■.am
_
« c
“ TT.
G eçm iş zaman
olur kî
BURHAN FELEK
I t f
¿W
OPERATÖRLÜĞÜM
■ ■ ■B
ljjND A N birkaç hafta evvel telefonla benden sordular:
-t. Türkiye’de ilk sinema opera törü siz misiniz?
* Bu sorunun cevabı, işte Tnı yazıya
gnu o ld 4 ;;fAslinde ben, fotoğraf meraklısıydım.
İSİ işe ciddî şekilde 1913’de
başla-f
tım. Ettmde zamanın en mükemmelmakinesi olan 15X10 Erneman '{Şfleks b jj ;pnafftTıesi vardı. (Çanakkale ■arp satiaeı resimlerini bu âletle çek miştim,) i 1,913 ’de profesyonel olarak ’îsvir-i Efkâr gazetesine foto ve spor iaıhabiri, olarak girmiştim. Meslek kı- c teinim, bo tarihden başlar. O zaman İlinde bir-iki küçük boy güzel fotoğraf :&kinele£İ\&tiii; IVe bunlann hepsi A l man mal ivdi ."Çünkü, fotoğraf sanayii, dünyada Almanların elindeydi. Bugün .taponlardadır.
Böyle olmakla beraber, hiç sinemada çalışmamıştım. Zaten Üsküdar'da otu ran bir genç için sinema seyretmek bile, kolay değildi. Biz, sinemayı Mahmut Baler biraderimizin bizim sokağa açılan ahınnı, Ekrem adında bir mühendisin sinema salonu yapması üzerine seyret meye başlamıştık. Hatta ben, bu teşeb büse yardımcı olmak için, o zaman ses siz olan filmlerin altındaki tafsilat y a zı larını projeksiyon esnasında Türkçe’ye çevirerek, yüksek sesle seyircilere anla tırdım. Şimdi bana bunun hangi tarihde olduğunu sormayın. Şu kadar var ki, ben henüz karargâh fotoğrafçılığına geçmemiştim.
Günün birinde, Sedat Sim avi mer hum, bana haber gönderdi. Senaryo sunu kendisinin yazdığı ve meşhur ak tör Burhanettin Tepsi B ey ’in rejisör lüğünü ve başrolünü yapacağı "Â lem
-er v-ermişl-erdi. Bunlar, sanırım o devir de Topkapı S a rayı’nda bir yerde çalışan mehter takımının erlerindendiler. Bütün kılık-kıyafetleri tamamdı. Dediğim gibi, Sedat B ey ’e belki de amcası olan Lütfü Sim avi Bey, çok yardım etmişti. Bu mehter takımının başında, Muhtar Paşa adında bir zat vardı. Eski ahbabımız
Neyzen T e v fik ’i de orada bulmaz
mıyım? Z avallıyı askere almışlar ve ney çaldığını söyleyince, mehter takımına koymuşlardı. Çalıştığı mehter takım ı nın başındaki Muhtar Paşa’ya söyleme diği hiciv şiiri kalmamıştı.
\X lem dar filmini çekerken, Eyyüp Şabri adında kısa boylu, gözlüklü bir
' Sanatkârla
tanıştım. Zamanın tanınmışsabfttkârlarındandı. Alem dar filmini
çekerken, meşhur B ağdat Köşkü’nü dahi emrimize vermişlerdi. Hatırımda kaldığına göre, burada oturan ya pa dişah, ya vezirinin huzuruna girip, gen gçri Çekilirken, arka üstü düşen bir •şrtisti de hatırlarım,
metli Muhsin Ertuğrul bana, Nasrettin Hoca filmi çekmeyi teklif ve empoze etti.- Nasrettin Hoca rolünü rahmetli Hâzin» yapıyordu. Senaryoyu yazmak
için • bana tiyatro kütüphanesinden
' ' Fareli Köyün K avalcısı” falan gibi isimli bir kitap vererek ondan ilhâm almamı tavsiye etmişti. Bir şeyler yaptık. H atta mahale mektebi çocukla- nm oynatacak artist çocuk bulamadık da, merhum Reşit Baran bu işi yaptı. Çekimleri Muhsin B ey’le birlikte yapı yorduk. Ben Nasrettin H oca’ya birta- takım Arapça taklidi gülünçlü Türkçe tekerlemeler ezberletmeye çalışıyordum. H âzım ’m bir kulağından girip öteki kulağından çıkıyor ve ezberlemiyordu. Flim yapıldı ve Ipekçi’ler finanse ettiler,
dar Mustafa Paşa” filminin sahnelerini
çevirmemi istedi. Bu filmi, benim
Çanakkale'de tanıdığım fotoğrafçı arka daşım foto Kenan çeviriyorken, bozuş muşlar. Kenan Bey, biraz geçimsiz adamdır. Sedat Bey merhum da herkese eyvallah demezdi. Bırakınca, işi bana yaptırmak istedi. O devirde, Lütfü S i mavi Bey, Sultan Reşat’ın sanırım başkâtibiydi. Onun kuvvetiyle bütün ıfıehter takıtnı ve Topkapı Sarayı filmin çevrilmesine tahsis edildi. A k tö r Burha- rjettin Bey, şöhreti kadar kuvvetli bir ârtist olmadığından başka, hiç film çevirmediğinden, akla gelmedik falsolar yapıyordu. Bir gün, Alem dar Mustafa Paşa’nın "Rusçuk Yâranı” na "İs ta n bul’a gidip padişahı zorbaların elinden
kurtaralım!” diye nutuk çekerken,
elinde kılıcı havaya saldırıp duruyor, fakat ağzı kapalı oynuyordu. Kendisine:
— Burhanettin B ey, ağzınız kapalı, nutuk iradediyors'ünuz! deylhcg' bana:
— Film sesli mi? diye sordu... Bende;
' — Sesli değil ama, ağzınızın kapalı olduğu görülüyor. Kapalı ağızla nutuk çekilir mi? demiştim.
Alem dar Mustafa Paşa filmini biz tamamladık. H atta Bâbıâli’de mahzen ce zorbaların muhasarası altında barut fıçısına piştovla ateş ederek, paşanın kendisini bir cariyesiyle havaya uçur duğu sahneyi de, bir tutam toz magnez yum yakarak gerçekleştirdik,
j 1917 yılı içinde, yâni harbin b it mesine bir yıl kala İstanbul’da B ey lerbeyi Sarayı’nda göz hapsinde olan Sultan I I . Abdülhamit vefat etmişti. Bilmiyorum, hangi resmî makam, bana bu tahttan indirilmiş padişahın cenaze alay mm filmini çekmemi emretmişti. O devirde otomatik makineler y ok tu . Alıcı makine, dakikada 16 devir yapılacak şfekilde, elle çevirilirdi. Benim elimde sanırım Müdafaa-i M illiye C em iyeti’nin malı olan zamanm en mükemmel alıcı makinası Derby marka bir makine vardı. Yanım da yardımcı olarak son harp yıllarında beraber bulunduğumuz, elektrikçi Dim itri, er olarak bulunuyor du. Biz, bir açık kamyonun için makine mizi yerleştirmiştik. Ben, cenaze nama zının kılındığı A yasofya Camii önünden itibaren alayın filmini çekmeye başla dım. Gideceğimiz güzergâh, A y a so fy a ’- dan Sultan Mahm ut türbesine kadar o- lan kısa bir yoldu. Tabii alay, bir padi şaha lâyık şekilde tertiplenmişti. Halk, harp esnasında o kadar sıkıntı ve mahru miyetlere mâruz kalmış ve hükümetten o derece bîzar olmuştu ki, 1909’da tahttan indirilmesine ses çıkarmamış olan İ s tanbullular, Sultan Ham id’in cenaze alayının geçtiği Divanyolu’nun o kısa cık kısmında, pencerelerden:
— Padişahım, bizi bırakıp nereye gidiyorsun? diye feryatlarla sesleniyor- du.Çektiğimiz filmleri biz, Müdafaa-i M illiye Cem iyeti’nin o zamana göre, mükemmel laboratuvarlannda banyo ettirir, hatta pozitifleri bastırır, kontrol ederdik. Bir gün Alem dar Mustafa Paşa filminin çekimi sırasında gördüm ki, "Rusçuk A y a m " denilen kalabalığın içinde bir kişinin ayağmda 1915-1925 yıllarında giydiğim iz düğmeli bir potin vardı. Rejisör Burhanettin B ey ’e bu fal soyu söyledim. Bu gibi, zamana u y mayan şeylere bilim dilinde Anachro- nism derler. Burhanettin Bey Bana:
— Amaaaan! Ben bir daha o sah neyi çekemem. Sen filmin o kısmım bir çerçeveyle kapat, herifin ayağını gös terme! demişti.
Cenaze alayı gibi, filmlerin montajı kolaydı. Fakat, Alemdar Mustafa Paşa ilminin montajım yapmaya vaktim iz İmadı. Yâni, sahneler çekildi, fakat se naryo icabı birbirine bağlantısı yapıla madan, Türkiye mağlûp oldu. N e Millî Müdafaa Cemiyeti kaldı, ne filmleri. Hepsini alıp götürdüler ve zannederim, bizimkiler götürdüler. Am a, nereye gö- iiırdüler malumatım yoktu. Ben, Alem dar Muştala Paşa filmini çekerken, birçok kıymetli artistlerle tanışmıştım. Bunlardan, cn çok sevdiğim Fahri adın daki komik aktördü. Alem dar Mustafa Paşa fumıııüe rol alanlar arasında Er- meniler de vardı. Bunlardan biri de ı alı ta sakallı bîr Ermeni aktördü ve şey hülislam rolü yapıyordu. Fahri, bu idamın taklidini o kadar güzel yapıyor du ki. çekim sırasında kırılıyorduk gül mekten.
Alem dar Mustafa Paşa filminde
bize, figüranlık etmek üzere, 150 kadar işte benim sinemacılığım bu kadar
dı: Ben bu işlerin zoruyla sinema
çekmeye başlamışımdır. Sonradan
rah-gösterdiler. Ben kendi hesabıma beğen medim, ama epey zaman perdede kaldı
Bu anlattıklarımdan başka flim
çekmedik ve sinemayla meşgûl olm a
dım. Bütün bunlar Cumhuriyet’ten
evvel olduğu için bugün hatırata girecek tarihî kıym et kazanmıştı.
Sesli filmden sonra artık küçük amatörlerin yapacakları iş kalmadı. Olsa olsa nihayet sekiz süper denilen sekiz milimetrelik ve boyu üç metreyi geçmeyen renkli filmler çekmeye heves lendik. O da oldukça pahalı ve külfetli oluyordu. Cumhuriyet devrinde bana ne sinema çekmeyi teklif ettiler, ne de ben böyle bir şeye giriştim . Sadece önce Radyo E v i’nde radyoya, daha sonra da televizyon kameraları önünde ekrana geçmek üzere bazı sözler söylettiler.
Bunlardan ortaoyunu’na dair olanı
reşredildi. Güzel de olmuştu. Fotoğrafa
dair olan uzun bir konuşma ise,
çekildikten sonra ortadan kayboldu. Bu çekim T ü rkiye’nin en eski fotoğraf amatörünün bir konuşması idi. Ben buna pek özenmiştim. Meşhur fotoğraf sanatkârı A r a Güler’in ısrarlı talebi üzerine yaptığım bu konuşma neşredil meyince sordum. Hem T R T ’ye, hem A r a ’ya. Ara memnuniyetinden ne diye ceğini bilemiyordu. T R T ’dekilerin ise bu filmlerden haberleri dahi yoktu. O gün bu hadise üzerine T R T ile aram açıldı ve ondan sonra bu müessesenin başına gelen pek nazik umum müdürle rin hepsinin tekliflerini reddettim, hatta birisine:
— H ay hay! Yalnız ne vereceksiniz, ben profesyonel bir adamım! dedim.
— Malûm, biz çok bir şey verem iyo ruz. 400 lira kadar bir şey.
— Bendeniz on bin lira isterim!
deyince adam güldü ve bir daha lafını bile etmediler.
iş te dostlarım ve benim sinemacılı ğım ı merak eden T R T ’li meslekdaşla- nm ! Benim sinemacılığım bundan iba rettir.
Taha Toros Arşivi