• Sonuç bulunamadı

Klasik Osmanlı Sisteminde Vakıf Kurumu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Klasik Osmanlı Sisteminde Vakıf Kurumu"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KLÂSİK OSMANLI SİSTEMİNDE

VAKIF KURUMU

Dr. Mehmet Ali KILIÇBAY

Gazi Üniversitesi

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Öğretim Üyesi

fendim, ben burada önce, kendimi gurbette hissediyorum; çünkü hukukça yoğun bir topluluk * ^ var ve ben de iktisatçıymı. Bizim iktisatçılann bir kusunı var. geçenlerde gazetelerin birinde, mühendisler iktisatçılar hakkında kanaaüanra açıklarken, bizim teorik çerçevemizi ikide bir değiştir­ diğimizden şikâyet ediyoriardı. Tabiî mühendisler bunu, sadece bize vehmediyorlar. Aslında bütün bilim dünyasmda teoriler ikide bir değişiyor. Eğer, bilimsel çerçevede kaluursa, ikide bir değişiyor.

A m a hukuk, sanki bana bir değişmezlik alanıymış gibi gözüküyor ve hukukçulann bol bulun­ duğu bir cemaatte, ben kendimi gurbette hissediyorum. O nedenle, sürçü lisan edersem.peşinen aflimza sığınıyorum.

Ama, aynı zamanda kendimi bildik bir mekânda da hissediyorum; çünkü, ayra bizim sınıfla­ rımız gibi son derece b o ş . 200 kişilik bir salon tahsis edilmiş olmasma rağmen ve konu çok önemli olmasına rağmen, ne yazık ki ilgi gösteren insan sayısı az. Hertialde bugün, bizim şov yeteneğimizin düşüklüğünden olsa gerek, herhalde gazino dünyasınm tersine assolisüer önce çıkmış, şimdi uvertürier çıkıyor. Herhalde ondan oluyor.

İkinci bir noktayı daha arz etmek isliyorum. Biz, iktisatta zamara bağımsız değişken kabul ediyoruz. Y a n i . zaman veridir, her ş e y zamana göre ayarlanır, çünkü onu değiştirmeye insanların daha gücü yetmiyor. İleride olur mu, olmaz mı. onu bilemiyorum. Fakat, bu toplantıda gördüm ki, insan zamam da değiştiriyor. 15,30'da başlaması gereken tebliğim. 17,30'da başladı. Biz, iki saat kaydırabildik zamanı. Eğer, bir günde iki saat kaydınrsak, 1 yılda 730 saat kaydınnz. Bu muhteşem bir şey. Lüzumlu; ama, zaman bağımsız değişken.

Şimdi konuma geliyorum izninizle.

Efendim, bugün, bizden önceki oturumda, bana göre çok verimli bir tartışma oldu. Bczmi Alem Valide Sultan Vakıf Üniversitesi konusundaki tartışma. Bu tartışmada tabiî ki taraf değilim; an­ cak kanaatim var. Her vaiandaşm kanaatınm olması gercküği gibi, benim de bir kanaaüm var ve öyle samyorum ki, hadise vakıf mevzuatımn aksayan yönlerinden kaynaklanmıyor, bizzat vakıf kurumu­ nun aksayan yönlerinden kaynaklanıyor. Çünkü biz, bizden yüzyıllarca önce yaratılmış bir tarihi sırtımızda yük olarak taşımaya devam ediyoruz. Biraz daha açık söylemeye çalışırsam, vakıf daha başka bir tarihî ortamın içinde yaşamış insanlann, kendilerinden sonraki kuşaklara emir vermesidir. Benim mallanra hapsediliyor ve bu hapsedilmiş mallan, benden s o r u ^ kuşaklar da benim direktifle­ rim doğrultusunda kullanacaklardır. Bczmi Alem'in tartışması da buradan başlıyor. Bezmi Alem

(2)

taıoşffiasum buradan başlaması^ VâUde SuttM hanifflefaıdto iradesi ne y ö n d e y d i " tartışmasında oluyor ve ben bu tartışmayı, müsaadenizle telaffuz ediyorum, abes görüyorum. 19 uncu 'yüzyıl veya yamlıyorsam tarihinde, 18 inci yüzyıl bir padişah odahğmın cariyesinin -her ne kadar ç o k

güzel unvanlar taşıyorsa da vakfetüği mallann, biz Cumhuriyet kuşaklan tarafmdan serbestçe k u l -^anılamamasım benim iktisatçı mantığım doğrusu anlayamıyor. Valide Sultan onu ne amaçla kul­ lanmış olursa-olsun, bu da vakıf kummunun Osmanü'dan aldığı nitelikten, yapısından kaynaklanan

bir şey. Vakıf evrensel bir kunım, sadece Osmanh'ya has d e p . Mülkiyetin özel kişilere ait o l m a y ı p da, merkez tarafından sıkı bir şelplde denetlendiği hemen bütün toplumlarda ortaya çıkıyor. B u bir tesadüf d e p .

Vakıf kurumunun, ülkemizde kazandığı boyuttı, ülkemize kazandırdıklanm inkâr etmek m ü m ­ kün d e p . B u p n k ü mimarî mirasımızın hemen hemen tamamı, vakıf kummu tarafından o l u ş t u -nıtaıuş. Ama, hadisenin bu görünen tarafı; yani aysbergin su üzerindeki tarafı. B i r de aysbergin su alımdaki tarafı var. Marki d'ohsson^ 18 inci yüzyılda Osmanlı İmparatorlup'nu dolaşüğı zaman, malvarhğınm yüzde 75'min vakıüar eUnde olduğunu söylüyor. Bu çok büyük bir rakam, abartma paymı düşsek, bu oram yüzde 50'e inditşek dahi. hatta yüzde 25'aindiısek, hattîkhatta y ü z d e lO'a indirsek, bu çok müthiş bir rakam meydana getiriyor. Yani bir ülkenin mal varhğmın ölüler tarafından denetlenmesi biçiminde yorumladığım vakıf kurumlanm Ortaya koyuyor.

Peki, bu vakıf kurumu niye bu ^ k i l d e işlemiş: îki nedenden ötürü. Osmanlı Devleti'nin kuru­ luşundan itibaren başlayan bir oluşum. Biliyorsunuz Osmanh Devleti, bir yanda çökmekte olan Ana­ dolu Sdçuklu, bir yanda da çökmekte olan Bizans'ın topraklan üzerinde kuruldu. Bunlanlan etkilen­ memiş olması mümkün değU. Hem etkilendi, hem ders aldı. Selçvıklu'nun neden ç ö k t ü p n ü , B i -zans'm neden çöktüğünü veya bizim bugünkü terimleri tarihe doğru vehmederek, tarihe doğru aktara­ rak söylememiz halinde, bu feodalleşme sonucu, iki împaratoriupn veya iki devletin f e o d a l l e ş m e sonucunda ortadan kalktığını gördük. Bunu, bizim ifade ettiğimiz terimler içinde g ö r d ü p n ü s ö y l e ­ mek mümkün d e p , bunu bir de facto tespiti olarak gördüğünü söylemek mümkün.

Bu, de fâcto tespitten sonra, Osmanlı sültan ve padişaHlanıun, tüm çabalan miri sistemi yerieştihneye yöneliktir: Miri sistem, başta topırak olmak üzere bütün gayıimenkuUerin imparatoriuk denetiminde, padişahın mülkü noktasmda tfcmericüz etmesidir. Ve Fatih Sultan Mehmet bu konuda en radikal adımı atmıştır, 6 zamana kadar mülk, eşkinci tıman vesaire adı altmda bütün topraklan, hatta Selçuklu'dan intikal eden vakıflar da vardır, tümünü miriye mal etmiştir ve bunu da ç o k açık bir ifade ile söylemiştir. "Miriyie mal ettim, kulum gelip alıvere" demiştir. B u kadar açık bir ş e k i l d e ifade edilmiş birşeydir.

-Burada, imparatoriu|un var ohna manüğı ya:tmaktadır. Bu imparatorluk, kendini, var olabilme­ si için, bütün özel mülkiyeüenlen iairmdırinakzorm^

Bu toprak sisteminin nasıl işlediğinin üzerinde ayrıntılara girmeye gerek yok. Tımar sistemi bi­ liyorsunuz, organizasyonu, ümarh sipahi ve bir yanda da merkez ordusu ve sürekli b ü y ü y e n genişleyen bir imparatorluk.

Aynı zamanda, Osmanhmn bir başkent İmparatoriuğu ve bir haneden împaratorlup o l d u p n u da gözden uzak tutmamak lazımdır. Tarihteki behzerierine bakareamz, hep bu cins imparatoriuklarm başkentleriyle amldıkianm görürüz; Roma tmparatoriup veya Sasani îrnpâratorluğu gibi, ya hane­ dan, ya başkent adlanna göre adlandınhnaktadır. Mesela Bizans Împaratorlup veya Konya S u l -tanhgı.Ne demektir bu başkent imparatorluğu; o ülkenin bütün ekonomik olanaklanmn başkentte te-mericüz etmesi demektir. Bu, Osmanlı iaşe sistemiyle örgüûenmiştir, koskoca imparatorluk, başkentin elinin ulaşabileceği her yere kadar, 800 bin gibi p çağ için inarahnaz bü- nüifus rakamı içeren başkentin iaşesine göre örgütlerimiştir. Bugünkü İstanbul'un bazı iskeleleri, bazı semtleri bunun izlerini

(3)

taşımaktadır. Birkaç örnek vennek gerekirse, Unkapanı, Odun Kapısı, Y e m i ş İskelesi gibi, İstanbul'a iaşe nedeniyle gelen malların boşalüldığı ve sırf o işe tahsis edihniş iskeleler veya büyük ambarlan kasteden semt adlan, buna delildir.

Başkentin, imparatorluğun tümüne egemen olması, aynı zamanda taşramn denetimim de getir­ mekledir. Taşra denetimi de, kaza örgüüenmesi veya kadıhk diye bilinir. Bir. dinsel-hukukî örgüüenme aracüığıyla yürütülmekledir. Fakat, Bau'daki oluşumların tersine, Osmanlı sisteminde bir belediye örgütlenmenin ortaya çıkmadığını görüyoruz. Baüda komün hareketi, yani kentlerin özerklik hareketiyle ortaya çıkan ve kendi kaderlerine kendilerinin egemen olmasına yönelik bir hareket Os­ manlı'da olmamıştır, çünkü, Osmanlı İstanbul'a herhangi bir alternatif veya rakip kent kesinlikle bırakma yanlısı değildir. B u nedenle, İstanbul büyüklüğünde bir şehrin onaya çıkabilmesi için -veya İstanbul'a yaklaşan bir kent ortaya çıkabihnesi i ç i n - 1 9 uncu yüzyılda Osmanlı ekonomisinin başka açılardan, başka dengeler içine girmesi beklenecektir. Mesela Selanik veya İzmir'in biraz metropol hale dönüşmesi için 19 uncu Y ü z ) ! ! beklenecektir, ki, o zaman tabiî şartlar çok değişiktir. 1838 ticaret sözleşmeleri imzalanmıştır, artık Osmalı ekonomisi dünya ekonomisi içinde bir yer tutmaktadır, ve­ saire.

Sözümü uzatmak istemiyorum, onun için, kısaca ana hatlar halinde özeüemek istiyomm ve bel­ ki tartışmak istediğiniz konular olursa, orada daha geniş açıklamalara gidebilirim.

Ben hukukçu olmayarak ve global tarih anlayışı içinde, yani bütün her şeyi yerli yerine oturt­ maya çalışan, o endişeyi taşıyan bir iküsat tarihi anlayışı içinde, Osmanh Vakıf kurumunun bütün diğer a y n n ü l a n bir yana, iki temci özelliğini gözlüyorum: B u daha çok Osmanh Hukukunda cvlathk vakıflar demlen, benim "Miras Vakfı veya Aile Vakfı" adını verdiğim bir tip vakıf. Bir diğeri ise, "istihdam Vakfı" adım verdiğmi bir vakıf. İstihdam vakfı adını verdiğim vakıf, padişah ve hükümet ricali, vüzera tarafından kurulan vakıflar. Meritezde teraericüz etmiş bir sistemde, aym za­ manda önemli ölçüde reayamn topraklardan kaçması söz konusudur. Yani, reaya, belidi vergileri ö d e m e m e k için, sipahinin denetiminden kurtulabilmek için, kendisinin olmayan, sadece tasarruf hakkma sahip oduğu toprağı teric ederek kentlere gelmektedir ve bu kent, genellikle İstanbul olmak­ tadır. Osmanh, zaman zaman reayamn İstanbul'a gelmesini, yani İstanbul doğumlu olmayanlann İstanbul'a girmesini yasaklamışür, fakat, toplumsal hadiseleri yasalarla önlemek her zaman mümkün olmadığından ötürü, yine de önemli bir g ö ç baskısıyla baş başa kalmaktadır İstanbul. Nitekim, bu gibi merkezî formasyon imparalorluklannda, böylesine ekonomik oluşumlann sonucu olarak, başkentlerin bu cins nüfus baskılan allında kaldığı görülmekledir. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi Roma'dır, -yani Eski Roma İmparaioriuğundan söz ediyorum- ve o çağ içinde, İstanbul'un bir benzeri, inamimaz bir nüfus olan 1 milyon nüfusa ulaşmışür. Çünkü, o çağın tanmsal teknolojisini ve endüstriyel olanaklanm düşünürseniz, belirli bir aglomerasyon olarak 1 milyon nüfusu beslemenin neredeyse olanaksız olabileceğini ve bunu ancak bir imparatorluk örgütlenmesinin yapabileceğini düşünmeniz mümkündür.

İşte, b ö y l e s i n e bir oluşumda Roma'da yaşanmış ve Roma kente göçen fakat endüstrinin gelişmemişligi nedeniyle yararlı bir işte istihdam edilmeleri mümkün olmayan birçok büyük kitleleri devlet kesesinden beslemiştir. Bunlann herhangi bir anarşit unsur yaraünamalan için, aynı zamanda bunlan eğlendirmişlir. Ünlü Roma sözüdür. "Panem etcircences" "Ekmek ve sirk" Roma'nın yılda 182 gününün resmi bayram olduğunu ve filmlere de yansıyan, insanlan aslanın ağzına aunaya kadar vahşet derecelerine varan çok çeşitli sirk eğlenceleri, böylesine bir şey...

İstanbul bunu b ö y l e yapamıyor. İstanbul, başka bir şekilde, g ö ç eden insanlara başka bir şekilde istihdam yaratıyor. B u yaratılan istihdam da vakıf kurumu. Size örnek vermek için, bir padişah vakfından s ö z edeceğim. 1565 veya 1566 yıllannda. Kanunî Sultan Süleyman olarak bil­ diğimiz I . Süleyman tarafından kumlan bir vakfin, 738 tane personeli var. Aynı vakfın, bu 738

(4)

pcr-s(Miel ve di^rmasrailannin karşılanması için tahsis edilen, yani vakfiyeye alman ve gelirleri buraya hapsedilen yerler, 217 tane karye, Ocöy) denilmiş ayra zamanda. Bir de aynca başka karye var. 30 mezra, 2 mahalle, 7 değimıen, 2 dalyan, 2 iskele, 1 çayırhk, 2 çiftlik, 5 karye, 2 ada.

Kanuıtf Sultan Süleyman'ın tüm vakfiyelerinin ne kadar olduğu bilinmiyor. Bunu arşivciler inşallah bir gün meydana çıkaracaklar. Ben basil bir örnekleme ile, 46 yıl hükümdarlık yapmış bir padişahın en azmdan 10 tane v^fiyesi olabileceğini düşünüyorum, bu cins ve aşağı yukan 8 bin kişilik bir istihdam yarattığını düşünüyorum.

Keza. 36 Osmanlı Padişahı, 150 kusur vezir, kaplam deryalar vesaireler, bütün bunlan top­ ladığımız zaman, bu cins vakıflann, İstanbul'a göç eden işsiz, güçsüz kitle açısından nasıl istihdam yarataçağmı hesaplamak mümkün. Aile vakfı veya miras vakfi adım verdiğim vakıflara gelince: Biraz önceki o alevli tartışmada, Kemal ÇEVİK dostumun zikrettiği Ali Hikmet BERKİ, İstanbul'da bu tip vakıflann sayısımn 200 bin olduğunu söylüyor. Acaba, bu 200 bin vakıf, sadece İstanbul'daki 200 bin vakıf, sadece, beledi hizmetler, hayır hizmetleri yapmak için mi kurulmuşlardır? Hayır efendim, Osmanlı'mn mirası engelleyen, Islâmi Hukukun emredici hükümlerine rağmen, bir "Raison d"Etat" olarak miri mülkiyet yoluyla özel mülkiyete ve tabiî ki bunun yansıması olan mülkiyetin intikalini en­ gelleyen bu kurallanndan kurtulmanın bir yolu olarak kullaralmışür.

Aile vakıflannda genellikle rastlanan hayır faaliyetlerinde ben bir tarama yapüm; "Neler hayır

konusu oluyormuş acabaV diye. Bunlar, yüksek gclirii vakıflar. Örnek olarak zikrediyorum izninize

sığınarak. "Hatim okunması, mevlüt okunması (yılda bir defa), buhâri okunması, ilmi hadis tedrisi,

Kelime-i Tevhit getirilmesi (yılda bir defa), Salavat getirilmesi (her gün), berat mumu yakılması, göz ağrısı için ilaç cdınması, agure ve helva pişirilmesi, kurban kesibıesi, milislerin hapisten kurtulma­ ları için para verilmesi, ölülerin yıkanması ve gömülmesi için para tahsisi, ekmek ve meyve dağıtımı, su ve şerbet dağıtımı, kuşlara pirinç ve köpeklere ekmek verilmesi, halem kâtiplerinin doyurulması, su soğutmak için kar tahsisi, İazlara çeyiz yapılması, çocuklara mesire masrafı yapılması, çocuklar için kitap parası, bayram topu alınması, yetimlere aylık bağlanması"

Yine, bu vakfiyeler üzerinde yapüğun ufak bir dolaşımda, II. Mehmet döneminde, sadaret kay­ makamlığında bulunmuş olan İshak Paşa, hicri 891 tarihli bir vakfiyesiyle 3 köy, 10 değirmen, 1 M a ­ halle, 19 dükkân, 2 hamam, 1 bahçe, 1 pirinçlik, 1 bostan, 1 mezranın gelirini vakfetmiştir. Vakfın hayır konusu, kurulacak bir imaret aracılığı ile her gün 30 açın doyurulmasıdır. Bunun o zamanki fi-yatlaria yapılmış hesabına göre, bu hayır konusu için, vakfin gelirinin ve diğer idare ve personel mas-raflan için vakfın gelirlerinin sadece yüzde l'inin yeterli olduğu, yüzde 99'unun ise m ü t e v e U i y e kaldığı onaya çıkmaktadır.

Sonuç olarak ben şu noktaya vanyorum: Vakıf, tarihî bir kummdur. Biraz sivri gelecek ve bana kızacaksımz muhtemelen; ama, tarihi bir kurumdur, tarihte kalmalıdır. Müsaadenizle cümlemi ta­ mamlayayım. Yeni mevzuatla kurulanlar vakıf değil. Vakıf adım taşıyan başka şeyler. Yani, onlann tartışmasına girmek istemiyorum, haddimi aşanm. Hukukî açıdan tartışmalara giremem de aynca. Ancak, benim iktisatçı sezgisiyle gördüğüm, başka bir şey, o ayn bir tebliğ konusu olduğu için bura­ da hiîzurlanmza getirmiyorum. Ancak, benim klasik dönem içinde gözlediğim vakıfla, şimdiki vakıf arasında çok büyük faridıbklar var. Hem mânâ bakımından fariddıklar var, hem içerik bakımından faridıhklar var, hem de iktisadî mantık açısından çok büyük faridılıklar var. Onun tartışmasma girmek istemiyorum. Ayra adı taşıyor olması, nominal bir mantık içerisinde, aynı hadiseye cevap vermesi an­ lamına gelmiyor. Ben global olarak bakıyomm, global olarak baktiğım zaman, Osmanlı'mn klasik döneminin vakfmm tarihte kalması gerektiğini ve kemiklerinin sızlatılmamasuim gerektiğini ve şimdi kurduğumuz şeylere de vakıf denilmemesi, belki başka bir şey denilmesi gerektiği ve Bezmi A l e m larüşmalan gibi yanlış taroşmalann yapılmaması lazım geldiğine inamyomm. Eğer, insanlar demokra­ tik bir ortamda üniversite kurmak istiyoriarsa, kurariar, kunnalıdıriar. Y o k efendim Bezmi A l e m

(5)

Hanımefendi kurduğu vakıfta bunu düşünmüş, düşünmemiş taıtışmasıra yapamayız. B u çok mânâsız bir tartışmadır. Önerinin sahibi olan hanımefendiyi mezarından kaldırıp getiımemiz mümkün değil. Ruhlaria konuşmak da herhalde hukukta delil olarak sayılmıyor.

Efendim, benim maruzatım bundan ibarct. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

T A R T I Ş M A B A Ş K A N — Teşekkürier Sayın KILIÇBAY. Buyurun Sayın A K G Ü N D Ü Z

D o ç . D r . Ahmet A K G Ü N D Ü Z — Dcgerii dinleyiciler. Dr. Sayın M . A l i KILIÇBAY'a yaptığı izahlardan dolayı öncelikle teşekkür ediyorum.

Başta kendisi de ifade eltiler, "Ben valaf hukukçusu değilim, ayrıca hukukçu da değilim; do­

layısıyla bazı hatalarım olacak" dediler. Ben önce kelime hatası olabilir diye bekledim; ancak çok ciddi

ilmîhatalann yapıldığını görünce mecburen söz almış bulunuyorum.

Once, 4 tane önemli halaya işaret edeceğim; çünkü, tamamma işaret edersem çok vakit alır. Başta, I . inci Süleyman'a 11. Süleyman demek; diğer taraftan Cumhuriyet tarihinin en önemli hukukçulanndan olan A l i Himmet BERKİ'ye A l i Hikmet BERKİ demek... Bunun gibi hataları 50'ye çıkarmak mümkün. Ancak ilmî hatalar şunlar

Maalesef ikrisatçılarm ç o ğ u bu hatayı yapıyor, özür diliyorum. Sebebi de, Osmanlı Huku-ku'nun bilinmemesinden kaynaklanıyor sanıyorum. Birincisi şu: Mirî malı şöyle tarif etti, " B ü t ü n gayrimenkullerin" -bu tamamen hatadır, bütün gayrimenkuller değil- sadece arazidir miri mal. Gayrimenkullerin, bugünkü anlamda ç a ü b , müsakkafat tabir ettiğimiz dükkân, mağaza, hamam ve benzeri bugünkü hukukumuzda gayrimenkul kabul edilenlerin hiçbiri, miri arazi vasfma kaydedile­ mez, miri malı da olamaz. O ayn bir mesele. İkinci husus da, devlete ait olduğu demenin yamnda, bir de padişahın mülkü olduğu... B u maalesef UZUNÇARŞILI'da da göıdüğümüz, Fuat KÖPRÜLÜ'de de maalesef okuduğumuz, Ömer Lütfü B A R K A N ' m da bazı yanlış tespitlerie gündeme getirdiği, hiçbir belgeye dayanmayan, tamamen cumhuriyet dönemindeki bazı yazılarda ve araştırmalarda ortaya atılan bir fikir. Hiçbir zaman Osmanlı Hukuku'nda miri arazi demek, padişahm mülkü demek değildir Sayın K I L I Ç B A Y . Miri arazinin tarifi, E b u Suud'un Kanunnamesindeki tarifini zikrediyorum,

"Rakabesi, Beytûlmali Müslimine, geliri ise makarıbı müslimine" bugünkü tabirle kum mülkiyeti dev­

let hazinesine, gelirieri de " K a m u y a r a n " kriteri ile kamu harcamalanna harcanmak üzere ve bu ko­ nuda bütçeler yapılmak üzere devlete tahsis edilen araziler demektir. B u önemli bir husustur, büyük bir hatadır.

İkinci husus Fatih'in vakıfları iptal cuiği, bu da çok önemli bir hatadır. Şunu ifade edeyim. Fa­ tih Sultan Mehmed'in, şu anda şcriye sicillerinde elimizde oijinali mevcut olan feraıamndan şunu okuyoruz: "Bursa havalisinde emlâk ve evkafın bir kısmı naklediliyor" B u doğrudur. Ama, buradaki emlaktan kasıt neresi, bunun izahını Osmanlı Hukuku içinde yapmak gerekiyor. Şunu ifade edeyim: Ben bizzat arşivde, tapu tahrir dcfterierinde, Fatih Sultan Mehmed'in ilga ettiği arazilerin sayısının 200 küsur olduğunu tespit ctum. Tamamı arazidir. Kesinlikle dükkân, han ve benzeri mülk mânâsmda hiçbir mülk yoktur. Arazi vakıflanndan da, sahih vakıf değildir değerii dinleyiciler, bilakis mütalaamda söylediğim gibi. Osmanlı Hukuku'nda tahsisat kabilinden vakıflar denilen bir müessese gelişmiştir, yani, başta sultanlar olmak üzere devlet adamları, kamuya ait miri arazilerinin vakıflannı, kendileri bizzat mericezî bütçe ile kamu hizmeüerine tahsis etme yerine, vakıf adıyla bazı kamu

(6)

hiz-metlerine, eğitim, sağlık gibi hizmetlere tahsis etmişler, buna da tahsisat kabilinden vakıf demişler. Bunun bir şarü vaıdır, meşnıiyet şarû. Zaten buna gayri sahih vakıf deniliyor.

