• Sonuç bulunamadı

3306 numaralı nüfus defterinin transkripsiyonu ve değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "3306 numaralı nüfus defterinin transkripsiyonu ve değerlendirilmesi"

Copied!
138
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

3306 NUMARALI NÜFUS DEFTERİNİN TRANSKRİPSİYONU

VE DEĞERLENDİRMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Hazırlayan Kafiye KAYMAK

Tez Danışmanı

Dr. Öğr Üyesi Ruhi ÖZCAN

(2)
(3)
(4)
(5)

i ÖZET

Osmanlı Devleti tarihine yönelik araştırma yapılırken başvurulacak yazılı arşiv kaynakları içerisinde Nüfus Defterleri önemli bir yer tutmaktadır. Nüfus defterlerinde beşeri unsurlar, zaman ve mekân birlikteliği bir arada yer aldığı için demografik özelliklerin ve şehir tarihinin aydınlatılması bakımından önemli bir kaynak olma özelliğine sahiptir. Ancak Osmanlı Devleti’nde gerçek anlamda ilk nüfus sayımı, II. Mahmud zamanında yapılmıştır. Daha önce yapılan sayımlar daha çok vergi mükelleflerini belirlemek amacıyla yapıldığından, nüfus tespiti açısından yetersiz kalmıştır. Dolayısıyla XIX. yüzyılın başlarında yapılan nüfus sayımında; özellikle askere alımlar için Müslümanlar, vergiler için de gayr-i Müslimlerin kayıtları tutulmuştur. Bununla birlikte vergi ve asker alımlarının yanı sıra devlet, aşiretleri kontrol altında tutmak için konar-göçerlerin de nüfus kayıtlarının tutulması uygulamasına gitmiştir. Genel olarak göç ettikleri güzergâh üzerinde yakın oldukları köy ve kasabaya bağlı olarak nüfusa kayıt edilen aşiretler, zamanla yerleşik düzene geçmeye teşvik edilmiştir. Devlet, ülke içerisinde aşiretleri yerleştirirken genellikle hal ve hareketlerinden yola çıkarak ya toplu, ya da küçük gruplar halinde dağınık iskân ettirmiştir. Nitekim çalışmamızda; 1845-1846 yıllarında Konya Vilayeti dâhilinde iskân ettirilen aşiretlerin nüfus kayıtlarını ihtiva eden 3306 Numaralı Nüfus Defteri’nden yola çıkarak bu aşiretlerin kimler olduğu, hane ve nüfus sayısı, fiziksel özellikleri, sosyal ve ekonomik durumları tespit edilmiş ve bu bilgiler çerçevesinde bazı değerlendirmeler yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler

(6)

ii ABSTRACT

EVALUATION AND TRANSCRIPTION OF NUMBER 3306 POPULATİON REJISTRIES (H. 1260 / M. 1845-1846)

Population Records have an important place among the written archives sources to be applied for research on the history of Ottoman Empire. Since human elements, time and space coexist in the population registers, it is an important resource in terms of demographic characteristics and the history of the city. However, the fırst real census in the Ottoman Empire was made during II. Mammud’s time. As the previous censuses were mostly made to determine the taxpayers, they were insufficient in terms of population determination. Therefore, in the census held at the beginning of the XIX. century; records of Muslims, especially for recruitment, and non-Muslims for taxes were kept. However, in addition to tax and military purchases, the state has also applied to keep the population records of the nomads in order to keep the tribes under control. In general, the tribes registered to the population depending on the village and town they are close to on the route they migrated were encouraged to settle in time. When the tribes were settled within the country, the state generally settled either in groups or in small groups, based on their situation and movements.

In this census, especialy muslim for getting military, for taxpayers not only muslims but olso non-muslims records were kept. In fact, in our study; based on the population Registry Number 3306, which contains the population records of the tribes settled in the Konya Province in 1845-1846, the identities of these tribes, the number of households and population, their physical characteristics, social and economic conditions were determined and some evaluations were made within the framework of this information.

Key Words

(7)

iii ÖNSÖZ

Siyasi ve sosyal tarih alanında yapılan çalışmalar toplumun sosyal, kültürel siyasi ekonomik ve idari yapılarının ortaya çıkmasında katkıda bulunmaktadır. Toplumun en önemli unsuru ise toplumu oluşturan nüfustur. Nüfus sayımları insanların sayı , meslek sağlık ve iş durumunu belirlemekte en önemli kaynaktır. Nüfus kayıtlarına göre isimler, lakaplar, meslekler, kişilerin özür durumları, doğum ölüm oranları , asker durumları yer isimleri gibi pek çok alanda bilgi edinmemizi sağlar. Bu nedenle pek çok devlet nüfus sayımlarına ihtiyaç duymuştur.

Osmanlı Devleti'nde, teşkilatlanmanın başladığı andan itibaren özellikle vergi mükellefi olan ve askerlik çağında bulunan insanları belirlemek için nüfus sayımları yapılmıştır. Başlangıçta tımar sistemiyle bağlantılı olarak yapılan bu sayımlar XVIII. yüzyıl boyunca bu şekilde devam etmiştir. 1826'ya gelindiğinde ise Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla, yeni kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adı verilen orduya alınacak asker miktarının tespiti amacıyla yeni bir nüfus sayımı gerekli görülmüştür. İlk olarak 1828-1829 yıllarında bir nüfus sayımı yapıldıysa da, bu sayım tamamlanamamıştır. Bununla birlikte gerçek anlamda Osmanlı Devleti’nde ilk nüfus sayımı II. Mahmud döneminde, 1830-1831 yılları arasında yapıldığı bilinmekte olup; bu yıllardaki sayımdan sonra ülkede düzenli bir şekilde nüfus sayımları gerçekleştirilmiştir.

Nüfus defterleri; bir bölgenin demografik unsurlarının yanı sıra sosyo-kültürel ve ekonomik yapısının tespit edilmesi için öncelikle başvurulması gereken önemli bir kaynağı teşkil etmektedir. Nitekim bu alanda yapılacak çalışmalara yardımcı olması maksadıyla tez çalışmamızda, 3306 Numaralı Nüfus Defteri’nden faydalanılarak Konya Vilayeti dâhilinde olup çeşitli mahalle, köy ve kazalara yerleştirilen ve 1845-1846 yıllarında kayıtlara geçen aşiretler ile ilgili sosyo-ekonomik ve kültürel bazı değerlendirmeler yapılacaktır.

Bu defterin çevrilmesinde karşımıza çıkan zorluklar ise mahalle isimlerinin okunmasında veya şuan ki yerlerinin belirlenmesinde yaşanmıştır , aşiretlerin bazı kayıtlarda nüfusunun nereye göç ettiği veya nerden göçerek geldiği defterde yazmaması veya tespit edilememesi ile karşılaşılmıştır bu gibi durumlarda tereddüt yaşanan yerlerde (…) ile belirtilmiştir.

Araştırmamızda , esas itibarıyla 3306 Numaralı Nüfus Defteri’nin transkripsiyon ve değerlendirmesi olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümde, nüfus ve öneminden bahsedilmiş ilk bölümde aşiretler tespit edilip daha sonra bu aşiretlere mensup halkın hane ve

(8)

iv nüfus miktarı, aşiretlerin iktisadi ve idari yapısından bahsedilmiştir, ikinci bölümde ise aşiretlerin demografik yapıları; kullandıkları isim, lakap ve unvanlar, yaş ve fiziksel özellikleri ile göç hareketleri; tablo ve grafikler halinde gösterilmiş ve bunlar üzerinden bazı değerlendirmeler yapılmıştır. Araştırmamızın üçüncü kısmında ise defterin tamamının transkripsiyonuna yer verilmiştir. Aynı zamanda ekler kısmı da oluşturulmuştur.

Çalışma sürecimde bana yol gösteren ve desteğini esirgemeyen değerli danışman hocam Dr.Ögr Üyesi Ruhi ÖZCAN’a, çalışma sürecimde bana destek veren arkadaşım İrem GÜRBÜZ’e, ayrıca maddi ve manevi olarak her daim yanımda olan aileme çok teşekkür ederim.

Kafiye KAYMAK Konya 2019

(9)

v İÇİNDEKİLER ÖZET ... i ABSTRACT ... ii ÖNSÖZ ... iii KISALTMALAR ... vii GİRİŞ ... 1 I.BÖLÜM ... 9

3306 NUMARALI AŞİRETLERİN SOSYAL VE EKONOMİK YAPISI ... 9

A. Konar-göçerlerin iktisadi durumu ... 16

B.Konar-Göçerlerin İdari yapısı ... 17

II.BÖLÜM ... 19

3306 NUMARALI NÜFUS DEFTERİNDEKİ AŞİRETLERİN DEMOGRAFİK YAPISI ... 19

A. İsim, Lakap ve Unvanlar ... 19

1. Şahıs İsimleri ... 19 2. Lakaplar ve Unvanlar ... 21 B. Fiziksel Özellikleri ... 23 1. Boy Özellikleri ... 23 2. Sakal Özellikleri ... 24 3. Bıyık Özellikleri ... 26 C. Yaş Özellikleri ... 27 D. Aile Yapısı ... 31 E. Nüfus Hareketleri ... 32 F. Askerde Olanlar ... 33 III.BÖLÜM ... 36

3306 NUMARALI NUFÜS DEFTERİNİN TRANSKRİPSİYONU ... 36

SONUÇ ... 121

(10)

vi 1. Arşiv Kaynakları ... 123 2. Tetkik Eserler ... 123 EKLER ... 126

(11)

vii KISALTMALAR

age. : Adı geçen eser agm. : Adı geçen makale Bkz. : Bakınız

BOA : Başkanlık Osmanlı Arşivi

C. : Cilt

çev. : Çeviren

H. : Hicrî

Haz. : Hazırlayan

İA. : İslam Ansiklopedisi

M. : Miladî

No. : Numara

s. : Sayfa

S. : Sayı

S.Ü. : Selçuk Üniversitesi

TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

vr. : Varak

(12)

1 GİRİŞ

Nüfus; Arapça “nefs” kelimesinin çoğulu olan nüfus “nefis, ruh, can, hayat” anlamına gelmekte olup, terim olarak daha çok bir coğrafyada yaşayan insanları ifade etmektedir1.

Nüfus olgusu, ilk çağlardan beri bir araştırma konusu olmuştur. Çünkü insanoğlu, nüfus artışının sebeplerini, bunun şartlarını ve sahip oldukları imkânları nasıl etkileyeceğini öğrenmek istemiştir. Bununla birlikte geçmişten günümüze bitmeyen savaşlar ve bu savaşların yol açtığı insan kayıpları da, daha fazla sağlıklı nüfus ihtiyacını ortaya çıkarmıştır2.

Çünkü nüfus, sosyo-ekonomik bakımdan bir toplumun kalkınmasına tesir eden en büyük faktörlerden birisidir. Bir toplumda nüfusun artıp azalması ile nüfus ve üretim ilişkisi savaşların ve tarihi olayların bazen sebepleri, bazen de sonuçları arasında yer alır3. Tarihte ilk

kez hane kayıtlarının tutulmasıyla birlikte başlayan nüfus hizmetleri, M.Ö. II. yüzyıla gidecek kadar çok eski bir geçmişe sahiptir. Yüzyıllar boyunca ülkeler doğum, ölüm ve evlenme gibi nüfus olaylarını ve nüfus hareketlerini, genel olarak askerlik ve vergi toplama gayesi ile kayıt altına almaya çalışmışlardır. Önemli bir kamu hizmeti olarak sürekli var olan ve mahiyeti gelişen nüfus hizmetleri, günümüzde toplumun tanınması, kamu hizmetlerinin etkin ve verimli olarak sunulması, eğitimden sağlığa kadar birçok sektöre veri sağlanması, nüfus hareketlerinin izlenmesi ve kimlik kartı benzeri uygulamalarla kişilerin gerçek kimliklerinin doğrulanması gibi birçok alana yayılmış bulunmaktadır4.

Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde de, devletin ihtiyaçlarına göre nüfus sayımları yapılmıştır. Yapılan bu nüfus sayımlarının amacı ise devlete toplanacak asker ve vergi oranlarını belirtmektedir5. Dolayısıyla hane ve erkek nüfusu üzerine yoğunlaşan bu

sayımlarda kadınlara yer verilmemiştir. Modern anlamda dünyadaki nüfus sayımlarının ilki 1790 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştirilmiştir. Bunu 1801 yılında Fransa ve Britanya’da yapılan nüfus sayımları takip etmektedir. Yine modern anlamda Osmanlı’daki nüfus hizmetleriyle ilgili köklü çalışmalar ise 1831 yılında başlamıştır. Yani XVIII. yüzyılın sonlarında Amerika’da, XIX. yüzyılın başlarında da Avrupa’da geçekleştirilen modern

1 Nebi Bozkurt, “Nüfus”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXXIII, İstanbul 2007, s. 4.

2 Zehra Yazak, XIX. Yüzyılında Adranos Nüfusu (H-1246 / M-1831 Tarihli 1377 Numaralı Nüfus Defterinin Değerlendirmesi), Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Eskişehir 2018, s. 25.

3 Alaattin Aköz, “1831 Nüfus Sayımına Göre Doğanhisar’ın Demografik Yapısı”, I. Ulusal Doğanhisar ve Çevresi Tarih Kültür ve Turizm Sempozyumu Bildirileri, Konya 2012, s. 15.

4 Hüseyin Muşmal Müjgân Şahinkaya, “1844 Tarihli Nüfus Sayımına Göre Beyşehir Kazası”, Turkish Studies -International Periodical For The Languages, Literature and History of Tukish or Turkic-, Volume 10/1 Winter Ankara 2015, s. 483.

5 Orhan Çelik, “1833-34 Nüfus Sayımına Göre Doğanhisar Kazası Nüfus Özellikleri”, I. Ulusal Doğanhisar ve Çevresi Tarih Kültür ve Turizm Sempozyumu Bildirileri, Konya 2012, s. 130.

(13)

2 anlamdaki nüfus sayımları 30-40 yıl sonraya tekabül etmektedir. 1829 yılında İstanbul’da yapılan yerel nüfus sayımı yapılmış olsa da; bölgesel bir sayım olduğu için Osmanlı’da gerçekleştirilen 1831 genel nüfus sayımı, nüfus hizmetleri tarihi bakımından milat sayılmaktadır6.

Osmanlı Devleti'nde ilk genel nüfus sayımının H. 1246 (M. 1831) tarihinde, yani II. Mahmut zamanında yapılarak bu sayımda; Müslim ve gayr-i Müslim nüfusun ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Böylece II. Mahmut döneminde, 15-16 Haziran 1826 tarihlerinde kaldırılan Yeniçeri Ocağı'nın yerine yeni bir ordunun kurulması için asker alabileceği Müslüman erkek nüfusunu, diğer taraftan da ülke sınırlarını genişletmek için cizye alabileceği gayr-i Müslim nüfusunu tespit etme gayesi gütmüştür7. Dolayısıyla nüfus memurları, sayım yerlerine bizzat gelerek o bölgede bulunan erkek nüfusu tek tek huzuruna çağırmış ve muayene ederek, hazır ve mevcut olan insanları yaş, eşkâl ve lakaplarıyla birlikte kaydetmiştir. Askerlik, memuriyet, ticaret veya çeşitli nedenlerle gurbette olanlar varsa, bu şahısların kayıtlarını ise muhtar ve imamların ifadelerine göre nüfus defterine geçirmiştir. Buna ilaveten nüfus memuru herkesi yazdıktan sonra halka 8-10 günlük mühlet vererek unutulan veya yanlışlıkla yazılanlar varsa kayıtlarını yaptırmalarını, aksi takdirde nüfusu gizlemenin cezaya tabi olacağını belirtmişlerdir. Bu sebeple muhtar ve imamlar aralarında görüşerek ne kadar nüfus varsa hepsini memura bildirmişlerdir8. Bu sayımda sadece erkekler

kayıt altına alınmıştır. Çünkü bu nüfus sayımının en önemli özelliği, daha önce ifade edildiği gibi toprak ekimi amacıyla değil, asker ve vergi mükellefiyeti sayısını tespit etmek amacıyla yapılmış olmasıdır. Fakat o yıllarda her iki cinsin de birbirinden çok yakın olduğunu söylenebilir9.

Gerçekleştirilen bu nüfus sayımında; Müslümanlar on altı yaş, kırk yaş ve kırk yaşın üstü olarak sınıflandırılırken gayrimüslimler “cizyeye müstehak olan” ve “cizyeye müstehak

olmayan” olarak iki sınıfa ayrılmıştır. Bunlar da kendi içinde cizye miktarına göre “âlâ” (iyi),

“evsat” (orta), “edna”(kötü) olarak, cizyeye müstehak olmayanlar ise “ihtiyar” ve “amelmande” olarak nitelendirilmişlerdir. Yani vergi mükellefiyetlerinin durumu ve vergiden neden muaf olduklarının açıklamasına yer verilmiştir. On dört ile kırk yaş arasında istenilen kriterlere uygun olan Müslümanlar için “muvafık” anlamında “mim” ibaresi düşülmüştür. İlk

6 Muşmal, agm, s. 484. 7 Aköz, age., s. 18.

8 Erdal Hürol, 1831 Nüfus Sayımına Göre Pazarsuyu ve Akköy Kazaları Nüfusu, Ordu Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ordu 2017, s. 16.

9 Canan Sarıyar, Nüfus Sayımlarına göre Ilgın Kazası (1830-1844), Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler

(14)

3 sayım olması nedeniyle ortak bir prosedür izlenememiş, tutulan defterlerde bazı noktalarda farklılıklar görülmüştür10. 1831 nüfus sayımı sonuçlarına göre ülkede 4 milyona yakın erkek

nüfusunun yaşadığı tespit edilmiştir. Bunun 2,5 milyonu Anadolu'da, 1,5 milyonu ise Rumeli'de oturmaktadır. Rumeli'de oturan Müslüman nüfus, Hristiyan nüfusun 2 katı; Anadolu'da ise 5 katıdır. Yahudi, Fellah, Arap gibi gruplar bu toplama dâhil değildir11.

Osmanlı'da yapılan genel nüfus sayımı sadece 1831 sayımlarıyla sınırlı kalmamıştır. 1831 kayıtlarını adeta bir veri tabanı olarak kullanan Osmanlı Devleti, üç-beş yılda bir nüfus güncellemesi yaptırmıştır. Zamanla değişen koşullar, yeni getirilen düzenlemeler, yapılan bu ilk sayımın daha sonra ortaya çıkan eksik yönleri, ayrıca tam anlamıyla imparatorluktaki bireylerin tamamının sayıma tabi tutulmamış olması, sonraki dönemlerde yeni nüfus sayımlarının yapılmasını zorunlu kılmıştır. İlk nüfus sayımının ardından ikinci bir nüfus sayımı yapılmıştır. Fakat bu nüfus sayımı da öncekinden farklı olmamıştır. 1844 nüfus sayımı uzun yıllar sürmüş, 1851’de alınan yeni kararla bazı bölgelere sayım memurları atanmış ve 1857 yılında Kıbrıs’taki Müslüman nüfusun sayımı genişletilerek göçebelerin de sayılması kararlaştırılmış ve bu sayım 1861’de tamamlanmıştır. Osmanlı döneminin en kapsamlı sayımları 1885 ve 1907 yıllarında yapılan sayımlardır. Nüfusun yaşa, cinsiyete, doğum yerine, mesleğe, medenî duruma, etnik kökene ve cemaate göre dağılımlarını verebilen ilk ve son sayımlar bunlardır. Yapılan bu sayımlarda sadece bir nüfus sicili ve kütüğü oluşturmak için yapıldığından demografik kaygılar ağır basmıştır. Sonuç olarak Osmanlı'da yapılan nüfus sayımları, gerek savaşlar, gerek sayımların tüm imparatorluk sınırlarını kapsamayışı, sayımlarda cinsiyetin esas alınması gibi etkenler sayımların niteliğini etkileyen temel faktör olmuştur12.

