• Sonuç bulunamadı

Sekülerleşmenin Sonu Mu? : Peter Berger ve Bosna-Hersek Örneğinde Sekülerleşmenin Sonu Tartışması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sekülerleşmenin Sonu Mu? : Peter Berger ve Bosna-Hersek Örneğinde Sekülerleşmenin Sonu Tartışması"

Copied!
110
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ

MEDENİYETLER İTTİFAKİ ENSTİTÜSÜ

MEDENİYET ARAŞTIRMALARI ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

SEKÜLERLEŞMENİN SONU MU?

PETER BERGER VE BOSNA – HERSEK ÖRNEĞİNDE

SEKÜLERLEŞMENİN SONU TARTIŞMASI

ARMEND CRNOVRŠANİN

120401018

TEZ DANIŞMANI

Prof. Dr. RECEP ŞENTÜRK

İSTANBUL

2015

(2)
(3)
(4)

vi

ÖZET

Bu çalışmada laikleşme kuramının öncülerinin varsayımlarının aksine modernite fenomeni ile laikleşme arasında doğrudan ve tabii bir ilişkinin olmadığı öne sürülmüştür. Bu iddia Bosna’da yaşayan üç unsura (Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar’a) eşit derecede yer verilerek ispatlanmaya çalışılmıştır. Çizgisel olarak ilerleyen ve aralıksız devam eden bir laikleşmeden daha çok laikleşmeden dönüş (dindarlaşma) akımının olduğu iddia edilmiştir.

Bu çalışmanın iki hedefinden ilki özellikle teorik kavramlarına yoğunlaşılarak laikleşme kuramı hakkında olan tartışmayı incelemektir. İkinci hedefi ise bu kavramlara ek olarak nitel ve nicel verilerin katkısıyla Bosna Hersek’te ki mevcut durum ile laikliğin gelişimini incelemektir.

Tezimizin ilk kısmı Peter L. Berger’in çalışmaları ile onun ‘’nomos’’ ve ‘’anomy’’ kavramları hakkında bilgi verir. Buna ek olarak, Grace Daive ve onun ‘‘dolaylı dindarlık’’ kavramı; laikleşme tartışmalarına en büyük katkıları bir ülke sınırları içinde ki laikleşmeye dair farklı tahlil (analiz) seviyelerini göstermek olan Jose Casanova ve Karel Dobbelaere gibi düşünürler de bu çalışma da incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Sekülerleşme tezi, Peter L. Berger, Etnik dinsel kimlik, Bosna

(5)

vii

ABSTRACT

This study argues that the the phenomenon of secularization does not have such a strong and necessary connection with the phenomenon of modernity as assumed by the founders of the secularization thesis. This argument is demonstrated in the case of Bosnia and Herzegovina, equally taking into account all of three constituent peoples (Bosniaks, Serbs and Croats). This study forms that rather than a linear and continuous secularization, there is a trend of de-secularization.

The two major purposes of that thesis are, first to analyze the ongoing debate regarding the secularization thesis, in particular, its theoretical conceptes. And second, with the help of these concepts, and further quantitative and qualitative data, to investigate the development of secularism and the current situation primarily in Bosnia and Herzegovina.

The first part of the thesis provided an overview predominantly of the work of Peter L. Berger and his concepts of ‘’nomos’’ or ‘’anomy’’. In addition I examined Grace Davie and her concept of ‘’vicarious religion’’ but also Jose Casanova and Karel Dobbelaere whose main contribution within the debate about secularism was to introduce different levels of analysis regarding the extent of secularization within one country.

Keywords: Secularisation thesis, Peter L. Berger, Ethnoreligious identity, Bosnia

(6)

viii

ÖNSÖZ

Özel hayatımı ve akademik hayatımı en çok meşgul eden konulardan birisi dinin (özel olarak) insan hayatında ve genel olarak ta toplum üzerinde oynadığı roldür. Bu tezi İstanbul’da kaldığım 3 sene boyunca gösterdiğim gayretin başarılı bir neticesi olarak görmekteyim.

Bu tez her ne kadar İstanbul’da yazılsa da büyük bir kısmı Bosna Herkes hakkındadır. Bu açıdan çalışmamızın gayesi, sadece Bosna Hersek’te değil çağımızın genel veçhesinde dinin yeri (göreceliliği, manası) hakkındaki tartışmaya katkıda bulunmaktadır. Bu sebeple tezimin bir kısmı (teorik kısmı) Peter L. Berger ve onun günümüz dünyasında dinin yeri (göreceliliği, manası) hakkındaki tartışmaya yaptığı katkı hakkındadır. Bu bölümde ayrıca dinin küresel boyutu hakkında tahlil yöntemleri ve sınıflandırmaları olan, bizlere çeşitli veriler sağlayan Jose Casanova, Grace Davie, Karel Dobbelaere, Steve Bruce ve Ronald F. Inglehart gibi düşünürlerin de fikirlerine yer verilmiştir. İkinci bölümde onların yöntemlerini, bilhassa Peter L. Berger’in yöntemine atıfta bulunarak Bosna Hersek’e tatbik etmeye (uygulamaya) çalıştık.

Bu çalışmamıza birçok kıymetli şahsın katkıları olmuştur. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında, tez izleme süresince vermiş olduğu destek, kıymetli katkı ve yol gösterici tavsiyeleri sebebiyle danışmanım Prof. Dr. Recep Şentürk’e teşekkür ederim. Kendisine ayrıca tezimizin konusu hakkında ki en güçlü varsayımlarımı tekrar değerlendirmem konusundaki yapıcı tenkitleri (eleştirileri) sebebiyle de teşekkürü bir borç bilirim. Laikleşme tezinin varsayımlarını tanımama vesile olan ve konferansları tükenmez bir bilgi ve ilham kaynağı olan Prof. Dr. Bruce Lawrence’a, tezimin teorik kısmını uygulamaya geçirmeme yardımcı olan Yrd. Doç. Dr. Önder Küçükural’a, konuyla doğrudan ve dolaylı olarak alakalı olan suallerime (sorularıma) mesaileri dışında da cevap verme gayreti gösteren Yrd. Doç. Dr. Nagihan Haliloğlu ve Öğrt. Gör. Ercüment Asil’e de şükranlarımı sunarım.

(7)

ix

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... vi

ABSTRACT ... vii

ÖNSÖZ ... viii

KISALTMALAR CETVELİ ... xiii

GİRİŞ ... 1

1.BÖLÜM ... 5

LAİKLEŞME TEZİNİN ORTAYA ATILMASI ... 5

Giriş ... 5

1.1. Laikleşme Tezinin Öncüleri ... 7

1.2. Saeculum/Laiklik ... 10

2. BÖLÜM ... 11

LAİKLEŞME TEZİ ÜZERİNDE DEVAM EDEN TARTIŞMA ... 11

Giriş ... 11

2.1. Grace Davie: Dolaylı Dindarlık ... 11

2.2. Jose Casanova: Kurumsal Farklılaşma ... 13

2.3. Karel Dobbelaere: Tahlilin (Analizin) Üç Safhası ... 15

2.4. Steve Bruce: Tanrı Öldü ... 16

2.5. Pipa Norris ve Ronald Inglehart: Maneviyatın Düşüşü

(Reddedilişi) Değil Yeniden Yönlendirilmesi ... 18

Netice ... 19

(8)

x

LAİKLEŞME TEZİNDEN LAİKLEŞMEDEN GERİYE DÖNÜŞ

(DİNDARLAŞMA) TEZİNE DOĞRU PETER L. BERGER ... 21

Giriş ... 21

3.1. Berger’in Sosyolojisi ... 23

3.2. Laikleşme ve Akla Uygunluk Vetiresi (Süreci) ... 26

3.3. Laikleşme ve Hristiyanlık ... 27

3.4. Berger ve Dünyanın Laiklikten Geri Dönüşü ... 30

3.5. Avrupa ya da Amerika, İstisnai Durum ... 34

3.5.1.

Kilise İle Devletin Ayrılması ... 34

3.5.2.

Çoğulcu Yarışma (Rekabet) ... 35

3.5.3.

Aydınlanmanın İki Türü ... 35

3.5.4.

Aydınlanma Geleneğinin İki Türü ... 35

3.5.5.

Yüksek Kültürün İki Türü ... 36

3.5.6.

Aydınlanmış Gücün Kurumsal Araçları ... 36

3.5.7. Sınıf Pazarı Olarak Kiliseler ... 36

3.5.8.

Göçmen Emiliminin Şubeleri Olarak Kiliseler ... 37

3.6. Laik Bir Hayat Tarzı Mı Yoksa Çoğul(cu) Bir Modernite Mi? 37

3.7. Hürriyetçilik (Liberalism) ve Çoğulculuk: Dini Yenilenmenin

Temel Unsurları ... 39

3.8. Berger’e Yönelik Tenkitlerden (Eleştirilerden) Bir Kısmı ... 39

Netice ... 41

(9)

xi

BOSNA HERSEK: LAİKLEŞMEDEN GERİ DÖNÜŞ

(DİNDARLAŞMA) VAKASI ... 43

Giriş ... 43

4.1. Bosna Kilisesi: Halk Hrıstiyanlığı ... 43

4.1.1. Osmanlı Dönemi: Bosna’nın Müslümanlaşması ... 44

4.2. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Dönemi –İlk Laikleşme

Dönemi... 45

4.2.1.

Yugoslavya Krallığı Çatısı Altında Din ve Milliyet: Kimlik

Arayışındaki Slav Müslümanlar ... 46

4.3. İkinci Laikleşme Dönemi ... 49

4.3.1. Irki-Dini Ortakyaşamanın Embriyosu Olarak Kosova

Efsanesi ... 50

4.3.2.

2. Cihan Harbi (II.Dünya Savaşı) Dönemindeki Irki-Dini

Zulümler ... 53

4.3.3.

2. Cihan Harbinde (II. Dünya Savaşı) Döneminde Din

Adamlarının Rolü... 55

4.4. Tito Yönetimi ve Üçüncü Laikleşme Dönemi ... 56

4.4.1.

Kurumsal Dini Toplulukların Baskıya Uğraması ... 59

4.4.2. Ateizm ve Kardeşlik ve Birlik’in Sivil Dini ... 61

4.5. Toplumsal Karmaşa ve Laik Aydınların Başarısızlığının Neticesi

Olarak Dinin Özelleşmesinden Geri Dönüşün Başlaması ... 62

4.5.1.

Katolik-Hırvat Irki-Dini Canlanma ... 64

4.5.2. Ortodoks-Sırp Irki-Dini Canlanma ... 66

(10)

xii

4.6. Bosna Harbi (Savaşı) ... 72

4.6.1.

Bosna Harbi Esnasında Din Adamlarının Rolü ... 73

4.7. Dini Çoğulculuk ve Savaş-Sonrası Bosna’da Müslümanlar,

Katolikler ve Ortodokslar Arasında Laiklikten Geri Dönme

(Dindarlaşma) Akımı ... 77

4.7.1. Bosna Anayasasında Din ... 78

4.7.2.

Devlet Okullarında Din Eğitimi ... 80

4.7.3.Dini Simgelerin Teşhiri ... 81

SONUÇ ve DEĞERLENDİRME... 87

(11)

xiii

KISALTMALAR CETVELİ

a.g.e, : Adı geçen eser s. : Sayfa

NDH : Hırvatistan Bağımsız Devleti SS : Schutzstaffel (Koruma Timi)

OZNA : (Odjeljenje za Zaštitu Naroda – Milli Güvenlik Birimi) UDBA : Milli Emniyet Birimi

(12)

1

GİRİŞ

Şaşırtıcı bir şekilde kamusal alanda olan küresel dini canlanma hakkındaki tartışma, dinin tabiatı ve geleceği hakkında sosyologları birçok farklı suallerle (sorularla) meşgul etmeye devam etmektedir.

David Martin ve Bryan Wilson ile beraber Peter Berger, senelerce modernitenin gelişmesiyle beraber insanlar üzerinde dinin tesirini yitireceğini öne sürmüştü. Bu açıdan (Weber’e atıfla) Berger’in ilk (asıl) bakış açısına göre bilginin makulleşmesi (rasyonelleşmesi) manasında modernizasyon, sanayileşme ve pazarın hür teşebbüse yönelmesi siyasi haklarda bir kısım serbestliklere sebep olabilir ve bu da farklı bakış açılarının çoğalmasını teşvik eder. Netice olarak bu da emin olunan şeylerin (dolayısıyla dinin de) tesirini yitirmesine sebep olabilir. Bu bakış açısı genellikle ‘’laikleşme tezi’’ olarak ifade edilir.

Her ne kadar asli fikirleri böyle olsa da son 30 senedir Berger fikirlerinde bir kısım değişikliklere gitmiştir. Berger dini söylemin tesirinin ve ehemmiyetinin (öneminin) hala güçlü olduğunu hatta dünya çapında tesirini arttırmakta olduğunu söyler. Berger’le beraber Jose Casanova ve Grace Davie gibi birçok sosyolog dini inançların küresel düzeyde artan tesirini; en azından dini söylemin devam eden belirginliğini (Jürgen Habermas) kabul etmektedir. Bu açıdan bu tezde olduğu gibi Bosna Hersek gibi eski Komünist ülkelerde ki modern devlet ile dini hayat arasındaki alakayı incelemede laikleşme tartışması ( iddiası)nın ele alınması ilgi çekici hale gelir.

Bu konuları dikkate alan çalışmamızın temel gayesi, laikleşme tezini tanıtmak ve Peter L. Berger’in katkısına bilhassa yoğunlaşarak laikleşme tezini Bosna Hersek’te ki duruma uygulamaktır.

Buna ek olarak şunu da belirtilebiliriz ki asıl sorulması gereken şey Bosna Hersek’e yoğunlaşılarak liberal demokrasilerin çoğulculuğu yoluyla örneklendirilen modernitenin, toplumda laikleşmeye mi dindarlaşmaya mı sebep olduğudur.

(13)

2 Araştırmamızda hem nitel hem de nicel inceleme yöntemlerini kullandık. Laikleşmeyi 3 safhaya (şahsi, kurumsal ve toplumsal aşama) (Dobbelaere 1981) ayırıp incelemeyi müdafaa eden yaklaşıma göre, Bosna Hersek’te ki durumu bu üç safhaya göre inceleyeceğiz. Şahsi aşamayı daha çok istatistiksel göstergelerle desteklerken diğer iki inceleme aşamasını nitel verilerle destekleyeceğiz.

Bu açıdan baktığımızda eser 4 bölüme ayrılmış 2 kısımdan oluşur. İlk bölüm Comte, Marx ya da Durkheim gibi bir kısım aydınlanma-sonrası düşünürlerin laikleşme tezinin gelişiminde ki tesirini açıklar; bunu yaparken büyük ölçüde aydınlanma felsefesinin kendisini de etkilemiş olan mühim felsefi ve bilimsel iddialara değinir.

İkinci bölümde laikleşme tezinin ilk destekleyicilerinden olan Peter Berger’in çalışmasına(eserine) bilhassa değineceğiz. Bu bölüm onun önceki fikirlerini, bu fikirlerden dönüşünün sebeplerini, onu laikleşme tezinin en ateşli muhalifi haline getiren sebebi ihtiva eder (içerir).Bu açıdan Berger’in laikleşme iddiasına yaptığı en büyük katkı ‘modernitenin çoğulculuğa sebep olduğu ama bizzarure (kesinkes) laikleşmeye sebep olmadığı’dır. Berger’in dindarlık seviyesine göre A.B.D ile Batı Avrupa’yı karşılaştıran ve böylece iki modern dünya arasındaki büyük dindarlık farkını gösteren; böylece laikleşme tezini destekleyenlerin iddialarının tutarlılığını sorgulatan karşılaştırmalı örneğini sizlere sunacağız. Buna ek olarak, Berger’in çoğulculuğun dini kalkınmada merkezi bir rol oynamasına rağmen laik söylemde standart bir rol oynadığına dair saptaması büyük oranda Christian Smith ve onun alt kültür kimlik kuramı ile desteklenecektir. Komünist Bosna Hersek’in komünizm-sonrası durumuna yoğunlaştığımızda klasik laik söylemin büyük oranda hem laik bir otoriteciliği hem de dini canlanmayı ortaya çıkarıcı olarak (ikili) rol oynadığını görebiliriz.

Üçüncü bölüm son zamanlarda bu tartışmaya katılan mühim şahıslarla alakalıdır. Laikleşme tezinin karşıtları olarak Grace Davie ve Jose Casanova, laikleşme kuramını destekleyen Karel Dobbelaere, Steve Bruce, Pipa Norris ve Ronald Ingelhart gibi düşünürlerle karşı karşıya gelmektedir. Onların fikirlerini tanıtarak laikleşme ve dindarlaşmanın ölçülebileceği tahlil seviyelerinin

(14)

3 farklılaşması gibi farklı parametreleri ortaya koymak istedik. Bu açıdan Jose Casanova ve Karel Dobbelaere’nin katkıları özellikle belirtilecektir. Laikleşme safhalarını üçe ayırarak onlar laiklik sürecinin tek boyutlu değil birbirinden bağımsız tabakalardan oluştuğunu ve aynı bölgede eş zamanlı olarak laikleşme ve dindarlaşma eğilimlerinin olabileceğini göstermişlerdir. Eğer bilhassa Bosna Hersek’teki laikleşme ve dindarlaşma vetiresini(sürecini) inceleyeceksek bu sınıflandırma oldukça faydalı olacaktır.

Dördüncü bölüm bu çalışmanın ikinci kısmını oluşturur. Doğrudan Bosna Hersek ile alakalıdır. Bu sebeple Bosna Hersek’te bugün olanları anlamak için Bosna’da ki 3 temel dini grubun (Müslüman, Ortodoks ve Katolik) kimliği üzerinde bugüne kadar mühim tesire sahip tarihi bakış açısını aktarmak gerekir. Aslında sadece Bosna’nın değil aynı zamanda Balkan Yarımadası’nın tamamının temel bir hususiyeti onun tarihe (tarihi hadiselere) olan sıkı bağlılığıdır. Bu açıdan bu bölgede ki hadiselerin bugün yapılacak bir tahlili, tarihi temeli esas almadan mümkün değildir.

Bu gibi sebeplerden dolayı tarihi geçmişi Ortaçağ’a kadar götürdük ve Osmanlıların Bosna hâkimiyeti esnasındaki veya bundan önceki dini ve siyasi duruma dair az bir malumat sunduk. Daha sonra Bosna halkının dini ve milli kimliği üzerinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun tesirini inceledik ki bu dönem, kurumsal veya orta seviyede (Dobbelaere) Bosna Müslümanları, Katolikleri ve Ortodoksları için ilk laikleşme dönemidir. Bununla beraber Avusturya-Macaristan döneminden sonra Bosna Panislavik bir İmparatorluğun parçası oldu ki bu (ikinci laikleşme dönemi olan) (Yugoslavya) Krallık II. Cihan Harbi’ne kadar devam etti. Bu krallığın yerini daha sonra tüm dini ve milli kimlikleri baskı altına alan din ve milliyet karşıtı bir Komünist yönetim aldı (Tito Dönemi).Buna münasip olarak toplumsal, kurumsal ve şahsi seviyeyi kapsayan üçüncü laikleşme dönemi başladı (Dobbelaere); dinin şahsileşmesi, (laik olanı dini olandan ayıran) kurumsal farklılaşma ve dini inançlarda azalma meydana geldi (Casanova).Bu dönem toplum ve kültürün dini tesirden oldukça sıyrıldığı bir dönemdi (Berger). Marksizm’den etkilenmiş standart laik söylem çoğu zaman din karşıtıydı ve akademik camiada şekillenmiş alt-kültür, milliyetçilik ve dindarlığa karşı düşmandı.

(15)

4 Aşırı laik elitler ile dini ve milli kimliklerini muhafaza etmek isteyen sıradan insanlar arasındaki ayrışma ve güvensizlik seksenlerde zirveye çıktı ve bu da toplumsal bir karmaşaya sebep oldu. Bu karmaşa sıkı din karşıtı laik söylemden daha hür bir söyleme kaymaya sebep oldu. Güçlü bir iktisadi buhranın da şiddetlendirdiği toplumsal karmaşa veya ‘’aşırı durumlar’’ fanatikliğe sebep olan temel unsurlardı (Berger) ve Bosna Hersek’i içine alan Yugoslavya topraklarının kendini, üç ırkın ve dini anlayışın dini kimliklerini kuvvetlendiren vahşi bir savaşın ortasında bulması gecikmedi. Buna münasip olarak laik bir ortak (koalisyonel) siyasi yapının oluşmasına rağmen otoriter komünist yönetimin olmaması sebebiyle din, savaş sonrası Bosna Hersek’te ayrılmaz bir toplumsal unsur (etmen) haline geldi.

(16)

5

1.BÖLÜM

LAİKLEŞME TEZİNİN ORTAYA ATILMASI

Giriş

İnsanlık tarihinde dinin tesirinin en çok görüldüğü dönem Eksen Çağı’dır. Bu dönem , ’’insan unsurlarının topluma, toplumun evrene ilişkilendirildiği, evrenin yüceye dahil edildiği’’1

gerçeğin tam-kapsamlı farklılaştırılmamış endişesi olan ‘’erken dönem dini’’ 2

nden bu ilişkilendirilmişliğin azalmaya başladığı daha az yoğun bir dünya görüşüne doğru radikal (aşırı) bir hareket ile şekillenmiştir. Berger’a göre aslında Eksen Çağı (bilhassa Eski Ahit) , daha sonra ayrıntılı olarak anlatılacak olan Mısır ve Mezopotamya Kozmik Düzeninin antitezi olarak aşkınlaşma, tarihselleşme ve makulleşmenin öne sürülmesi yoluyla dünyanın büyüsünün bozulmasına (irtibatsızlaştırılmasına) katkıda bulundular.3

Bununla beraber İbrahimi geleneğin özellikle Eksen Çağı sonrasında bilhassa Hristiyan versiyonu Greko-Romen düşüncesinden oldukça etkilendi. Örneğin Aristo’nun Fizik isimli kitabı Batı Avrupa’da ki üniversitelerin müfredatının temel unsuru olarak 1650’ye kadar kullanılıyordu.4

Teolojik epistemolojik aşamadan Metafiziksel Epistemolojik aşamaya geçişi yansıtan bu dönem hem din hem de bilim tarihi açısından mühim bir noktaydı. Aristocu ve Ptolemik yer-merkezli (jeosentrik) sisteminden Kopernik’in güneş merkezli (heliosentrik) sistemine geçiş Dünya’ya bakış açısında büyük bir kargaşaya sebep oldu. Bu durum Yunan (Grek) yaklaşımının rasyonel epistemolojisine rağmen hala hakikatin fiziksel ve metafiziksel boyutları arasındaki zayıf bir farklılaşmanın şekillendirdiği Yunan (Grek) yaklaşımının altını oydu. Orta Çağ Epistemolojisinin eksikliği onun öncelikle

1

Charles Taylor, A Secular Age, London, The Belknap Press of Harvard University Press, 2007, s. 152

2 Charles Taylor, ‘’Rethinking Secularism’’, Western Secularity, Ed. By. Craig Calhoun, Mark

Juergenmeyer, Jonathan Vanantwerpen, New York, Oxford University Press, Inc. 2011, s. 45.

3

Peter L. Berger, The Social Reality of Religion, London, Faber and Faber, 1969, s. 113-115.

4

Ian G. Barbour, Religion and Science: Historical and Contemporary Issues, New York, HarperCollins, 1997, s. 4.

(17)

6 tümdengelim temellendirmesine şartsız olarak güvenmesinden kaynaklanıyordu ve bu da bunun üzerine temellendirilen bilişsel buluşları ve neticelendirmeleri çoğu zaman dikkate almadı.

Bununla beraber, özellikle Galileo ve Newton’un gösterdiği bilişsel başarılar yoluyla Ptolemik Sistem’e karşı olan iddiaların artmasıyla bilimsel devrim geri döndürülemez bir hal aldı; bu sebeple üzerinde yoğunlaşılan şey ‘’son’’ nedenlerden ziyade ‘’verimli’’ olandı 5

. Buna göre öncelikle (birçok bilim adamı tarafından) hakikatin tek şekilleri olarak ele alınan kütle ve hareketin (‘’verimli’’ sebebler) fiziksel kategorileri ve onun ötesine geçen her şey son sebebin kozmik gayesi hakkındaki spekülasyonları da dahil eder şekilde öznel ve bilişsel olarak bulunmuş/inşa edilmiş hakikat olarak düşünüldü.

Son sebeplere olan alakayı azaltarak hatta dışta bırakarak yeni bilgi bilimindeki bilimsel güven sadece teolojinin değil metafiziğinde önemini en aza indirmeye başlamıştı. Aydınlanma Dönemi’nde asıl yarış din ile bilim arasında değil Batı aydınları arasındaki en yeni ve en mühim yarışan akımları temsil eden deneysellik ile rasyonellik arasındaydı. Buna ek olarak şunu da söyleyebiliriz ki Galileo’nun ölümünden 2 asır sonra Darwin’in Türlerin Kökeni kitabı basıldı ve bu kitap asırlardır kilise tarafından öne sürülen insan-merkezciliğin (antroposantrizmin) altını oydu. Diğer bir ifade ile insan ırkı kozmolojik ve biyolojik olarak kıymetsiz bir hale geldi, evrenin bir kenarında rastgele bir tür olarak tanıtıldı. Bu netice çok bilimsel değildi çünkü bilim adamlarından oluşan elitler için metafizik çokta mühim bir şey değildi.20. yy başlarına kadar (dini söylemiyorum) metafizik hakkında ki konuşmalar hakikate dair tek işareti mantıksal pozitivizm olarak gören doğa bilimcileri için oldukça kıymetsizdi.6

5

Ian G. Barbour, a.g.e, s. 19.

6

Metafiziği ve özellikle dini reddedip maddelerin tek kapsayıcı unsuru olarak sadece pozitivist mantık yaklaşımını kabul ederek gayriihtiyari bir şekilde kendi metafiziğini oluşturdu ve bu da başka dünya görüşlerine karşı oldukça müsamahasızdı.

(18)

7

1.1. Laikleşme Tezinin Öncüleri

Tabiat bilimlerinde olan bu ilerleme ile teşvik edilmiş sosyal bilimciler aynı yöntemi kendi alanlarında da uygulama gereği duydular. Avrupa’da bu konuda toplumun ortaya çıkması ve ona dair insan algısı hakkında kuram kuran bir deneysel bakış oluşturan ilk sosyal bilimci olmasa da ilklerden biri olan kişi August Comte’tu. A Course in Positive Philosophy (Pozitif Felsefe Kursları) isimli meşhur eserinde toplumu 3 aşamalı yatay bir değişim olarak tarif ediyor. İlk ve en ilkel basamak teolojik veya kurgusal aşamadır; bu aşamada insanın hakikat hakkında ki endişesi tabiatüstü bir hakikat tarafından yönetilen ve başlatılan bir gaye (ilk ve son sebep) maddesi ile alakalıdır. İkinci aşama tabiatüstü güçlerin yerini bir kısım soyut güçler veya her canlıda yerleşik şahıslaştırılmış soyutlaştırmalar almaktadır. Üçüncü aşama ise zihin mutlak doğruyu aramayı önemsemediği ve (Newton’un yerçekimi kanununda yaptığı gibi) şahsi fenomenler arasında ki kısmi bağlantılar ve ilişkilere yoğunlaşarak hedef belirlediği son ve pozitif aşamadır.7

Comte’un yaklaşımının özeti şudur :–‘’Savoir pour prévoir, prévoir pour pouvoir’’ (önbilgi için bilgi ve faaliyet(aksiyon) için önbilgi/ Vizyonun olduğunu bilmen gerek, yapabilmek için vizyona sahip olman gerek/ön görebilmek için bilmek ve harekete geçmek için öngörebilmek).Ona göre pozitif aşama insan tarihinin son aşamasıdır, insanın yoğunlaşmasının hayali ve aşkın düzenden insan dostlarına ve kendine yönelmesi olan tarihin sonudur 8. Özet olarak belirtmek gerekirse insanlık tapınmanın yeni hedefi olacaktır.

19. yy ’da İncil eleştirisi Feuerbach’la ve onun dini, antropolojik bir şekilde insan tasarısı olarak tanımladığı; insanı bilgi, müsamaha ve hürriyet için mücadeleden alıkoyan bir unsur olarak tanıttığı eseri Hristiyanlığın Özü ile zirveye çıktı. İnsana dönüşü simgeleyen hümanizm bizim dışımızdaki tüm vasıfları reddeder

7

Ian G. Barbour, a.g.e., s. 28

8

Alan Aldridge, Religion in the Contemporary World: A Sociological Introduction, Cambridge, Polity Press, 2000, s.57.

(19)

8 dolayısıyla ateizmi ima eder 9

. 20. yy ’da Sigmund Freud’da Allah’a inanmayı kıskanç ve baskıcı Baba figürünün bir projeksiyonu (yansıması) olarak izah eder.

Comte, Feuerbach veya Freud’un aksine Karl Marx eserlerinde dinle ve onun geçerliliği ile alakadar olmayı gerekli görmedi ancak kapitalist sosyo-ekonomik düzeni anlatırken dini işlevsel (fonksiyonel) olarak ele aldı ve (bu düzende) dinin rolünü inceledi. Onun bilinen ‘’din afyondur’’ sözü 10

onun fikirlerini gösterme adına yeterlidir. Önceden belirttiğimiz gibi Comte dinin tamamen yok oluşuna değil hakikati tanımlayıcı faktörden, yeni papazlar (yani sosyologlar) tarafından oluşturulan bilimsel kıstaslara dayanan uyumun ve sabitliğin garantileyici unsuruna dönüşeceğine inanır. Marx ise sadece dinlerin yok oluşunu savunmadı aynı zamanda bunu kendine güvenen bir üslupla tahmin etti. Ona göre, insanları hakiki güçlerine (kapasitelerine) döndürmek için onları kör eden ve burjuva tarafından çektiği sıkıntıları unutturmak adına onlara afyon olarak verilen dinden insanların kendini kurtarması gerekir. Bu açıdan ondan kurtulmak için bu sorunu kökten çözmek gerekir; bu da zihni aldatan şartlara sebeb olan sosyo-ekonomik şartları yok etmekten geçer. ’’Hakiki mutluluğa ulaşmak için insanlara sahte mutluluk veren dinin yok edilmesi gerekir. Şartlar hakkındaki aldanmaları(illüzyonları) bırakmaya dair talep aldanmayı (illüzyonu) gerektiren durumun bırakılmasını taleptir.’’11

Marx’ın aksine Durkheim dini bir aldanma (illüzyon) olarak ele almadı ancak Marx’a benzer şekilde onun hakikatinin işlevsel olduğunu belirtti. Fikirlerini Avusturalyalı Aborojinler’den elde edilmiş deneysel verilere dayandırdı. O bütün toplumlarda dini hayatın belirleyicilerini anlamada ve izah etmede bu verileri kullanmak istedi. O bilhassa tahmin edilenden çok daha derin ve işlevsel olan totemlerle alakadar oldu. Onun gözlemlerine göre bu totemler aynı kabilenin esaslarından ve kıymetlerinden (değerlerinden) başka bir şeyi simgelemez. Bir diğer ifadeyle toplumun esaslarını ve kıymetlerini simgeler. Aslında o eş zamanlı olarak değerler ve esaslar oluşturan, şahsı topluluğun hükmü altına alan ve şahsın uyma zorunluluğu hissettiği bir güçtür. İbadetler (ayinler) bu esaslara dair arzuyu ve

9 A. Aldridge a.g.e., s. 60. 10

Karl Marx, ‘’Sociology and Religion’’, A Book of Readings, Ed. By. Norman Birnbaum, Gertrud Lenzer,New Jersey, Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, 1969, s.94.

(20)

9 farkındalığı tekrar tekrar yenileyen ek bir işleve sahiptir. Bu açıdan din, insan zihninden silinmeyen bir sosyal uyum şekli olarak verimli ve kaçınılamaz bir rol oynar 12.Tabii ki birçok dindar insan büyük ölçüde bu fikirlere katılmayabilir. İnsanları Allah, İsa, Buda veya Krişne’ye dair bağlılık ve hürmetlerinin aslında yaşadıkları topluma olan bağlılık ve hürmetleri olduklarına inandırmak mümkün olmayabilir ancak toplumsal uyumda dinin rolü birçok dindar insanın da kabul ettiği bir şeydir ancak bu dinin sınırlarını belirlemez.

İnsan hayatında dinin rolünü araştıran bir diğer mühim düşünür Max Weber’di. Feuerbach ve diğer birçok kişiden farklı olarak o dinin özüne ve fenomenliğine değil dini faaliyetlerin toplum üzerinde ki etkisine; bilhassa din ile iktisat arasındaki alakaya yoğunlaştı. Onun modernite tanımında rasyonelleş(tir)me mühim bir rol oynar. Dinin rolünün sosyal bilimcilerin alacağını tahmin eden Comte’un aksine Weber bu rolü bürokratların alacağını belirtir.

Bu bürokratlar hesaplama, tahmin ve kontrol ile şekillendirilmiş ve böylece yönetim ve otoritenin bugüne kadar ki geleneksel ve karizmatik sistemini yok eden bir yönetici sistemde belirgin hale getirilebilirler. Dini mantıklılık yapısının bu bürokratik yönetimle altı kazılabilir ve bu da ‘’dünyayın hayal kırıklığına uğramasına(büyüsünü yitirmesine)’’ (die entzauberung der Welt)13

sebep olabilir. Aslında bu bağlamda Weber, modernizasyonun yükselmesini dinin düşüşe geçmesiyle açıkça ve sistemli bir şekilde irtibatlandıran ilk düşünürlerdendir.

Onun tespit ettiği modern kapitalizm ile Kalvinizm arasında ki sıkı irtibat herhangi bir aşkın referans noktası olmadan sadece Kültürel Protestanlar tarafından değil aynı zamanda diğer dinlere mensup şahıslar tarafından Protestan ruh devralındığında da yok olabilir.

12

Malcolm Hamilton, The Sociolgy of Religion, New York, Routlage, 2001, s. 110-114.

(21)

10

1.2. Saeculum/Laiklik

Laiklik (Secularism), kelimesi (‘asır’,’ dönem’ hatta nesil açısından zamanın bir birimin simgeleyen) Latince ‘saeculum’den türemiştir14. Bu açıdan bu kelime zaman içinde diğer dünyaya ait olanın aksi olan ‘sıradan’(dünyevi) manasını almıştır. Buna ek olarak, keşişler için saeculum, kısa veya uzun süreli olarak manastırlarını terk ettikleri ve insanlarla (zaruri olarak) beraber oldukları ve onlara hizmet ettikleri ‘Dış Dünya’yı simgeler.

Daha sonra ilk defa George Holyoake (1846) secularism (laiklik) terimini tanımladı ve secularism(laiklik)’in dinden ayrı bir toplumsal sınıfı temsil etmesi gerektiğini müdafaa etti.15

Bundan itibaren dini kurumların sosyal kurumsal alandan ayrıştırılması laik düşüncenin temel noktası haline geldi. Buna ek olarak, Weber’in tahmin ettiği gibi toplumsal tesirini kaybetmesiyle insanların hayatında dinin rolü daha az mühim hale gelmeli ve rasyonelleştirme süreci ile dinin makullük yapısının tamamı çökertilebilmeli ancak Berger ve diğer bir kısım düşünürlere göre bu (şaşırtıcı veya değil) şu ana kadar olmayan bir şeydir.Aksine Berger şu fikri öne sürer:

‘’Dünyanın diğer kısmının kahir ekseriyeti (büyük çoğunluğu) dindardır. Bazı yerler ise eskisinden daha çok dindardır.’’16

Bu açıdan diğer bölüm Peter L. Berger’in din ve onun modernizm ve laiklikle olan irtibatına dair fikirleriyle devam edecektir.

14 Craig Calhoun, Mark Juergenmeyer, Jonathan Vanantwerpen, Rethinking Secularism, Introduction, New York, Oxford University Press, Inc. 2011, s. 8.

15

Bryan S. Turner, Religion and Modern Society: Citizenship, Secularization, and the State, New York, Cambridge University Press, 2011, s. 128-129.

16

A Conversation with Peter L. Berger: The Cresset Review of Literature, the Arts, and Public Affairs, 2014 (online) http://thecresset.org/2014/Lent/Thuswaldner_L14.html, 15 Mayıs 2015.

(22)

11

2. BÖLÜM

LAİKLEŞME TEZİ ÜZERİNDE DEVAM EDEN TARTIŞMA

Giriş

Bu bölümde laikleşme tezini müdafaa eden Karel Dobbelaere, Steve Bruce ve Ronald Ingelhart ile ona karşı çıkan Grace Davie ve Jose Casanova gibi düşünürlerin fikirlerini derinlemesine inceleyip mukayese edeceğiz. Şunu görmek ilginçtir ki aynı nicelikte ki veriyi iki grupta din tanımına göre kendi lehlerine değerlendirebilmektedirler. Bu tartışmanın bir diğer katkısı ise laikleşme vetiresine dair (Casanova ve Dobbelaere tarafından yapılmış) farklı safhaların tahliline giriş olması ve bu fenomeni araştırmada ve onu anlamada ne kadar büyük bir katkı sağlamasıdır.

2.1. Grace Davie: Dolaylı Dindarlık

Laikleşme tezine karşı çıkan bir diğer din sosyoloğu ise Grace Davie’dir. Religion in Britain since 1945 (1945’den Beri İngiltere’de Din) ve Religion in Modern Europe – A Memory Mutates (Modern Avrupa’da Din) gibi kitaplarında ve son dönemdeki eserlerinde Berger’in ‘Avrupa’da dine kurumsal bağlılık açısından düşüş olduğu’ tezini tasdik eder ve bu duruma göre laikleşme tezinin tahminleri gerçekleşmiş gibi görünür ancak Davie bir dini kuruma bağlılığı dindarlığın tek kıstası veya göstergesi olarak tanımlamaz. Bu açıdan insanların kiliseye gitmesinde ki düşüşü gösteren istatistiki veri kendi başına dinde bir düşüşü ifade etmez.

(23)

12 ‘’Durum şu olamaz mı: Avrupalılar Dünya’nın diğer kısımlarında ki insanlardan daha az dindar değil de farklı bir şekilde dindar ise?’’17

Bu tahminini desteklemek için Avrupa’da Tanrı’ya, ruha veya ruhsal bir kuruma(varlığa) inanan insanlardan çok daha az insanın kiliseye gittiğini gösteren bir araştırmaya 18

dikkat çekiyor. Bu durumu ‘ait olmadan inanma’ olarak tavsif ediyor ve bu da laikleşme tezinin gör(e)mediği mühim bir dindarlık göstergesidir. Davie’nin işaret ettiği bir diğer kavram ise dolaylı dindarlıktır. Bu kavramı şu şekilde tanımlar:

‘’ Faal bir azınlık tarafından onlardan çok daha fazla olan ve (en azından içsel olarak) azınlığın yaptığını hem anlayan hem de onların yaptığını onaylayan bir çoğunluk adına uygulanan din kavramı’’19

O’Connell’in Avrupa kültürel mirasını20

(Yahudi-Hristiyan tektanrıcılık, Yunan Rasyonalizmi ve Roma Düzeni)’nın 3 şekillendirici unsuruna atıf yaparak Davie, Avrupa kültüründe laikleşme trendleri olsa da Yahudi-Hristiyan mirasın (fark edilmeyen bir şekilde) hala tesirli olduğunu iddia etmektedir. Örneğin, zaman ve mekânı hafta, sene ve festivaller olacak şekilde sınıflandırmada ve hesaplamada Hristiyanlığın tesiri hala mevcuttur. Doğum (vaftiz) ve ölüm (cenaze merasimleri) sonrası dini törenler ile evlilikler birçok faal olmayan dindarın hayatında mühim bir noktayı teşkil eder. Bu durumda kiliseler ve kilise yöneticileri daha önce tüm kilise mensuplarına tanınan rolü üzerine alır. Kilise ve kilise yöneticileri geleneğin muhafızları haline gelir veya Davie’nin ifade ettiği gibi onlar ‘’ insanlar adına geleneği muhafaza edenler’’21

dir. Bu ayrıca onların geleneksel ahlaki değerlerinde muhafızı olduğu manasına gelir. Bu değerler her ne kadar kitleler ve medya tarafından sert ve basit(ham) olarak algılansa da eşcinsellik meselesinde olduğu gibi birçok konuda en mühim referans noktalarından birini oluşturur.

17 Grace Davie, ‘’The Desecularization of the World’’: Resurgent Religion and World Politics, Europe: The Exception That Proves the Rule, Ed. by. Peter L. Berger, Washington,D.C. Ethics and

Public Policy Centre, 1999, s. 65

18

Ek bilgi için : ‘’Ekler’’ kısmı

19 Grace Davie, “Is Europe an Exceptional Case?”, After Secularization, The Hedgehog Review,

Vol. VIII, No. One & Two, Ed. by., Jennifer I. Geddes, Spring & Summer 2006 p. 24

20

G. Davie, a.g.e, s. 24.

(24)

13 Şu açıktır ki Davie’ye göre din, bir kişinin kurumsal ayinlere ve törenlere şahsi katılımından farklı bir şeyi ifade eder ve daha mühim olan şey dini faaliyetlerde düşüş olsa da ; (hala ) geçici olsa bile insanların kutsalla olan alakasını simgeleyen kurumların varlığıdır. ’’Birçok Avrupalı dini ayinlere katılmaktan vazgeçse bile içlerinde yerleşik olan din meylinden vazgeçmemişlerdir’’22

2.2. Jose Casanova: Kurumsal Farklılaşma

Laikleşme kuramını müdafaa eden birçok kişinin yaptığı büyük bir hatayı gösteren, onun karmaşıklığını dikkate almayıp çizgisel, tek-yönlü bir süreç olarak gören diğer bir sosyolog Jose Casanova’dır. Jose Casanova’ya göre laikleşme süreci birbirinden bağımsız ve her iki tarafta da çelişkili neticelere sebep olabilecek katmanlara sahip çok-yönlü bir vetiredir. Bu açıdan Casanova laikleşmenin üç aşamasına işaret eder:

a) Devlet, iktisat ve bilim gibi (sözde) laik alanların dini kurum ve normlardan kurumsal olarak farklılaşmasını gösteren kuram.

b) Modernleşme seviyelerine eşlik eden dini inanç ve uygulamaların gittikçe azalmasını gösteren kuram

c) Modern, laik ve demokratik politikaların önkoşulu olarak dinin şahsileşmesini gören kuram23

Laikleşmeyi modernizm vetiresi içinde yorumlayan Casanova sadece ilk aşamayı modernizmle (doğrudan) alakalı kabul eder ancak dini inançlarda ki düşüş ve dinin özelleştirilmesi ona göre modernleşmenin tabii neticesi değildir.24

Grace

22

Grace Davie, ‘’The Desecularization of the World’’: Resurgent Religion and World Politics,

Europe: The Exception That Proves the Rule, Ed. by. Peter L. Berger, Washington,D.C. Ethics and

Public Policy Centre, 1999, s. 68.

23 Jose Casanova, ‘’ Rethinking Secularism’’, The Secular, Secularizations, Secularisms. Ed. by.

Craig Calhoun, Mark Juergenmeyer, Jonathan Vanantwerpen, New York, Oxford University Press, Inc. 2011, s.60.

24

Jose Casanova, ‘’Religion: Beyond a Concept’’, Public Religions Revisited’ Ed. by. Hent de Vries, New York: Fordham University Press, 2008, p. 103

(25)

14 Davie gibi Casanova’da moderniteyi laikleşme ile tanımlayan Avrupa tecrübesinin aksiyomlaştırılmasına (temel kabul edilmesine) karşı çıkar ancak çoklu modernite fenomenini tavsiye eder.25 Bu açıdan Modernite Batılılaşma ile tanımlanmamalı ancak tarihi tecrübesine göre kültürel yargılardan doğan ve onların ihtiyacına uyan çözümler sunarak onların kimi geleneksel hayat şekillerine karşı bir kısım batılı olmayan kültürlerin galebe etmesine izin vermelidir.

Casanova’ya göre Avrupa nüfusu içinde kurumsallaşmış dinin tesirinin azaldığı açık bir hakikattir ancak ( Davie’yi tasdik ederek) şahsi inançlarda ki düşüşü hakikatten uzak görür. Casanova, Davie’nin özellikle milli kiliselerde ve onların hizmetlerinde görünür olan ‘’dolaylı dindarlık’’ ve ‘’ait olmadan inanma’’ gibi kavramlar üzerine olan gözlemlerini tasdik eder.26

Dinin küresel geleceği hakkında Casanova, sosyologlara yeni dindarlık şekillerinin ortaya çıkan hallerine ehemmiyet atfetmeyi ve tahlilin üç farklı aşamalarına dikkat etmelerini tavsiye ediyor.27

Thomas Luckman’ın ‘’görünmeyen din’’ kavramına benzer şekilde Casanova, şahsi bazda şahsi mistisizm gibi vakıalara vurgu yaparken toplum bazında farklı toplulukların, mezheplerin ve gönüllü kuruluşların küresel olarak zuhurundan bahseder. Netice olarak, toplumsal seviyede laik milliyetçiliğin ve milli sivil dinlerin yükselişine vurgu yapar.28

Casanova demokratikleşme vetiresinde kilise ile devlet arasında bir ayrımı ne yeterli ne de gerekli görür29

ve özellikle SSCB ve laik Türkiye örneklerinde demokrasi ile dindarlığın azalması arasında zaruri bir bağın olmadığını gösterir. Bu sebeple demokratikleşme sürecinin, rasyonelleşmenin ve düzenli eğitimin dinin kendisini ve siyasi tesirini mezara gömeceğini müdafaa eden aydınlanmacı bakışı

25

Ek Bilgi: Jose Casanova, ‘’After Secularization’’,Rethinking Secularization: A Global

Comparative Perspective,The Hedgehog Review, Vol. VIII, No. One & Two, Ed. by., Jennifer I.

Geddes, Spring & Summer 2006.

26 J. Casanova, aynı eser, s. 14. 27

J. Casanova, aynı eser, s. 17.

28

J. Casanova, aynı eser, s. 17-19.

(26)

15 reddeden Tochqueville30 ‘nin fikirlerine atıfta bulunur.(Demokratik ve rasyonelliği temel alan bir devlet olan) A.B.D de bu tahminin aksini gösteren bir örnektir.

Netice olarak Casanova, özellikle artan küreselleşme, göç ve bu gibi durumların ortaya çıkardığı konuların sebep olduğu çoğullaşma süreci sebebiyle demokratik toplumlarda umumi dinin tesirinin artmaya devam edeceği fikrine sadık kalır.31

2.3. Karel Dobbelaere: Tahlilin (Analizin) Üç Safhası

Casanova laikleşme vetiresinin çok katmanlılığını belirten ilk sosyolog değildir. Daha geniş bir kategorileştirmenin tanıtımı yoluyla bu vetirenin daha yakın bir incelemesinin önemi Karel Dobbelaere tarafından da fark edildi ve o tahlilin üç seviyesi arasında ayrıştırma yapmanın gerekliliğini vurguladı. Bu ayrıştırma toplumsal (makro, büyük), kurumsal (organizasyonel, orta) ve şahsi (mikro, küçük) seviyeler.32

Dobbelaere, laikleşme vetiresinin özellikle makro ve orta seviyesinde gerçekleştiğini belirterek laikleşme tezini kuvvetli bir şekilde destekler ve bu da gösterir ki bu da dini toplum içindeki birbiriyle rekabet eden birçok alt sistemden birisi seviyesine ve aynı zamanda onun alt sistemlerini (kurum veya kuruluş) yeni durumun değerlerine ve sloganlarına adapte eden bir seviyeye düşürerek farklılaşma süreci yoluyla dinin tesirinin azalmasını gösterir.

Dobbelaere ile Casanova’nın bir noktaya kadar anlaştıkları yer laikleşmenin birbirinden farklı (ve bağımsız) seviyelere sahip olduğu iddiasıdır; örneklendirmek gerekirse makro seviyede dindarlığın azalması mikro seviyede doğrudan bir

30

J. Casanova, aynı eser, s. 14-20.

31

J. Casanova, aynı eser, s. 22

32

Karel Dobbelaere, Towards an Integrated Perspective of the Processes Related to the Descriptive Concept of Secularization, Sociology of Religion, Vol.60, No.3, Oxford University Press, 1999, 229-247.

(27)

16 azalmaya sebep olmaz. Dobbelaere göre aynı zamanda üstteki bir değişiklikten de mikro seviye hiç bir şekilde ‘etkilenmemiş’ olarak kalmaz.33

Laikleşme tezini destekleyenlerle karşı çıkanlar arasında ki tartışmanın ana noktası yapısal farklılık ve görecelilik meselesidir hatta Berger, Davie ve Casanova toplumsal farklılaşmanın ve göreceliliğin daha sonra dönüştürücü durumlardaki sıklıkta veya daha şahsileştirilmiş bir kabulde yansıtılsa da yansıtılmasa da inananlar arasında dini mutlaklıkta bir tür zayıflamaya sebeb olacağını kabul eder fakat onlara göre (sosyo-yapısal farklılaşma tarafından önceden teşvik edilmiş) bu görecelilik dindarlıkta (özellikle mikro seviyede) azalmaya sebeb olmaz aksine Rodney Stark gibi rasyonel tercih teorisyeni olan laikleşme tezinin bir kısım karşıtlarına göre dini çoğulculuk dini arz tekelinin olmadığı bir serbest piyasa sistemi gibi hareket edecektir ve bu da dine dair artan bir talebi arttırabilir.34

2.4. Steve Bruce: Tanrı Öldü

Laikleşme tezini destekleyenler göreceliliği laikleşme paradigmasının en mühim ve tesirli (güçlü) kısmı olarak görürler.35

God is Dead: Secularization in the West ( 2002 )(Tanrı Öldü: Batı’da Laikleşme) isimli eserinde Bruce daha ilk sayfalarda Protestan Yenilenmesinden başlayıp günümüz laikleşme paradigmasının en mühim göstergeleri ve koruyucuları olan bölümleşme, özelleşme ve görecelilik36

çağına kadar gelen oklarla birbirine bağlanmış 21 kutulu bir şemaya yer verir.

Bruce laikleşme tezi karşıtlarının (önceden belirttiğimiz) fikirlerini kabul etmez ve der ki dini mutlaklıkların olduğu gibi kabul edildiği homojen sosyoyapısal bir kurumdan (düzenden) dan daha farklılaşmış sapık (heretik ) bir yapıya geçme bu

33

K. Dobbelaere, aynı eser, 229-247.

34 See Rodney Stark, William Bainbridge, The Future of Religion: Secularization,Revival and Cult

Formation, London, University of California Press, 1985.

35

Steve Bruce, God is Dead; Secularization in the West Wiley Blackwell,2002, s. 29.

(28)

17 mutlaklıklarda bir zayıflamayı ima eder (gösterir) ve neticede ateizme değil ama en azından mikro seviyede dine karşı bir kayıtsızlığa sebep olur.37

Steve Burce genel olarak karşıtları arasında ümitvar olmak için büyük bir sebep görmez ve ona göre istatistiki veri de laikleşme tezini destekler. Örneğin bir kaç Avrupa ülkesine yoğunlaşarak şunu belirtir ki İngiltere’de 19.yy’ın ortalarında kiliseye gidenlerin nüfusu yaklaşık %50 olsa da şu anda bu oran %8’dir. Hollanda’da herhangi bir mezhebe bağlı olmayanların oranı 1930’da %14’ten %42’ye (2003)’ye yükselmiştir. A.B.D’de 1950’de kiliseye gidenler %40 iken şu anda %20’lerdedir.38

Bruce yoga, meditasyon, gelecekten haber verme, tarot kartları gibi (şahsileşmiş) bireysel New Age faaliyetlerine dair bakış açısına karşı geliyor ve önce onların ruhi karakterini reddediyor sonra da onların bu karaktere sahip olsalar da birçok farklı grubun ve inananın bireysel yaklaşımının, onları bu dini (değerleri de ima eder) daha dayanıklı hale getirmek için gerekli olan bazı ortak noktalar (anlaşmalar) oluşturmasına bu kadar rahat izin vermeyeceğini belirtir. Bruce’a göre birey dışında ki bir otoriter referans noktası mezhep içindeki toplam bir parçalamayı önlemenin tek yoludur, bireysel ve çoğu zaman tümel maneviyat bunu yapamaz.39

İstatistiki verilere göre Avrupa ve Amerika hakkında, araştırmacılar ve onların bulduğu neticeler arasında birçok farklılık var gibi durmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi Davie ve Berger’in verileri dindarlaşmayı desteklerken Stece Bruce’ın verileri farklı bir portre çizer. Rodney Stark, ‘’Secularization, RİP’’ isimli makalesinde Finke ve Stark (1992)’tan alınan verilere atıfta bulunsa da kiliseye gitme ile simgelenen Amerikan dindarlaşmasının son 150 senede 3 kat arttığını belirtir40 ancak bu verilerle alakalı belirsizlikler Pipa Norris ve Ronald Ingelhart’in incelemeleri sunularak bir sonraki bölümde aydınlığa kavuşturulacaktır.

37

S. Bruce, aynı eser, s.43.

38

S. Bruce, ‘’After Secularization’’ Secularization and the Impotence of Individualized Religion, The Hedgehog Review, Vol. VIII, No. One & Two, Ed. by., Jennifer I. Geddes, Spring & Summer 2006, s. 36.

39

S. Bruce, aynı eser, s.43.

40

Rodney Stark, Secularization, RIP, Sociology of Religion Journal, Vol. 60, No.3, Oxford University Press, Autumn, 1999, s. 249-273.

(29)

18

2.5. Pipa Norris ve Ronald Inglehart: Maneviyatın Düşüşü

(Reddedilişi) Değil Yeniden Yönlendirilmesi

Endüstriyel topluluklar haricinde dikkatli (veya klasik) dindarlığın dünyada yükselişte olduğunu belirten tezi destekleyen en kapsamlı çalışma belki de Norris ve Inglehart tarafından yapılmıştır.41

Bu açıdan onlar, laiklik tezini desteklemekle beraber her 3 safhada da laikleşme tezine temel katkı sağlayanlar olarak sosyal ve varoluşsal güvenlik, eşitlik, düzenli işleyen sağlık sistemi gibi faktörleri kabul edip tezi tamamlayarak onda bir kısım ilerlemeye de işaret ederler.

Onların yöntemi her ne kadar A.B.D ile Avrupa arasındaki güçlü dindarlık farkını toplumsal eşitsizlik ve güvensizlik gibi unsurlarla izah etmede kararlılık gösterse de ikna edici değildir. John Von Heyking yaptığı değerlendirme de bunu şu şekilde ifade eder:

‘’Norris ve Ingelhart Amerikan nüfusunu alt gruplara bölmediler bu sebeple de Dallas’ta, Texas’ta yaşayan zengin banliyöcülerin dini katılımlarının otoyol kenarındaki karavan (tır parkın)da yaşayan suça yönelmiş geniş ailelerden niçin daha fazla olduğunu izahta başarısız oldular.’’42

Durum Avrupa vakıasına (ya da istisnasına) geldiğinde Rodney Stark uzun senelerdir Kuzey ve Batı Avrupa’da dindarlığın oldukça düşük bir seviyede olduğunu belirtir.43Şunu da eklemek mühimdir ki Ingelhart eğer sanayi

toplumlarında dindarlığın düşüşünden bahsediyorsa onun kastı her ne kadar ‘’manevi endişeler’’ düşüşte olmasa da ‘’katı dindar formların’’ düşüşte olduğudur. Bu açıdan:

41 Pipa Norris, Ronald Inglehart, Sacred and Secular, Cambridge’ Cambridge University press, 2004 42

John von Heyking (Review), Secularization: Not Dead, But Never What It Seemed, JStor. Canada, 2005

(30)

19 ‘’ Biz manevi endişelerde bir düşüş görmüyoruz, bundan daha ziyade onların yeniden-yönlendirilmesini görüyoruz.’’44

Manevi endişelerin yeniden-yönlendirilmesi konusunda Ingelhart aslen New Age hareketlerini ifade eder. Bu aynı zamanda (daha önce belirttiğimiz gibi) Grace Davie ve Jose Casanova’nın de altını çizdiği bir durumdur; bilhassa Casanova laikleşme tartışmasına konu geldiğinde sosyologları ikaz etmektedir.

Netice

Netice olarak şunu diyebiliriz ki laikleşme tezini müdafaa edenlerin tezin ilk varsayımlarını (aslında bu varsayımların aleyhine olan) mevcut veriler ile uyumlu hale getirmeye çalıştıkları izlenimini gözden kaçırmak zordur.

Başta da belirttiğimiz gibi Comte, Weber ve Durkheim gibi laikleşme tezinin kurucu babaları sadece toplumsal bazda değil bireysel bazda da (modernleşme vetiresi ile) dinin ve dini inançların yavaşça yok olacağını tahmin ettiler. Ötesi, Bruce’ın ifade ettiği gibi laikleşme tezini müdafaa edenlere göre laikleşmenin sonu bu örnekte ki gibi ateizme çakılmak değil dine ve dini inançlara karşı bir kayıtsızlık ve alakasızlıktır. O bunu şu şekilde ifade eder:

‘’… ‘dinin yok olacağına dair bir beklenti yoktur ‘ ’’45

fikri aslen yanlıştır. Bu sebeple Rodney Stark, Dobbelaere’in makalesinden bir yer alıntılar:

‘’Zihnimizden her türlü antropomorfizmin bilim tarafından başarılı bir şekilde atılması Tanrı’yı ‘bir insan’ olarak gören geleneksel kavramdan çıkarıp hayatı- iten (life-force) bir ruh gücüne çevirdi ve bu da neticede agnostiklik ve ateizmi arttırdı; bu da dini ibadetlerin uzun süreli düşüşünü izah eder.’’46

44 Ronald Inglehart, Globalization and Postmodern Values, The Center for Strategic and

International Studies and the Massechusetts Institute of Technology, The Washington Quarterly, 23:1 s. 215–228.

45

Steve Bruce, God is Dead; Secularization in the West, Wiley Blackwell, 2002, s. 41.

(31)

20 Eğer biz de Bruce’un fikrine katılsak ve laikleşmeyi ateizmle tanımlamasak bile onu ateizasyon (ateistleşme, ateizmin son noktası olmadan) ile tanımlayabiliriz. Inglehart ve Norris’in verileri küresel bir dini dirilişe işaret eder ve onlar her ne kadar bunu (daha düşük varoluşsal ve sosyo-ekonomik emniyete sahip olan) ikinci ve üçüncü dünyada ki yüksek doğum oranlarıyla izah etmeye çalışsa da düşük veya yüksek doğum hızının dini faaliyetin kendisi olarak ta görülebileceğini gözden kaçırmamalıyız! Bu açıdan, dünyada daha fazla dindarlığın olmasını sadece dindar insanların laiklerden daha yüksek doğum oranına sahip olduğu ile izah eden tez karşı bir delil haline gelebilir: (yani) yüksek doğum hızı (ve dolayısıyla daha çok potansiyel dindar insan) düşük sosyo ekonomik ve tasarlanmamış doğumu göstermez, dini bir zorunluluğu yansıtır.47

Bununla beraber, klasik laikleşme gündemini değiştirme ve onunla yola devam etme gayretleri her üç tahlil safhasında da artan (Batı Kültürü’nün olduğu bazı yerler hariç) küresel dindarlığı açıklamak için yeterince ikna edici değildir.

Tarihi boyunca ve özellikle Komünizm’in sonlarında ki dönemde her bir tahlil safhasında eş zamanlı olarak hem dindarlaşmanın hem laikleşmenin olması Bosna’da bilhassa gözlemlenebilecek bir vakıadır; burada Casanova ve Dobbelaere’in farklılaşma tahlili büyük fayda sağlar.

Çin’de kuvvetli bir Komünist Hükümetini devam ettirmekle beraber piyasanın serbest hale gelmesi gibi ya da hizmet eksenli Körfez Ülkeleri’nin muhafazakâr dindar bir tutum sergilemesi gibi zıt fikirlerin bir arada tutulması ve başarılı bir şekilde birbirlerine eklenmesi Berger’in çoğulcu kuramına uymaktadır. Bu kuram sadece zıt söylemlerin bir arada olabilme imkânını belirtmez aynı zamanda çoğulculuğu dini canlanmanın ek bir sebebi olarak görür. Bununla beraber gelecek bölümde Berger’in çalışmalarına ve özellikle onun modernite-çoğulculuk ve laiklik arasında ki alakayı anlayış biçimine daha yakından göz atacağız.

47

Vyacheslav Karpov, Desecularization: A conceptual Framework, Journal of Church and State vol. 52 no. 2, s. 232-270 Advance Access publication, July 21, 2010 s. 246-7

Karpov’un bu makalede belirttiği gibi, diğer öğretilerine ek olarak doğurganlık İslam gibi, Ortodoks Yahudilik gibi bir çok dinde görülür

(32)

21

3. BÖLÜM

LAİKLEŞME TEZİNDEN LAİKLEŞMEDEN GERİYE

DÖNÜŞ (DİNDARLAŞMA) TEZİNE DOĞRU PETER L.

BERGER

Giriş

Şüphesiz ki Peter Berger 20. yy’ın en tesirli sosyologlarından biridir. Din sosyolojisi alanında onun en çok alakadar olduğu alan dindarlık ve modern toplumdur. Berger müdafaa ettiği şeylerin aksine olan bilimsel verileri görünce fikrini değiştirmekten korkmayan bir düşünürdür. Bu açıdan onun değişimlerinden biri laikleşme tezi hakkında ki fikirleri ile alakalıdır.

Berger’in laikleşme, din ve modernite arasında ki irtibat ile alakalı çalışması 2 döneme ayrılır: ilk dönem laikleşme tezinin bir müdafii (savunucusu) ,ikinci dönem ise en güçlü karşıtlarından biridir. Dini tanımlayan geleneksel iki tanım (fonksiyonel ve sabitçi) açısından onun duruşunu değerlendirmek gerekirse fonksiyonel bir kısım yaklaşımlarına rağmen sabitçi (temelci) olarak tanımlayabiliriz. Bu iki bakış açısının farklarını kısacası şöyle tarif edebiliriz: sabitçi tanım dinin ne olduğunu tanımlarken fonksiyonel tanım dinin ‘’ne yaptığını’’(ne işe yaradığını) tanımlar.48

Peter Berger’in dinin temel unsuru olarak ‘’kutsal’’ ve ‘’tabiatüstü’’nün gerekliliğini vurgulaması, dinin fonksiyonel tavırla dinin anlaşılmasının Berger’in (dinin) en mühim kısmı olan kutsal ve tabiatüstünden yoksun kalacağına dair endişesine dayanır.

48

Inger Furseth and Pal Repstad, Introduction to the Sociology of Religion, Classical and Contemporary Perspectives, Burlington, Ashgate Publishing Company, 2006, s.16.

(33)

22 ‘’Dinin özel bir durumda olması onun diğer fenomenlerle eşitlenmesi yoluyla ihmal edilir. Din kurumu düzleştirilir (düz hale getirilir, sıradanlaştırılır) ve algılanmaz olur. Tüm kedilerin gri olduğu bir gecede din karanlığa gömülür. Bu grilik, her hangi bir aşkınlık ifadesinin manasız olduğu durumda hakikate karşı laikleşmiş bir bakıştır ve dolayısıyla aşkınlığa atıf yapılmadan anlaşılabilecek sosyal ve psikolojik işlevler olarak ele alınılabilir.’’49

Bu bağlamda Berger bize din çalışmaları için daha kapsamlı bir bakış açısı sağlayabilecek bir bilimsel yaklaşım sunar.

‘’Ben din hakkında ki bilimsel çalışmanın ’kendi içinden’ fenomenine dair bir bakış açısına dönmesini tavsiye edebilirim bu da ‘dini şuurun kastettiği manalar açısından dine bakmak’ demektir ‘’50

Bu açıdan sosyal bilimciler, inananın diniyle olan ve toplumsal uyumu sağlama rolünü aşan ilişkiye dair niyetlerini ve algısını dikkatten kaçırmamalıdır. Aslında bu Durkheim ve Comte gibi işlevcilerin (fonksiyonelcilerin) yeterince dikkate almadıkları şeydir. Tahlillerinde onlar teistik dindarlığın geleneksel şekillerinin zamanla hedefini kaybedeceğini ve yerlerini tabiatüstü olmayan zihni unsurların alacağını düşündüler yani bir diğer ifade ile laikleşme tezini ortaya çıkaran şey işlevci (fonksiyonelci) prizma idi. Bu açıdan bir sonraki bölümde inananların hayatında dinin tabiatının ve ehemmiyetinin daha iyi anlaşılmasına büyük katkısı olan Peter Berger’in eserinin en mühim kavramlarından bir kısmını inceleyeceğiz ve aynı zamanda Berger’in laikleşme vetiresinde Yahudi-Hristiyan geleneğin rolüne (ki bu rol pek belirli değildir) dair fikirlerini ele alacağız. Bilhassa (özellikle) küresel laikleşme ve dindarlaşma akımlarıyla alakadar olurken (en modern ülkeler olan) A.B.D ve Batı Avrupa arasında bu toplumlardaki dini aidiyet noktasında olan büyük farklılığın açıklanması ve incelenmesi çok mühimdir. Son olarak ta Peter Berger’in çalışmasının en mühim kısmı olan onun modern ve laik söylev arasında ki farkı vurgulamasının neticesi olarak modern toplumda başarılı olarak var olacak tek unsurun laik söylev olmayacağı fikrini inceleyeceğiz.

49

Peter L. Berger, ‘’Some Second Thoughts on Substantive versus Functional Definitions of Religion,

Journal for the Scientific Study of Religion, Vol. 13, No. 2. Wiley, June, 1974, s. 129 50 P.L. Berger a.g.e., s. 129.

(34)

23

3.1. Berger’in Sosyolojisi

Berger’in toplumu sosyal(toplumsal) bir inşa olarak anlaması karmaşık bir şekilde onun din anlayışıyla irtibatlıdır. Bu açıdan insan ile toplum arasında ki ilişki birbirine bağımlı ve birbirini tamamlayan bir diyalektik fenomen olarak görülür.

‘’ ‘İnsanın toplumun üretimi olduğu’ ya da ‘toplumun insanın üretimi olduğu’ ifadeleri birbiriyle çelişmez, bundan daha ziyade toplumsal diyalektiğin tabiatında olan diyalektik karakteri yansıtır.’’51

Bu diyalektik 3 safhayı ihtiva eder: Dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirme52.Bu açıdan dışsallaştırma dış dünyaya doğru insan faaliyetlerinin ilan

edilmesini temsil eder. Nesnelleştirme bu faaliyetlerin neticelerini ve insanın onlarla karşılaşmasını simgeler. İçselleştirme noktasında ise Berger bu nesnelleştirmenin üzerimizde olmuş ve oluyor olan tesirini anlamaktadır. İnsan algısının konusu olarak nesnel ve nesneleştirilmiş dünya büyük tartışmalara konu olmuştur ancak (ateist varoluşçular dışında) üzerinde anlaşılan nokta bu nesnelleştirilmiş dünyanın manidar bir düzene sahip olma zaruretidir. Berger insanoğlunun inşa ettiği bu manidar düzeni (örf, yazılı olmayan kanunlar manalı ) nomos olarak isimlendirir.53

Toplumsal bir inşa olarak nomos kendini oluşturanı etkiler veya şekillendirir; aynı zamanda insan ve toplum arasında ki diyalektiği yansıtır. Bu açıdan nomosun rolü bu manasız ve kaotik evrenden bizi onu manalandırarak korumasıdır ve bunu öyle bir şekilde yapar ki bu da açıktır. ’Açık’ (kendi kendini ispat eden) gerçekten geri dönmenin, onu inkârın ve ondan soyutlanmanın herhangi bir derecesinin bir kişi üzerinde olumsuz tesiri olabilir ve bu da Berger’in anomy (dışlanmışlık, kimlik kaybı) olarak isimlendirdiği endişeye ve boşluk hissine sebep olur.54

Bu açıdan insanlık için nomos öyle bir açıklık ve kesinlik seviyesine ulaşır ki bu kabul edilmiş hakikat kendisiyle bütün evrenin tanımlanmasıyla neticelenen kozmik bölünmeleri üzerine alır. Berger bu fenomene ‘’toplumsal dünyanın

51 Peter L. Berger, The Social Reality of Religion, London, Faber and Faber, 1969, s. 3. 52

P. L. Berger, aynı eser, s. 3.

53

P. L. Berger, aynı eser, s. 20.

(35)

24 kozmikleşmesi’’ 55

der. Kozmik sebebe temellenmiş ve bu sebeple uzun ömürlü ve büyük bir kaynak olan nesnelleştirilmiş hakikat (bu sebeple) daha fazla gizemli ve kutsal hale gelir. Dinin kaynağını bu bağlamda görür Berger.

‘’Din kendisiyle kutsal bir evrenin oluşturulduğu bir insan teşebbüsüdür. Diğer bir ifadeyle din kutsalın kozmikleşmesidir. Burada kutsal ile insandan farklı ama onunla alakalı, tecrübenin kesin nesnelerinde (yerleşik) olduğu düşünülen gizemli ve büyük bir güç kastedilmiştir.’’56

Bu açıdan din sadece nomosun kozmikleşmesinden mesul değil aynı zamanda onun meşrulaşmasından da mesuldür (sorumludur).Ötesi, din insanoğlunun karşı karşıya geldiği ve insanoğlunun toplumsal düzeninin (nomos) en yaygın tehlikeleri olan marjinal durumların da meşrulaşmasından mesuldür. Marjinal durumlar ve ‘’ekstazi (kendinden geçme) deneyimi’’ 57

nomosu bölerek (rüyalar ve ölüm gibi) veya bazı hastalıklar, toplumsal kargaşa, siyasi ve (bilhassa) bilimsel devrimler, şiddet ve tabii afetler gibi şiddetli şekilde sallayarak nomosun rutinlerine ve normal hakikatine meydan okuyan insan tecrübeleridir.

Bu marjinal durumlarla nasıl başa çıkacağımızı ayrıntılı bir şekilde ortaya koymadan önce Berger’in dinin ve nomos’un genel rolü için olmazsa olmaz olarak belirttiği bir başka irtibatı (vasıtayı) burada zikretmek mühimdir. Berger tekrar tekrar tasvip edilmesi (onaylanması) ve hatırlatılması gereken dini inançların muhafazası için toplum içindeki tam bir destekleme sistemini akla uygunluk yapısı altında izah eder. Bu açıdan en mühim akla uygunluk yapıları dinin kurucu inançları ve değerleri, gelenekleri veya belli bir grubun tam bir düzeni içinde muhafaza edilir.

Yukarıda belirtildiği gibi din ile nomos arasında ki ilişki birbirine öyle yakın ve bağımlıdır ki birbirlerine nüfuz ederler ve daha antik toplumlarda eş manalı olarak bile kabul edilebilirler ancak anomik (dışlanmış) hislerde sergilenen tehditler ve süreğen baskılar ve marjinal durumlar veya sıra dışı tecrübeler nomosun içinde bir müdafaa(savunma) sistemi olan Teodize’yi (teodezi, Tanrıbilim) bozar, ifsat eder.

55

P. L. Berger, aynı eser, s. 25.

56

P. L. Berger, aynı eser, s. 26.

(36)

25 Berger’in anlayışında Teodize, nomostaki akla uygunluk yapılarının doğrudan neticesidir ve marjinal durumları tatsız tehditlerden mahrum bırakarak ve onları aynı nomos içinde beklenen bir fenomen olarak sosyal yapı içinde sunarak meşrulaştırmaya (haklı göstermeye) çalışır.58

Bu açıdan dinle beraber olan nomos ve onun teodizesi ve diğer akla uygunluk yapıları toplum içinde güçlerini ve varlıklarını muhafaza eder ancak diğer taraftan Berger şunu ifade eder ki güzelleştirilmiş ve basitleştirilmiş dünya düzeni ile beraber din (ve nomos), aslında manasız, acı bir dünya düzeni olan hakiki durumdan insanı soyutlar (başkalaştırır). Burada şunu vurgulamak mühimdir ki teodizenin temel gayesi mutluluk değil manadır.59

Berger, genellikle varlığın toplum tarafından kabul edilmiş ve vurgulanmış manasına boyun eğen birey için ona eşlik eden bir diğer özelliğine, onun mazoşizme olan meyline dikkat çeker.

‘’Bu sebeple Mazoşizm şahsın hem sosyalliğinin hem de mana ihtiyacının ilginç bir şekilde sarsılmadır. Yalnızlığa dayanamayan insan ayrılığını reddeder ve manasızlığına dayanamayan insan kendi-kendini yok etmesinde paradoksal bir mana bulur.’’60

Bununla beraber, yabancılaştırma meyline rağmen dinin yabancılıktan-kurtaran işlevi de vardır. Berger mistik dinlerin ehemmiyetini tek tanrılı dinlerin içindeki mistik akımların örneğini vurgular ve bu da bir dereceye kadar dogmaları ve oturmuş inançların uygulamalarını; hatta tüm gerçekliğini göreceleştirir. Dinin desteklediği yabancılaşmadan-kurtulma, şarlatan büyücülerin ve tüm kurumların maskelerini düşüren peygamberi ıslahçıların (müceddidlerin) örneklerinde bilhassa görülebilirdir. Berger bilhassa sözde kutsal meşruiyetini iddia eden çağdaş krallıklara göre daha din-dışı (profan) veya laik kökenli olan İsraili krallık kurumu örneğini vurgular.61Berger’in din sosyolojisinde kullandığı temel kavramlarına bu iç

bakıştan sonra onun laikleşme tezinin öncülerinden biri olan ilk (original, eski) fikirlerine döneceğiz.

58 P. L. Berger, aynı eser, s. 53. 59

P. L. Berger, aynı eser, s. 58.

60

P. L. Berger, aynı eser, s. 56.

(37)

26

3.2. Laikleşme ve Akla Uygunluk Vetiresi (Süreci)

Yukarıda belirtildiği gibi Berger laikleşme vetiresinin dinin rolünü kenara iteceğini ve böylece sadece kurumsal hiyerarşideki hakim yerini kaybetmekle kalmayacağını aynı zamanda zamanla hayatın kıyısına itileceğini (yani yok olmaya yaklaşacağını) tahmin ediyordu. Tekrar belirtmek gerekirse Berger laikleşme tezinin sonunda şuurun da laikleşeceğini bekliyordu.

Ona göre dini kurum nomos’un yorumlanmasında tekelini kaybettikten ve toplumsal yapıda ki diğer var olan ve mücadele eden söylemlerle beraber (ya da onlar gibi) tanımlanır (tanınır) hale geldikten sonra dini şuurun tüm akla uygunluk yapısı tehlike altına girer. Berger devletin(durumun) yeni rolünü şöyle tanımlar:

‘’ bağımsız ve zorlanmamış yarışçılar arasındaki düzenin tarafsız gardiyanı (koruması)’’62

Bu bağlamda din daha gönüllü bir tavırla benimsenir ve bu haliyle daha özelleştirilmiş hale gelir. Berger’in ‘’Sapkın Emir’’(’The Heretical Imperative’’)’ı iyi tanımlanmış bir fenomendir ve bu fenomende (kabul edilmiş) dini kurumlardan tercih maddesine doğru bir geçiş vardır. Bunu şöyle ifade eder:

‘’ modern şuur bir hareketi kaderden tercihe doğru kaymaya mecbur eder.’’63

Sapkınlık (Yunanca hairein – ‘’seçmek’’) veya çoğullaşma modernleşmenin temel bir hususiyetidir ve netice olarak bu durum dinleri sadece rekabetkâr pazar kurumları 64

mevkiine indirmez aynı zamanda onların mutlaklığını azaltır. Bireyden eş zamanlı olarak sürekli tercih yapması beklenen bu toplumsal durumlar içinde birey tercihleri hakkında daha dikkatli olurken aynı zamanda daha seçici de olacaktır. Bu açıdan modernleşme modern adamın öz-farkındalığını arttırır ve onun öznelleşmesini besler. O daha hürdür ancak bu hürriyet kurtuluştan ziyade bir yüktür

62 P. L. Berger, aynı eser, s. 130. 63

Peter L. Berger, The Heretical İmperative: Contemporary Possibilities of Religious Affirmation, London, Doubleday, 1980, s. 11.

Şekil

Tab. 1 Yugoslavya Nüfusu ve Dini Bağlılıkları (Oranlar) ( 1953).
Tablo  3    Eski  Yugoslavya  devletlerinde    nüfus  ve  dine  bağlılık  yüzdeleri  (2002  civarı)      Nüfus  Orthodo ks  Katolik  Müslüman  Ateist/     (bin)  Dinsiz     Bosna  &  Hersek  4,140  33.0  12.0  46.0  5.0  Hırvatistan  4,437  4.6  91.2

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

SciFinder 學習心得 B114098079 陳俐婷 雖然常聽到大家說這是個資訊爆炸的時代,但是當 SciFinder

nceledi imiz HIF-1 C1772T, G1790A ve VHL rs779805 polimorfizm ara rmalar n birço unda tümör örne inden izole edilen DNA’lar kullan lm ; HIF-1 protein düzeyi,

Zaıııanın gazetelerinde çıkan haberlere nazaran •azovski Abdülâziz’in bir resmini yapmış ve Is­ a ’dan ayrılmadan önce ilkbaharda ailesi ile ikte tekrar

Ünü ve yapıtına gös­ terilen flgi ölümünden sonra yurt içi ve yurt dışında artarak devam e tti Ardında bıraktığı binlerce resim, bu artan ilgiyle

başkanı, Çolpan Ilhan’a gönderdi­ ği mesaj): Türk edebiyaünın seçkin şair ve yazarlanndan, değerli in­ san, aziz dostum Attilâ Ilhan’ı kay­ betmiş olmanın

Tıpkı sisli bir havada yolda otomobille giderken olduğu gibi, siz yaklaştıkça sis dağılacak; ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, sayılar netleşip size. sevimli sevimli

Verilerin analizinde SPSS 17.0 programı kullanılmıştır. Analiz yapılmadan önce anketin güvenilirliği için güvenilirlik analizi yapılmıştır. Cronbach alfa katsayısı