• Sonuç bulunamadı

Antik Çağ'da Agora

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Antik Çağ'da Agora"

Copied!
136
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Yüksek Lisans Tezi Tarih Anabilim Dalı Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı

Hüseyin Tolga CANDUR

Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Murat ORHUN

Haziran 2019 DENİZLİ

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Öncelikle tez çalışmasının hazırlanma sürecinde danışmanlığımı yürüten, bilimsel anlamda her türlü desteği sağlayan, fikir ve yönlendirmeleriyle yanımda olan kıymetli hocam Dr. Öğr. Üyesi Murat ORHUN’a sonsuz teşekkür ve şükranlarımı sunarım. Çalışma boyunca yardımını esirgemeyen görüş ve önerileriyle bu çalışmanın son halini almasına katkıda bulunan değerli bilim insanı Prof. Dr. Yusuf KILIÇ’a teşekkür ederim. Lisans öğrenimimden itibaren her zaman yönlendirici ve eğitici yaklaşımıyla yanımda olan ve hazırladığım tezde de önemli katkıları bulunan değerli hocam Dr. Öğr. Üyesi Mustafa BİLGİN’e ne kadar teşekkür etsem azdır.

Lisans eğitimim sırasında Tripolis Antik Kenti kazısına stajer olarak almayı kabul eden ve sonrasında kazı ekibinin bir üyesi olmamı sağlayan, mesleğimde örnek aldığım değerli hocam Doç. Dr. Bahadır DUMAN’a, kütüphanesini açmasının yanı sıra dostluklarını da benden hiç esirgemeyen Tripolis Kazı Evi ekibine, antik dönem kentleşmesi üzerine uzmanlaşmış, bilgisi ile çalışmam süresince elindeki kaynak yayınları benimle paylaşan uzman arkeolog Arzu Deniz DUMAN’a ayrıca teşekkürlerimi sunarım.

Yüksek Lisans tez aşamasında yapmış olduğum Erasmus+ öğrenim hareketliliği programında, Universita Degli Studi Di Palermo’da, Palermo Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Kütüphanesi’nde (Universita Degli Studi di Palermo Archeologia e Storia Biblioteca) tüm olanaklardan yararlanmamı sağlayan ve iyi niyetiyle her zaman çözüm odaklı yaklaşımda bulunan saygıdeğer hocam Prof. Aureilo BURGIO’u da burada anmak isterim.

Son olarak ölmeden önce yapılacaklar listemin en üstünde yer alan arkeolog olma fikride dahil olmak üzere, hiçbir şey için geç olmadığını söyleyerek tüm hayatım boyunca maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen babam Turgay CANDUR, annem Suna CANDUR ve kardeşim Tayfun CANDUR başta olmak üzere tüm CANDUR ailesi fertlerine ayrı ayrı teşekkürü borç bilirim. Bu zorlu süreçte hep yanımda olan, ne zaman duraksasam beni yeniden isteklendiren, benimle gülüp, benimle ağlayan, hayatıma anlam katan ve aynı zamanda meslektaşım sevgili nişanlım Eylem ÖZDEMİR’e de minnettarlığımı bir kez daha buradan iletmek isterim.

(5)

ÖZET

ANTİK ÇAĞ’DA AGORA

CANDUR, Hüseyin Tolga

Yüksek Lisans Tezi, Tarih Anabilim Dalı Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Murat ORHUN

Haziran 2019, 133 sayfa

Tezimizde, antik kaynaklar, modern kaynaklar ve arkeolojik bulgular ışığında ''Antik Çağ’da Agora” konusu incelenmiştir. Helenlere özgü bir kavram olarak karşımıza çıkan agoranın kökenine inilerek gelişim süreci araştırılmış ve ilk ticari merkezlerden bahsedilmiştir. MÖ 7. yy ile MÖ 2. yy arasındaki süreçte özellikle Kıta Yunanistan ve Batı Anadolu’nun şehir devletlerinde görülen bu agora yapıları sadece pazar yeri işlevi görmediğinden diğer sosyal yaşam etkinliklerinin çeşitliliği, sınıflandırmalar yapılarak verilmiştir. Ayrıca tezin ana karşılaştırma kenti verilerin yoğunluğu sebebiyle antik dönem Atina’sı olarak seçilmiş ve bu bağlamda agoraların kent yaşantısındaki önemli rolünün tespiti sağlanmıştır. Söz konusu agora yapıları incelenirken Helen toplumunun idari, ekonomik, ticari, sosyal ve kültürel hayatlarına kısmen değinilmiştir.

(6)

ABSTRACT

AGORA IN ANTIQUITY

CANDUR, Hüseyin Tolga M. Se. Thesis is Department of History Thesis Administer: Asst. Prof. Murat ORHUN

June 2019, 133pages

In this thesis, in the light of ancient sources, modern sources and archaeological findings, the subject of ''Agora in Antiquity'' was examined. The Agora which one is a specific concept to the Hellenes were retracted, development process researched and mentioned to first commercial centers. During the period between the 7th century BC and the 2nd century BC, these agora structures, especially seen in the city states of the Continental Greece and Western Anatolia, were not only a market place, but other social life activities were given by classifications. The origins of the agora, which emerged as a concept unique to the Hellens, historical progress of “Agora” was studied and the first commercial centers were mentioned. Also, the main comparison city of the thesis was chosen as the ancient Athens because of the density of the data and in this context, the important role of agoras in urban life was determined. While examining these agora structures, the administrative, economic, commercial, social and cultural lives of the Hellenic society are mentioned in part.

(7)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ………..…….... i ÖZET ……….…..…. ii ABSTRACT………..………..….. iii İÇİNDEKİLER ………...………..…….. iv SİMGE VE KISALTMALAR DİZİNİ……….... vi GİRİŞ ……….……..……. 1

KURUMSAL BİLGİLER VE LİTERATÜR TARAMASI…………..…... 4

MATERYAL VE METOT……….……..………. 5

BİRİNCİ BÖLÜM AGORALARIN ORTAYA ÇIKIŞI 1.1. Kentleşme Süreci ve Ticaretin Gelişimi………...………... 6

1.2. Pazar Yeri Kavramı ve Tüccarlık………... 8

1.3. Batı Dünyasında Agoraların Kökeni ve İlk Örnekler………...…….. 14

1.4. Helen Kentleşme Süreci ve Gelişimi……..……… 19

İKİNCİ BÖLÜM ANTİK ÇAĞ AGORASININ TANIMI VE YAPISAL ÖZELLİKLERİ 2.1. Antik Çağ Agorasının Tanımı………... 24

2.2. Antik Kaynaklarda Agora………... 25

2.3. Agorayı Oluşturan Temel Unsurlar………... 30

2.4. Agorada Günlük Yaşam………... 39

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ANTİK ÇAĞ AGORALARININ KULLANIM ALANLARI 3.1. Yerel Pazar Yeri Olarak Agora………..………... 42

3.2. Ticaret Merkezi Olarak Agora………...……... 46

3.2.1. Agorada Köle Ticareti………...……... 49

3.2.2. Finans Merkezi Olarak Agora….………...……... 53

3.3. İhracat Limanı Olarak Agora....………... 56

3.4. Mahkeme Alanı Olarak Agora………... 61

3.4.1. Atina Agorası’nda Sosyal Dışlama Oylaması………... 62

3.5. Şenlik Alanı Olarak Agora………... 66

3.5.1. Agorada At Oyunları………... 69

3.6. Dini Alan Olarak Agora………... 70

3.7. Eğitim Alanı Olarak Agora………... 73

(8)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

AGORALARIN DENETİMİ VE DÜZEN GÖREVLİLERİ

4.1. Agoranomos...………... 81

4.2. Metronomos...………... 84

4.3. Tahıl Ticareti ve Tahıl Memurları.………... 85

4.4. İhracat Limanı Agorası Memurları…….………... 89

SONUÇ……… 91

KAYNAKLAR ………... 94

EKLER……… 106

(9)

SİMGE VE KISALTMALAR DİZİNİ

a.g.e. Adı Geçen Eser a.g.m. Adı Geçen Makale

AKT Ankara Kültepe Tabletleri I, II, III, AMM Anadolu Medeniyetleri Müzesi

AÜDTCF Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bkz. Bakınız

C. Cilt

çev. Çevirmen Dec. December

DTCF Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

ed. Editör

İ.Ü.E.F İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi MÖ Milattan Önce

MS Milattan Sonra

ODTÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi Res. Resim

S. Sayı

s. Sayfa

SBE Sosyal Bilimler Enstitüsü SBF Sosyal Bilimler Fakültesi

SDÜ FEF Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi T.C. Türkiye Cumhuriyeti

(10)

GİRİŞ

İnsanlık her zaman günümüzdeki gibi gelişmiş imkanlarla modern diyebileceğimiz dönemlerde yaşamamıştır. Bu aşamaya gelmek için çok uzun ve zorlu bir süreçten geçen insanoğlu belki de günümüzden 100-200 yıl sonra, şu an modern olarak gördüğü kendi kuşağının ne kadar geride kaldığını fark edecektir. Gelişim, ilerleme ve her zaman daha iyiyi arama şüphesiz ki hiç durmadan devam edecektir.

Mağarada ve ağaç tepelerinde kendilerini vahşi hayvanlardan ya da iklim şartlarından korumaya çalışarak hayatını sürdüren ilk insanlar, zihinsel ve fiziksel gelişiminin ilerlemesiyle farklı arayışlar içerisine girmiştir. Planlı avcılık, meyvelerin toplanması ve saklanması, kesme, delme gibi işlerde kullanacağı aletlerin uygun ham maddeler ile yeniden tasarlanması ve bu süreç doğrultusunda özgüveni yerine gelen insanoğlu artık göçebe hayattan vazgeçerek sabit bir mekânda yaşayabileceğini keşfetmiştir.

