YOLLARIN
<► H M M M ^ -*><► -<► <► • -*► <► --«► <► «► <► ■ *► «► -4M r- -4> <► -«M »- 4 H K ~ 4 M K
Fazıl Mahmut
IEmincfcndioğin | Aylık, Meslekî, Fikir ve San’at f ^ s a m c o ^ h ^
Sahip ve Başyazıcısı | m e C IT llia S ld İl\ J Umumî Neşriyat müdürü
< ► <><► « ► -*►<►- 4 M K - 4 M ^ - 4 M K - « M K -*►<► *»<► -*►«► 4»«»--4M>—
4M>-Edebî müsahabe
Abdülhak Hâmit ve tenkit
Seksen ikinci yaşını tebrik ve tesit gayesiyle geçen gün huzurunda top landığımız büyük Hâmid’in hayati memleketimizdeki münevver zümre için o kadar kıymetlidir ki onun de vamım müjdeliyen her yıl dönümüne vatanda bir zekâ bayramı denebilir. O gün Türkiyanın her tarafında müm taz yürekler taze bir sevinç ile titri yor ve Hâmidin coşkun muhitini tü kenmez alkış darbeleri çınlatıyor. Hiç olmazsa yarım asırdanberi onun inkâr etmez dahaeti karşısında bütün mille tin duygusu derin bir hürmet ve lıay- raniyettir. Ve bu hisleri şimdiye kadar üstadın minnettar telmizleri müte nevvi şiir perdelerinden ufuklarımıza galeyanla tebliğ ettiler. Ilalbu ki Hâ nı it Beyfendinin kibar ve ince hassa siyeti çok sürekli komplimentolârdan
Cenap Şahabeıhliıı
üzülür. Hem de tok ağırlamak güçtür, derler; bu en büyük şairimize methiye söylemek te Atlantik denizine fincanla su taşımıya benziyecekti. Onun için ben o mübarek ihtifalde Hâmille ten kitlerimizin münasebetlerinden bahis ile iktifayı tercih ettim.
Hepimiz biliriz ki Şinasiden evvel edebiyatımızda iritique meçhuldü. Hatta tenkit ve entikat kelimeleri bile lehçemizde dahil değildiler. Eskilerin binlerce cilt teşkil eden eserleri içinde edebî yazılara müteallik takdirî veya müvahazeyi ııatık bir tek cümleye bi le tesadüf olunmaz. Maamafiylı hiç şüphe yok ki onlarda okudukları veya işittikleri manzum ve mensur telifler hakkında hislerini veya mülâhazalarını beyandan geri kalmıyorlardı. Bu, tabir muvalıksa, henüz adı konmamış şifahî — 121 —
bir tenkitti ki gece toplantılarını ve helva muhabbetlerini dolaşarak her devrin san’atkâr zekâları arasında be diî bir konuşma bahanesi teşkil ederdi Zira tenkit zamanımızda görüldüğü gibi tahriri bir şekil alabilmek için iki şart lâzımdır: biri matbuatın vücut bul muş olması, diğeri mekteplerde mü- rettep edebiyat derslerinin programla ra kabul edilmesi... halbu ki Şinasi zamanına kadar memleketimizde mat buat denebilecek muvkut neşriyat doğmamış olduğu gibi medreselerimiz de bugünkü manasile edebiyat dersi de mevzu değildi. Diğer cihetten o vakte kadar edebiyatımızın yalnız bir tek gazel ve kaside cephesi vardı. Müna kaşa ihtiyacı kâfi bir şiddetle kendisi ni hissettiremezdi. Münazara kapısını zorlamak için fikirlerin muhtelif isti kamet almaları lâzımdı.
Şinasi A vrupadan getirdiği yeni san’at ııazariyeleri ile edebiyatımıza taze bir cephe ilâve etti ve bediî tari himizde ilk defa olarak ikilik devri açtı; aynı zamanda tedrisat işleri de medreselerin inhisarı altından kurtu luyor ve kitabet namile mektep prog ramlarına edebiyat girmiş bulunuyor du; ve bu sırada az çok gazeteye ben zer gündelik matbuatımızda doğmuştu.