Hukukî ortaklara, ailelere ve Hazine tarafından karşılanması gerekmeyen bazı hizmetlere, bu çeşit vakıflann yapılmaması icap ediyor; ama, babası döneminde, Fatih bakıyor ki, bazı devlete ait arazilerin gelirieri, tahsisat kabilinden vakıflar adıyla, -tamamı tapu tahrir kayıtlannda mevcuttur- bir ailenin giderlerini karşılamak üzere tahsis cdihniş. Molla Hüsrev, " B u gayri m e ş r u d u r " diyor. Nitekim aynısının Memlükler döneminde yaşandığını ifade ettim. Bu kaideye nispeten Fatih diyor k i , " O ki gayrisahih deniyor, vakfı iptal edelim" Emlaktan kasıt da, bizim anladığunız m â n â d a mülk degildü-. Bunu da özellikle ifade edeyim. Osmanh döneminde maalesef, temliknâme usulü var. Yani, miri arazi normalde bir şahsa, bir mutasamfa tefriz edileceği yerde, tutulmuş hayat şartıyla, temliknâme adı altmda, devamh tefriz edilmiştir. Bu temliknâme ciddi mânâda mülk olarak saülması demek depdir, çünkü, zaten Anadolu arazisi de miri arazi dışında yoktur. Dolayısıyla hangi m ü l k araziden bahsedüebiliı?

Diğer dükkân, han gibi benzeri hususlann ohnadığım da ifade ettim.

Son olarak, züni vakıflar meselesini izah edeceğim. Şimdi, bu zürri vakıflan miras engellerinin ortadan kaldırdması şeklindeki görüşü burada cevaplandırmak istemiyorum; çünkü, vakit ç o k geçti; ancak, konu ile ilgili İslâm Hukuku'nda ve Osmanh lalbikatmda vakıf müessesesinde, hem İslâm H u -kuku'ndaki nazari açıdan, hem Osmanlı tatbikatmdaki tatbiki açıdan konuyu uzun uzun inceledim. Sadece kaynak veımekle yetiniyomm.

Son olanüc, bu da önemli bir husus, 217 tane karye bahsedildi. Şimdi, tabiî akla gelen, bunun yüzde l'i personel finansma, geriye kalam mütevelliye kahyormuş gibi bir hava sezildi. B u da ç o k önemli bir hata. Şimdi, burada hem Kanunî Sultan Süleyman'ın hem de diğer padişah v a k ı f l a n n m 217 karyeyi falan vakfa tahsis ettim demesi, o karyelere, o köylere ait bütün gelirler değildir. Çünkü orası miri arazidir: Devlet oradan toplayacağı vergi gelirini, doğrudan mericezî bütçe yoluyla kamu hizmetlerine harcama yerine, vakıf kurmuş, mütevelliye demiş ki, "Benim yerime sen, inkıtaa

uğraması memlekete zarar verecek olan eğitim, sağlık ve benzeri birçok hizmetler için, oradan

alınacak devlete ait vergi gelirlerini topla, onlara bu noktaya, şartlarım muvacehesinde harca"

demiştir. B u da gayet makuldür, ama, suistimal edilmemişür demiyorum. Suistimal edilmeseydi, 19 uncu asırda perişan bir vaziyete gelmezdi, bu hale düşmezdi.

Daha çok bazı noktalar vaısa da, vaktinizi alacağım için kısa kesiyorum. Teşddcür ediyomm, saygılar sunuyorum efendim.

B A Ş K A N — Teşekkür ederiz Saym A K G Ü N D Ü Z Buyunm Sayın ATEŞ. ,

İ b r a h i m A T E Ş — Efendim, tebliğ sunan Sayın Hocamızın konuşmasıyla ügüi olarak. S a y ı n A K G Ü N D Ü Z ' ü n notlanna aynen, gönülden katılıyorum. Buna bir-iki ekim olacak.

S a y ı n konuşmacı, kariye kelimesini açıklaıken, (köy) olduğunu belirttiler. " B i r b a ş k a t ü r d e n daha kariye vardır" dediler. Kariye Arapça bir kelimedir. Tüıkçesi de köydür, başka tür bir kariye de yoktur.

Bir de, "Kanuni Sultan Süleyman'ın valfıyeleri henüz tespit edilmemigtir" dediler. K a n u n î

Sultan Süleyman'ın 4 tane vakfiyesi var, tespit edihniştir. Bunlardan birincisi S ü l e y m a n i y e ve çevresindeki hayraüanyla ilgili en büyük vakfiyesidir. 1960 yıhnda. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce Tüık harflerine çevrilerek yayınlanmışür.

(7)

yapılmış ve Kültür Bakanlığı'nca basılmışür.

Üçüncüsü ise, Şam'daki hayralıyla ilgili vakfiycsidir.

Dördüncüsü de, Urfa'daki Halilurrahman Dcrgâhıyla ilgili vakfiyedir. Tamamı elimizdedir, tespit edilmiştir.

Arz ederim efendim.

B A Ş K A N — Teşekkürler Sayın A T E Ş . Buyurun Sayın D Ü R R Ü O Ğ L U .

A y h a n D Ü R R Ü O Ğ L U — Efendim, S a y ı n konuşmacılara teşekkür ediyorum, bizleri aydınlattıklan i ç i a

A l i Himmet BERKİ'nin biliricişi raporu ve Profesör Hazım A ü f K U Y U C A K Dürrizade'nin şahadctiyle, rahmetli babamdan sonra mütevelli olmuş bulunuyorum, Yargıtay'ın da onaylamasıyla. 1963-1965 senesinde.

Efendim, şimdiye kadar ve 26'dan evvelki vakıflanmızm neden göçüp gittiğini, yine Dürrizade ISOlikleriden Refı Cevat U L U N A Y her gün yazardı. Şuradaki minarenin çatısı uçtu, şuradaki kub­ benin vesairesi çöktü falan diye. Kanaalımca, Harpul, bugünkü adıyla Elazığ bırakılarak, 5 kilometre uzağa şehir kurulduğunda, yaşamaktan uzaklaşmıştır. Yani eğer asar, içindeki kişi olmazsa eser ol­ maktan çıkar, harabe haline gelir. B u bir.

İkincisi. Avrupa, Amerika, farzcdelim İspanya, 10 uncu Yüzyıldan Endülüs Islâma hâkim olduğu zaman. -Bugünkü adıyla Endülüzyataşmı dahi kaybetmeden, yenileyerek bugünkü güne E l Hamra Sarayı'm, Kurtuba Camii'ni ulaşürmış. Benim ders verdiğim İspanya Askerî Ataşesi Sinyor Artemyos Sebanus, turist d ö v i z i y l e ö v ü n ü p , "Sizinle yaşıyoruz bakınız" diye bana bunları göstermiştir.

Binaenaleyh. Harput göçmüştür. Neden; yaşamadığı, yaşatılmadığı i ç i a

Osmanlı eserlerinin büyük bölümü neden çökmüş, yok olmuştur? Yaşatılmadığı ve bakunsız halde bırakıldığı i ç i a

Mazbutaya alınmış vakıüar, ATATÜRK'ün dediği veçhile, murakabe edilebilmiş midiı? Rah­ metli Başhukuk Müşaviri Muammer B O S T A N C İ zamanında, bana demişlerdir ki, "Ayhan Hanım,

maalesef bazı memurlarımız kendi içimizde vakıfları üzerlerine geçirmişler, (rfkanunu çılaUaan sonra

gelip, istifa etmişlerdir."

B A Ş K A N — Hanımefendi lütfen bağlayın.

A y h a n D Ü R R Ü O Ğ L U — İmar Yasasından ö n c e , SİT Kanunumuzda bir açıklık bulun­ madığı, hangi eserin tarihi eser olduğu, hangisinin olmadığı belli olmadığı için, böyle vakıf eserierini büyük ölçüde kahretmekleyiz.

Dördüncüsü, evladın uhdesine düşen murakabe kayfiyeti, "Kesbi evladı evlat, ekber ve o^şed" ondan sonra iyi bakmadığı takdirde derhal değiştirilir, öbürü gelir bakardı. Binaenaleyh bu murakebe sisteminin, evlatlar vasıtasıyla da devamını rica ediyorum. Çünkü bizim namütenahi vakfımız hakkında, kazandıktan sonra ben tebliğ ettim, hesap dahi çıkanlamamışür. Binaenaleyh, ev­ vel emirde bu hesaplann çıkanimasmı...

B A Ş K A N — Hanımefendi, lütfen bağlayın.

A y h a n D Ü R R Ü O Ğ L U — Vakıflar Genel M ü d ü r i ü p kanalıyla çalışmaya teşvik edilmeleri­ ni özellikle rica ediyorum.

(8)

S a ğ o l u a

B A Ş K A N — Buyurun Sayın Y Î N A N Ç .

Prof. D r . Refet Y İ N A N Ç — Saym K E . I Ç B A Y , benim de mensup olduğum fakültenin yönetim kurulu üyesi, çok değerli bir iktisatçı. O bakımdan olaya bir iktisatçı gözüyle baktı. S a y ı n A K G Ü N D Ü Z de hukuk yoluyla eleştirisini yapü. Ben de şimdi, bir tarihçi olarak, burada bazı açıklamalar yapmak istiyonım.

Efendim, gerçekten son devre bakılmca, 19 uncu yüzyıla, iktisadî yönden bakıLnca, vakıflann bir yük gibi algılandığı görülüyor. Fakat, Sayın A K G Ü N D Ü Z ü n de ifade ettiği gibi, Fatih şahıslann mallanm dahi dlerinden alamıyordu. Bir istimlak içüı, Fatih bölgesinde bir istimlak için, bir kadın Fatih'e direniyor. "Ben evimi yıktırmam" diyor. Ve Fatih de, isümlak etmek istiyor. Uğraşıyor, para veriyor, ama, "Ben istimlak ettirmem" diyor kadın, y e istimlak edemiyor Fatih. Zoria alma diye bir şey yok; ama, hizmetinden uzaklaşmış olan vâkıflan ilga ediyor.

Sonra, gerçekten yüzde 75'e ulaşüğıra söyledi Sayın KILIÇBAY, 18 inci yüzyılda vakıfların sayısının. Şu nokta unutuluyor Osmanlı devrinde, hatta hatta geriye gittiğimiz zaman Selçuklu dev­ rinde, kamu b i l e t l e r i , ulaştınna, öğretim, sa^ık hizmetleri vakıflar vasıtasıyla yapıhyor. Onun için, yani büyük vakıflara bakınca, " Ş u kadar k ö y v a k f e t m i ş " deyince, bundan hiçbir zaman ûıkmeyelim. Yani, o vakfa tahsis edilmiş ama o vakfın yürümesi için, kamu hizmetinin yürütülmesi için yapılmıştır.

Aynca, fakirlere, açlara yardım yapılmışsa, doyurulmuşsa, bu, bugünkü sosyal g ü v e n l i k içindir. O zamanki anlamıyla bunu ifade eder. Bir sürü zaviyeler var, 3 gün misafir ediliyor, 3 günden sonra kalınmıyor. O zaman otel yok, nerede kalacak vatandaş, zaviyede kalacak. Ziaviycler, tekkeler, bİr zamanlar çok mükemmel müesseseler idi; ama, son devinle fonksiyonlannı kaybetti. O bakımdan, o yönde bakmak gerekli.

Açıklamalarım bu kadar, teşekkür ederim Sayın Başkan. B A Ş K A N — Teşekkür ederiz Sayın YÎNANÇ. Buyunm Saym KILIÇBAY.

D r . M . A l i K I L I Ç B A Y — Efendim, ben değerli meslektaşlanmm katkılanna ç o k teşekkür ediyorum. Öğrendiğim şeyler oldu, bilmediğim şeyler vamıış. Tabiî ki, her zaman, hericesin bilme­ diği şeylçrvar.

Önce ibrahim Bey'in söylediği ile başlıyomm. Ben metinden aynen okudum. Karye ( k ö y ) bir de aynca, dört tane karye daha yazılmış vakfiyenin transkripsiyonunda. Onun için, ben kendim sökemediğim için, neden iki defa karye kelimesinin geçtiğini, o tamamen vakfiyenin transkripsiyo-nuyla ilgili bir şeydir, yani, benim karyenin köy mânâsına geldiğini bilmememle ilgili bir şey değildir.

Sayın Y Î N A N Ç hocamızm söylediklerine... Benim, çocukluğumdan beri bir adetim vardır, tatlıyı sona saklanm. Hatta, evde de bu adetimi biliyorlar, onun için tatlıyı saklıyoriar, ki, y e m e ğ i bol yiyeyim, tathyı yemeyeyim diye. 0 n ü n için Sayın AKGÜNDÜZ'ü sona saklıyorum.