Osmanlı Devleti'nde konar-göçerleri yani yaygın isim olarak aşiret ve cemaatleri daha iyi anlayabilmek için, Osmanlı cemiyet yapısı üzerinde kısa bir açıklama yapılacaktır13.

Uygarlıklar arasında yerleşim bölgelerine göre başlıca iki grup bulunmaktaydı; 1. Kentlerde, kasabalarda ve köylerde yaşayanlar, 2. Konar-göçerler. Her grubun ayrı hakları, ayrıcalıkları ve yükümlülükleri bulunurdu. Bir gruptan diğerine geçmek için resmi bir izin gerekliydi. Bu durum, tüm halkı defterdarlığın tapu-kadastro kayıtlarına geçirmek şartıyla mümkün

10 Yazak, age., s. 26. 11 Sarıyer, age., s. 10. 12 Muşmal, agm., s. 485.

(15)

4 olmuştur14. Konumuz gereği çalışmamızın bu bölümünde, konar-göçerler ile ilgili bilgilere

yer verilecektir.

Göçebe kelimesi esasen iki farklı anlamı içermektedir. Birincisi, değişik şartlara bağlı olarak belli bir yöre içinde çadırda yaşayan, hayvancılıkla uğraşan, yer değiştiren, yerleşik olmayan kimse veya topluluk anlamına gelirken; ikincisi ise mevsimlere göre ülke veya yer değiştiren kimse veya topluluk manasındadır. Birçok çalışmada göç ve konar-göçer kavramları üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmuş; konar-göçer, göçer obadan türediği ve bu nedenle göçer, oba-göçebe, göçebe olarak da adlandırılmıştır. Göçerler; bir yerde durmaksızın hem zaman, hem de mekân olarak hareket halindedirler. Hemen her zamanı farklı yerlerde geçirebildikleri gibi aynı yerde hem yaz, hem de kış aylarını da geçirebilmektedirler15.

Anadolu devralındığı zaman halkın önemli bir kısmı etnik bakımdan Türkmenlere mensup olan konar-göçenlerden meydana gelmekteydi. Bu göçebelerden Batı Anadolu'da bulunan bir kısmı, daha Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaya ve müsellem gibi adlarla da bilinen askeri organizasyonlar içerisinde yer almışlardı. Fetihlere paralel olarak devletin sevk ve idaresinde fethedilen Balkan topraklarına göç etmişler ve oralarda ya yerleşik bir hale gelmişler ya da bazı askeri organizasyonlar içerisinde yer almışlardır. Bu durum onların sosyal yapılarını kaybetmelerinde etkili olmuştur. Ancak Anadolu'da yaşayan ve özellikle Osmanlı idaresi ile daha çok çalışmaya başlayan hayat tarzlarını ve sosyal yapılarını uzun süre muhafaza etmişlerdir. Bu durum ister istemez sadece Osmanlı devletinin doğusundaki konar-göçerler üzerinde durmamıza sebep olmuştur16.

Konar-göçerler Osmanlı toplumunun en önemli unsurlarından birisidir. Anadolu'daki konar-göçerlerin hayat tarzlarını göçebe olarak tanımlamak doğru ve yeterli bir ifade olmamaktadır. Basit göçebe toplulukları devamlı yer değiştiren, ziraatı ve yerleşik hayatı bilmeyen, sosyal organizasyonları gelişmemiş sürüler halinde yaşayan gruplardır. Konar-göçerler ise ekonomik açıdan hayvancılıkla uğraşan, hayat tarzı bakımından yaylak ve kışlak alanları arasında hareket halinde olan gruplardır. Bunun yanı sıra tıpkı yerleşik halk gibi devletin idari mali ve hukuki organizasyonları içerisinde de yer almıştır. Kısaca konar-göçerler, göçebelik ile yerleşik hayat arasında bir ara yaşam tarzıdır. Bu nedenle Osmanlı

14 Atilla Canbolat, Hatay Türkmen Aşiretleri ve bu Aşiretlerin İskânı (18.ve 19. Yüzyıllar), Kahramanmaraş

Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü , (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kahramanmaraş 2006, s. 4.

15 Şeyda Büyükcan Sayılır, “Göçebelik, Konar-Göçerlik Meselesi ve Coğrafi Bakımdan Konar-Göçerlerin

Farklılaşması”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, C. XII, S. 1, s. 563-580.

(16)

5 belgelerinde göçerler ile ilgili olarak dikkat çeken önemli bir özellik, onlardan bahsedilirken sıklıkla “türkmen”, “yörük”, “konar-göçer”, “göçer”, “göçer-yörükler”, kün”,

“göç-küncü” ve “göçebe” gibi kavramların geçmiş olmasıdır17. Aslında Türkler, yerleşik hayata

yabancı değildir. Uç bölgelerinde bulunan Türklerin hepsinin göçebe olmadığını görmek mümkündür. Yaşadıkları hayat tarzına göre yaylak ve kışlak bölgelerin yanı sıra bölgeleri arasında sürekli hareket eden konar-göçerler genellikle hayvancılıkla uğraşmışlardır. Yaylak ve kışlak mahalleleri arasında hareket halinde olduklarından göçebe olarak adlandırılsalar da, bu husus yukarıda bahsettiğimiz üzere tam bir göçebelik değildir. Yazları yaylakta hayvanlarını otlatan aşiretler, kışında zirai faaliyetler ile meşgul olmuşlardır18.

Bu bilgiler doğrultusunda konar-göçerlerin iskânını ele almak gerekirse; geniş anlamda mevsimlerin seyrine uyarak yer değiştiren, yazın yaylaya çıkan, kışın ovaya yazlığa inen yarı göçebe grupların bir müddet için yerleşmeleri; insanların oturdukları çiftlik, köy, kasaba ve şehirleri geçici veya devamlı olmak üzere toplu ya da dağınık bir şekilde mesken tutmaları İskân Olayı olarak ele alınmaktadır.

İskân, devletlerin ekonomik ve idari meseleleri ile yakından ilgili olmasına ilaveten toplumu büyük oranda alakadar eden çeşitli milletlere mensup grupları içinde bulunduran bir toplumda; merkezi idarenin, kuvveti takip edeceği planlı bir iskân politikasına bulunmaktadır19. Bu sebeple iskân çeşitli şekillerde bünyesinde taşıdığı gibi metot

bakımından da değişik usuller halinde yürütülmüştür. XVI. ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı döneminde ise savaşlardan veya devlet otoritesinin taşrada zayıflamasından dolayı eşkıyadan bunalan kırsal halkın köylerini terk ederek göç etmesi ve konar-göçerliği devam ettiren aşiretlerin yaylak-kışlak kavgaları, ziraata müsait olan yerleşim yerlerinin terk edilmesi uzun yıllar sürecek olan aşiretlerin iskân politikasını yürürlüğe koymuştur20. Uzun süre

konar-göçer hayatı yaşayan Türk aşiretleri, yerleşik hayata geçmeleri kolayca ve kısa sürede gerçekleşmemiştir. Yerleşik hayata geçiş sürecinde yazları yaylaya, kışları da kışlaya yönelmişlerdir. Yazdan kışa hazırlık yapmak zor olsa da, onlar bunu daima gerçekleştirmeye gayret etmişlerdir. Yerleştikçe toprakla da hemhal olmaya başlamışlardır. Anadolu'ya gelinceye kadar çadırlar da yaşayan Avşar ve diğer Türkmen aşiretleri, Anadolu toprağına yerleştikten sonra dahi yine birkaç kez iskânla karşı karşıya kalmıştır. Ancak iskân hareketleri

17 Büyükcan Sayılır, agm., s. 568. 18 Büyükcan Sayılır, agm., s. 569.

19 Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi,

Ankara 2014, s. 1.

(17)

6 bilindiği üzere onları toprağa bağlamıştır. İskân ettikleri yerlerde kısa bir süre sonra maruz kaldıkları yeni bir iskân hareketi, onları topraktan soğutuyordu. Neticede devletin bu hususta tutumlu düzene girmesi ile birlikte Anadolu’da aşiretlerinin de düzenli bir şekilde toprağa yerleşmeleri gerçekleşmiştir21.

Nüfus hareketlerinin bir diğer adımını ise sürgün teşkil etmektedir. Tehcir ve zorunlu yerleştirme olayına sürgün adı verilmiştir. Bu yöntem kuruluş devrinde büyük ölçüde kullanılmış, devlet gerekli gördüğü zaman yükümlülüğü olmayan halk üzerinde yükümlülük koyduğu gibi onları icap eden yerlere yerleştirmek üzere göndermiştir. Her köy ve kasaba, büyüklüğüne göre on haneden bir veya iki hane olmak şartıyla sürgün çıkarmak mecburiyetinde kalırdı22. Konar-göçerler zamanla kurulu bulunan şehir veya köylerine

giderek oralarda yerleşik bir hayata geçmiştir. Devlet genellikle konar-göçerlerin hiç kimsenin yaşamadığı boş bir toprak parçasına, ormanlık bir araziye veya bataklık bir bölgeye sürgün ederek bu grupların orada yerleşip, yerleştikleri bölgeyi şenlendirmelerini amaçlamıştır. Konar-göçer guruplar ise bu durumu bazen resmi görevlerin tesiri altında, bazen de belirli görevler karşılığında vergiden muaf olmak için yapmışlardır. Tabi bunun için devlet tarafından birtakım teşvik edici tedbirler alınmıştır. Örneğin; 5 yıl aşar vergisinden muaf tutulmaları gerektiğine dair devletin verdiği araziler kayda değer bir husustur23.

Osmanlı Devleti, Anadolu'daki Türkmen aşiretleri iskâna tabi tutarken bulundukları köylerde yerleşik halkın arasında 3'er 5'er hane şeklinde yerleştirirdi. Buna ilaveten devlet, yeni köyler kurmak şartıyla toplu iskân uygulamalarına da yer vermiştir. Bu uygulama genellikle aşiretlerin devlete verdikleri güvenle ilişkili olarak değişiklik göstermiştir. Halkın huzur ve sükûnunu bozmadan işi ile meşgul olacağı anlaşılırsa, yeni köyler kurularak topluca iskân ettirilmiştir. Ancak rahat durmayacaklarına dair bir görüş var ise yoğunluk ve etkinliklerini kırmak maksadıyla gruplar halinde yerleştirmişlerdir24. Netice itibariyle Osmanlı Devleti'nde iskân politikası kapsamında, konar-göçerler Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmiştir. 3306 numaralı nüfus defterinde de bu durum açıkça görülmektedir. Nitekim burada 3306 numaralı nüfus defterine kaydedilen aşiretlere, nereden geldikleri ve hangi bölgelere yerleştirildiklerine, tipolojilerine; bunların yanı sıra sosyo-ekonomik durumlarına yer verilecektir.

21 İsmail Bozkurt, Anadolu Türk Aşiretleri, İstanbul 2010, s. 17.

22 Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, İstanbul 1969, s. 30. 23 Büyükcan Sayılır, agm., s. 569.

(18)

7 3306 numaralı nüfus defterinin değerlendirmesi ;Toplamda 60 sayfadan teşekkül eden 3306 Numaralı Nüfus Defteri’nin ilk sayfası boş bırakılmıştır. Ciltsiz ve ebrusuz olan bu defter, 20 cm * 55 cm ebatlarındadır. Defterin en üst kısmında, defter bilgi formu yer almakta olup burada “Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı” ifadesi ve sağ üst köşede ise yalnızca “2011” tarihi yer almaktadır. Muhtemelen burada geçen 2011 yılı, defterin dijital kopyalarının çekildiği veya tasnif edildiği zamanı belirtmektedir. Bu kısmın hemen aşağısında ve defter bilgi formu ibaresinin önünde “BDA-17-FR-10” ifadesi ve bunun alt kısmında da defterin numarasını belirten “KOD: NFS. d. Sıra Nu: 3306” ibaresi bulunmaktadır. Defter numarasının altında yer alan kısım “Orjinal Nu:” ise boş bırakılmıştır25. Bununla birlikte defterin üzerinde başlangıç

ve bitiş tarihlerini belirten bir kısım daha bulunmaktadır. Ancak başlangıç tarihi M. 7 Muharrem 1261 (H. 16 Ocak 1845) olarak verilmiş olup bitiş tarihine ise hiç yer verilmemiştir26.

3306 Numaralı Nüfus Defteri’ne aşiretlerin kayıt işlemi yapılırken kâtip tarafından sayfa numarası verilmediği anlaşılmakta olup defterin her varağının sağ ve sol üst köşelerine Arap rakamları ile yazılmak şartıyla sonradan sayfa numarası verilmiştir. İsimlerin sağ üst köşesinde sıra numarası, sol üst köşesine ise hane numarası verilerek her satıra 3 isim gelecek şekilde kişiler deftere kaydedilmiştir. Sayım yapılırken kişi ismi, hane ve sıra numaraları, yaşı, varsa görevi ve özel durumu belirterek kaydedilmiştir. Aynı zamanda bu kişilerin uzun, orta ve kısa boylu olup olmamaları ile sakal ve bıyık gibi fiziksel özelliklerine de yer verilmiştir. Köse ve sarı gibi özel betimlemeler kullanılmış kişiler ise baba ismi veya lapları ile yazılmış; bunun dışında üvey oğlu, hafidi yani torunu, damadı, kayın babası, yeğeni gibi akrabalık bağlarına da yer verilmiştir. Her bir kişinin yaşı mutlaka isminin altında “Sini” ifadesiydi verilmiş; fakat yazım esnasında yanlışlıklar yapılmış olması, unutulmuş veya zamanla silinmiş olması gibi nedenlerle her bir kişinin yaşını tespit etmek mümkün değildir27. Deftere kayıt edilenler nüfus yaşlarına göre üç gruba ayrılarak yazılmıştır. Çocuk (sağir), yaşlı (Müsinn), güçlü-kuvvetli (Tüvânâ) ve sakalı-bıyığı yeni çıkmış (Şab-ı emred, ter bıyıklı) gibi ifadelerle deftere kayıt edilen kişilerin yaş grupları açısından sağir 1-14, tüvânâ 15-41, müsinn ise 40 ve üzerindeki yaş sınıfını kapsamaktadır. Nitekim genel yaş ortalaması hakkında bilgi edinmemize yardımcı olan bu ifadelerin yanı sıra nüfus sayımı kayıtlarının incelenmesi;

25 Ayr. Bkz. Ek 1.

26 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri Başkanlığı, Başkanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Nüfus Defteri (NFS. d.),

No: 3306.

27 Erdal Hürol, 1831 Nüfus Sayımına Göre Pazarsuyu ve Akköy Kazaları Nüfusu, Ordu Üniversitesi, Sosyal

(19)

8 göçebe ve yerleşik nüfusu, askeri hizmette bulunanları, vergi yükümlüleri, kişilerin tipolojisi ve nüfus hareketleri gibi daha birçok hususta da bize önemli ipuçları vermektedir28.

(20)

9 I.BÖLÜM

3306 NUMARALI AŞİRETLERİN SOSYAL VE EKONOMİK YAPISI

Osmanlı Devleti, bozulmaya başlayan askerî, siyasî ve malî sistemden en çok konar-göçerlerin etkilenmesi ve dolaylı olarak da toplum huzurunun bozulması sebebiyle sistemi düzenlemek ve Yörükler ile Türkmenleri toprağa bağlamak, onları kayıt altına almak amacıyla iskân politikası uygulamıştır. Konar-göçer grupların yerleşik düzene geçirilmelerinin bir başka sebebi ise; köylüler ile konar-göçerler arasında meydana gelen çatışmaların artması, Yörük aşiretlerinin hareket alanlarının tarıma açılması ile hayvancılık alanlarının daralması ve bu durumun sürülerin azalmasına neden olması, yani geçim sıkıntısı çekmeye başlamalarıdır. Bu duruma bağlı olarak da aşiretler geçimlerini; yol kesme, gasp, soygun ve yağma faaliyetlerinden sağlamaya çalışmaktadırlar. Çetelere katılarak bu gibi çeşitli adli olayların artmasına mahal veren aşiretler, toplum huzurunu bozarak reayanın göç etmesine, ülke içerisindeki üretimin azalmasına ve birçok yönden devletin sıkıntı çekmesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla devlet bu durumu kontrol altında tutmak için konar-göçer aşiretleri iskâna zorlamıştır. Devlet genel olarak Anadolu’daki Türkmen aşiretlerini iskâna tabi tutarken ya köylerdeki yerleşik halkın arasına üçer beşer hane şeklinde, ya da boş olan köylere yeni yerleşim yerleri kurarak toplu göç ettirmiştir. Bu uygulama, aşiretlerin devlete verdikleri güvenle doğrudan ilişkili olmuştur. Yani güven veren ve halkın huzurunu bozmayacağı düşünülen aşiretler yeni köyler kurularak topluca iskân ettirilmiştir. Güven vermeyen, yani halkın huzurunu bozan, herhangi bir eşkıyalık ve yağma faaliyetlerinde bulunan aşiretler ise yoğunluklarını ve güçlerini kırmak maksadıyla küçük gruplar halinde veya üçer beşer hane olmak üzere köylere dağıtılmıştır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin aşiretler üzerine uyguladığı bu politika elimizdeki defterde adı geçen aşiretlerin göç ve iskân hareketlerinde de aynı şekilde görülmektedir29.

3306 Numaralı Nüfus Defteri’ne göre Cihanbeyli, Kara Yusuf, Şavane, Sarıkeçeli, Rısvan / Rişvan, Hatunoğlu, Saçı Karalı ve Horzum olmak üzere büyüklü küçüklü 8 aşiret bulunmaktadır. Bu aşiretler, Anadolu Türkler tarafından fethedildikten sonra yoğun bir Türk göçüne sahne olmuştur. Türkler buraya boy ve aşiretler halinde gelerek bazı bölgeleri yurt edinmişlerdir. Bu aşiretlerden biri olan Rısvan / Rişvan Aşireti, Malatya ile Maraş arasındaki

29 Büyükcan Sayılır, agm., s. 566; Suavi Aydın – Murat Yağcı, “Sarıkeçililerin “Eşkıyalığı” ve Konya Delibaş

(21)

10 sahada yayılıp kışlayan konar-göçer grupları oluşturmaktadır. Rısvan / Rişvan Aşireti, çeşitli nedenlerle zaman içerisinde göçebeliği terk ederek bazı bölgelere yerleştirilmişlerdir. Rısvan / Rişvan Aşiretleri’nin bulundukları Zülkadiye Eyaleti’nin sınırları dışına çıktıkları ve talihi süreç içerisinde iskân ve benzeri nedenlerle Anadolu’da Halep’ten Kastamonu’ya, Antalya’dan İzmir’e kadar olan sahalarda yayılılp kışladıkları bilinmektedir. Sonuç olarak adı geçen aşiret XVI. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar Türkiye’nin dört bir tarafına yayıldığı görülmektedir. Nitekim güney, orta ve batı Anadolu ile Trakya’da, Malatya, Adıyaman, Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay, Ankara ve Konya gibi birçok ilimizde Rısvan / Rişvan Aşireti mensuplarının mevcudiyeti söz konusudur30.

Defterde bahsedilen bir diğer aşiret ise Sarıkeçililer’dir. Bu aşiret bilindiği üzere günümüzde “son göçerler” veya “son göçenler” olarak adlandırılan bir Yörük topluluğudur. Sarıkeçili Yörükleri için Karaman’ın kuzeyindeki Karadağ ve çevresinin özel bir önemi bulunmaktadır. Ancak bu bölgeden göç etmelerine neden olan bazı olaylar gelişmiştir. Bunlardan en önemlisi bu bölgede yaşayan muhacirlerle ilgili sıkıntılardır. Bundan dolayı yine Konya Vilayeti dâhilinde bulunan Hatunsaray başta olmak üzere çeşitli yerlere göç ettirilmiştir31.Saçı Karalı / Saçı Karalu’lar ise Türkmen taifesinden olup yerleşim yerleri Teke

ve Aydın Sancakları’ndadır32. Hatunoğlu aşiretide Yörük Taifesinden olup Yerleşim yeri

Adana Sancağı’dır33.