Her alanda teknolojik gelişimini ilerleterek Fırat ve Dicle Nehirleri arasında “Bereketli Hilal” olarak isimlendirilen bölgede ilk kentleşmeler görülmüştür. Childe’nin Neolitik Devrim diye isimlendirdiği bu dönem aslında insanlığın ehlileşerek bir düzen içerisine dahil olmasıdır. Bitkilerin kültüre alınarak tarımın geliştirilmesi, hayvanların evcilleştirilmesi, her işe özel profesyonel aletlerin üretilmesi, sulu aş kavramının ortaya çıkması ile birlikte çanak-çömlek kullanımı ve ilk ticari örneklerin değiş-tokuş ekonomisi ile birlikte ortaya çıkması Neolitik Devrim’in sonucunda olmuştur.

Neolitik Çağ ile başlayan kentleşme süreci küçük köylerin yanında Çatalhöyük gibi mega kentlerinde oluşmasına vesile olmuş ve her bölgede farklı özelliklerde karşımıza çıkmıştır. Kendi ekonomisini oluşturan bu topluluklar devlet olgusunu ortaya çıkaran temel faktörlerdendir. Devlet, insan, inanç ve ekonomi üçgeninde kurulmuş, belirli kurallar ile idari düzeni sağlanmış, toplu halde yaşayan ve ortak kültür birikimi olan insanların bütünüdür.

Kurulan ilk devletlerde inanç ve ekonomi iç içe geçmiştir. Üretimin artması ve her alanda uzman kişilerin çoğalması ile birlikte artı ürünler ekonominin en değerli varlıkları konumuna gelmiştir. Kralın ve rahip sınıfının halk tarafından devletteki en üst mertebe olarak görülmesi, ayrıca bu kişilere kutsiyette katarak ekonominin tek bir yerde idare edilmesine ön ayak olmuştur. Tapınaklarda ve saray avlularında biriktirilen üreticilerin fazla ürünleri yine aynı kurumlar tarafından kıtlık dönemlerinde yeniden halka dağıtılmış ya da kendi mal varlığı içerisinde değerlendirilmiştir. Mezopotamya medeniyetlerinde

(11)

karşılaşılan tapınak ekonomisi modeli Mısır medeniyeti içerisinde de farklı görevleri de olsa benzer işleyişe sahiptir. Anadolu toprakları göz önüne alındığında ise Hititlerde karşılaşılan saray ve tapınak yapılarının depolarında saklanan ürünler ile karşılaşırız. Yine Minos ve Miken sarayları da ürün fazlalarını kendi içerisinde toplayarak bir çeşit ekonomik düzen sağlamış ve yeniden dağıtım ekonomisinin Yunan kültürüne sıçramasındaki ilk örnekleri oluşturmuştur.

Minos ve Miken sarayları içerisinde yer alan geniş ve işlevsel avlular her yönden bazı ilkleri bünyesinde barındırmaktadır. Sarayda yaşayan kentin yönetici tabakası, bu alanlara sivil halkın girmesine izin verirken aynı zamanda kendi konuklarını ağırlar ya da kent mahkemesini burada kurarak farklı amaçlar için kullanabilirdi. Saraylar içerisinde kullanılan bu kamusal alanların Helen kentleşme sürecinde polis kavramının ortaya çıkması ile birlikte daha özgürce değişim gösterdiği görülmektedir.

Helen kentleşme süreci Kıta Yunanistan’da ve Batı Anadolu’da kent devletlerinin kurulması ile birlikte ilk aşamasını atlatırken kolonileşme sürecinin hızlanmasıyla zirve çağını yaşamıştır. Kent devleti ve polis kavramı tam olarak aynı anlama gelmiyor olsa da kamusal alanların kullanımı söz konusu olduğunda birbirleri ile aralarında fark kalmamaktadır.

Kent devletleri Arkaik, Klasik ve Helenistik Çağ süresince varlıklarını sürdürmüş, Roma İmparatorluğu’nun tüm bölgeye hâkim olması ile birlikte kentler kendi kendilerini yönetseler de bir mutlak güce bağlı olarak hareket etmişlerdir. Bu irili ufaklı sayıları binlerle ifade edilen polisler kendi kamusal düzenleri içerisinde gerek mimari açıdan gerekse işleyiş açısından kent içerisinde yapılar kurmuşlardır. Özellikle polislerin kent merkezlerinde oluşturdukları yapı bütünleri birbirleriyle ilişkilendirilerek insan popülasyonu açısından yoğunluğun buraya çekilmesi sağlanmıştır.

Helen kentleri için özellikle belirli tanrılara adanmış tapınaklar ya da o kentin en büyük tanrısının tapınağı, bouleuterionu (kent meclisi), hamamı, tiyatrosu, odeonu ve

agorası olmazsa olmazlardandır. Antik yazarlar bir yerleşimin polis olarak kabul edilmesi

için mutlaka bu unsurların işler şekilde kullanılması gerektiğinden bahseder. Kent için her biri farklı faaliyet alanlarına sahip iken agora en ilkel kullanım dönemlerinden itibaren en sık kullanıldığı döneme kadar neredeyse tüm unsurları içinde barındırmıştır.

Kent yaşantısı için agoranın önemi ve işlevi vazgeçilemeyecek düzeydedir.

Agora, bouleuterion yapısı olmadığı zamanlarda bir mahkeme alanı hatta bu yapı varken

bile halk mahkemelerinin kullanıldığı bir alan, müzik dinletileri için inşa edilen odeon yapısı olmadığı zamanlarda bir konser alanı, drama gösterilerinin ve şiir dinletilerinin

(12)

halkın en yoğun yaşadığı alanda sergilendiği bir tiyatro sahnesi, dini inançların kent yaşantısının merkezine yerleştirilerek, kente ulvi bir hava kazandırıldığı ve tüm bunların yanında asıl işleviyle bir ticaret merkezidir agora.

Polis yaşantısının tam kalbinde yer alan agora, farklı şekillerde karşımıza

çıkmaktadır. Küçük kentlerde tek bir agora yeterli olurken büyük kentlerde birden fazla

agora görülebilir ve bunlar işlevlerine göre devlet agorası, kutsal agora ya da liman agorası gibi isimlendirmelerle ayrılmaktadırlar. Özellikle Akdeniz’de görülen yaygın

gemi taşımacılığı ve güvenli ticari rotalarının oluşması, ithalat ve ihracat ürünlerinin kentler bazında tedarik edilmesini kolaylaştırmıştır. Bu bağlamda kara yoluyla kervanlar şeklinde kentlere taşınan ürünler, gelişen deniz ticareti sayesinde liman agoralarına aktarılarak polislerin ana kaynaklarından biri olmuştur.

Kent ticari hayatının en işlek noktası olan agoralar elbette ki ciddi düzenlemelere tabii olmalıydılar. Bu ticari düzeni ve ahlakı sağlamak yasalarla sabitlenmiş hükümleri uygulamakla görevli memurların işidir. Agoranomos ismi verilen oldukça yüksek yetkilere sahip kamu görevlileri kent ticaretindeki tüm işleyişten sorumluydular. Bunun dışında tahıl ticaretinden, liman ticaretinden ve bankacılıkla ilgili işlemleri denetleyen farklı kategorilerdeki memurlarda vardır.

(13)

KURAMSAL BİLGİLER VE LİTERATÜR TARAMASI

Günümüze gelene kadar araştırmacılar Antik Çağ ekonomisi, ticareti, siyaseti vb. konuları farklı alanlarda birçok kez tartışmıştır. Bu bağlamda aslında tartışılan konuların tam merkezinde yer alan agora kavramının irdelenmesi oldukça önem arz etmektedir. Hem toplumsal yaşamın hem siyasi hayatın hem de pazar ekonomisinin merkezinde yer alan agora kentin kalbine konumlanmıştır. Eğer Antik Çağ’ın sosyal, siyasi ve ticari yaşantısı tam olarak anlaşılsın isteniyorsa agoranın işlevi ve insanlara etkisi araştırılmalıdır. Karşımıza çıkan bu sebeplere ek olarak Türkçe kaynak açısından agoralar sosyal yönden incelenmeyip sadece arkeolojik veriler ışığında fiziki yönden incelenmiş olması bu çalışmayı yapmamızı gerekli kılmıştır.

Tez çalışmamız esnasında odak noktamız arkeolojik kazıların yüz yılı aşkın bir süredir devam ettiği ve antik yazarların da en çok bahsettiği mekanlardan olan Atina Agorası olmuştur. Böylece Antik Çağ yaşantısının en yoğun olduğu mekanların başında gelen agoranın hangi amaçlar için kullanıldığı saptanmaya çalışılmıştır. Atina Agorası kazı çalışmalarının kitap haline getirildiği yayınlar ve kazı ekibinin farklı üyelerinin Atina Agorası’nı anlatan diğer basılı eserleri, antik yazarların kitapları ile birlikte taranarak elde edilen veriler karşılaştırılmıştır. Tüm bunların ardından Batı Anadolu’da yer alan örnek alınabilecek bazı Helen kentlerindeki agoralarda mimari özellikleri açısından karşılaştırma yapılarak işlenmiştir.

Antik Çağ agorasının kökenine inilerek öncelikle nasıl bir süreçten geçtiği araştırılmış ve sonrasında sosyal yönden işlevleri tespit edilerek kendi içerisinde gruplandırılmıştır. Bununla birlikte agorada düzeni sağlayan yöneticilerin görevlerinin kapsama alanı tespit edilerek kent içerisindeki konumları belirlenmiştir.

Kısaca özetlemek gerekirse bu tez çalışmasının amacı Antik Çağ kentlerinin merkezinde yer alan meydanların hangi amaçlarla insanların hizmetine sunulduğu ve kent yaşantısı üzerindeki etkisini belirlemektir.

(14)

MATERYAL VE METOT

Tezin gelişim süreci iki aşamada gerçekleşmiştir. İlk aşama kütüphane çalışması olarak planlanmış ve yoğun bir literatür araştırması yapılmıştır. Konu ile ilgili son yayınların ve antik kaynakların taraması için İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitü Kütüphanesi başta olmak üzere, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Kütüphanesi, Pamukkale Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ve dijital ortamda yer alan üniversite kütüphanelerinden faydalanılmıştır. Ayrıca yüksek lisans tez aşamasında yapmış olduğum Erasmus+ öğrenim hareketliliği programında Palermo Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Kütüphanesi’nden de (Universita degli Studi di Palermo Archeologia e storia Biblioteca) faydalanılmıştır.

İkinci aşama ise tezin yazım sürecini kapsamaktadır. Bu süreçte ilk olarak Antik Çağ üzerine uzmanlaşmış olan araştırmacıların bilgilerine ve tavsiyelerine başvurularak çalışmanın farklı bakış açıları tarafından irdelenmesi sağlanmıştır. Sonrasında antik ve modern kaynakların incelenmesinin yanı sıra yabancı dilde yayınlanan makalelerin çevirisi yapılarak tezin yazım aşaması başlamıştır.

Yukarıda sıralanan bu çalışmaların ardından tezin ilk bölümünde kentleşme süreci ve ticari yaşantının gelişimi ile birlikte kent yaşantısının merkezinde yer alan agoraya doğru geçişin nasıl bir aşamada ilerlediği anlatılmak istenmiştir.

İkinci bölümde Antik Çağ agorasının tanımı yapılarak antik kaynaklarda nasıl bahsedildiği tespit edilmiş ve agoranın mimari açıdan bazı yapısal özellikleri sunulmuştur.

Üçüncü bölümde Antik Çağ agorasının çeşitli kullanım alanları belirlenerek Helen kentleri içerisinde sosyal yaşantıdaki önemi vurgulanmıştır.

Dördüncü bölümde agoranın denetimi ve düzeninden sorumlu çeşitli görevlilerin yetki alanları belirlenerek maddeler halinde işlenmiştir.

Son bölüm ise sonuç kısmı olup araştırılan kaynaklardan yola çıkılarak ulaşılan bilgi ve değerlendirmelere yer verilmiştir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

AGORALARIN ORTAYA ÇIKIŞI

1.1. Kentleşme Süreci ve Ticaretin Gelişimi

İlk insanlar, avladıkları hayvanların ya da topladıkları yemişlerin peşinden giderek yer değiştiren küçük topluluklar olarak mağarada ya da açık havada yaşamışlarıdır. Yerleşik düzene geçmiş köyleri, kırılabilecek çanak çömlekleri, profesyonel işleme yapacak aletleri olmamıştır1. İnsanlığın gördüğü son buzul çağının etkisinin azalmasıyla birlikte yaşanılan çevre hızla değişmeye başlamış ve bu değişim tüm insan türü için devrimsel yenilikler yaratmıştır2. Doğa ile etkin bir ortaklık içerisine giren insan için bu

gelişme ekonomik ve bilimsel bir devrimdir3. Childe’nin devrim olarak nitelendirdiği bu

dönemin adı Neolitik Çağ olup, getirdikleriyle çevrede yeterli oranda hatta üretim fazlası besin yetiştirilip, hayvanlar beslenmeye başlanmıştır. Üretimin yapıldığı ve sürülerin otlandığı yerlerin yakınlarında köyler kurulmuş, büyümüş ve gelişmiştir. Çoğalan nüfus ile birlikte doğa değişmeye, topraktan çanak çömlek yapılmaya, hayvan kılından elbise dikilmeye başlanmıştır. Bu uzmanlık alanlarının çeşitleri arttıkça tam gün çalışan ve zanaatkar olma yoluna giden insanların sayısı da artarak ticari bir aktive oluşmuştur4.

Yeni oluşan köylerin artması ve eski köylerin de büyümesi ile birlikte bir arada yaşanılabilmesi için yeni kuralların belirlenmesi gerekmiştir. Belirlenen bu kurallar ve toplumları bir düzen içerisine yerleştirme çabaları sonucunda kentleşme sürecine girilmeye başlanmıştır. MÖ IV. binyılda toplumun kültür yapısında ve ekonomik sisteminde meydana gelen köklü değişimler iki ana olay şeklinde özetlenebilir. Bir yanda Mezopotamya’da şehirler ortaya çıkar, diğer yanda devlet yapısı doğar. Şehir-kırsal bölge ilişkilerinde yeni bir düzeni gösteren kentleşme süreci, şehirler, küçük merkezler ve köylerden oluşan farklılaşmış bir yerleşim sistemi MÖ IV. binyılın ilk yarısından itibaren gözlemlenir. MÖ IV. binyılın ikinci yarısına geçildiğinde ise Güney Mezopotamya’da,

1 Robert J. Braidwood, Tarih Öncesi İnsanları, (çev. Bilgi Altınok), Arkeoloji ve Sanat Yayınları,

İstanbul 2008, s. 163.

2 Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan, (çev. Filiz Ofluoğlu), Varlık Yayınları, İstanbul 2001, s. 54. 3 Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu? (çev. Alaeddin Şenel-Mete Tunçay), Kırmızı Yayınları, İstanbul

2009, s. 63.

(16)

bu olguya büyük kentsel merkezlerin doğuşu ve gelişimi eşlik eder. Bu bağlamda şehirler siyasi ve dini gücün odak noktası haline gelir5.

Maden işletme, tekerlek, öküz arabası, yük eşeği ve yelkenli gemicilik yeni bir ekonomik örgütlenişin temelini oluşturmuştur. Bu sayede dönem insanları hem uzun mesafelere yolculuk yapabilmekte hem de yanlarında takas için kullanabilecekleri artı ürünleri taşıyabilmekteydiler6.

Mezopotamya kültürlerinden elde edilen veriler bize gösteriyor ki devletin ilk ekonomik şekli tapınak ekonomisiydi. Kentte üretilen tüm ürünler tanrılar için yapılmış büyük tapınak içerisinde toplanıyor ve buradan dağıtılıyordu. Seçkin sınıflar, anıtsal yapıların inşasında, seri üretim çanak çömlek yapımında, özellikle tarım ve hayvancılığa dayalı olanlar tercih ederek ekonomik kaynaklara el koyuyordu. Bu sayede tüm ticari faaliyetleri kontrol altına alabiliyorlardı.

Uruk Çağı’nda dini törenler için ayrılmış yapılar, yani tapınaklar, kentsel gelişimi canlandıran temel bir unsur olmuştur. Kentlerin dini yapılar çerçevesinde sosyal bakımdan gelişmesi başta bulunan hükümdara “rahip-kral” unvanını sağlamıştır7.

Sümerler’de kral tanrıların yeryüzündeki mülkünün koruyucusu ve onlar adına düzen sağlayan kişi olarak görülmüştür. Ayrıca tanrılar tarafından seçildiğine inanıldığı için başrahiplik görevini de sahiplenmiştir8.

Uruk Çağı’nın sona ermesi ile birlikte Mezopotamya’nın dört bir yanında yeni kentsel merkezler, kamusal, dini ve dindışı yapılar ortaya çıkar. Kralların yönetimindeki kentsel merkezler baştan tasarlanarak çeşitli kullanım amaçlarına göre şekil değiştirir. Örneğin tapınaklar eskisine nazaran daha az görkemli fakat şehrin merkezinde yer alır. Bu alanlarda gündelik ticaret, üretim ve ürünlerle el yapımı objelerin alım satım faaliyetleri gerçekleşir. Bu bağlamda tapınaklar kent dokusu içerisinde ekonomik bir yapı olarak karşımıza çıkar ve tapınağın çevresindeki duvarın hemen dışında, tapınak avlusunda yer alan hem kült hem de ticari ve ekonomik faaliyetleri içeren konutlar yer alır9.

5 Gian Maria Di Nocera, “Dördüncü Binyılda Yakındoğu ve Mısır Anadolu’da Geç Kalkolitik Çağ”, Antik Yakındoğu, (ed. Umberto Eco, çev. Leyla Tonguç Basmacı), Alfa Basım Yayım, İstanbul 2018, s.

61, 65, 68.

6 G. Child, 2009, s. 105.

7 Amelie Kuhrt, Eskiçağ’da Yakındoğu, Cilt 1, (çev. Dilek Şendil), İstanbul 2010, s. 31. 8 Hasan Bahar, Eskiçağ Uygarlıkları, Kömen Yayınları, Konya 2010, s. 69.

9 Davide Nadali, “Yakındoğu’nun Sanat Kültürünün Özgün Yönleri (M.Ö. 3200-2000)”, Antik Yakındoğu, (ed. Umberto Eco, çev. Leyla Tonguç Basmacı), Alfa Basım Yayım, İstanbul 2018, s. 294.

(17)

Akad kralları Mezopotamya’nın büyük bölümünü, Batı İran’ın bazı kesimlerini ve Elam’ı doğrudan kendi denetimlerinde tutmuş ve bu denetim politikası sonrası merkezileşme ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte kralın oturduğu kent, Naramsin Yazıtında da görüleceği gibi, eşi benzeri olmayan şeklinde ifade edilmiştir. Denetim ve merkezileşmenin sonucunda tarım ürünlerinin bir kısmı hane için bir kısmı da Akad için üretilerek, oraya gönderilmiştir10.

Eski Yakındoğu’nun her bölgesinde ekonomik ilişkiler, büyük sarayın ve tapınağın etrafında şekillenmiştir. Saray ve tapınaklar vergi olarak halkın tarımsal üretim fazlasını topluyor ve bunları rahiplere, askerlere, diğer kamu görevlilerine veya herhangi bir kıtlık durumunda halka dağıtmak için depolarında tutuyorlardı. Bu ekonomi modeline “Yeniden Dağıtım Sistemi” adı verilmiştir11.

Mezopotamya, Mısır, Girit ve Hitit Uygarlıklarında farklı örneklerinin uygulandığı yeniden dağıtım ekonomisi ayrıca tarımı, hayvancılığı, el sanatlarını ve ticareti de denetim altında tutmuştur.

1.2. Pazar Yeri Kavramı ve Tüccarlık

MÖ 3300-3200 yıllarından itibaren Kuzey Suriye kent devletleri ilk defa güç kazanmaya başlar ve bu konu hakkında oldukça az şey bilmekteyiz. Ancak Orta Fırat’taki Proto Sümer kolonilerinin ani kayboluşunun nedenleri ne olursa olsun Fırat Nehri boyunca yürütülen ticaretin sona erdiği anlamına gelmemektedir. Tersine, kereste ve metallerin, nebati yağlar ve şarabın, hatta belki de yünün, hem Cemdet Nasr diye adlandırılan dönemde (MÖ 3100-2900) hem de sonrasında gelen ilk hanedanlar döneminde Mezopotamya’ya sevkiyatı sürmüştür. Öte yandan bu ürünler, artık daha önceki dönemin güzergahını izlemeyen yollardan geçmektedir. Ticaret artık doğrudan Kuzey’e ait yerel merkezlerden hareketle organize edilmekte ve bu merkezler yavaş yavaş Güney’in iktisadi ortakları durumuna gelmektedir12.

Konumu itibariyle ticaret yollarının buluştuğu ve ticaret ağının merkezinde yer alan Asur, doğu ile yapılan kalay ticaretinde denetimi ele geçirmeyi başarmıştır. Bu

10 A. Kuhrt, a.g.e., s. 69.

11 Haldun Aydıngün, Uygar Dünyanın İlk Yıkılışı M.Ö. 1200, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2014,

s. 43.

12 Jean Louis Huot-Jean Paul Thalmann-Dominique Valbelle, Kentlerin Doğuşu, (çev. Ali Bektaş Girgin),

(18)

durumla birlikte bölgedeki tüccarların Asur şehrine gelerek kalay satın aldıkları ve yanında kendi ürünlerini de sattıkları bir pazar yeri merkezi oluşmuştur13.

Kuzey Mezopotamya’da yer alan ve Asur kentini ana merkezine alarak genişleyen Asur imparatorluğu aynı Romalılar gibi ilk başta küçük bir şehir devleti olarak kurulmuştur. Askerî açıdan çok güçlü olan Asur İmparatorluğu bu durumu tüccarlığı ile birleştirince çok uzun yıllar ayakta kalmayı başarmıştır14. MÖ II. binyıl başlarında Asur

ile Anadolu beyleri arasında yapılan ticaretin yoğunluğu oldukça dikkat çekicidir. Asurlu tüccarlar Anadolu’nun zorlu coğrafyasına, yüzlerce kilometre yolu kervanlarla geçerek ticaret yapmak için gelmişler ve Anadolu’nun yerli beylerinin izni doğrultusunda ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır15. Asur şehri, Anadolu’da kurulmuş olan Asur kolonileri sayesinde gelişmiş bir ticari ağa sahip olmuş ve bu karmaşık ticari sistemin özelliklerini ayrıntılı bir şekilde belgeleyen 23 binden fazla çivi yazılı tablete Orta Anadolu’nun kadim şehri Kaniş’de ulaşılmıştır16. (Res. 1)

Anadolu’da Asurlu tüccarların, şehirlerin bitişiğinde kurmuş olduğu iki ayrı tipte ticari yerleşme olduğu bilinmektedir. Özgün anlamı rıhtım olan Karum17 yerleşimleri büyük, daha küçük olan ticari yerleşmeler ise Wabartum ismiyle anılmıştır. Mezopotamya’daki ticaretin büyük çoğunluğu nehirler üzerinden yapıldığından zamanla tüccarların toplandığı ticari liman ve mahalle anlamında Karum kelimesi kullanılmıştır. Yurtlarından uzakta ticaret yapan tüccarlar artık nehir kıyıları olsun ya da olmasın bu büyük ticari yerleşmeler için bu tanımı kullanmıştır. Wabartumlar ise küçük çaplı, ulaşımı zor kentlerin bitişiğinde en yakın Karum’un denetiminde kurulmuşlardır18. Bu ticari

faaliyetlerin merkezi bir alanda gerçekleşmesiyle birlikte zaman içinde pazar yeri kavramı oluşmaya başlamıştır.

Eski Çağ’dan daha çok Orta Çağ kentini andıran yapısı ile Asur’un merkezi yönetsel gövdesi olan kent meclisinde, liderliği tüccar aileler yapıyor ve aile bireylerini

13 A. Kuhrt, a.g.e. s. 113.

14 Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Yayınevi, Bursa 2009, s. 179.

15 Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi Başlangıcından Perslere Kadar, İletişim Yayınları,

İstanbul 2011, s. 131.

16 Nicla De Zorzi, “Toprağa Dayalı Devletler: Assurlular, Babilliler ve Hititler (M.Ö. 2000-1500)”, Antik Yakındoğu, (ed. Umberto Eco, çev. Leyla Tonguç Basmacı), Alfa Basım Yayım, İstanbul 2018, s. 128. 17 Akatça olan Karum tabirinin ilk yazılı kayıtların tutulduğu andan itibaren kullanılmış olduğunu ve bu

kavramın kökeninin Sümerlere kadar uzandığını söyleyebiliriz. Nitekim Sümerce KAR sözcüğü rıhtım veya liman manasına gelmektedir. Söz konusu sözcüğü Sümerlerden alan Akatlar kendi dil özelliklerine uygun olarak sözcüğün sonuna “um” ya da “m” ekini koymak suretiyle sözcüğü kullanmaya devam etmişlerdir. (Detaylı bilgi için bkz. J. Black-A. George-N. Postgate, A Concise Dictionary of Akkadian, Otto Harrassowitz, Wiesbaden 2000)

18 A. Kuhrt, a.g.e., s. 119.; E. Memiş, a.g.e., s. 181.; Eva Cancik-Kırschbaum, Asurlular (Tarih, Toplum, Kültür), (çev. Aslı Yarbaş), İlya İzmir Yayınevi, İzmir 2004, s. 42.

(19)

Kaniş gibi ticaret sömürgelerine gönderiyorlardı. Diğer yandan da bir başka düzenleme

ailenin çıkarlarını korumak üzere kuruluyordu; aileler zaman zaman aile dışından bir “dış” tüccarın giderlerini uzun dönemler için karşılıyor, bunun karşılığında da taraflar karları eşit biçim paylaşmayı garanti ediyorlardı19.

Bahsi geçen pazar yerlerinin Anadolu içerisindeki en önemli yerleşkesi Kültepe-Kaniş şehridir20. Tüccar rotası kuzeyde Kızılırmak’ın Karadeniz’e döküldüğü bölgeye,

kuzeydoğuda Sivas bölgesine ve güneybatıda Anadolu’nun meşhur siyasi merkezleri olan Puruşhattum ve Wahşuşana’ya kadar uzayan ticari yol ağının merkezi konumundaydı. Güneydoğu yönündeki bölgede, Kuzey Suriye ve Mezopotamya’ya uzanan yollar üzerinde bir başka grup sömürge yer alıyor, bir kısmı ise Fırat’ın kuzeydeki önemli nehir geçitlerinde bulunuyordu. Bu yollar, Arap-Fars Körfezi, Karkamış ve Mari’den gelerek Anadolu’ya giden malların yol aldığı rotalardı21.

MÖ II. binyıl başlarından itibaren bölgedeki siyasi ve ticari bir merkez olarak karşımıza çıkan Kültepe-Kaniş, bölgede yapılan arkeolojik kazı çalışmaları sırasında ele geçirilen 23 binden fazla Asurca çivi yazılı tablet ile bu kimliğini ortaya çıkarmıştır. Açığa çıkarılan pişmiş topraktan yapılmış tabletlerin büyük çoğunluğu ticari konuları ve ticari anlaşmaları içermektedir22. (Res. 2)

Bu tabletlerin okunabilen örneklerinde Asurlu tüccarların yaptıkları anlaşmalarla yerli beylere ödedikleri vergilerin çok ağır olduğunu öğrenirken, ayrıca yerli halkı da borçlandırarak ticari bir egemenlik kurduklarını görüyoruz. Aynı zamanda Karum içerisinde ve yakınındaki mahallede hukuki belgeler eşliğinde resmileştirerek faizle, borç dağıtıldığı yani bir anlamda tefecilik yapıldığını okunan tabletlerden biliyoruz23.

19 Helen Parkins-Christopher Smith, Ticaret, Tüccarlar ve Antik Kent, (çev. Ömür Harmanşah), Homer

Kitabevi, İstanbul 2010, s. 22.

20 Orta Tuç Çağı Anadolu’su hakkında en önemli bilgiler Kayseri yakınlarındaki Kültepe (Karum

Kaniş/Neşa) kazısından edinilmektedir. Buradaki ilk kazılar E. Chantre (1893) ve H. Winckler ile H. Grothe (1906) tarafından yapılmış olsa bile, sadece höyük kazılmış ve yazılı kaynaklar ele geçmemiştir. 1925 yılında B. Hrozny, ilk defa tepenin aşağısında yer alan düzlükte kazı yapmış ve burada bir tablet arşivi bulmuştur. Fakat ertesi sene kazı izni alamamıştır. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra 1948 yılında bir Türk ekip, Prof. Dr. Tahsin Özgüç başkanlığında burada tekrar kazılara başlamış ve araştırmalar farklı kazı başkanlarıyla bugüne kadar gelmiştir. Bu kazı sayesinde ele geçen yazılı belgeler, sadece

Anadolu’nun Orta Tunç Dönemi’ni aydınlatmakla kalmaz, aynı zamanda Önasya Tarihi’ne, özellikle dönemin ekonomi tarihine ışık tutar. Şimdiye kadar Kültepe’de, Eski Asur Dili’nde yazılmış, 20 binden fazla çivi yazılı tablet ele geçmiştir ve çoğu da ticari konuları içermektedir. (Metin Alparslan, Eski

Anadolu’da Ticaret M.Ö. II. Binyıl, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları, İstanbul 2010, s. 10.) 21 H. Parkins-C. Smith, a.g.e., s. 33

22 İrfan Albayrak, “Kaniş-Karum’unun Bir Mektubu”, Archivum Anatolicum, VII/1, Ankara 2003, s. 1. 23 Ayşe Uzunalimoğlu, “1950 Yılında Kültepe Kazısında Bulunan Bir Grup Vesika”, AMM. 1989 Yıllığı,

(20)

Asurlu tüccarların Kaniş’teki yönetim merkezi ve toplandığı yer “bit Karim (Karum evi)” dir. İfade edilen kelimenin Asur’daki karşılığı ise “bit Alim” ‘dir. Asurlu tüccarların uluslararası yaptıkları ticaretlerini organize edebilmek ve düzenli bir işleyiş sağlayabilmek için kurdukları bit Karim; Asur’dan uzak bir coğrafyada kurulması sonucu, bünyesinde bu işleyişi sağlayacak kurumlara, idari merkezlerine ve tüm ticari faaliyetlerin yürütüldüğü ofislere sahiptir. Bit Karim, uzak diyardaki koloninin merkezi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca toplantı odaları, ofisleri ve depoları, merkezlerin içerisinde yer almaktadır. Bu ofisler ise Kültepe şehrinin yukarısında yer alan sarayın yakınına yapılmıştır. Ofislerde işleme konulan ticari veriler alacaklar, borçlar, yerel beyin sarayında toplanan ve teslim edilen mal miktarlarını da içerecek şekilde kaydedilmiştir24.