Efendim, ben iktisat tarihçisiyim, iktisatçıyun ve olaya ne tarihçiler, ne hukukçular gibi mikro düzeyde bakamıyorum. Mutlaka global bakıyorum. Şimdi ben vakıf kurumuna da baksam, tarihte herfıangi bir başka kuruma baksam, hep aklımda bugün var. Bugün biz, fert başına millî hasılası

1.200 dolar olan bir ülkeyiz. Potansiyelimiz bunun çok daha üstünde. Yani, tarihte olasılık tartışma-lan, saym hocamızm da çok iyi takdir edeceği gibi, mânâsız tarüşmalardın çünkü, tarih yaşanmıştır, bitmiştir. Ş ö y l e olsaydı, böyle olsaydı tartışması yapılamaz. Ama, çok iyi bir beyin cimnastigidir. Acaba, Osmanlıda sermaye birikiminin kurumlan oluşmuş olsaydı, bugün Türiciye Cumhuriyeti az

(9)

gelişmiş bir ülke sayılır mıydı, sayılmaz mıydı sorusunu ben sıklıkla kendime soruyomm ve burada bütün vakıf mensupları, vakıf tutkunlarından özür dileyerek söylüyonım ki, Osmanlı sermaye biri­ kiminin engellenmesinin en önemli sebeplerinden bir ianesi vakıf kurumudur. Çünkü eğer sermaye özel ellerde birikseydi, yani Balı üpi bir kapitalist oluşum meydana gelcbilseydi Osmanlı Devletinde ve Türkiye'de, bugün liberal ekonomiye geçelim mi, geçmeyelim mi lartışmasıra yapmadan zaten bu işi halletmiş olurduk. Ben onun için. vakıf kunımuna, değerli tarihçilerimiz ve değerii hukukçulanmız gibi pek sempati ile bakamıyorum onun için de özür diliyorum.

O nedenle, benim vakıf... Evet, birtakım hizmetler yapılmıştır, ama, onun altında da şu sorii var. O hizmetler neden kamu makamlan tarafından yapılmıyor? O soruyu her zaman somyonım ve meşru bir soru. Neden Baüda belediyelerin yaptığı işi...

B İ R D İ N L E Y İ C İ — Bütçe oluşmamış o zaman.

D r . M . A l i K I L I Ç B A Y — Evet. bütçe oluşmamış, devlet kavramı çok faridı, cihangir bir devlet, savaşkan bir devlet, genişlemeye yönelik bir devlet; yani, tamamen bir zihniyet faridılığı söz konusu. B u zihniyeti yargılamak hiç kimseye düşmez. O onlann zihniyetiydi; ama, bizim zihniyetimiz de başka bir şey.

Sayın A K G Ü N D Ü Z ' ü n iürazlanna cevap verebilirim. Tatlıya geldi sıra. Gerçekten tatlı, çünkü Tarih Kunımu'nda çıkan kitabımzı okudum. Bir kelimeyle ifade edcbilirsem, "Muhteşem" diyebilirim o kitabımz i ç i a Ancak, miri konusu üzerinde anlaşalım. Miri, devlete ait değil, emirc ait demek efen­ dim. Mir, emir, amir, amr kökünden gelmiş, miri. Şimdi bu, bilinmedik karanhk sularda yüzmek is­ temiyorum; ama, İslâmî devletle sanıyorum ki emir, aynı zamanda ZiUullah yani Tann'nm yer yüzündeki gölgesi. Tannnın yeryüzündeki gölgesi de, -yine boğulma tehlikesine binaen karanlık su­ larda y ü z m e k istemiyorum- fakat şöyle sanıyorum: Aslında mülkiyet Tann'ya aittir. ZilluUah onun adına kullamr ve bu nedenle, ZilluUah onun adına kullandığı için, padişah müUciycü demek, yanhş bir ifade değildir bana göre. Ben bu konudaki kanaatimi muhafaza ediyorum izninizle.

D o ç - D r . Ahmet A K G Ü N D Ü Z — Yalnız, benim o zaman bir cümlelik izaha hakkım var. D r . M . AH K I L I Ç B A Y — Hayır, ben sizin izahlannızı büyük bir zevkle dinleyeceğim; an­ cak, ben bu konudaki kanaatimi izninizle muhafaza ediyorum.

ikinci konu, gayrimenkul kavramını genişlettiğimi söylediğiniz ve toprağın dışmdakileri de söylediniz. Bursa'dan bir örnek verdiniz yamimıyorsam. Ben de yine Bursa'dan bir örnek ve­ receğim. Bursa'da tunar olarak semt dükkânları verilmiştir, hamam verilmiştir, değirmen verilmiştir, hatta umumhane bUe tımar olarak verihnişiir. Demek ki, tunann kapsamı içine, toprak dışmda gayri-menkuUer girebildiğine göre, geniş bir yorum yaparak, hukukçu olmadığım için tekniklerine sahip ol­ mayabilirim, bu noktaya varıyorum. Fatih'in vakıflan iptal etmesi konusunda, evet Fatih, toprak üzerinde kurulmuş vakıflann hepsini, elinin ulaşabildiklerini, -özellikle Kastamonu civanndaki Çandar topraklarmdakileri. Biliyorsunuz Çandariilaria aralarında çok önemli mücadeleler oldu- on­ lann hepsim iptal etmiştir ve halta, o konudaki hükümleri okudum. "Kulum gelip alıvere" diyor. Bu ferman ve bu vakıflan da kapsamına alan bir şey. Halta, I I . Beyazıt, oğlu, bunlann bir kısmını iade etmiştir.

Benim söyleyeceklerim bundan ibaret. Teşekkür ederim.

B A Ş K A N — Teşekkür ederiz Sayın KILIÇBAY. D o ç . D r . A h m e t A K G Ü N D Ü Z

(10)

SözIOk anlamı ayndır, bir de ısulahdaki terim anlamı ayndır. Bir mesele hakkmda, eğer kanun koyucu izahta bulunmuşsa, bir hukukçunun yorumu budur demesi mümkün depdir, Osmanlı miri arazi re­ jiminin miman durumunda olan îbn-i Kemal'in de, Ebussuud'un da. Kanunî Sultan Süleyman'ın ka­

nunnamelerinde, miri arazinin hukukî tarifl, biraz önce zikrettiğim şekilde yapılmıştır.