İşte bu üç amilin müşterek nüfu zu ile ilk tenkit yazıları Şinasi ve alelhusus Namık Kemal tarafından evvelâ zamanın yuvmî ceridelerinde ve daha sonra, edebî cerideler diye bile- beğimiz, mevkut risalelerde intişare başladı. Hatta “ tenkit,, kelimesini ilk defa olarak irat eden, eğer yanılmı yorsam, Namık Kemal olmuştur. Şu kadar var ki onun ve hemfikirlerinin
tenkitleri hemen lıemen münhasıran eski edebiyatı hırpalamak ve asrın zevkini “ edebiyatı cedide,, dedikleri
kalem hüriyetine ısındırmak maksadı nı gözetirdi. Bu hareket fazla tarafki- rane bir meslek mücadelesi olduğuna göre tenkidin zamanımızda tanılan evsafını cami değildi. Maamafiyh mu hiti tenvir emrinde büyük tesiri mu hakkak olduğu gibi bize Recai zade merhumun ve hususiyle büyük Hâmi- din lâymut isimleri ile yüksek kıymet lerini tenıttığı için meşkûrumuz olmak icap eder,
Filvaki evvelen “ İçli kız,, ve “ Sab- ru sebat,, gibi mensur tiyatroları, ve biraz sonra manzum “ Sahra,, sı ile Abdulha Hâmidin genç dahaeti gözle rini edebiyatımızı açarken Namık K e mal bu yeni doğan zekâ harikasını zekâ harikalarına vergi bir nufuz nazar la keşfederek bu parlak doğumu bü tün vatana müjdeliyor. İşte Hâmidin memleketimizde tenkit ile ilk müna sebeti bu tantanalı takdir oldu.
Bizde tenkidin bu başlangıç dev resine, yedi asırlık divan edebiyatına karşı açılmış, bir cenk safhası diyecek olursak onu takip eden manzarasına biç tereddütsüz bir vodovil perdesi de meliyiz? Bir vodovil, bir irtica vodo- vili, edebiyatımızın garba dönmüş yü zünü Acemistana iade niyeti ile oyna nan bir vodvil... Zira şimdi tenkidi “ Tercüman hakikat „ gazetesinde mu allim Nâciııin eline düşmüş buluyo ruz. Bu zat etrafına topladığı şeyh Vasfi, Abdülkerim Sabit, Harputlu Hayri gibi bugün adları unutulmuş bir kaç gazelci ile bir nevi irtica çetesi teşkil etmişti. Bunların hedefi her gün
bir başka ahenk ile Nacinin sıfatını alkışlayarak Abdüllıak Hamit gibi gar bın feyaz edebiyatına tevcih etmiş ze kâları halk nazarında kıymetten dü şürmekti. Dillerinde ve kalemlerinde varsa Naci, yoksa Naci idi. Onları dinlerken Afrikalı Darfor sultanının menadilerinini hatırlamamak mümkün değildi: Avrupalı bir seyyahın hikâye sine nazaran o zenci sultan her gezin tiye çıkışında önüne bir menadiler sa fı tebiye eder ve onlara mütemadi yen haykırtırmış;
— Manda budur; halis manda, cet- becet manda, manda oğlu manda bu dur. Öteki sultanlar olsalar olsalar ö- küz olabilirler; fakat manda ancak budur; bundan başka manda yoktur!
Muallimin avenesi de her günkü ııidalarile tekrar ederlerdi ki memle ketin bir tek şairi vardı; o da Naci idi? Naci şairdi, halis şair, cetbecet şair, anadan doğma şair, şair oğlu şa irdi? Ondan başka şair yoktu; öteki- kiler olsalar olsalar müteşair olabilirlerdi. Bir taraftan reklamın bu tannan davulla rı, kudümleri, ıuazlıarları, darbukala rı, diinbelekleri, çifte naaraları gün- biirderken bütün Naci yardakları bü yük Hamidin hurdebinî zilleleriııe karşı birer azgın ve şık, ve bilâkis o- nun güneş kadar nuraııî meziyyetleri huzurunda gözlerine kara su inmiş bir köstebek kesilirlerdi. Biri “ na kâfi,, sözünü fırsat ittihaz ederek o muaz zam dahiyi teclıil eder, öteki zekâsı nın yetişemediği güzelliklere lıamiüe rastgeldikçe tehzil eder, ve bu kaba lık orkestirasma Nacide:
Divanece sözlermi demektir ede biyat!
Gibi tarizli mısralarile sanki şeşlik ederdi.
Doğrusu şu idi ki san’atta Hamidin dili ve mezhebi onların mezhebi ve dili değildi. Büyük şairin yeni şivesi- onlarca bu memleketin şivesi ola mazdı. Onlar onu kısmen anlıyamıyor- lar, anladıkları kadarını da anlamaz görünmekte ısrar ediyorlardı. Zira Naci bu memlekete garbın feyyaz aydınlığı na getiren şiir güneşini lıerne bahasına olursa olsun söndürmeğe karar ver mişti. Bilhassa bundan naşidir ki her defa Nacinin adı zikredildikçe merhum Süleyman Nazif; “edebiyatın çerkes Haşanı,, demekte kusur etmezdi.
Naci nazarında tenkit pirelerin her sıçrayışta katettikleri mesafeleri ölç meğe benzer bir takım hurda hüner lerdi: Meselâ ah, ne kadar çekilecek; ördekle kaz mukafa mı değil midir; za- im üstünmü, esremi, yoksa ötremi okunacak gibi şeyler, bu zavallı vası talarla Hamidi batırmak hülyasında idi. Bunların ancak istihkara liyakati olabilirdi. Fakat malumdirki dünya nın her yerinde halkın bir büyük kısmı sabahleyin gazetelerde okuduk larını öğlene kadar benimser ve ak şam üstü kendi fikirleri imiş gibi sar- federler. Bu. cihet akıl kanunuma muvafık bir harekettir; onların dıma - ğını düşünmek ve cümle aramak kül fetlerinden kurtarır. Bunun için Na cinin tenkitlerde iğfal edilenler dür- binin yüzü ile Naciye, tersiyle hamide bakmak maluliyetine oğrıyorlardı. Bu meş um ceryaua karşı garbın yüksek liğini anlayan veya hiç olmassa hisse den gençlik galeyan etmekte gecikme di. İbııirreşat Ali Ferruh, Abdülhaliııı — 123
Memdulı, ve diğer hemfikirlerimiz Re- cai zade Ekremin etrafında toplanarak coşkun bir taarruz fırkası teşkil ettik: Onlar Naciyi göklere çıkarup Ekremi ve Hâmidi batırmağa çalışmıyorlar mı idi? Bizim proğramımizda şu olmuştu: Onların yazdıklarının taban tabana zıddını neşretmek... Hâmidi ve Ekre mi bulutların fevkine yerleştirmek ve Naciyiyerin yedinci katına düşürmek. Gençliğimizi ve gençliğe mahsus atak lığı siper tutarak itiraf edeceğim ki bu garip mücadele biraz kebapçıların reklâm yarışına dönmüştü. İzah ede yim: 93 mulıarebasinde oğradığımız hezimetten sonra İstanbulu dolduran Tuna ve Rumelii Şarki mahacırlarm- dan bazıları Salkım söğütle Eminönü arasında bir hayli kebapçı dükkânları dizdiler: İlk açılan dükkân: “ meşhur köfteci Ruscuklu Ali usta,, yaftasile süslendi; ikinci dükkânı açan daha parlak bir yafta bulmak mecburiyeti ni hissetti: “ İstanbulun en meşhur köftecisi vidinli Şevki usta,, yaftasını buldu. Üçüncüsü onları bastırmak için dükkânına : “ Rumelinin en meşhur kebapçısı Tatar Pazarcıklı Veli usta,, yaftasını yapıştırdı. Uikkat buyuru- luyorya, meşhurluk sahası gittikçe ge nişliyordu. Dördüncüsü : “ Türkiyenin en meşhur kebapçısı Eilibeli Hayri usta,, dedi. Beşincisi hepsinden usta çıkmak ümidi ile: “ dünyanın en meş hur köftecisi Pilevneli Nuri usta,, yaf tasını icat etti. Öyle zan olunurki ar tık bundan daha yukarı çıkmak müm kün değildir.
Halbuki altıncı kebapçı, galiba hep sinden şeytan olacak, şu yaftayı bul masın mı: “ Bu caddenin en meşhur ke
bapçısı Burgazlı Şevket usta!,, Naci ta raftarları ile bizim aramızdaki müca dele de böyle bir yaygara davası idi: Kim daha yüksek bağırabilirse hakkı nı ispat etmiş olacaktı. Galiba gençlik gırtlağının bir liitfu alacak: Siyasî ta biri ile nehai zafer bize müyesser ol du... Dedim ya. bu muallim Naciniıı tenkitleri meselesi bütün bir vodbildir. Şimdi perdeyi indirerek ciddiyet sa dedine avdet edelim.