Kültepe Tabletleri’nin incelenmesi sonucunda, kurulan kolonilerin sıkı bir teşkilat yapısı ile yönetildiği anlaşılmaktadır. Okunan tabletlere göre Kaniş Karum’unda “şehrin babaları” adı verilen ihtiyarlar meclisi bulunmakta ve kolonilerdeki Asurlular hakkında alınan kararlar bu meclisten çıkmaktadır25. (Res. 3)

Karum, Kültepe/Kaniş şehrinin bu bölgede yer alan eski pazar yerinin Asur

dilindeki adıdır26. Daha öncede belirtildiği üzere Karum, Akad dilinde ticari rıhtım

anlamına gelmektedir ve bunun yanında Anadolu’da “ticaret merkezi; pazar yeri” gibi ifadeler ile kullanımları da mevcuttur. Kaniş şehri, MÖ III. binyılın ikinci yarısından itibaren zaman içerisinde gelişerek bir merkez haline gelmiştir. 250 yıla yakın devam eden Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda, Kaniş/Kültepe Asurlu tüccarların merkezi olmak üzere çeşitli yerleşim yerlerinde irili ufaklı alış-veriş merkezleri oluşturarak tüccarlar ticari faaliyetlerini sürdürmüşlerdir27.

Ticaret yapan tüccarlar yanlarında değerli madenler taşımış ve onları bir değişim aracı olarak kullanmışlardır. Önceleri gümüş külçeler ya da çubuklar olarak karşımıza çıkan değer varlıkları sonraki dönemlerde paraya dönüşmeye başlayacaktır. Yakındoğu’da yapılan arkeolojik kazılarda da çok sayıda bu şekilde yapılmış metal parçalarının açığa çıkarılması ve bu çıkarılan parçaların belirli ağırlıklara sahip olması para yerine kullanılmış olduğuna işaret etmektedir28.

24 Tahsin Özgüç, “Yeni Araştırmalar Işığında Eski Anadolu Arkeolojisi”, Anadolu (Anatolia), S. 7,

Ankara 1963, s. 16.

25 Füruzan Kınal, Eski Anadolu Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1998, s. 62.

26 Hasan Tahsin Uçankuş, Bir İnsanlık ve Uygarlık Bilimi Arkeoloji Tarih Öncesinden Perslere Kadar Anadolu, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara 2000, s. 334.

27 İrfan Albayrak, “Kültepe’de Ele Geçen Vasiyetnamelere Göre Eski Anadolu’da Miras Anlayışı”, 2010

(Basımda) s. 138.

28 Oğuz Tekin, Eskiçağda Para Antik Nümizmatiğe Giriş, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları:1,

(21)

Tüccarların ticaret yapmak amacıyla taşıdıkları malları beş ila altı haftalık bir yolculukta getirdikleri eşek kervanları oldukça küçük ölçekli olmaktaydı. Her eşek çoğunlukla bir yük dolusu dokuma ürünü ile küçük bir miktar kalay taşıyordu. Taşımada kullanılan eşek yüklükleri ölçeklendirilmişti: Usule uygun bir yük kalay 130 mina (yaklaşık 65 kg)’dan meydana geliyor; bir eşek yükü dokuma 30 parça ile teferruatından oluşuyordu. Bu dönemde, yerli Anadolu beyleri için en önemli mesele, Asur’dan tunç yapımı için gerekli olan kalay ithali idi. Asur bu dönemde, istenen metalin doğudan (yüksek ihtimal Afganistan ve Özbekistan dolaylarından) elde edilerek yeniden dağıtımında önemli bir rol oynuyordu. Tüccarlar Anadolu’ya vardıklarında eşek dahil her şeylerini satıyor, Asur’a geri dönerlerken ise yanlarında değerli madenlerden olan gümüş ve altın getiriyorlardı29.

Kervan ulaşmak istediği hedefe vardığında o bölgedeki yerel otoriteye başvurmalıdır. Anadolu’nun yerel sarayları, taşınan malın belirli bir yüzdesini ithalat vergisi olarak almıştır. Bu oran kalay için yüzde üç, kumaş için yüzde beştir. Satıcı isterse malını altın ve gümüş karşılığında satışa çıkarır, isterse malın bir kısmını karum’daki ofise emanet ederdi. En yüksek karlar her zaman kumaş satışından elde edilmiştir30.

Para olarak soy metallerin kullanıldığı birkaç binyıl boyunca, her alışverişte fiyatı temsil eden değerli metalin tartılması zorunluydu. Ayrıca metalin ayarı da düşürülerek hileli yollara başvurulabiliyordu. Bir diğer sorunda bozuk para ihtiyacıydı. Bu ihtiyaç ya büyük metal külçe ve çubuklardan gereken miktarda parça kopartılarak karşılanıyor veya küçük parçalar halinde dökülmüş metal külçeler kullanılıyordu31. (Res. 4) Özellikle

Anadolu kıyıları boyunca yer alan batıklar, söz konusu ticaretin safhalarına canlı bir ışık tutmaktadır. Rhodos’un karşısındaki Uluburun’da yakın zamanda böyle bir örnek keşfedilmiştir. MÖ 14. yy’a tarihlenen gemi yükü çok çeşitliydi: Farklı ağırlıklarda ve şekillerde iki yüz bakır külçe, bunun yanında cam ve bakır külçeler, işlenmemiş fil ve su aygırı dişleri, altın ve gümüş takılar, Kenan tipinde kolyeler, Kıbrıs, Miken ve Suriye-Filistin kökenli çanak çömlek, fayans boncuklar, incir, olasılıkla zeytinyağı ve şarap. Görüldüğü gibi, gemi yüzen bir dükkânı andırmaktadır. Hafirler geminin ring seferine Suriye kıyısında başladığını, Ege Denizi yoluyla Kıbrıs’a uğradığını düşünmektedir. Burada işlenmiş mallar, Mısır’a götürülecek Miken vazolarıyla takas edilmiş olmalıdır32.

29 H. Parkins-C. Smith, a.g.e., s. 35. 30 N. D. Zorzi, a.g.m., s. 130.

31 Erkan Ildız, Eski Çağ’da Bankacılık ve Bankerlik, Türkiye Bankalar Birliği, İstanbul 2013, s. 69. 32 Chester G. Starr, Antik Çağda Deniz Gücü, (çev. Gürkan Ergin), Homer Kitabevi, İstanbul 2000, s. 7.

(22)

Hemen ardından Homerik Çağ’a gelindiğinde ise Homeros’un eserlerine dayanarak sikkenin icadından önce ticaret ancak takas usulüyle yapıldığını görürüz; Zeytinyağı ve şarap gibi ürünler değerli madenlerle değiştiriliyor ve “Öküz Değeri” olarak da hesaplaması yapılıyordu. Daha sonrasında değişimleri kolaylaştıran altın ve gümüş külçeler kullanılmaya başlandı ama bu külçeler damgalı değildi ve her seferinde yeniden tartılması gerekiyordu. Bu yüzden sarraflar pazar alanlarında terazilerini her zaman hazır bulundururlardı33.

Ticaret hacminin büyümesiyle birlikte alınan mal ve hizmetlere yapılan ödemelerin bir standardının olması gerekliliği ile karşılaşılmıştır. Bu gerekliliğin sonucunda işleyişi daha kolay bir yönteme ihtiyaç duyulmuş ve sikkenin icadına sebep olmuştur. Sikkenin üzerindeki işaretler ve tipleri, sikke metalinin değerini garanti ediyor ve böylece tüccarlara güven vererek ticaretin daha sağlıklı yürümesini sağlıyordu34.

Sikke üzerinde yer alan yazı ya da resim sikkeyi basan ve onun kontrolü altındaki topraklarda geçerli olduğunun güvencesini veren otoritenin bilgisini gösterirdi. Bu otorite bir kent devleti, siyasi bir birlik, monarşik bir hükümdar olabileceği gibi tanrı da olabiliyordu35.

Sikke ilk kez MÖ 7. yy’da Lydia Bölgesi’nde dolaşıma sokulmuştur. Fakat İonia bölgesi kentleri ile girilen yoğun ticari ilişkiler sonucunda Sardes dışında MÖ 7. ve 6. yy’larda elektron para basan İonia kentleri arasında Ephesos, Miletos, Phokaia, Erythrai, Klazomenai, Khios ve Samos vardı. Madeni paranın gündelik yaşamda kullanılması Lydialıların buluşu olsa da kullanımının yaygınlaşması İonia kentleri sayesinde olmuş, para basımı Ege ve Batı Akdeniz’de hızla yayılmış, bunda MÖ 6. yy’ın ortalarına kadar devam eden kolonizasyon36 süreci de önemli rol oynamıştır37. Atina’da bronz sikke ile

33 Andre Bonnard, Antik Yunan Uygarlığı- 1 İlyada’dan Parthenon’a, (çev. Kerem Kurtgözü), Evrensel

Basım Yayın, İstanbul 2004, s. 133.

34 Otto Morkholm, Erken Hellenistik Çağ Sikkeleri (çev. Oğuz Tekin), Homer Kitapevi, İstanbul 2000, s.

25.

35 Stephan Karwiese, Antik Nümizmatiğe Giriş (çev. Nezih Başgelen), Arkeoloji ve Sanat Yayınları,

İstanbul 1995, s. 12.

36 Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında Yunan kentlerinin kurulduğu ve MÖ 8. yy ortasında MÖ 6. yy

ortasına kadar süren dönem, Yunan koloniciliğinde ilk büyük dönemdir. Kent devletleri koloni kurma girişimlerinde bağımsız davranırlardı, o nedenle her koloni halkı bir ya da iki kentten gelmeydi. Kurucu göçmenler giderken anakentin kutsal ocağından aldıkları ateşi yanlarında götürürlerdi. Devlet gidenlerin başına resmi bir kurucu atardı. Bir Yunan kolonisi genelde bağımsız, egemen bir devletti, siyasal açıdan anakente bağımlı değildi ama ikisi çoğunlukla yakın ilişki içinde olurdu. Kolonilerin kurulduğu ilk zamanlarda Delphoi Bilicilik Ocağı önemli bir siyasal rol oynadı, çünkü koloninin kurulacağı yer ile koruyucu tanrısının hangisi olacağı ona danışılırdı. (M. C. Howatson, Oxford Antikçağ Sözlüğü, (çev. Faruk Ersöz), Kitap Yayınevi, İstanbul 2013, s. 495)

37 Sevgi Aktüre, Büyük İmparatorluklar Döneminde Anadolu Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

(23)

ilgili ilk kayıt MÖ 5. yy’dadır ve Atina, düzenli bronz sikke basımına ancak MÖ 4. yy’ın üçüncü çeyreğinde geçmiştir38.

Paranın kullanıma girmesi ve hızla yayılması, uzun vadede Lydia’da ticaretin yapılanmasını, gezginci tüccarın devreye girmesini sağladığı gibi örgütlü iç ve dış pazarın birleşmesine neden oldu. Tüccarlar Babil’den İonia’ya kadar uzanan geniş bir alanda dolaşarak yeni bir ticaret ağı kurdu ve Lydia’nın Perslerin egemenliği altına girmesinden önceki son kralı Kroisos’un yönetiminde MÖ 561-540 yılları arasında ise doğu ticaret yolları geliştirildi. Mal ve yolcu trafiği açısından önemli bir karayolu bağlantısı olan Ephesos-Sardes yolu Anadolu’yu batıdan doğuya baştan başa kat ederek Mezopotamya’nın ünlü ve zengin başkentlerine ulaşıyordu. Pers Kralı Kyros’da Kral Yolu adı verilen bu yolu kullanarak, ordusu ile birlikte Sardes’e kadar geldi ve Lydia Krallığı’na son verdi. Sonra da kentler yakılıp yıkılmadan, bütün İonia ve güneyindeki Karia Perslerin egemenliği altına girdi39.

Paranın icadı soylu sınıfı desteklerken halkın arasından çıkan yeni bir varlıklı sınıf oluşmaya başlamıştır. Alt sınıf tüccarları olarak ifade edilen bu kesim soylu değildir. Önce Sardes, Smyrna, Miletos, Ephesos gibi Asya’nın büyük kentlerinde sonra ise kıta Yunanistan’da, Korinth’de, Megara’da, Atina’da yaygınlaşmıştır. Soylular ilk başlarda bu sınıfı küçümsemişler, ama sonunda onları hesaba katmak zorunda kalmışlardır40.

Farklı madenlerle (elektron, altın, gümüş ve bronz gibi) ticaretin rahat yapılabilmesi için belirli ağırlık ve formlarda üretilerek hizmete sunulan sikkeler, zaman içerisinde form ve şekil değiştirerek kültürden kültüre aktarılmış ve günümüze kadar gelmiştir.

1.3. Batı Dünyasında Agoraların Kökeni ve İlk Örnekler

Mimari bir yapı olarak agoralar tapınaklardan daha geç dönemlerde ortaya çıkmış olsa da köken olarak incelediğimizde çok eski dönemlerde ilk örneklerine ulaşabiliriz. Bu bağlamda sütunlu avluların oluşturduğu alanların meydan olarak kullanımı Martin’e göre Doğu Akdeniz’de yer alan Babil, Karkamış, Zincirli, Tell Halaf ve Arslantaş’taki MÖ II. binyıl yerleşimlerinin saraylarında yer alan iç avlu etrafındaki sütunlu galeriler de agora yapılarının öncüleri olarak görülmektedir. Ayrıca Martin, Mısır’daki tapınak

38 Christopher Howgego, Sikkelerin Işığında Eskiçağ Tarihi, (çev. Oğuz Tekin), Homer Kitabevi, İstanbul

1998, s. 22-23.

39 S. Aktüre, a.g.e., s. 27, 31. 40 A. Bonnard, a.g.e., s. 134.

(24)

komplekslerinin sütunlu avlularının ve Girit’teki Knossos, Phaistos ve Mallia saraylarının merkezi avlularının da bu nitelikte olduğunu vurgulamıştır41.

Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda özellikle Asurlu tüccarlar Anadolu topraklarında ticaret merkezleri kurmuşlar ve bunları Karum olarak isimlendirmişlerdir. Pazar yeri ve tüccarlık başlığında detaylıca işlediğimiz Kaniş-Karum yerleşiminin

agoranın idari yönüyle benzerliğini göstermek için farklı yönlerine değinilmelidir. Bu

bağlamda Fatma Yıldız’ın verdiği bilgiler doğrultusunda Ildız’ın bir değerlendirmesini sunmak yanlış olmayacaktır.

Kaniş-Karum’un en önemli yeri bit karim’di. Burası komite ve sekreterliğin bulunduğu, ticari mahkemelerde anlaşmazlıkların çözüldüğü, kongrelerin toplandığı, tüm hesapların biriktirildiği ve korunduğu, aynı zamanda tüccarların paralarını yatırdığı ve vergilerini ödediği yerdi. Bit karim’in diğer bir önemli görevi de Asurlular tarafından yerli saraya gerekli ödemelerin yapılmasını sağlamaktı42. Bu sebeple agoraların

kökeninde bir pazar yeri olarak düzen içerisinde kullanılmasının ilk örneğini karum yerleşkelerinde görüldüğünü söyleyebiliriz.

Hitit medeniyetinin iktisadi ve sosyal hayatıyla ilgili detaylı bilgilere, birçok çivi yazılı metnin arkeolojik kazılar sayesinde bulunmasıyla ulaşabiliyoruz. Hititler, merkezi Hattuşaş (Boğazköy) olan Yukarı Kızılırmak havzasında MÖ 2000’lerde kurulmuş büyük bir devlettir. Başkent Hattuşaş, Anadolu’ya gelen kervanların uğrak yeri olmuş ve ticaret merkezi konumuna yükselerek tüccar zümresini içinde barındırmıştır43.

Hitit Devleti’nin ekonomisi, ülkenin coğrafik koşulları gereği tarıma ve hayvancılığa dayalıdır. Bu yüzden sıradan bir Hitit vatandaşı gündelik yaşamında toprağın işlenmesi ile uğramış ya da hayvancılığa önem vererek sığır, domuz, eşek, at, koyun ve keçi gibi hayvanların yetiştiriciliğini yapmıştır44. Ticaretin merkezi olan

Hattuşaş’a ülkenin dört bir yanından ve vassal krallıklardan ürünler gelerek depolarda biriktirilmiştir. Hattuşaş ülke içerisinde bulunduğu merkezi konum gereği üretim merkezi değil, tüketici bir kenttir ve anlaşılıyor ki tek bir elde depolarda toplanan ürünler, yeniden dağıtım sistemi ile görevliler tarafından kayıtları yapılarak depolardan çıkarılarak kullanılmıştır.

41 Roland Martin, Recherches Sur L’Agora Grecque, Etudes d’Historie et d’Architecture Urbanies, Paris

1951 s. 67-80.

42 E. Ildız, a.g.e. s. 33.

43 Ahmet Deniz, “Anadolu Tarihinde Hititlerin Sosyol-Ekonomik Yaşantısı”, Turkish Studies 10/2,

Ankara 2015, s. 235-248.

44 Fatma Sevinç, “Hititlerin Anadolu’da Kurdukları Ekonomik ve Sosyal Sistem”, SDÜ FEF Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 17, Isparta Mayıs 2008, s. 11-32.

(25)

Hattuşa’da, Hitit toplumunun ekonomik sisteminin mekânsal oluşumunu Aşağı Şehir’de yapılan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkartılan bir yapı kompleksi olan Tapınak 1’de gözlemleyebiliriz. Tapınak 1 Hitit çağına ait en büyük ve en korunmuş yapı olarak göze çarpar. Ortada bir kült merkezi ve onun etrafında depolar bulunmaktadır. Toplamda 175 depo odası içerisinde 1750 litre büyüklüğe kadar çıkabilen sırayla dizilmiş küpler, arkeolojik kazılarla açığa çıkarılmıştır. Bu depolar Hitit başkentinin günlük ihtiyacını karşılamak için yapılmamış, ülke için uzun vadeli rezerv olarak planlandıkları anlaşılmaktadır. Depolarda tutulan tahıl, özel havasız bir ortamda muhafaza edilmiştir. Öyle ki kral herhangi bir yerde oluşan kıtlık sorununa ürünlerin taze kalmasını sağlayan bu depolar sayesinde hızlıca müdahale edebilmiş ve ülke için tehlikeli gelişmeleri önleyebilmiştir45. Ayrıca saray arşivinde bulunan belgelerde tapınak içerisinde rahip,

falcı, kadın çalgıcı, tablet yazmanı, tahta tablet kâtibi, şarkıcı gibi dini görevlilerin dışında, dokumacılar, terziler, ayakkabıcılar, marangozlar, demirciler, dökümcüler ve çömlekçiler gibi farklı iş kollarından görevlilerinde olduğu anlaşılmaktadır46. (Res. 5) (Res. 6)

Yeniden dağıtım sistemini işlerken Hititler ’de görülen yapılaşmanın ve işleyişin bir benzerini Mısır medeniyeti içerisinde görmemiz mümkündür. Mısır tapınakları içerisinde her kentte bulunan depolama alanlarının acil ihtiyaç durumlarında kullanılmıştır. Bu durumun en iyi anlatıldığı metin ise kutsal kitap Tevrat’ın Yaratılış (Genesis) bölümünde okunmaktadır:

Yusuf, Mısır’da yedi yıl içinde yetişen bütün ürünleri toplayıp kentlerde depolar. Öyle ki denizin kumu kadar çok buğday depolanır. Sonrasında Mısır’ın bolluk yılları sona erer ve yedi yıl sürecek kıtlık başlar. Kıtlık ülkeyi sarmaya başlayınca Yusuf depoları açıp Mısırlılara buğday verir47 ifadesiyle bu ekonomik sistem örneklendirilebilir.

Agoranın kökeni olabileceğini düşündüğümüz son ve en yakın örnek ise Girit’teki

saraylardır.

Girit Adası Doğu Akdeniz’de merkezi bir konumda yer almakta ve deniz yoluyla Mısır’dan, Yunanistan’dan, Anadolu’dan ve Mezopotamya bölgelerinden kolayca ulaşılabilmektedir48. MÖ II. binyılın sonlarında ilk defa tarih sahnesine çıkan Minos ve

45 Jürgen Seeher, “Boğazköy-Hattuşa 1999 Yılı Çalışmaları”, Kazı Sonuçları Toplantısı, 22/1, Kültür

Bakanlığı Milli Kütüphane Basımevi, Ankara 2001, s. 304-305.

46 Muhibbe Darga, Karahna Şehri Kült Envanteri (KUB XXXVIII 12,) İ.Ü.E.F. Yayınları N: 1825,

İstanbul 1973.

47 Tevrat, Yaratılış (Genesis), 41, 46-57.

48 Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma Antik Akdeniz Uygarlıkları (çev. Suat Kemal Angı), Dost

(26)

Mikenler de farklı kültürlerdeki çağdaşları gibi tüm önemli kentleri korunaklı surlarla çevirmiştir. Miken sur duvarları Kiklopik denilen üslupla yani iri boyuttaki taşların üstte üstte konulmasıyla aralarına harç yapılmadan kitleme tekniğiyle inşa edilmişlerdir. İki farklı saraylar dönemine ev sahipliği yapan Girit Adası’nın sarayları da bu surlar içerisinde yer almaktadır49.

En önemli saray yapısı şüphesiz ki Knossos’da yer almaktadır. Knossos Sarayı’nın belirli bölümleri ihtiyaçları karşılamak için oluşturulmuş atölyelere, tören dairelerine, özel oturma alanlarına ve depolara ayrılmıştır. Bu bölümler iç avlular aracılığıyla birbirine bağlamış ve ayrıca saray içerisinde normal halkın dolaşabileceği bir de ana avlu bölümü inşa edilmiştir50.

Birçok bilim insanı Miken sarayları içerisinde yer alan “Avlu” yapıları için farklı görüşler ortaya atmıştır. Sarayların içerisinde sütunlarla çevrili bu boş alanların bir avlu olarak kullanılmasından daha fazlası olduğu şüphesizdir. Öncelikle bu avlunun bir mahkeme alanı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bununla birlikte diğer önemli işlevi ise Hitit ve Mısır saraylarında olduğu gibi Miken saraylarında da yeniden dağıtım sisteminin uygulanması ve bu avlu alanının ürün dağıtımında bir operasyon merkezi olduğu savunulmaktadır51. Savunulan bu düşünce Linear B tabletlerinde kaydı tutulan ve saraya

giren-çıkan lüks ürünlerin dışında, büyük miktarda tarımsal ürününde kaydının tutulması bu görüşü destekler niteliktedir52.

Öyle ki Miken ekonomisinin önemli bir kısmı bu yüksek statülü bina kompleksleri etrafında dönmektedir. Her kasaba, büyük bir sosyal, dini, ekonomik ve politik odak olarak hareket eden bu komplekslerden birine sahiptir. Saray aynı zamanda bir dizi prestij etkinliğine de sahip olup festival yemekleri, misafirleri ağırlama, lüks tüketimler, ihracat, yerel elitlere ve tanrılara hediye sunma gibi aktivitelerin gerçekleştiği alanlardır53.

Sonuç olarak örneklerle işlediğimiz Asur Çağı pazar yerleri, Hitit-Mısır saray ve tapınak yapıları, Minos ve Miken saraylarındaki sütunlu galerilerden oluşan merkezi avluların, işlevleri bakımından agoralarla benzer amaçlara hizmet ettiğini düşünsek de merkezi alanlarla direk bir bağı olduğu söylenemez. Fakat kentin merkezinde yer alan

49 H. Aydıngün, a.g.e., s.47.

50 Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1999, s. 37.; Oğuz Tekin, Eski Yunan Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 1998, s. 26.

51 Nic Fields, Mycenaean Citadels 1350-1200 BC, Osprey Publishing, United Kingdom 2004, s. 20-21. 52 Rodney Castleden, Minoans Life in Bronze Age Crete, This edition published in the Taylor & Francis

e-Library, Routledge, London 2001, s. 47-48.

53 Rodney Castleden, Mycenaeans, This edition published in the Taylor & Francis e-Library, Routledge,

(27)

agora yapılarını anlamak için de tarihteki ilk merkezi yapılaşmanın örneklerinin nasıl

olduğunun incelenmesi bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. (Res. 7)

Kent belirli bir dinsel gücün ve iktidarı elinde tutan monarşik hükümdarın egemenliği altında gelişirken, agoranın Eski Çağ’daki ilk örneklerinin tamamen sosyal oluşumların ve ihtiyaçların artması sonucunda, kent insanının yarattığı, yığılarak meydana gelen bir kamusal alan niteliğinde olduğu söylenebilir.

MÖ 8. yy dolaylarına gelindiğinde henüz kabile tarzında yaşam süren Yunan kent örnekleri içerisinde bazı agora yapılarına dair verilere rastlanır. Bu dönemde güçlü savunma duvarlarının arkasında korunan kentlerin tapınaklar dışında çok az sayıda kamu yapısı bulunsa da kamusal kullanıma ayrılmış olasılıkla agoraları bulunmaktadır. Eski Smyrna ve Zagora kentlerinde görülen açık alanlar örnek olarak gösterilebilir. Megara Hyblaea’ya gelen koloni yerleşimcilerinin kentte ilk yaptığı düzenlemelerin başında

agoraya uygun bir alan belirlemek ve ayırmak olmuştur. Aynı şekilde Dreros Agorası’nın

gelişmesi ile ilgili olarak, içerisindeki tapınağın MÖ 8. yy’a tarihlendirilmesi benzer bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır54.

Bazı yazarlar ilk kez batı Anadolu kentlerinde ortaya çıkan ticari agorayı dünya tarihinde serbest ticaretin başladığı yer olarak tanımlıyor, büyük ve anıtsal agoranın ilk örneklerinin ise çoğunlukla MÖ 6. yy sonlarına ait olduğuna işaret ediyorlar. Bu dönemde sarayın denetiminde olmayan serbest pazar ilişkilerinin kurulduğu özelleşmiş kentsel-kamusal mekân olarak agora, yani pazar yeri, Kral Alyettes’in döneminde kurulan Sardis’teki ile belki de aynı tarihlerde, İonia’da Miletos’ta karşımıza çıkmaktadır55.

MÖ 6. yy ortalarından başlayarak B. İskender’in Sardis’e girdiği MÖ 334 yılına kadar Sardes, Perslerin kurduğu satraplık56 sisteminin Batı Anadolu’daki merkezi olarak

işlev gördü. Persler Sardes’e yerleştikten sonra, kentin doğu-batı ticaretindeki artan önemini gösteren en somut kanıt, pazar yeri ve iş merkezi işlevi gören agoranın eskisinden daha geniş bir alan kaplamasıdır. Sardes’i, doğudaki başkentlere bağlayan Kral Yolu’nun, ticaret ve ordu yolu olarak öneminin arttığını, ulaşım ve haberleşme alanında etkin önlemler alındığını görebiliriz57.

54 E. J. Owens, Yunan ve Roma Dünyasında Kent, (çev. Cana Birsel), Homer Kitabevi, İstanbul 2000, s.

18.

55 S. Aktüre, a.g.e., s. 20.

56 Pers Krallığı’nda eyalet valilerine verilen unvan, satrapların yönetimi altında bulunan bölgelere ise

satraplık denirdi.

(28)

1.4. Helen Kentleşme Süreci ve Gelişimi

Minos kenti, bir sarayın etrafında şekillenmiş, olasılıkla siyasal toplantıların yanında şenliklerinde yapıldığı açık bir alan olan agoranın ilk örneklerini görebileceğimiz merkezi konumlanmanın sonucudur. Miken kenti ise kuvvetlendirilmiş kale ve surlar ile çevrilmiştir. Kıta Yunanistan ve Batı Anadolu’da ise MÖ 8. yy itibariyle yönetim şeklinin yavaş yavaş demokratikleşmesi ile birlikte kent devletleri yeni bir düzenleme içerisine girmiş ve bunun sonucunda kentleşme süreci tamamen farklı bir boyut kazanmıştır.

Miken uygarlığı, sarayı merkezine alan ekonomi modeli ile tanımlanmıştır ve

polis kavramından önce gelen bir oluşumdur. Mikenler’de de polis ile benzerlik gösteren ptolis kelimesi kullanılmıştır fakat aynı çağrışımı vermemektedir. Miken medeniyeti kent

devletleri ile benzerlik göstermeyen küçük kentlerin dünyasıdır. Sarayların MÖ 1200 civarında yıkılması ile birlikte aşama aşama kültürün kaybolduğu ve MÖ 8. yy’a değin Yunanistan anakarasında var olmaya devam ettiği görülür58. Kısaca söylemek gerekirse

polisin doğuşu hiçte kısa sürmemiş, yaklaşık üç-dört yüzyıllık bir dönemde, Miken

krallıklarının çöküşüyle başlar ve MÖ 7. yy’da tamamlandığı sonucuna varılabilir59.

Bir kent özellikle etrafını çevreleyen kırsal alan ile olan politik, ekonomik ve sosyal ilişki ile tanımlanır. Bu tanımlama ölçütü Yunanlılar ve Romalılara göre farklılık göstermiştir. Yunanlılar için polis kavramı tanım gerektirmez çünkü polisi kent içerisinde toplumsal gelenekleri paylaşan insanların toplandığı bir oluşum olarak görmüşlerdir. Alceus’dan aktaran Owens’ın da dediği gibi kenti oluşturan çatısı örülmüş evler, korunaklı limanlar ya da iyi yapılmış duvarlar değil, kendi imkanları ile bir düzen içerisinde yaşayan insanlardır60. Aynı şekilde Atinalı ünlü komutan Nikias’da Sicilya

seferinden başarısızlıkla dönen ordusunu motive etmeye çalışırken kenti duvarlar ve gemiler oluşturmaz, içerisindeki erkekler kurar demiştir61.

Kentlerin oluşumunda vurgulanması gereken diğer önemli unsur kentlerin nereye kurulacağı ya da var olan kentlerin gelişim sürecinde yapıların hangi özelliklerine göre

58 Ian Morris, “Kent ve Devlet Olarak Erken Polis”, Antik Dünyada Kırsal ve Kent, (çev. Lale Özgenel),

Homer Kitabevi, İstanbul 2000, s. 27.

59 Marco Bettalli, “Polislerin Ülkesi Yunanistan”, Antik Yunan, (ed. Umberto Eco, çev. Leyla Tonguç

Basmacı), Alfa Basım Yayım, İstanbul 2018, s. 64.

60 E. J. Owens, a.g.e., s. 1.

61 Thucydides, History of the Peloponnesian War (çev. Charles Forster Smith), The Loeb Classical

(29)

konumlanacağı olmuştur. Bu durumun başlıca etkenleri ise kuşkusuz doğal konum, strateji ve ekonomik unsurlardır62.

Doğal konum ve stratejik unsurlara geçmeden önce polisin ekonomik olarak nasıl idare edildiğini araştırmamız konuyu anlamamız açısından daha verimli olacaktır. Helen dünyası kentlerinin gelir kaynakları oldukça sınırlıydı. Belirli büyük kentler dışında çoğu maddi imkansızlıklarla pençeleşiyor ve bağışlara dayalı olarak kenti idare etmeye çalışıyorlardı. Bir polisin başlıca gelir kaynakları gümrüklerde alınan mal giriş çıkış vergisi, kent kapılarından geçişler ve eğer liman varsa onun kullanımıyla alınan vergiydi. Bunların dışında kamuya ait olan topraklar kiralanıyor ve ek gelir elde ediliyordu. Yine bu verilere en net ulaşabileceğimiz kent olarak karşımıza Klasik Çağ’ın gün ışığı Atina çıkmaktadır. Böckh’den aktaran Takmer’e göre Atina’nın gelirleri dört kalem altında toplanmıştır. Bunlar; maden ocakları (Laurion gümüş ve kurşun madenleri), gümrük giriş çıkışları, pazarlardan alınan vergiler, iş kollarından, metoikoslardan63 ve kölelerden alınan

doğrudan vergiler en önemli kalemlerdir. İkinci olarak mahkeme harçları ve buna bağlı olarak verilen para cezaları, ayrıca sürgüne gönderilenlerin mal varlıklarının satışından elde edilen gelirlerdir. Üçüncü olarak Atina’ya özgü bir kazanç olan Attika-Delos Birliği’ne üye olmuş kentlerin ödedikleri katkı payları ve son olarak düzenli olarak verilmesi gerekli yıllık kamu hizmetleridir64.

Attika-Delos Birliği Atina için ciddi bir kazanç kaynağıydı çünkü Yunan kentleri Ege ve Akdeniz kıyılarında o kadar fazla sayıya ulaşmıştır ki Platon bölgedeki Yunan varlığını tasvir etmek için şöyle der: “Denizin kıyısında, bir göletin çevresindeki

kurbağalar veya karıncalar gibiyiz”. Bu tanımlamada bize gösteriyor ki iki denizin MÖ

4. yy’a kadar bilinmeyen yeri kalmamıştır65. (Res. 8)

Antik Yunan kentlerinin gelişimi iki şekilde olmuştur. İlki doğal yolla geçmişi bilinmeyen daha eski kültürlerin üzerinde gelişerek büyüyen ve alanını buna göre

62 R. E. Wycherley, Antik Çağda Kentler Nasıl Kuruldu, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2011, s.

23

63 Yunan kent devletlerinde kendi isteğiyle oraya yerleşen ve toplum içinde saygın bir konum elde eden

yabancılara verilen ad. Metoikoslar arasında en iyi bilinenler çoğunun yerleştiği Atina’da yaşayanlardı. Siyasal hakları bulunmayan metoikoslar mülk edinmenin ve yurttaşlarla evlenmenin dışında tüm yurttaşlık haklarından yararlanırlardı. Yurttaşlara oranla biraz daha yüksek bir varlık vergisi bir de kişi başına bir vergi öderlerdi. (M. C. Howatson, a.g.e., s. 610.)

64 Burak Takmer, Oikonomika Aristoteles Özelinde Antik Dönemde Ekonomi Kavramı Üzerine I (Genel Değerlendirme), Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2016. s. 543, 545.; Aristophanes, Wasps, 650-660. 65 Stefania De Vido, “Modelin Yaygınlığı: Göletteki Kurbağalar”, Antik Yunan, (ed. Umberto Eco, çev.

(30)

düzenleyen bir kent şekli. İkincisi ise tamamen yeniden planlanarak en uygun lokasyonda baştan kurulan düzenli bir kent modelidir66.

İlk kategoride yer alan Antik Çağ Atina’sının geçmişi Karanlık Çağlara kadar gitmektedir. Tunç Çağı kalesi olmasıyla birlikte yerel halk surların dışında, soylular ise Akropolis’te yaşamıştır. Topoğrafik yapısı sebebiyle kentleşmenin buna göre uygulandığı Atina bütünüyle düzensiz bir plan ve temel unsurlar için büyük ölçüde düzensiz yer seçimi tercihleri geleneksel doğal yolla gelişen bir şehrin alameti farikasıydı67. (Res. 9) (Res. 10) (Res. 11)

İkinci kategorideki şehirler bilinçli bir karar mekanizmasının sonucu yeniden planlanarak düzenli bir şekilde kurulmuştur. Planlamayı yapan plancı her araziyi eşit parsellere bölerek kent işlevine uygun düşecek bölgeye konumlandırmıştır. Birbirini dik açılarla kesen doğrusal yollardan meydana gelen ve ızgara biçimi oluşturan düzenli bir sokak planıdır68.

Helen kent planlaması denildiğinde ilk akla gelen kuşkusuz Miletoslu Hippodamos’tur69. Hippodamos’un kendisi hakkında antik kaynaklar çok az bilgi verse

de planladığı kentleri ve öncülük ettiği ızgara planı hakkında oldukça fazla bilgiye sahibiz. Antik kaynaklar Atina’nın limanı Peiraieus’u, Güney İtalya’da Thuroi kolonisini, Rhodos’u ve diğer bazı kentlerin kuruluşunda yer aldığını belirtse de ne kadar güvenilir bilgiler olduğu yapılan tarihlendirmeler göz önüne alındığında şüphelidir. Şüphesiz ki Hippodamos, bu sistemi ne ilk bulan ne de ilk uygulayan kişidir. Fakat uygulama alanını genişletmiş ve uzak coğrafyalara kadar tanıtmıştır. MÖ 4. yy ile Helenistik Çağ’ın başlarında kurulan kentlerde Hippodamos kent planı sisteminin yan ürünleri ile karşılaşırız ve bu kentlerde dikkat çeken ilk unsur kent merkezinde agoraya ayrılan geniş alanlardır70.

Kentlerin nerede kurulacağı planlanırken kuşkusuz doğal konum, ekonomik elverişlilik ve strateji en önemli etkenlerdir. Antik Yunan dünyasında bir toplumun tipik yapısı ise polis idi. Bir polis, genellikle takviye edilmiş bir kentsel merkezden ve

66 R. A. Tomlinson, Yunan Mimarlığı, (çev. Rıfat Akbulut), Homer Kitabevi, İstanbul 2012, s. 117. 67 R. A. Tomlinson, a.g.e., s. 119-120.

68 R. A. Tomlinson, a.g.e., s. 119-120.

69 Antik Çağ’ın en büyük ve önemli mimarı Hippodamos Miletosludur. Euryphon’un oğlu Hippodamos

aynı zamanda kent planlamacısı, fizikçi, matematikçi ve felsefeci olup, “kent planlamacılığının babası” olarak anılmaktadır. MÖ 498’de Miletos’da doğmuş, ancak yaşamının büyük bölümünü Atina’da geçirmiştir. Bir kent planının işlevlerinin çeşitliliğine göre tasarlanması görüşünde olan Hippodamos, böylece kentlerin çeşitli etkinlik bölgelerini tanımlamış ve bu bölgelerin sınırlarını toprak üzerinde işaretleyerek yapıların bu sınırlar içinde kalmasını öngörmüştür.

Referanslar

Benzer Belgeler

Rüzgâr enerjisi alanında öncü olan ülkelerin rüzgâr enerjisi kurulu gücüyle ülkemiz rüzgâr enerjisi kurulu gücü karşılaştırılarak yıllar içerisinde meydana

Bu algıyla ilişkili olarak, Geç Antik Çağ-Erken Hıristiyan Sanatı’nda özellikle sarkofag betimlerinde görülen İsa figürleri kişiyi yaşamda ve ölümden sonra

17- http://www.otomobilrehberim.com/2014/01/vites-kutular-cesitlerivites- kutularnn.html 18- https://www.ototnc.com/tork-konverter-nedir-nasil-calisir/

Onun hakkında bir “ makale-i bibliyograf­ ya” yazılacağı zaman evvel be-evvel o kitab hakkında edilmiş olan intikadlar dahi görülmelidir.. Sonra o intikadlarm

雙和醫院癌篩成績卓越受表揚 雙和醫院配合政府推動四癌篩檢成績卓越,於 1 月 30 日獲新北市政府衛生局頒發 101

Yüzey kırığı meydana getirdiği tespit edilmiş, büyüklüğü M=7.0’dan büyük olan bir deprem de 18.03.1953 tarihinde Çanakkale-Yenice’de meydana gelmiş, 50 km

o Henry, A.(ed.), Stone Conservation: Principles and Practice, Donhead, Wiltshire 2006. G., Taşların Bozulma Nedenleri, Koruma Yöntemleri,

Bununla birlikte Kur’an’ın diğer konularda olduğu gibi, sağlıklı bir toplumun inşası için belirlediği bireysel ve toplumsal barışa dair temel