• Sonuç bulunamadı

Dün de yedi profesörün daha tezleri dinlendi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dün de yedi profesörün daha tezleri dinlendi"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

<•*

(SO ( I )

■/ k U

aaMfc. ■ ■

■ ^

/ J jfü m m

Dun de

yedi

profesörün daha

tezleri dinlendi

Kurultay umumî heyeti saat 14,15 te Atatürkün huzurlarile toplandı. Salon çok kalabalıktı. Şehrimizde bulunan V e­ killerle ecnebi profesörlerin hepsi içti - mada hazır bulunuyorlardı.

Kongre riyaset makamını, İsviçreli âlim profesör Pittard alkışlar arasında işgal etti. Bugünkü toplantıda kongre sekreterliğini saylav Fakihe öymenle İs­ mail Müştak Mayakon yapıyorlardı.

Evvelâ, evvelki günkü müzakerelerin zaptı okunarak kabul edildi.

Milâddan evvel Anadolu ve

Avrupa

Bundan sonra, reis, profesör Men - ghin’e söz verdi. Kıymetli âlim, M ilâd - dan evvel III üncü bin yılda Anadolu ve Avrupa mevzulu konferansında ez­ cümle şunları söyledi:

« — Avrupada tam ve karışık neoli - tik devri iki kültür cereyanı sayesinde hasıl olmuştur. Bunlardan birisi Mısır - dan gelip bilhassa garbi Avrupaya, di­ ğeri ö n Asyadan gelip T una ve Balkan­ lara tesir icra etmiştir. Bu sonuncusunun derece ve şümulünü bugün tayin etmek çok gücdür. Bir kere burada paleolotik devre aid eski sakinlerle sonradan gelen­ leri tefrik her yerden daha gücdür. Zira Avrupanm cenubu şarkisinde, M agda - leen devrile tam neolotik devir arasına a- id pek az buluntuya malikiz. Asıl Bal - kanlan alırsak burada durum büsbütün fenadır; zira M egara civannda çıkan u- faktefek buluntulardan başka elimizde hiç birşey yoktur. Meselenin izahında başka bir güdük de ön Asyanın tesiri - nin vahdetli ve mütecanis olmuş olmama­ sıdır.

3 üncü bin yılda Anadoluda ve İran yaylasında kültür bakımından birbirin - den ayn iki kültür yaşamıştır. Müşkülle­ ri sayarken cenubdan gelen Sami tesirleri ile menşeleri tamamen halledilememiş o-

\

lan Sümerlerin tesirini ilâve etmek lâ - zımdır. (Lisanı ve Arkeolojik araştırma­ ları nazarı itibara alarak Sümerleri, kuv­ vetli bir Türk unsurunu ihtiva eden bir halita milleti telâkki ediyorum) Ön A s­ ya kültür cereyanı içinde Anadolunun payını tamamen meydana çıkarmak he - nüz kolay değildir. Coğrafî yakınlık do- layısile Anadolunun tesirinin İran ve Mezopotamyanınkinden daha büyük ol­ duğu zannedilirse de, 3 üncü bin yılın başlarından itibaren Yunanistanda üç ne­ vi renkli keramik kültürü inkişaf etmiştir ki bunlar İran ve civarının kültürüne çok benzerler. Fakat Anadolu karakterini haiz değildirler. Torosu şarkî ve Torosu garbı kültürleri diye ayırdığım bu iki kültürün ayni menşeden gelmesi muhte - meldir. İranla Yunanistan arasındaki me­ safe yüzünden bu münasebeti inkâra te­ şebbüs edenler olmuştur; fakat unutma - malıdır ki Anadoluda henüz 4 üncü bin yıla aid kültür tabakası bulunmamıştır. Kıbrısta 3 üncü bin yıl keramikinin altın­ da renkli keramik bulunduğundan, bu kültürün muayyen bir safhasının deniz tarikile Irandan Yunanistana gelmiş ol - ması tahmin olunmaktadır. Zira Girid- de de 3 üncü bin yıl başında hiç beklen­ medik bir anda bir boyalı resim üslûbu başgöstermektedir. O halde Avrupanın cenubu şarkisi 3 üncü bin yıl başında A- nadoludan değil, ön Asyanın arka kısım­ larından tesirler almıştır. Bittel iki mü­ him noktayı tespit etmiştir: 1) Anadolu­ da 3 üncü bin yıldan evveline aid bulun­ tu yoktur. 2 ) Anadoluda biıbirile kara­ beti olan iki kültür grupu tefrik olunabi-, lir. (garb ve şark) bence bu iki grupla Siklad, Hellad, Girid - Minos ve ilk Kıbn* gruplan şarkî Akdeniz grupu al - tında toplanabilen büyük bir vahdet teşkil ederler. Bunu kabule cesaret ede- miyen bir çok âlimler varsa (UkJbulun *