Aynca, çok önemli bir husus var, bunu Ebussuud Efendi açıkça ifade ediyor. îslâm Devletler Hukuku'nda, bir araa savaş yoluyla, eski tabirie andeten fethcdilmişse, devlet başkamna üç seçimlik hak tamnmıştın

1. Fetheden gazilere temlik eder, o zaman mülk arazi olur.

2. Temlik etmez, ycrii gayrimüslim ahaliye dağıtır, oıdarm mülkü olur, haraci arazi olur. 3. Ne gazilere, ne gayri müslim ahaliye verir, bilakis devlet hazinesine alır, ve gelirim de yine fikıh kitaplanndaki tabiriyle Masanfı Mûslimine, Müslümanlann kamu ihtiyaçlanna sarf eder. Ebus­

suud Efendi der ki, "Miri arazinin me§ruiyet kaynağı, bu görüştür ve Hazret-i Ömer'in İrak'ta tatbik

ettiği sistem de burulan kaynaklanmaktadır" Bunu özellikle ifade edeyim.

Fatih'in meselesininse, istiıham ediyorum bu konunun yanlış yorumlanmaması icap ediyor. Sayı sadece lOO'dür ve gayri sahih tahsislere aittir. Konuyla ilgili Hem Molla Hüsrcv'in bir risalesi, hem Karamani Mehmet Efcndi'nin bazı izahlân, hem de Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi'nin yine bu­ nunla ilgili fetvası vardır. Fatih, ne sahih olan tahsisat kabilinden vakıflara, ne de g e r ç e k v a k ı f mânâsmdaki mülk vakıflara kesinlikle dokunmamıştır. Verdiği ferman elimizde mevcuttur. Bursa Şcriye sicillerindedir ve bizim de yakında çıkacak olan Osmanlı Kanunnameleri Serisinin 1. cildinde, hem izahı, hem kayıüaıdan istatistik durum verilmiştir.

Arz ediyorum.

B A Ş K A N — Teşekkürler A K G Ü N D Ü Z .

D r . M . Alî K I L I Ç B A Y — Sayın Başkan, bir dakikanızı rica ediyorum.

Şimdi, bu cins tartışmalar aslında keşke düz masa başında ve üç-dört kişilik gruplar halinde yapılsa ve böylesine mümtaz bir topluluğu da fazlasıyla işgal edip, akşamın bu ilerlemiş saatinde adrenalinler düşmüşken, herkesin kamı acıkmaya başlamışken kimseyi sıkıntıya sokmasak. Fakat, yine de bazı şeyler söylemek lazım.

Bilimler, felsefenin sıcak kucağından kopmaya başladıklannda, yavaş yavaş terminolojilerinde faridılaşmalar oluşmaya başladı. B u kaçınılmaz bir şey. Bugün, fizikçinin esneklik dediği ş e y e , ikti­ satçı da esneklik diye bir kavram kullanıyor; fakat ikisinin arasmda hiçbir ilişki yok. B u g ü n , hu­ kukçunun kullandığı bir terimi, izin verdikleri ölçüde, zaman zaman biz iktisatçılar da, ucundan kul-larayoruz veya tarihçilerin kulladıklan terimleri de kullanıyoruz. V e hukukçular, tarihçiler zannediyoıiar ki, o terimler sadece kendi müktesep haklan içinde kullandır. Efendim, biz iktisatçılar biraz arsız çocuklanz, bizim elimize terimler geçti miydi, biz eviririz, çeviririz, mahfederiz onlan. V e o nedenle, zannetmeyiniz ki, -hangi bilim dalma mensup olursamz olun- o terimlerin şeyi sizsiniz, vakfedilmedi o terimler size. Hoşgöımenin ötesinde, biz o terimleri faridı kullanma baklana da sahi­ biz. Onun için miriyi biz iktisatçı olarak böyle algılıyoruz, böyle kullanıyomz ve Ebussuud E f e n -di'den delil getirdiniz, Ebussuud Efendi, 16 ncı yüzyıhn ikinci yansında...

D o ç . D r . Ahmet A K G Ü N D Ü Z — Sadece Ebussuud Efendi degU. Bütün Osmanb tarihçileri.

D r . M . A l i K I L I Ç B A Y — Tamam. Şimdi, Ebussuud Efendi bir kodifîkasyon yapmıştır. B u kodlfikasyon, Osmanlı Kanunlannın -o zamana kadar şeri örfi k a n ş ı m ı kanunlann-

(11)

Se-rileştirilmesidir, yani. bir tekvin, bir tedvin hareketidir ve bu nedenle bütün Ebussud Efendi öncesi Osmanlı yasal yapısmı belirleyen bir özellik arz etmiyor benim gözümde. Anlatabiliyor muyum? Yani, makable teşmil edilmiş laflar vardır orada ve onlar. YİN A N Ç hocamız tarihçi metodu açısından çok daha iyi bilirler- sosyal vakıa ile birieştirilerck yeniden yorumlanması gerekir. Ebussuud Efcn-di'nin onlan, o şekilde üçlü haraci topraklar, miri topraklar diye aymmı, gerçekte Osmanlı Vakıasma tekabül etmiyor.

Bunlan inşallah birgün sizinle ayrıntılı olarak tartışmz. Teşekkür ederim.

B A Ş K A N — Teşekkürler Sayın KILIÇBAY.

Referanslar

Benzer Belgeler

Sadece yaşadığı dönemi değil müzik tarihini etkileyen, klasik müzik ile romantik dönem arasında kurduğu bağ ile müzik evrelerine yön veren, dünyada en

Sonuç olarak, G yüklemesi altında, yapısal analizlerde elde edilen etkiler incelendiğinde, yapının taşıyıcı duvarlarında, Türk Deprem Yönetmeliğinde yığma

Herhangi bir uygulama olmaksızın açıkta yapılan muhafaza ile streç ve PE ile elde edilen MAP (modifiye atmosfer paketleme) L* değeri açısından karşılaştırıldığında en

Beyin MDA düzeyi ise, hafif egzersiz, ağır egzersiz ve melatonin verilerek ağır egzersiz yaptırılan grupta kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek

ĠĢlem görmemiĢ ve plazma ile modifiye edilen membran yüzeyleri için yüzey serbest enerjisi bileĢenleri (Çizelge 4.2) karĢılaĢtırılmalı olarak incelendiğinde CA

After reviewing and scrutinizing related research works, the identified research gaps are divided into two major parts: 1) The lack of an efficient meta-heuristic algorithm to

This study examined pediatric T-cell acute lymphoblastic leukemia (T-ALL) samples for PTEN and AKT1 gene variations and evaluated the clinical findings.. Materials and

Bir araştırmanın eleştirel olarak nasıl okunacağı ve sonuçlarını kullanma kararı verileceği konusunda Greenhalgh’ın (2001) tıp doktorları için yazdığı