Nacinin zımnen Hamit beyefendiye istinat ettiği şey zevk sekameti idi. Na ci bilmiyor değildi ki bütün şiir, bü tün edebiyat ve hatta bütün san’at son merhalede bir zevk meselesine müncer olur, Herhangi bir sanatkârı zevk selâ metinden tecrit edelim; Elinden salta nat asası istirdat edilmiş Abdülhamide döner. Hakikatte Abdülhakamidin ta biri caizse müttehit ve müteşebis bir zevki vardır. Onun zevki islâfın asır larca işlediği yoldan ayrılamayan pısı rık âmillerinden değildir. Ben o zev ke “İbda,, ın velut unsuru diyeceğim ki san’at tarihinde bütün yüksek dâhi lerin müşterek meziyeti olmuştur. Na ci buuu anlayamamakta mazurdu. B u nun için meselâ «Makber,, deki: Akre bimi yedim yılanımı yuttum!,, mısraı- na takılup kalarak o emsalsiz mersiye abidesinin güzelliği tatmaktan mabruni kalıyordu.
San’at gibi zevkte uzun bir aristok rasi malısuludur. İstanbulun en ince muhitinde doğmuş ve bütün kibarlık anaııaları içinde nefaset nuru ile besle yerek büyümüş Hamit şüphe yok ki etrafından en mümtaz zevk terbiyesi ni almıştı.
Diğer eilıetten Abdülhakamidin şe-_ 124 —
harları meselâ eski Yunan neşideleri yahut bizim halk destanlarımız gibi ammenin zevkini okşamak için ibda edilmiş değillerdir, onlar tercihen şa ir dimağlara lezzet vadeden ince ve yüksek fikir ve his cilveleridir. Hâmit in zevki bilhassa etraftan çekiniyor: Her şah eserini ayrı bir saıı’at kalı bından dökmüştür, diyebilirim, hatta “ M akber,,, “ Ölü,, ve bunlar on seri gibi bediaları bile ayni aziz hatıraya hitap eden mersiyeler oldukları halde san’at itibarile hemen hiç benzeşmezler.
Namık Kemalden ziyade yenilik tarafdarı olduğu halde Hamit bey ga riptir, maziye karşı Namık Kemal kadar sert değildir. Eskileri özürleri ile beraber mülâhaza eder ve geçmiş asırların hakikaten büyük şairlerini pek samimî olarak büyük tanır. Ma mafih parlak san’at asırlarının hiç şekil değiştirmeksizin parlak bir san ’at asrı doğuramı^acaklarını bilir. Zira bilir ki eski büyükler eski bediî yol ları muzafferen baştan başa kaddetmiş bulunuyorlar ve bilir ki o eski vadi lerde islafımızla rekabet yahut onlara tefevvuk hülya ı yalnız hürmete değil basirete de menafidir. Onun için mu azzam üstadımız emsalsiz dahaetiııi daima kudemanın “rehinarefte,, dedik leri muhaddis ve bâkir çığırlarda imal etti. Üstadı azamımızca şair, ilhamını lıem dimağından, hem yüreğinden, hem de etrafından alır; zira şiir yalnız heyecanda değil, yüksek felsefelerde, ve dilsiz tabiatta da keşfolunabilir. Kâinatın güzellikleri gibi hissiyatın ve zekânın müşterek derinliği de şiir ile temastadır.
Hamit Beyefendi edebiyatta
haki-TREN
Çelikten bir kasırga Saplandı yalçın dağa GögSünü yumrukladı. Kesilmez nefesiyle4 Ufku yırtan sesiyle Dört bucağı yokladı. Hasret erir denizinde, Kaybolmayan izinde “ Vuslat,, m şekli vardır. Yolların uzunluğu, Trenin dik soluğu Acı bir inkisardır...
Suzi Can
katın bile şairane olmasına taraftar his olunuyor. ( )nce şairin hakikati hakikatlar müvacehesinde kendi gön lünü titreten şiirdir ve şair için gaye ancak lıerşeyi kendi zekâsından süze rek şiire kalp etmektir.... Hamidin ne bir mısraı, ne bir satır nesri gös terilemez ki şiir ile dolu olmasın, işte Naci devrini takip eden “ Serveti Fü- nun,, edebiyatının Hamit lıakkındaki tenkidi de budur. İlâve edeyim ki bizi takip eden ve edecek nesillerin onu derin anlayarak bizim tanıdığımızdan dalıa yüksek tanıyacaklarında da şüphe etmiyorum.
— 125 —