• Sonuç bulunamadı

Son yedi padişah (İkinci Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddin) devirlerinde saray ve Babıali'nin iç yüzü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Son yedi padişah (İkinci Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddin) devirlerinde saray ve Babıali'nin iç yüzü"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

16 $uUfc 1M3 A k f an*

— ifi nr- - i i i- ^

-Son yedi padişah (İkinci Mahmut, Abdülmecit, Abdüİâziz, Murat, Abdtiiharoit, Reşat, Vahideddin) devirlerinde

Y a z a n

:

S U L E Y M A N K A N İ — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur

Tefrika

n o

. 28

S e r e f r a z H . A b d ü l m e c i d e k a f a t u t m a k ­

ta n z e v k a lır , b a z a n o n u a ğ la tır d ı

Sultan Mecidin kadınların dan

(B ) yaverlerden (K ) paşa ile gayrı meşru münasebette bulunurdu,

(B ) nin bu hareketi dedikodu Uyandırdı.

Ülemadan ahlâk bozukluğu hak­ kında padişaha ihtarlarda bulu­ nanlar oldu. (B ) nin eski zaman­ larda olduğu gibi bir çuvala konu­ lup denize atılmasını söyliyenler bile çıktı.

Sultan Mecit bu hayırhahları harem işlerine karışmamalarını tembih ile baştan savdı.

Zaptiye müşürünü çağırdı. A v­ rupa kiübünde kumar oynıyan, sa­ baha kadar içki içen (K ) paşanın tevkif olunmasını ve saraya geti­ rilmesini emretti.

O akşam (B ) kadının dairesin­ de bir eğlenti tertip ettirdi. Şar­ kılar söylendi, rakıslar edildi.

Meclisin tam germi kesbettiği sırada kapı vuruldu. Bu (K ) paşa­ nın getirilmekte olduğunu bildiren bir işaretti.

İçerideki kadınlar bunu bir yan­ gın haberi zannettiler.

Sultan Mecit pencereye yaklaştı. — Yangın değil! Sarhoş (K ) paşayı getiriyorlar.

Dedi ve paşanın mabeyinde tu­ tulmasını irade eyledi.

Bütün gece eğlence ile geçti. Ertesi günü padişah (B .) den itiraf istedi. Kadın hacaletle fcitri- yerek padişahın ayaklarına kapan­ dı ve cürmümi itiraf etti.

(K .) paşa getirildi; o da her şeyi itiraftan başka çare göremedi.

Sultan Mecit ikisini de affetti. B. hanımı ıtlak ile K. paşaya nikâh ettirdi. Kendisine Fındıklıda bir konak ve maaştalısis eyledi.

Padişah bu kadından intikamını böyle aldı

B. hanım hadıt, (& .) paşa sarhoş idi.

Paşa nihayet aklım bozdu ; tı­ marhaneye âtıldı; bir sene sonra timarhaneden çıktı; boynunda Hin­

distan cevizinden bir keşkül ol­ duğu halde derviş kıyafetiie yolda gelip geçenden sadaka istiyerek ömrünün sonuna kadar böyle pe­ rişan bir halde yaşadı.

Karısı ise çok zamanlar garip maceralar içinde hayat sürdü, (1 )

Serefraz hanım!

Sultan Abdülmecit cariyeleri arasında sarışın, mavi gözlü bir Çerkeş kızma, Serefraz hanıma tutulmuştu.

Bu kadın hututu pek muntazam olmamakla beraber pek cazibeli id i; işvekâr ve şuh, çalâk, haris, hafifmeşrepti; padişahın mubah- betile mağrurdu; fakat kendisi Sultan M ecidı sevmezdi ve ona sadık değildi.

Serefraz hanım parlak regldi fe­ racesi, ince yaşmağı, Macar atlı ve yaldızlı arabasiîc, yanında ha­ dım ağalarile seyrana çıkardı.

Serefraz hanım bu gezintilernde bir gün endamı nazik ve sevbes tavurlu bir genç gördü. Bu Y . . . pa­ şanın oğlu H. beydi.

Y ... paşa valide sultanın tevec­ cühü sayesinde kayıkçılıktan ... nazırlığına kadar yükselmişti. O ğ­ lu H. bey zeki, musikişinas, çap­ kın, cüretkâr ve saygısızdı.

Şuh kadın muhat olduğu neza­ ret ve tarassuda rağmen onunla münasebet peydasına muvaffak oldu. Arada randevular verildi.

[1] Vandanın hatıratı.

Beyoğlu mağazalarına girip çıkma fırsatları bu bapta âşık ve maşuka hayli teshilâtı badi oldu.

Sultan Abdülmecit Yıldız köş­ künü gözdesi Serefraz hanıma tah­ sis eylemişti.

Becerikli gözde burada zenci muhafızlarının şüphelerini o ka­ dar maharetle uyuttu, kendisine yardım edebilecekleri esrarına öy­ le mahrem etti, öyle tedbirler aldı ki nihayet (H .) beyi köşke ithale muvaffak oldu.

Genç adam köşkte beş ay gizli kaldı.

Bu uzun müddet içinde Sultan Mecit bir şeyden şüphe etmedi.

Fakat sonunda her şeyi öğrendi; pek muztarip oldu.

Serefraz hanım Sultan Mecidin ulüvvü cenabına güveniyordu. Mü­ tevazı, müşfik davrandı; samimî göstermeğe muvaffak olacağı ne­ damet hislerile padişahının kalbini tahrike, yumuşatmağa çalıştı.

Sultan Mecit bu kadının işvele­ rine mukavemet edem edi; affetti! Amma bu hadiseyi bir türlü unuta­ madı.

(H .) beyi Bursaya nefyetti. Bu­ nunla beraber onu da parasız bı­ rakmadı. (H .) bey menfasında kal­ dığı bir sene zarfında muntazaman tahsisatını aldı.

Abdülmecidi ağlatıyor..

Serefraz hanım kendisine meyil ve muhabbetini bildiği Sultan Me- cidi üzmekten zevk alırdı; bazan padişaha kafa bile tutardı. Abdül­ mecit Serefraz hanımın hasretine dayanamıyacak hale gelince gece­ leyin Beşiktaş sarayından kalkar, yanında emin bir, iki adamı oldu­

ğu halde yaya olarak Yıldız köş­ küne giderdi.

Serefraz hanım o gece kendi âle­ minde zevk ve safasile, hanende ve sazendelerde meşgul bulunuyor

ise padişaha kapıyı açmazdı. Sultan Mecit yalvarır, yakarır- dı. Kadın:

— İstemem! Zevkimi bozacak­ sın!

Diye ısrar ederdi.

Kadının böyle inadı tuttuğu ge­ celerde padişahın ağladığı bile vaki olurdu!

Fakat Serefraz hanıma bazan bu hal bile tesir etmez, kafası kı­ zarsa:

— Çekil, git!

Diye bağırmağa başlardı. Sultan Mecit böyle gecelerde artık ümidini tamamen kaybedin­ ce :

Şeref razım !

Senin nazın bana lâzım!

Diyerek meyus&ne avdet ederdi! Padişahın Serefraz hanıma bu düşkünlüğü diğer kadınlarının hırs ve hasedini celbediyordu.

Bunlar nihayet dayanamadılar; bir gün toplanarak hep birlikte efendilerinin yanma geldiler.

Zatı şahaneyi her suretle mem­ nun etmek için vüsatlerinin fev­ kinde çalıştıkları halde en cüzi bir hoşnutsuzluk üzerine kendisinden sert ve bet muamele gördüklerin­ den, Serefraz hantmın ise bütün naz ve istiğnaları kâfi değilmiş gibi hı r türlü münasebetsiz ve h-ir­ meli muhil hareketlerine bile ta­ hammül gösterdiğinden şikâyetler ettiler,

Sultan Mecit kadınları şu kısa cevap He iade etti;

— Her arının b,.u yenmez! Sultan Abdülmecidin Serefraz

hanımdan bu kadar hoşlanması gü­ zelliğinden fevkalâdeliğinden de­ ğildi; bu, derin ve geçmez ruhî bir incizap ta değildi. Ancak cinsî mü­ nasebetlerde biç bir kadın Serefraz hanım kadar Sultan M ecidi mem­ nun ve mütayyep edemiyordu.

