CUMHURİYET/2
Bir Yıldönümü Dolayısiyle
MELİH CEVDET ANDAY
Yahya Kemal, bir şiiri sözko- nusu edildiğinde, “ Ben o şiiri şurda şurda söyledim” derdi,
“yazdım” demezdi. Nedir bunun anlamı? Ünlü ozanımız “klâsik” diye nitelendirdiği Divan şiiri ile bağıntı kurmak, böylece de bir gelenek yaratmak isterdi; şiir, bir toplumun süregiden bir eylemi dir, yeniden başlayamaz. Klâsik anlayışa bağlı bir düşüncedir bu, Romantizmin yerildiği her yerde ve zamanda kendini gösterir, modern olmaya da engel değil dir. Yahya Kemal “şiir söylerken”
Divan şairlerini mi örnek tutu yordu dersiniz?
“Şair” sözcüğünün kökünde “akıl, bilinç” anlamı var; buna göre “şiir” bilinçle yapılan bir işi gösterir her şeyden önce; alışkan lıkla kulaktan bellenerek yapılan bir işi değil. Halk şiirimizin tem silcisi olan ozan ise, becerisini us tasından öğrenir, o güne değin gelmiş geçmiş ozanların deyişle rine öykünür, kulaktan edindiği geleneği sürdürmekle yetinir. İm di Divan şiiri de, halk şiiri de ge lenekçidir demekte bir sakınca yok öyleyse. Ancak bizim Divan şairleri, Fars şiirine öykünerek kurmuşlardır şiirlerini. Demek onların bir yabancı dili bilmele ri gerekiyordu; bu ise ozanınkin- den oldukça değişik bir bilinci
gerekli kılar. Başka bir deyişle, okur yazar bir kişidir Divan şai ri, nasıl olur da şiir “söyler?”
Ama eskiden şiir dergileri olma dığı ve divanların bir birikim so nucunda “h a f t a geçirildiği göz önüne alınırsa, Divan şairi Sul- tan’ın karşısında şiirini söylerdi
Demek şiir gene de dinlenen bir sanat ürünü idi.
Yahya Kemal, uyak geleneği nin çok eski zamanlardan kay naklandığını anlattığı bir yazısın da, dize sonlarındaki sesdeş söz cüklerin bellek için gerekli oldu ğunu söyler. Böylece uyak, şiir
“söyleme” geleneğinin başlıca dayanaklarından biri olup çıkar. Ama uyağın yeni zamanlara dek sürüp gelmiş olduğu gerçeği kar şısında, biz, şiirin yazılmadığı, söylendiği kanısını koruyabilir miyiz? Hayır. Gerçi Divan şair lerinin şiir becerisindeki ustalık larından ötürü, Sultan’ın karşı sında, içtengelme olarak şiir söy leyebildiklerini düşünebiliriz; bu nu Yahya Kemal de, zaman za man, beyitler halinde yapmıştır. Ama bu durum, şiirin yazılı dö nemini yaşadığımız gerçeğini de ğiştirmez.
Bakalım öyle mi?
Sabahattin Eyüboğlu, yeni şi irimizin kazandırdığı değerleri bir bir ele alarak bir yazısında şöyle diyordu: “ Kazandığımız
üçüncü değer, şiirin yapısıyla il gili ve benim şimdilik asıl üstün de duracağım da bu. Batılı şiirin söylenen, yazılan bir şey olmak tan çok yapılan bir şey olduğu nu, öteki Batılı sanatlar gibi or ganik bir bütüne varmak istedi ğini, gelişigüzel değiştirmelerle değil, bir amaca yönelik geliştir melerle kurulduğunu daha önce söylemiştik. Bizde bu türlü şiire Yahya Kemal’den önce rastlamak zordur. Yapısı bakımından Batılı diyebileceğimiz, mısralarının ye rini değiştiremeyeceğimiz ilk şi irleri o yaptı. Eski tarzda yazdı ğı şiirlerinde bile, Divan şiirinin yapı gereçleri ile, gelişigüzelden kaçar, tutarlı bir bütün kurma ya çalışır.” Böyle diyen Sabahat tin Eyuboğlu, Yahya Kemal’in
Hafız’ın Kabrinde şiirini de ör nek olarak verir.
Demek böylece, söylenen şiir den yazılan şiire, oradan da ya pılan şiire gelmiş olduk. Fransız ca “Poète” sözcüğünün lâtince- sinde ve grekçesinde de var bu
“yapma” anlamı, (lat. poeta, gr. poiêtês). “Poésie” sözcüğünün özdeş aileye bağlı lâtincesinde ve grekçesinde bir de “yaratma” an lamı gösteriliyor sözlüklerde, (lat. poesis, gr. poiesis “créati on”).
