A B D Ü L H A M İ T H A K K I N D A
Majeste Abdullahııt Hâtıraları
Son günlerde, Haşimî Şarkî ÜrdünHükümeti Kıralı Abdullah Hazret leri, hâtıralarını bir kitap halinde neşretmiştir. Yakın Şarkı ve bilhassa memleketimizi ilgilendiren birçok ta rihî hâdiseleri ihtiva eden bu hâtıra ların hazı mühim kısımlarını tercüme
ederek okuyucularımıza sunuyoruz.
Hicrî 1261 (M. 1882) yılında Mekkede doğdum. Dört yaşımda iken annemi kay betmiştim. İlk tahsilimi Mekkede ve T aif de yapmıştım. O zamanlarda öğretim usulleri çok geri idi. Hocalar, talebeleri döverek veya korkutarak derse çalıştırırlardı. Fala kanın talimde büyük rolü vardı.
7 Şubat 1891 de biz üç kardeş ben, Ali ve Faysal, (İzzeddin) adındaki gem i ye binerek Süveyş kanalını geçtik. İsmaıii
y e ’ye geldiğimizde ilk defa* olarak açık kı
yafetle gezen kadınları gördük. O zaman bu, bize çok tuhaf ve garip görünmüştü.
Uzun bir yolculuktan sonra İstanbula geldik. Gemimiz (Kumkapı) açıklarında demirledi. Biraz sonra vapura yanaşan bir kayık bizi alarak Boğaziçine Emirgâna gö türdü. O semtte babamın amcalarından bi rinin evi vardı. Babam (Şerif Hüseyin) bi zi orada bekliyordu.
İstanbula gelişimizin ikinci haftasında Padişahın bir emrile mülâzımıevvel Safvet Beyin bize hususî öğretmen olarak tayin edildiğini öğrendik.
Otuz yaşlarında olan Safvet Bey ayııi zamanda Harbiye mektebinde hendese ve inşaat hocası idi. O bizi yeni metodlaıla okutmaya başladı. Arabça konuşmamızı tenbih etti. Ondan ayrıca Türkçe olaraK coğrafya, hesab, İslâm Tarihi dersi alıyor duk.
ABDÜLHAMİDİN HUZURUNDA:
Babam İstanbula Osmanlı Hükümeti nin dâvetile gelmişti.. Payitahta vasıl olur olmaz hemen Sultan Abdülhamid kendisini
Kıral Abdullah, iiniformasiyle askerî bir merasimde...
kabul etti ve ona resmî bir iş için çağırttı ğını söyledi. Bir iki gün sonra babam Dev let Meclisine âza olarak tayin edildi ve hü kümet tarafından ikameti için Boğaziçinde, denize nâzır mobilyalı bir yalı tahsis edildi.
Bu tayinin açık bir mânası vardı. O da kendisini Hicazdan uzaklaştırmaktı.
Çünkü babam, o sırada Mekke Şerifi ile beraber muhtelif vesilelerle hacıların paralarım gasbeden valinin bu zalimane ha reketlerini hükümete şikâyet etmek cesare tini göstermişti.
Babam, Hicazdan uzaklaştırılınca o günkü Osmanîı Hükümetinin idaresinden şi kâyetçi olan bazı şahıslar nefyedildi. Bun ların arasında Mekkenin Müftii Ekberi Şeyh Abdurrahman Sarraç, Şafiî Müftisi Seyyid Abdullah Ezzevanî ile Mâlikî Müf tisi Şeyh Abid vardı.
A
İstanbulda bulunduğumuz sıralarda Türk - Yuıian harbi patlamış, Yemen hâ diseleri vahim bir hal almıştı. (İmam) da San'a şehrini zaptetmişti.
(1908) de faaliyetini arttıran İttihad ve Terakki Partisi o meşhur Meşrutiyet in kılâbını yaptı.
Akabinde Mekke Şerifi ile bütün yük ■ sek memurları azl ve yerine Şerif Abdiili- lâh tayin edildi fakat1 Mekkeye varmadan vefat etti.
Bu sırada, babamı bu vazifeye talib nl- ması için elimden gelen bütün gayreti sar- fettim. Çünkü bu mevkie lâyık ondan baş ka kimse yoktu.