Serefraz hanımla her telâkisinde Sultan Mecit zevkin son derecesini duyardı!

Son misin şikâyet eden!

Üçüncü Sultan Selim zamanında alay beyi, ikinci Sultan Mahmut devrinde müşür olan Koronlu kel Haşan paşa Akdeniz boğazı mu­ hafızı iken Çanakkaledeki konso­ loslar kendisinden şikâyet ederler.

Haşan paşa azli takarrür eyle­ diğini haber alınca konsolosları geceyi konağında geçirmeğe davet eder. Bunlar resmî kıyafetlerde geliler.

İzzet ve ikramdan sonra paşa kendisinden vaki olan şikâyetleri j üzerine hükümetçe azli t asm im edildiğine dair aldığı hususî mek- j tubu konsoloslara okur ve tercüme

ettirir. j

— Ben size ne yaptım?

Diye sorar. Konsoloslar ne ce­ vap vereceklerini bilemiyerek şa­ şırırlar. Paşa el vurur. Adamları ellerinde sopalarla içeriye girerler. Konsolosların her birine yirmişer değnek vururlar!

Bu mesele büyük gürültüyü intaç etti. Kel Haşan paşa rütbe ve ni­ şanlarından mahrumiyete mah­ kûm oldu. Kıbrıs adasında on sene neferlik etti.

Cessur ve sarılmaz bir irade sa­ hibi olmasile Kırım harbi ilân olu­ nunca rütbesi de iade edildi. (2 )

(Arkası var) [2] Varidatım hatıratı.

İstanbul Halkevi

İçtimaî yardım baiosu

Önümüzdeki perşembe günü akşamı Beyoğlunda Perapalas sa­ lonlarında verilecek olan (İçtimaî yardım balosu) hakkında aldığı­ mız malûmata nazaran o gece da­ vetlilere piyango ususile tevzi edil­ mek üzere dört yüzden fazla kıy­ mettar eşya teşhir olunacaktır. Balo komitesi, o gece için bazı sürprizler hazırlamıştır. Bilhassa balık avı eğlencesi pek meraklı olacaktır.

Büfenin hem zengin, hem de fiat itibarile pek mutedil olmasına bilhassa itina edilmiştir. Bu müs­ tesna fırsatın kaçarılmamasını tav­ siye ederiz.

Emlâk idaresi

i l EMLÂK

Irat sahiplerine

Emlâklarının kiralarına

mahsuben

ShTen şeraitle

AVANŞVERİR

Bahçekapı TAŞ H A N No. 20 - 21 Telefon: 20307

(2)

— j * M e & _________ __________________ Akşam ________ Son yedi padişah (İkinci, Mahmut, Abdülmecit, Abdülâziz, Murat, Abdüihamit, Reşat, Vahidendin) devirlerinde

Yazan : SÜLEYM AN KANI

— Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur —

Tefrika

n o

. 29

A b d ü l m e c i t z a m a n ın ın is r a fla r ı, 2 0 0

b in a ltın a y a p tır ıla n s a r a y

/ Abdülmecidin kadınları, kız kardeşleri, gözdeleri delice sarfi­ yatta bulunurlardı; bunların tah­ ripkâr keyif ve hevesleri sarfiyatta hudut ne idiğini bilmezdi.

Müteahhitler, satıcılar bu ka­ dınların eşya fiatini bilmeyişlerin- den istifade ederlerdi.

Haremi hümayunun sarfiyatı hazine varidatının büyük bir kıs­ mını yutardı.

Abdülmecidin sevgili hemşiresi Fatma sultana ibzal ettiği atiyeler arasında Galata köprüsünün hâzi­ neye ait varidatı da var idi. Bu sultanın zevk ve keyfine sarfedi- lecek d a n bu varidat köprüden her geçenden alınan onar paradan günde elli bin kuruş kadar tutardı. Padişahın bıktığı cariyeler ci­ hazları hâzineden verilmek üzere saraydan çıkarılır, evlendirilir­ lerdi.

Sultan Mecidin kızı Fatma sul­ tan - Reşit paşa zade Galip paşa­ nın haremi - için Baltalimanında yapılan sarayın masrafı iki yüz bin altındır. (1 )

Sultan Abdülmecit ölümünden iki sene evvel iki kızını evlendirdi. Yalnız birisinin cihazı 180 milyon kuruş - 40 milyon frank tutmuş­ tu. (2 )

Bu sürü hümayunda yapılan tedarikât, sarfiyat, tezyinat binbir gece masallarım andırdı. Nişantaşı irtiîalarmda padişah, vükelâ, rical

ile paşalar için ipekten, Keşmir- den, Acem ve İzmir halılarından çadırlar rekzolundu; bunların içi mefruşat, divanlar, avizelerle be­ zendi. Bütün işler bu çadırlarda görülüyordu.

Sefirler burada kabul olundu; ziyafetler burada verildi; orkes­ traların çaldıkları parçalar dinle­ nirken zaillere kahveler, dondur­ malar, şerbetler ikram edildi! Z »r

oyunları gösterildi; bir sirk ile karagöz de vardı.

Geceleri bu yeni ve muvakkat şehir renkli fenerler içinde mum­ larla, avizelerle bin türlü ateş is- lerile tenvir ediliyordu.

Boğaziçinin iki sahilinde kurul­ muş mahiyetler ile her taraftan atı­ lan hava fişekleri de paytahtm her gece nur ve ziyaya garkolma- sma az yardım etmezdi.

Bu hal iki sultan için birer haf­ tadan on beş gün sürdü. Gelin sul­ tanlara verilen hediyeler fevkalâde idi.

Bu sürü hümayun bu yoldaki eğlencelerin sonuncusu olmuştur. Çünkü bundan sonra artık hâzi­ neye bu gibi masraflar tahmil et­ mek kabil olamamıştır.

Selin alayı; sünnet düğünü

Ösmanlı saltanat hanedanında eski nişan, düğün, zifaf, sünnet alayları ve merasimini musavvir olarak evvelce (Akşam ) da bir çok makalelerim intişar etmiştir.

Bu alaylar ve merasim zaman ile hayli tebeddüllere uğramış, aza­ met ve ihtişamından kaybetmiştir. Abdülmecit devrindeki sürü hü­ mayunlar da bittabi eskilerinden

farklıdır; bununla beraber dev­ letin paraca bu müzayakah dev­ rinde bile debdebe ve haşmet nü­ mayişlerinden vazgeçilemiyordu.

Fransız elçisi M. Teonelin akra­ basından olup İstanbul sefaretha­ nesinde geçirdiği günlere dair bir eser yazmış olan madam Labaron dö Formayn bu alaylardan bizzat

f i l Mirat hakikatte 250,000 altın f?l T,a revolution Lrqus,

gördüklerini kitabında uzun, uzun anlatıyor. Binnisbe yakın mazide bu alayların ne şekle girdiği anla­ şılmak üzere bu hanımın izahatım dinliydim :

Sultan Abdülmecit 1857 de üç kızını evlendiriyordu. Damatlar­ dan birisi kaptan Mehmet Ali pa­ şanın oğlu Ethem paşa idi, Meh­ met A li paşa gelin sultana veri­ lecek hediyeleri tersanede teşhir ediyor, kibardan ve ecnebilerden davetlilrine gösteriyordu.

Sepetler içinde duran bu eşya hakikî bir zevk ile tanzim olun­ muştu :

Bu eşya arasında her renkten tül veya kreple örtülmüş, yaldızlı kafes şeklinde telkari kapaklarla muhat en az iki yüz tabla var idi ki altın ve gümüş sırmadan yapıl­ mış yıldızlarla da müzeyyen idi; bu kapakların üstünde lâme kor- delâ ve şeritten düğümlerle bağlan­ mış sunî buketler bulunuyordu. K adife mahfazalar içinde taçlar, kuyumcu işi altın ve gümüş mas- nuat, esvaplık ve döşemelik ku­ maşlar, Keşmir şalları, sırma ve inci ile işlenmiş pabuçlar; kıy­ metli bir çok tefarık; her biri beşer yüz çil altın saklıyan gül renkli sa­ tenden bir çok kiseler; beş yüzden eksik olmamak üzere en ince Sak­ sonya porselen tabaklar iiçnde şe­ kerlemeler; gene porselen yahut

diğer kıymetli şişeler içinde ıtri­ yat; bütün bu şark mamulât ve masnuatı arasında alafranga mo- bilye takımları.

İşte Mehmet A li paşanın gelinine mahsus hediyeler! Diğer sultan­ lara verilecek hediyeler de bun­ lara benzer şeylerdi.

Hediyelerin geçeceği yollar

Padişah sarayına gidecek olan bu hediyeler birleştirildi; bunla­ rın geçeceği yolda sefaret heyet­ leri için de birer tribün yapıldı. Yollarda hayvanları birer tarafa çekilmiş iki, üç sıra talikalar için­ de yaşmaklı, feraceli Türk, Erme­ ni, Yahudi kadınları görüldüğü gibi diğer bir çok kadınlar da ç o ­ luk çocuklarile sokaklarda ayakta duruyor, yahut tümseklerde, tepe­ lerde yerde çömelmiş duruyorlardı.

Hadımağaları adamdan sayıl­ mazsa bu kadınlar arasında bir tek erkek yoktu. Bu kadınlar mecmaı yeşil çimenler üstünde ve güneş altında güzel ve nazarüba renk­ lerle gayet hoş bir gelincik ve pey­ gamber çiçeği tarlasını andırıyor­ du

Saray meydanında paşaların, askeri ve mülkî ricalin pek hafif Verince yaşmaklı kadınlan atlan çıkarılmamış mükellef arabaları içinde alaya intizar ediyorlardı.

A lay geçtikten sonra hu hanım­ lar sarayda yapılacak kabul res­ minde hazır bulunmak üzere ha­ remi hümayuna gideceklerdi.

Bu arabaların bulunduğu yer bir sıra askerle muhafaza altına alınmıştı. Nişanlı sultanlar da va­ lidelerde birlikte burada idiler.

Sultan Abdülmecidin kız kar­ deşi Esma sultan da dört beyaz atlı, gül renkli, gümüşlü arabasile buraya alayı seyre çıkmıştı.

Esma sultan bir ara arabasının kapalı duran gül renkli storunu üstünde yüzükler pırıldıyan elile kaldırdı.

Yunan elçisi M. Kondoryotisin zevcesi refikası madam dö For- many ile birlikte merak saikasile

bu arabalara yaklaşmışlardı. Esma sultan tanıştığı madam Kondoryo- tise yaklaşmasını işaret etti. Se­ fire, refikasını sultana takdime müsaade istedi. Sultan perdeyi biraz daha kaldırdı. Esma sulta­ nın yaşmaklanmış olmadığı gö­ rüldü; karşısında pariıyan gözle­ rde, siyah ve uzun kirpiklerde nazara pek hoş görünen iki genç kız duruyordu.

Esma sultan biraderi Abdülme- cidi andırıyordu; güzel değildi; fakat genç iken hayli zarif ve edalı bir kadın olduğu farkediliyordu; sesi pek tatlı idi.

Esma sultan az bildiği fransız- casile Fransız madama iltifatlı bir kaç söz sarf etti; madamın muka- beîeten irat ettiği komplimanlar­ dan da hoşlandı.

Alay gözüktü..

İki kadın Esma sultanın yanın­ dan ayrıldıktan sonra alay gözüktü. Alayın önünde yedekte götürülen üç at gidiyordu; bunlar altın ve gümüş sırma de işlenmiş eğer ta- kımlarile müzeyyendi ve nişanlı paşalara aitti.

Kızlar ağasını takiben haremi hümayunun hazinedar ustası, on­ dan sonra da hemen hepsi açık renklere boyanmış, yaldızlı saray arabaları içinde saya kadınları, vükelâ ve rical hanımları göründü.

Bu arabaların ve içindekilerin ziynet ve tecemmülü öndekilerden arkadakilere doğru gittikçe azalı­ yordu.

Alaya iştirak eden zabitlerle ri­ calden sonra bitmek, tükenmek bilmiyen hediyeler geçmeğe baş­ ladı.

En önde üç arabada aîtm sırma ile işlenmiş koyu kırmızı kadifeye savılmış, kıymetli giyim eşyasını ve çamaşır takımlarım ihtiva eden büyük sandıklar, bunlardan sonra sepetler geçti.

Her sepeti iki yanlarında birer kişi duran hademeler taşıyordu.

Bu hediye alayı geçtiğinden üç gün sonra sultanlar gene alay ile padişah sarayından kocalarının konaklarına gideceklerdi.

Sokaklarda, meydanlarda ayni kalabalık görülüyordu.

Bu defa alayın başında asker ve muzika bulunuyordu. Paşalar ve rical ikişer, ikişer yaya gidiyor­ lardı.

Altışar beyaz atlı arabalarile gelin sultanlar, yanlarında vali­ deleri olduğu halde, bunları, ma­ iyetlerindeki kadınlar ile kızlar ağası da bu gelin arabalarını takip ediyordu.

Dörder atlı arablarile paşaların ve ricalin hanımları alayın sonunu teşkil eyliyorlardı.

Damadın konağın kapısında ge­ lin sultanı beklemesi, arabanın ka­ pısı yanında çiçek takdim ederek diz çökmesi lâzım geliyordu. Pek ağır davranan sultan damat tara­ fından arabadan güçle çıkarılıp kapının eşiğini geçtikten sonra toplar atılmak usulden idi. Kona­ ğın birinci katında hazırlanmış bir odada damat sultanın duvağını açarak birinci defa yüzünü görür­ dü.

Bundan sonra sultanın mahsu- saU izini olmadıkça yanma gire­ mezdi.

Damatların sultanın yatağına ayak ucundan girmesi mecburiyeti Sultan Mecit devrinde hâlâ cari

(3)

_ Sahife 10

___

Akşatn

y - " - T . . . r' 7 r:"'JM..j: i .<- r r ‘r T S r .?j;,.L,.lrr.v .-i-:- T .:-—- : . " ■■■ ■.■■■'■: - .r ? . . ■— - r : . v • " r - r *- - — " - . , - - T - . -, — •

Son yedi padişah (İkinci Mahmut, Aodülmecit, Abdttlâziz, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahıdeddın) devirlerinde

Y a za n : SULEYM AN KANI

Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur

Tefrika

n o

. 32

A b d ü lm e c i d i n b ir g ö z d e s i o n a y

s ır a y a a y d a o n b in a ltın s a r fe t t i

Abdülmecit uzun olmıyan boyu

jile, çiçek bozuğu çehresile, müla­ yim ve hayalperver tavrile, zayıf kalbile etrafa büyük bir hürmet telkin edemezdi.

Zamanında babası Sultan Mah- mudun namı çok defa teessüf ve tahassürle yadolunurdu.

(Padişah o idi! Arasıra baş uçu­ rurdu amma herkesin de terbiye­ sini verirdi! Büyük adam dı!)

Yolunda sözler halk* arasında

Ç o k işitilirdi.

Marazı denilecek derecede has­ sasiyete malik ve titiz olan Sultan Abdülmecit şehvanî inhimaklerde vücudunun kuvvetlerini israf et­ miştir.

Hariçte dönen rivayetler saray­ larında her türlü hizmetler için bu­ lunan kadınların miktarını sekiz yüze çıkarırdı. Böyle kalabalık bir kadın sürüsü içinde sulh ve sü­ kûnu temin edebilmek için Yavuz Sultan Selimin, dördüncü Sultan Muradın, hiç olmazsa babası Sul­ tan Mahmudun şiddetine malik ol­ mak lâzım idi. Sultan Mecit ise ko­ lay olmıyan böyle bir işi başara­ bilecek mizaç ve kabiliyette de­ ğildi. Sarayda kendisini hayli say­ dıran validesinin vefatından sonra kadınların çıkardıkları gürültüler­ den çok rahatsız olmuştu.

Ayda 10 isin altın!

Hareminin ve sarayının israfla­ rından dolayı Abdülmecit hakkın­ da çok sözler, dedikodular olurdu. Bahusus gözdelerinden birinin on ay sıraya bir milyon kuruş -10,000 altın! - sarfettiği rivayetinin halk arasında şüyuu bu dedikoduları şiddetlendirmişti.

Bu gözde geçtiği yerlerde kara­ kollarda kendisine selâma duran askerlere altınlar bahşetmek iti­ yadında idi!

Ramazlanlarda saray israfı had­ di gayeyi bulurdu.

Hergün it’am ounanlarm mik­ tarı on beş binden aşağı düşmezdi. Kurulan sofralar iki bine varırdı. İftardan sonra bunlara diş kirası da vermek lâzımdı. Saray mutfa­ ğında dört yüzden fazla aşçı, aşçı yamağı Türk, İtalyan, Fransız aşçı basıların idaresinde çalışırdı.

Yemeklerden artanları saray hademesi harice kendi hesaplarına satarlardı.

Ramazan masrafları padişah hâzinesini tamtakır bir hae geti­ rirdi.

Orduya muntazaman maaş veri­ lemezken Sultan Mecit saray ve köşk inşaatına da pek çok para sarfederdi.

Son zamanlarında Abdülmecit artık bu yüzden çıkan dedikodu­ lara aldırmaz olmuştu; o artık b o ­ ğulacağını bildiği için kendisini suyun akıntısına bırakmış bir adam halini almıştı.

Balenalı korse

Kadınların alafranga giyinme­ leri hoşuna gidiyordu.

Bir gün - hiç şüphesiz bir gözde­ sinin keyif ve hevesine tabi ola­ rak - bir vilâdet hümayun merasi-

esnasında saray kadınlarına

balenalı korse giymelerini emret­ ti. d )

Bütün saray kadınları, onları takiben rical hanımları bu irade üzerine Beyoğlu kadın terzihane­ lerine koşuştular. Yeni modaya göre giyinmek için Beyoğlu mağa­ zalarını aşındırmak israf kapıla­ rını da genişletti!

öyle mi Ragıp ağa?

Hüsrev paşa maiyetinde perde çavuşluğu etmiş Ragıp çavuş za­ man ile vali ve vezir olur.

Ragıp paşa vezir olduğu gün eski büyük âmirini ziyarete gele­ rek artık onunla hemmertebe oldu­ ğunu, bundan duyduğu fahir ve gururu göstermek ister. Hüsrev paşaya:

— Efendim iz! Bu sabah bu ha­ beri - vezaret haberini - alınca sas-f 7 tim, kaldım!

Der. Hüsrev paşa da:

— Ona kim şaşmadı, Ragıp ağa! Kim şaşmadı Ragıp ağa!

Diye ne olsa eski ağalıktan kur- tulamıyacağmı yeni vezire ifham etmek ister.

Ragıp paşa

içinden.-(Bu bunak herif benim de vezir olduğumu hâlâ anlamadı, galiba!) düşüncesile söz arasında sırasını getirerek gene vezarete nailiyetini

anlatır. Fakat Hüsrev paşa bu defa da :

— Öyle mi, Ragıp ağa? Öyle mi, Ragıp ağa?

Hitabile adamcağızın ağalıktan ileriye terakkisindeki garabeti yü­ züne vurmakta ısrar eder!

0 papas....

Damat Halil paşa Hüsrev pa­ şaya (peder) derdi.

Halil paşa bir gün Âli paşanın ziyaretine gider. Divan efendisi H afız Ömer efendi ile birlikte çı­ karken konağın kapıcısına bir se­ lâm verir, geçer. H afız Ömer E f.:

-— Efendim, peder paşa hazret­ leri bu kapıdan geçerken (sadrıa- zam paşanın ne güzel kapıcısı v a r!) diyerek kapıcının sakalını okşar, hattâ öperlerdi. Siz ise bir kuru selâm verdiniz.

Deyince Halil paşa:

— O papas (para vermiyeyim!) diye öperdi! Bak! Ben de para vermem, amma öpmem de?u

Cevabını verir.

Sultan Mecit devrinin büyük

uleması

H. 1260 tarihlerinde İstanbul- daki ülema arasında padişah h o­ cası ve ders vekili Akşehirli Ömer, İmamzade Esat, Denizlili Yahya efendiler birinci tabakada bulu­ nanların en meşhurları idiler.

İkinci tabakanın serefrazlan da Vidinli hoca, Giritli hoca, şehrî Hafız efendilerdi. Tababetle meşgul

hekim Hamit efendi de bu tabaka­ dan madut bulunuyordu.

Üçüncü tabakada hafız Seyit, birgüvi Şakir efendiler vardı.

Vidinli hocanın dersinde bulu­ nan Amasyalı Kara Halil efendi, - bilâhare şeyhülislâm olandır - es­ ki Zaralı Şerif, Nasuh efendiler de şöhret kazanmışlardı.

İÜ Fransa sefarethanesinde geçirilen günler,

Kezubı Haşan efendi iktidar­ sızlığı yüzünden müderrislik mev­ kiinde tutunamamış, herkesin nab­ zına göre şerbet verdiğinden bir aralık ders vekili, hünkâr hocası, sonra iki defa şeyhülislâm olmuş­ tur.

Şeyhlerden Sultanahmet camii vaizi Kuşadalı İbrahim efendi de zamanın pek büyük ulemasından idi. Vüzera ve ricalden pek çokları efendinin huzuruna girmek için sofada nöbet beklerlerdi.

Zamanın rical ve kibarı çarşam­ ba yazarındaki Muratmolla tek­ kesine devam ederlerdi.

Hattâ padişah bile her sene ra­ mazanda bir akşam Muratmolla şeyhi Mehmet Murat efendinin if­ tarına gelirdi.

Murat efendinin vaizlerinde vü­ kelâ da hazır bulunurlardı.

Şeyh Murat efendi hiddetlenince sözünü hiç sakınmazdı.

Bir gün camide vazederken bü­ tün heyeti vükelâ huzurunda şu sözleri söylemişti:

— Bir deli gâvur, bir de gâvur deli var! Deli gâvur bizim bakkal­ dır; deli gâvur her şeyin fenasını verir; kendisini tekdir ederim; bir müddet yola gelir, sonra gene işi bozar; tekdiri yer, gene düzelir. Gâvur deli ise evkaf nazırıdır ki cami kandillerinin yağ parasından

çalar!

Bu sözleri duyan evkaf nazırı ... ne tarafa gizlenip nasıl savuşa­ cağında mütehayyir, diğer vükelâ ise mephut kalmışlardı!

Ülemadan Ahmet Cevdet efen­ diye - paşa - harbiye mektebinin farisî muallimliği teklif olunmuştu.

O vakit harbiye mektebi mual­ limlerinin fes, setre ve pantalon giymeleri resim ve âdet idi, Cev­ det efendi ülema kıyafetini değiş­ tirmek istemediğinden bu vazifeyi kabul etmedi.

(Arkası var)

Ankara-Konya iren ücretlerinde

tenzilât

Ankar 21 (A .A .) — Aldığımız malûmata göre Devlet demiryolları idaresi mart başlangıcından itiba­ ren Ankara-Konya ovasına mün­ hasır olmak üzere tenzilâtlı tarife tatbik edecektir. Bu tarifeye göre halen Ankara-Konya arasında 14 lirayı geçen üçüncü mevki ücreti 8,5 liraya indirilmektedir.

Irat sahiplerine

Emlâklarınm kiralarına

mahsuben

Elnreıı şeraitle

AVANSVERİR

Bahçekapı T A Ş H A N No. 20 - 21 Telefon; 20307

(4)

yedi padişah (İkinci Mahmut, Abdülmecit, Abdülâşiz, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddînidevirlerin^e

Y c z a n : S Ü L E Y M A N K AN I <— Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur —

Tefrika

n o

. 85

Abdülmecît

z a m a n ın d a z a b ıt a v a k a la r ı

v e

ecnebiler,

ş e r î m a h k e m e le r in h a li

Sultan Mecit zamanında müs- lümanlarla ecnebiler arasındaki hukuk davaları Türk ve ecnebiler­ den mürekkep muhtelit ticaret mahkemesinde rüyet olunur, müd- deialeyhin mensup olduğu devle­ tin kanununa göre hüküm verilir­ di, Bu mahkemelerde ne müddei­ umumi, ne de avukat bulunurdu. Yalnız ecnebilerin bir rüçhanı var idi ki o da bir tercümanın huzuru idi. Bu tefevvükün çok defa hak yerine geçtiği de olurdu!

Ceza davalarında ise d,ava müt- tehimin mensup olacağı devlet mahkemesine aitti. Meselâ Fran­ sız tabiiyetinde olan biri bir müs- lümanı öldürse hariciye nezareti transız elçisini haberdar eder, sefarethanede hapishanesi olan elçi müttehimi tevkif ile konsolato mahkemesine tevdi eylerdi. Kon­ solos ifadeleri, delilleri toplar, bir rapor tanzim eyler, evrakı ve müt­ tehimi Marsilyaya gönderir, asıl muhakeme Fransada cereyen ederdi.

Cezayirli Süleyman isminde biri İstanbulda at cambazlığı ve esir- cilik ederdi. Tunsuluların devam ettikleri bir kahvehanede bir Fran­ sız öldürülmüştü. Katil bulunamı­ yordu.

Cezayirli Süleymamn Tunuslu­ lara münasebeti çoktu; ihtiyatsız­ lıkla katili tanıdığım söyliyecek oldu.

Fransız elçisi M. Tuvnel Süley­ man! getirtti.

Süleyman gayrı resmî ifade ver­ meğe razı oluyor, fakat bir hristi- yanı öldüren müslüman aleyhinde mahkeme huzurunda şehadet ey­ lemekten, hayatından emin olamı- yacağım ileri sürerek, imtina ey­

liyordu. *

Tuvnel ısrar etti; Süleyman da nihayet hükümetinin elçisine itaat gösterdi. Verdiği ifadeye göre Tunus beyinin yakın akrabasın­ dan olan katil meydana çıkarıldı. Bir kaç gün sonra bir kaç kişi Süleymamn evine girdi; eşyasını tahrip ettiler. Kendisini de bul­ salar öldüreceklerdi. Süleyman Tuvnele dehalet etti. Elçinin te­ şebbüsü üzerine mahalle halkı Süleymana on bin frank zarar ve ziyan ödemeğe hükümetçe mec­ bur tutuldu.

Cafer isminde genç ve zengin bir Türk Süleymamn karılarından birinin âşıkı idi. Karı ile dostu arasında kavga çıktı; kadın Sü- leymanla münasebeti kesmek istedi.

1857 eylülünde bir akşam Sü­ leyman evine dönerken gürültü­ ler işitti. Cafer kapısını zorluyor­ du. Süleymamn takarrübü üze­ rine Cafer yatağanile üzerine hü­ cum etti. Süleyman pek kuvvetli bir adam olduğu için Caferin elin­ den yatağanı aldı ve onu kara­ kola götürdü.

Süleyman bir müslüman aley­ hinde şehadetinden ve mahalle­ liyi tazminata mahkûm ettirdi- ğindenberi mahallede iyi nazarla görülmediği için karakol zabiti işi bir sarhoş kavgası şekline dökmek isfvordu. Süleyman hanesine te­

cavüz vukuunda ısrar ederek Ca- ferden aldığı yatağanı zabite ver­ di. Zabit silâhı ucundan tutup kab­

zasını Cafere uzatarak: — Bu yatağan senin mi?,

Diye sordu. Cafer silâhı kav­ radı; o anda Süleymanı göğsün­ den vurdu ve kaçtı.

Bir kaç saat sonra Süleymamn karısı gelip Fransa sefaretine va­ kadan haber verdi. M. Tuvnel zap­ tiye nazırına müracaat etti; Ca­ fer gene tevkif olundu.

Süleymamn bir aylık bir erkek çocuğu vardı. Mülk olarak ta dört evin dörtte birer hissesini bırak­ mıştı.

Hükümet Fransız tabii sıfatile Süleymamn İstanbulda mülke ta­ sarruf eylemeğe hakkı olamıyaca- ğmdan bu hisseleri zapte kalkıştı.

Sefaret (hükümet mademki bu mülk hisselerini Süleyman namına kaydeylemiştir. Bunlar varislere intikal etmek lâzımdır) iddiasın­ da bulundu. Bu iddia bir kaçamak • yolundan başka bir şey değildi; fakat hükümet Tuvneli kıramadı. Evler diğer müştereklerin rızası hilâfına satılarak çocuğun hisse­ si paraya tahvil edildi.

Bir adamın diyeti üç bin dir­ hem gümüş addediliyordu. Bu da tahminen 33,000 kuruş ediyordu.

Süleymamn karısile çocuğu Ca­ fer tarafından bir suikaste uğra­ mak korkusile Beyoğlunda bir hristiyan evine naklettiler.

Tuvnel (olan oldu, biten bitti) diye Cafere serbes kalmak isterse çocuğa iki yüz bin kuruş verme­ sini teklif ettirdi; Cafer ancak 60,000 kuruş vermeğe razı oldu, nihayet sekiz ay sonra pazarlık ka­

vuştu !

İngiliz tebaasından olan serseri maltızların Galatada yapmadık­ ları sirkat, katil, gasp kalmazdı. Fakat İngiliz sefareti daima ken­ dilerini himaye ederdi; tutulanlar Maltaya gönderilirdi; davacıla­ rın, şahitlerin Maltaya gitmesi ek­ seriya kabil olamadığı için bunlar orada müteşekkil jüri tarafından serbes bırakılırdı; hattâ şahitler gitseler bile netice ayni olurdu. Bütün konsoloslar tebaaları - ne ka­ dar kötü adamlar olurlarsa olsun­ lar - mahkûm ettirmemeği bir na­ mus ve hamiyet icabı adeyierlerdi. Vilâyetlerde seriye bahkemele- rinin hali büsbütün berbattı. Tra- bulus eşrafından birisinin Tunus- taki kardeşi karısını hamile bıra­ karak vefat etmişti. Bu zat dul kadım yanına celbetti. Üç ay sonra kadın ölüverdi.

Mutasarrıf Ömer paşa Trabu- lusta bulunan İngiliz doktor Dik- sonu belediye ve adliye tababe­ tine ait işlerde istihdam ediyordu. Dikson geldiği vakit artık ce­ naze teçhiz edilmişti.

Doktor tıbbı muayenenin icra­ sında ısrar etti ve cenaze açılınca kadının kucağında henüz doğmuş ölü bir çocuk bulundu.

Doktor raporunu yaptı; paşa ev ' sahibini tevkif ettirdi. Fakat adam zengin olduğu için az müddet son­ ra serbes bırakıldı ve Tumısa gi­

derek kardeşinin mallarına sahip oldu.

Gene Trabuîusun en zenginle­ rinden olup ahlâkî taassubu ve şiddetile maruf olan Abdullah efendinin karısile büyük kızı kısa birer hastalıktan sonra ölmüşlerdi. Bunların iffetlerinden şüphe eden Abdullah efendi tarafından zehir­ lenmiş oldukları şayi olmuştu.

Bir gün fevkalâde güzel olan küçük kızının da anuolarak öldü­ ğü duyuldu. Tabip Dikson haber alıp ta yetiştiği vakit artık kızca­ ğız kefenlenmiş bulunuyordu.

Doktor cesedi muayene etmek istedi; Abdullah efendi razı ol­ mayınca Dikson birden kefeni aç­ tı; kızın ellerini bir iple bağlı gör­ dü; boynunda boğulduğuna delâ­ let eden morarmış bir daire belli oluyordu. Dikson Abdullah efen­ diye:

— Kızınız boğulmuş!

Dedi. Abdullah efendi hiç ses çıkarmadı; cenazeye uzun uzun bakmakla iktifa etti.

Diksonun raporu üzerine A b ­ dullah efendi tevkif olundu. Fa­ kat ülema toplanarak mevkufu tahliye ettirdiler.

Sonra işitildi ki genç kız ile bir delikanlı arasında bir aşk mace­ rası geçmişti; bundan haberdar olan Abdullah efendi delikanlıyı ülemadan bazılarile birlikte da­

vet etmiş ve kızile evlenmesini teklif eylemişti; delikanlı kabul eylemekle beraber o mecliste kızı boşamıştı.

Abdullah efendi bu hakarete tahammül edememiş, kızını ölüm­ le tedip eylemişti!

Gerek payiahtîa, gerek vilâyet­ lerde seriye mahkemelerinde ya­ lancı şahit bulmak hiç te müşkül bir şey değildi. Yalancı şahitlik bir sanat halinde idi!

Hapishaneler ise birer cehen­ nem idi. Hava alacak yer yok, pis­ lik son derecede. Altmış kişiyi zor istiap edecek bir zindana üç yüz kişi yerleştiriliyordu!

Hapishanelerin ıslahı için hü­ kümet İngiltereden binbaşı Gor­ don isminde bir zatı getirtmişti. Fakat bu da bir şeye muvaffak olamıyordu. Bu zat:

Bir İngiliz olsa bu hapisha­ nelerde bir haftada öteki dünyayı boylardı. Türkler buralarda sene- lerce nasıl yaşayabiliyorlar! Şa- şılacak şey!

Demekten kendini alamıyor­ du, (1 )

v __ _______ (Arkası var)

(5)

Sahil« 10

___________ A k ı n ■

Son yedi padişah (tkioci Mahmut, Abdülmecit, Abdtilâziz, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddin) devirlerinde

Abdülmecit sineklere [tehammül ede­

mez, kedileri toplatıp Rivaya yollardı!

Sultan Abdülmecit tab’an pek titizdi; temizliğe itinası zij'ade idi. Her sabah abdest alırken bir ca­ riye abdestliğini, bir diğeri abdest ibriğini getirir, cariyelerden birisi de bir elinde leğeni, diğer elinde ibrik padişaha abdest suyunu dö­ kerdi.

Sutan Mecit pek çok su sarfe- derdi. Bir ibrik bitince diğer ca­ riye hazır bulundurduğu ibrik ile hizmete girerdi. Bu suretle her abdestte on yediye kadar ibrik su sarfederdi.

Su dökülürken dikkatsizlikle ya sui tesadüf eseri olarak Sultan Me- cidin üstüne sıçrar veya damlarsa cariye padişahtan dayak yerdi!

Sultan Mecit böyle hallerde ba- zan kızar, haremde abdest al­

maktan vazgeçer, selâmlığa çı­ karak orada abdest alırdı. Fakat orada da mabeyincileri hakkında ayni hal tekerrür ederdi.

Sultan Mecidin temizliğe me­ rakı bir hastalık derecesini bul­ muştu. Bazan sakalına sürdüğü zaman elini yıkadığı bile vaki olurdu!

Dayak parası!

Mabeyincilerinden ve hade- mei hassasından Sultan Mecidin dayağını yememiş az adam kal­ mıştır.

Kışın darp aleti büyük ocak maşası idi.

-Sultan Mecit sarayında ziyade ateş yakılmasından hoşlanmazdı. Kış esnasında geceleyin bazan yataktan kalkması lâzım gelirse a r k a n a yorganı alır, öyle çı­ kardı!

Ocak ve mangalda fazla ateş yakılmış olduğunu görürse ma­ şayı yakalar, yakan kaçmış ise ko­

valar, yetiştirdikçe döverdi! Bu­

nun için mabeyinciler maşaları saklamağa gayret ederlerdi. Bu dayak bazan dehşetli olurdu. Pa­ dişah bir türlü hırsını alamaz, ka­ çanı kovalamakta devam eder, kendisi bitap kalınca, hâttâ bazan bayılıncıya kadar döverdi!

O zaman bir taraftan padişahı ayıltmakla, diğer taraftan da mad­ rubu tedavi ile uğraşılırdı!

Bu asabiyetini yenmek kabil olamadığı için o her maaş aldıkça 1500 altın dayak parası ayırırdı! Böyle her dövdüğüne (hakkını helâl etsin!) diye 50 altın vermesi mukarrerdi!

Sinekler ve kediler

Sultan Abdülmecit sineklere ta­ hammül edemez, fakat onların öl­ dürülmesini de istemezdi!

Sinekler yakalanır, pencere ara­ larında bulundurulan kâğıttan kü- lâhlara doldurulur, bahçeye salı­ verilirdi!

Kuşları, bilhassa sevdiği bülbül­ leri yakalıyan kedilerden de hoş- lanmazdı. Tutulan her kedi için beş kuruş verirdi.

Kedilerin parasını vermeğe Se­ ra finoviç isminde bir bahçıvan me­ mur idi. Tutulan kedirler (R iva) ya sevkoiunurdu. (1 )

Sultan Abdülmecit gezmeğe çık­ tığı vakit canı isteyince değiştire­ bilmek üzere bir büyük sandık içinde elbise ve çamaşır nakletti- rirdi,

Bir esvabın üstünde toz görmesi, çamaşırın itiraz edilemiyecek ka­

f i ) Ifanrifurtri h a t ır a tı.

dar beyaz olmaması değişmesini icap ederdi.

Hüddamı padişaha ait hiç bir şeye ellerde dokunamazlardı. Bun­ ların bohçalara sarılmış olarak vü­ cuttan biraz uzakça tutulması lâ­ zımdı.

Moskofîar hindi olaydılar

Sultan Abdülmecit sarayda mi­ safirler ile birlikte yemekte bu­ lunmazdı; ziyafetlerde yemek sa­ lonuna nazır bir mevkiden mükâ- lemeleri dinler, yemekten sonra gelip misafirlerle görüşürdü.

Bir defa Lord Redklifin hazır bulunduğu bir ziyafette mükemmel bir mantarlı hindi getirildi. İngiliz sefiri hindinin tevzi edilmiyerek halile sofraya konulmasını rica etti; hindi böylece sofra üstüne konuldu

Lord Redklif iyice seyrettikten sonra:

— Göğsü bir Rus muhafız alayı zabitinin göğsü gibi kabarık ve müdevver!

Diyerek çatalını sapladı!

Abdülmecit yemekten sonra se­ fir ile görüşürken:

— Moskoflar hindi olaydılar, ne ivi olacaktı!

Dedİ. “

Diğer bir ziyafette Prusya sefiri sarhoş oldu. Sultan Mecit ayni akı­ bete uğramaktan korktuğunu söy- liyerek bu defa misafirleri nezdine gelmekten itizar etti!

Sultan Mecit yemekten evvel ve sonra ellerini yıkardı. Çok yemek

yem ezdi; bazan sahanlara şöyle dotunuvermekle iktifa ederdi. A v eti ve meyvadan hoşlamrdı.

İçki içerken meze yerdi; bordo, şampanya şaraplarını tercih ederdi. Bazan diğer salonlarda bulunan misafirlere - isimlerini tasrih ile - kendi yemek ve içkilerinden gön­ derirdi.

Sarayda alafranga sofra pek nadiren kurulurdu. Eski tarzda sofralarda hergün yüzlerce fakir ifa m olunurdu.

Dalkavuklar, meddahlar..

Sultan Abdülmecidin sarayında dalkavukları, meddahları, muzhik ve mukallitleri, cüceleri, münec­ cimleri vardı.

Fakat balo ve tiyatrodan daha çok hoşlamrdı.

Böyle fırsatlarda büyük servet sahiplerinden üç A leon birader­ lerin en genci Antuvan ile görüş­ mekten hazzederdi.

Doktor Şipitser

"^839 da Avusturyah doktor Şi- pitser tıbbiye mektebine teşrih mu­ allimi tayin edilmişti.

O zaman tıbbiye talebesi yeni gömülmüş cenazeleri çıkararak teşrih ameliyatı yapmak zarure­ tinde idiler. Şipitser müslüman aha­ linin teşrih ameliyatına karşı gale­ yanını yenmekte hayli müşkülâta uğradı.

1844 de mektebin serirıyat kısmı da uhtesine tevdi edildi.

Bu esnada Sultan Abdülmecidi tehlikeli bir hastalıktan kurtarma­ ğa muvaffak olmasile padişaha hususî tabip ve iki sene sonra tıb­ biye mektebine müdür oldu.

Sarayın hususî tabibi sıfatile haremi hümayuna çok defa girdi; padişah ile birlikte teferriiçlere, boş zamanlarında müsahabelerde bulundu.

Sultan Abdülmecit cihan seras­ keri Rıza paşayı birinci defa (21 şaban 1259 — 4 şaban 1261) az­ lettikten ve Mustafa Reşit paşayı birinci defa sadarete getirdikten (7 şavval 1262) sonra bir gün dok­ tor Şipitser ile görüşüyordu.

Bu tebeddülatın hariçte yaptığı hüsnü tesir hakkında doktordan aldığı malûmat üzerine şu sözleri söyledi:

—- Altı, yedi aydanberi katiyen anladım, devletin hali pek fena. Fakat sıhhatimin muhtel bulunuşu devlet işlerile meşgul olmama f:r- f.at vermedi. Sıhhatim düzelip te kendimde yeniden kuvvet bulunca Rıza paşayı işten uzaklaştırmayı düşündüm. Sekiz on gün içinde bu

fikrim takarrür etmeğe başladı. Nefsimle uzun bir mücadele kara­ rımı tehir ettiriyordu. Gece, gün­ düz rahatım kaçtı; rüyalar gör­ düm. Hiç kimse halimi bilmiyordu, kararıma vakıf bulunmuyordu. Nihayet kararımı mevkii fiile koy­ mak zamanı geldi.

Rıza paşa kendi menafiini be­ nim zaafımda aradığı için ahvali sıhhiyemle hiç alâkadar olmak istemezdi.

Doktor Şipitser — Filhakika Rı­ za paşa benden daima uzak durur­ du; zatı şahanelerini tedavi şere­ fine mazhar olduğum müddetçe, bir kere olsun, sıhhati mülûkâne- lerini benden sual etmemiştir.

Sultan Abdülmecit — Beni şim­ diye kadar çocuk yerine koyuyor­ lardı. Bundan sonra kendim hü­ kümet etmek isterim. Bilirsin, ben­ de hüsnü niyet vardır. Tebaamın daima iyiliğini arzu ederim. Bu­ nun için de cenabı hakkın avnü inayetile muvaffak olacağıma eminim!

Sultan Abdülmecidin bu sözleri Gülhane hattı hümayununun ilâ­ nından sonra ianzimat ve ıslahatın tatbikatında muhalif tesirlerin, hattâ kendi tereddütlerinin ne ka­ dar derin olduğunu gösteriyor.

(Arkası var)

Piyasadaki kahveyi toplamak

istiyenier

Bundan bir müddet evvel büyük bir kahve grupunun piyasadan kahve toplamak istediği yazılmıştı. Aldığımız malûmata göre bu grup, küçük ellerdeki kahveyi toplamakta müşkülât çekmiştir.

Yalnız bu teşebbüs kahve fiat- lerini 110 kuruştan 114 kuruşa çıkarmıştır. Ticaret müdüriyeti bu mesele hakkında tahkikat yapmaktadır.

Emiâkİarının kiralarına

mahsuben

Ehven şeraitle

AVÂNSVERİ9

Bahçekapı TAŞ H A N No. 20 - 21 Telefon: 20307

(6)

■ ^ S a h i k ' S '- • A k f t p •"*

Son yedi padişah (İkinci Mahmut, Abdülmecit, Abdülâziz, Murat, Abdülhamit, Reşat, V?,oideddin) devirlerinde

Tefrika No. 27

Ya zan : SÜLEYM AN KANI -

Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur —

id in iç k i ip tilâ s ı, s a r h o ş lu ğ u

v e g a r ip z e v k le r i

Abdüimecit tıpkı babası gibi son senelerinde işrete ipiilâyi arttır - misti. Ancak sarayda akşam na * mazını kılmadan, baş mabeyinci ve sair büyük memurlar çekilme « den işrete koyulmazdı; bunlar-çı­ kınca sızmcıya kadar içerdi.

Bir ara akşamları Tophane kas­ rına dadandı.

Hekim İsmail paşa bizzat gi « der, Kızkulesi açığında balık av­ lar; balıkları işportaya kor; Top­ hane rıhtımına çıkardı.

Tophane köşkünde pencereden etrafı seyreden M ecit:

— Ay, İsmail geliyor!

Diye sevinirdi. İsmail paşa ken­ disi balıkları kızartır, meze olarak padişaha ikram eylerdi.

Abdülmecit bazen fazla kaçırır; sızar, arabaya binemîyecek hale gelirdi.

Bendegâniie baltacılar bu hal­ de kendisini çarşafa koyarak sara­ ya naklederlerdi.

Abdülmecidin Tophaneden Dol- mabahçeye giderken arabada uyu­ ya kaldığı, arabası haremi hüma - yun kapısına vardığı halde uyan -madiği için etba ve bcndegânımn beklemeğe mecbur oldukları çok vaki olmuştur.

Adile Siutanuı da hizmetinde bulunmuş olan saray baltacıların­ dan Esat efendi sarayda gördüğü vakayii teferrüatile nakletmekten hoşlamrdı.

Esat efendi Abdülmecidin şuur­ suz ve mest olarak Tophane kös - künden Dolmabahçe sarayına sev- koîunduğuna çok defa şahit oldu­ ğunu, padişahı bizzat ta böyle çar­

şaf ile taşıdığını anlatırdı. (1 )

Kadınlar ve Abdtiimecit

Her ramazan kadir gecesi pa « dişaha genç bir cariye takdimi mu­ tat idi. Bu cariye valide sultan, hemşire sultan, sadrıazam veya şeyhülislâm tarafından küçük iken satın alınır, bu maksatla terbiye edilerek raks, musiki ile padişah hareminin âdetleri Öğredilir, yeti­ şince takdim olunurdu.

Reşit paşa da kimseye bahsini etmiyerek çok güzel bir gürcü kı­ zım böyle yetiştirmişti.

Bu kız on altı yaşma geldiği se­ ne Reşit paşa padişaha takdimi için vahde sultanın tavassutunu rica etti.

Cariye haremi hümayuna kabul olunarak padişahın hoşuna gitti.

Fakat kadir gecesi sabahında kız birdenbire öldü. Neden ö l « düğü anlaşılamadı.

Sultan Abdülm ecit bundan çok müteessir oldu, bir daha kadir ge­ celerinde böyle hediye almaz ol­ du!

ölen ölene

Abdülm ecit dokuz, on yaşında kızların bikrini izaleden pek bü­ yük zevk duyardı. Bu kızlardan birisi bu yüzden vefat etti; fakat o yine bu iptilâsmdan vaz geçme­ di.

Bu feci hadise ikinci bir defa tekerrür edince, zavallı bir kız -cağız daha kendisinin bu behimî

ihtirasına kurban gidince, Abdül­ mecit artık insaf etmiş, nefsi hü­ mayununu bu can i yan e zevkten mahrum bırakmağa razı olmuş - tur!

---. î V

Tl] Hadisatı tarihiye.

AbaOImecidin ekseriya işret İçin gittiği Tophane köşkü

Memduh paşa (H al’ lar ve idâs- lar) da (Abdülm ecidin dünyaya gelen evlâdı elliden ziyadedir!) diyor!

Bu da başka bir vaka!

Abdülmecit güvercin çiftleştirir gibi genç ve güzel bir mabeyin - cisi ile bir cariyeyi sarayında göz­ leri önünde birleştirmekten, bunu seyretmekten de hoşlamrdı. Böyle çiftler bazen havuzda su perileri gibi padişah huzurunda oynaşır - îardı. Bazen padişah iradesile kız yerine diğer bir taze mabeyinci ikame edilirdi!

Abdülmecidin pek beğendiği genç mabeyincilerinden biri ıs - panak yediği bir gün ishale tutul­ duğu için padişah saraya ıspanak ithalini meneylemişti!

Abdülm ecide gençler tedarikin­ de tavassut eden (B ) paşa idi!

Saray kadınları açılıyor (

Abdülmecit yavaşça eski âdet - leri kaldırmak yolunu tutmuştu.

Saray kadmarma, odalıklarına muzika, ecnebi lisanları öğretti; bunların Avrupah kadınlarla mü­ nasebette bulunmalarına müsait davrandı.

Saraylılar, arabalarla saraydan çıkarak frenk mağazalarını ziya­ ret eder oldular; sarayın tiyat - rosunda kafesli localar içinde oyun-

lar seyrettiler.

Kadınlara hu suretle biraz ser - beşti verildi; hadımağalarm kud­ reti, küstahlığı kırıldı.

Saray kadınları hava ve hevesi yolunda inkişafta kusur etmiyor­ lardı.

İhlamur köşkünde mabeyinciler­ le bir çok maceralar halkın diline düştü! Abdülmecidin af|ı kadım var idi. Sarayı odalıklarla dolu idi. Sarayda bir orkestra, rekkaseler, asker elbisesi giydirilen muzikacı kızlar da vardı. Rekkaselerle muzikacıîara bazen erkek kıya­ fetleri giydirilir, hattâ bu kıyafet tamam olsun diye bıyık bile taktı - rtlırdı!

Seni de eskitir!

Abdülm ecit Bebek bahçesindeki köşke ço k gelirdi. Bir gün köşkün ihtiyar bekçi basısını taltif kastile: — Senin bu köşk eskidi. Yıktı­ rıp yenisini yaptıracağım, der. Uzun senelerdenberi beklediği, sevdiği köşkün yıkılacağı habe­ rine canı yanan bekçi başı;

— Bu köşk beni eskitti... Seni de eskitir. Nene lâzım! V azgeç!

İhtarında bulunur, ;

Bekçinin (seni de eskitir!) de­ mesi padişahın merakına dokunur. L âf olsun diye söylemiş iken bu defa işi ciddî tutarak köşkü yıktı­ rır, yenisini yaptırır!

Âbdûlmecide suikast

Sultan Abdülm ecidin hususî ta­ bibi AvusturyalI doktor Şipitser 1850 senesinde padişah hizmetin­ den ayrılmıştır. Bu müfarakatin sebebini doktor mektuplarında şöyle izah ediyor;

1850 ilkbaharında Sultan A b­ dülmecit tersanede icra edilecek merasimde hazır bulunmak ister. Fakat o gün birdenbire hastalanır. Merasimde bulunamaz.

Halk arasında padişahın has­ talıktan ziyade kendisine suikast vuku bulması ihtimalinden korka­ rak tersaneye gelmediği söylenir. Filhakika o günden itibaren Sultan Mecidin efkârında bir tehey-

yüç hasıl olur. Doktor Şipitseri her görüşünde kendisinin bir felâkete uğrayacağından korktuğunu anla­ tır, yanından ayrılmamasını tem­ bih eder.

Bugünlerde doktor Şipitser de müteaddit tehdit mektuplara alır. Doktor bu mektupları saklıyarak kimseye bir şey sezdirmez. Nihayet 1 8 5 0 teşrinisanisinde saray erkâ­ nından birinin ricali devletten biri tarafından padişahı zehirlemeğe memur olduğunu öğrenir. Derhal sadrıazam Reşit paşayı (13 rama­ zan 1 2 8 4 — 4 rebiülâhır 1 2 3 8 ) görür; meseleyi etraf ile anlatır.

Reşit paşa derin tahkikatta bu­ lunur; teşebbüsün hakikat o ld u -j ğunu anlar.; bu menfur vazifeyi deruhte eden şahsı ( ? ) tecziye eder. (1 )

Doktor Şipitser meseleyi bizzat padişaha da açar. Bundan sonra hizmeti şahanede bulımamıyaca- ğmı teessüflerle arz ve müsaadesini talep eyler.

Sultan Abdülmecit doktora ruh­ sat verir. Fakat osmanlı hizmetin­ den ayırmak istemiyerek Viyana sefareti müsteşarlığına tayin eder.

1857 de Sultan Mecit hastala- 1 mr. Doktoru Istanbula celbeyler. ’ Hastalığı geçtikten sonra salıver- i mek istemez. Fakat Şipitser devlet vükelâsının entrikalara arasında ! yaşamağa razı olmaz. Bu defa Na- i poliye memur edilir.

1860 da Abdülmecit gene rahat­ sızlanır. Doktoru tekrar İstanbula getirtmek arzu eder. Fakat çekil­ mek üzere yazdırdığı

telgrafname-|1] Bu mesele hakkında baalra bir

yerde

malûmat

ye izaüat yürüliBüetU,

lerin hiç biri doktorun eline değ­ mez!

Sultan Abdülmecit maiyeti er­ kânının bilâhare öğrendiği bu ha­ reketinden son derece müteessir olmuş, hattâ ölüm döşeğinde iken büyük şehzadesi Murat efendiye bundan şikâyet etmiş, kendisini en sadık dostundan ayıranlara ki rşi duyduğu nefreti ihsas eylemiştir.

Abdülmecidin vefatından sonra doktor Şipitser d ? osmanlı hizme­

tinden çıkmıştır.

Padişah adam kurtarıyor!

Sultan Mecit tebaasına karşı har yırhahlık asara göstermek fırsat­ larını pek kaçırmazdı.

Bir defa Boğaziçinde kayıkla' gezerken batmış bir kayıktaki bir kazağın boğulmak üzere olduğum* görerek durmuş, adamcağızın ha­ yatını kurtarmış, enam ve ihsan ile de memnun eylemişti,

(7)

Referanslar

Benzer Belgeler

Kendi Gök Kub­ bemiz, senin kaybından iki yıl sonra basıldı.. Bu kitap, şimdi seni seven bütün Türklerin evinde en kıym etli şiir

[r]

Remzize Asım Rüveyde Saffet Seher Sinem Kız Sırrı Sıtkı Si'ıheyla Muhterem Siin büle ş.. Şaziye Şaziye Berin Şehri bamı Şeref Şeref Bacı Şerife Şerife Ziba

Ön sahne elemanlarının bu değişkenliği, sah­ ne mekanik ve elektrik tesisatı ile bir­ likte, büyük opera ve müzikal tiyatro kü­ çük ve büyük tiyatro,

metrial local injury improves the pregnancy rate among recur- rent implantation failure patients undergoing in vitro fertilisa- tion/intra cytoplasmic sperm injection: a

Clearfield (1977) sosyal hizmet uzmanlarının mesleki benlik saygıları üzerine yapmış olduğu çalışmasında sosyal hizmet uzmanlarının mesleki benlik

O, gerçi deneyip hoşlanm adığı kim selerle b ir arada b ulunm ayı sevmezdi, fak at onları kof veya iğri taraflari.vle teşhire çalışm aya d a aslâ te ­

On the closed set speech recognition tests, all of them had dramatically good performances with varying degrees.The results were comparable to the results of