Defterden edindiğimiz bilgilere göre köy ve mahallelere toplu veya dağınık halde yerleştirilen aşiretlerden Cihanbeyli 6, Kara Yusuf 19, Sarıkeçeli 39, Rısvan / Rişvan 57, Hatunoğlu 58 ve Saçı Karalı 65 haneden teşekkül ettiği bilinmektedir. Bununla birlikte Ilgın Kazası’nda iskân ettirilen Saçı Karalı ve Şavane aşiretleri ile Akşehir ve Ilgın kazalarındaki Sarıkeçeli ve Horzum aşiretlerinin toplam hane sayısına yer verildiğinden, bu aşiretlerin tam olarak kaç haneden oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Buna rağmen 1845 yılı itibariyle toplamda 392 hane olarak ikamet etmekte olduğunu bildiğimiz bu 8 aşiretten tahminen en küçüğü Cihanbeyli aşireti iken, en büyük aşiretini ise Saçı Karalı oluşturmaktaydı34. Ayrıca

yaşadıkları köy ve mahallelere göre hane sayısına ulaştığımız aşiretlerden Hatunoğlu ve Rısvan / Rişvan aşiretleri daha küçük gruplar halinde yani köy ve mahallelere dağıtılarak

30 Faruk Söylemez, “Rısvan / Rişvan Aşireti’nin Cemaat, Şahıs ve Yer Adları Üzerine Bir Değerlendirme”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. I, S. 12, s. 43-44; Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Cemaat ve Aşiretler, İşaret Yayınları, İstanbul 2001, s. 125.

31 Aydın - Yağcı, agm., s. 65; Türkay, age., s. 560. 32 Türkay, age., s. 126.

33 Türkay, age., s. 352. 34 Ayr. Bkz. Tablo 1.

(22)

11 yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Bunların yanı sıra en kalabalık aşiretlerden biri olan Saçı Karalı Aşireti ise Doğanhisar ve Ilgın kazaları ile Arafa (Gülşehir’e bağlı) ve Karapınar köyleri olmak üzere dört farklı yere iskân ettirilmiştir. Muhtemelen bu durum devlet ve toplum açısından tehdit oluşturan birer aşiret olmalarıyla ilişkilidir35.

Toplamda 392 hane olduğunu tespit ettiğimiz aşiretlerin, deftere kayıtlı erkek nüfusu 1.189 kişidir. Ömer Lütfi Barkan’a göre bir hanenin ortalama beş kişiden oluştuğu varsayılmaktadır. Buna rağmen ortalama nüfus hesaplanırken kadın sayısının, erkek sayısına eşit olduğu görüşü de benimsenmekte ve erkek nüfusu iki ile çarpılarak nüfus sayısı hesaplanmaktadır36. Bu doğrultuda hane sayısını beş ile çarptığımızda 1.960 kişilik bir nüfus

elde ederken; erkek nüfusunu iki ile çarptığımızda 2.378 sonucuna varmaktayız. Eşi veya ebeveynleri ölen, ayrıca erkek çocuk sahibi olmayan kadınların bulunma ihtimali olmakla birlikte bu kadınların hane reisi olarak nüfusa kayıt edilmedikleri de göz önüne alınırsa; tahmini nüfus sayısının 2.000-2.500 civarında olduğunu söylemek mümkündür37.

Tablo 1: 1845 yılında aşiretlerin bulundukları mahalle ve köylerdeki hane sayısını belirten tablodur.

Aşiret Adı Mahalle / Köy Günümüzde Bağlı Oluğu İl ve İlçe

Hane Sayısı

Saçı Karalı Arafa Köyü Konya ,Akşehir 15

Aşireti Kara Yusuf Karye-i Kader Tabi Kaza-i Akşehir Konya, Akşehir 19 Saçı Karalı Karye-i Karapınar'a Tabi Kaza-i Karye

İshaklu (Nam-ı Diğer Dayımoğlu)

Konya, Karapınar; Mersin, Gülnar

10

Sarıkeçeli Karye-i Tabi Kaza-i İshak Konya, 39

Saçı Karalı Mahalle-i Kaza-i Doğanhisar Konya, Doğanhisar 40

Hatunoğlu Azarı Mahalle-i Konya, Akşehir 7

Karye-i Karahüyük Konya, Akören 3

Karye-i İlyas Ankara, Polatlı 3

Karye-i Gürnek - 2

Karye-i Absarı Konya, Akşehir 2

35 Bu hususla ilgili olarak Yusuf Halaçoğlu, Valide Sultan hassına dâhil Rısvan / Rişvan aşiretlerinden bir grup

kişinin eşkıyalık faaliyetlerinde bulunduğu için bu kişilerin çeşitli yerlere yerleştirildiğinden bahsetmektedir. Nitekim 3306 numaralı nüfus defterinde karşılaştığımız Rısvan / Rişvan Aşireti’nin de bu sebeplerle küçük gruplar şeklinde ve dağınık bir halde köy ve mahallelere yerleştirildiği düşünülebilir. Hallaçoğlu, age., s. 140; Büyükcan Sayılır, agm., s. 571; Aydın – Yağcı, agm., s. 63.

36 Nejat Göyünç, “Hâne”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XV, İstanbul 1997, s. 552-553; Nejat Göyünç,

“Hâne Deyimi Hakkında”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 32, 1979, s. 331-334; Mehmet Özçelik, 19. Yüzyılın Ortalarında Belviran Kazası, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2019, s. 26.

(23)

12

Karye-i Milyas Konya, Akşehir 4

Karye-i Kürd - 7

Karye-i Karabulut Konya, Akşehir 3

Karye-i Maruf Çankırı, Kargun 2

Karye-i Develi Konya, Meram 2

Karye-i Çiftlik Konya, Ahırlı 5

Karye-i Kırca Konya, Akşehir 3

Beyşehir Sancağı Hatunoğlu Aşireti

Mahalle-i Argıt Konya, Akşehir 3

Mahalle-i Ak Konya, Sile 3

Mahalle-i Turgut Konya, Yunak 2

Mahalle-i Karaca - 3

Mahalle-i İskân Konya, Selçuklu 2

Mahalle-i Türkmen Konya, Ereğli 2

Sarıkeçeli ve Horzum Aşiretleri

Akşehir ve Ilgın Kazası Konya, Akşehir ve Ilgın 89 Aşiret-i Saçı Karalı

ve Şavane

Kaza-i Ilgın Konya, Ilgın 37

Şavane Aşireti Köseler Çorumi Konya, Karatay 25

Rısvan / Rişvan Aşireti

Kaza-i Ilgın Konya, Ilgın 4

Karye-i Tekeler Konya, Ilgın 9

Karye-i Şeyhü - 7

Karye-i Hisar Konya, Kulu 3

Karye-i Sadıklar Konya, Meram 4

Karye-i Hıdır Kaan Bey - 2

Karye-i Mahmud Hisarı Konya, Ilgın 3

Karye-i Evtasin/Evsin Konya , Selçuklu 1

Karye-i Yuvacık Konya, Meram 4

Karye-i Kösteren Konya,Ilgın 2

Karye-i Velili Konya ,Selcuklu 2

Karye-i Kaleköy Konya, Selçuklu 2

Karye-i Üveys - 3

Karye-i Ayaşlar Konya, Doğanhisar 2

Karye-i Köroğlu - 3

Cihanbeyli Aşireti Konya, Cihanbeyli 6

Defterde geçen 8 aşiretin tamamı XIX. yüzyılın ilk yarısında Konya Vilayeti dâhilinde yerleştirilmiştir. Günümüzde bunların çoğunluğu da Konya sınırları içerisindedir. Konya İli, Anadolu Yarımadası’nın 7 coğrafî bölgesinden biri olan İç Anadolu Bölgesi’nin güneyinde

(24)

13 yer almaktadır. Sınırları dâhilinde bulunan göller hariç yüzölçümü 38,257 km2’dir. Bu yüz

ölçümü ile Türkiye’nin en büyük ilidir. Konya iline bağlı 31 ilçe bulunmakta olup Meram, Selçuklu ve Karatay, Konya ilinin merkez ilçelerini oluşturmaktadır. Yeryüzü şekilleri açısından Konya’nın batı ve güney kesimleri genellikle dağlık ve engebelidir. Bunun dışında ise Konya’nın yüzey şekillerini ova ve platolar oluşturmaktadır. Yeryüzü şekillerinin sade olması, ulaşımın da genişlemesini sağlamıştır. Ankara-Konya, Isparta-Konya, Antalya-Konya, Mersin-Konya ve Adana-Konya olmak üzere beş önemli yolun kesiştiği bir merkezdedir. İl sınırları içerisinde en büyük ve en önemli akarsu, Çarşamba Suyu’dur. Kaynağını Bozkır İlçesi’nden alır ve Çumra Ovası’nı sular. Ayrıca Altınapa’dan gelen Meram Çayı’da bölge için önemli bir kaynaktır38.

Konya’da genel olarak ılıman-karasal iklim özellikleri hâkimdir. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. İklim özellikleri ve geniş ova-plato alanlarına sahip olmasına bağlı olarak tahıl tarımı ön plandadır. İkliminden dolayı bitki örtüsü cılız, otlar ve yer yer ormanlık alanlar oluşturmaktadır. Bozkır bitki örtüsünün olması küçükbaş hayvancılığın yaygın olmasını sağlamıştır39. Konya dışında ise aşiretler; Ankara, Çankırı, ve

Mersin gibi illerde iskân ettirilmiştir. Bununla birlikte Konya İli sınırları içerisine yerleştirilen aşiretler; Akören, Akşehir, Ahırlı, Cihanbeyli, Doğanhisar, Ereğli, Ilgın, Karatay, Kulu, Meram, Selçuklu, Sille ve Yunak gibi ilçelere dağıtılmıştır. Köy ve mahallelerin birkaçında isim değişikliği gerçekleşse de; genel itibariyle yerleşim yerlerinin isimleri aynı kalmıştır. Muhtemelen bazılarının nerede olduğuna da bu sebeple ulaşılamamıştır. Örneğin; Absarı Köyü’nün ismi yalnızca yazılış ve söyleniş olarak “Apsarı” şeklinde değişmiş olup XIX. yüzyılın ilk yarısında İçil’e bağlı olduğunu bildiğimiz İshaklı Köyü ise günümüzde “İshaklar” olarak değiştirilmiştir40. Bununla birlikte; ova ve platolar açısından zengin olan Konya bölgesi

aşiretlerin yerleşimleri ve geçim kaynaklarının temini için verimli bir alanı teşkil etmektedir. Nitekim göç güzergâhlarının tarım alanlarına açılması ve ekonomilerinde yaşadıkları büyük sıkıntılar, aşiretlerin verimli topraklara yerleştirilmesiyle önlenmemeye çalışılmıştır. Ancak, Ereğli ve Konya’nın kuzey kısımları gibi yerler daha dağlık ve yüksek alanları olduğu; netice itibari ile konar-göçerlerin eski yaşam tarzlarına uygun alanlara yerleştirildikleri de görülmektedir.

38 Mehmet Önder, Mevlâna Şehri Konya, Konya Turizm Derneği Yayınları, Ankara 1971, s. 3-5. 39 Önder, age., s. 6.

40 Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları (Alfabetik Sırayla), Başkanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,

(25)

14 Tablo 2: 1845 yılında aşiretlerin bulundukları mahalle ve köylerin günümüz yerleşim yerleri ve yerleşim yerlerinin günümüzdeki isimleri.

Mahalle / Köy Günümüzde Bağlı Oluğu İl ve İlçe Günümüzdeki Adı

Arafa Köyü Konya

,Akşehir

Arafa

Karye-i Kader Tabi Kaza-i Akşehir Konya,

Akşehir

Akşehir

Karye-i Karapınar'a Tabi Kaza-i Karye İshaklu (Nam-ı Diğer Dayımoğlu) Konya, Karapınar; Mersin, Gülnar İshaklılar

Karye-i Tabi Kaza-i İshak Konya, İshaklılar

Mahalle-i Kaza-i Doğanhisar Konya,

Doğanhisar

Doğanhisar

Azarı Mahalle-i Konya,

Akşehir

Azarı

Karye-i Karahüyük Konya,

Akören

Karahüyük

Karye-i İlyas Ankara,

Polatlı

İlyaslar

Karye-i Gürnek - Gürnek

Karye-i Absarı Konya,

Akşehir

Apsarı

Karye-i Milyas Konya,

Akşehir

Milyas

Karye-i Kürd - -

Karye-i Karabulut Konya,

Akşehir

Karabulut

Karye-i Maruf Çankırı,

Kargun

(26)

15

Karye-i Develi Konya,

Meram

Develi

Karye-i Çiftlik Konya,

Ahırlı

Çiftlik

Karye-i Kırca Konya,

Akşehir

Kırca

Mahalle-i Argıt Konya,

Akşehir

Argıthanı

Mahalle-i Ak Konya, Sile Ak

Mahalle-i Turgut Konya,

Yunak Turgut Mahalle-i Karaca - - Mahalle-i İskân Konya, Selçuklu İskan

Mahalle-i Türkmen Konya,

Ereğli

Türkmen

Akşehir ve Ilgın Kazası Konya,

Akşehir ve Ilgın

Ilgın

Kaza-i Ilgın Konya, Ilgın Ilgın

Köseler Çorumi Konya,

Karatay

Köseler Çorumi

Kaza-i Ilgın Konya, Ilgın Ilgın

Karye-i Tekeler Konya, Ilgın Teke

Karye-i Şeyhü - -

Karye-i Hisar Konya, Kulu Hisar

Karye-i Sadıklar Konya,

Meram

Sadıklar

Karye-i Hıdır Kaan Bey - -

Karye-i Mahmud Hisarı Konya, Ilgın Mahmud Hisarı

Karye-i Evtasin/Evsin Konya ,

Selçuklu

Evsin

(27)

16 Meram

Karye-i Kösteren Konya,Ilgın Kösteren

Karye-i Velili Konya

,Selcuklu

Velili

Karye-i Kaleköy Konya,

Selçuklu

Kaleköy

Karye-i Üveys - -

Karye-i Ayaşlar Konya,

Doğanhisar

Ayaşlar

Karye-i Köroğlu - -

Cihanbeyli Cihanbeyli

A. Konar-göçerlerin iktisadi durumu

Konar göçerlerin hayatlarının bir gereği olarak yaylak kışlak hareketine tabi oldukları ve yerleşik yerleri bulamadığı için tarımla uğraşmayıp genel geçim kaynakları hayvancılık ve çobanlık olmuştur.

Yaylak kışlak hareketlerinde tabi konar-göçer hayat tarzı ile meşgul olmaları onların tarım ile ilgilenmelerine engel ise de az da olsa kışlak ve yaylaklarındaki otlaklarında ve bir kısmın köylerde çiftçilik yapıyorlardı. Ama asıl geçim kaynakları hayvancılık ve çobanlık idi. Yazın yaylakta hayvancılık ile meşgul idiler. Fakat esas geçim kaynakları çobanlık yani idi sahip oldukları geniş sürüler koyun ,keçi ,deve ,at ve hatta katır ile Osmanlı İmparatorluğu'nun bazı bölgeleri için bu hususta duyulan ihtiyaçları gideriyorlar ve İstanbul et ihtiyacının bir kısmını konar-göçerlerden temin ediyordu. Bazıları özellikle koyunculuk ile şöhret bulmuşlardı. Osmanlı kara nakliyatının en önemli vasıtası at, deve ve katır teşkil ediyordu ki, bunların ticaret kervanlarından daha ziyade savaş zamanlarında mühimmat nakliyatın da kullanılan vasıtalardan olduğu için çok kıymetli idiler .Ordu ihtiyacını genellikle konar-göçer temin etmekteydi 41.

Türklerin en eski çağlara ait kaynak ve bulundular onların iktisadi faaliyetlerin içinde atın bir sırada yer aldığını göstermektedir. Türkler, büyük at sürülerinin birbirine karışmasını önlemek amacıyla damga vuruyorlardı. Bu damgalar aynı zamanda kabilelerin özel işaretiydi. Ancak atçılık doğurganlığı az üretim yavaş olması sebebiyle giderek önemini kaybedip yerini

(28)

17 koyun yetiştiriciliği ne bıraktı42. Özellikle koyun-keçi Türkmenler arasında çok yaygın bir

haldeydi. Bu ticareti bazen vasıtalı bazen de vasıtasız olarak kendileri yapıyorlardı. Karlı olan hayvan ticareti onlara büyük bir gelir sağlamaktaydı . Sahip oldukları hayvanlardan türlü yollarla yaralanma şekilleri vardı. Yoğurt ,yağ, peynir yapar ihtiyaçlarının fazlası kondukları yere yakın bir pazar da satarlar yahut başka bir ile takas ederlerdi.

Dokumacılık da gene bu hususta bütün ihtiyaçları kendileri temin ederlerdi. Bu sanat onlar arasında çok yaygındı koyun ve keçilerin yünlerinden yararlanıp imal ettikleri şeyler; halı ,çuval ,heybet ,kilimdi özelikle de bunlar arasında Türkmen kilimleri ve seccadeleri şöhretli idi43.

Konar-göçerler sefer halindeki ordunun et, süt ,peynir ,tereyağı gibi ihtiyaçlarını ücret karşılığında temin etmekle de yükümlüydüler. Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde debbağhanelerin hammadde kaynağını konar-göçerlerden temin edilirdi. Yün ve kök boyalı halı ve kilimler için şehirlerde önemli bir pazar durumundaydı Türkmen kilimleri sadece Anadolu'da değil aynı zamanda Avrupa'da da pek çok şehirde revaçta idi. Öte yandan konar-göçerler arasında avcı kuşlar yetiştiriciliği olduğu gibi yetiştirenler olduğu gibi Orman İşleri ile meşgul olan ve kereste üretenler, maden işletmeciliği ya da muhafızlığı yapanlar derbentlerin muhafazasında görev alanlarda bulunmaktaydı44.

Sonuç olarak konar-göçerlerin Ziraat da meşgul meşgul olmamalarına rağmen ihtiyaçları olan kısmına takas yoluyla karşılarlar ve hayvanlardan elde ettikleri ürünleri verip buğday ,un ,tahıl ürünleri aldıkları görülmektedir hayvancılıklarına uğraşmaları defterde de yer verilmiş ve defterde çoban ,sığır çobanı ,deve çobanı gibi mesleklere rastlanmıştır .

B.Konar-Göçerlerin İdari yapısı

İl yahut ulus ismi altında gruplanan konar-göçer halk, sırasıyla boy (aşiret), oymak(cemaat), oba(mahalle) bölümlerine ayrılmıştır. Boy ve oymakların başında bir bey bulunuyordu. Bir boya bey tayin olunana kişi o boyu oluşturan grupların başında bulunan kethüda ve ihtiyarların secimi ile bir şahsı boy beyi olarak kabul ettikleri hakkında kanaatleri açıklandıktan sonra hükümet tarafından onaylanırsa o şahsın tayin edildiğine dair beylik beratı verilirdi45.

42 Tufan Gündüz, “Konar Göçer”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXVI, İstanbul 2007, s. 161. 43 Orhonlu ,age,s.21.

44 Gündüz, age,s. 161. 45 Orhonlu ,age,s.14..

(29)

18 Konar-göçerler arasında geleneksel boy teşkilatı zamanla önemini yitirmiş olmakla beraber ,kabile ,aşiret veya cemaat, oymak oba yahut Mahalle gibi kan bağına dayanan sosyal örgütlenmeler bulunmaktaydı. Konar-göçer toplumlar merkezi hükümet adına idaresi statüsüne göre sancakbeyi ya da kadı tarafından yönetilmekte idi. Bu gibi idari birimler sancak veya kaza merkezi yoktu. Kadılar, konar-göçerlerin yaylakta veya kışlakta bulundukları sırada en yakın şehir veya kazalarda otururdu. Bazen de aşiretler arasında dolaşarak hukuki meseleleri yerine çözmeye çalışırdı.

Konar-göçerlerin vergi tahsili yerinde ve merkezde ulaştırılmasında sorumlu olan kişi ise Türkmen ağası diye bilinen voyvoda idi. Türkmen ağaları tahsil edilen vergilerden %25 yaklaşan pay alırdı. Konar-göçerlerin temel vergileri yaylak ve kışlak resmi ile adet-i ağnam idi. Ağnam vergisi xvı. yüzyılında iki koyuna bir akçe olarak tahsis ediliyordu. Salgın hastalıklar ,eşkıya baskınları gibi durumlar sebebiyle koyun sayıları ciddi azalma meydana gelmesi halinde aşiretleri müracaat üzerine vergi tahrirleri yeniden yapılıyordu46.

(30)

19 II.BÖLÜM

3306 NUMARALI NÜFUS DEFTERİNDEKİ AŞİRETLERİN DEMOGRAFİK YAPISI A. İsim, Lakap ve Unvanlar

1. Şahıs İsimleri

3306 nüfus defterindeki kayıtlı erkeklerin isimleri toplanarak yapılan hesaplamada toplam 1.189 erkek nüfusu tespit edilmiştir. Belirlenen erkek isimlerinden de, 38 kadar farklı erkek ismi kullanıldığı anlaşılmıştır. Aşirete mensup bu kişilerin isimleri üzerinden yaptığımız istatistiki değerlendirmelerde, erkek isimlerinin bazıları yoğun olarak kullanılırken bazılarının ise seyrek veya nadiren kullanıldığı görülmüştür. Nitekim elde ettiğimiz sonuçlara göre günümüzde de Anadolu’da en yaygın kullanım özelliğine sahip isimlerden biri olan Mehmet ismi en çok kullanılan isimdir. 217 defa yazıldığı görülen Mehmet isminden sonra en sık kullanılan isimler ise sırayla şu şekildedir: Mustafa 130, Ali 112, İbrahim 89, Osman 71, Hasan 67, Halil 64, Hüseyin 62, Musa 60, Ahmet 49, Süleyman 45, İsmail 37, Bekir 26, Veli 29, Yusuf 21, Ömer 22, Hamit 12, İsa 10, Ali 10, Kara 9, Abdurrahman 8, Abdullah 8, Ebubekir 5, Abidin 4, Güzel 3, Murat 2, Muhammed 2, İlyas 2 ve Abdulkadir 2 kez kullanılmıştır. Salih, Davud, Abdulcelil, Abdülhamit, Musab, Nasuh, Ramazan gibi bazı isimlere ise sadece birer kişi de rastlanmıştır47. Türk-İslam toplumlarında Hz. Muhammed’e olan bağlılık ve saygının bir ifadesi olarak Mehmet, Mustafa ve Muhammed isimleri hem günümüzde, hem de Osmanlı döneminde yaygın olarak görülmektedir. Ancak doğrudan Muhammed isminin çocuklara verilmesinin hoş karşılanmadığı durumlar da söz konusudur. Nitekim Mehmet ve Mustafa isimleri, en yaygın kullanıma sahip ilk isi isim iken Muhammed ismi ise nadir kullanılan isimler arasındadır48.

Tablo 3: 1845-46 yılında 3306’nolu defterde tespit edilen isimler ve kullanım sıklıklarını gösteren tablo.

İsim Adet İsim Adet

Mehmed 217 Abdullah 8

Mustafa 130 Ebu Bekir 5

Ali 112 Hamit 12

47Ayr. Bkz. Tablo 2; Grafik 1. 48 Özçelik, agm., s. 48.

(31)

20 İbrahim 89 Murad 3 Osman 71 Muhammed 2 Hasan 67 Salih 1 Halil 66 Abdulkadir 2 Hüseyin 62 Abdülkerim 2 Musa 60 Abidin 4 Ahmed 49 Kara 9 Süleyman 45 Davud 1 İsmail 37 Abdülcelil 1 Veli 29 Abdülhamit 1 Bekir 26 Güzel 3 Yusuf 21 Musab 1 Ömer 22 ilyas 2 İsa 10 Nasuh 1

Mehmed Ali 8 Ramazan 1

Abdurrahman 7 - -

TOPLAM: 1.189

Grafik 1: 1845-46 yılında 3306’nolu defterde kullanılan isimlerin grafiği.

0 50 100 150 200 250

(32)

21 2. Lakaplar ve Unvanlar

Soyadı kanunu kabul edilmeden önce ailelerin veya insanların pek çoğu çeşitli lakaplarla anılırdı. Bu lakapların bir kısmı nesilden nesile devam eden lakaplar iken bir kısmı ise kişilerin çeşitli özelliklerinden, hastalıklarından, özür, tip, hal, hareket ve mesleklerinden ileri gelirdi. İkinci türden lakaplar nesilden nesile aktarıldığı görülmemekle beraber çoğunlukla kişinin ölümüyle son bulur ve zamanla unutulurdu49. 1845-1846 yıllarına ait 3306

Numaralı Nüfus Defteri incelendiğinde ise burada yaşayan erkeklerin bazıların da çeşitli lakaplarla anıldığı anlaşılmaktadır. Nüfus defterine kayıt edilirken kişilerin kendisinden önce lakabı belirtilmiş ve bunlar genellikle “Molla Mehmet”50, “Hacı Mehmet”51 şeklinde

kaydedilmiştir.52 Eğer kaydedilen erkeğin ailesinin bir lakabı var ise aile veya sülalenin adı

kişinin baba adı ile birlikte “Dervişoğlu”53, “Köroğlu”54, “Seferoğlu”55 ve “Gözcüoğlu”56 gibi

sülalenin lakabını belirten ibarelerle de kaleme alınmışlardır.

Değerlendirme sonucunda ortaya çıkan aile isimleri ve lakaplar düşünüldüğünde birçok özellik dikkate alındığı görülür. Özellikle meslek, aile isimlerinin belirlenmesinde büyük rol oynamıştır. Kişi genellikle aile mesleğinin ismini ya da kendisinin icra ettiği mesleğin adını unvan olarak almıştır. “Çoban Veli”57 gibi ifadeler bu duruma örnek

verilebilir. Bunun yanı sıra unvan ve lakapların kullanımında dikkate alınan bir diğer faktör ise kişinin dini statüdür. “Molla”58 ve “Hacı”59 gibi ifadeler Osmanlı toplumunda en yaygın

kullanılan unvanlardır. Lakap almada bir diğer etken ise kişinin tipolojik özelliklerdir. Ayrıca Osmanlı Devleti'nde şahısları birbirinden ayırt etmek amacıyla fiziksel özelliklerine göre de lakaplar takılmıştır. Bu lakaplar incelendiğinde 1845-1846 yılları arasında aşiretlerin “Kara”60, “Kör”61, Tombul”62 ve “Topal”63 gibi çeşitli lakaplar kullandığı anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte 3306 Numaralı Nüfus Defteri’nde tespit edilen bu lakaplardan Hacı 15 ve

49 Özçelik, agm., s. 45; Mehmet Yılmaz, “Tanzimat Döneminde Yapılan Nüfus Sayımlarına Göre Kulu Köyü”, Kulu Sempozyumu Bildirileri, Konya 2012, s. 97.

50 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 12. 51 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 2. 52 Sarıyar, age., s. 36. 53 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 42-43. 54 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 42-43. 55 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 41. 56 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 42-43. 57 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 5. 58 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 12. 59 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 2. 60 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 52-53. 61 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 37 62 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 41. 63 BOA. NFS. d. No: 3306, s. 13.

(33)

22 Molla 4 kez kullanılmış olup; Kör, Çolak, Topal, Deveci ve Gökçe gibi diğer lakap ve unvanlar ise birer kez kullanılmıştır64.

Tablo 4: 1845-46 yılında 3306’nolu defterde kullanılan isimlerin tablosu.

Lakap ve Unvanlar Adet

Hacı 15 Molla 4 Kör 1 Çolak 1 Topal 1 Sığır Çobanı 1 Tana Çobanı 1 Deveci 1 Taze 1 Ağzı Kuzu 1 Sarı Oğlan 1 Kara 1 Kabak 1 Tombul 1 Tunaoğlu 1 Köroğlu 1 Dervişoğlu 1 Gözcüoğlu 1 Duacı 1 Gökçe 1

(34)

23 Grafik 2: 1845-46 yılında 3306’nolu defterde kullanılan lakapların grafiği.

B. Fiziksel Özellikleri

Nüfus defterlerinde kişilerin boy, sakal ve gibi özelliklerine yer verilerek bunların esmer veya sarışın olduklarına dair de bilgiler verilerek eşkâlleri tanımlanmaktadır. Fiziksel tanım yapılırken, defterlerde kişileri diğer insanlardan ayırt etmeye yarayan kalıp ifadeler kullanılmıştır. Yani insanların boyu ile ilgili unsurlar tanımlanırken kısa, orta veya uzun; sakal ve bıyık için ise ak, kara, kumral ve sarı gibi temel bazı unsurlar dile getirilmiştir. Özellikle defterlerdeki bilgiler yetişkinlerin boy, sakal ve bıyık gibi özelliklerini kabaca tanımlamış; yetişkin bir kişinin boyunun kısa, orta veya uzun ölçütlerden hangisine uyduğu ifade edildikten sonra sakalının ak, kara, kumral, az kumral, sarı veya köse tanımlarından hangilerine uygun olduğu belirtilmiştir. Kişi sakalsız ise bıyığının kara, kumral, sarı veya ter yani yeni çıkmaya başladığı ifade edilmiştir. Yetişkin olmayanların eşkâli tanımlanırken ise şab-ı emred ifadesi kullanılmıştır65.

1. Boy Özellikleri

Çalışmamızın asıl kaynağını oluşturan 3306 Nüfus Defteri’nde fiziksel özellikler adı altında kişinin boy uzunlukları, sakal ve bıyık türleri hakkında bilgi verilmeye çalışılmaktadır. Defter dâhilinde boy özelliklerine yer verilen 544 kişi değerlendirmeye alınmıştır. Bu veriler dikkate alındığında 49 kişinin kısa boylu olduğu (%9) , 171 kişinin (%31) orta boylu olduğu ve 324 kişinin (%60) ise uzun boylu olduğu anlaşılmaktadır. Uzun, orta ve kısa ölçütlerin ne

65 Muşmal - Şahinkaya, agm , s. 484.

15 4 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 0 2 4 6 8 10 12 14 16

(35)

24 olduğu, yani neye göre hesaplandığı kesin olarak bilinmese de; kaza dâhilinde yaşayan kişilerin büyük çoğunluğunun uzun boylu kişiler oluşturduğu görülmüştür66.

Grafik 3: 3306 Nüfus Defteri’ne Göre Aşiret Mensuplarının Boy Grafiği

Tablo 5: 3306 Nüfus Defteri’ne Göre Aşiret Mensuplarının Boy Tablosu

2. Sakal Özellikleri

Defterlerde kişileri tasvir etmek için kullanılan bir diğer özellik ise sakal çeşitleridir. Genellikle bunlar aksakallı, kara sakallı, kumral sakallı, sarı sakallı, köse sakallı veya sab-ı emred yani sakalı-bıyığı çıkmamış olarak tasniflendirilerek deftere kayıt edilmiştir. Deftere toplam 594 kişinin sakal özellikleri verilmiştir. Sakal türü belirtilen kişilerin içerisinde en fazla kara sakallı oluğu ve bunların sayılarının 175 kişiye ulaştığı tespit edilmiştir. Sakal 66 Bkz. Grafik 2; Tablo 4. Uzun Boylu 60% Orta Boylu 31% Kısa Boylu 9%

Boy Grupları Adet

Uzun Boylu 324

Orta Boylu 171

Kısa Boylu 49

(36)

25 özelliklerine yer verilen diğer kişilerden 140’ının kır sakallı, 110’unun şab-ı emred olduğu; bundan sonraki yoğunluk sıralamasının ise kumral sakallı (50 kişi), köse (28 kişi) olduğu belirlenmiştir67. Bu bilgilerden yola çıkarak aşiret mensuplarının kara sakallı olduğu

söylenebilir.

Grafik 4: 3306 Numaralı Nüfus Defteri’ne Göre Kişilerin Sakal Özelliklerini Gösteren Grafik

Tablo 6: 3306 Numaralı Nüfus Defteri’ne Göre Kişilerin Sakal Özelliklerini Gösteren Tablo

Sakal Grupları Adet

Ak Sakallı 80 Kır Sakallı 140 Kara Sakallı 175 Kumral Sakallı 50 Sarı Sakallı 28 Köse Sakallı 11 Şab-ı Emred 110 Toplam 594

67 Ayr. Bkz. Grafik 3; Tablo 5.

0 20 40 60 80 100 120 140 160 180 200

Ak Sakallı Kır Sakallı Kara Sakallı Kumral Sakallı

(37)

26 3. Bıyık Özellikleri

Fiziki özellikler hakkında bilgi verilen diğer bir husus ise bıyık çeşitleri olmuştur. Defterde sayısı en fazla yer alan bıyık çeşidi “ter bıyıklı” kişilerdir. Elde ettiğimiz verilerden 36 kişinin kara bıyıklı olduğu, 6 kişinin kumral, yine kişinin kır bıyıklı ve 3 kişinin ise sarı bıyıklı olduğu bilgisi kaydedilmiştir. Nitekim bütün bu verilerden yola çıkarak XIX. yüzyılın ilk yarısında genel olarak Konya Vilayeti dâhilinde yerleştirilen 8 aşiretin tipolojik özelliğinin uzun boylu, kara bıyıklı ve sakallı kişiler olduğunu söylemek mümkündür.

Grafik 5: 3306 Numaralı Nüfus Defteri’ne Göre Kişilerin Bıyık Özelliklerini Gösteren Grafik

Tablo 7: 3306 Numaralı Nüfus Defteri’ne Göre Kişilerin Bıyık Özelliklerini Gösteren Tablo

Bıyık Grupları Adet

Kara Bıyıklı 36 Kır Bıyıklı 6 Kumral Bıyıklı 6 Sarı Bıyıklı 3 Ter Bıyıklı 70 Toplam 121 0 10 20 30 40 50 60 70 80

(38)

27 C. Yaş Özellikleri

Nüfus defterlerinde erkeklerin, bebek, çocuk, genç, orta yaşlı ya da yaşlı fark etmeksizin herkesin isim, eşkâl ve meslek gibi malumatların altında, rakamlarla yaş bilgileri de kaydedilmektedir. 3306 Numaralı Nüfus Defteri’nden de kayıt edilmesi unutulmuş veya zamanla silinmiş olanlar hariç kişilerin yaş bilgilerine ulaşabilmektedir. Dolayısıyla bu bilgiler, aşiretlerin yaş ortalaması hakkında bilgi sahibi olmamıza yardımcı olmaktadır.68Genellikle nüfus defterlerinde çocuk (Sabi), genç (Tüvânâ) ve yaşlı (Musinn)

ibareleri yer almakta olup bu ifadeler yaş gruplarının tespitinde yardımcı bir rol oynamaktadır. Ancak 3306 Numaralı Nüfus Defteri’nde bu tabirlere rastlanmamaktadır. Buna rağmen şab-ı emred ve ter bıyıklı gibi ifadeler ile kişilerin yaşlarının kayıt edilmesi; kişileri, çocuk, yetişkin ve yaşlı olarak sınıflandırmamızı kolaylaştırmaktadır69. Aynı zamanda bu durum bize yaş

gruplarının fiziki özelliklere bağlı olduğunu da göstermektedir. Buna göre 15-18 yaş aralığındaki kişiler şab-ı emred, 18-25 yaş aralığındaki kişilere bıyıklı, 30-35 yaşlar üzerine kişiler ise genellikle sakallı olduğu görülmektedir70. Defter incelendiği zaman erkeklerin

yaşları göz önüne alındığında, en yaşlı kişinin 88 yaşında olup Teke Karyesi’ne mensup kısa boylu, aksakallı olarak tanımlanan Hüseyin oğlu İbrahim’den ibarettir. Yüzde olarak aşiretlerin yaş dağılımı 0-10 yaş %25, 11-30 yaş %36, 30-50 yaş %25 ve 50 yaş üstü grup da %14’lük bir kısmı oluşturmaktadır71. Dolayısıyla nüfusun çoğunluğu 0-30 yaş arasında

yoğunlaşmakta olup, genç ve dinamik bir nüfusun olduğu; buna karşın 30-40 yaş arasında bir kırılmanın bulunduğu ve bu yaş aralığındaki insanlarda ölüm oranının fazla olduğu görülmektedir. Bunun nedenini tam olarak tespit etmek mümkün değilse de, dönemin yaşam ve sağlık koşullarının buna sebep olduğu düşünülebilir. Bunlara ilaveten elimizdeki verilere göre aşiretlerde, 60 yaş üzeri kişiler daha az bir oranı kapsamakta; ayrıca aşiret üyeleri arasında 88 yaş üzeri kimse de bulunmamaktadır72. Dolayısıyla o dönem ortalama yaş

ömrünün günümüze oranla daha kısa olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu verilerden yola çıkarak varabileceğimiz sonuç; devletin asker ihtiyacını karşılayacağı genç nüfusu tespit etmeyi amaçladığı göz önünde bulundurulursa, devletin gayesine olumlu yönde bir cevap verdiği düşünülebilir73.

68Muşmal, age., s. 484.

69 Fuat Uçar, “1841 Sayımlarına Göre Doğanhisar Kazasında Nüfus ve Nüfus Yapısı”, I. Ulusal Doğanhisar ve Çevresi Tarih Kültür ve Turizm Sempozyumu Bildirileri, Konya 2012, s. 315.

70 Yazak, age., s. 26.

71 Ayr. Bkz. Grafik 3; Tablo 5. 72 Ayr. Bkz. Grafik 5; Tablo 7. 73 Özçelik, agm., s. 33-36.

Şekil

Tablo  1:  1845  yılında  aşiretlerin  bulundukları  mahalle  ve  köylerdeki  hane  sayısını  belirten tablodur
Tablo  3:  1845-46  yılında  3306’nolu  defterde  tespit  edilen  isimler  ve  kullanım  sıklıklarını gösteren tablo
Grafik 1: 1845-46 yılında 3306’nolu defterde kullanılan isimlerin grafiği.
Tablo 4: 1845-46 yılında 3306’nolu defterde kullanılan isimlerin tablosu.
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Tablo 30: 1845 Tarihli Nüfus Defterine Göre Diyarbakır’da Mütemekkin Olan Gayrimüslim Nüfusu. Tabloda görüldüğü gibi numara sayısı yani hanede bulunan ve sayıma dahil

Yalnız şunu belirtmeden geçemeyiz ki, Batının büyük şehirlerinde bugün bile turistik iş olarak yeniden yapılan bu türlü hamamlara, gene Satıhlar

Etkin olmayan kök hücrelerin sürekli uyarılması sonucunda zamanla kök hücre depolarının azaldığı, dolayısıyla da kasın kendini onarmak için kök hücreye

Her ne kadar meme kanseri, pankreas kanseri, tip II diyabet gibi baz› hastal›klar› da kolayca teflhis edebilecek yöntemlerin erken kan›tlar›- na ulafl›lm›fl olsa da

Hanede baba adı kayıtlı olmayan 2 veya 3 erkek kardeĢin bir arada yaĢadığı toplam 8 hane tespit edilmiĢ bunlar geniĢ aile statüsünde belirtilmiĢtir.3 hane

With the rapid growth and wider implementations in fields such as enforcement, surveillance, financial supervision, AI security, and risk management which this paper

DEMĠRCĠ Süleyman-Kazım KARTAL, 1834–35 Tarihli Karahisar-ı Develi (Yesilhisar) Ve Talas Kazâsı Müslim Nüfus Defteri İncelemesi, Basım aĢamasında 2014. DOĞRU, Halime; 1844

Terminal dönem kanser hastasına bakım veren eşlerin depresif duygulanım ve sosyal etkileşimde daha fazla değişim yaşamaları nedeni ile, hemşirelerin bu sorun alanlarına