• Sonuç bulunamadı

(Kapalıçarşı)nın romanı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "(Kapalıçarşı)nın romanı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

H A F T A K O NU Ş MA S I

(Kapalıçarşı) nın romanı

Istanbulun K a p a lıça rşısı uzun za m a n la r Sadâbaclt, B o ğ a ziçisi k a d a r se y re

d e ğ e r bir g ü ze llik ve g ü z e lle r sergisi olm u ştu . Ş eh ir erkeğin in ve kadtnt-

nm her hangi bir g e z in ti y e rin d e süsünü, tu v a le tin i sa ğ la y a n cinsî c a zib e ­

sini a rttıra n peri h azn esi bu loş ku bbeli ve d a r k e m e rli ça p ra şık

m a ğ a ra d a , p a za rla r sa ra y ın d a sa k lıy d ı

A

rkeoloji müzesi m üdürü,

gazetemizden bir arkada­ şa, konuşma arası demiş ki: «Ka- pa’ıçarşı dünya yüzünde cesamet ve terkip itibarile örneği bulun­ mayan bir eserdir. Bugünkü h a ­ li hemen tam irini icabettirmek- tedir. H attâ tam irin on beş yıl­ dan beri yapılması lâzımgeliyor- du. Tamir işi ihmal ve bakımsız­ lık sebebile gün geçtikçe maddî bakımdan güçleşmektedir.»

Şüphesiz büyük çarşıyı ku r­

tarm ak lâzımdır. Sayın bilginin dediği gibi «dünyanın en mühim âbidelerinden ve Istanbulun şöh­ ret sebeplerinden biri olduğu için o binayı resturasyon usulile eski şekline sokmak», diriltmek yeniden yaşatmak vazifemizdir.

Fakat bir de Kapalıçarşınm aşağı yukarı beş asırlık bir ta ri­

hi vardır ki İstanbulun giyim

kuşam, süs ve zarafet hayatını belirttiğinden, kadınını ve erke­ ğini dört yüz şu kadar yıl hoş. cazibeli kıyafetlere soktuğundan

dolayı ehemmiyetle, emekle,

kudretle yazılmağa ne kadar

muhtaçtır! Kapalıçarşınm bir

tarihini ve bir romanını hangi feyizli kalemden, ne zaman oku­ yabileceğiz?

Biz yaştakiler çarşının bütün İstanbul ihtiyacım sağlayabilen tek pazar olduğu devri bileme­

yiz. O devir ki kadın bir kapı­

sından girip ötekinden çıkınca

tepeden tırnağa kadar donan­

mış, Nedim’in dediği «gülgülü

kerrakeli, mor hareli» elbiseden «buseden pabuç» a benzeyen ne­ fis terliklere varınca lâhur şal, sam ur kürk, atlas ferace, canfes

şalvar, diba hırka, bürümcük

entari, kadife yelek, cuni hotoz,

sırma kuşak, billûr yaşmak —

hepsini bulmuş, ayrıca fildişi tarak, misk ve amber kutusu, allık, rastık, düzgün ve sürme şişecikleri, giyime kuşama, süse püse yarar ne varsa satın alabi­

lip her isteği yerine getirilmiş

halde evine dönmüş olsun!

* * *

B

üyük çarşıyı o saltanatlı

devrinde göremediğine çok kişi keder etmez de Sadâbat ve Boğaziçi âlemlerini yaşamadığı­ na hayıflanır. Halbuki Istanbu- lun Kapalıçarşısı uzun zaman­

lar Sadâbadı ve Boğaziçisi ka­

dar, belki de daha fazla seyre

değer bir güzellik ve güzeller

sergisiydi. Boğaziçi âlemlerinin

şatafatını, Sadâbadm kıyafet

dekorunu, İstanbul erkeğinin ve kadınının her hangi bir gezinti yerinde süsünü sağlayan, cinsî

cazibesini arttıran peri haznesi

bu loş kubbeli ve dar kemerli çapraşık m ağarada saklıydı.

Türk im paratorluğunun baş­

kentine — öz memleketin heı' tarafında örülen, işlenen, bükü­

len, boyanan, dokunan, imbik­

ten ve perdahtan geçen çeşit çe­ şit en inee, en hünerli sanat ve sanaat eserlerinden başka — Çin yolundan develer, katırlar sırtında ulu dağlara, ucu bucağı bulunmaz boz kırlara kamçı ve

çmgrak sesleri yayarak gelen

kervanlarla, Yemen ve Mısır ü l­ kelerinden yelken açıp korsan

ağlarım aşarak güçbelâ erişen

gemi kafilelerile can pahasına

taşınmış bu eşyadan Kapalıçar- şıya kim bilir nasıl bir zenginlik

kokusu sinerdi... Kürk kokusu,

Hint kumaşı kokusu, telatin ve

sahtiyan kokusu; Halep kili,

Şiraz gülü, sandal ağacı, misk

keçisi, çiçek suyu, bergamot ve amber kokusu...

Dünyanın soğuk ve sıcak her ikliminden gelip birikmiş m alla­ rın. pahalı zinet eşyasının, ıtri­ yatın her birinden ayrı ayrı ya­ pılan kokular birleşince zaten

üstü kapalı bu pazar yerinde

bin bir kokudan toplanmış bir tek koku duyulurdu: Süs ve lüks kokusu, tuvaletli kadın kokusu... Sonra inci, mercan, elmas, züm­ rü t ve altın ışığı!

Ve bu hoş kokulu ve hoş ışıklı

loş dehlizlerde sırma cepkenli

leventler atlas feraceli dilberler­

le birbirlerine söz atarak, göz

süzerek alış veriş ederlerken bir tarafta iri kavuklu ihtiyar zen- dostlar yeni satın aldıkları kör­ pe halayıklarını kendilerine bağ- almak için süs eşyasına kesele­ rini boşaltırlar, öbür yanda sa­ ray ağaları haseki kalfalara top top kumaş, şişe şişe misk taşırlar, vezir uşakları da yaşlı efendile­ rine kutu kutu amber götürür­ lerdi.

Nihayet ikindi ezanları oku­ nur, bekçiler bağırır, halk boşa­ nır, kubbelerdeki tepe camı ışık­

lan kendiliğinden söner. İpekli

toplarile sırma püsküllerin şak­ rak yüzlerine gam siner ve dün­ yanın en büyük alış veriş sara­ yına milyonlar örten bir k aran ­

lık. servet kokulu bir gece çö­

kerdi.

* * *

B

u çarşıya son darbeyi be­

nim de hayal meyal h a tır­ ladığım bil- zelzele indirdi.

Yıkılan ve sakatlanan dükkân­ lar şehrin içine dağıldılar; halk, hele kadın tayfası — tam irden sonra bile — uzun müddet çar­ şıya girmekten korktu. Sultan- hamamınm, Eminönünün, daha sonra da Şehzadebaşı ile Beyoğ- lunun parlak alış veriş devri o zamandan başlar.

Kapalıçarşı artık üçüncü de­ recede mal satılan bir yer olmuş­ tu. Netekim her Şeker bayram ın­

dan bir kaç gün önce anam ın

oraya uğradığı zihnimden çık­ mamıştır. Kendimiz için öteberi almağa mı giderdi? Hayır. Evin uşak, arabacı, ahçı ve hizmetçi­

lerine bayram bohçalarını h a ­

zırlatmak için...

Bayram bohçası, konaklarda ve konak yavrularında belli baş­

lı geleneklerden biriydi. Gözü­

mün önünden gitmez: En zengin bohça ahçıbaşınmkiydi; ipek fu­

tadan sırma işlemeli uçkura,

çevrelere, para kesesine kadar bütün bir çamaşır takımı. Ahçı- ya ipekli m intan verilirdi; ama uşakla arabacıya kaskatı frenk- gömleği ve arkası lâstikli siyah papyon kıravat... Arnavut bah­ çıvanlara hediye edilen bohçada­ ki m intanlar beyaz patiskadandı. Ayrıca memleketlerindeki eşleri­ ne göndersinler diye o bohçalara birer fistanlık kadın kumaşı kon­ ması da lâzım gelirdi.

Evde zenci dadı, bacı veya genç Sudan kızı varsa eşyanın fazla allı kırmızılı, cicili bicili, pullu ve boncuklu seçilmesi şart­ tı. Anadolu kızlarına, hele şehir-

leşmişseler alınacak eşya, ucu­

zundan olmakla beraber hanım- lannkine benzemeliydi. .Sonra, bazı konaklarda — o devrin gü­ zel bir âdeti — taşralı talebe bu­

Amerikaıı tanklarının ön tarafına yerleştirilen mayn patlatıcı âlet

lunurdu; yatılı mekteplere gi­

den bu gençler h a fta başlarında konağa gelirler, çamaşır değişir­ ler, y atarlar ve ertesi günü h arç­ lıklarını alarak gene mektepleri­

ne dönerlerdi. İşte onlara da

bayram’ bohçası verilirdi; içine

çorabından kıravatm a kadar

hepsi konulmak şartile... Bayram günü, el öptükleri zaman büyük beyle büyük hanım ın sundukları hediye başka!

* * *

D ahsettiğim devirdeki çar-

şıdan zihnimde nedense

en çok iz bırakanı, üstünde ga­

liba şemsiyeli bir Japon resmi

bulunan Mikado lâvantası şişe­

leridir. Ben alınsın isterdim;

kokusu ağırdır diye eve sokmaz­ lardı.

İnsanın bazı hiçten arzuları vardır ki bir türlü yerine getiri­ lemez. Büyüyüp de artık kendi

keseme hükm üm ün geçtiği za­

m an bile fırsat düşüp de Mika-

do’vu alamadım. Hâlâ merakı

içimdedir. Gençliğimde lâvanta modası ve markası değişmişti;

Gellâ Freres’in pabucu dama

atılmış, cam ekânlara Piver’in

daha ziyade bir şürubu andıran çok şekerli, iç bayıltıcı kokulan dizilmişti. Bunların terle karışın­ ca bir cins rayihalı «flit» e ben-! zediklerini sinek sersemletici ec- 1

za^ar icadedilince anlaıhıştım. j

Bir çok evlerden sinek gibi ta tlı ı bir sersemliğe kapılıp kaçtığımı unutmadım.

Evet, büyük çarşı, büyük zel­

zeleden sonra sünepeleşmişti.

Fakat benim için gene de hoş

ciheti vardı; şimdi de vardır. O kadar vardır ki yılda bir kaç ke­ re hiç de işim olmadığı halde bir kapısından girer, geçmiş devir­ lerini hayalimde yaşatarak aca­ yip bir keyif içinde ağîr ağır yü-l

rüyün öte kapısından çıkarım, j

Etrafım dan ziyade göremedikle-;

rime bakarak zevk aldığıma j

şüphe yok.

Yaşlı hanım lardan ve efendi­

lerden genç iken dinlediğime

göre Kapalıçarşınm yakın ta rih ­ te — sanırım Sultan Aziz zama­ nı — eskiyi hatırlatan bir p ar­

lak devri olmuştur. Hattâ, ak­

lımda kalan doğru ise, çarşı ge­ celeri bile açılır, donanır, içinde kadınlı erkekli gezintiler yapılır­

mış. Kalpakçı1 arbaşı seyranla­

rından pek tatlı hâtıralar taşı­ yan o hanım lar ve beylerden bu­ gün hangisi hayatta?

Kapalıçarşı yalnız eşya alış

verişi bakımından değil, İsta n ­ bulun kadın - erkek münasebet­ leri dolayısile de cemiyet târih i­

mizde iz bırakmıştır. Çarşının

dar dehlizleri ve dar dükkânları az macera mı kaydetti? Çarşı sa­ yısız nesilleri asırlarca damı al­ tın d a toplayıp yakm laştnarak gönüller alıp verilen bir m uhab­ bet pazarı olması cihetinden de bir başka çeşit âbide ve yadigâr­ dır. Kaçgöcün hüküm sürdüğü yüzlerce yıl — Haliç gibi, Sadâ­ b at gibi, Boğaziçi gibi — orada da:

Sırma kâkül sim gerden zülf tel tel ince bel Bir civankaşı sarık sarmış

efendim başına Sürme çekmiş ıtnşahîler

sürünm üş kaşına Nice «perîrû» 1ar ve «civan» 1ar

sevmişler, sevilmişler, sevişmiş­

lerdir.

Lâle devrinin, Boğaziçi devri­ nin, bütün belli başlı zevku safa

yerleri devirlerinin Kapalıçarşı

devrile kıyas edilince pek kısa

ömürlü olduğu meydana çıkar, kapalıçarşı Türk İstanbulun h a ­ yatı boyunca sürüp gitmiştir.

H attâ ben o fikirdeyim ki şim­ diki yarı çökmüş ve güzelliğinin camii yıkılıp ancak mihrabı ye­ rinde kalmış olan büyük âbide­ miz çarşıdan cinsi cazibe elini eteğini henüz tam am ile çekmiş sayılamaz. Orada hâlâ ılık ılık bir şeyler öldüğünü, tatlı ta tlı bir şeyler döndüğünü duyuyo­ rum.

Duyduklarım daha ziyade bu­ günkü sağların değil, dünkü ru h ­ ların tavafı olacak!

R e fik H a lid K a r a y

1

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Birle şiminde görüşülmesi tasarlanan Tohumculuk Yasası (11/Ekim /2006 çarşamba- 4.Gün) görüşmeler esnasında komisyonun yine haz ır bulunmaması sebebiyle bir başka

(1812) Sırp İsyanı (1804),Yunan İsyanı (1821) Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması (1826)) Navarin Olayı (1827) 1828- 1829 Osmanlı-Rus Savaşı- Edirne

İşte bizim Büyük Patlama’nın çınlaması diye bahsettiğimiz, kozmik mikrodalga arkaplan ışıması 13,4 milyar yıl öncesinden günü- müze kadar evrenin içinde akseden bir

Sabah 11:00’de başlayıp gece yarısına kadar süren Avrupa Bilim ve Eğlence Günü’nde bilim gösterileri, bilim temalı tiyatro temsilleri, bilim insanlarının

Suyun canlılığın temel öğelerinden biri olarak kabul edildiği düşünülürse, belki de Eu- ropa gibi buzullarının altında büyük okyanus- lar olan uydularda

Türk sinema ta­ rihinde de adından söz edi­ lecek birçok senaryonun ya­ nı sıra “Karanlıkta Uyanan­ lar” (1965), “Kara Çarşaflı Gelin” (1977), Antalya Film

Bu nedenle, klinik ve laboratuvar ola- rak KKKA açısından şüpheli olgularda kene tutunması veya keneyle temas öyküsünün olmaması, KKKA

Fethullah Gülen Hocaefendi bir yazısında sağlıklı toplum yapısına sahip bir millet ve kalkınmış bir ülke olma- nın en önemli şartlarını peş peşe sıralarken tarih