• Sonuç bulunamadı

Başlık: DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI BİRİNCİ JEOLOJİ İLMİ TOPLANTISIYazar(lar):ALAGÖZ, Cemal A.Cilt: 5 Sayı: 3 Sayfa: 329-338 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000325 Yayın Tarihi: 1947 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI BİRİNCİ JEOLOJİ İLMİ TOPLANTISIYazar(lar):ALAGÖZ, Cemal A.Cilt: 5 Sayı: 3 Sayfa: 329-338 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000325 Yayın Tarihi: 1947 PDF"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI

BİRİNCİ JEOLOJİ İLMİ TOPLANTISI

CEMAL A. ALAGÖZ Coğrafya Profesörü

Coğrafya Enstitüsü bu sömestır tatilinde Birinci Türk Coğrafya Kongresi'nden beri (Haziran 1941) görülmemiş önemde bir ilmî faali­ yete sahne oldu. Coğrafya Kurumu'nun tertiplediği ve 19 Şubat'tan 22 Şubata kadar süren Dördüncü Meslek Haftası'nı, Türkiye Jeoloji Kuru­ munun Birinci İlmi toplantısı takip etti. Bu toplantılarda Ankaralı ve İstanbullu dostlar birbirlerine kavuştukları gibi, her iki yakın ilim da­ lında çalışanlar görüş ve düşünüşlerini karşılaştırmak imkânını bul­ dular.

Coğrafya Meslek Haftası şöyle bir tertiple yapıldı:

19 Ş u b a t 1947 Ç a r ş a m b a saat 15 de Cemal Arif Alagöz Trakya' nın yeryüzü şekillerine genel bir « 17,30 da Hâmit S. Selen 20 " P e r ş e m b e 15 da Sırrı Erinç de İsmail Yalçınlar 21 C u m a 9 da İbrahim H. Akyol « 11 de Ervin Lahn 22 C u m a r t e s i " 9 da Ahmet Ardel 11 de Ali Tanoğlu b a k ı ş ; Kars-Artvin - Hopa gezisine ait manza­ ralar ; Türkiye'de kır yer­ leşme şekilleri; İstanbul-Terkos Gö­ lü arasındaki böl­ gede jeomorfojenik g ö r ü ş l e r ; Bir Coğrafyacı gö­ züyle Ankara yayla­ sının jeomorfojenik özelliğine bir b a k ı ş ; Türkiye göllerinin jeolojik ve jeomor­ fojenik bakımdan etüdü ; İnegöl Ovası ; Türkiye'de yükselti basamakları. 19 Şubat günü saat 15 de Ankara'nın bilim çevrelerine mensup dinleyiciler Coğrafya Seminer Salonunu doldurmuş bulunuyorlardı. Prof. Hâmit Sadi Selen Meslek Haftasını açtı ve sözü Cemal Arif Alagöz'e bıraktı. Alagoz, yeryüzü şekilleri bakımından Trakya'da

(2)

ayır-330 DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI

mış olduğu birimleri gözden geçirdi: Çatalca platosunun, İstranca Dağ­ larının özelliklerini tanıttıktan sonra, bilhassa, İstranca'ların Güneyinde müşahede etmiş olduğu kuesta topografyası üzerinde durdu. Kısmen Güneye doğru eğimli, kısmen yatay, vadileri birbirine paralel Ergene Kuzey platolarını, bu nehrin Güneyinde, akarsu şebekesi Trakya vir-gasyonunun izlerini taşıyan Güney platolarını anlattı. Meriç ve Ergene alüvyonlu vadi ovalarından sonra Koru Dağ ve Batısındaki volkanik tepeleri, Saros Körfezi kıyılariyle Evreşe Ovasını, Ganos Dağını, Gelibolu Yarımadasının tek eğimli (monoklinal) ve ufkî yapılı tepelik avarızını tanıttı; kıyı şekillerine de dokunarak gerek kıyılarda, gerek iç taraflarda bir takım sekilerin mevcudiyetini, Trakya sekilerinin önemli bir inceleme konusu olduğunu belirtti.

Kendisinden sonra, Prof. H. S. Selen, geçen yaz Siyasal Bilgiler Okulu'nda kurslarını bitiren kaymakam namzetleriyle beraber, Erzu­ rum'dan başlıyarak, yaptığı inceleme gezisinde çekmiş olduğu resimleri gösterdi ve bu münasebetle gezi intibalarıni, iktisadî ve siyasî coğraf­ ya müşahedelerini anlattı.

