• Sonuç bulunamadı

Müeyyidüddîn-i Cendî'nin Nüktetü'l-aşk adlı mesnevisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Müeyyidüddîn-i Cendî'nin Nüktetü'l-aşk adlı mesnevisi"

Copied!
83
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI ANABİLİM DALI FARS DİLİ VE EDEBİYATI BİLİM DALI

MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN NÜKTETÜ’L-AŞK ADLI MESNEVİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN Doç. Dr. İbrahim KUNT

KADİR AKBULUT

(2)

İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ ... I KISALTMALAR ... III

GİRİŞ ... 1

A. CENDÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEMDEKİ SİYASİ DURUM ... 1

B. CENDÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEMDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ... 2

C. CENDÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEMDE TASAVVUFİ HAYAT ... 3

I.BÖLÜM ... 5

MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN HAYATI ... 5

I.a. ADI VE MAHLASI ... 5

I.b. HAYATI ... 5

I.c. SADRUDDÎN-İ KONEVİ’NİN MÜEYYİDÜDDÎN- CENDÎ’NİN HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ ... 10 I.d. EDEBİ KİŞİLİĞİ ... 11 I.e. ÜSLUBU ... 12 I.f. ESERLERİ ... 14 1. ŞERHU FUSÛSİ’L-HİKEM ... 14 2. ŞERHU MEVÂKİ‘İ’N-NÜCÛM ... 15 3. NEFHATÜ’R-RÛH VE TUHFETÜ’L-FÜTÛH ... 17

4. ŞERH-İ KASÎDE-İ LÂMİYYE ... 18

5. RİSÂLE Fİ’T-TASAVVUF ... 18

6. ED-DÜRERÜ’L-GÂLİYÂT FÎ ŞERHİ’L-HURÛFİ’L-‘ÂLİYÂT (VEYA) SÂLİYÂT ... 18

7. DÎVÂN ... 19

8. MUHTASAR FÎ LÜZÛMİ’T-TECRÎDİ’L-KÜLLİ ZÂHİREN VE BÂTINEN AN MÂ SİVE’LLÂH ... 19

9. ÂSÂR-I EHADÎ VE ESRÂR-I AHMEDÎ (VEYA) ULÛM-İ EHADÎ VE MEÂRİF-İ AHMEDÎ ... 19

10. RİSALE Fİ’L-KAZÂİ VE’L KADER ... 19

11. HULÂSATU’L İRŞÂD VE İRŞÂDU’L HULÂSA ... 20

12. EZVÂK-I HÂTINEYN ... 20

II.BÖLÜM ... 21

NÜKTETÜ’L-AŞK’IN TANITIMI ... 21

II.a. ESER NÜSHALARININ TAVSİFİ ... 21

(3)

II

II.c. HAZIRLANAN METNİN İMLA ÖZELLİKLERİ ... 22

II.d. ESERDE İSMİ GEÇEN ŞAHSİYETLER ... 22

II.e. PEYGAMBERLERE VE KISSALARINA YAPILAN TELMİHLER ... 24

II.f. DİĞER TELMİHLER ... 24

II.g. NÜCUMİ ISTILAHLAR ... 25

II.h. AYET İNDEKSİ ... 27

III. BÖLÜM ... 29

III.a. MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN NÜKTETÜ’L-AŞK ADLI MESNEVİSİNİN FARSÇA METNİ ... 29

III.b. MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN NÜKTETÜ’L-AŞK ADLI MESNEVİSİNİN TÜRKÇE TERCÜMESİ ... 48

SONUÇ ... 66

KAYNAKÇA ... 67

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı KADİR AKBULUT

Numarası 134209021004

Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN NÜKTETÜ’L- AŞK ADLI

MESNEVİSİ (İnceleme-Metin)

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı KADİR AKBULUT

Numarası 134209021004

Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. İbrahim KUNT

Tezin Adı MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN NÜKTETÜ’L -AŞK ADLI

MESNEVİSİ (İnceleme-Metin)

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan Müeyyidüddîn-i Cendî’nin Nüktetü’l-aşk Adlı Mesnevisi başlıklı bu çalışma 05.07.2018 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı KADİR AKBULUT

Numarası 134209021004

Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. İbrahim KUNT

Tezin Adı MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN NÜKTETÜ’L- AŞK ADLI

MESNEVİSİ (İnceleme-Metin)

ÖZET

Bu çalışma, Müeyyidüddîn-i Cendî’nin Nüktetü’l-aşk Adlı mesnevisinin metninin oluşturulması, tercümesi ve incelenmesinden oluşmaktadır.

Müeyyidüddîn-i Cendî, XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti bünyesinde yaşamış ve ünlü mutasavvıflardan Fahruddîn-i Irakî ve Saîdüddîn-i Fergânî ile birlikte Sadruddîn-i Konevî’nin talebeliğini yapmıştır. Sadruddîn-i Konevî’nin vefatından sonra Anadolu’dan ayrıldığı, Bağdat’a giderek Sadruddîn-i Konevî’nin halifesi sıfatıyla irşad faaliyetinde bulunduğu bilinmektedir.

İbnü’l-Arâbî’nin Fusûsü’l-hikem isimli eserine ilk şerh yazan Cendî’dir. Başka tasavvufî eserleri de bulunan Müeyyidüddîn-i Cendî’nin mesnevî türünde yazılmış tek Farsça manzum eseri Nüktetü’l-aşk’tır. Nüktetü’l-aşkın bilinen iki nüshası

(7)

bulunmaktadır. İki nüshası da Nuruosmaniye Kütüphanesinde 05008-011 ve 05123-006 numara ile kayıtlı olan Nüktetü’l-aşk, 259 Farsça beyitten oluşmaktadır.

Aşkın sıfatları, kendini tanıma, kibrin kınanması, gülmenin kınanması, çalışmanın sıfatları, vaazlar rıza ve kanaat, sabır ve erdem, şükür, tevekkül, cömertlik ve erdem, züht, nifak, gıybet, ilmin fazileti, tecrit, süluk ve salikin özellikleri onun mesnevisindeki konulardan bazılarıdır.

Anahtar kelimeler: Müeyyidüddîn-i Cendî, Nüktetü’l-aşk, Fahruddîn-i Irakî, Saîdüddîn-i

Fergânî, Sadruddîn-i Konevî, İbnü’l-Arâbî, Nuruosmaniye Kütüphanesi, Mesnevi, Kazakistan, Cend, Anadolu.

(8)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı KADİR AKBULUT

Numarası 134209021004

Ana Bilim / Bilim Dalı Doğu Dilleri ve Edebiyatları/Fars Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç. Dr. İbrahim KUNT

Tezin İngilizce Adı MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’S MASNAVİ “NÜKTETÜ’L-AŞK”

(INVESTIGATION-TEXT)

SUMMARY

This study consists of the composition, translation and analysis of Mueyyidüddîn-i Cendî’s masnavi of Nüktetü’l-aşk.

In the 13th century, Mueyyidüddîn-i Cendi lived in Anatolian Seljuq Empire, and

together with the well-known Sufis, Fahruddîn-i Irakî and Saîdüddîn-i Fergânî, he was one of the disciples of Sadruddîn-i Konevî. It is know that he left Anatolia after Sadruddîn-i Konevî’s death and went to Baghdad as the caliph of Sadruddîn-i Konevi for the act of showing the true path.

It was Mueyyidüddîn-i Cendî who annotated Ibnü’l Arabi’s Fususü’l hikem first. Nüktetü’l-aşk is the only Persian work of masnavi written in verse by Mueyyidüddîn-i Cendî who also has other sufistic works. There are two known transcripts of Nüktetü’l-aşk. Both the copies were registered with 05008-011 and 05123-006 numbers at the Library of Nuruosmaniye, and it is composed of 259 Persian couplet.

(9)

Characteristics of love, self-recognition, condemnation of arrogance, condemnation of ridicule, characteristics of workers, characteristics of rulers, consent and persuasion, patience and virtue, gratitude, resignation, generosity and virtue, ascetism, dissension, gossip, merit of science, isolation, and characteristics of suluk and salik are some of the topics in his masnavi.

Keywords: Mueyyidüddîn-i Cendî, Nüktetü’l-Aşk, Fahruddîn-i Irakî, Saîdüddîn-i Fergânî,

Sadruddîn-i Konevî, İbnü’l-Arabî, Library of Nuruosmaniye, Masnavi , Kazakhstan, Cend, Anatolia.

(10)

I

ÖN SÖZ

XIII. yüzyılın kültür ve medeniyet tarihimiz açısından önemi tartışılmaz bir gerçektir. Bu yüzyılda Anadolu bölgesinde yaşayan Mevlana Celâleddîn-i Rûmi, İbn-i Arâbî ve Sadruddîn-i Konevî gibi düşünürler kültür ve medeniyet dünyamızın kaynakları olarak sayılan eserleri kaleme alarak yüzyıllardır yürüdüğümüz medeniyet yolunu aydınlatmışlardır. Bu çalışmada XIII. yüzyılın önemli mutasavvıfları arasında gösterilen ve yaşadığı dönemde birçok kitap telif eden Müeyyidüddîn-i Cendî’nin Nüktetü’l-aşk adlı Mesnevisi incelenmiştir.

Müeyyidüddîn-i Cendî’nin Nüktetü’l-aşk Adlı Mesnevisi, hicri VII. Yüzyılda Anadolu’da yazılan Farsça eserlerden biridir. İbnü’l Arâbî’nin Mevaki’i’n-nücûm isimli eserine Şerhu Mevaki’u’n-nücûm adlı şerh yapan Müeyyidüddîn-i Cendî’dir. Tasavvuf alanında çeşitli şerh kitapları yazan Müeyyidüddîn-i Cendî’nin sadece şerh üzerine değil, farklı türlerde de eser verdiği görülmektedir.

Bu çalışma, bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde, Müeyyidüddîn-i Cendî’nin yaşadığı dönemdeki siyasi durum, kültür ve medeniyet ve tasavvufi hayat konuları ele alınmıştır.

Birinci bölümde Müeyyidüddîn-i Cendî’nin hayatı, edebi kişiliği, üslubu ve eserleri hakkında çeşitli kaynaklardan edinilen bilgiler kaydedilmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda eserin müellifi hakkında detaylı bilgiler açığa çıkarılmıştır.

İkinci bölümde Nüktetü’l-aşk’ın tavsifi verilmiş, eserde ismi geçen şahsiyetler araştırılmıştır. Sonrasında peygamberler ve diğer şahsiyetlere yapılan telmihler ortaya çıkarılmış, eserdeki nücûmi ıstılahlara ilişkin bilgiler kaydedilmiştir. Son olarak eserdeki ayetlere indeks yapılarak eserdeki özel isimler belirlenmiştir.

Üçüncü bölümde ise Nüktetü’l-aşk’ın Farsça metni tablo halinde yazılmış, eserin yazma nüshaları karşılaştırılmış, farklılıkları belirtilmiş, yapılan çalışmalar neticesinde asıl nüsha olarak kabul ettiğimiz yazmanın varak numaraları belirtilmiş, Türkçe tercümesinde de beyitlere numara verilerek düzenlenmiştir.

Yapılan bu çalışmada gerekli titizliğin ve dikkatin gösterilmesine rağmen bazı eksiklik ve hataları erbabı tarafından görülecektir. Bu konuda yapılan eleştiriler daha da iyi bir çalışma ortaya koymamıza yardımcı olacak, azmimizi artıracak, sonraki çalışmalar için

(11)

II

bize kuvvet verecektir. Ayrıca bu alanda araştırma yapan ilgilileri için de bir kaynak niteliği kapsamında faydalı olacağı kanısındayım.

Bu çalışma sırasında yardımlarını esirgemeyen danışmanım Doç. Dr. İbrahim KUNT’a ve bölümdeki diğer hocalarıma ayrıca bu süreçte sabırla bana manevii olarak destek olan eşim Fadime GÜNGÖR AKBULUT’a teşekkürü bir borç bilirim.

(12)

III KISALTMALAR b. : bin, oğlu. bk. : bakınız. C. : cilt. çev. : çeviren. h. :hicrî. hş. :hicrî şemsî Hz. :Hazreti. K.t.p. :Kütüphane

MEB. :Milli Eğitim Bakanlığı mm. :milimetre

No. :numara

r.a. :Radiyallâhu anh (Allah ondan razı olsun). S. :sayı.

st. :Satır

TDV. :Türkiye Diyanet Vakfı ö. :ölüm tarihi.

vr. :Varak numarası Yay. : Yayınları yk. :Yaprak

(13)

1

GİRİŞ

A. CENDÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEMDEKİ SİYASİ DURUM

Müeyyidüddîn-i Cendî’nin yaşadığı XIII. asırda, Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devleti hüküm sürmekteydi. Kaynaklarda Selâcıka-ı Rûm (Selcûkıyan-ı Rûm) adıyla geçen Anadolu Selçukluları için günümüzde Türkiye Selçukluları ifadesi de kullanılmaktadır. Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’nun büyük bir kısmı fethedilmişti. Bu fetihlerden sonra büyük bir Türk nüfusu akın etti ve Bizans yönetimi altında zulüm gören halk da Selçuklu devleti sayesinde rahata ve sükûnete kavuşmuş oldu. Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu Süleyman Şah, Bizans’ın içinde bulunduğu bunalımdan faydalanarak sınırlarını İstanbul Boğazına kadar genişletti. Bizans kaynaklarında Selçuklu hükümdarının Boğaziçi kıyılarında gümrük daireleri kurdurarak gemilerden vergi aldığı bildirilir (Sümer, 2005: XXXVI, 380).

Bu dönemde Anadolu’nun birçok şehri şairler, yazarlar Selçuklu Devleti güvenli bir şekilde idare edilmesinin yanında birçok şairin, yazarın ve ilimle uğraşan insanların uğrak yeri haline gelmişti. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi, Muhyiddîn İbn’ül Arâbî, Sadruddîn-i Konevî ve müellifimiz Müeyyidüddîn-i Cendî gibi tasavvuf ehilleri de bu dönemde yaşamış ve geleceğe ışık veren eserler bırakmışlardır.

Müeyyidüddîn-i Cendî’nin yaşadığı dönemde Anadolu’da Muînüddin Süleyman Pervâne dönemi yaşanıyordu. Muînüddin Süleyman Pervâne taht kavgalarının sürdüğü, Moğol zulüm ve sömürüsünün arttığı, devlet otoritesinin sarsıldığı bir dönemde mahirâne siyasetiyle ülkeyi uzunca bir süre refah içerisinde idare etmeyi başarmıştır. Onun öldürülmesinden sonra Moğollar malî baskılarını daha da arttırmışlardır. Ancak Muînüddin’in Moğollar’la Memlükler’e karşı güttüğü istikrarsız ve dürüst olmayan siyaset, bu arada ihtirasları yüzünden kendine rakip gördüğü devlet adamlarını, kumandanları ve hatta sultanı ortadan kaldırması hem şahsına hem devlete çok pahalıya mal olmuş, sonuçta Süleyman Pervâne bir devrin kuruluşu kadar çöküşünü de hazırlayan kişi olarak tarihe geçmiştir. 1277-1322 yılları arasında Sinop’ta hüküm süren Pervâneoğulları Beyliği onun çocukları tarafından kurulmuştur.

Süleyman Pervâne âlimleri korumuş, medrese ve zâviyelerde huzur içinde eğitim yapılmasını sağlamıştır. Tokat’ta müridi olduğu Fahruddîn-i Irâkī için bir hankah, halen faal durumda bulunan ve kendi adıyla anılan bir hamam, bugün müze olarak kullanılan bir şifâhâne (bk. GÖKMEDRESE), Kayseri’de bir medrese ve Merzifon’da bir cami yaptırmış,

(14)

2

Trabzon Komnenosları’nın işgali (1261) sırasında tamamen yıkılan Sinop’taki Alâeddin Camii’ni ihya ettirmiştir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Fîhi mâ fîh adlı eserini yakın dostu ve müridi olan Muînüddin Pervâne’ye sunmuştur. Mevlânâ’nın kabri üzerine bir türbe yapılması emrini verenler arasında Muînüddin Pervâne ve eşi Gürcü Hatun’un da olduğu rivayet edilir (Kesik, 2005: XXXI, 92-93).

Türkiye Selçukluları, Moğol istilası sebebiyle ciddi bir sarsıntı geçirmiş ve son dönemde süren taht kavgaları yüzünden yıkılmaya yüz tutmuştu. I. Alâeddin Keykubad’dan sonra devlet adamlarının takip ettiği siyaset, devleti ve ülkeyi kargaşaya sürüklemiştir. Sosyal ve ekonomik bakımdan ihmal edilen Türkmenler’in Vefâî şeyhi Horasanlı Baba İlyas’ın öncülüğünde çıkardığı Babaî İsyanı (1240) devleti sarsmış, bu durum zaten Selçuklu sınırlarına dayanmış bulunan Moğollar’ın Anadolu’yu işgalini kolaylaştırmıştır. Kösedağ Savaşı’nın kaybedilmesiyle (1243) Anadolu Selçukluları, Moğollar’ın tahakkümü altına girmiştir. Şehzadelerin iktidar mücadeleleri Moğollar’ın işini kolaylaştırmış, devleti sultanlar değil Moğollar’la iş birliği yapan devlet adamları yönetmeye başlamış, merkezî idaredeki bu ikilik ve Moğollar’ın tahsil ettiği ağır vergiler çöküşü hızlandırmıştır. Diğer taraftan merkezdeki otorite boşluğundan faydalanan uçlardaki Türkmenler XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kendi siyasî hâkimiyetlerini oluşturmaya başlamıştır (Sümer, 2005: XXXVI, 384). Moğollar istila ettikleri yerlerdeki insanlara zarar vermekte, tarihi yapıları yıkmakta ve gerek halka gerekse de ilimle uğraşan insanlara zulmetmekteydiler.

B. CENDÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEMDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

Müeyyidüddîn-i Cendî’nin yaşadığı XIII. yüzyılda, Anadolu’daki Selçuklu şehirlerindeki nüfusun büyük bir kesimi Müslüman olmakla beraber gayrimüslim halk da bulunmaktaydı. Müslümanlar arasında bürokrat, bilim adamı ve tüccarlardan oluşan Arap, Fars veya farklı etnik kökenlerden insanlar yaşamını sürdürmekteydi. Ancak Moğol istilası sebebiyle Anadolu’ya bu asırda yoğun bir Müslüman göçü söz konusuydu (Ocak, 2011; 21).

Selçuklu yöneticileri âlim, din adamı ve sufiler için yaptırdıkları cami, medrese, dergâh gibi yapılarla bu kişileri himayeleri altına alıyorlardı. Birçok Filozof, âlim, matematikçi, tabip, sanatkâr ve şairin Selçuklu sarayının himayesinde bulundukları ve onun desteğiyle geliştiği bilinmektedir.

Selçukluların ve onlardan doğan medeniyetlerin en büyük hizmetleri, şüphesiz her tarafı cami, medrese, kütüphane ve zaviyelerle doldurmalarıydı. İlim merkez olarak

(15)

3

medreselerin devlet eli ile teşkilatlanması, tahsilin vakıf eliyle ücretsiz olması ve İslam dünyasına yayılması hiç şüphesiz Selçuklulara aittir. Bu vesileyle Selçuklular hem ilmi yükseltmiş ve yaymış hem de İslam dünyasını ve devlet bünyesini kuvvetlendirmiştir (Turan, 2011; 329).

Medreselerde İslami ilimler yanında felsefe, tıp, matematik gibi akli ilimlerin okutulması bölgenin kültür durumuna ve ilim adamlarının ihtisas ve mevcudiyetine bağlı bulunuyordu. Büyük merkezlerde genellikle müspet ilimler de programlarda yer alıyordu. Bu merkezlerde, Sadruddîn-i Konevî, İbn-i Sina, Nasıruddîn Tûsî gibi ilim ehli insanların yetiştirdiği talebeler ders alıyordu (Turan, 2011; 330). Özellikle Muhyiddin İbnü'I Arâbî bu dönemde Sadruddîn-i Konevi'nin babası Mecdüddin İshak ile Bağdat'tan Anadolu'ya gelmiş, Malatya ve Konya'da ilim ve irfan meclisleri düzenlemiş, talebe yetiştirmiş, devrin sultanlarına nasihatlerde bulunmuştur. Sadruddîn-i Konevî, müellifimiz Müeyyidüddîn-i Cendî, Saidüddin el-Fergânî ve Afifüddîn et-Tilimsanî onun çizgisini devam ettiren önemli şahsiyetler olarak bilinmektedirler (Kucur, 2009: XXXVI, 384).

C. CENDÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEMDE TASAVVUFİ HAYAT

Müeyyidüddîn-i Cendî’nin yaşadığı XIII. asır tarikatlar döneminin revaçta olduğu bir dönemdir. Bu dönem Necmuddîn Kübra, İbnü’l- Arâbî ve Mevlânâ Celaleddîn Rûmî gibi ünlü sûfilerin yaşadığı tasavvufun altın çağı olma özelliği taşımasının yanında insanları kendi etrafında toplayacak güçte şeyhlerin bulunduğu ve tasavvufta kurumsallaşmanın başladığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde tasavvuf gelişmekte, ilerlemekte ve tarikatların esasları belirlenmektedir (Küçük, 2005; 39).

İslam dünyasında tasavvuf böyle bir görünümdeyken, Moğol istilasına rağmen Selçuklularda tasavvufi gelişmenin yavaşlamasının aksine hız kazandığı söylenebilir. Çünkü Moğol istilasından kaçan birçok ilim adamı ve sûfi, Selçuklulara sığınmış, bu da var olan canlılığın artmasına sebep olmuş ve bu ilim adam adamlarının ve sûfilerin öne sürdüğü tarikat ve düşüncelerde bu sebeple yaygınlık kazanmıştır. Örneğin Necmuddîn Kübrâ’ya nisbet edilen Kübreviyye ve Mevlânâ Celaleddîne nisbet edilen Mevleviliğin yayılmasının yanında İbnü’l- Arâbî’ye nisbet edilen Ekberiyye hareketi de yayılma alanı bulmuştur. Hatta İbnü’l- Arâbî’nin en büyük şarihi olan Sadruddîn-i Konevî, Selçuklunun başkentinde hiçbir engelleme olmaksızın serbestçe çalışmalarını yürütmüş, Fahruddîn-i Irakî, müellifimiz Müeyyidüddîn-i Cendî gibi âlim ve sûfiler yetiştirmiştir (Küçük, 2005; 40).

(16)

4

Selçuklu sultanları, şeyhlere ve dervişlere büyük hürmet ve muhabbet beslemişlerdir. Fethettikleri yerlerde onlar için tekke ve zaviyeler açmışlar ve buralara zengin vakıflar tahsis etmişlerdir. Öyle ki bugün bile Anadolu’nun her köşesinde bulunan türbeler, tekkeler, zaviyeler, Anadolu’nun dini ve kültürel yaşayışında sûfiliğin ne kadar derin izler bıraktığını görmekteyiz.

(17)

5

I.BÖLÜM

MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN HAYATI I.a. ADI VE MAHLASI

Ensâb âlimleri onun isim ve künyesini Ebû Abdillâh Müeyyidüddîn b. Mahmûd b. Sa‘îd bin Muhammed bin Süleyman el-Hatemî el-Cendî es-Sufî olarak tespit etmişlerdir (Yılmaz, 1996:14). Müeyyidüddîn-i Cendî olarak tanınmış olmasıyla beraber Mu’cemül Müellifîn’de ismi Müeyyidüddîn es-Sûfî olarak yazılmıştır. (Kehhâle, 1376 hş:54). Eserlerinde Müeyyed mahlasını kullanmıştır (Camî,1386: 559 / Çelebi, 1971:II, 1540 / Yazıcı, 1976: II,484).

Örnek: Nüktetü’l-aşk, 82a/22:

دیّؤم رب ب نک تمحر و شخب عفر یاج رهب وز

نک تمحز

‘Müeyyedi bağışla ve rahmet et, her yerde ondan zahmeti kaldır.’

Füsûs yorumcularından Seyyid Haydar Âmulî gibi bazı bilginler, müellifin nisbesini “Hocendî” şeklinde kaydetmeleri yanlıştır (Yılmaz, 1996:14).

I.b. HAYATI

Müeyyidüddîn b. Mahmûd b. Sa‘îd b. Muhammed b. Süleyman el-Hatemî el-Cendî es-Sufî, günümüzde Kazakistan’ın Kızılorda Eyaletine bağlı Kazalinsk şehri yakınlarındaki Cend (Özaydın, 1993: VII, 359) şehrinde doğmuştur (Uludağ, 1993: VII, 361) . Doğum tarihi hakkında net bir bilgi bulunmamakla beraber, VII/XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş olduğu tahmin edilebilir. Hayatı hakkında bilinenler, sadece kitaplarda sınırlı olduğundan ailesi ve hayatının ilk dönemi ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır (Kunt, 2013:181). Cendî, Nefhatü’r-rûh ve Tuhfetü’l-fütûh adlı eserinde, hayatının tasavvufa intisabından sonraki dönemiyle ilgili şu bilgileri kaydetmiştir:

(18)

6

Bu kul, Müeyyed b. Mahmûd b. Sa’îd es-Sûfî, kendi sülûkunun başlangıcı ile ilgili şunu diyor: “ Ben bu merhalede iken şüpheye kapıldım ve inceledim. Son derece büyük bir hayret ve şaşkınlığa düştüm. Âlimler ve üstatlarım, babam, ailem, dostlarım ve arkadaşlarım, benim kendilerinden ayrılıp benim hakkın talebiyle mürşide bağlanmamı hiç hoş karşılamadılar. Engellemek için olmadık şeyler yaptılar. Akli, şer’i ve örfi nice deliller ileri sürdüler. Nefs ve hevalarına, tabiat ve örflerine ve adetlere bağlıydılar. Her ne kadar karşı durdularsa da, gönlümde hakiki güç bulunuyor ve ta derinden diyordu:

َ ع

َ ذ

َ ل

ََ لا

َ عَ و

َ ذا

َ ل

َ

َ ح

َ وَ ل

ََ ق

َ لَ ب

َ تلاَي

َ ة ئا

َ

ََ و

َ هَ و

َ لاَي

َ حَ ب

ه

َ ة

َ مَ ن

َ هََ ف

َ سَي

َ وا

َ ئ د

َ هَ

“Kınayanların acımasız kınamaları şaşkın kalbimin çevresinde dönüp duruyor, Fakat hakiki dostlarımın muhabbeti gönlümün derinliklerine kök salmıştır.”

Bu hal karşısında şaşkınlıktan aciz kalınca, istihare yaptım ve hafızların toplantısına gittim. Murakabe ile meşgul oldum. Hafızların okumaya başlayacağı ilk ayet-i kerimeyi tefeül eyledim. Ne çıkarsa onunla amel edecektim. Şu mealdeki ayet-i kerime geldi:

َ قاَ ٌلا و م أ وَ م ك ت ري ش ع وَ م ك جا و ز أ وَ م ك نا و خ إ وَ م ك ؤآ ن ب أ وَ م ك ؤا بآَ نا كَن إَ ل ق

َ ن و ش خ تٌَة را ج ت وَا هو م ت ف ر ت

ى ت حَ او ص ب ر ت فَ ه لي ب سَي فٍَدا ه ج وَ ه لو س ر وَ هللّاَ ن همَم ك ي ل إَ ب ح أَا ه ن و ض ر تَ ن كا س م وَا ه دا س ك

َ

َ لَ هللّا وَ ه ر م أ بَ هللّاَ ي ت أ ي

َ ني ق سا ف لاَ م و ق لاَي د ه ي

.

“De ki eğer, sizin ebeveyniniz, evlatlarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız ve içinde bulunduğunuz aşiretinizle beğendirdiğiniz evleriniz; size Allahuteala ve Resulünden ve Allah yolunda cihad yapmaktan daha sevgili ve kıymetli ise, Allah Teâlâ’nın emrinin gelmesini bekleyiniz. Allahuteala, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe,24). Bunun tesiriyle bu miskin dervişin üzerine çok ağır bir hal üstün geldi. Sonunda bana masivayı terk ettirdi. Aynı zamanda hocam olan babam engel oldu. Annemden miras kalan mal ve mülk ne olacak dedi. Bende hepsini babama hediye ettim. Bin dinar parayı da Mehir olarak hanımıma verdim. Gönlümü Hak Teâlâ’ya kavuşmaya çevirdim. Bütün bağlılıklardan kendimi tam anlamıyla sıyırdıktan sonra, Hacca gitmek niyetiyle gemiye binip denizi geçtim. Sonunda Cenab-ı Hak Sübhanehu Teâlâ beni Şeyh Sadruddîn-i Konevî’nin sohbetine kavuşturdu. Kendileri asrın kâmili ve Kutbü’l Aktabı idiler. Hatemü’l Velayeti’l Muhammediyye’nin (Muhyiddîn İbnü’l Arâbî) halifesiydiler. Beni kabul ettiler. On yıl süreyle hizmetlerinde

(19)

7

bulundum. Sonunda açık bir şekilde fütuhata erdim. Bizzat şeyhimin açık işaretiyle kemale erdiğim müjdelendi. Allah Teâlâ kendilerinden razı olsun. Hamd yalnız Allah Teâlâ’ya mahsustur (Cendî, 1362 hş:143-144).

Bu eserde anlatıldığı kadarıyla ilk hocası âlim bir zat olan babasıdır ve Cendî’nin tasavvufa yönelmesine karşı çıkmıştır. Tasavvuf eğilimi ağır basan Cendî ise, daha önce vefat eden annesinden kalan mirası babasına bağışlar, hanımına da mihrine karşılık binlerce altın vererek ailesinden ayrılır. Bu bilgilerden, Cendî’nin oldukça zengin bir aileye mensup bulunduğu anlaşılmaktadır (Kunt, 2013:181). Böylece dünyayı terk edip Hakk’a yönelen Cendî, Hacca gitmek için memleketi Cend’den ayrılır. Hacca gittikten sonra Konya’ya gelen Cendî, Kutuplar kutbu ve İnsan-ı kâmil ifadeleriyle andığı Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî’nin halîfesi ve şeyhi Sadruddîn-i Konevî’nin sohbetlerine katılarak sülûka başlayıp erbaîn çıkararak Sadruddîn-i Konevî’ye on yıl hizmette bulunur. Sadruddîn-i Konevî 673/1274 yılında vefat ettiğine göre, Müeyyidüddîn-i Cendî Konya’ya 663/1264 tarihinde gelmiş olmalıdır. Sadruddîn-i Konevî ile ilk defa muhtemelen Konya’da bulunan zaviyesinde görüşen ve onun yanında sülûkunu tamamlayan Cendî, şeyhi Sadruddîn-i Konevî’nin 673/1274 yılında vefat etmesi üzerine Konya’da bulunan Konevî Hânkâhını terkedip Tokat ve Sinop’a giderek Pervâneoğulları’nın hâkimiyeti altında yaşamaya başlamış olmalıdır.

Müeyyidüddîn-i Cendî’nin Fahruddîn-i Irâkî ve Saîdüddîn-i Fergânî ile beraber aynı dönemde Sadruddîn-i Konevî’nin ders halkasında bulunduğu, yani arkadaş oldukları bilinmektedir (Yazıcı, 1976:306). Muînüddîn Pervâne, Tokat’ta bir hânkâh yaptırmış, buranın şeyhliğine geçmesini Fahruddîn-i Irâkî’ye teklif etmiş, o da bu teklifi kabul ederek Tokat’a gidip bu hânkâha yerleşerek irşad faaliyetlerine başlamıştır. Müeyyidüddîn-i Cendî de Sadruddîn-i Konevî’nin vefatından sonra muhtemelen birçok arkadaşıyla birlikte Tokat ve Sinop civarına gidip yerleşmiş olmalıdır. Zira bu bölgede Moğol zulmünden uzak bulunmaktaydılar. Lakin bu rahatlığın uzun sürmeyeceğini de düşünmüş olduklarından, Müeyyidüddîn-i Cendî, Bağdat’a gidip Abbâsî halîfesiyle görüşmüş, muhtemelen ondan yardım istemiştir. Kaynaklarda Cendî’nin Bağdat’ta Sadruddîn-i Konevî’nin halîfesi sıfatıyla irşad faaliyetinde bulunduğundan bahsedilmekte, İbnü’l-Arâbî’nin Mevâki’u’n-nücûm adlı eserini Bağdat’ta şerh ettiği belirtilmektedir. Buradan anlaşılan, Cendî’nin uzunca bir müddet Bağdat’ta ikamet ettiğidir (Çelebi, 1971:II, 1540- Câmî,1386 hş: 770).

Abdurrahman Câmî’nin Nefahâtü’l-Üns adlı eserinde, Cendî’nin Bağdat’ta bulunmasıyla alakalı şu bilgileri kaydetmiştir:

(20)

8

Bir şahıs konak yerine geldi ve mehdilik iddiasında bulundu ve davasını desteklemesini istedi. Cendî bu şahsa cevaben “Allah’ın huzurunda şahadet ederim ki sen Mehdi değilsin yalan söylüyorsun!” dedi. Bu olaydan sonra bu kişi bana düşman oldu. Mülhitlerden ve Nusayrilerden bir grup toplayıp onlardan bana işkence etmemi istedi. Büyük şeyhimiz Muhyiddîn İbnü’l Arâbî’ye sığınıp tam bir yalvarışla ruhaniyetlerinden himmet buyurmalarını diledim. O esnada bir şahıs ortaya çıkıp bir eliyle mehdilik davası güden adamın iki elini ve iki ayağını kavrayıp bana döndü ve “bunu yerden yere vurayım mı?” dedi. Ben de “efendim hüküm ferman sizlere aittir” dedim. Adamı bıraktı, o da gitti. Bende kurtuldum. Mescide gittim. Mehdilik davası güden adam yandaşlarıyla toplanıp geldiler. Niyetleri bana eziyet etmekti. Hiç oralı olmadım. Mihrabın önüne durup namaz kıldım. Bana dokunamadılar. Allah Teâla onların şerrini benden uzaklaştırdı. Sonra bu adam bana gelip tevbe etti ve müslüman oldu (Çelebi, 2008:171). Sahte mehdînin, Bağdat’ta yaşayan binlerce kişi dururken onay makamı olarak Cendî’yi seçmesi, Cendî’nin önemli bir grubun başkanı ya da temsilcisi olduğunu anlamasından kaynaklanmış olmalıdır (Kunt, 2013:182).

Bu bilgiden anlaşılan da, Cendî’nin, Konevî’nin vefatından sonra onun halîfesi gibi davrandığıdır. Cendî’nin Sadruddîn-i Konevî’nin halifesi olarak hareket etmesinin Bağdat’ta da devam ettiği, sahte mehdînin kendisinin mehdî olduğunu Cendî’ye onaylatmak istemesiyle de anlaşılmaktadır.

Eflâkî’nin Menâkıbu’l-Ârifîn adlı eserinde, Müeyyidüddîn-i Cendî ile ilgili şu bilgileri kaydedilmiştir:

Ediplerin sultanı Malatyalı Mevlânâ Selâhaddîn rivayet etti: Ereğli şehrinde Nureddin Vefâdar’ın evinde yüce kubbenin cemaati ve ulu şeyhlerle birlikte bulunuyordum. Şeyh Müeyyidüddîn-i Cendî askeri sınıftan olan (cündi) bir bölük sûfi ile birlikte Konya’dan geldi. Onu karşılayıp son derece iyi ağırladılar.

Selam, yemek ve türlü konuşmalardan sonra Şeyh Müeyyidüddîn’e “Şeyh Sadruddîn hazretleri, Mevlânâ’nın bir alameti olmayan şanı hakkında neler söylüyor ve halvetlerde onu nasıl vasfediyordu?” diye sordum.

“Vallahi bir gün Şemseddîn İykî, Fahruddîn-i Irakî, Şerefeddîn Mavsilî, Şeyh Sa’id Ferganî, Nasıreddîn Konevî ve başka has dostlarla birlikte Şeyh Sadruddîn’in hizmetinde oturmuştuk. Mevlânâ’nın karakter ve halleri söz konusu oldu. Şeyh, tam bir doğruluk ve derin anlayışla heyecanlanarak ‘Eğer Bayezîd (Bistamî) ve Cüneyd (Bağdadî) bu dönemde olsalardı, bu Tanrı erinin gaşiyesini omuzlarında taşır ve bu hizmeti canlarına minnet sayarlardı. Muhammed dininin fakirlik sofracısı da odur. Biz parazit gibi ondan

(21)

9

yararlanıyoruz. Bizim bütün zevk ve şevkimiz onun mübarek ayağının bereketindedir’ diye buyurdu. Bütün dervişler insafa gelerek şeyhin bu açık sözlerine aferinler dediler” diye anlattıktan sonra “Ben zavallı da o sultan hazretlerinin niyazmentleri cümlesindenim” dedi Şeyh Müeyyidüddîn ve ardından şu beyti okudu:

ٍَة رو صَ ة هو ل لاي لَ اني فَ نا كَ و ل

َ

َ

َ ت ن اَ و ه

َ د د ر ت اَ لوَي ن ك اَ ل

َ

Bizim içimizde ilahi bir suret varsa, o da sensin.

Bunu da hiç gizlemiyor ve bundan şüphe etmiyorum(Yazıcı,2006:306).

Bu bilgilerden, Cendi’nin girdiği ortamlarda nasıl saygıyla karşılandığı, sözünün nasıl dinlendiği, Şeyh Sadruddîn-i Konevî’ye ne kadar bağlı olduğu ve onun ölümünden sonra da Konevi hazretlerine bağlılığını her ortamda gösterdiği anlaşılmaktadır.

Cendî bir müddet Bağdat’ta kaldıktan sonra buradan ayrılarak Pervaneoğullarının hâkimiyeti altında bulunan Sinop’a giderek bir tasavvuf ve ahlak kitabı olan Nefhatü’r-rûh ve Tuhfetü’l-fütûh adlı eserini Farsça bilen ve tasavvufa ilgi duyan itibarlı bir Türk Sultan hanımın ricası üzerine Sinop’ta kaleme almıştır (Cendî, 1362 hş: 37).

Sinop 1264 yılında yani Sadruddîn-i Konevî’nin vefatından on sene önce Türkiye Selçukluları tarafından muhâsara edilip alınınca Muînüddîn Süleyman Pervâne (ö. 676/1277)’ye iktâ olarak verilmiş ancak sahip olduğu kuvvetli nüfûz sayesinde Pervâne Sinop’u kendine temlik ettirmeye muvaffak olmuştur (Yıldız, VIII, 593). Muînüddîn Pervâne Atabeg-i Saltanat(Alptekin, 1991: IV, 39) makamında olduğundan Sinop’ta ikamet edememiş, oğlu Muînüddîn Muhammed’i mâliki bulunduğu Sinop’a yönetici olarak göndermiştir. Muînüddîn Pervâne’nin 676/1277’de İlhan Abaka (ö. 681/1282) tarafından idam edilmesi üzerine oğul Muhammed burada müstakil bir beylik kurmuş, 1296’da vefat edinceye kadar Moğollar tarafından kendisine dokunulmamıştır (Uzunçarşılı, 1988:148). Tokat ve Niksar’ın ise bu dönemde zaten Muînüddîn Pervâne’nin mülkiyetinde bulunduğu tarihî eserlerde kaydedilmektedir (Kaymaz, 1970: 114).

Bu bilgilerden ortaya çıkan, Sinop’un uzunca bir müddet Moğol yönetiminden ve baskısından uzak kalmasıydı. O dönemde Sinop, Moğollarla iyi geçinemeyip hayatî endişe içerisinde bulunan birçok insanın sığınağı haline gelmişti. Çünkü herhangi bir saldırıdan deniz yoluyla kaçmanın mümkün olması düşüncesi de Konevî öğrencilerinden bir kısmının bu bölgeye yerleşmesini kolaylaştırmıştı. Bu dönemde Türkiye Selçuklu Devleti tarafından büyük destek gören Sinop ve Tokat, mâlî yönden zengin bölgeler haline gelmişti. Özellikle

(22)

10

Sinop bu dönemde önemli bir liman ve uluslararası bir ticaret merkeziydi (Yurt Ansiklopedisi, “Sinop”, 1982: IX, 6763-6764).

Ömrünün son yıllarında Sinop’ta ikamet ettiği bilinen Cendî’nin vefat tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir. Arkadaşları Fahruddîn-i Irâkî ve Saîdüddîn-i Fergânî ile birlikte deniz yoluyla Şam’a gittiği tahmin edilmektedir. Kâtip Çelebi onun vefat tarihini 691/1292 olarak belirtirken (Çelebi, 1971:II, 1540), İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn adlı eserinde vefat tarihinin 691’den sonra olduğunu kaydetmiştir (Bağdadî, 1982: II,484). Necîb Mâyil-i Herevî ise kesin bir tarih vermeyerek Cendî’nin vefat tarihini hicrî yedinci yüzyılın sonları olarak belirlemektedir (Herevî, 1403: 13).

Sadruddîn-i Konevî’nin öğrencisi Müeyyidüddîn-i Cendî, Cendî’nin öğrencisi Abdürrezzâk-ı Kâşânî (ö. 736/1335), Kâşânî’nin öğrencisi de Dâvud-i Kayserî (ö. 750/1350)’dir (Hâcevî, 1377 hş:62-63). Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde Ekberiyye fikir hareketinin öncüleri olan Dâvûd-i Kayserî, Kutbüddîn-i İznikî (ö. 821/1418), Yâr Ali Şîrâzî (ö. 814/1411)dir. Diğer Fusûsu’l-hikem şârihleri ile birçok ilim adamı Müeyyidüddîn-i Cendî’den geniş ölçüde yararlanmış olmakla beraber onun Şerhu Fusûsi’l-Hikem adlı eserine ta’lîkât ve hâşiyeler yazmışlardır.

I.c. SADRUDDÎN-İ KONEVİ’NİN MÜEYYİDÜDDÎN-İ CENDÎ’NİN HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Sadruddîn-i Konevî, XIII. yüzyılda yaşamış, Türkiye Selçuklu Devletinin tanınmış mutasavvıf, ilim ve fikir adamı olarak pek çok ilmi ve felsefi eserleri ile haklı bir şöhrete sahip olmuştur. Sadruddîn-i Konevî, üvey babası ve hocası olan Endülüslü Muhyiddîn İbnü’l Arâbî’nin eserlerini tanıtan, yayan, felsefesini doğru bir biçimde şerh ederek yorumlayan, zorluklarını çözerek anlaşılmasını kolaylaştıran, tasavvufi meşrebini ve felsefi mesleğini çok sayıda talebeler ve gönüldaşlar yetiştirerek devam ettiren bir ilim adamıdır (Bayram,2012: 17).

Müeyyidüddîn-i Cendî de Anadolu’ya ilk geldiğinde Sadruddîn-i Konevî ile karşılaşmış, onu kendisine akıl hocası olarak görmüş, ondan çeşitli dersler almış, onun savunduğu Ekberiyye hareketini benimseyerek onun halifesi sıfatıyla bu hareketi devam ettirmiştir. Fahruddîn-i Irakî ve Saidüddîn-i Ferganî ile beraber Sadruddîn-i Konevî’nin talebeliğini yapmış olduğu bilinen Müeyyidüddîn-i Cendî, Sadruddîn-i Konevî’nin de akıl hocası olduğu bilinen İbnü’l Arâbî’nin Fusûsu’l-hikem ve Mevâki‘u’n-nücûm ve Metâli‘u ehilleti’l-esrâri ve’n-nücûm eserlerini şerh etmiştir. Sadruddîn-i Konevî’nin yolundan giden

(23)

11

Müeyyidüddîn-i Cendî, ona her daim bağlılığını göstermiş ve onun ölümüne kadar ona hizmet etmeyi kendine bir borç bilmiştir. Sadruddîn-i Konevî öldükten sonra ona yazdığı şu mersiye ile onun ölümüne karşı duyduğu üzüntüyü şu şekilde nakletmektedir;

Dünyanın halifesi ve insanlığın sözü, mana denizi, derin bilgilerin kaynağı göçtü,

Şeyhü’l İslâm’ın ölümünden sonra olgunluk ve aydınlıktan eser kalmadı. Keşke o aramızdan ayrılmasaydı,

Ondan sonra problemlerin çözücüsü, gerçekleri ortaya koyan kaldı mı?

Ondan başka karanlık vadileri sabahyıldızı gibi yükseklerde parlayıp ışık saçan var mı? Ey asrımızın şeyhi ve karanlık labirentlerde bize yol gösteren! Sana selam olsun.

Allah, seni koynunda barındıran mezarı, mağfiret ve rahmet seliyle yu’sun arıtsın.

Bu mersiyeden, Müeyyidüddîn-i Cendî’nin Sadruddîn-i Konevîyi kendine halife kabul ettiğini, onun bilgilerinin ne kadar derin olduğunu ve kendine nasıl yol göstericilik yaptığını anlamaktayız.

I.d. EDEBİ KİŞİLİĞİ

Müeyyidüddîn-i Cendî, eserlerinde sadece Tasavvuf ıstılahlarını kullanmakla kalmaz, aynı zamanda Fars ve Arap edebiyatının nesir ve nazmını da iyi bilip kullandığını ortaya koyar. Abdurrahman Câmî, Nefehâtü’l-Uns adlı eserinde Cendî için “O, hakikatlerin ve marifetlerin beyanı için İbn Fâriz’in üslubunu kullanmıştır. Arapça şiirleri de pek güzeldir.” şeklinde bir ifade kullanmıştır (Çelebi, 2008:171). Cendî de İbn Fâriz’in Kasîde-i Tâiyyesine şu şekilde bir nazire yapmıştır. Bu nazire Nefehâtü’l-Uns’ta şu şekilde nakledilir (Yılmaz, 1996:17);

َ فَ م

َ اَا

َ نَ ف

َ ك

ََ يَ ر

َ ض

َ نا

َ بَي

َ ك

َ هل

ََ م

َ حَ ب

ٍَة

َ

ََ و

َ م

َ زَا

َ ل

َ ت

ََ ا

َ هَ و

َ هاَ

َ ب

َ ك

َ هل

ََ م

َ وَ د

ٍَة

َ

َ فَ م

َ مَ تَ ن

َ عَ

َ عَ ن

َ هََ ا

َ نَ ف

َ ص

َ لا

َ وَوَي

َ جا

ٍَب

َ

ََ و

َ ص

َ لا

َي

و د ع بَ نا ك م ا لا ب

ََ ق

َ رَ بَ ة

(24)

12

O, seni hiç ayrılmaksızın tam bir muhabbetle hoşnut ediyor, Ben de kesintisiz olarak tam bir sevgiyle ona aşığım,

Ondan ayrılmam imkânsız, ama ona kavuşmam, Uzaklık ve yakınlık söz konusu olmadan zaruridir.

I.e. ÜSLUBU

Her ne kadar şairler, yazarlar ve biyograflar Müeyyidüddîn-i Cendî’yi Farsçanın önemli şairlerinden biri olarak anmasalar da elde bulunan Farsça şiirleri, onun Fars şiiri sahasında eser veren önemli bir şair olduğunu ortaya koymaktadır. Cendî’nin, gerek nesir gerekse nazım konularında yazdığı eserlerde kendine has bir üslup ortaya koyduğu da açıktır. Onun üslûbunun temelinde Arapçayı ve tasavvufi konuları iyi bilmesi vardır. Hem Arapça, hem de Farsça eser veren bir şairin Arapça kelimeleri çokça kullanması, bulunduğu ortam göz önüne alındığında gayet normal görülmelidir. Bu durum, aldığı eğitimin şeklini de ortaya koymaktadır.

Nefhatü’r-Rûh ve Tuhfetü’l-Fütuh eserinin giriş kısmındaki yazdığı kasidede Müeyyed mahlasını kullanarak gayet akıcı, tatlı ve sağlam bir şiir örneği ortaya koyar. Bu da Hicri yedinci asrın kasidelerinin en güzellerinden biri olarak sayılmasını mümkün kılar. Kasidede şöyle der(Yılmaz, 1996:17):

یرادَناهجَۀدولآَلدَوچَادیؤم

َ

َ

َ

َیادخَزجَهک

یرادَناهجَدنکَدیاشن

َ

تفایَیهلختَنوچَتساَیهلجتَیاجَوتَ لد

َ

َ

َ

یرادَ زابَ شاوهَ زکَ رگنَ سفنَ شقنَ ز

Ey Müeyyed! Cihan hâkimiyeti için niçin gönlün tutuşuyor, Cihan hâkimiyeti ancak Allah’a mahsustur, bilmez misin?

Şu dünya pazarında benliğinden geçerek ve gönlü yanan bir gönül,

Gönlün halvet sarayında bu dünyaya yer vermenin layık olmadığını anlamıştır.

Elbette Cendî, sadece kaside türünde eser vermemiş, incelediğimiz eserde mesnevi türünde de güzel, akıcı ve tasavvufi aşkın önemini arzeden bir eser ortaya koyduğunu göstermiştir.

(25)

13

Diğer eserlerinde olduğu gibi Nüktetü’l-aşk adlı mesnevisinde de Müeyyed mahlasını kullanmıştır (Nüktetü’l-aşk,22):

َدی هؤمَرب

ب

نکَتمحرَوَشخب

بَوز

َه

َ عفرَیاجَره

َ

نکَتمحز

Müeyyedi bağışla ve ona rahmet et, Her yerde ondan zahmeti kaldır.

Türkçeye Vuslat Yolu ismiyle tercüme edilen Nefhatür-rûh ve tuhfetül-fütuh adlı eserinde Müeyyidüddîn-i Cendî, bir hanım sultanı şu şekilde övdüğünden bahsetmektedir (Yılmaz, 1996:30):

يرادلدَوَفطلَوتَ نوردَ راعشَيهز

َ

َ

يراكَوكنَهمهَتنوربَراثدَيهخ

َ

مركَ فطلَوَافصَتفيرشَ تاذَ تافص

َ

َ

رزبَ سفنَ توعن

یرادیبَوَایحَتگ

تستَ تمصعَیارسَتلودَهکَماقمَنآَرد

َ

یراوشدَهبَرذگَدبَایندَابَمهوَهب

َ

رتنشورَوَیرتر هونمَباتفآَز

َ

َ

َ

یرادربَوچَبسنَوَلصاَتبسنَزَنخس

َ

کلمَۀواقنَوَتلودَ مرحَۀصلاخ

َ

َ

یرادناهجَوَتکلمَوَمرکَۀللاس

َ

یگرزبَ رحبَ رحنب

َ

یرگهارَهدلاق

َ

َ

جاتَنامزَ قرفَ زارف

َ

یراوازسَار

Senin iç dünyan, ahlakın ne güzel, lütuf ve gönül ehlisin, Dış âleminde de hep iyilikler saçmak emelindesin, Şerefli kişiliğin sıfatları lütuf ve keremdir,

Yüce zatının özellikleri; hayâ ve kalp uyanıklığıdır, O makamdaki devlet senin ismet sarayındır,

Orada insana dünya endişesi zor gelir. Güneşten daha aydınlık ve parlaksın,

Senin aslından ve nesebinden bahsetmek yaraşmaz,

Devlet hariminin en değerli hanımısın, hem de âlemin seçilmişi, Kerem, malikiyet ve cihan hâkimiyeti senin mayanda var,

(26)

14

Büyüklük deryasının başını kesip gerdanlığına mücevher gibi takmışsın, Zamanın farkının genişliği senin tacına yaraşır.