Epey bîr tereddütten sonra babam, sad razam Kâmil Paşa vasıtasile Padişaha ' şu mektubu gönderdi:
«Şerif Ali Abdullah bin Mehmedin azli «ve amcam Abdülilâh bin Mehmedin vefa- «tile Mekke Emirliği makamı münhal kal- «mıştır. Hâşimi âilesinin en yaşlı âzası bu- «lunmaklığım dolayısiyle seleflerimin te- «varüs ettikleri bu makama geçmek evlevi- «yetîe bana düşer. Bu münasebetle Zâtı «Şâhaneye malûm olan bağlılığımı arzeder, «tammış olduğu hukukumun iade edilme- «sini dilerim...»
Bu mektubu ben kendi elimle Kâmil Paşaya götürdüm. Okuduktan sonra:
— Şerif Hüseyinin en büyük oğlu siz inisiniz?
Diye sordu:
— Hayır, ben ikinci oğluyum.. En bü yük oğlu Alidir.
Cevabını verdim. Bunun üzerine bu mektubu niye ağabeyim Alinin getirmedi ğini soran Kâmil Paşaya şu karşılığı ver dim:
— Ağabeyim Ali, Kayınpederi Şerif Abdüliîâh’ın matemiyle meşguldür.
592
Kâmil Paşa:
— Babanın ellerinden öperim. Kendi sine Allahın izniyle hukukunu unutmıya- cağımızı bildir.
Dedi. Bu sözlerle ne demek istediğin den şüphelendiğim içip derhal Padişaha şu telgrafı çektim:
«Mekke Emirliğinin makamı münhal «olduğundan müsellem olan bu hakkımın «verilmesini ve mezkûr makama tayin edil- «mekliğimi Zâtı Şâhaneden dilerim.»
Bu telgrafı, Sadrazam, Şeyhülislâm ve Saray Başkâtibi vasıtasile Padişaha gönder miştim.
O akşam, babam Sarayın Başkâtibin den bir mektup aldı. Ertesi gün saat dokuz da Padişahla görüşmek üzere Saraya dâ- vet ediliyordu.
Babam muayyen vakitte Saraya gitti ve kendini Mekke Emirliğine tayin ettirdi..
Fakat bu tayin İttihad ve Terakkinin ileri gelen adamlarım kızdırdı. O günden beri babamla araları açıldı. Ve bu ihti’ ıf Birinci Dünya Harbine kadar devam etti..
A
Babam, Hidiv Şirketine aid (Tanta) vapurile Hicaza hareket etmeğe hazırlanı yordu..
Hareket edeceği gün, Padişah onu Sa raya davet ederek kendisile bir buçuk saat süren hususî bir görüşme yaptı.
PADİŞAH AĞLIYOR:
Padişah, bu görüşme esnasında baba ma, İttihad ve Terakki adamlarından bir hayli derd yanarak bu partinin meşrutiyet inkılâbını muvaffakiyetle yaptıktan sonra bütün adamlarını ve taraftarlarını, kabili yet ve ehliyetlerine bakmadan devlet v a zifelerinin başına geçirdiklerini, iyi düşü nen ve münevver halkın bir kısmının bu hareketi endişe ile karşıladıklarım, Osman
l I İmparatorluğunun varlığını korumak için
devlet işlerini tecrübeli ve bu gibi işlerde pişmiş kimselere tevdi edilmesini arzu et tiklerini söylemiş ve şunları ilâve etmiş:
— Allah senden, tecrübe ve kabiliye tinden istifade etmeme mâni olanların ceza larım versin. Bu gasıblann idaresini elleri ne aldıkları İmparatorluğun âkibetinden çok endişe duymaktayım,
Bunun üzerine babam şu karşılığı ver miş:
— Memleketim, Zâtı Şahanenin duru munu değiştirmek için her zaman
yardımı-Ktral Abdullahm bir portresi
ma hazırdır^ Böyle bir davetinize ilk cevap verecek yer Hicazdır. Maiyetinizle birlikte Hicaza gelmek isterseniz, het- türlü maddi ihtiyacınız temin edilecektir. Ayni zamanda hasimlerinizden uzak ve emniyetli bir yer de olacaksınız.
Pâdişâhın gözleri yaşla dolmuş ve: ! — Teşekkür ederim.. Sağ ol., Daha bu dereceye kadar müşkül bir durumda deği lim..
