• Sonuç bulunamadı

Balıkçı merhaba:Balıkçı'ya bir cenaze arabasını çok gördüler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Balıkçı merhaba:Balıkçı'ya bir cenaze arabasını çok gördüler"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET

22 Ekim 1973

BALIKÇI MERHABA ııı

BALIKÇI BODRUM’DA

BALIKÇIYA BİR CENAZE

ARABASINI ÇOK GÖRDÜLER

«Gülüşünün hırçın atları şimdi

Vurulmayı bekliyor göğsünde korkuyla

Kanatları açık ölmüş gözlerinin korusunda

Sevincin delişmen kuşlarının

Uçarı gezgincisi sesinin

Yol yorgunu bir yaşlı dudağında

İssız bir kenti andırıyor alnında

Her zaman coşkuyla uçuşan saçların

Ölüm böyle kuşatmış gövdeni ulu ozan»

15 Ekim 1973 Salı... Saat 8.30.. İzmir’in Hatay caddesinde adı «Merhaba» olan apartmanın tv nündeyiz. Gökyüzündeki kurşuni çizgi, ağır bir yorgunluğu yeşi­ lin sarıya dönüştürdüğü çınar ağaçlarının iri gövdelerinde bü­ yütüyor.

Gözler buğulu!..

Az ötede Azra Erhat,

Saba-TURGAY GÖNENÇ

hattın Batur ve Turgay Gönenç duruyor. Samim Kocagöz ağır bir mide kanaması geçirdiği için çelenk göndermiş. Mehmet Do­ ğan ve Doğan Hızlan apartma­ nın giriş kapısında çelenkleri düzeltiyorlar.

Belediye Başkanı Osman Ki­ bar bando göndermiş. Oysa Ba­ lıkçı öyle gösterişe metelik ve­

recek kişi miydi? Ama cenaze o- tosunu vermemiş Bodrum’a dek Kibar. CHP Genel Başkam Bü­ lent Ecevit, gece telefonla ara­ mış Balıkçı’mn ailesini. Buca Be lediyesi sözde cenaze otosunu veresiymiş. Ama sözde kalmış tümü. İnadına yazıyorum, bir yüce ozana İzmir’de gösterilen umursamazlığı yansıtmak için.

Bir minibüs kiralandı sonun­ da. Sağ olsun Bodrumlular 15’e yakın otoyla İzmir’e gelmişler­ di. Ya İzmir’den kaç kişi var­ dı. Ünü Türkiye sınırlarının dı­ şına taşmış bir yazarın cenaze törenine Vali, Belediye Başkam ve üniversitelerden ne bir profe­ sör, ne bir doçent ve asistan ka­ tılıyordu. Az önce adlarım ver­ diğimiz bir iki dost, işte o kadar. Haydi işleri çoktu gelmedüer. Bir çelenk gönderemezler miydi? Daha düne dek bir öyküsünü ya da yapıtım almak için yarış eden gazeteler ve yayınevleri. Sadece bir gazetenin — Cumhuriyet —, CHP Genel Başkanı Bülent Ece- vit’in ve iki yayınevinin çelengini görmek Balıkçı’ya olan vefasız­ lığın en somut örneğiydi.

Ama Bodrum öyle miydi? A- yaktaydı tüm Bodrum halkı o yü­ ce ölüye son görevlerini yapmak için. Çoluk - çocuk, genç - yaşlı,

kadın • erkek tümü başlan öne eğik yollara dizilmişlerdi saygıy­ la. Bodrum’a 5 kilometre kala yüze yakın araç Balıkçı’yı bek­ liyordu.

Bizim araçta bulunan yeğeni ünlü seramikçi Füreyya Koral şaşırmıştı. O İzmir’deki umur­ samazlık artık bitmiş, yerini bir coşku almıştı. Ak yaşmaklı ka­ dınlar duvar diplerinde, Bod­ rum’u dünyaya tanıtan İnsana son kez selâm duruyorlardı. İh­ tiyar balıkçılar, büyük reisleri­ nin tabutuna mavi dağ çiçekleri atıyorlardı.

Mavi bir atlasa sarılıydı Balık çı’mn tabutu. Ak yapılarıyla Bodrum, mavinin en doyumsu­ zunu kucaklıyordu. Azra Erhat’a soruyordum, «Şimdiye değin böy­ le bir cenaze törenine tanık ol­ dunuz mu?» diye. Erhat, buğulu gözleriyle yanıtlıyordu bu soru­ mu «hayır» diyerek.

Yaşı 5-6 olacak, sarı kafalı bir kız bebe, anasına şöyle sesle­ niyordu:

«Halikamas Balıkçısı nerede anne?»

Ağlıyordu kadın... Bir şiir, bir öykü başlıyordu yeniden. Yıl lar uzuyordu iz bırakarak, ma­ vinin en delişmeni, en hoyratına göz kırparak. O «Mavi Sürgün»,

o «Ötelerin Çocuğu» yüceliyor yü çeliyordu...

Mavi sürgün

Bir başka büyük ölü Saba­ hattin Eyuboğlu bakın neler soy lemiş «Mavi Sürgün» için:

«Türk edebiyatında başlı ba­ şına bir poyraz gibi esen Balık çı, Adalar denizinin mavilikle­ rinde nice yelken ve yürekleri şişirdikten sonra, bu kitabında kendi hayatına çevriliyor.

Zindan karanlığını hürriyet ma visine çevirmiş bir yaman insan soluğudur bu kitaptaki. Bu so­ luk, otuz yıldır gittikçe daha gür, daha dolgun bir Batı Anado­ lu destanım savunuyor bize: fi­ ğe tanrılarının ve insanlarının yenmiş haklarım arayan bir des tan.

Denizlerin en mavisiyle sar­ maş dolaş olan bu destandan tanrılar bir insan sıcaklığı, in­ sanlar bir tanrı yüceliği kaza­ nır. kara günler içinden ak gün­ ler doğar, yoksul ellerden bere­ ket saçılır, en mutsuz yaşantı­ lardan en mutlu ötelere yollar açılır; yürekler acısı gerçekler tabiat ananın gülümser bakışın­ da erir, topraklar yeşerir, sür­ günler mavileşir.

Bu destanda insanoğlu zaman zaman kirinden pasından arı­

nıp, yalın yürek sonsuz evrenin karşısına dikilir; bu canim dün­ yayı cehenneme çeviren savaşla­ ra «yuf diye; ekmeği, şarabı ve sanatı yaratan barışlara «merha­ ba» diye seslenir...»

işte bunları yazmıştı büyük ölü Sabahattin Eyüpoğlu Hazi­ ran 1971’de Dost dergisinin özel sayısında. Mavi sürgün özgürlük kavramının o bilinen öyküsüydü. Balıkçı «Saburluk vardır, güne­ şin ateş yağdırdığı iklimlerde bi­ ter» der «Mavi Sürgümde. Bu bir şiirdir. Balıkçı aynı yapıtının bir başka bölümünde kişi sadiz- mi, faşizmi ve kişi özgürlüğünü bir ok gibi çakar kafanıza. Ça­ kar ki bir daha çıkmasın diye, yazara olan saygıyı unutmayası­ nız diye:

«İtalya’da tarla kuşlarım hiç durmamacasma öttürmek için ateşle kıpkırmızı kızartılmış top­ lu iğne uçlarıyla ciz diye bir gö­ zünü, cız diye öteki gözünü de yakarlar. İki gözü kör olan tar­ la kuşunu bir kafese koyarlar. Mavi açık berrak göklerde hür uçmaya alışkın kuş, ilk önce göz­ lerini örttüğünü sandığı kapkara paçavrayı tırnaklarıyla parala­ maya çabalar, zavallı kendini bir kat daha yaralar. Karanlığın gö­ züne yapışan bir paçavra, bir is veya kurum değil bir zindan ge­ ce olduğunu anlayınca kanat hı­ zıyla geceyi aşmaya, güne güne­ şe ulaşmayı çabalar. Çırpınır, çırpınır, her kanat çalışı katı ka­ fese çarpar acır, acır. Kara gece aşılmaz bir kara duvardır. Uçu­ cu kanatlardan kat kat güçlü, iç hızıyla ötmeye koyulur öter öter. Gecenin öte tarafında gönlünün gününü güneşini, nur âlemini ya­ ratır...»

Senin le yücelecek

Kümbet’e doğru sarkıyor kur­ şunî bulutlar. Ama daha öteleri mavi bir aydınlık içinde. Yarın daha mavi olacak, yarınlar daha aydınlık. O tarla kuşlan gökler­ de özgür uçacaklar maviyi yu­ dumlayarak. Katı kafesler ardın­ da karanlığın yapışkanlığında ol­ mayacaklar bir daha. Çarpmaya­ caklar, yığılıp kalmıyacaklar.

Ateşle kızartılan o kıpkırmızı iğneler dokunmayacak gözlere, dokunamayacak. Aşılacak kara geceler, belki açıldı. Ak günler senin özlemindi, ak günler senin­ le yücelecek şimdi...

Y A R I N :

B A L IK Ç IL A R

UĞURLADI

Referanslar

Benzer Belgeler

Bilindiği gibi ruhî tahlilin bir ilim haline gelmesi ancak aşırımızın başında Freud, Adler, Jung gibi bilginler sâye-.. sinde vâki

HIV ile infekte olan bireylerin %90’ına tanı konmasını, tanı alanların %90’ına te- davi başlanmasını ve tedavi başlananların %90’ında virusun tam olarak

Lale Film in elinde olan ve yıllar boyu, elverişsiz hac­ mine karşın (alabildiğine dar ve uzun bir mekan), bu şirketin salon filmlerini başa­ rıyla gösteren

Objective: The objective of this study is to describe the potato dextrose agar (PDA) with rose-Bengal and chloramphenicol as a new and simple medium (R-PDA chloramphenicol agar) to

Anti-HCV ve HBsAg’nin birlikte pozitif olduğu hasta örneklerinde HBV DNA ve HCV RNA viral yük miktarları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark tespit

Türk Anayasası'mn ve askeri iç hizmet talimatının, bu gibi hallerde Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevini Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yüklediği, bu

Haluk Eraksoy, ‹stanbul Üniversitesi, ‹stanbul T›p Fakültesi, ‹nfeksiyon Hastal›klar› ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dal›, Çapa, ‹stanbul, Türkiye Tel./Phone: +90

yollandığını ve kurumca da dil kurallar1 esasına göre incelen­ dikten sonra kabul edilmiş o l­ duklarını uzun uzadıya anlat­ tı. İşte asıl illet burada