I.f. ESERLERİ

Müeyyidüddîn-i Cendî’nin günümüze ulaşabilen eserlerinde, bolca şiir ve kasideler ve uzun mukaddimeler görülmektedir. Bu mukaddimelerde devrin devlet adamları, şeyh ve âlimleri anılmakta, onlar için kasideler söylenmektedir. Zaman zaman münasebet düştükçe devrin sosyal ve kültürel olaylarına da değinilmektedir. Bu durum ise Cendî’nin eserlerine ayrı bir önem kazandırmaktadır. Özellikle Selçuklular devrinde Anadolu’da bulunan dini zümreler ve yöneticiler hakkında orijinal tespitlerine rastlanmaktadır. Farsça şiirler de yazmakla birlikte Arapça şiirleri bir Dîvân halinde 1872’de Beyrut’ta yayımlanmıştır. Müeyyed mahlasıyla şiirler yazan Cendî’nin Dîvânında devrin kültürel durumuna ışık tutan şiirler de bulunmaktadır ancak Cendî yeterince bilinmediği ve Anadolu’da yaşamış bir şair, edip ve mutasavvıf olarak tanınmadığı için divanından hemen hiç yararlanılmamıştır (Kunt, 2013:193).

Yapılan araştırmalar ışığında, Cendî’nin eserleri şu şekilde tespit edilmiştir:

1. ŞERHU FUSÛSİ’L-HİKEM

Cendî’nin asıl şöhreti, İbnü’l-Arâbî’nin Fusûsü’l-hikem adlı eserinin ilk şârihi olmasından dolayıdır. Cendî’den önce Fusûsu’l-hikem’in bazı bölümlerinin şerhleri yapılmış olsa da, metinle irtibatlı ilk tam şerh olma özelliği Cendî’nin eserine aittir Şerhu Fusûsi’l-hikem. Cendî’nin ifadesine göre Sadruddîn-i Konevî Fusûsi’l-hikem’in giriş kısmını kendisi için sözlü olarak şerh etmiş, Cendî de o sırada mazhar olduğu feyiz sayesinde eserin bütün muhtevasını bu şerhin içinde bulmuş, daha sonra Konevî’nin arzusu üzerine eserin tamamını şerh etmiştir. Abdurrahman Câmî, “Öbür Fusûs, şerhlerinin kaynağı Cendî’nin şerhidir. Bu şerhte diğer eserlerde bulunan birçok hakikat vardır” (Nefehât, s. 558) diyerek eserin önemini ve diğer şerhler üzerindeki tesirini ifade etmiştir. Baba Rüknî diye tanınan Rükneddin Mes‘ûd b. Abdullah eş-Şîrâzî’nin Nusûsü’l-husûs fî tercemeti’l-Fusûs (Tahran 1359 hş.) ve Câmî’nin Nakdü’n-nusûs fî şerhi Nakşi’l-Fusûs (Tahran 1398) adlı şerhlerinde bu tesir açıkça görülür.

(27)

15

Eserde toplam yirmi yedi konu işlenmiştir. Konulardan bazıları şunlardır:

Âdem kelimesinin ilahi şerhi, İbrahim kelimesinin öneminin şerhi, İshak kelimesinin hakikatinin şerhi, İsmail kelimesinin şerhi, Yakup kelimesinin ruhani şerhi, Yusuf kelimesinin nurunun şerhi, Salih kelimesinin fütuhatının şerhi, Aziz kelimesinin kudretinin şerhi, İsa kelimesinin nübüvvetinin şerhi, Süleyman kelimesinin rahmani şerhi, Yunus kelimesinin namsiyye şerhi, Eyüb kelimesinin gaybının şerhi, Zülkarneyn kelimesinin malikliğinin şerhi, Lokman kelimesinin ihsanlığının şerhi, Muhammed (sav) kelimesinin ferdiyetinin şerhi. Eserlerin birçoğunun giriş kısmında “Cendi’nin Fusûs Şerhi” yazmaktadır ve eser Arapça olarak kaleme alınmıştır.

Eserin çeşitli yazma nüshaları vardır ve eserlerin hepsi Süleymaniye kütüphanesindedir (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 538; Şehid Ali Paşa, nr. 1240, 1241; Kılıç Ali Paşa, nr. 606; Lâleli, nr. 1417; Halet Efendi nr. 261; Reşid Efendi nr.405; Nuruosmaniye nr.2457 ). Hacı Bayrâm-ı Velî’nin halifelerinden Yazıcıoğlu Mehmed, Cendî’nin şerhine el-Müntehâ adlı bir şerh yazmış, kardeşi Ahmed Bîcan bu şerhi Kitâbü’l-el-Müntehâ ale’l-Fusûs (Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 630) adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir (Uludağ, 1993: VII, 361).

“Sadru’d-din-i Konevî” eserini kaleme alan Prof. Dr. Mikail Bayram, kitabında Müeyyidüddîn-i Cendî’nin Kılıç Ali Paşa (Süleymaniye) Ktp. Nr, 608’de kayıtlı bulunan “Fusûsu’l Hikem Şerhi” ‘nin 791 (1387) yılında istinsah edilen nüshasına Yar Ali Şirazi’nin kendi el yazısıyla haşiye yazdığını söylemektedir (Bayram, 2012: 152-153).

2. ŞERHU MEVÂKİ‘İ’N-NÜCÛM

Müeyyidüddîn-i Cendî, Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî’nin Mürsiye’de telif ettiğini söylediği Mevâki‘u’n-nücûm ve Metâli‘u ehilleti’l-esrâri ve’n-nücûm adlı Arapça eserini de Şerhu Mevâki‘i’n-nücûm isimli eseriyle şerh etmiştir (Kunt, 2013:197). O, bu eserinde ibadetlerin çeşitli derecelerinin anlam ve hikmetlerini, dinin edeblerini, rûhanî bedeliyyeti, ele almakta ve izah etmektedir. Adı geçen eserin metni Kahire’de basılmıştır. Cendî, Nefhatür-ruh ve tuhfetü’l-fütuh adlı eserinde Mevâki‘ü’n-nücûm ile ile ilgili şu bilgileri paylaşmıştır:

Burada eğer bu nurların, feleklerin doğu ve batı açıklamalarına girişecek olursak kitabımız çok uzayacak. Zaten bunları anlamak ve kavramak işiten ve dinleyenlerin işitme anlama gücünün pek ötesindedir. Bir kimse bunları ayrıntılı olarak öğrenmek ve görmek

(28)

16

istiyorsa Hâtem-i Evliyanın ve onun varislerinin yoluna sâlik olsun. Elini bu büyüklere teslim etsin. Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî’nin Mevâki’u’n-nücûm eserine Bağdat’ta yazdığım şerhi bulup okusun. Ayrıntılı bilgileri biz bu şerhte ortaya koyduk. Muvaffak eyleyen ve hidayete kavuşturan Allah Tealadır.

Cendî, bu sözleriyle Mevâki’u’n-nücûm adlı eseri şerh ettiğini ifade etmesiyle beraber, o kitabı şerh ederken şu beyitle birlikte kendisinin pirlik ve şeyhlik makamına ulaştığını da zikreder (Yılmaz, 1996:19)

َ خ

َ ل

َ لي

َ يَ

َ ق

َ ط

َ عا

ََ لا

َ فَ ي

َ فا

ي

ََ اَ ل

َ لاَي

َ ح

م

ى

َ

َ

ََ ك

َ ث

َ ري

َ اَوَا

َ نَ

َ لا

َ و

َ صا

َ ل

َ ني

ََ ق

َ ل

ٌَلي

Ey benim can dostum, çorak ve susuz çöllerde suya ulaşmak için yol alanlar çoktur, Fakat ona kavuşanlar pek azdır.

Türkçeye Yıldızların Mevkî ismiyle tercüme edilen Mevâki’u’n-nücûm adlı eserde İbnü’l Arâbî şu bilgileri kaydetmiştir:

Ey aklı selîm sahibi ve güzel sıfatla ahlâkla süslenmiş dostum. Ben Mevâki'un Nucûm adlı risalemi doğruları araştıranlar, engin idrâk sahibi olanlar ilimde zirveye ulaşanlar ve içeceğini aynı safiyeden içenler veya içeceğini kafûr ve teslim ile karışık içenler, uhulet sahibi olmak isteyenler ve Rabbanî keşf, ilahî müşahede de vukuf sahibi olan Âlim ve Ârif'lerin huzuruna ulaştırmaya vesîle olmasını temenni ederek yazdım.

Uhulet, ilimler ve ahlâkların sırlarına vakıf olup, o ilimle, ahlâk mucibince kendisine çeki düzen veren, Rabbanî terbiye ile yetişen Hâkimler içindir. Bu risalenin nûrunun şû'lelerini ve çiçeklerin güzelliklerini ancak ana, baba, yar, yâran ve vatanı terk ve Hakkın rızasını kullardan tecerrud edilmiş olarak taleb edenler elde edebilirler. Bu risale böyle olan kimseler için bir rehberdir.

Yıldızlara mahsus mertebelerden her bir mevkî için mühürleyici ve mühürlenen, güzel tedbir alıcı yağmurlar vardır. Her mevkî için şerefli mefhumlar ve mühürlü olması gerekli olan yıldızların doğması kaçınılmaz bir gerçektir, her şeyin muayyen bir ömrü vardır. Ben bu risâleyi bunların idrâk edilmesi için yazdım.

Sırat-ı müstakîme insanları ulaştırmak ancak Hâdi olan Allah'a mahsustur. Öyle ise biz daima Allah'tan bizi İslâm üzerine dosdoğru kılmasını temenni ve niyâz ederiz. Allah bizlerin her birine ulaşılması güç olan hikmet ilmiyle ihsânda bulunsun (Feraizoğlu, 1998;6).

(29)

17

3. NEFHATÜ’R-RÛH VE TUHFETÜ’L-FÜTÛH

Cendî’nin Sinop’ta kaleme aldığı bu Farsça eseri Sinop’ta yaşayan bir kadın sultan adına kaleme almıştır. Eser iki kısım ve bir hatimeden oluşur. Her kısmı iki asla ayrılır. Her asıl da birkaç asl ve vasl ile tetimme denilen alt bölümleri oluşturur.

Eserin birinci kısmında Hak Teâla’nın zatının marifeti, Esmaü’l-hüsnadan bazılarının şerhi, insan-ı kâmil ve âlem-i halk konuları inceleniyor. İkinci kısımda ise ameller, tarikat erbabının ve tahkik sahiplerinin ahvali inceleniyor. Seyr ve sülûk’un incelikleri izah ediliyor. Sufiyane muameleler, insanın iç ve dış âlemiyle ilgili tehlikeli geçitler açıklanıyor. Eserin ikinci kısmında ise Müeyyidüddîn-i Cendî, diğer tasavvuf üstadlarının değmediği tasavvufi incelikleri ele alıyor.

İkinci kısmın sonunda; sultanların, vezirlerin ve köylülerin seyr–ü sülûk usulleri ele alınıyor. Bunu öyle bir tavırla ortaya koyuyor ki adeta eser âlimler için bir temel kaynak ve seyr-ü sülûk konusunda bir rehber özelliği taşıyor. İnsanın iç âleminin kötülüklerden arındırılması, sıfat-ı ilahiyyenin tecellisine mazhar olması ve rûhî olgunlukların elde edilmesi hep bu bilgilere uyularak elde edilebilir.

Kitabın “Hatime” yani bitiş ve netice kısmında ise tasavvuf yolunun zahîri edeblerinden bazıları sekiz asıl altında inceleniyor.

Nefhatûr-rûh’un yazma bir nüshası Tahran Üniversitesi Merkezi Kütüphanesinde mevcuttur. Dış alametlere göre müellifin kendi el yazısıyla yazılmıştır. Bu nüshanın özelliği, her sayfanın başlıklarında veya alt kısımlarında bazı kelimeler, ibareler, ayet-i kerimeler ve bunların manalarının kaydedilmiş olmasıdır. Bu nüsha Merkezi Kütüphanede 2399 numara ile kaydedilmiştir (Yılmaz, 1996: 20-21). Necîb Mâyil-i Herevî, her ne kadar bu nüshanın tek nüsha olduğunu söylese de, eserin bir nüshası da Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali Paşa bölümünde 1439-001 numarasıyla kayıtlıdır. 175*127 ve 110*73 ebatlarında olan eser, talik Farsça ile yazılmıştır. Her sayfada 17 satır bulunmakta ve başlıklar kırmızı mürekkeple istinsah edilmiştir. Eser, Necîb Mâyil-i Herevî tarafından, Cendî ve eserleri hakkında bir inceleme yazısıyla birlikte yayımlanmıştır (Tahran 1362 hş.).

(30)

18

4. ŞERH-İ KASÎDE-İ LÂMİYYE

Müeyyidüddîn-i Cendî, Cahiliyye Devri Arap şairlerinden Şenferâ’nın (Tülücü,2010; XXXVIII, 535-537) Arapça Lâmiyye’sini Farsça’ya tercüme ve şerhettiği bu eserini 691/1292’de telif etmiştir (Çelebi, 1971:II, 1540).

Süleymaniye Ktp., Ayasofya Bl., no: 4184, vr. 1-96a (Güzel talik yazılı, okunaklı bir nüshadır. Her mısra bir satıra gelecek şekilde alt alta iki mısra Arapça yazılmış, sonra hemen altına Farsça’ya aynı usulde tercüme edilmiştir. Arapça kelimeler surhla, Farsça kelimeler siyah mürekkeple yazılmıştır. Müstensihi Dervîş Mahmûd Kalender Konevî’dir.); Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa Bl., no: 2735, vr. 172a-186b (Nesih yazıyla, çok sıkışık ve küçük harflerle, beyit başları üzerine kırmızı çizgi çekilerek belirlenmiştir. Her sayfada 25 satır bulunmaktadır.); Süleymaniye Ktp. Laleli, 3681, (5 vr.); Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1375 ve 2735 (Kunt, 2013:196).

5. RİSÂLE Fİ’T-TASAVVUF

Tasavvuf terbiyesiyle ilgili olup, bir fasıl ve on asıldan oluşmaktadır. Nüshası: Süleymaniye Ktp., Ayasofya Bl., no: 4184, vr. 96b-115b demirbaş numarasıyla verilen eser,

Şerh-i Kasîde-i Lamiyye’nin devamı olarak yazılmıştır. Talik hatla yazılan eserin her sayfasında 11 satır bulunmaktadır. Müstensihi Dervîş Mahmûd Kalender Konevî’dir.

6. ED-DÜRERÜ’L-GÂLİYÂT FÎ ŞERHİ’L-HURÛFİ’L-‘ÂLİYÂT (VEYA) SÂLİYÂT

Tasavvufla ilgili Arapça bir eserdir. Müeyyidüddîn-i Cendî’nin nefsine hitaben kaleme aldığı Kaside-i Lamiyye’si olarak bilinir. Hacı Halife, bu eserin matla beytini şöyle nakleder (Yılmaz, 20):

َ ل

َ

َ ل وَا ه ل ه اَ ع ف ن تَ ل ي خ لا

َ

َ لا م لا

َ

َ

َ

َ ل و

َ

َ ض ي

َ ق اَ قي ق ح تلاَي و ذَُّر

َ لا

َ ل

َ

İnsana ne binek hayvanı ne de malı fayda verir, İlimde derinleşene ne de fakirlik zarar verir.

Nüshası: Süleymaniye Ktp., Nafiz Paşa Bl., no: 685, vr. 150b-160b. Süleymaniye Ktp. Nafiz Paşa, nr. 685.

(31)

19

7. DÎVÂN

Arapça ve Farsça manzûmelerden oluşmaktadır. Brockelmann bu Dîvânın 1872’de Beyrut’ta taşbaskı olarak yayınlandığını söylemektedir (Brockelmann, 1937: I, 451).

8. MUHTASAR FÎ LÜZÛMİ’T-TECRÎDİ’L-KÜLLİ ZÂHİREN VE BÂTINEN AN MÂ SİVE’LLÂH

Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Bölümü, nr. 1439/2’de bulunmaktadır. Eser, Nefhatü’r-rûh ve tuhfetü’l-fütûhun devamı şeklinde yazılmış olup her sayfasında 17 satır bulunmakta ve 175*127 ve 110*73 ebatlarında talik Farsça ile yazılmıştır. ‘Allah’tan başka her şeyden zahirî ve bâtıni olarak tecrit olmanın gerekliliği’ şeklinde tercüme edilebilecek isminden, tasavvufî bir eser olduğu anlaşılmaktadır (Kunt, 2013:194).

9. ÂSÂR-I EHADÎ VE ESRÂR-I AHMEDÎ (VEYA) ULÛM-İ EHADÎ VE MEÂRİF-İ AHMEDÎ

Cendî’nin ifadesine göre bu eser ilimlerin sınıflandırılmasıyla ilgili olup Arapçadır. Sinop’ta yazılan bu eser, Cendî tarafından Pervane Muhammed’e sunulmuştur. Bursa Genel Ktp., nr. 1442’de bir nüshası vardır.

Nüsha tavsifi: Sırtı ve kenarları siyah, kenarı zencirekli, şirazeli, mukavva kaplı sun’î deri cilt. 210x140-137x72 ebatlarında olup her sayfada 13 satır bulunmaktadır. Talik yazı ile yazılmıştır, söz başları kırmızıdır, baştan bir yaprak eksiktir (Kunt,2013:194).

10. RİSALE Fİ’L-KAZÂİ VE’L KADER

Aga Bozorg Tahrani, Müeyyidüddîn-i Cendî’nin bu eserini Kahire’de Mektebetu’l Hidiviyye’de gördüğünü söyler. Bu eserin başlangıç ifadesi olarak “Cami’i Mehamed-i Namütenahi” cümlesini nakleder. Adı geçen eser onbeş varaktan ibarettir. Bu eserin başlangıcı ile Nefhatûr-rûh’un başlangıcı aynıdır. Cendî’nin Nefhatûr-rûh’un giriş olan metnini diğer eserlerinde de naklettiği değerlendirilmektedir (Yılmaz, 1996: 20).

(32)

20

11. HULÂSATU’L İRŞÂD VE İRŞÂDU’L HULÂSA

Bizzat Cendî’nin bu eserin mukaddimesindeki ifadesine göre, bu eseri Farsça olarak yazmıştır. Sayın Daniş Pejve bu eseri müstakil iki kitap olarak Hulâsatu’l İrşâd ve İrşâdu’l Hulâsa olarak gösterse de (Merkezi Kütüphane Yazmaları Kataloğu c.9 s. 992) tek bir eserin adının olduğu değerlendirilmektedir (Yılmaz, 1996: 19).

12. EZVÂK-I HÂTINEYN

Bu eser, İbnü’l Arâbî’nin meşrebi üzerine Arapça olarak telif edilmiş olup, tasavvufun inceliklerine dair olduğu söylenmektedir (Yılmaz, 1996: 20).

Bunların dışında Necîb Mâyil-i Herevî, Müeyyidüddîn-i Cendî’nin İksîrü’l Kemâlât ve Kitâbu’l Esmâ eserlerinin de bulunduğunu söylemektedir.

(33)

21

II.BÖLÜM

NÜKTETÜ’L-AŞK’IN TANITIMI II.a. ESER NÜSHALARININ TAVSİFİ

Nüktetü’l-aşk’ın bilinen iki nüshası bulunmaktadır. Bu nüshaların ikisi de Nuruosmaniye Kütüphanesindedir.

a. Nuruosmaniye Ktp., Nr. 5123-006 tavsifi:

Başlığı tezyinatlı ve tezhipli ve cetvelleri de aynı şekilde tezhipli olan eser, 199x111 ve 182x072 mm. ebatlarındadır. 81-89 yk 17st ile el yazısı kâğıda talik Farsça ile yazılmıştır.

b. Nuruosmaniye Ktp., Nr. 5008-011 nüsha tavsîfi:

Şemseli, miklepli, şirazeli, zencirekli karton cilt, iç kapak ebrulu, 195x87 ve 182x78 mm. ebatlarında, her sayfanın birçok yerinde çiçek tezhipleri bulunmaktadır. Başlıklar surhla, yazı alanı altın cetvellidir. Osmanlı Türk şairi Cevrî tarafından 1051/1641 yılında istinsah edilmiştir (Ateş, 1968: 78-79).

Nuruosmaniye kütüphanesindeki 5123-006 demirbaş numaralı nüshanın tarih olarak daha eski olması (h. 995) ve yazısının daha anlaşılır olması sebebiyle asıl nüsha olarak kabul edilmiştir.

II.b. YAZMA NÜSHANIN İMLA ÖZELLİKLERİ

Nüktetü’l-aşk’ın yazma halindeki nüshaları bazı imla özellikleri arz eder. Bunların belli başlıları şu şekilde sıralanabilir:

1. Bazı yerlerdeki birlik ve nekre ya’ları hemze ile gösterilmişlerdir. (

ۀبعک

82a/25 gibi.)

2. İsim ve isim soyundan türeyen kelimelerin başındaki َ هب edatı, (

دیم

با

81b/8) kelimesindeki gibi genellikle kelimeye bitişik olarak yazılmış, bazen de ayrı yazılmıştır.

3. Noktalamaya genellikle riayet edilmiş olmakla beraber, az da olsa riayet edilmediği de görülmektedir.

4. Fiil çekimlerinde یم edatı bazen fiillere bitişik bazen de ayrı yazılmıştır. َ

َ (َدهدَیم

88b/225)

5. Ek fiilin üçüncü tekil şahsı olan (تسا 82b/30 ) kelimesi bazen bitişik, bazen de ayrı yazılmıştır.

(34)

22

6. Emr-i hâzır olarak anlamlandırılan bir fiil kipinin یم ön ekiyle birlikte yazılmış olmasıdır (نک 84b /108). یم

II.c. HAZIRLANAN METNİN İMLA ÖZELLİKLERİ

Konumuzu teşkil eden eser, neşre hazırlanırken bugünkü imla kurallarına uygun olması gözetilmiştir.َ

1. Nişane harfi olan ار genellikle ayrı yazılmıştır. (ارَناجرم 81b/4,

ارَهدید

81b/6)

2. İsim ve isim soyundan türeyen kelimelerin başındaki هب edatı (

یاجَره

َ ه

ب

82a/22) kelimelerindeki gibi genellikle ayrı yazılmıştır.

3. Metin hazırlanırken eserin yazma metnindeki düzen korunmuş, eserin tertibinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.

4. Eserde bir beyte işaret edileceği zaman sayfa numarası verilerek gösterilmemiş, örneğin 84a/80 şeklinde gösterilmiştir. Bu gösterimde kullanılan numara beytin sıra numarasını, harf ise sayfanın içindeki hangi beyte işaret ettiğini göstermektedir.

II.d. ESERDE İSMİ GEÇEN ŞAHSİYETLER

Hz. Muhammed (sav) : (ö. 11/632) Son peygamber. Hz. Muhammed, Hz. İbrâhim’in

oğlu İsmâil’e nisbetle İsmâilîler diye de anılan ve iki büyük Arap topluluğundan birini teşkil eden Adnânîler’e (Arab-ı müsta‘ribe) mensuptur (diğeri Arab-ı âribe, Kahtânîler’dir). Soy kütüğünün yirmi birinci göbekten atası olan Adnân’a kadar uzanan kısmı güvenilir bulunarak zikredilmiş, ondan sonrası Hz. Peygamber’in de işaretiyle yaygınlık kazanmamıştır (Fayda, 2005: XXX,408).

Eyyüb (Peygamber): Sabır timsali olan peygamber. Kur’ân-ı Kerim’de kendisinden altı

yerde bahsedilmektedir. Allah’ın onu imtihan etmek istedi. O her defasında şükretti ve sabır imtihanını kazandı. İsrail oğullarından olup İshak Peygamberin torunudur. Edebiyatta sabır ve sabırlılık dolayısıyla çok anılır. (Pala, 1989: 158-159)

İsa (Peygamber): İsrail oğullarının son peygamberi. Kendisine İncil indirilmiştir.

Edebiyatta birçok yönleriyle ele alınır. Meryem’in İsa’ya gebe kalışı, ölüleri diriltmesi gibi. Şiirlerde çok defa bir hayat emaresiyle birlikte ”Dem (nefes)” kelimesiyle yan yana

(35)

23

anılır. Sevgilin dudağı can bağışlamakta İsa’ya benzer. İsa’nın yattığı ve içinde konuştuğu beşlik hâlen Kudüs’te bulunmaktadır. (Pala, 1989: 258-259)

Meryem: Hz. Îsâ’nın annesi. İslâm’da üstün nitelikleri sebebiyle yüceltilen, iffet ve itaat

simgesi bir şahsiyet olarak gösterilen Meryem, Hristiyanlık ’ta “tanrı doğuran” olarak nitelenmekte, Hristiyanların ibadet hayatında önemli bir yer tutmakta, onun da Hz. Îsâ gibi aslî günahtan uzak olduğuna ve öldükten sonra semaya yükseldiğine inanılmaktadır(Harman, 2004: XXIX, 236).

Hızır: Hz. Mûsâ döneminde yaşayan, kendisine ilâhî bilgi ve hikmet öğretilen kişi.

Arapça kaynaklarda hadır (hadr, hıdr) şeklinde yer alan ve Arapça menşeli olduğu kabul edilen kelime Türkçe’de Hızır ve Hıdır biçiminde kullanılmaktadır. Hadır “yeşil, yeşilliği çok olan yer” mânasındaki ahdar ile eş anlamlıdır. Bu mânadan hareketle hadır kelimesinin özel isimden ziyade lakap ve sıfat olarak kabul edildiği söylenebilir. Nitekim bazı kaynaklarda Hızır’a bu ismin, kuru yerde oturduğunda altından otların yeşerip dalgalanması (Buhârî, “Enbiyâ”, 29), cennet pınarından içtiği için bastığı her yerin yeşile bürünmesi sebebiyle verildiği kaydedilmektedir (Çelebi, 1998: XVII,406).

Ebu Cehil (Ebu’l-Hakem) : Ebü’l-Hakem (Ebû Cehl) Amr b. Hişâm b. Mugīre el-Kureşî

el-Mahzûmî (ö. 2/624)Hz. Muhammed’in ve İslâm’ın azılı düşmanlarından biri. Yaklaşık 570’te Mekke’de doğdu. Asıl adı Amr olup Kureyş’in Mahzûm koluna mensuptur. Ebü’l-Hakem olan künyesi İslâmiyet’e düşmanlığı sebebiyle Hz. Peygamber tarafından Ebû Cehil şeklinde değiştirilmiştir. Dârünnedve üyesi olan Ebû Cehil, Resûl-i Ekrem’in davetine başından beri karşı çıkmış ve müslümanlar aleyhinde hazırlanan bütün komplolarda yer almıştır. Velîd b. Mugīre ile Ebû Cehil, kendi kabilelerine mensup olmayan birinin peygamberliğini hazmedemedikleri için Hz. Muhammed’e inanmayacaklarını açıkça söylemişlerdir (Kapar, 1994:X, 117).

(36)

24

II.e. PEYGAMBERLERE VE KISSALARINA YAPILAN TELMİHLER HZ. MUHAMMED (SAV)’E YAPILAN TELMİHLER:

Örnek 82a/24

پَرب

ی

ربم

َ

َربَوَدورد

ی

نارا

رَوَ هدع

ی

گ

َ

رطقَو

ۀَ

ناراب

Peygambere (s.a.v) ve arkadaşlarına selam olsun, Kum tanesi adedince ve yağmur damlasınca.

EYÜP PEYGAMBERE YAPILAN TELMİHLER:

Örnek 85b/126

َ تازجعمَزاَربص

َ

تسبوهیا

َ

َ

تسبویعمَتسینَربصَارکَره

Sabır, Eyübün mucizelerindendir, Sabrı olmayanın ayıbı vardır.

İSA PEYGAMBERE YAPILAN TELMİHLER: Örnek 87a/169

کاپَیسیعَ راکَدیرجتَتسه

کابَیبَدربَیکَدیرجتَهبَهر

Tecrit, İsa’nın işidir, kim tecrite korkusuzca yol gösterir.

II.f. DİĞER TELMİHLER

HZ. MERYEM’E YAPILAN TELMİHLER:

Örnek 81b/3

َوت

د

ه

ی

َ

ارَمیرمَ حورَحور

َ رهوگ

َ

َ غارچبش

ارَمیرم

(37)

25

HIZIR (a.s)’A YAPILAN TELMİHLER:

Örnek 84/88

رضاحَامیادَشابَرضخَنوچ

رضانَدوشَتتلودَ لگَات

Devletin toprağı eski bir yer olduğu için, Hızır gibi daima hazır ol.

EBÛ CEHİLE YAPILAN TELMİHLER: Örnek 83a/48

َتساَلهجَوباَهدشَوزَمکحلاوب

تساَلهجَۀجیتنَیدنسپَدوخ

Kendini beğenmek cahilliğin bir sonucudur, Ebul hakem yerine Ebu Cehil olmaktır.

II.g. NÜCUMİ ISTILAHLAR

Zuhal: Satürn gezegeni. Âdem, Zuhal devrinde yaratılmıştır. Yedinci felek onun emrindedir.

Eski coğrafyaya göre yedinci iklime hakimdir. Bu iklim kuşağında siyah renkli insanlar yaşar çünkü siyah renk Zuhalindir. Bu yıldıza Keyvân denildiği de olur. Feleğin hazinedarı olarak bilinir (Pala; 1989, 538).

Örnek 88a/200

دنسرخَباطخَنآَقوذَزاَلحز

دنبردَیهگَربزَوَریزَهبَهک

Zuhal yıldızı o hitabın zevkiyle mutludur,çünkü alt üst olmakla bazen tutsaktır.

Müşterî: Jüpiter, Bircis, Hürmüz, Erendiz, Sakıt. Altıncı felekte bir gezegendir.

Medhiyetlerde bahsedilen kişiler düşüncelerinde ve işlerindeki isabetten dolayı Müşterî yıldızına benzetilirler (Pala; 1989, 374).

Örnek 88a/201

دمآَنادبَیرتشمَیرتشم

دمآََناجَ شوگبَشباطخَنیک

Referanslar

Benzer Belgeler

28 Uzun, Adem, Lügat-i Halîmî İnceleme Metni ( Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2005, s.8., Erkan, Mustafa, DİA., XV,

Ahmet AĞIRAKÇA (Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü) Nihat BÜYÜKBAŞ (Atatürk Araştırma Merkezi Başkan

/@AtamBaskanlik /Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Bilgi İçin:

Dedesi ve babası vesilesiyle Kâdiriyye ve Zeyniyye tarikatlarını yakından tanıyan Tosyevî, Nakşibendiyye tarikatının önemli isimlerinden biri olan Molla Câmî

Çalışmanın giriş kısmında müellif ahkâm âyetleri ve hadisle- ri hakkında malumat verdikten sonra Tahâvî’nin Ahkâmü’l-Kur’ân’dan önce telif ettiği

لاق هّنا هنع هللا ىضر سنا نع هللا همحر ّىطويّسلا ماملاا لاق مّلسو هيلع ىلاعت هللا ىّلص هللا لوسر لاق هب ّنميقي لاف ناطلس اهيف سيل ًادلب مكدحا لخد اذاف ضرلاا

Kelime-i Âdemiyye’de mündemic hikmet-i ilâhiyye: Allah’ın isimleri ve sıfatlarının insan-ı kâmilde, Âdem (a.s.) ile açığa çıkması hasebiyle “Hikmet-i

Bu çalışma ile İsmail Hakkı Bursevî’nin İnebey Yazma Eser Kütüphanesi’nde bulunan ve müellif hattı olan Şerhu ‘alâ Tefsîri cüz’i’l-ahîr li’l-Kâdî