Burada karşımıza çok önemli bir soru dikiliyor: Batı şiirinin
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
bir yapı oluşturduğunu pek iyi bilen Yahya Kemal, o şiirle, bir
“beyit şiiri” olan Divan şiiri ara sında nasıl bir ilişki, hatta nasıl bir benzerlik bulmuş olabilir? Bu ilişkinin niteliğini araştırmaya girmeden önce, belirtmemiz ge rekiyor ki, Yahya Kemal bir Di van şairi değildir, çünkü gelene ği kurmaya kalkmak, eski şiiri olduğu gibi yaşatma niyetini içermez. Yahya Kemal’in Batılı bir anlayışla, eski şiirimize yönel mesi olayı, sanırım, gereğince ay dınlığa çıkarılmış değildir. Saba hattin Eyuboğlu’nun parmak bastığı bu ilginç konuyu, bir de şairimizden dinleyelim. Yahya Kemal anılarında şöyle yazıyor du:
“Mallarmé, Fransız gençleri şi ir sanatını öğrenmek istiyorlar sa Paul Verlaine’in Fêtes Galan- tes’ını ezberlesinler diyordu. Fê tes Galantes (Aşıkaane ziyafetler) Paul Verlaine’in şiir mecmuası dır. Bu şiirlerinde Verlaine, XVI- II. asır Versailles’ının ve Versail les parkında, XIV. ve XV. Louis tarafından yaptırılmış Büyük Trianon ve Küçük Trianon şato larının güzelliklerini, eski haya tını, zarafetini, asaletini velhasıl o atmosfer içindeki aşk hayatı nı, genç aşıkların, genç hanım larla sevişmelerini terennüm edi yordu.
Bu hareket ressam YVatteau- dan mülhemdi. VVatteau’nun re simde yaptığını Verlaine şiirde yapıyordu. En mühim olarak da,
bu şiirleri XVIII. asır fransızca- sıyla, hatta, XVIII. asırda saray da konuşulan asil lisanla, bir ne vi teşrifat lisaniyle terennüm edi yordu. Ben Mallarmé’nin bu tav siyesini okur okumaz, Paris’teki Şark Dilleri Mektebi’ne koştum. Burada Arapçamı, Farsçamı iler letmeye çalıştım. Divan şiirimizi okuyup anlamanın yollarını araştırdım. Kader, bana Türk şii rini ve onun klâsiklerini öğren me fırsatını Fransa’da vermişti.”
Yahya Kemal’in Divan şiirimi zi klâsik şiirimiz sayması tartış ma götürür, en azından ben bu kanıyı paylaşmaya hiç de yatkın değilimdir. Ama bunu benimse miş olan şairimizin davranışım tutarsız saymak çok güçtür. So runu kendisinden biraz daha dinleyelim.
“Bir şiiri veya herhangi man zum bir edebi eseri, klâsik devir lerin dili ile, vezinleriyle, sanat anlayışı ve uslûbiyle söylemek, dünya edebiyatında yeni bir ha dise değildir. Meselâ Goethe, Hermann ve Dorothea isimli destânî eserini, Alman faziletle riyle, fakat eski Yunan destan şa iri Homeros’un eposlarını andı ran bir şekilde ve öyle bir eda ile yazmıştı... İtalyan edibi Gabriel d’Anonzio da Saint Sebastien’in Şehadeti adlı dramını, hem Fran sızca olarak, Ortaçağ lisaniyle yazmıştı... Jean Moréas’m Le Pè lerin Passionné adlı şiir kitabın da da dil, Ortaçağ lisanıdır.”
Bu açıklamadan da anlaşıldı
TT
ğına göre, Yahya Kemal, Divan şiiri dilinde şiirler yazmaya Ba tılı bir görüşle yönelmiştir. Öyle ki, “Eski Şiirin Rüzgârıyla” ad lı kitapta toplanmış olan şiirler, Osmanlı döneminin konu edini len yüzyıllarına göre, o yüzyılla rın değişik dil ve biçem tarzları ile yazılmıştır. Ama bu yaklaşı mın bugünkü kuşakları sardığı ya da etkilediği söylenemez. Ne var ki, Yahya Kemal’in yetiştiği dönemin bütün ozanları, dil ba kımından yeni kuşaklara yabancı düşmüşlerdir. Onların içinde ne yi, niçin yaptığını bilenin yalnız ca Yahya Kemal olduğu anlaşılı yor. Osmanlı dilinin serüvenini şiirlerinde yüzyılları izleyerek ya şayan Yahya Kemal, kendi günü ne geldiğinde, kendi ağzından konuştuğunda, demek lirik oldu ğunda özüne kavuşmuş, dilimi zin bütün güzelliğini bize tattır- mıştır.
Bu serüven boşuna mıydı? Sanmıyorum. O gelmeseydi eski şiirimizin sesini duymaya olanak bulamayacaktık. Çünkü o ses Tanzimat’tan bu yana yok ol muştu ve gene o ses, Tanzimat şi irinin sesinden daha yakındı bi ze. Bunu anladık. Yahya Kemal’ in şiiri “ sö y le m e si” onu
“terennüm” etmesi anlamınadır; çünkü o eski ses ancak böyle ve rilebilir.
Bence Yahya Kemal, neyi ne amaçla yapmış olursa olsun, bu günkü dilde yazdığı şiirlerle ka lır.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi