T arih î tedh ih ler
T T-“Paşa,, unvanının tarihi
♦ *
Eski İranda devlet memurları, sınıflarına göre, hükümdarın birer
azasım temsil ediyorlardı. Ordu, hükümdarın ayaklan demekti. Bu
kuvvet ise kumandanlar ve valilerce temsil ediliyordu. Bunun içindir
ki vezirlerle kumandanlar ve valilere (Şahın ayağı) manasına olarak
(Payı-şah) deniliyordu.
Yazan: Bugün artık arka
mızda kalan ünvan - larm birinden bahse deceğiz. Bu ünvan
(Paşa) dır. (Paşa) ünvam acaba nere * den geldi? Bazıları bunun iki kelimeden ibaret olduğunu söy lerler. Bu iki kelime
(baş) ve (ağa) dır. (Başağa) nm birçok defalar tekrar edil * mesi neticesinde (ba şa) ve (paşa) haline geldiği iddia edilir.
Paşa kelimesi o ka dar yeni bir kelime değildir. Hattâ bunun ömrü Osmanlı sal -
tanatm m devam ettiği yıl sayısı olan al tı yüz bu kadar sene ile de ifade edile mez. (Paşa) ünvamnm yaşı iki bin beş yüz kadardır.
Milâddan 559 sene evvel Medye ile Pars ülkelerini birleştirmek suretile ilk büyük İran devletini kuran adam, (K> rüs - Keyhusrev) dir. Bu adam az za manda devleti kuvvetlendirdi, komşu? devlgtleri yıktı, küçük Asyayı zaptetti ve İranda bir saray hayatı ile birlikte yeni idare teşkilâtı yaptı.
- Keyhusrevin teşkilâtına göre irili u- faklı bütün devlet memurları kendi vü- cudünün muhtelif uzuvları olarak telâk ki ediliyordu.
Dahilî işlerle uğraşan büyük memur lar hükümdarın gözleriydi. Bunlar hü kümdar namına memlekette ne olup git tiğine bakarlar ve hemen haber verir lerdi.
Hükümdarın kulakları vazifesini za bıta memurları yapıyorlardı.
Vergi tahsildarları hükümdarın elle riydi.
Hâkimler ise hükümdarın dili yerinde idi. Kanunları tatbike memur diğer me m urlar da ayni mahiyette telâkki olunu yorlardı.
Ordu ise hükümdarın ayaklarıydı. O- nun düşmanlarını kahretmek, ülküler almak, zaferler kazanabilmek için sağ lam ayaklar lâzımdı. Ordunun kuvveti ise kumandanlarla valiler tarafından temsil ve idare olunuyordu. İşte bunun içindir ki°vezirîerle kumandanlar ve va lilere (Şahın ayağı) manasına olarak
(Payı-şah) deniliyordu.
Bu iki kelime birçok zamanlar birlikte söylene söylene bizim dilimize (paşa) o- larak girmiştir.
O zaman (vezir) ünvam henüz yoktu. Yukarıki malûmatı veren (Hammer), vezir kelimesinin hammal demek oldu ğunu yazar. Devlet işlerini yüklenmiş olduğunu anlatmak maksadile başvekil lere veya onunla beraber divanda bulu nan üç beş arkadaşına (vezir) ünvam ve
rilmiş.
O halde (paşa) ünvamnın OsmanlIlara İrandan geldiği anlaşılıyor.
Osmanlı tarihinde ilk defa paşa ünva- nile anılan kimseler birinci padişah Os man zamanında yüksek ilmi mevkileri olan üç adamdır: Birincisi (îranlı Molla Sinan) dır. Padişahtan, o kadar ihsan gördü ki zengin oldu. İkincisi (Arif Bil- lâh Muhlis Paşa), üçüncüsü de (Âşık Paşa) dır. Bizde paşa ünvamnı alan ilk adamın îranlı oluşu da (paşa) mn (Payı- şah) dan geldiğini teyid mahiyetindedir.
Bunlardan sonra ikinci padişah Orha- nın büyük kardeşi Alâeddinle Orhanın oğlu Süleyman şehzade (paşa) ünvanmı aldılar. Birisi ilmile ve Osmanlı devlet teşkilâtını yaptıktan başka Osmanlı or dusunun temelini atmakla şöhret buldu. Diğerinin şöhreti ¡Kümeliye geçerek Türklerin orada yerleşmesine hizmet et mesidir.
Fatih zamanına kadar olan zaman içinde (paşa) unvanını alanlar çok değildi. Bunlar devlet teşkilâtının başında bulu nan ve pek mühim mevkilere sahib kud retli vezirlerdi. Başlıcaları, Fatih zama
K adırcan Kaflı
nına kadar sadrazamlığı babadan evlâ da geçmek suretile ikinci derecede bir saltanat halinde devam ettiren (Çan- darlı) sülâlesine mensubdurlar.
Osmanlı devletinin hududları ve teş kilâtı büyüdükçe paşaların sayıları da artıyordu. Artık yalnız (divanı hüma yun) a iştirak ec^pn vezirlerle beylerbe- yiler değil, birçok sancak beyleri de pa şa ünvamnı haiz bulunuyorlardı.
İmparatorluğun son zamanlarında (paşa) ünvam, askerî yüksek mektebler- de tahsil görerek, harblerde pişerek yeti şen değerli kumandanlar sayesinde kıy met ve şeref kazandı. Fakat diğer taraf tan o kadar bol harcandı ki birisinin pa şa olduğu söylenince:
— Ne paşası? *
Diye sorulmak âdet oldu.
Çünkü (paşa) ünvamnı haiz olmıvan- larm vezir veya vali olmasına imkân yokmuş gibi sarayın vali veya vezir yap mak istediği herkese bu ünvan verili“ yordu. Bundan başka saraya hediyeler gönderen, yahud isyan etmelerinden korkulduğu için okşanmaları lâzım gö rülen derebeylerine de ayni ünvan bah şediliyordu. Böylelikle (paşa) ünvamnı haiz olanlar arasında türkçe konuşamı- yan, hattâ okuma ve yazma bilmiyen kara cahiller bile vardı. Böyle hödükler le, yüksek tahsil görerek devlet ve mil lete büyük hizmetler eden büyük zafer ler kazanan (general) lerin ayni ünvam taşımaları çok sakat bir usuldü.
Bunlar arasında Abdülhamidin ikinci kâtibi (Arab İzzet) in paşalık bahşettiği bir derebeyinin hikâyesi meşhurdur: Vaktile kendi seviyesine göre gayet nor mal, iyi ve haysiyetli bir adam olduğu halde paşa olunca paşalığın erbabı böyle imiş gibi, arkasında her biri, bastonunu, kürkünü, çantasını kemali ihtiramla ta şıyan uşaklarla gezmeye başlamış. Bitta bi gülünç olmuş.
Cumhuriyet birçok ünvanlar gibi (pa şa) ünvamnı da tarihe mal etti. Fakat yeryüzünde kullanılmaktan büsbütün kalkmadı. Çünkü bugün Mısır da ve Irak ta (paşa) ünvam vardır. He mde yalnız (general) karşılığı olarak değil, Osmanlı imparatorluğunda kullanıldığı şekilde de yaşıyor.
Yalnız küçük bir fark var: (Paşa) ke limesini Arablar kendi hançerelerine uydurmuşlar, (bâşa) diye söylüyor ve yazıyorlar.
O halde (paşa) kelimesinin tamamile tarihe karıştığını da kabul edebiliriz. Bu takdirde artık Mısır ve Irakta kullanılan ünvam bizim de (bâşa) diye söylememiz ve yazmamız daha doğru olur. Nitekim vaktile biz de, aslında olduğu gibi, (Pa- yi-şah) diye kullanmıyorduk.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi