CUMHURİYET
Y
f
1 HAYIRLI KALKINMALARIMIZDAN }
Köyün içten
fethi
C
Bu yılın nisan ortalan... Göne
nin sekiz on kilometre batı sındaki Dere köyilndeyim. Daha köye girerken meşhur panayırın kurulduğu yeşil sahada eflâke ser çeken ağaçlar, güleç yüzile şırıl şi- n l akan dere insana ferahlık veri
yor. Dalgalı tepeler üstünde yüz
elli evlik köy sahiden şirin. Oraya
c
Yazan
İsm a il H abib Sevük
3
köylerde rutubet de fazla olunca I mek suretile hizmetlerini genişlete-köylüler romatizma oluyorlar. He
nüz hastalığa uğramıyanlar da sa- agezici kadın köy kursu» nu gör- I bahları yataklarından kafaları ağır- mek için gittiğimden beni doğru Dİr 1 laşmış olarak kalkmaktadırlar. Öğ- *•'--- -ımı-.aı:ı_ - o---ı---retmen böyle evlere uğrayıp yatak
larını tahta kerevetlerle yerden beş binaya götürdüler. Burası hem köy
odası, hem halk okuma yeri, hem muhtarlık makamı, hem kızların kurs okulu. Bir taşla dört beş kuş vuran bu binada bir telefon san tralı, iki oda, ve yüz elli metreka relik bir salon var. İçinde otuz beş kişi ferah ferah çalışabiliyor.
Üç beş aylık emek:
Kurs öğretmeni Huriye Sümer Kütahya Kız Enstitüsünden 1941 de çıkmış. Yılın yedi ayını köylerde kurs çalışmalarile, iki ayını da Ba lıkesir merkezinde stajla geçirmek tedir. Burası vazife gördüğü dör düncü köy. İlk iki köyde on beşer talebesi varken şimdi burada talebe sayısı yirmi dörde çıkmış. Biçki, dikiş, nakış, erkek ve kadın çama şırı, ev idaresi, çocuk bakımı öğ retiyor. Kursa yalnız kızlar değil evli kadınlar da gelmektedir.- Yaş haddi on beşle kırk beş arası. Ta lebeleri içinde okuyup yazma bil- miyen ancak beş tane var. Bunlar da yaşlı olanlar. Masalarda, üçer beşer, çeşidli işlerin başında çalışan gene kızlar, gösterdiğim arzu üze rine, öğretmen hanımın verdiği emirle, duvarlara oyulmuş dolabiar veya salon kıyısındaki sandıklar içinden, yapıp bitirdikleri dişleri
ne gülüne utangaçlık, ne şıma rık serbestlik göstermeden, hep ta bii birep eda ile, önümüzdeki masa ya getirip gösteriyorlar. Allah. Al lah bu köy kızları üç beş ay içinde mi bu hale gelmişler?
Yuva kurmanın cazibesi:
Getirdikleri eşyaya bakıyorum. Hepsi en ziyade ve her şeyden önce çeyiz takımlarını hazırlamağa e- hemmiyet vermiş. Zaten biliriz ço cukluk yaşını bitiren gene kızların iliklerinde olan en hummalı iştiyak kuracakları yuva için çalışmaktır. Bu sayede gezici öğretmenler git tikleri köylerde kızları bu kurslara kolayca toplayabiliyorlar. Dikiş, nakış, çamaşır, örgü... Yani çeyiz takımı, yani kızları bu kurslara -e- ken büyü. Bir defa bu cazibeli bü yüyle buraya toplananlar yu-’a denen o mukaddes müe’ssesenin yalnız çeyiz takımile kurulmuş ola-* mıyacağım çarçabuk anladıkları için, ondan sonra evi {ertemiz tut manın, sâri hastalıklardan korun manın, iyi yemek pişirmenin, ko caya iyi bakmanın da yollarını öğ renmeğe başlıyorlar. Yalnız bu ka dar değil. Mademki böyle bir köye enstitü mezunu aydın kafalı bir hanım gelmiştir, onun feyzi yalnız kurs içinde kalmayıp köyün içine de yayılmak gerektir. Huriye Sü- mere bu sahada neler yaptığını sordum. Anlatıyor:
İki hayırlı iş:
Daha ilk bulunduğu köyde iirpe- rerek gördüğü şu fedaya rastlamış: Tarlada çalışırken doğuran bir köy kadını çocuğun göbeğini rastgele bir taşla vura vura kesiyor. Sonra çocuğu terliğine (yani yeldirmesi ne) sarıp eve götürür. Kadına bu nun. mikrob kapma bakımından tehlikesini anlatmış. Nitekim ço cuk on beş gün sonra ölünce öğret men hanımın ne kadar doğru söy lediği, hem O zavallı ananın, hem diğer köy kadınlarının kafalarına yer eder. Artık bulunduğu köyler de çocukların göbekleri taşla kesil miyor.
Diğer hayırlı bir uyandınş: Köy lerde pek çok evlerin zemin katlan topraktır. Hele buradaki gibi dereli
on karış yükseğe kaldırmalanm tavsiye eder. Hepsi sabahları tüy gibi kalkmağa başlayınca hoca ha nıma öyle dua ederler ki...
Dere güzel amma:
Köye adını veren dere pınl pı rıl, hem bahçelerini suluyorlar, hem çamaşırlarını yıkıyorlar, hem evle rindeki su küplerini onun sayesinde dolduruyorlar. İyi amma köylüler
den pek çoğunun boyunlarında guvatr olduğunu gören öğretmen hanım bunun dere suyu içmekten ileri geldiğini anlatınca köylülere dereden aldıkları suyu önce fıkır fıkır kaynatıp soğuttuktan sonra içmelerini söyler. Allahın iznile he nüz taze guvatı-lar derhal ortadan kaybolduğu gibi artık öyle hareket edenlerde de bu çirkin şişkinlik hiç görülmez olmuş. Peki ama fazla ilerlemiş şişkinliklere bu kaynatıl mış suyun bir faydası olmuyor.
«Amaıj hoca hanım bupa da bir ça re bul» diye yalvaranlara gene öğ retmen Gönene gidip hastanede u- fak bir ameliyat vaptırmalarını tav siye eder. Bunlar da o suretle iyi olunca artık kendiliğinden belli, kurs öğretmeninin her sözü bir nas gibi dinlenmektedir.
Diğerlerinin yaptıkları:
Peki amma Türkiyede daha böy le yüzlerle kurs var. Nitekim bu köydeki kursun numarası 139 dur. Acaba ötekiler de bu Dere köyün deki gibi, kurs dışında köylülere faydalı olmayı becerebiliyorlar mı? Bunun üzerine öğretmen hanım bana Bakanlığın Teknik Müsteşar lığından gelen bir tamimi gösterdi. Her yerde böyle hayırlı işler yapan gezici kurs öğretmenleri bunlardan Bakanlığı haberdar etmiyorlarmış. Her öğretmen bunu sadece bir vic dan zevki olarak yapmaktadır. Ba kanlık bunu doğru bulmuyor. Öğ retmenlerin kurs dersleri dışında köyde ve köylüler arasında yap tıkları hayırlı işleri bir araya top- lıyarak bunları zaman zaman bü- tıin kurslara tamim edecek. Bu suretle toplanan bu hayırlı menkı-tjeler-.işa yeni başlıyan acemi öğ retmenlere bir rehber olacağı gibi, bunlardan tecrübeli öğretmenler de yapılanları birbirlerine aktarma
et-cektir. Huriye Sümere diğer arka daşlarının yaptıklarından neler bil diğini sordum. «Bir kaç tanesini anlatayım» dedi. Ben de bu bir kaç taneyi size anlatayım:
Çatal bıçakla yemek:
Bursa köylerinden birindeki bir kursçu kız, odasında, yemek masa sının başma geçip, çatal bıçakla yemek yerken, kursa yeni başlamış köylü kızların kapı arkasından fis kosla fiskoslu fısıldaşıp gülüştükle rini sezinleyerek, çaktırmadan, şöy le yanlama bir bakış yapınca, kapı nın hafifçe aralık olduğunu ve ta lebelerinin kendini gözetlediklerini anlar. Birdenbire emir veren bir sesle kızları içeri çağırıyor. Neye gülüştüklerini masumane söylerler: Allah el ve parmak vermişken çatal bıçakla neye yemek yediğine şaşı- yorlarmış. Öğretmen hanım tatlı bir sesle onlara çatal bıçağın fay dalarını anlatır. Yerde midemiz üs tüne yüklenerek yemek yemenin zararı, çeşidli ellerin aynı tabağa dalmasındaki uygunsuzluk... Bu mevzuda beş on dakikalık izahat. Bir hafta sonra talebelerden biri öğretmeni, ailesi namına yemeğe davet eder. Talebe tıpkı hocası gibi bir masa kurmuş. Herkese ayrı ta baklar, ve onların sağında solun da çatallarla bıçak'ar... O böyle ya par da diğer kızlar durur mu? İş az zamanda bellibaşlı evlere yayılıve- riyor.
Trahom ve çikolata:
Adana köylerinden birindeki öğ retmen hanımın da en büyük üzün tüsü köyde trahom hastalığının kor kunc bir şekilde yayılmış olmasıdır. Vakıâ trahom teşkilâtı bu köye de doktorlarını gönderiyor. Fakat ço cuklar doktordan kaçıyorlar. Bir gün öğretmen hanım beş on kiz
çocuğunun iki takım halinde toz oyunu oynadıklarını görür. Öğret men onların oyununa katılmış gibi görünen bir sokulganlıkla önce ço cukların güvenini kazandıktan son ra çantasından çıkardığı aynayla onlara yüzlerini göstererek ne ka dar çirkinleştiklerini anlatır. «Gelin şuradaki bizim okula, sizi temiz- liyeyim, hepinize şekerlemeler de yereceğim» diye on'arı kurs yerine götürüp temizledikten sonra hep sini duvar aynasının önüne götürür. Kız çocukları taranmış saçları ve pırıl pırıl yüzlerde güzelleştiklerine memnun. Şimdi sıra şeker vermek te. Yalnız şeker bir şartla verile
cek: Gelen doktordan kaçmayıp gözlerini tedavi ettirmek. Şehirden bir kaç kutu çikolata ve şekerleme daha getirildi. Bütün köy çocukları trahomdan kurtulmuştur.
Kıyafet inkılâbı::
Bizim köy kadınlarının kıyafetleri malûm. Şalvar, saçak, eteklik, şu bu yüzünden onların elbiselerine çok kumaş gitmektedir. Aynı za manda bu fazla kumaşlı elbise tar lada rahat çalışmalarına da engel oluyor. Zaten Çukurova sıcak yer. O külfetli elbiseler iklime de uygun değil. Kurs öğretmeni kendine ba sit bir kumaştan hâki bir pantalon yapar, bir de gene öyle basit bir bluz. Yakıcı güneşten yüzü beyhu de kavrulmasın diye buğday sapın dan ördüğü kenarları geniş bir de başlık. Hem inamlmıyacak kadar ucuz, , hem rahat, hem. sıhhî. Kurs taki talebeler buna imrenip kendi leri de birer pantalon ve bluz bi çerek başlarına da buğday sapından hiç pahasına yapılmış geniş kenarlı başlığı geçirirler. Bunlara kurs dı şındaki diğer köy kızları da imre nir. Aynı kıyafeti onlar da kabul lendi. Peki kumaş tedarikliyemiye- cak kadar fakir kızlar ne yapsın? Öğretmen hanım köy zenginlerine başvurdu. Onlar kumaş getirttiler, kurs kızları biçip diktiler. Köyün bütün kızlarile kadınları artık aynı kıyafettedirler. Onları tarlalarda toplu olarak çakşırken görenler kendilerini bir Avrupa köyünde sanıyorlar.
Köyiin harinik:’e’ i manıvelâ: Bu gezici kadın kurslarının bi de erkek cephesi var. Planım öğret menler köylere tek plarak gittikler: halde erkekler ikizli bir ekip helin-de gidiyorlar. Çünkü bunlar bir. ağaç işleri, diğeri demircilik işler diye iki ihtisas bölümüne ayrılmış lardır. Ağaç işleri: Boyunduruk dingil, yasdaç, kapı, pencere, ması sandalye, dolab, araba tamirleri.. Bunların hepsi köy tipinde şeyleı Demircilik işleri: Kazma, kürek tırmık, sacayağı, saç soba, maşrapE sapan demiri, pulluk, arabanın de mir kısımları... İki öğretmenin hö biri en çok sekiz talebe yetiştirebil mektedir. Tabiî bu erkek kurslaı da köylülere çok faydalı oluyorle amma kız kurslorı, öğrettikleri i: lerden başka, köyün harimine gire bildikleri için bulundukları köy içten fethedebiliyorlar. Onlar, bı lunduklaa- kpjfİsSşi..İrzlara yalı dikiş biçki şu bu öğretenler def onlar köydeki aile içine göze görü mez büyülü bir manivela koyar köyü en köklü farafîrtdan kaldır mücahidlerdir. Cihadları mübaı olsun.