• Sonuç bulunamadı

Özel röportaj:Yaşar Kemal

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Özel röportaj:Yaşar Kemal"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sanat

Hürriyet

Nobel almak için ülkesine sövüyor dediler

i m

Lili

YASAR KEMAL

O

NOBEL

ÜZERİNE

D

ario Fo’ya Nobel’i verdiler de bana vermediler. Ben ne yapayım, taşlar alıp da elime nasıl döğüneyim? Ağrı Dağı’mn başına çıkıp da ağzımı açayım mı, ağzımı açıp da bütün dünyaya ver yansın edeyim mi? Ama ben ne yapayım, önümde örnekler var. Tolstoy’a da aday olmasına karşın şu Nobel’i vermediler. Üstelik o da çok sövdü Rusya’ya. Benimki onun söğmeleri karşısında nur nimet kalır. Üstelik Kont Tolstoy hızım alamadı, savaş yapan dünyaya da sövdü, gene de Nobel’i alamadı. Ben Tolstoy muyum, Tolstoy’un yanında bir kibrit çöpü kadar bile kalamam. O büyük Joyce’a da vermediler. O da öyle bir sövüyordu ki, ne İrlanda ne de dünya kalıyordu. Dünyanın yedi sülalesini kalaylıyordu. İsterseniz Ulysses’i okuyun. Türkçeye bile çevrildi. Eğer bu ülke böyle kalmazsa, ben de yazara benzer bir yazar olaraktan kalırsam, şimdiki avur zavurum kof çıkmazsa başınıza geleceği görüyorum. Yoksa aşkolsun size. Bu devran sizin.

D u

yıl, Alman

Yayıncılar Birliği Barış

Ödülü Yaşar Kemal'e

veriliyor. 1950 yılından

beri aralıksız olarak

verilen ve aralarında

Hermann Hesse, Max

Frisch, Octavio Paz,

Vaclav Havel, Mario

Vargas Llosa gibi

dünyaca ünlü yazar ve

sanatçıların da bulunduğu

bu önemli ödülü, Yaşar

Kemal, Frankfurt Kitap

Fuarı'nda alacak. Ünlü

yazar bu ödül dolayısıyla

ilk kez Hürriyet'e konuştu

ve şimdiye kadar

hakkında yapılan

eleştirilere decevap verdi.

İyi ki Nobel’i vermediler

►Her yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nün açıklamışında bir tartışmadır başlar, Yaşar Kemal adı gündeme getirilir. Bir de yazdığınız her yazı, verdiğiniz her demeç, Nobel almak için yapılıyor gibi bir izlenim uyandırılır. Bu konuda ne düşünüyorsun?

-Evet, çok dedikodu yapıyorlar. Doğu dünyasının geleneğidir bu. Adam dedikoduyla vurur. Ve onun büyük silahıdır bu. Benim de üstümde çok dedikodu sürüp gidiyor. Fırsatım bulan iftira çamurunu atıp gidiyor. Batı

uygarlığında bunu yapmazlar. B ir olumsuz kişi bir yazara çamur atarsa on vicdanlı, namuslu yazar, yazarın kendisini savunmaya bir gereklilik yok, o yazan savunur. Öteki yalancının çanına ot tıkanır, rezil kepaze olur, yerine oturur. Bizim doğu dünyamız daha o hale gelemedi. Örneğin bir gazete, üstelik uzun yıllar çalıştığım bir gazete, üstelik de eski bir arkadaşınım yönetiği bir gazete, bana vatan haini diyor, kimse sesini çıkarmıyor. Bense vatan hainliğini kabul ederim de bu hale düşmüş insanlara cevap veremem. Ölürüm de, vatan hainliğinden mahpuslara düşerim de bu vicdanlarım şeytana satmış kişilere karşılık veremem. Belki bir gün ülkemin genç kuşakları bu yürekleri çürümüş insanlara bir karşılık verirler. Onlar da vermezlerse bu ülke, bu dünya da onlara helali hoş olsun.

B ir de şu Nobel hikayesi, dillerine pelesenk ettiler benim Nobel adaylığımı. Vay, aday yapmaz olaydılar. Benim bu işte hiçbir günahım yok. Benim başıma bu işi

B i r gazete, üstelik uzun

yıllar çalıştığım bir gazete,

üstelik de eski bir arkadaşımın

yönetiği bir gazete, bana vatan

haini diyor, kim se sesini

çıkarmıyor. Bense vatan

hainliğini kabul ederim de bu

hale düşm üş insanlara cevap

verem em . Ö lürüm de, vatan

hainliğinden m ahpuslara

düşerim de bu vicdanlarını

şeytana satmış kişilere karşılık

verem em . Belki bir gün

ülkemin genç kuşakları bu

yürekleri çürüm üş insanlara bir

karşılık verirler.

getiren İsveç Yazarlar Birliği ve İsveç Bilim Akademisi. Nobel’in vasiyetine ya da tüzüğüne göre bu iki kurum yalnız geçerli aday gösterebilirler. Vay, göstermez olaydılar, 1973 yılından bu yana anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Bir yazı yazdım, bir Alman dergisine, vay babam vay, Nobel almak için ülkesine sövüyor dediler. Nobel almak için böyle bir kural mı var, ben bilmiyordum. Demek ki ülkeme sövmem cuk oturmuş. Ne yapayım ki gene Nobel’i bana vermediler. Verselerdi çok çok çok kötü olurdu. Bütün yazarlar sıraya girer, Alman gazetesinde memleketlerine

söv babam söv ederlerdi. Onların da hepsini bir yıl sekiz ay mahpusa, beş yıl da aynı konuda yazı yazmamaya mahkum ederlerdi. Oh olsun dünyada böylece yazarsız kalırdı. Bizim köşecilerde bir bayram bir bayram ederlerdi. İnsanlık bir Nobel uğruna yazarsız kaldı, diye.

Sanki ben 36 kitap yazmamışım gibi. Dünyanın birçok ülkesinde kitaplarım best seller olmamış gibi, otuzdan fazla dile çevrilmemiş gibi.

►Yurtiçinde ve dışında bir çok ödül aldınız, Alman Yayıncılar Birliği’nin verdiği ödül üzerine ne düşünüyorsun?

- Ülkemde beni epeyce onurlandırdılar. Ödül almak o kadar kolay bir iş değil. İnsan hep kendi kendine düşünüyor, kimi ödüller için, ben bu ödüle layık mıyım, değil miyim, diye. Dışardan da, birçok ülkeden ödül aldım, bu da benim için de, bizim edebiyatımız için de iyiydi. En azından insanın, ülkenin edebiyatım tanıtıyordu okuyuculara.

Frankfurt Barış Ödülü’ne gelince, ödülü verme gerekçesinde de yazdı, bana bu ödü­ lü edebiyatım ve edebiyatımla, tüm yaşa­ mımla barışa hizmetimden dolayı veriliyor.

Frankfurt Kitap Fuarı dünyanın en bü­ yük kitap fuarıdır, tartışmasız. Ödülünün de büyük bir saygınlığı var. 1950’den bu ya­ na verilen ödülü alanların ço­

ğunluğu çağımıza damgasını I * ■», j l vurmuş kişilerdir. Bunların « T p l arasına benim de alınmam, %■ J

(2)

Sanat

H ü rriy e t

Çukurova, düşlerimin ülkesi

5

7

J

HÜRRİYET

YAŞAR KEMAL

►Yerellik ve evrensellik konusunda en çok tartışılan isimlerden birisiniz. Sürekli Çukurova’yı anlattığınızı söylüyorsunuz.. Kitaplarınız birçok dile çevrildi, yurtdışında en çok satan yazarlardan birisiniz. Yerelden evrensele giden yolun sırrı nedir?

- Her zaman yazarım söylerim, dilime pelesenk ettim. İnsan bir coğrafyada doğar, o coğrafya o insana damgasını vurur. Ama insanın her yönüne. Doğduğu toprağın bir kültür birikimi vardır, tortusu diyeceğim ama değil, birikintisi diyebilir miyim, bilmiyorum. Buna bir ad bulmaya çalışıyorum. Bu insan bir tarihten, bir dinden, bir kültürden gelir. Bütün bunlar ona damgasını vurur. Yöre kültürler de o kültürü besler. Yöre kültürler de o insana, o insanlara damgasını vurur. Bütün bunlar doğal inşam oluşturur. Kişiliğin tam oluşması için bir insana bütün saydığım nitelikler de yeterli değüdir. Bir de bütün insanlığın kabul etmek zorunda kaldığı insanlık kültürü var. Bu kültürü

özümsemeyenler de tam bir yaratıcı kültüre erişemezler. Eski Mısır’ı, Mezopotamya’yı, eski Yunan’ı, Rönesansı çağımızı

özümsemeyenler de yaratıcı bir kişiliğe kavuşamazlar. Bütün bu saydıklarımı özümsemeyenler, yaratıcılıktan uzak

kalırlar. Korkum şu ki, günümüzde insanlık çok yalnız kaldı. Ne doğayı özümseyebiliyor, ne de insanlık kültürlerim. Bugünkü teknolojik gelişme dilleri kültürleri kalıplaştırıyor. Binlerce kültürlü, şimdiye kadar yaratıcı olmuş dünyamızı zenginleştireceği yerde sürü kültürüne indirgeme çabasında. Şuna inanıyorum ki insanlık tükenmenin, yaratıcılığını körleştirmenin önüne geçmenin bir yolunu bulacak, birbirini besleyen, zenginleştiren, aşılayan kültürlerine yeniden kavuşacak, bugünkü teknolojinin gücü yüzünden de eski sağlam yaratıcılığım da aşarak mutlu, görkemli bir dünya kuracaktır.

Yerelden evrenselliğe, bu sözlerin anlamım ben de kullandığım halde çok yerine oturtabilmiş değilim. Bir insan gökten düşmez, yukarda dediğim gibi onun kişiliği doğumundan ölümüne kadar gelişir. Yıllarca önce New York’ta bir

konferansımda bir gazeteci bana sordu, siz hep sonuna kadar Çukurova’yı

yazacaksınız dedi. Şöyle bir karşılık

İnsanlık

kültürünü

özümseye-

meyenler,

tam bir

yaratıcı

kültüre

erişemezler

K a ra m s a r bir insan olm am gerekti, Toroslar’ın

Çukurova'nın doğası, insanları beni yaşam a sevinciyle

doldurdu. İstanbul'un ağır kurşun geçirm ez havası bile yaşam

sevincim i elim den alamadı. O nun için karamsarlığın değil,

yaşam ın, yaşam sevincinin, aydınlığın türkücüsü oldum .

■ aşar Kemal, romanın asla eskimeyeceğine inanıyor. “İnsanın

çağrışım gücü müthiştir. Bir okuyucu romanı bitirdiği zaman, kendi

dünyasına o romanı çevirmiş, yeniden yaratmıştır” diyor usta yazar.

verdim: “Yalnız ben yazmıyorum Çukurova’yı. Çukurova benim doğduğum toprak olduğu gibi benim düşlerimin de ülkesidir. Yani romanlarımın da ülkesidir. Çukurova’yı Tolstoy da Dostoyevskide, Çehovda, Stendhalda, Balzacda, Kafkada, Joyceda yazdı. Benim olduğu gibi herkesin de düş ülkesi yaşamı ve Çukurova’sı vardır. Bir de benim başka bir ülkem var, o da İstanbul’dur. Kırk yıldan fazladır ki İstanbul’u, İstanbul’un denizini yaşıyorum.

Çukurova’sız bir yazarın olabileceğini hiç sanmıyorum. Yerelden evrensele bu olsa gerek. Evrensele ulaşmak yalnız bu anlattıklarım da olmasa gerek. Daha bir çok öğe evrensele varmayı gerektirmez mi? Cervantes’in yaşamına bakarsak, Don Kişot’u ancak öyle bir yaşamın yazaramn yazabildiğim anlayabiliriz.

►Dilin özelliği romanın biçimini ve içeriğini belirler. Siz bu bağlantıyı nasıl yorumluyorsunuz?

- Dilin özelliği benim için çok önemlidir. Dil yaşamdan daha güçlüdür. Bir roman ustasının ilk işi bir roman dili

yaratmasıdır. Roman dili yani kendine has bir roman dili yaratamayan bir

romancının, bir roman dili yaratmadan bir roman biçimi, dahası bir roman içeriği yaratabilmesi bana göre müşkül bir haldir. Dilin özelliği romanın biçimini dahası da içeriğini yaratabilir. 19. Yüzyıl Rus romanının biçim ve içerik yeniliğini büyük Batı romanına karşı onlardan çok az

etkilenerek Rus bozkırı, halk dili, destan, masal, türkü dili yaratmamış mıdır? Dilini iyi bilen bir yazarın onu kaynak yapan bir yazarın bütün etkileri aşarak yeni bir roman, şiir dili yarattığı gerçektir. Bizde de buna en büyük örnek Nazım Hikmet’tir. Nazım’m eşsiz şiir diline, biçimine halk dilinin, anlatımının kaynaklık ettiği çok belirgindir. Nazım kimileri gibi halk dilini, halk anlatımım taklit etmemiş onu sadece özümsemiştir. Nazım gibi büyük yetenekler kendi yollarım bilinçle kendileri çizer, kaynaklarını kendilerim yaratırlar.

Y

aşam

cömert

davrandi

►İtalya’daki ödül konuşmanızda “yazarlığım da yaşam bana çok cöm ert davrandı” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

- İtalya’daki ödül konuşmamın sonunu şöyle bitirmiştim: “yaşam bana çok cömert davrandı” demiştim. Gerçekten de cömert davrandı. Ben bu cömertliğe layık olabildim mi, gerçekten şüpheliyim. Zengin, cömert bir insanın oğlu olarak verimli, cömert, doğası görkemli Çukurova’da doğdum. Babamı gözümün önünde Çukurova camiinde namaz kılarken vurdular. Beş yaşından on iki yaşma kadar kekeme oldum. Babamın sağlığında bir gözüm kazaya uğradı. Çok çok acılar çektim. Pamuk tarlalarında ırgatlık, batoslarda ırgatlık, tabelacılık, öğretmen vekilliği,

Ramazanoğlu Kitaphğı’nda odacılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, traktör şoförlüğü, arzuhalcilik, gazetecilik yaptım. Doğayla, insanla içli dışlı yaşadım. Hapishane gördüm, işkenceden işkence beğen, ayaklarımı parçaladılar. İnsanlar beni mutlu etti, insan beni can evimden vurdu, insanlar bana acı çektirdi. İnsanlar beni insanlığımdan utandırdı. İnsanlar bana yaşama sevincini, ağız dolusu gülmeyi, dostluğu, sevgiyi, sevginin kutsal olduğunu öğretti. Karamsar bir insan olmam gerekti, Torosların Çukurova'nın doğası, insanları beni yaşama sevinciyle doldurdu. İstanbul’un ağır kurşun geçirmez havası bile yaşam sevincimi elimden alamadı. Onun için yaşamın, yaşam sevincinin karamsarlığın değil, aydınlığın türkücüsü oldum. Eğer yaşam bana bu kadar cömert davranmasaydı, karamsarlığı ve iyimserliği yüreğimin köküne kadar yaşamasaydım aydınlığın türkücüsü olamazdım. Bütün epopelerin dediği gibi “bir karanlıktan geliyor başka bir karardığa düşüyoruz. Bu büyük bir acı, bu acıyı insanlığın omuzlan taşıyamaz. Ama insanlığın büyük sevinç gümbürtüsünü de yüreğimin kökünde duydum, iyi ki bu görkemli dünyaya geldim, iyi ki bu güzelim dünyayı ölüme karşın yaşadık, gördük ya” diye.

İşte yaşam bana bu sevinci, dünyaya haykıracak kadar cömert davrandı.

►Zaman zaman yapılan tartışm alarda öne çıkan b ir soru vardır: Roman bitiyor mu? Sizin bu konudaki yorumunuz nedir?

- Bak Doğan kardeş. Roman hiçbir zaman ölmez. İnsanoğlu kendi macerasını her zaman ya şu ya bu biçimde anlatmak zorunda olmuştur. Bir takım anlatım biçimleri ortaya çıktı, sinema gibi. Daha da kimbilir neler çıkacak? Ama hiçbiri romanın yerini tutamaz. Roman sözle yazılır. Söz insanın kanındadır. İnşam insan yapan, insan yaratıcılığını sağlayan en büyük öge de sözdür. Söz insandır diyen de var. Roman sanatlar içinde en talihli sanattır. Hiçbir sanat romanın

Roman,

macerasını

her zaman

anlatmak

zorunda

olmuştur.

hiçbir zaman

ölmez.

İnsanoğlu,

özelliğinden dolayı, ne kadar biçim anlatım biçimleri yaratırsak yaratalım romanın yerini tutamaz. Çünkü roman, bir tek sanat türüdür ki okuyucuya yaratma olanağı verir. Roman gerçek bir romansa okuyucu o romanda kendini buluyorsa, kendine göre mutlaka yaratacaktır. sanatı neden eskimez.

- Beş milyar insan varsa dünyada beş milyar da dil vardır. Her insan kendi dilini yaratmıştır. Başka bir çare de yok Şöyle ki ben roman okuyorum. Orada bir zeytin ağacı geçiyor. Bizim bir zeytin ağacımız vardı, Kadirli’deki evde. O ağaç ben o romanı okurken benim altında ilk hikayelerimi yazdığım zeytin ağacı oluveriyor. Diyelim ki bir

ova geçiyor romanda, hemen o ova benim Çukurova’mı çağnştınveriyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

ve sayıları giderek artan işletmeleriyle Alman ekonomisine katkı sağlamaktadırlar. 2007 yılında bu işletmelerin sayısı 703 bine, yıllık toplam cirosu 32,7 milyar

Çünkü gezegen, ay›n ilk günlerinde bile Günefl’ten yaklafl›k bir saat sonra bat›yor ve par- lakl›¤› 1,7 kadir, yani oldukça düflük.. Bu s›rada Merkür’ü görmek

Geriye yüzer havuzlar yerine Pendik Tersanesi’nin büyük gemi inşaatları için yeni hizmete giren kuru havuzu kalıyor ki, bu havuz hem tamir havuzu olarak di- z.ajn

1933 yılında özel sektöre yalnızca yük taşımacılığının bırakılması, yolcu taşıma hakkının devlete verilmesi ile Şirketi Hayriye ke- penklerini indirdi..

Böbrek taşlarının böbrek- lere vereceği işlevsel zararlar, idrar yolu enfek- siyonları ve kanama gibi durumların yanı sıra, yol açtığı şiddetli ağrı nedeniyle

Sinire uygulanan elektriksel bir stimulus uygula- nan akım belli bir düzeye ulaşınca sinirde depolarizas- yona neden olur. Düşük düzeyde verilen akımla olu- şan aktivite

Tip I, radial başın anterior çıkığıyla birlikte ulnanın kısa oblik veya yaş ağaç kırığı; tip II, radial başın posterior veya posterolateral

Hikmet Onat’ın 1910’lar- dan başlayarak günümüze değin 65 yılı geçen oldukça geniş bir zaman kesitinden seçilmiş ürünlerini bir araya getiren sergi, onun