Diyerek babamı (İftihar) nişanile tal tif etmiş..
A
Bazı müverrihler, ikinci Sultan Abdül- hamidin müstebid bir adam olduğunu söy lerler, hakikatte ise öyle değildi, o yalnız çok ihtiyatkâr bir adamdı. Öldükten sonra, onun hayatta iken hiç bir kimsenin canına kıymadığı, yalnız bir defa birisini idama mahkûm ettirdiği sabit olmuştu. O siyasî hasımlarını hapishanelere gönderir, siya setine muhalefet edenlerle hükümetini tenkid edenleri, kendilerini kimsenin tanı madığı ülkelere nefyederdi. O bu hareker tile gûya büyük imparatorluğunu koruya bileceğini, ihtilâllerin, ayaklanmaların önü ne geçebileceğini zannediyordu..
Sultan Abdülhamidin bu hareketleri ni, hal’inden sonra iktidara geçen İttihad ve Terakki hükümetinin, Suriye ve Yemen halkına tatbik ettikleri şiddet ve tazyik ha reketlerde mukayese edersek nisbeten onu mutedil görürüz.
Sultan da Cuma ve resmi bayram gün lerinden başka sarayından nadir olarak dı şarıya çıkardı. Bununla beraber Halife ve Padişah olması sıfatile kendisine lâzımge- len saygı ve tazim gösteriliyordu.
Filvaki Bâbıâli ve Hey’eti Vükelâ, ka nunî ve resmî muamele neyse onu yapıyor lardı. Fakat vâlilerin, hâkimlerin, ordu, ve idare adamlarının tayin, azil, nakil ve ter fileri Padişahın emrile oluyordu.
Burada Pâdişâhın düşmanlarından bah setmeden geçmiyelim: Memleket haricine kaçıp, onun idaresi ve hükümeti aleyhine fena propagandalar yapan bu adamlar, onu müstebid, cebbar ve kana susamış bir hü kümdar olarak tanıtmışlardı. Bunların ara sında Parise kaçan müverrih Murad Bey ile bilâhare Meclisi Meb’usan Reisi olan Ah- med Rıza Bey vardı. Bunlar, hususî bazı sebepler dolayısiyle Îstanbulu terkettikten sonra payitahtta bir dedikodu dalgası ya yılmağa başladı. Herkes, rastgeldiği tanıdı ğına soruyordu:
— Filân adamın kaçtığından haberin vra mı?
Yahud:
— Duydun mu, Avrupaya kaçan filân adamların komşularını polis tevkif etmiş, gece, gündüz onları sorguya çekiyormuş!
Bizzat Padişah, şahsî bazı sebepler do- layısiyle firar eden bu adamların durumla rından endişe duyuyor, rahatı kaçıyordu. Bu, onların şahsiyetlerine verdiği ehemmi yetten ziyade, efkârı umumiyeden korktu ğu içindi.
Benim kanaatime göre İkinci Abdül- hamid, yaptığı işlerde ve verdiği kararlar da samimî ve doğru hareket ettiğine kuv vetli imanı vardı.
Yaptığı bazı hatalı işleri onun dar gö rüşüne, hâdiseleri ve adamları iyi tanıma dığına atfetmek lâzımdır.
MEKKEYE AVDET:
Babam Mekke Emirliğine getirilme si dolayısiyle, gerek yolda ve gerek Mekke- de gördüğümüz hüsnükabulü burada anlat-
(Devamı 615 inci sahifede)
A b d ü ih a m id H a k k ın d a î
M a jeste Abdullahın Hâtıraları
— 3 — ' - - i w Sultan Abdülhamit hal’edilip İstanbul-
da ahval sükûnet bulduktan sonra Hicaza Fuat Paşa adında bir vali gönderildi. O sı ralarda babam, yazlığa (Taif) e gitmeğe ha zırlanıyordu. Hareket etmeden önce, ikide bir asayişi ihlâl eden, yol kesen (Benî Ha ris) kabilesini tedip etmek için bir kuvveı hazırlamamızı emretti. Bazı gönüllülerden ve Emîrin atlılarından v e hecinlilerinden müteşekkil bir kuvveti bu eşkıyaların üze
rine yolladık. Birkaç müsademeden sonra bu kabilenin azılı elebaşıları teslim oldular.
Bundan başka, RJiekke iie Medine ara sındaki dağlarda eşkıyalık edip Hacılardan haraç alan ve etrafa dehşet ve korku salan (Matir) kabilesini tenkil etmek için de bir kuvvet gönderdik. Fakat talihsizliğe bakın ki bu kabilenin kendine merkez ve sığmak ittihaz ettiği yerler çok muhkemdi. Bu yüz den mühim kayıplar vermiştik. Onlardan da birkaç kişi telef olmuştu. Bu tenkil harekâ tında ben de bacağımdan yaralanmıştım.
Babam, Taife vardıktan sonra, Natir kabilesinin üzerine bir baskın hareketi yap mamızı emretti. O esnada bu eşkıyalar, dağ lardaki muhkem yerlerini terkedip, vadide çadır kurmuşlardı. Şafakla beraber yaptığı mız bir taarruz hareketiyle, eşkıyaları tes lim olmak zorunda bıraktık.
Ertesi sene, babamla bazı Emirler ve eşraf Necit taraflarına gidip o havalide ya- şıyan bazı Hicaz kabilelerinin durumlarını yokladılar.
O sıralarda Necit ülkesini aralarında paylaşamıyan İbnürreşit ve İnbüssüut da bu kabileleri elde etmeğe çalışıyorlardı.
Ben Mekkede babamın vekili olarak kalmıştım. O günlerde adamlarımız Uteybe kabilesinden vergi toplıyan, bugünkü Süudî Arabistan Hükümdarı Abdül’aziz el-Süud Hazretlerinin kardeşi Emir Saidi tevkif et mişlerdi. Fakat çok geçmeden babamla İb- nüssüud arasında yapılan bir anlaşma ge reğince serbest bırakıldı.
Bu münasebetle, şu hâdiseyi belirtmek lâzımdır:
İleride bahsedeceğimiz (Asir) savaşma hazırlandığımız sıralarda, Osmanlı hükümeti
Abdülhamidin bir selâmlık günü alınmış resmi. (Fransızca Illustration’ dan)
Başvekili İbrahim Hakkı Paşa vasıtasiyle İngiltereden bir ihtar aldım. Hakkı Paşanın bildirdiğine göre, İstanbulda bulunan İngiliz Sefiri, Mekke Emîri babamla, Emir Süud. bin Abdü’azizin Necit Emîri Abdürrahman oğlu Abdül’azizi tazyik ettiklerinden şikâyet et miş ve bu Emîrin Hindistanla sıkı münase bette bulunduğunu bildirmiştir. Hakkı Paşa bana yazdığı mektupta ezcümle şöyle diyor du:
«Babana selâmımı bildir ve kendisine, İngiltereden çekinmesini anlat. Kuveyt hâ disesinden sonra ona artık yardım edecek durumda değilim.))
Asir muharebesi:
Babamla Osmanlı hükümetinin araları nın açılmasına sebep olan en mühim hâdi selerden biri de (Asir) seferidir. Seyit İdrisi- nin muhasara ettiği Asir’in başşehri (Ebha)- yı ve içinde bulunan kuvvetleri kurtarmak için, Padişahtan babama bir emir gelmişti. O sıralarda Yemenin başşehri (San’a) da İmam Yahya tarafından kuşatılmıştı. Hicaz la Yemen arasında bulunan Asir ülkesi
risî diye anılan Muhammet bin Ali adında nüfuzlu bir zatın idaresinde idi.
İdrisi, Onsekizinei asırda Mekkeye Hac farizasını eda etmek maksadiyle gelen âlim ve fâzıl bir Merakeşli muhacirin sülâlesin- dendi. Seyit Muhammet İdrisî, Kahirede tah sil görmüş, siyasî gayeler peşinde koşan bir adamdı. 1909 da İmam Yahyanın teşvikiyle ve Habeşistan’da bulunan İtalyanların yar- dımiyle Osmanlı hükümetine karşı isyan et mişti. O sıralarda İtalyanlar Libyayı işgale hazırlanıyorlardı. Osmanlı hükümetinin na zarını Yemene ve o havaliye çevirmek için İdrisîye ve İmam Yahyaya silâh ve mühim mat yollıyarak isyana teşvik etmişlerdi. Ba bam, Osmanlı ordusiyle birlikte İdrisînin üzerine yürümüş ve (Kunfuze) denilen yere, kendisine askerî imdat yolanmasını iste mişti.
