldukça hızlı çöküşünden dolayı Arap alfabesiyle yazılmış Soğdça metinler günümüze ulaşmamasına rağ-men, bu alfabeyle yazılmış Harezm dilinde kitaplar elimizde bulunmakta-dır.

Şekil itibariyle Orta Çağ Farsçası olan bazı erken dönem şiirlerinin Yeni Farsça'da bulunduğu gerçeği, bunların Arap alfabesiyle yazılmış Orta Çağ Farsçası şiirler olduğunu gösterir. Bunlar ne uzun ne kısa şekil-de olmayıp, bilakis aksana ya da yalnız hece sayısına göre vezinlenir. Bu-nunla birlikte 800-900 yılları arasına ait, kısa ve uzun hece sistemleriyle Arapça şiirlerden farkı olmayan Farsça şiirler nakledilmiştir. Bu, Yeni Fars Edebiyatı'nın oluşumunda kriterin gerçekten Arap şiir tarzı olduğu-nu gösterir. Buna sadece alfabeyi değil, aynı zamanda Arapça'nın diğer etkilerini de ekleyebiliriz. Diğer bir ifadeyle, kabul edildiği gibi, şiirle başlayan Yeni Fars Edebiyatının oluşumu, Fars kültürünün Islamıaşması veya Araplaşması ile bağlantılıdır. Farsça'nın Arapçalaşmasından ziyade İslamıaşmasından söz etmenin daha doğru olacağına inanıyorum. Çünkü

(20)

ıx.

asrın ortalarında Klasik Arapça, sadece dar görüşlü Bedevi Arapların aracı değil, aynı zamanda evrensel bir dil idi. Ayrıca İslam dini, Arap ge-lenek ve inançlarıyla artık özdeş değildi; bilakis din olmanın yanısıra ev-rensel bir kültür ve medeniyetti.

Arapça ve Farsça arasındaki kaynaşma süreci, Nişabur' da olduğu gibi, Buhara'da da

ıx.

asır boyunca gelişmekteydi. Tahirilerin gizli ya da açık herhangi bir politikayla Nişabur'u Yeni Fars şiir ve edebiyatının merkezi yaptığı konusunda delil yoktur. Fakat Maveraünnehr' de Tabirilerin halefleri olan Samanıler, ülkelerinde Arapça'yı hayli teşvik et-tiyse de, Yeni Farsça'nın koruyucusu oldu.

İslam'a girdikten sonra yıldızı parlayan Saman'ın, Tirmiz yakınında kendisiyle aynı adı taşıyan bir kasabada, sıradan bir hükümdar ya da dih-kan olduğunu artık pekçok ilim adamı kabul etmektedir. Oğlu Esed ile il-gili, kaynaklarda hiçbir şey nakledilmemiştir. Fakat torunlar, Rafı' b. Leys isyanının bastırılmasında Me'mun'u desteklemelerinin ardından yüksek memuriyetler elde etti. Yaklaşık 820'de bunlardan Nuh, Semer-kand; Ahmed, Fergana; Yahya, Şaş ya da günümüzdeki Taşkent valiliği-ne tayin edildi. Dördüncü kardeş İlyas'a ise Herat verildi.

Samanıler, ailenin tamamımn başına en yaşlı erkek şahıs geçtiği için, klanvari bir yapı arzetmektedir. Dört kardeşin en büyüğü olan Nuh 842'de öldüğü zaman, ondan sonraki en yaşlı kardeş olan Ahmed ailenin yönetimini eline aldı ve en büyük oğlu Nasr'ı kendisine vekalet etmesi için Semerkand'a gönderdi. Ahmed 864'te ölünce, oğlu Nasr aile reisi oldu, fakat bu arada Semerkand'daki görevini de sürdürdü. W. Barthold'a göre, Orta Asya otoritesi, bu dönemde yani

ıx.

asırda, İslam dini tarafın-dan bütün Maveraünnehr'in baştan başa fethedilmesine şahit oldu. Mese-la, günümüz Fergana vadisindeki mahalli Uşrusana hanedanlığı 822'de itaat altına alındı ve yöneticisi İslam'ı kabule mecbur kaldı. Samanı kar-deşler tarafından yönetilen topraklar doğal kaynaklar yönünden zengin ol-masına rağmen, bütün bölge hala tek başına gümüş hilafet paralarını (dir-hemler) basan Tabirilerin kontrolü altındaydı. Samanıler sadece bakır paralar (fels) basabildi. Şüphesiz bu, mahalli para sistemine ilaveten ya-pıldı.

Orta Asya topraklarının Samanılerin hakimiyeti altında toplanması, Tahiriler bağımsızlıklarım kaybeder etmez onlara bağımsızlık yolunu açtı. Yalnız bu arada Samanıler boş durmadı. Bu dönemde genellikle Samanılerin idaresi altında olan Türk göçebelere karşı, vahanın tahkim edilme meselesinden bahsetmiştik. Türkler, şüphesiz İslam öncesi dö-nemlerde de Maveraünnehr' e yabancı değildi. Onlar muhtemelen her de-virde buraya sızmaktaydı. Nitekim Hilafet sarayındaki Türk muhafızları ücretli askerler meşhurdur. Yaklaşık 840'ta Nuh b. Esed, bugünkü Taş-kent'in kuzeyinde bulunan İsficab'ın Türk hükümdarına saldırıda

(21)

bulun-ORTA ÇAG BAŞARISI BUHARA 445

L..

r

..

du. Nuh galip geldi ve şehri işgal etti. Burada göçebelere karşı korunmak amacıyla şehrin yanısıra varoşlanm da çevreleyen uzun bir duvar bulun-maktaydı. Her dönemde bir tehdit unsuru olmakla birlikte, Islam dünyası-na yavaş yavaş süren Türk akını, samanı yönetiminin sonunda bir sel ha-line dönüştü.

Sistanlı Ya'kub b. Leys adlı bir eşkıya başımn ~işabur'u zaptetmesi neticesinde 873'te Tahirf hanedanımn yıkılışı, Doğu Iran ve Orta Asya'da siyasi durumu değiştirdi. Daha sonraki birçok müellife göre, ilk Tahiri'ler bütün tebalannın sulama ve müreffeh yaşama gibi hususlarda bilgi edin-mesini teşvik eden örnek yöneticilerdi. Gerçekten Abdullah b. Tahir, meşru sularna şartlan üzerine hazırladığı "Kanallar Kitabı" adlı ilmi çalış-masıyla tanındı. Fakat daha sonraki Tabiri'ler, şanlı Doğu geleneğine uygun olarak kendi zevk ve eğlencelerini tatmin edecek faaliyetler uğruna faydalı icraatlan terketti. Nitekim bu faaliyetler düşman tarafından kolay-ca işgale uğrarnalanna yol açu.

Ya'kub gazilerden askeri birlik kurmuş bir bakırcı idi. Bu birlik ka-fırlere karşı yapuğı savaşlann (cihad) dini yönü bulunmasına rağmen, kanun dışı kimselerden genellikle birazcık fazlaydı. Birliğin lideri olan Ya 'kub, gücünü Hindistan sımrlanna kadar yayarak şöhret ve taraftanm . arttırdı. Alt tabakadan birisi olmasına rağmen, o kısa zamanda Kirman, Belh ve diğer yerlerde, son olarak ise yukanda ifade edildiği gibi Tabiri'lerin son emi ri olan Muhammed'i ele geçirerek Nişabur'da bazı aristokrat liderleri devirmeyi başardı.

Birçok müellif Ya'kub'u muhalif bir işçi olarak tasvir eder. Kaynak-lar onun birçok aristokratın mülkünü nasıl müsadere ettiğini anlaur. Bu-nunla birlikte Ya'kub, kardeşi ve onun halefi AInr döneminde, toplumda veya feodal toprak edinme yapısında büyük bir deKişiklik olmadı. Aslın-da dihkanlann geleneksel iktidan, özellikle Doğu Iran ve Orta Asya'da iyice yerleştirildi. Fakat Ya'kub'un başansı, Tabiri'lerle yakın temas kur-muş olan halifenin otoritesini sarstı.

Tabirfler 873'ten sonra MaveraÜllnehr'de otoriter görüntülerini sür-dürmeye çalıştı. Ertesi yıl Hüseyin adlı bir Tabirf, Harezm'den Buh!d'ya gelip, bir kuşatmadan sonra şehri ele geçirdi. Fakat o, başlangıçta başanh olduysa bile, daha sonra herşeyi geride bırakıp kaçmak zorunda kaldı. Kanşıklıklarbirbirini izledi. Ya'kub b. Leys'in taraftarlanmn şehrin kont-rolu hususunda, diğerlerinin adamlanyla mücadele ettiği farzedilebilir. Muhtemelen Buh!d'yı bir süre yönetmiş bir grubun desteğiyle, Hariciler denilen muhalif müslümanlann bu dönemde şehirde güçlü olduğuna dair bazı deliller vardır. Bu'kanşık vaziyet alunda bazı Buhftrroı ileri gelen va-tandaşlar, Semerkand'daki samanı Hükümdan Nasr b. Ahmed'e kendile-rini yönetecek bikendile-rini göndermesi için ricada bulundu. Bunun üzerine

(22)

Nasr, Samanı Hanedanının gerçek kurucusu olan küçük kardeşi İsmail'i Buhara'ya gönderdi.

. Buhara'ya gelişinden önceki hayatı hakkında hiçbir şey bilinmeyen ısmail, 849'da Fergana'da doğdu. Kaynakların belirttiğine göre, bir or-duyla gelmediği için ileri gelenlerin desteğinden tam emin olmadan şehre girmek istemedi. Bu konuda kendisine güven verilince, halkın sevinç gös-terileri arasında şehre girdi ve yönetimi teslim aldı. Bu hadise 874 yılı sonu veya 875 yılı başında gerçekleşti. Böylece Buhara nihayet değerli bir valiye kavuştu.

İsmail Buhara'ya üzerine paralar saçan şehir halkıyla birlikte girdi. Bu d~a sonraki dönemlerde Rus çarlanna da uygulanan çok eski bir adetti. Ismail'in Buhara'ya girdiği yıl, kardeşi Nasr Bağdad'daki halife-den bütün Maveraünnehr sahasının valiliğine atandığına dair bir mektup aldı. Halifeye mahsus bir ayncalık olduğu halde, Buhara'da cuma ve bay-ram namazları gibi toplu ibadetler sırasında yapılan dualarda halifenin is-minin yanısıra ısmail ve Nasr'ın isimleri de anıldı.

İsmail, Buhara vahasında çeşitli eşkiya topluluklarını kontrol altına almak zorunda kaldı. Ardından, yukanda adı geçen Hüseyin ile muhteme-len ayn~ olan Hüseyin b. Tahir tarafından gerçekleştirimuhteme-len işgali geri püs-kürttü. ısmail'in yavaş yavaş nüfuz ve gücü arttı. Fakat yapacağı diğer iş-lerin yanısıra o, EbO Muhammed Buhar Huda tarafından başı çekilen asilzadeleri itaat altına almak zorundaydı. ~smail bir hile ile onları Semer-kand'da oturan kardeşine gönderdi. O da, ısmail konumunu iyice sağlam-laştınncaya kadar bu kişileri Semerkand' da alıkoydu. Bu kişiler daha sonra Buhara'ya döndüğünde, İsmailonlara iyi davrandı ve desteklerini kazandı.

İsmail'in her yıl Semerkand'a göndermekte olduğu verginin muhte-melen miktan konusunda iki kardeş arasında bir ihtilaf ortaya çıktı. Bir vesileyle 885'te iç savaş patlak verdi. Başlangıçta İsmail Buhara'yı

tahli-yeye mecbur bırakıldığı için Nasr galip gibi gözükm. Kardeşler arasında

1

işin başında gerçekleştirilen uzlaşma ve ardından ortay~ çıkan büyük düş- i

manlık süreci üzerinde durmaya gerek yoktur. 888'de ısmail bir meydan ! savaşı kazandı ve kardeşi Nasr'ı ele geçirdi. İsmail'in asil karakterini

tas-vir etmek için, Nasr'a esareti sırasında onun nasıl muamele ettiği, konuy-la ilgi.li bir rivayette kaydedilmektedir. Söz konusu rivayet şöyle devam eder: ısmail ağabeyi ile karşı karşıya geldiği zaman hata ve kusurlarından dolayı af isteyerek bineğinden indi ve ona saygı gösterdi. Ardından halen Samanı ailesinin başı ve Maveraünnehr'in hükümdarı olan Nasr'ı Semer-kand'a geri gönderdi. Nasr onun bu davranışından çok etkilendi; İsmail de tarihi olaylar arasında anlat~lagelen anlayış ve nezaketinden dolayı büyük bir şöhret kazandı. Nasr, ısmail 'i kendisine halef tayin edip, ailesi-ni onun himayesine bıraktıktan sonra 892' de öldü.

(23)

ORTA ÇAO BAŞARısı BUHARA 447

Yeni Hükümdar sözde muhalif/hasımlarına karşı seferler düzenleye-rek hükümranlığını sağlamlaştırmak zorundaydı. Bu bağlamda bugünkü Frunze'nin batısına düşen Taraz kasabasını itaat altına alıp, en büyük kili-sesini camiye çevirdi. Zira Nesturt hristiyanlığı Türkler arasında yayıl-mış, hatta İsmail döneminden asırlar önce Çin' e girmişti. İsmail mahalli hanedanlarla antlaşma yaparak veya en yakın destekçileri olan Samanı ai-lesinden bazı fertleri vali tayin ederek Maveraünnehr' de otoritesini kurdu. Mesela, kendisine karşı Nasr'ı desteklemiş olan kardeşinin yerine, İshak b. Ahmed adlı küçük kardeşini Fergana valisi yaptı. Hükümdarlık birliğe ihtiyaç duymaktaydı. Çünkü Yakub b. Leys'in kardeşi ve halefi olan Amr ile mücadele yakındı.

898'de Amr gücünün zirvesindeydi. Onun adıyla bilinen bir hane-danlık olan Saffartler, İran'ın büyük bölümüne hükmetmekteydi. Aynı yıl, Nasr'ın ölümü üzerine 893'te Maveraünnehr valiliğine atanan İsma-il'in yerine Amr'ı tayin etmesi için, Halife'ye baskı yapıldı. Halifenin tayin beratı pratikte bir değer taşımamaktaydı. Ancak o hukuki veya daha doğrusu sembolik olarak Amr'ın, Samamlerin bölgesi içinde yer alan Ceyhun nehrinin kuzeyindeki toprakları yönetme hakkına sahip olduğu anlamına gelmekteydi. Tahirtlerin halefi ve Saffarilerin hasmı olduğun-dan dolayı, halife tarafınolduğun-dan tayin edilmiş olan Horasan Emiri Rafi' b. Herseme'yi Amr'ın ele geçirip öldürdüğünün burada belirtilmesi gerekir. Muhtelif kaynaklar Rafi'in, ısmail'in arkadaşı olduğunu söyler. Bu ne-denle Samannerle Saffariler arasında düşmanlık için pekçok bahane mev-cuttu.

Maalesef kaynaklarımız İsmail ve Amr arasındaki savaşın detayları hakkında çelişkili bilgiler vermektedir. Fakat kesin olan bir şey, 900 yı-lında Belh yakınında yapılan meydan savaşında Amr'ın esir edildiğidir. Amr'ın ele geçirilişi hakkında birçok rivayet nakledilmektedir. Bu riva-yetlere göre, ölü ya da esir bir tek adam dahi zayiat vermeksizin bütün or-dusu kaçarken, o tek başına yakalandı. Bunun doğru olup olmadığı ya da bazı kaynakların belirttiği gibi Amr'ın şiddetli bir çatışmadan sonra yaka-lanıp yakalanmadığı ispatlanamamaktadır. Şu kadarını söylemek yeter ki, Amr'ın esir edilişi çağdaşları üzerinde büyük bir tesir bırakmış olmalıdır. Çünkü bu olay hakkında pekçok şey yazılıp çizilmiştir. Neticede Amr Bağdad' a gönderildi ve burada idam edildi.

İsmail, Halife'den Horasan'ın tamamımn yönetim görevini aldı ve böylece İran'ın birçok bölgesini topraklarına katmaya başladı. Bu aslında Hilafet merkezine bağlı Horasan valileri döneminin sona ermesiydi. Çünkü Samannerden sonra şeklen de olsa bu bağlılık sürdürülmedi. Bağ-dad'a zaman zaman hediyeler ya da sembolik miktarda vergi göndermek-le birlikte, Samannerden herhangi birinin Saffarilerden daha fazla munta-zam vergi/haraç ödediğine dair belge mevcut değildir. Samaniler ile halifeler arasındaki ilişki, Saffarller hatta Tahiriler ile Bağdad arasında-.'. '1' . • • .

(24)

kinden daha sıkı fıkı idi. Taberistan'ın Kazvin vilayetinden muhalif bir Şiı yönetici 90 i'de hakimiyetini genişletme girişiminde bulununca, İsma-il onun üzerine bir ordu gönderdi ve onu yenip Taberistan'ı Samanı idare-si altına aldı. İktidarda bulunan halifenin adı Taberistan' da İsmail tarafın-dan cuma namazıarında anıldı. Bu, Samanı hakimiyetindeki bütün bölgelerde sürdürülen bir uygularnaydı. Ertesi yıl ise İsmail, Halife'nin isteği üzerine Rey (bugünkü Tahran) ve Kazvin' de çıkan bir isyanı bastır-dı. Böylece bu bölgeyi de topraklarına kattı, fakat buradan düzenli olarak toplanan vergiyi Bağdad'a gönderdi.

Türk göçebelerinin Samam topraklarının kuzey sınırını işgali, İsmail tarafından gayri müslimlere karşı cihad ilan edilmesine yol açtı. Sayısız Müslüman gönüllünün yardımı ile Samam güçleri işgalcileri 904'te geri püskürtmeyi başardı. Bundan üç yıl sonra İsmail yakalandığı hastalıktan kurtularnayıp, Buhara'nın çok sevdiği bir banliyösünde vefat etti. İsma-il'in, kendi adıyla anılan türbesi muhtemelen onun ölümünden çok kısa bir süre sonra yapılmıştır. Bu türbe İslam mimari tarihinde önemli bir yapı ve günümüz Buhara'sında turistik bir merkez niteliğine sahiptir. Islam öncesi Orta Asya mimari ve sitilinin iyi bir mirası olan, fakat Samamler devrine ait bulunan hafif renkli tuğladan yapılmış sevimli türbe, muhtemelen sonraki Samanı hükümdarlarının aile mezarlığı olarak kullanıldı.

İsmail sadece bir imparatorluğun kurucusu değil, aynı zarnanda, kay-naklara göre, oldukça dindar bir adam ve örnek bir hükümdardır. İsma-il'den hemen hemen iki asır sonra hüküm süren büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk, bu Samanı hükümdarından yazısında büyük sitayişle bah-setmektedir. O, bize İsmail'in karlı ve soğuk havalarda bile atına binip yalnız başına Buhara'nın ana meydanına gitmeyi alışkanlık haline getirdi-ğinden söz eder. O öğle vaktine kadar burada dururdu. Kendisine ya da sarayına hiçbir şekilde ulaşamayan fakir veya yoksul kimseler bulundu-ğundan dolayı böyle bir uygulamaya başvurdu. Bu tip insanlar İsmail'i daima meydanda bulabilir ve maruz kaldıkları yanlışlıkları düzeltmesi için ona hallerini arzedebilmekteydi.

İsmail, Narşahi'ye göre, vaha halkından büyük surların ayakta tutu-labilmesi için alınan ağır vergileri ve ücretsiz çalışma zorunluluğunu kal-dırdı. İsmail yaşadığı müddetçe, kendisinin Buhara'nın duvarı olacağını ilan etti. O Buhara'yı sadece hükümet merkezi yapıp, geniş çapta imar et-mekle kalmadı, aynı zamanda kendi emrinde İran'ın eski imparatorlukla-rını çağrıştıran bir hükümdarlık kurdu. Hayatının büyük bölümünü devlet işlerinin organizesi ile yönetiminde ve savaşlarda geçirmesine rağmen o, ilim ve sanatları teşvik olanağını da yakaladı.

Buhara'nın parlak zamanı torununun devrine rastlamasına rağmen, daha İsmail döneminde ilim ve edebiyat erbabı doğu İslam dünyasının

Referanslar

Benzer Belgeler

Genel seçimlere bir yıl kala, ara seçimi yapılamaz» (f. Böylece beş yıllık seçim döneminde kural olarak yalnız bir kez ve en erken bu dönemin ortasında ara

Başka bir deyişle, her ne kadar komisyoncunun faaliyeti eşyanın taşıyıcıya teslimi ile son bulursa da .komisyoncu, kanun hükmü icabı, taşımanın yerine getirilmesinden de

Hata bazen vasıtada olabilir. Carrara şöyle bir misal vermektedir : Bir kimse, diğer bir şahsı teammüden öldürmek için yaralar. Mağdur öl- memiştir. Fakat fail

Bir fakültenin döner serma­ ye kurmasını Üniversite Senatosunun yetkisi dahilinde saymış olan Ma­ liye Bakanlığı (27.4.1977 tarihli yazı) Ankara Üniversitesi Hukuk

Ceza hukuku doktrininin bağlandığı geniş ve dar anlamda tipiklik an­ layışları arasındaki fark şu temele dayanmaktadır : Suçun, normatif de­ ğerlendirmeye konu teşkil eden

bir hedef gösterme ve yön verme havası sezinliyecektirki bu, bazan ku­ lakları tırmalayan ama çok defa uyaran bir duygudur. Dil, gerçekten, Osmanlı İmparatorluğunun

suretiyle bu süre çatışması daha da azaltılmış bulunmaktadır. Şöyle ki, borçlunun ihtiyatî haciz tutanağının kendisine tebliğinden itibaren beş gün içinde

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, daha önce belirtildiği üzere, Ra­ porunda, olayda Sözleşmenin 3., 6., 8. maddelerine aykırılığın söz konusu olmadığı sonucuna varmıştı.