• Sonuç bulunamadı

Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya geçen şehzade, yoldan geri çevrilmişti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya geçen şehzade, yoldan geri çevrilmişti"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

r r

H u r r ı y e

i

t a r ih

—>

ÇARŞAMBA, 31 Ağustos 2005İmZ*

Süveyş Kanalı'nın açılış töreni.

Fransız eserinin ilk açılış töreninde ve sonrasında neler yaşanmıştı?

Ekim 1869’da Süveyş Kanalı’nın hafriyat hacmi 74 milyon metreküpü bulmuştu. Tamamlanması için kalan 2 milyon 800 bin metreküp toprağı kaldırmak gerekiyordu. M a ^ f l a r ise 369 milyon Frank’ı aşıyordu.

I

m

PARATORİÇE GİDİYOR

Kanalın mühendisi Lesseps ile İsmail Paşa muhteşem bir açılış töreni yapmaya karar verdiler. Tören muhteşem olmalı ve dünyanın en ünlü seyircilerinin gözleri önünde cereyan etmeliydi. Avrupa’daki krallara, ilim ve sanayi komitelerine davetiyeler gönderildi.

Lesseps’in özellikle davet ettiği Üçüncü Napolyon, parlamentoda bir konuşma yaptı ve Fransız dehasının ve sabırlı çalışmalarının ürünü olan bir eseri kutlamak için, İmparatoriçe’nin törende hazır bulunarak, Fransa’nın sempatisini . ... , göstermesini arzuladığını açıkladı.

Hıdiv İsmail Paşa.

+

(2)

ÇARŞAMBA, 31 Ağustos 2005

Açılış töreni 16 Kasım’da yapılacaktı ve imparatoriçe Eugenie, Mısır’a gitmek üzere hazırlıklara başladı. Eugenie, kalabalık ve şatafatlı bir maiyetle yola çıktı.

^

5

e m îd e k

İ

p r o t o k o l

Eugenie, Mısır valisinin hükümdarı olan Sultan Abdülaziz’i İstanbul’da ziyaret edip birçok dedikodulara sebep olduktan sonra, Mısır’a vardı. Mısır Valisi İsmail Paşa’nın tertiplediği kabul resmi, padişahın davetlerinden geri kalmadı. İmparatoriçe’yi Gize’deki

sarayında misafir etti. Kahire’de de şenlik vardı: Minareler, camiler, sokaklar ve pazarlar

ışıklandırıldı. İmparatoriçe valinin sarayında, Fransız konsoloshanesinde ve Lesseps’in

Mehmed-Ali Caddesi’ndeki şalesinde Müslüman hayatının bütün lüksünü yaşadı.

İsmail Paşa, açılıştan önce İmparatoriçe’yi Yukarı Mısır’a, yani Lüksor ve Assuan taraflarına kadar götürecek bir yolculuk tertipledi. Tören münasebetiyle çok sayıda Fransız ve başka milletlere mensup kişiler Kahire’ye gelmişlerdi. Fransızlar arasında ünlü ressamlar, edipler, akademi üyesi âlimler, asilzadeler ve gazeteciler vardı. împaratoriçe’nin gemisi, yükselen Nil Nehri’nin üzerinde, ardında çeşitli teknelerden meydana gelen bir kortej olduğu halde cüce ve sığ kaktüs ormanlarının, inanılmaz yükseklikteki şekerkamışlarının uzayıp gittiği tarlaların, Normandiya’dakilerden daha güzel otlakların ve göğün mavisi kadar tatlı yeşil, zarif yapraklı ağaç demetlerinin arasında ağır ağır süzülüyordu.

İmparatoriçe, Bulak’ı, Gize’yi, Lüksor’u, Teb’i ve Assuan’ı gezdi. Yürümesi gerektiği zaman işçiler hemen yol yapıyorlardı. Böylece fazlaca yorulmadan Firavunlar Mezarı’na kadar çıkabildi. İmparatoriçe deveye, maiyeti eşeklere binmişlerdi. Karnak’ın Sfenksler Caddesi’nden geçip Denderah Tapınağı’na ve ünlü mezarlara ulaştılar.

Gemiler ilerledikçe Nil’in şahane manzaraları gözler önüne seriliyordu; palmiyeler, turunçgiller ve besleyici ırmağın verimlileştirdiği tahılların uzun saplarının arasından suların bastığı köyler görülüyor; çöl, kum dağlan ve piramitleriyle sonsuzluğa doğru uzanıyordu.

Zaman zaman mola veriliyordu. Moladan istifade edenler avlanmak için dev otların içine dalıyorlardı. İmparatoriçe ise, sürprizlere ve güç şartlara rağmen, saray âdetlerinden

vazgeçmiyordu. Gemisinde ziyafetler veriyor, randevularını aksatmıyordu.

İmparatoriçe’yi taşıyan gemi, 16 Kasım 1869’da, sabah saat 8’de Kanal’ın girişinde bulunan Port-Said’e ulaştı. Açılış aynı gün şahane bir törenle, muazzam bir kalabalığın önünde yapıldı.

H

, .

ILAL VE HAÇ YANYANA

Eugenie, aynı gün Flıdiv İsmail Paşa’nın misafiri olan Avusturya İmparatoru’nun ziyaretini kabul etti. Hükümdarlar, saat üçte sahildeki süslü bir platformda yerlerini aldılar. Tam karşılarında rengârenk sancaklarla donanmış yüzlerce gemi sıralanmıştı. Bütün gözler özellikle Fransızların güzel

imparatoriçesinde ve Kanal’ın yaratıcısı Lesseps’teydi.

Müftü’nün Allah’a ve Peygamber’e ettiği dualar ve İskenderiye Piskoposu’nun gür bir

rcfrrnraı TARİH

Sultan Abdülaziz.

koronun eşliğinde söylediği ilahilerin arasında Fransız temsilcisi Bauer bir konuşma yaptı. Bauer “Şu an, sadece asrımızın değil, tarih çağlarının en yüce ve en kat’i dönüm

noktalarından biridir. Bu yerde Afrika ve Asya bundan böyle birbirine değmemekle birlikte birbirine daha iyi yaslanıyor. İnsan neslinin bu büyük şenliği, bu seçkin misafirler, dünyanın bütün ırkları, bu berrak gökyüzünün altında sevinçle uçuşan bayraklar, Hilal’in karşısında duran Haç ne olağanüstü şeyler! Ne ürpertici! Saçma sanılan ama gerçekleşen ne inanılmaz rüyalar! Evet, bu dev eser, iki kıt’anın bu büyük Kanal’ı işte karşınızda. İnşası bugüne kadar imkânsız sayılıyordu; oysa insanoğlu, bir şeyi gerçekten istedi mi, nelere kadirmiş!” dedi

Dini törenden sonra Fransız imparaorluk yatı Aigle’ın güvertesinde bir resmi kabul verildi ve Lesseps, İmparatoriçe’ye, nişanlısı Mile de

Kanalı inşa eden mühendis Ferdinand de Lesseps.

*%

nmnrcgı TARİH

Kanalın açılış töreninde devlet adamlarını taşıyan gemiler.

Kanal'ın açılışı münasebetiyle "Aida" operasını besteleyen Guiseppe Verdi'nin heykeli.

Bragard’ı takdim etti. Lesseps 60 yaşındaydı, genç kız ise 20’sinde ancak vardı. İmparatorluk yatı, daha sonra ardında 20 kadar savaş gemisi olduğu halde Kanal’a girdi ve ertesi gün Timsah Gölü’nün kıyısında, çölün ucunda kurulmuş olan İsmailiye şehrine vardılar. Son dört gün içinde, Afrika ve Asya’nın en ücra köşelerinden 100 binden fazla meraklı, iki denizi birleştiren bu mucizeyi görmek üzere Süveyş’e koşmuşlardı. Çadırların arasında Suriye ve Arabistan’ın en makbul kumaşları, Avrupa üniformaları, Macar’dan Çerkeş’e kadar çeşitli toplulukların ileri gelenleri, Hint ordusu subayları, işlemeli kostümler giymiş diplomatlar ve bunlarla tezat teşkil eden entariler giymiş Bedeviler ve yeşil kaftanlı müftülere kadar değişik kıyafetlere bürünmüş farklı insanları görmek mümkündü.

Port Said’den hareket eden filo, Timsah Gölü’ne girdiği zaman Süveyş’ten hareket eden

üç savaş gemisi karşılamaya geldi ve top atışlarına başladı. Göl ve Kanal arasındaki kumulda, Libya çölündeki Arap kavimlerinin delegeleri toplanmışlardı. Gözalıcı renklerde kumaşlardan yapılmış, üstünde çeşitli bayraklar dalgalanan şeyh çadırları, şark debdebesine yaraşır şekilde döşenmişti.

H i S S E SENEDİ ÇIKARDI

Mısır Valisi, misafirlerini bir rüyada olduklarına inandırmak istiyordu. Göçebe kavimlerin reisleri, atlarıyla Bedeviler’e özgü gösteriler yapıyorlardı. Akşam, Hıdiv’in sarayında bütün davetlileri bir araya toplayan şahane bir balo verildi. Bu saray, birkaç ay içinde inşa edilmişti ve gerçekten göz kamaştırıcıydı. İmparatoriçe, prensler ve maiyet, sayısız aynaların aksettirdiği ışıkların parıltısı altında muhteşem bir gece geçirdiler.

Gemiler Kanal’da yollarına devam ederek 2 Kasım’da Kızıldeniz’e ulaştılar ve orada da şenlikler yapıldı. Resmi yolculuk bitmişti. İmparatoriçe, dönüşte Kahire civarını ve Apis öküzünün mezarı olan antik anıtın bulunduğu Serapeum ile Sakkara’yı ziyaret etti. Fransa’ya dönmesinden sonra her türlü lükse alışık olmasına rağmen, Mısır’da şahit olduğu

güzelliklerin karşısında duyduğu hayranlığı asla unutamadı.

Açılış, tüm dünyada müthiş yankı yarattı, Lesseps için de olağanüstü bir yükselişin başlangıcı oldu ve mühendise Legion d’Honneur nişanının en büyük rütbesi verildi. Birçok devletler de en yüksek nişanlarını gönderdiler. Kanal T kendi başına yapabilmek için çok uğraşan İngiltere bile takdirlerini iletti ve Lesseps’e Londra’nın hemşehrilik hakkını tanıdı.

Lesseps’in başardığı bu önemli iş, İsmail Paşa gibi tahsilini Fransa’da yapmış, medeniyeti görmüş, yaşamış ve benimsemiş bir kişinin himaye ve teşviki olmasaydı, başarıya ulaşamayabilirdi. Lesseps, izni Osmanlı Devleti’nin valisi Sait Paşa’dan almış, kurduğu şirket de çıkardığı hisse senetleri ile işi

başaracak serveti temin etmişti.

E -

K

m

IRGAN'DAKI

k ö ş k

Ama, başarının gizli kahramanı olan Hıdiv İsmail Paşa ise bu uğurda kendi sonunu

hazırladı. Hıdiv İsmail Paşa, Süveyş Kanalı için masrafta o kadar ileri gitti ki, şatafat ve

tantanada Fransa’yı bile gölgede bıraktı. Kendi servetiyle yaptırdığı muhteşem opera binasında, Kanal’ın açılması münasebetiyle temsil edilecek operayı devrin en büyük şöhreti Verdi’ye sipariş etmişti. Aida Operası, tarihe işte bu hadisenin yarattığı bir eser olarak maloldu. Hıdiv, sadece tören için 20 milyon Frank harcamış, hâzinesini boşaltmakla kalmamış, muazzam bir borcun altına girmişti.

Bir süre sonra borcunun faizini ödeyemeyecek duruma geldi. Bütün ümit kapıları kapandığı zaman, elinde bulunan 176 bin 602 adet hisse senedini satmaktan başka çaresi bulamadı. Süveyş’e hakim olmanın önemini kavrayan İngilizler, hisseleri kapıştılar. Kanal inşaatının serhoşluğu içinde iflâs eden İsmail Paşa, alacaklıların Osmanlı Devleti’ne müracaatı üzerine Hıdivlik’ten azledildi ve hayatını Abdülaziz’in Boğaziçi’nin güzel semti Emirgan’da ihsan ettiği köşkünde bitirdi.

(3)

1 2

ÇARŞAMBA, 31 Ağustos 2005

TARİH

■■■M M H H M H H H H K M M M M V M M i

GÜIBm! TARİH

■■■■■MMM MÇARŞAMBA, 31 Ağustos 20 05h b m İ h h M h m m m İ

13

5 ~v î_

edilmektedir) efendim. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal.”

İkinci mektup, Hamdullah Suphi Bey’den, üçüncüsü ise Roma sefiri Cami Bey’dendi. Hepsi de aynı mealde idiler. Babam bunları okuyunca şaşırdı. Yümnü Bey:

- “Bugün gidiyorum derseniz her şey hazır, sizi Anadolu’ya geçirmek üzere bütün tertibat alınmıştır” dedi.

Memleket işgal altındaydı, nasıl gidebilirdi, anlayamıyordum.

Yaver, ilâve etti:

- Siz geliyorum deyiniz, o kadar.

^ 5 i Z L İ ÖRGÜTE HABER

Babam hâlâ, düşünüyordu. Ona “Hiç tereddüt etmeyiniz” dedim. “Muvaffak olduğunuz takdirde memleketinizi, ailenizi ve saltanatınızı kurtarmış olursunuz. Vahideddin tahtında oturuyor. Hiçbir şey değişmez. Gitseniz iyi olur.”

’ihver de aynı fikirdeydi. Nihayet Yümni Bey’e:

- Mustafa Kemal her şeyi yapacağımdan şüphe etmesin. Oraya gelirdim. Lâkin benim de

hilâfetim ilân edilecek, ben ikilik yapamam, bunu benden beklemesin, dedi.

- “O halde ben giderim” dedim. Fakat kızım Neslişah o sıralarda doğmak üzereydi. Ailemi doğum esnasında yalnız bırakamıyacağımı anladım. Bu yüzden üç ay kaybettim. O esnada vaziyetler değişti. Bize artık ihtiyaç kalmadı. Fakat ben bunu pek tabiidir ki bilemezdim. Bilemezdim ama, kararımı vermiştim, bir müddet sonra, Ege manevraları sırasında İzmir’de kazaen vurulan hocam Kurmay Nihat Bey’i görerek:

- Gizli teşkilâta haber verin, gitmek istiyorum, dedim.

- Aman bir sorayım ondan sonra, dedi... - Ben bir baloya gitmek istemiyorum, vazifeye davetle gidilmez, dedim.

Nihat Bey tarafından yapılan görüş talebine Recep Peker gayrimüsait cevap vermişti. Hocam da gitmemekliğim için ısrar ediyordu. Lâkin ben kararımı bir kere vermiş bulunuyordum.

Hiçbirini dinlemedim.

^ C lH TIM A GİDİLİYOR

Ruşen Eşref, zaman zaman bize gelirdi, onunla dertleşirdim. Kendisine, “Ben

kararımı verdim, gidiyorum, ne maksatla gittiğimi Vahideddin’e

git anlat, neden gittiğimi bilsin” dedim. Hattâ o uzun bir mektup

yazdı. Hareketimde kayınbabama vermesi için haremimi,

Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’a verdim.

Gizli teşkilâtla derhal temasa geçtim. Hareket gününü tespit

ettik. Maalesef elimde evrak yok ki... O zamanki teşkilât

reisi Yüzbaşı Necmettin Bey, İtalyan Sefareti önünde beni

bir kira arabasında karşıladı, yaverim Faik Bey’le Nihat

Bey de vardı. Faik Bey’le kucaklaştık. O arabadan indi, Necmettin Bey’le birlikte Galata rıhtımına kadar geldik.

Yümnü Üresin’in geçen Mart ayı içinde Cumhuriyet Gazetesi’nde neşrettiği uzun hâtıralarında bu mevzua da kısmen temas etmiş olduğunu gördüm. Ve bu mülakatı neşre karar verdim.

G

e c e y a r is i g e l e n l e r

ıstıtadelerı yoK. ııaycıaraDaü nizamının veliahdiyle evli olan kızkardeşi Dürrüşehvar Sultan da kocasiyle dargın ve ayrı yaşadığından oradan da bir yardım görmüyor. Hülâsa şikâyet, şikâyet...

ADOLU MACERASI

Prens Ömer Faruk, hadiseyi şöyle anlattı: “Memleketin en karanlık günleriydi... İstanbul işgal altında, Yunanlılar Anadolu’da ilerliyor. Ferit Paşa kabinesi çok müşkül bir durumda bulunuyordu. Bir akşam Dolmabahçe Sarayı’nda oturuyorduk. Vakit, gece yarısına geliyordu. Kapı vuruldu. ‘Sizi bir asker görmek istiyor’ dediler. Aşağıya indim. Kendi yaverim topçu binbaşısı Faik Bey, gayet mühim bir mevzuu görüşmek üzere Anadolu’dan gelen bir zatla birlikta bu gece behemehal bizi görmek istediğini yazı ile bildirmişti.