Ben o sıralarda, yani 1911 de İstanbul- Meclisi Mebusanda Mekkei Mükerremenin milletvekili idim. Babam, beni Hicaza çağı rınca oraya hareket etmek için Hakkı Paşa dan izin istedim. Memnuniyetle verdi ve ba na yakın bir alâka gösterdi. Meclisi Mebu- san Reisi Ahmet Rıza Bey de, hükümetin, babamın şahsî nüfuzuna çok itimadı oldu ğunu söyledi.
Hicaza giderken, Hıdiv Abbas Hilmi’yi ziyaret ettim. Hıdivi, Seyit İdrisîye yakın lık gösteriyor ve zannedersem ona yardım da ediyordu. Bana sordu:
— İdrisînin isyanını bastırmak için mi İstanbuldan geldin?
— Evet!
Diye cevap verince, Hıdivi:
— Şimdi yazdır, dedi, Kızıldeniz sahili çok sıcaktır. Bu seferi, sonbaha bırakırsanız daha iyi olur.
Ona şu karşılığı verdim:
— Ordu şark tarafından da ilerliyebi- lir. Hem geç kalırsak (Ebha) mn da İdrisî nin eline düşmesi ihtimali vardır.
Hıdivi:
— Fakat Arap efkârı umumiyesi bu ha reketinizden endişe etmektedir.
Ben:
— Ne yapalım... Cenup Arap ülkeleri bir takım cahil Emirlerin idaresi altında in lemektedir. Bu Emîrler, o memleketleri ec nebilerin ağızlarına hazır bir lokma olarak vermğee çalışmaktadır.
742
Hıdivi, bunun üzerine, bana muvaffaki yet dileyerek sıhhatime itina etmemi tavsi ye etti.
Asir savaşı esnasında askerler arasında kolera âfeti başgösterince Hırivînin son na sihatini hatırladım.
TARİH DÜNYASI’NIN NOTU: Majeste Abdullahm Türkiyeyi alâkadar eden hâtıra ları burada bitmektedir. Şimdiye kadar neş rettiğimiz hâtıralarda mühim bazı hâdiseler aydınlanmış bulunmaktadır.
Giricfve Mücahitleri
(Bas tarafı 736 ncı sahifede)
vermiş bulunduğunu şükranla kaydetmek lâzımdır.
Muhterem ölü, millî hissiyatından do layı, 1915 senesinde, Venizelos tarafın dan Midilli adasına nefyedildi ve uzun za man orada kalmağa mecbur oldu; bu nefiy hâdisesi kendisinin millî hissiyatını daha fazla kamçılamaktan başka bir şey yapmadı.
Merhum Alyot, bütün çocuklarına yük sek tahsil verdi; onları, bilgilerini genişlet mek için Avrupaya ve Amerikaya gönder di. Mükemmel bir şekilde yetişmiş olan ço cuklarının bugün memleketimizde mühim mevkiler işgal etmeleri hepimiz ve bilhassa hemşerilerimiz için şayanı iftihar bir keyfi yettir.
Hamiyetli Alyot, 1924 senesinde müba dele dolayısiyle îstanbula gelerek yerleşmiş ve böylece, çoktan beri hasretini çektiği öz vatanına ve hürriyet muhitine kavuşmuştur. Bir insanın hayatında nail olacağı en fcı'yük saadetin bu suretle başlamış olduğu bir za manda, musap olduğu şeker hastalığı yüzün den, evvelâ bir kolunu, sonra bir ayağını feda etmek mecburiyetinde kaldı. Çok uzun süren hastalığı esnasında tıp ilminin icap et tirdiği en son tedbirlere başvuruldu, en mu tena bir bakım gördü. Bu da, yetiştirmiş ol duğu hayırhâh evlâtlarının büyük bağlılık ve fedakârlıkları sayesinde mümkün oldu. Son günlerde dahi çocuklarına, insaniyete hizmet etmenin en birinci vazife ve bu fâni dünyanın her türlü göz kamaştırıcı ışığından sakınmaları lüzumunu telkinde devam etti.
Ekmel MOLLA
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi