ARA GÜLERİN OBJEKTİFİNDEN
\toZ
f ~ O bÖlümün Beklendiği
Kent: Benares
Bir adı da Venaresi olan Benares’te her sabah gün ağarması ve güneşin doğma sıyla birlikte bir ayin başlar. O saatlerde Benares, sanki yaşayan bir tapınağın ta kendisidir. İlk dualar alacakaranlıkta, gün ağarırken başlar. Hindular güneşin doğuşunu bu dualarla karşılarlar.
Ganga'nın batı yakası, mabetler ve dini binalarla dolu bir yerleşim merkezi. Yer yer bu taş binaların arasın dan inen geniş merdivenler, mukaddes nehrin dibine kadar gidiyor. Nehir çoğu zaman dokuz metre kadar yükseliyor ve küçük mabetler tamamen sular altında kalıyor.
B
oğaz’ın hemen hemeniki katı genişliğindeki Ganj Nehri tüm gör kemiyle kenti kuşata rak geçer ve güneşin ilk ışıkları nı dua edenlerin inanç dolu yüz lerine serper. Bir Hindu’nun, Be nares’te ölüp yakıldıktan sonra küllerinin Ganj'a serpilmesinin dünyaya yeniden gelişini kolay laştırdığına inanılır. İşte bu yüz den yaşlanmaya yüz tutmuş Hin dular, akın akın Benares'te ölü mü beklem eye giderler. Evet, Benares ölümün beklendiği kent tir. Ganj ise dünyadaki nehirlerin en kutsalıdır. Yükselir, alçalır, akıntıları toprak kaymalarına yol açar, suları tapınakları örter, ama kutsal adından hiçbir şey kay betmez. Çünkü ulu Ganj -Hintli lerin deyişiyle Ganga- böyle is temiştir.
Biz oradayken kutsal Ganj Nehri doku3 metre yükselmişti. Öyle ki, nehre doğru kat kat inen kent merdivenleri, hemen tümüyle suyun altında kalmıştı. Kıyı boyunca uzanan tapınakların yalnızca tepeleri suyun üzerinde gözüküyordu. Ganj’a ait her şey kutsal sayıldığı için, nehrin geti rip evlerin içine doldurduğu ça murları temizlemiyorlardı. Ve Tan rı Ganga, her gün binlerce inanı rını içine alıyor, kucaklıyor, onla ra sonsuz kutsallık bahşediyordu.
Bütün bunları fotoğraflayabil- mek için gün doğmadan önce nehrin kıyısına gidip bir sandal kiralıyorduk. Sabah karanlığında Ganj boyunca uzanıp giden Be
nares, nehrin kıyısında dimdik yükselen bir kentti. Kentin kıyı kesimi bana nedense Venedik mimarisini hatırlattı. Kıyı boyunca yükselen taş binalar eski Urfa, Diyarbakır, Midyat dolaylarındaki binaları da andırıyordu. Akıntıya ters giderek, Ganj'a girip dua edenlere olabildiğince yaklaş maya çalışıyorduk. Ne var ki, kü rekçiler akıntıya zor dayanıyor lardı.
Binlerce erkek, kadın, çocuk, genç, ihtiyar yarı bellerine kadar bu çamurlu, pis suya girmiş dua ediyor, ellerindeki küçük pirinç kaplarıyla nehirden su alıp gene nehre döküyor, akıntılı suya çi çekler atıyor, ağızlarını, yüzlerini yıkıyorlardı. İnançlı gözleri, sanki sonsuzluğa bakıyordu. Bütün bunlar güneşin doğuşuna kadar sürüyor, sonra kalabalık giderek azalıyordu. Ancak, iki kilometre uzunluktaki sıra sıra merdivenli tapmaklarla dolu kıyı şeridi, gün boyunca hiç boş kalmıyor, dua edenlerle, yıkananlarla dolup ta şıyordu. Bu kesimi geçip yarısına kadar suyun içinde kalmış bir ta pmağın köşesini dönünce, koyu bir duman ve ağır kokular başlı yordu. Burada ölüler yakılıyordu. Kıyı boyunca uzanan bu dik merdivenli kentin alt kesimi, yarı beline kadar suyun içine girmiş dua eden binlerce ihsanla ve yakılan ölülerden tüten ağır ko kulu dumanla doluydu. Üst ke simde ise meditasyon yapan yo giler ve demir parmaklıklı ufacık hücrelerinde yaşayan Brahmanlar -rahipler sınıfı- vardı.
Dünyanın en mukaddes nehri Ganga 'da, sabahın ilk ışıklarında dua eden Brahman sınıfından bir Hindu.
Ganga kenarında kendine hücre-mabet kurmuş olan 90 yaşındaki bir Brahman, doğumundan beri hiç kes mediği saçlarını başına doluyor.
Bir gün beni daha da şaşırtan bir şey gördüm. Amerikalı ya da İngiliz olduğu nu sandığım Batılı bir genç kadın, ölüle rin yakıldığı yerin birkaç metre ötesinde çömelmiş, tencerelerini, tabaklarını kutsal Ganj suyuyla yıkıyordu...
Brahman sınıfına mensup bir Hindu hücresinde medi- tasyon halinde.
Dua edenlerden bazıları kutsal Ganj su yunu içiyor, bazıları da bu suyla dişlerini fırçalıyor, ağzını çalkalıyor, yüzünü yıkı yordu. Hindular Ganj suyunun tertemiz, mikropsuz olduğuna inanıyorlardı. Ça maşırlar da aynı suda yıkanıp güneşte yerlere serilerek kurutuluyordu. Bütün bunlar olurken, az öteden karnında ak babalarla, şişmiş bir ceset gidiyordu.
Mukaddes nehrin sahilinde tanrı resimleri binalar bo yunca uzayıp gider. Her aralık, suya açılan her sokak bir ayin yeridir.
i ı
}
1 1 1? Şsy
U ‘ ■ '1
iGanga'nın ilk güneş ışıklarıyla aydınlandığı saatte me- ditasyona başlayan bir yogi.
Nehrin sahili sabah saatlerinde bir panayır yeridir. Ka dınlar ve erkekler aynı yerde hem dualarını ederler, hem de yıkanırlar.
ARA GÜLERİN OBJEKTİFİNDEN
Bazı özel durumlarda ölüler yakılmıyordu. Örneğin, ölüm ne deni yılan sokması, çiçek hasta lığı veya veremse ölü yakılmıyor, Ganj'ın akışına bırakılıyordu. Bir de, küçük çocukların cesetleri yakılmadan nehre atılıyordu. Bu cesetler akıntıyla dönüyor, şişmiş vücutlar kimi zaman kıyılara ka dar gelerek haftalarca, çürüyün- ceye kadar suda sürüklenip du ruyordu. Yüzlerce karga ve ak baba türünden kuş küme küme üzerlerine tünüyor, cesetleri yi yordu.
Her sabah buna benzer bir çok manzara görüyorduk. Öm rümde ilk kez içimde anlatılmaz bir iğrenti duyduğumu hatırlıyo rum. Kutsal Ganj suyunun bir damlası kayığımızın küreğinden üzerimize sıçrayacak diye ödü müz kopuyordu. Gene de kayık la dua edenlere yaklaşıp resim çekiyordum. Gördüklerim beni korkunç şaşırtıyordu. Dua eden lerden bazıları kutsal Ganj suyu
nu içiyor, bazıları da bu suyla dişlerini fırçalıyor, ağzını çalkalı yor, yüzünü yıkıyordu. Hindular Ganj suyunun tertemiz, mikrop suz olduğuna inanıyorlardı. Ça maşırlar da aynı suda yıkanıp güneşte yerlere serilerek kurutu luyordu. Bütün bunlar olurken, az
öteden kamında akbabalarla,
şişmiş bir ceset gidiyordu. Bir gün beni daha da şaşırtan bir şey gördüm. Amerikalı ya da İn giliz olduğunu sandığım Batılı bir genç kadın, ölülerin yakıldığı ye rin birkaç metre ötesinde çömel- miş, tencerelerini, tabaklarını kutsal Ganj suyuyla yıkıyordu...
Benares’e ölmeye gelmiş yaşlı Brah- manlar’ın çoğu iki metrekarelik hücrele rinde, Tanrı’yla baş başa yaşıyorlardı.
Mukaddes Ganga 'da dua edenler.
ARA GÜLERİN OBJEKTİFİNDEN
Benares Rajası'nın her sene tertiplediği geleneksel di ni ayinde, Tanrılardan birini sembolize eden kız çocuğu.
Benares’e ölmeye gelmiş Yaşlı Brahmanlar'ın çoğu iki metre karelik hücrelerinde, Tanrı'yla baş başa yaşıyorlardı. Yoksul halk artırdığı üç beş kuruşu getirip onlara veriyor, onlar tarafından kutsanabilmek için yiyecekler, meyveler armağan ediyorlardı. Brahmanlar'ın hiçbir istediği ol madığı gibi, hiç kimseye yararla rı da yoktu. İnsan hiçbir şey iste mez ve hiçbir şey yapmazsa, el bet ölümü beklemekten başka işi kalmaz. İşte Benares yüzyıl lardan beri buraya ölmeye gelen isteksiz ve yararsız yaşlı Hindu- lar’la doludur ve “ölümün bek lendiği kent” adını onlara borçlu dur.
Ara Güler 1990
86
Benares'in Rajası (Mihracesi) filine binmiş sarayından çıkıp yöresel bir merasime giderken.
Racastan’ın en ucunda, kayalık, sapsarı topraklı Jaiselmer diye bir kent vardır. Oraya vardığımda ak şam oluyordu. Güneşin battığı yer de, yayvan bir tepenin üstünde bir Ortaçağ kentinin siluetini gördüm. Buraya gelirken bir garip ışıklar içindeki rüyalar kentinin beni bek lediğini bilmiyordum.
Bütün Hindistan'da defalarca şunu düşünmüşümdür: Bu toplum dini, inançları, örf ve adetleri, sana tı ve yaşamı ile başlangıcından bu güne kadar hiçbir değişikliğe
uğ-ARA GÜLERİN OBJEKTİFİNDEN
Jaipur'da bir sokak tapınağında kutsal inek heykeli ve çevresinde dua eden Racastanlılar
Jaiselmer'in kale içi sokakları. Bütün evlerin duvarları boy boy tanrı resimleriyle doludur. Bura nın insanları adeta tanrılarla birlik te yaşarlar.
ARA GÜLERİN OBJEKTİFİNDEN
Jaiselmer sokaklarında düğün hazırlıkları.
Düğün hazırlığı yapılırken bir Ra- castanlı düğün evine yemişler ta şıyor. Jaiselmer.
Başlarında rengârenk sarıkları, Jaisel- mer’in daracık kale içi sokaklarında avlu lara oturmuş erkekler şarkılar söyleyerek helva yapıyorlar. Kadınlar renk renk sari leriyle sokaklarda acele acele yürüyorlar. Sorup öğreniyorum. Bu ay Jaiselmer’de düğün ayıymış.
Jaiselmer'de bir düğün evi. Gece gelecek konuklar için avluda ha zırlık yapılıyor.
ARA GÜLERİN OBJEKTİFİNDEN
Jaipur'da düğün evinden gelin al maya giden bir damat. Gelinin evine konvoy halinde, sokaklarda'
dolaşılarak gidilir. Düğünler hep akşamları olur. Damat düğün evi ne giderken kendisine bir konvoy katılır. Uşaklar kordonlarla seri halinde birbirine bağlanmış lam balar taşırlar. Bir arabaya konmuş seyyar bir jeneratör konvoyu iz ler. Lambalar için gerekli elektrik akımı buradan verilir.
Düğün töreninde bir damat ve ge lin. Jaipur.
ramadan devam edegelmiştir. Bir Hindu tanrısı eskiden ne idiyse şimdi de odur. Yaşamakta, devam etmektedir. Tarihi bir unsur olarak eskiye ait değildir. Bugün de var dır, eskimemiş, ölmemiştir. Ölme yecektir d e .
Başlarında rengârenk sarıkları, Jaiselmer'in daracık kale içi sokak larında avlulara oturmuş erkekler şarkılar söyleyerek helva yapıyor lar. Kadınlar renk renk sarileriyle sokaklarda acele acele yürüyorlar. Sorup öğreniyorum. Bu ay Jaisel- mer’de düğün ayıymış. Avlularda kazanlar kaynıyor, gelinler için ç e yiz denkleri hazırlanıyor. Sokaklar renk renk yaldızlarla, çiçeklerle süsleniyor. Bir tek düğün değil, sanki bütün Jaiselmer evleniyor.
Düğün patırtısı bir yana, hem kale içindeki evler hem de yakın tepelerdeki yapılar şaşılacak ka dar güzel bir taş işçiliğiyle yapıl mıştır. Bir külliye kadar büyük olan yapıysa, belki de dünyada bir eşi daha bulunmayacak güzellikteydi. Jaiselmer sokaklarında gezerken, taş işçilerini çalışırken de gördüm. Yeni bir ev yapıyorlar ve türlü alet lerle taşların üzerine karmaşık de senler işliyorlardı. Yukarıda da de ğindiğim gibi,Hindistan’da hiçbir şey yeni değil.Bu taş işçiliği de e s kiden beri devam ediyordu ve de vam edecekti.
Kale içlerinde Jaiselmer sokak larını bugün de Tanrılar bekliyor. Sokaklardan geçerken, köşeleri dönerken, duvarların üzerinde ve evlerin cephelerinde rengârenk Tanrı resimleri gördüm. BuTanrıla- rın hepsi beni gözlüyor gibiydi. İn san bu ülkede Tanrılardan kurtula- mıyordu. Akşam güneşi batarken, gece öncesinin kızıllığıyla birlikte, Jaiselmer sokaklarında müzik, çal gı sesleri çoğaldı. Sokaktan geçen kadınlar şimdi daha hızlı yürüyor lardı. Biliyordum, bu gece bu Orta çağ kenti evleniyordu. Yarın gece de, daha sonraki geceler de evle necekti. Jaiselmer; yaşayan, de vam eden gelenek ve görenekle rin içinde,Tanrıların himayesinde.
Ara Güler, 1988