Gece saat üçte arka kapıdan gelmeleri için kendisine haber gönderdim. Tam vaktinde geldiler. Onları gizlice içeri aldık. Anadolu’dan gelen zat, babamın eski yaveri Yümnü (General Yümnü Üresin) Bey idi:

- Ben, Mustafa Kemal’den geliyorum, dedi ve bir zarf uzattı. Babam zarfı açtı, içinden çıkan bir mektupta şunlar yazılıydı:

“İstiklâl için mücadele eyliyen milletimizin başına geçmek üzere Anadolu’ya geçmeniz mütemen nadir (rica

Faruk Efendi. Şehzade Ömer Faruk Efendi, 1952 yılında Mehmet Ataker'e mülâkat verirken.

Bir ara söz zabitliğine intikal ediyor; erkânıharbiye mektebini tamamlayamadan orduya iltihak ettiğini ve fakat İstiklâl Mücadelesi’ne iştirak etmiyenlerin rütbelerinin sâkıt olacağına dair kanun mucibince ordudan çıkarılmış bulunması lâzım geldiğini söylüyor.

Sözü ben alıyorum:

- “Fakat galiba siz Anadolu’ya geçmiştiniz...” Diyorum, maksadım, bu hususu aydınlatmaktır.

O, “Fakat” diyor, “Uzun bir hikâyedir... Bahsetmiyelim şimdi bunlardan.”

Israrım üzerine bana Anadolu’ya geçişinin hikâyesini anlatıyor ve tam üç saat sürüyor.

Anlattıkları doğru olmakla beraber ben o zaman bunu neşretmeyi mahzurlu görmüştüm. Fakat, veliahd iken Abdülmecid’in yaveri bulunan sayın emekli general

-k. <***■■■•*•.

>>

Ömer Faruk Efendi, ı

İskenderiye'deki f sürgün günlerinde. '

¿ut-

j V * ,

S

*

v

’ 4i

*• ' ' * - \ & ■ *• I

-geri çevrilmişti

Son Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu ve Sultan Vahideddin’in damadı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile sürgün yıllarında yaşadığı M ısır’ın İskenderiye kentinde o dönemin gazetecilerinden Mehmet Ataker tarafından yapılmış olan ve bu sayfalarda okuyacağınız bu ilginç mülâkat, 1952 yılında düşük tirajlı bir dergide yayınlanmıştı. Birinci Dünya Savaşı yılları öncesinde Postdam’daki Alman Askeri A kadem isi’nden mezun olan ve çeşitli cephelerde savaşan Ömer Faruk Efendi, mülâkatta Milli Mücadele yıllarına ait az bilinen çok önemli bazı hatıralarını anlatıyor. Ömer Faruk Efendi 1969’da İskenderiye’de vefat edecek, cenazesi yıllar sonra İstanbul’a getirilerek büyükbabası Sultan Abdülâziz’in yanına

defnedilecektir.

■ Mehmet ATAKER

Q

K

*

on Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu olması dolayısiyle kendini Osmanlı tahtının vârisi addeden Prens Ömer Faruk’la geçen ekim ayında İskenderiye’de görüşmüştüm.

Bir röportaj yapmak gayesiyle, şehre 25 kilometre mesafede Abukir balıkçı köyündeki şalesinde ziyaretine gittiğim zaman prens, özel motoriyle çıktığı balık avından dönüyordu.

Amiral Nelson’un Napolyon’u mağlubettiği bu bölgedeki istihkâmlar hâlâ onların adlarını taşıyordu...

Motoruna nizami Türk bayrağını çekmişti... Grandi direğinde de yasak mıntakalardan geçiş serbestisi veren mümtaz şahsiyetlere mahsus Mısır flaması bulunuyordu.

Bizi iyi karşıladı. Yüzlerce balıkçı kayığının çekilmiş bulunduğu kumsalda bekliyen, gene Türk bayrağının dalgalandığı 1951 modeli Ford otomobiline alarak şalesine götürdü.

S

Ş

ik a y e t

,

ş ik a y e t

Ş a£ küçük ve fakat çok güzel, adını

“Dersaadet” koymuş. Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’dan ayrılmış olan Faruk, şimdi Şehzade Yusuf İzzettin’in kızıyla evlidir. Sabiha

Sultan’dan olan kızlarını da Mısır prensleriyle evlendirmiş.

Uzun uzun hayatından şikâyetle, vatan hasretinden bahsediyor. Verdiği izahattan anlıyorum ki, Musul petrol hisselerinden, Filistin’deki emlâkinden ve Mısır vakıflarından

Milli

Mücadele’ye

katılmak için

Anadolu ’ ya

(4)

14

fTuroresı TARİH

E M M İ TARİH

ÇARŞAMBA, 31 Ağustos 2005

15

- “Ben de size Allahaısmarladık diyeceğim. Sizi Lloyd acentasımn önünde bir şişman adam bekleyip vapura yerleştirecek, bizdendir. Her tertibat alınmıştır. Hiç merak etmeyiniz” dedi ve beni kira arabasının içinde yalnız bıraktı.

A

LMAN ZANNETTİLER

Kapalı fayton araba, acentenin önünde durduğu zaman kapı açıldı, şişman bir adam seslendi:

- Gidici siz misiniz? - Benim.

Yolda yürürken yüzüme dikkatle baktı ve birdenbire toplanarak, “Affedersiniz sizi tanımadım” dedi. Yanında bir de genç bir tercüman olduğu halde Lloyd kumpanyasının Remo vapuruna bindik. Fakat birinci veya ikinci mevki kamaralardan birine yerleştirilmeyi ümidederken vapurun baş tarafına ve alt kata indik.

Burada beni bir tayfa kabinesine soktular. Kabinenin içi çok pis kokuyordu. Boynu eşarpla bağlı dört apaş kıyafetli gemici uzun uzun yüzüme bakıyorlardı. Zabit olduğunu sonradan öğrendiğim yanımdaki sivil şişman adam onlara:

- İşte, kaçıracağınız adam budur. Dedi. Onlar hâlâ benim suratıma bakıyorlardı. Nihayet:

- “Hayır, götüremeyiz, kabul etmeyiz” dediler. İki taraf arasında uzun süren bir münakaşa başladı.

- “Tasavvur buyurun, evimi bırakmışım, bütün riskleri göze almışım. Şimdi beni vapurdan indirirlerse ne olurdum?.. Allah

saklasın ya yakalanırsam... Vaziyetimin ne kadar feci okluğunu anlıyordum... Beni lisan bilmiyor sanıyorlar, aralarında konuşuyorlardı:

- Türk değil, İngiliz de değil... Behemehal bu bir Alman zabiti olacak. Diyorlardı. Dokunsalar ağlayacaktım.

Herifin biri yanıma yaklaşarak Almanca: - Sen zabit misin? Diye sordu. Başka kurtuluş çaresi olmadığını anladığım için hiç tereddüd etmeden Almanca cevap verdim:

- Ben bir Alman zabitiyim.

Bu sözüm üzerine aramızda bir sempati hâsıl oldu ve beni götürmeyi kabul ettiler. İsmini hatırlamadığım zabit, “Benim vazifem bitti”, diyerek kamaradan ayrıldı ve bana:

- Müttefik askeri kontrol komisyonu gemiye geldiği zaman sizi saklıyacaklar... Karadeniz’de de ikinci bir kontrolle karşılayabilirsiniz. Fakat müsterih olunuz. Sizi iyi bir yerde

saklıyacaklardır. Esasen, sizin vaziyetinizde bir subay daha var; Asım (Gündüz) Bey, dedi.

^ ^ O lA P T A YEDİ SAAT

Sabahın beşine kadar eşya alacaktık. Bana “Sen otur” diyerek kamarayı üzerime kilitleyip gittiler. Hapsolmuştum. Bu da üzerimde feci bir tesir yaptı. Sigara üzerine sigara içiyordum.

Üzerinde “Ö. F.” ve bir de taç bulunan özel sigaralarından birini daha yaktı. Faruk Efendi artık Abukir’deki şalesinde değil, sanki Remo vapurunun kamarasındaydı...

- Bana bu bahsi açtırmakla iyi etmediniz, diyerek içini çektikten sonra şöyle devam etti:

- Nihayet sabah oldu, geldiler. Ben tahta bir iskemle üstünde oturuyordum. Saat sabahın tam yedisiydi.. Heriflerden biri, “Çabuk kalk” diyerek beni dışarı çıkardı, tayfaların yemek odasına götürdü. Burası geminin tam burnu idi. Orada bir demir kapı açtı. Bu, küçük bir dolaptı. Ben

buraya nasıl girerim demiye kalmadan beni içeri itmesiyle dolabın kapısını üzerime kilitlemesi bir oldu. Zindan kadar karanlık, anahtar deliğinden başka hiçbir yerden ne ışık, ne de hava alıyordu. Geçen dakikalar sene değil asır kadar uzundu. Yarım saat geçti, gelen yok. Bir saat geçti ses- sada yok, gitgide hava da azaldığı için güçlükle nefes alabiliyor, kıvranıyordum. İçimde müthiş bir azap devresi başlamıştı. Nihayet saat ona doğru vapur hareket etti. Çekilmeye başlanan demir zincirin gürültüsünü bulunduğum yerden duyuyordum. Yirmi dakika kadar seyrettik. Rahat bir nefes aldım, derken ne olsa

beğenirsiniz? Vapur tekrar durdu ve zincirlerini korkunç bir gürültü ile yeniden koyuverdi. Son maneviyatım da geminin çapasıyla birlikte denize kaydı.

- Eyvah! dedim, duydular, haber aldılar, beni buradan çıkaracaklar. Tabancamı elime aldım.

Gelecekleri vurayım mı diye düşündüm. Gelenleri ve sonra da kendimi öldürecektim. Uzun bir bekleyişten sonra İngilizce konuşmalar duydum. Bunlar gemide arama yapan İngiliz subayları olacaklardı. Saat on ikiyi geçerken gemi tekrar hareket etti. Bir herif dolabın kapısını açarak beni bu zindandan kurtardığı zaman saat ikiyi on geçiyordu. Tam yedi saat on dakika kibrit kutusu kadar dar bir dolapta mahpus kalmıştım.

ĞER İHBAR ETMİŞLER

Olduğum yerden güç hal ile çıkabildim ve bir sandalyenin üzerine yığıldım kaldım... Hava, ışık yokluğu ve heyecan beni helâk etmişti.

Dolapta sigara içemediğim için derhal bir tane yaktım! Biraz sonra zabit gelerek:

efkârıumumiye-i milliyeyi yeniden teşevvüşe düşürmek suretiyle de fevkalâde dâi-i mahazir olduğundan vatan ve milletin bütün hanedan-ı saltanat erkânının hizmetlerinden istifade edecekleri zamanın hululüne intizaren şimdilik İstanbul’da temdid-i ikametiniz meftur oldukları hamiyet-i vataniye iktizasından görüldüğü maalihtiram arzolunur efendim”

B o ş YERE KORKMUŞ

Bunun üzerine derhal ikinci bir telgraf çekerek ancak vazife-i vataniye ve askeriye için geldiğimi, siyasi bir düşüncem olmadığını, arzu ettikleri takdirde beni dosdoğru cepheye

sevketmelerini ve bunu da muvafık görmedikleri takdirde beni diledikleri yerde enterne

etmelerini, fakat İstanbul’a dönemiyeceğimi bildirerek, bunu da muvafık görmedikleri takdirde doğru Avrupa’ya gönderilmeme müsaade edilmesini rica ettimse de cevap verilmedi.

Derin bir sukut-ı hayale uğramıştım. O zaman yirmi üç yaşında idim. Tecrübesizdim,

teessürüm pek derin oldu. Çarnâçar geriye dönmekten başka yapacağım kalmamıştı. İstanbul’a döndüğüm zaman İngilizier tarafından yakalanacak, Kroker Oteli’ne hapsedilecek veya Malta’ya sürülecek, belki de öldürülecektim. Sarayın bana karşı takınacağı hareket, Vahideddin’in intikam almıya

kalkması... Birer birer gözümün önüne geliyordu. Üç gün sonra küçük bir Yugoslav vapuriyle yola çıkarıldık, İstanbul Boğazı’ndan girdik. Limana yaklaştıkça korku ve heyecandan titriyordum. Sıhhiye kontrolü sırasında kamaramda idim. Vapur Sirkeci’de rıhtıma yanaştı. Eşyalarımı bir hamala verdim. Doğruca Sabiha Sultan’ın evine gittim. Hamdolsun korkum boşuna çıktı.

Birkaç ay sonra, Millet Meclisi’nde benim için sorulan bir suale şöyle cevap verilmişti:

“İngilizier veya saray tarafından gönderilmiş olması ihtimaline karşı kendisini iade etmek mecburiyetinde kaldık.”

- Büyük geçmişler olsun efendim, dedi. Sizin üzüntünüzün bir kısmını biz de çektik. Tam on yedi müttefik motoru gemiyi aradı. Bir ihbar üzerine şüphelenmiş olacaklar.

Güverteye çıkıp biraz yemek yedim. O esnada Asım Bey ile ilk defa orada görüştük. Tabii sivil elbise ile ve başım açıktı. Gemide herkes bana bakıyor ve birbirine göstererek, “Aaa! O da vapurdaymış” diyorlardı.

Ertesi sabah İnebolu’ya varmıştık. Zabit gelerek:

- Karaya gidiyorum, hir emriniz var mı? diye sordu. Bunun üzerine “Büyük Millet Meclisi Reisi bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek vatani ve askeri vazifemi görmek üzere geldiğimin Meclis’e bildirilmesini rica ederim” dedim.

Prens, burada İnebolu’da resmi makamlar ve halk tarafından yapılan karşılama törenini uzun

^ ^ E L M E Y İ N DEDİLER

Telgraf aynen şöyle idi:

“Telgrafname-i necabetpenahilerini kemal-i memnuniyetle aldık. Zatı fehimanelerinin, Anadolu’yu teşrif buyurmaları, emsali müessife- i tarihiye delâletiyle sabit olduğu üzere erkân-ı saltanat arasında bâzı suitelâkkiyata mahal verebileceği ve vahdet-i tamme halinde bulunan uzadıya anlattıktan sonra şöyle devam etti:

- Eşraftan birinin evinde öğle yemeğini hep birarada yedik. Onlar gittikten sonra ben bahçeye inmiştim. Bir kanun neferi geldi. Selâm vererek bir telgraf uzattı. Bu telgraf, bizzat Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’dan geliyordu. Açıp okuduğum zaman beynimden vurulmuşa döndüm.

Ömer Faruk Efendi'nin eşi Sabiha Sultan (önde) ve kızları Neslişah, Hanzade ve Necla Sultanlar.

c m

+

Referanslar

Benzer Belgeler

Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatcı beraberinde İyi Parti Muğla Milletvekili Adayı Koray Hayvacı ve İyi Parti İlçe Başkanı Suat Aybek ve yönetimiyle 24

“Denize en çok Mavi yakışır” sloganıyla Bodrum Belediyesi tarafından bu yıl ikinci kez düzenlenen “Bodrum Deniz Dibi Temizlik.. Kampanyası” yerli yabancı turistlerin de

Literatürde en sık uygulanan ve önerilen adölesan sağlığını geliştirme programlarının beslenme, egzersiz, hijyen, uyku, alkol, ilaç, sigara kullanımı ve

Öğretmenlerin daha iyi yaşamasına yönelik haklann verilmesi için dört günlük öğretmen boykotunu başlatıyorsunuz.. Çevremdeki tüm öğretmenlerin boykota katıldığını

Urfa, Antep ve Maraş’ın mütareke hükümle- rine aykırı olarak bu kez Fransızlar tarafından işgal olunacağı haberinin yöre halkını heyecana sevk ettiğini ve bu

Adamın birinin Nasrettin Hoca’ya işi düşer ve Hoca’nın kapısını çalar; ama açan olmaz.. Birkaç saat sonra tekrar gelir,

&#34;Develi Köyü yolları çöpçülere kapalı&#34; yazılı pankart açarak Atatürk Bulvarı’nda yürüyüşe geçen grup, temsili imam e şliğinde, &#34;Hakkımı

Bu çalışmada yaş gıdaların daha verimli kurutulabilmesi için kullanılabilecek bir endüstriyel kurutucu tasarımının parametrelerinin belirlenebilmesi için gerekli