20 Şubat günü ilk konferansı veren Dr. Sırrı Erinç, bizde kır yer­ leşmeleri üzerindeki çalışmaların tarihçesini yaptı ve misallerle kır yer­ leşmelerinin coğrafî şartlara bağlılığını gösterdi. Memleketimizde toplu kır yerleşmelerinin hakim yerleşme şekli olduğunu kaydederek bunları şöyle bir deneme sınıflamasına bağladı:

1. Küme (yahut yığın) köyler: a) Gevşek küme köyler; b) Sıkışık küme köyler.

2. Sıra köyler: a) Orman sıra köyleri, b) Yolboyu köyleri, c) Ava­ rız sıra köyleri.

3. Plânı kare şeklinde köyler (nisbeten yeni kurulmuş ve küme köylerin modern şekli)

4. Devrî köy yerleşmeleri: a) Yayla sayfiyeleri, b) Obalar, c) Mez-raalar.

Sırrı Erinç, bu tipler hakkında, projeksiyondan da faydalanarak, izahlarda bulunduktan sonra memleketimiz kır yerleşmelerinde esas tipin küme köyler olduğu ve bu tipin hiç değilse bir kaç asırdan beri, Anadolu'nun hâkim yerleşme tipini teşkil ettiği sonucu ile konuş­ masını bitirdi.

Öğleden sonraki konferanslar Ankara'ya bugün gelebilmiş olan İs­ tanbul kafilesi büyük kısmının iştirakiyle yapıldı. Prof. Ali Macit Arda toplantıyı açarak geçen yıl İstanbul'da rahmete kavuşmuş olan coğ­ rafyacı Saffet Geylângü'i andı; hazır bulunanları rahmetlinin yüksek insanlık vasıflarına ve aziz hatırasına saygı duruşuna davet etti, sonra da Dr. İsmail Yalçmlar'a söz verdi. İsmail Yalçınlar, beş altı yıl önce İstanbul çevresinde jeomorfoloji araştırmalarına başlamış, nihayet bu sabırlı ve ince çalışmaları Batıya doğru ilerleterek Terkos Gölüne ve

(3)

İstrancâ'ya varmış bulunuyor. İncelemelerinde tahlilî yoldan giden Yal­ çınlar, ele aldığı bölgede birtakım vahdetler ayırdı (platolar, yüksek sırtlar, yüksek tepeler, vadi ovaları, haliç ve lagünler) ve bunları birer birer mütalâa ederken eski masifleri, fosil şekilleri, örtü depolarını göz­ den geçirdi. Araştırma bölgesinde dört aşınma yüzeyi tesbit etti ve bunların münakaşasını yaptı.

Meslek Haftasının üçüncü günü Ord. Prof. İbrahim Hakkı Akyol' un konuşmasiyle başladı. Bundan önceki konferanslarından birinde, İzmir'de, Batı Anadolu bölgesini aynı tarzda inceliyen Profesör, An­ kara bölgesinde daha evvel yapılmış olan araştırmaların tarihçesiyle mevzua girdi. Bu münasebetle araştırmalarda coğrafî ve jeolojik gö­ rüşlerin arasındaki farka dokunarak coğrafyacının bütünleri kavra­ maya çalıştığını, jeologun ise bilhassa yerin yapısı ile, kültelerin yaşı, fosil gibi hususlarla uğraştığını, yani gözünü yerden kaldırmadığını; coğrafyanın ele aldığı olayları mekân, jeolojinin ise zaman bakımından mütalâa ettiğini, morfolojinin her iki bilim mensuplarının müşterek çalışma alanı olduğunu belirtti. Prof. Akyol, Ankara morfoloji bölgesi­ nin sınırlarını Doğuda Orta Kızılırmak yayı, Batıda Yukarı Sakarya yayı, Kuzeyde Devrez ve Soğanlı vadileri boyu (Nowack'ın Paphla-gonische Narbe'si), Güneyde İç Anadolu neojen alanının başladığı kısımlar olarak kabul ediyordu. Bu .sınırlar arasında kalan bölgenin kendisine mahsus bir yapısı mevcut olduğu anlatıldıktan sonra, böl­ genin yeryüzü şekilleri bakımından üç ana unsuru (plato seviyesi, platonun üstünde kalan kısımlar, platonun altındaki kısımlar) ele alındı, nihayet mıntakanın paleocoğrafyası ile akarsu şebekesinin tekâmülü gözden geçirildi.

Öğleden evvelki konuşmaların ikincisini teşkil eden Dr. Lahn'ın konferansı Türkiye gölleri hakkında meydana getirilmiş olan büyük bir etüdün özünü teşkil ediyordu. Konferansçı yadırganmadan, dik­ katle takip olunan Türkçe ifadesiyle Türkiye göllerinin cazip bir mevzu olduğunu, çünkü bu göllerin (meselâ: Van, Beyşehir, Eğridir, Elazığ'ın Gölcük- Hazar-, Tortum gölleri..) İsviçre'nin Alp gölleri gibi birinci sınıf turizm merkezi olabileceklerini söyledikten sonra 1: 800.000 ölçekli Türkiye hartası üzerinde tesbit ettiği 200 kadar gölü aşağı­ daki] altı tipe ayırdı; bu tiplerin mahiyetlerini açıklıyarak her birinin misalleri üzerinde durdu:

Tektonik göller (Batı Toros'larda Beyşehir, Suğla, Ilgın, Akşehir, Eğridir, Ulubat, Manyas gölleri - İ. Yalçınlar -, Tuz Gölü, Gölcük) ; alüvyon set gölleri (Bafa Gölü, Köyceğiz Gölü, Moğan ve Emir göl­ leri, Sapanca Gölü, Marmara Gölü); deniz baraj gölleri (Büyük Çek­ mece, Küçük Çekmece..); yıkıntıdan meydana gelen baraj gölleri (Tortum); lâv akıntısından meydana gelen baraj gölleri (Van, Erçek); Krater gölleri (Nemrut Gölü, Karapınar, Nevşehir, Niğde çevresinde­ kiler) ; Buzul gölleri [Genel olarak 3000 M. nin üstünde: Kaçkar

(4)

dağ-332 DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI

larında (Salaçor buzul gölleri - Sırrı Erinç-), Cilo Dağında -Bobek-, Monzur Dağlarında -Oswald-, Alâdağ, Bolkar Dağlarında -Blumenthal-, Uludağda -Philippson-]; Karst gölleri (Batı Toroslarda -W. Penck, Ala-göz-, Obruklar -Ghaput, AlaAla-göz-, jipsli formasyonlarda -Alagöz-).

Resim ve krokileri projeksiyonla da gösterilmek suretiyle bu çok değişik göl tipleri hakkında verilen izahat, vaktin hayli ilerlemiş olma­ sına rağmen, yakın bir ilgi ile takip olunmuştur.

22 Şubat günü ilk konferans Prof. Ahmet Ardel tarafından yapıldı. Profesör on yıldan beri Güney-Doğu Marmara çevresiyle devamlı ve metodlu bir tarzda meşgul olmakta ve burada ova problemini incele­ mektedir (daha evvelki meslek haftalarından birinde Bursa Ovasiyle çevresini tanıtmıştı). İnegöl Ovası ve çevresine bağlı araştırmaların ta­ rihçesiyle konuya giren Ardel, Ovanın 22 km. kadar uzunluk ve en fazla 6 Km. kadar genişlikte, elips şeklinde olduğunu söyledikten son­ ra iki kısım ayırdı: Asıl Ova, çevresi (neojen tepeleri, bu tepeleri ar­ kadan çeviren eski kütleler). Ovada da iki kısım ayırıyordu: kenarlar­ da dağeteği (piedmont) ovası, ortada taban seviyesi veyahut taşma ovası. Bu kısımlar hakkında, jeoloji kesitleri üzerinde de açıklamalar yaparak, konferansçı iki meseleyi ele aldı: Ovanın oluşu, meydana ge­ lişi, akarsu şebekesinin teşekkül ve tekâmülü. Prof. Ardel'e göre İne­ göl Ovası bir senklinal değildir. Jeologların görüşünden (senklinal, graben, fleksur). ayrı olarak bu ovalar aşınma ile de izah olunabilir: Akarsu şebekesi ovayı dolduran neojeni evvelâ parçalamış, sonra yeni alüvyal kısmı vücuda getirmiştir. Ardel bu dolma olayını Pliosen so­ nunda taban seviyesinde vaki olan bir yükselmeye bağlamaktadır. Son olarak sözü, akarsu şebekesinin tekâmülüne nakleden Profesör, bu şebe­ kenin muhtemel olarak neojende teşekkül ettiğini söylemiş, epijenik, sübsekan, konsekan vadilere de temas ederek konuşmasını bitirmiştir.

Prof. Ardel'den sonra Prof. Ali Tanoğlu kürsüye gelmiş ve Türki­ ye'de yükselti basamakları konusunu tebliğ etmiştir. Profesör sözlerine

metodunu izahla başlamış, 1:800.000 ölçekli harta esas alınarak yapı­ lan hipsografik eğrilerin yükseklik kuşaklarının yüzölçüleri bulunmak suretiyle çizildiğini bildirmiş ve bilhassa hipsografik eğrilerin morfoloji ve beşerî coğrafyadaki önemi üzerinde durmuştur. İtina ile yapılmış olan bu çalışmanın verdiği bazı sonuçları buraya kaydediyoruz: Mili-metreli kâğıtlarla bulunup plânimetre ile de kontrol edilen rakamlara göre, Türkiye'nin yüzölçümü, göller hariç, 759. 978 Km2, dir. Muhtelif basamakların kapladıkları alanlar şöyledir:

0-250 79.254 Km2. . 1500-2000 118.284 Km2.

250-500 53.912 „ 2000-2500 54.240 „ 500-1000 201.999 „ 2500-3000 19.530 „ 1000-1500 230.775 „ (En geniş basamak)+3000 1.984 „ toplam 759.978 „

(5)

Türkiye'nin ortalama yükseltisi 1133 m., bütün Anadolu'nun 1162 m., Trakya'nın 180 m. dir. Türkiye'nin ortalaması bütün karaların ortalama yükseltisinden 430 m. daha fazla olduğu gibi, her kıt'anınkinden de ayrı ayrı fazladır. Profesörün çizmiş olduğu grafikleri tahlilden çıkar­ dığı neticelere göre, Türkiye karalar arasında en kütlevî olanlardan biridir. Tektonik hareketlerle az parçalanmış ve nisbeten yakın bir jeo­ loji devrinde yükselmiş, aşındırma olayı etkisini henüz ileri götüreme-miştir. Bundan önce de bize Türkiye'nin "kuraklık indisi,, ni vermiş olan Ali Tanoğlu bu defa da memleketimizin ilk yükselti basamaklarını ve hipsografİk eğrilerini tanıtmış oldu.

Meslek Haftası cumartesi öğleden sonra Coğrafya Kurumu Genel Merkez Kurulunun önemli bir toplantısiyle sona erdi. Bir günlük bir dinlenmeyi müteakip, Coğrafya Enstitüsü koridor ve salonları Türkiye Jeoloji Kurumu'nun ilmî toplantılariyle yeniden canlandı. Jeoloji Kuru­ mu da toplantılarını dört gün üzerine yaymış ve ayrı bir günü Hay­ mana'ya yapılacak meslekî bir geziye tahsis etmişti. Toplantıların dol­ gun programı şöyle idi:

2 4 Ş u b a t p a z a r t e s i

Fuat Baykal: İstranca Dağlarının stratigrafisi ( S a a t : 10-12). Hâmit N. Pamir: İstranca Dağlarının tektoniği ( S a a t : 10-12). Mc. Callien : Scotland and Turkey-a comparison ( S a a t : 12-13). İhsan Ketin. Uludağ masifinin jeolojisi hakkında ( S a a t : 15-1,6). .

Recep Egemen: Ereğli Zonguldak yakınında fosilli Silür tabakaları hakkında not (16-17).

Melih Tokay: Uşak Kuzeyinde Kristalin kitle hakkında ( S a a t : 17-18).

2 5 Ş u b a t S a l ı ' . •

Fl. Charles: Les terrains cretaces de la region de Zonguldak du point de vue paleographiqbe. ( S a a t : 10-11).

İbrahim Hakkı Akyol ve Ahmet Erdel: Armutlu Yarımadasında jeolojik müşahe-deler. (Saat: 11-12).

Hilmi Sağoçi: Meyilli tabakalarda vasati sürat tayini ( S a a t : 12-13).

Galip Otkan : Güney-Batı Anadolu'da iki gölün teşekkülü hakkında not. ( S a a t : 15-15.30).

li. Charles: La variation de f acies du Cretace inferieur danz la region de Zon­ guldak et Ereğli. ( S a a t : 15.30-16.15).

E. Lahn : Realtions geographiques entre la Turquie et les regions petroliferes de l'Europe orientale et de l'Asie occidentale ( S a a t : 16.15-18).

2 6 Ş u b a t Ç a r ş a m b a

Fuat Baykal Zile-Tokat-Yıldızeli'nin jeolojisi ( S a a t : 10-11). Talip Yücel: Kaş-Kasaba filisinin yaşı hakkında. ( S a a t : 11-11.45).

İsmail Yalçınlar'. Gediz Vadisinde üst Miosen'e ait vertebre fosilleri ( S a a t : 1145-12.30).

Galip O t k u n : Samanlı silsilesinde üst K r e t a s e ( S a a t : 12.30-13).

Atıf e Dacı: Türkiye'de Kretase ve Nümülitik tabakalarındaki foraminifer türleri ( S a a t : 15-16.30).

Kemal Erguvanlı : Kocael'inde Trias. (Saat: 16.30-17.30). İhsan Ketin: jeoloji tarihinin ilk sayfaları ( S a a t : 17.30-18).

(6)

334 DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI

Toğan Önay: Batı Anadolu kristalin kütleleri ve granit intruzyonları hakkında. 2 7 Ş u b a t P e r ş e m b e

Pertev Bediz: Bizde jeofizik araştırmaları hakkında (Saat: 10.30).

Maalesef ben, bu çok faydalı konferansların hepsini takip edemedim. Onun için yalnız hazır bulunduklarımın ana hatlarını vereceğim.

Toplantılar 24 Şubat günü Ord. Prof. Hâmit Nafiz Pamir tarafın­ dan açıldı. Genel Sekreter Galip Otkun, Kurum'un faaliyetlerini hülâsa eden raporunu okudu ve rapor kabul edildi. Bundan sonra söz Doçent Fuat Baykal'a verildi. Fuat Bay kal, geçen yaz Prof. Pamir ile birlikte tstrancalarda jeoloji araştırmaları yapmış, bu müşterek araştırmaların sonuçlariyle güzel bir harta meydana getirilmişti. Araştırma konusunun yalnız stratigrafi bölümünü takdim eden konferansçı, İstranca'daki jeo­ lojik teşekkülleri iki grup halinde inceledi: 1- Metamorfik formasyonlar, 2- Fosilli teşekküller. Birinci grupta gnaysları, fillâtları, kuvartsit ve mikaşistleri topladı. Bu arada karstik manzara gösteren mavi renkli mermerleri zikretti. İstranca'nm yapısı içinde bir takım adâvari bloklar teşkil eden bu mermerler Bulgaristan'la sınırımızı çizen Rezvaya Çayı­ nın kaynakları civarında, İstranca'nın Kuzey yüzünde, önemli bir karst olayını, 2, 5 Km. uzunlukta Dubniça Mağarasını ihtiva etmektedir. Fo­ silli teşekküller Kretase ve Üçüncü Zamandan ibaret olup Kretase Bulgaristan sının civarında ve gre-kalkerle fliş (plâket kalkerleri, marn, gre ve konglomera) den mürekkeptir. Nümülitik de iki bariz seviye gösteriyor: l- Alt seviye: Kongolmera, gre ve marnlar (Paşabahçe Cam Fabrikasının kullandığı beyaz Podima kumları bu seviyenin kum, gre formasyonuna dahildir). 2- Çok sığ deniz kalkerlerinden teşekkül et­ miş bulunan ve bol miktarda mercan ihtiva eden üst seviye. Neoje-nin de burada iki seviyesi vardır: a) Çapraz tabakalaşma ve kırmızı rengi ile kolay tanılan kongl. ğre ve marn seviyesi; b) Sarımtırak veya beyaz renkli göl fasiyesli kalker. Konferansçı nihayet püskürük külteler gurubundan ve bu arada granitlerden bahsederek konuşmasına son vermiştir.

Aynı konunun tektonik kısmını takdim eden Ord. Prof. Hâmit Nafiz Pamir evvelâ, yüz seneden beri bu alandaki çalışmaların tarih­ çesini yaptı (Ami Boue, Viquesnel, Hochstetter, Schaffer, Ksiaskie-wicz..). İstranca hakkındaki bilgimizin henüz başlangıçta olduğunu söyledi ve gınays bir çekirdeği mikaşist, fillât ve mermerlerin ört­ tüğü girift yapılı İstranca'da üç tektonik problem ele aldı: İç tekto­ nik, İstranca'nın hangi orojeneze dahil olduğu, Alp orojenezi ile ilgisi. Profesörün mütalâalarına göre, İstrancalar Rodoplardan başlıyan, çıkın­ tısı Kuzey tarafta, geniş ve asimetrik bir yay teşkil eder. Mavi renkli kalkerker bu yayın merkezî kısmında bulunuyorlar. Bu eski seri çok eski bir orojeneze aittir. Böylece, İstranca Hersinya'dan eyvele hatta Antekambriyene ait bir masiftir. Prof. Pamir İstranca'yı Alplerden

(7)

ayrı bir masif saymakta ve Alp'leri Kırım'da devam ettiren Chaput'den de kısmen ayrılarak Alp kıvrımlarının Bulgaristan'daki Emine Bur­ nundan sonra Karadeniz'de dış büklümlü bir yay çizdiğini ve İstanbul Boğazı üzerinden Anadolu'ya geçtiğini kabul etmektedir.

Öğleden sonraki toplantıda Prof. Mc. Callien, İskoçya'da Mull Adası volkanik teşekküllerinden bahsetmiş, burada görülen halka day-kları (Ring dykes) ve huni şeklinde tabakalar (Cone-sheets) la Tür­ kiye ve İran transversâlleri arasında bir mukayese denemesi yapmıştır.

Profesörü müteakip kürsüye gelen Dr. İhsan Ketin, geçen yaz Ulu­ dağ'ın jeolojisi üzerinde çalışmış, bir de güzel harta vücude getirmişti. Konuşmasına başlarken mevzuuna dair takriben yüz seneden beri yapılmış olan araştırmaların bir tarihçesini verdi (Philippson, W. Pen-ck, Chaput, Ardel). Bundan sonra mineralojik - petrografik esaslara göre Uludağ'da iki kısım ayırdı: Granitik ve metamörfik bir merkezî kısım, metamörfik olmayan kenarlar. Verdiği bilgilere göre birinci kısımda iki seri vardır: A serisi (gınays, amfibolit, şistlî mermerler); B serisi (mikaşist, fillitler, mermer ve yarı mermerler); İkinci kısım detritik seridir (konglomera, arkoz, kalker flişi). Her iki grup arasında bir diskordans mevcuttur. Bunların hepsini çeviren neojen ise Uludağ'ın çeşitli malzemesinden müteşekkildir. Uludağ'ın bunlardan başka önemli bir jeolojik yapı elemanı granit plütonlarıdır ve bunlar dağın çekirde­ ğini değil, iskeletini teşkil ederler. İhsan Ketin konuşmasının ikinci kısmında, tektonikten bahsederken, Uludağ'ı enliliğine kesen faylarla Çekirge fayları üzerinde durmuştur. Çekirge sıcak kaynakları riyolitik lâv ve tüf püskürmeleriyle ilgilidir. Konferansçı dağın en genç bir Hersinya masifi, hatta Antekambriyene ait bir masif olduğu fikrinde­ dir. Bundan başka Uludağ bir horst değil, geniş bir antiklinaldir. Üze­ rindeki tipik buz yalakları Dördüncü Zamanının buzul devrinde mev­ cut olduğuna şüphe bırakmaz. Esasen Uludağ hemen hemen bugünkü yüksekliğe yakın bir yükseltiyi neojenden evvel kazanmış bulunuyordu. Dağ " oscillation „ larla yükselip alçalmış ve neojenden sonra da yükselmesine devam etmiştir. Neojen Uludağ için uzun bir aşınma devresi olmuştur. Uludağ hakkında birçok yeni bilgiler ortaya koyan Dr. Ketin bu konuda teferruatlı araştırmalara ihtiyaç olduğunu belir­ terek konuşmasına son vermiştir.

Jeoloji konferanslarında yapılan belli başlı değişiklik jeolog Fl. Charles'ın vazifeli bulunduğu Zonguldak'tan ayrılamayışından ileri geldi. İki konferans ile programda yer alan sayın jeolog toplantılara gelebilseydi, Zonguldak bölgesi Kretase teşekkülleri hakkında değerli bilgiler kazanacaktık. FI. Charles'ın yerine kürsüye gelen Dr. Galip Otkun geçen yaz Güney-Batı Anadolu'daki çalışmaları esnasında Avlan Gölü'nün çevresindeki kalkerlerin göle doğru eğimli olduğunu tesbit etmişti. Konuşmasında gölün teşekkülünde jeolojik yapının payı üze­ rine dikkatimizi çekti. Ele aldığı diğer bir göl de Ova Gölü idi.

(8)

Ver-336 DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI

diği izahatla bu gölün, Aşağı Büyük Menderes vadisindeki Bafa Gölü gibi, bir çukur alanın Koca Çay'ın alüvyonları ile kapanması yüzün­ den teşekkül ettiğini ,ortaya koydu.

26 Şubat konuşmalarının ilki Ord. Prof. İbrahim Hakkı Akyol tara­ fından "Armutlu Yarımadası jeolojisi,, konusunda yapıldı. İstanbul Coğ­ rafya Enstitüsü Öğretim üyeleri geçen Eylülde bu bölgede M. T. A. adına araştırmalar yapmışlardı. Prof. Akyol'un konferansı bu müşterek araştırmalarda elde edilen sonuçlara dair bir ön rapor mahiyetinde idi. Bölgede daha evvel çalışmış olan Karl von Fritz, W. Penck, Chaput ile bize en yakın zamana ait önemli etüdün sahibi Dr. Suat Erk'in mesaisi zikredildikten sonra yarımadanın Kuzey-Batı, Batı ve Güney-Batısındaki stratigrafik müşahedelere geçildi. Buralarda son derece metamorfik şistler (büyük bir ihtimalle eski Paleozoik) ve neojen ince­ lenmiş, Nümülitik tesbit olunmuştur. Mesozoik'e rastgelinmemiştir. Püs­ kürük elemanlardan bir çok andezit damarlariyle Güney-Batıda, halen işletilmekte olan granit vardır. Tektonik bakımından ise, burada eski bir kıvrılma safhası, Alp orojenezinin izleri, Dördüncü Zamanda böl­ genin heyeti umumiyesiyle yükselme safhası görülmektedir.

Öğleden sonra, Dr. Fuat Baykal, Zile-Tokat-Yıldızeli jeolojisine dair konuşmasına bölgedeki çalışmaların tarihçesiyle girdi. Çihaçef, Oswald, Berg, Chaput, Arni, Parejas, Blumenthal'ın araştırmaları hatır­ latıldı ve bölgenin jeoloji bakımından orijinalitesine işaret olundu. Bölge birtakım paralel çukurlarla (senklinal veya graben) bunlar ara­ sında kalan yüksek arızalar (antiklinal veya uzun horstlar halinde) dan mürekkeptir. Kuşaklar halinde bir jeolojik yapı gösteren bölgenin stra­ tigrafisinde Paleozoik'e ait çeşitli şistlerle bunları her tarafta delen püskürük elemanlardan başka, birbirine girift kalker ve serpantinler yer almış bulunur.

Kalkerlerin önemli bir yer tuttuğu Mesozoik üç grup, Kretase üç fasiyes halinde mevcuttur. Üçüncü zaman ise Nümülitik ve neojenle temsil olunmuştur. Bölgede, bilhassa tektoniğin önemini kaydeden Dr. Baykal, Paleozoike ait teşekküllerin kısa dalgalarla kıvrımlı olduklarını, Üçüncü zamanın Pirene safhasının bölgede kırıklar, balıkpulu stili meydana getirdiğini, fayların, şariyajların mevcudiyetini, tektonik ba­ kımdan neojenin bir püskürme safhası teşkil ettiğini ve bölgedeki kalın bazit lâvlarının bu safhaya ait olduğunu anlattı.

Bu konferansı takiben, Dr. Galip Oktun, geçen yaz Armutlu Ya­ rımadasında Paleozoik içinde müşahede ve tesbit ettiği üst Kretase ile fosilli Nümülitik teşekküllerini tanıtmış, 26 Şubat öğleden evvel toplantısında, Talip Yücel'de Elmalı Çukurunun iki bölmesini Kuzey­ den çeviren fliş tabakalarının Eosen'den daha genç olduğunu ortaya koymuştur.

27 Şubat Perşembe günü öğleden evvel, Y. M. Pertev Bediz, yaptığı bir konuşmada jeofizikin maden prospeksiyonlanndaki rolünü ve bizim

(9)

bu çalışmalardan ne gibi faydalar sağlıyabileceğimizi anlatmış, öğle­ den sonra da Genel Kanıl toplantısı yapılmıştır.

* * *

28 Şubat Cuma günü Haymana'ya bir jeoloji gezisi tertip edil­ mişti. Elli kadar üyenin katıldığı bu gezide Dr. Suat Erk Çaldağı kalkerlerinin, kendisi tarafından paleontolojik incelenmesi sonucu olarak, Lodumu kalkerleri gibi füzülin ihtiva ettiğinin anlaşıldığını ve üst Karbon yahut alt veya orta Permien'e girmesi lâzım geldiğini anlat­ mış, Prof. Cemal Alagöz'de Gölbaşın'da, Moğan ve Emir göllerinin teşekkülleri hakkında aşağıdaki birkaç noktayı belirtmiştir:

1. Moğan Gölü'nün içinde yer aldığı bu çukur, Kuzey tarafında, bizim bulunduğumuz yerde, Chaput'ye göre, fayla tahdit olunmuş, Batı tarafta yine fayla çevrilmiş bulunan bir neojen şerit üzerindedir. Göl bu şerit içinde kazılmıştır ve Güneyden Kuzeye uzanan bir vadinin Ku­ zey ucundadır. 2. Bu akarsu dilüvyal çağda, debi ve meyil uygunluğu sayesinde neojen içinde geniş, Elma Dağı serisi içinde dar ve derin menderesli vadisini meydana getirmişti. 3. İklimin kuraklığa dönmesiyle akarsuların debileri çok azalmış, yarı kurumuş ana vadiyi Elma Da-ğı'ndan gelen ve yağmur mevsimlerinde fazla suya malik olan dere­ lerin getirmiş oldukları alüvyonlar yer yer kesmiştir. Bu cümleden olarak, Gölbaşında, içinde Örencik Köyünün bulunduğu Sukesen De­ resi, Emir Gölü'ne doğru Ulugüney Deresi, Emir Gölü Kuzeyinde De-dekuyu ve Kışlakeçi gibi dereler alüvyonlarını ana vadiye yığmak suretiyle, şekil itibariyle farklı ve fakat menşe itibariyle aynı olan bu iki göle vücut vermişlerdir. 4. İklim sebebinden akarsu şebekesinin düze­ ninin bozulması keyfiyeti Güney'e doğru dikkate değer bazı müşahe­ delere yol açar. Burası Kızılırmak, Sakarya ve Tuz Gölü mailelerinin bir su bölümü alanıdır. Buradaki muvakkat akarsular adeta hangi yöne gideceklerini şaşırmış durumda görünüyorlar. Bu alanda ya bir takım kapmalar olmuştur, yahut olmak ihtimali vardır.

Gölbaşı'ndan sonra, Hüyük Köyü ile İkizce arasındaki kalker boğazlarda yine füzülin nevileri bulunmuş, Oyaca'da Chaput'nün kalker, radyolarit ve andezit kompleksi görülmüş, Çayraz Köyü civarındaki "mercimek kayaları,, incelenmiştir. Ankara çevresinin bu önemli Nümüli-tik fosil yatağında mercimek büyüklüğünden on kuruş büyüklüğüne kadar nümülitlerden başka, Cerithium giganteum (Çihaçef şeytan minaresi), irili ufaklı deniz kestaneleri (echinides), renkonella'lar zevkle gözden geçirilmiştir. Haymana'da kısa bir duraklamadan sonra, Kadı­ köy civarına gidilmiş, bir çeşmenin yanında, ılık bir kış güneşinde,

dostlarla şakalaşarak öğle komanyası yenmiş, yemekten sonra Hay­ mana Boğazında paleontoloji incelemeleri yapılmıştır. Haymana'dan

(10)

338 DÖRDÜNCÜ COĞRAFYA MESLEK HAFTASI

saat 15 sularında hareket edilerek bu çok faydalı ve neş'eli geziden Ankara'ya dönülmüştür.

İki haftaya dağılmış bulunan bu çeşitli ve ilmî çalışmaları nekadar öğsek yeridir. Konferansların değeri programlarının gözden geçirilmesiyle de kolayca anlaşılır. Toplantıların devamı müddetince, tatil sükûneti içinde bulunan Fakültemizin Coğrafya Enstitüsü fevkalâde günler yaşamış, Ankara'mızın bilim ve idare çevrelerinden gelen dinleyicilerle fakülte ve yüksek okul öğrencileri, bazen heyecanlı kelimesiyle vasıf-landırabileceğimiz, bilimsel tartışmaları ilgi ve sempati ile takip etmiş­ lerdir. Memleketin sayılı bilim adamlarını vakit vakit sinesinde topla­ makla Fakülte ve Enstitümüzün kıvanç duyduğunu burada ifade etmek bizim için zevktir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bulgular: Normal term doğumlarda, maternal ve umbilikal kord kan endotelin-1 düzeyleri sezeryan doğumlara göre daha fazlaydı, fakat bu fark istatistiksel olarak

The widespread species here belong to the families Amaranthaceae (syn: Chenopodiaceae) and Plumbaginaceae (Kurt et al, 2006). Steppe vegetation in Turkey occupies large areas

Emrullah GÜNEY, Dicle Üniversitesi Gülen GÜLLÜ, Hacettepe Üniversitesi Nilgül KARADENĐZ, Ankara Üniversitesi Nizamettin KAZANCI, Ankara Üniversitesi Günay KOCASOY,

The analysis focuses on a set of characteristics of landscape structure, including identification of the landscapes types dominant in size, spatial extent,

Emrullah GÜNEY, Dicle Üniversitesi Gülen GÜLLÜ, Hacettepe Üniversitesi Nilgül KARADENĐZ, Ankara Üniversitesi Nizamettin KAZANCI, Ankara Üniversitesi Günay KOCASOY,

Aysel ATIMTAY, OrtadoğuTeknik Üniversitesi Ali İsmet DEMİRSOY, Hacettepe Üniversitesi Ayşen ERDİNÇLER, Boğaziçi Üniversitesi Neriman ŞAHİN GÜÇHAN, Ortadoğu Teknik

Karyağdı Hatun eserinde olduğu gibi Türk bestecilerinin eserlerinde yer alan alıntı türkü, ilahî ve şarkı gibi ulusal müzik eserlerinin seslendirilmesi ve Türkçe opera

Melankoli ve diğer Depresyon Üçlemesi filmleri, Trier’in Avrupa üçlemesinde tercih ettiği biçimsel sinema formundan, Altın Kalp üçlemesinde tercih ettiği dogma akımı ve