(2)

( O C-2)

t.

tular ve ziraat, hayvancılık ve maden iş­ leme sanayii bu fikri teyid etmektedir - ler.

. Anadolu - Ege kültür vahdetinde te­ sirin garbdan şarka mı, yoksa şarktan garba mı geçtiği suali mühimdir: Ege havalisindeki durum bunun hallini müm­ kün kılmaktadır: Hellas kültüründen ev­ vel Yunanistanda Toros garbı dediğim ve herhalde şarktan gelmiş olan kültür olduğunu gördük. 3 üncü bin yılda bu kültür H ellas kültürü karşısında gittikçe zayıf düşmüş: binaenaleyh buradan şar- 1 ka doğru bir tesir mevzuubahis değildir. Giritte menşei Suriye olan bir neolitik kültür vardır. Bu da Minos kültürü kar­ şısında mahvolmuştur. Adaların da hare­ ket noktası olmuş olması muhtemel de - ğildir. O halde şarkî Akdeniz kültür vah­ detinin menşei olarak ancak Anadolu mevzuubahsis olabilir. 3 üncü bin yılda Anadolu kültürü bir şehir kültürüdür. V e Eğeye geçince de bu karakterini mu­ hafaza etmiştir.

Bu çok mühimdir. Z ira iki bin yıl sonra Avrupada klâsik kültürün hare - ket noktasını teşkil eden unsur bu su - retle Anadoludan gelip Adalardan ge - çerek Avrupaya girmiş oluyor. S arkî Akdeniz kültürünün Balkan ve Tuna havalisine geçmesi için iki yol açıktı: 1) Marmara sahilleri, 2 ) Şimalî Yunanis - tan. Birinci yoldan kültür bozulmaksızın geçmiş ve şarkî Bulgaristana vasıl ol - muştur. Bu kültür burada yerli unsurlar­ la karışmış olabilir, fakat mühim olan nokta, Truvanm menşei olmayıp bilâkis Anadoludan gelmiş olmasıdır. Orta Ma- kedanyoda evvelâ Yunanistanın eski kül­ türü vardır; fakat 3 üncü bin yılda şarkî Akdeniz kültürü hâkim olmağa başla - mıştır: Bu kültür Makedonyaya kısmen doğrudan doğruya şarktan, kısmen de bilvasıta Yunanistan üzerinden geçerek girmiştir.

Araştırmaların bugünkü durumu, T u ­ na kültür devresinin ehlî hayvan ve zi - raatin menşeleri hakkında kat’î birşey söylemeği mümkün kılamıyor; maamafih bunların bir çok unsurunun ön Asyadan ve bilhassa Anadoludan geldiği anlaşıl - maktadır. Madenlere gelince, Anadolu kültürü bunları keşfetmemiş fakat bun

-larm tanınması için vasıta olmuş olacak­ tır. Menşei daha ziyade şarktadır. Kera- mikte vaziyet başkadır. Tuna ve Balkan çanak çömleğinde bilhassa boyamanın cenubu şarkide bulunduğu kolaylıkla is­ pat edilebilir. Fakat bu menşe Anadolu olmayıp Toros garbıdır. Tuna havalisi kültür çevresinin cenubu şarkisinde renk­ li olmıyan bir keramik vardır. Evvelce bunun menşeini kayıdsız ve şartsız ola - rak şarkî Akdeniz kültürü olarak gör - müştüm. Bugün bunun mübalâğalı oldu­ ğunu anlıyorum. Maamafih inkişafında Anadolu - Ege tesirleri mühim roller oy­ namışlardır.

Profesör Şemseddinin tezi

İkinci tez, profesör Şemseddin Günal- taymdı. «İslâm âleminin inhitatının sebebi Selçuk istilâsı mıdır» mevzulu olan bu tez büyük bir alâka ile takib olundu.

Dokuzuncu ve onuncu asırlarda müslüman şarkta büyük bir hız alan ilim hareketinin müteakrb asırlarda duruşu ve şarkın yavaş yavaş kesafeti artan bir ce­ halet kâbusile örtülüşü keyfiyetini Selçuk istilâsının bir neticesi gibi göstermek bir zamandanberi moda olmuştur.

Vaktile Ernest Renan tarafından ileri sürülmüş olan bu iddianın son zamanlar­ da bazı gene Arab müellifleri tarafından da hararetle müdafaa edildiği görülmek­ te olduğundan tarihî hakikati meydana koymak üzere yüksek huzurunuzda bu mevzuu tetkik etmeği İlmî ve millî bir vazife saymaktayım. İddia şudur:

1 — Dokuzuncu ve onuncu asırlarda İslâm dünyasına en parlak devrini ya - şattıran ilim hareketi, Türk olmıyan un­ surların eseridir.

2 — Parlak bir inkişafa mazhar olan bu hareket, Selçtfk Türklerinin ön A s - yayı istilâ etmeleri neticesinde durmuş, bu hal İslâm dünyasının umumî inhita - tına sebeb olmuştur.

Bu iddianın nekadar esassız ve rea • liteye nekadar zıd olduğunu göstermek için evvelâ müslüman dünyasındaki lâik ilim ve felsefe hareketinin nerede ve kim­ ler tarafından yaratılmış ve hangi dimağ­ ların yardımile hızlanmış olduğunu, son­ ra da bu hareketin nasıl ve ne gibi amil - ler tesirile durduğunu araştıracağız:

(3)

Hepiniz bilirsiniz ki İslâm münyasında esaslı fikir hareketi sekizinci asrın ikinci yarısında parıldamağa başlamıştır.

Bu hareketin başlıca iki inkişaf sahası görülmektedir. 1) ö n Asyada Irak. 2) Orta A syada Maveraünnehir ve Bak - teryan. Irakta bu hareket ilk defa (B a s­ ra) da başgöstermiş, sonra (B ağd ad ) a intikal ederek bu şehirde inkişaf etmiştir. Orta A syada ise ötedenberi ilim merkez­ lerinin Buhara ve Belh şeıhrleri oldukla­ rını ve bilâhare Buharanm birinci mevkii işgal ettiğini biliyoruz.

Çin Vekayinamelerinin şehadetleri veç­ hile milâdî altıncı, yedinci ve sekizinci a- sırlarda Orta Asyanm Maveraünnehir, Horasan ve Bakteryan havalisinde bü - yük ve eski bir kültür yaşıyordu. Felsefe ve lâik ilimler hakkında Memun devrin­ den itibaren başlıyan telif faaliyetinin ba­ şında bilhassa Orta Asyalı Türkler gö - dilmektedir. Bunlar arasında felsefe ve tıbda Faraplı Uzlukoğlu Ebu Nasr Mehmed, Belhli Ebu Zeyd, Buharalı Ibni Sina, Serhaslı Ahmed îbni Tayyıb, tabiiyat ve coğrafyada Harezmli Ebu Reyhanı Birunî, riyaziyatta Arık oğlu Ebu Nasr, Harezmli Mehmed bin Mu­ sa, Habeşül Hâsib, îbni Türk Îlceylî, hey’ette Ferganalı Ahmed bin Kesir, ta­ rihte Sol tekin oğlu Ebu Bekir Mehmed, edebiyatta Soltekin oğlu İbrahim gibi Türk çocukları, yalnız İslâm tarihinde de­ ğil beşer ilim tarihinde mevki almış müm­ taz şahsiyetlerdir.

Bu Türk çocuklarının yarattıkları müs­ pet ilim hareketinin en feyizli ve en de - vamlı akisleri kendi ana yurdlarında gö­ rüldü. Memun ölümünden 41 sene sonra Buhara merkez olmak üzere Türk ille

-rinde kurulan Samanoğulları devleti; Irakta felsefeyi ve lâik ilimleri tenkile ça­ lışan halife Elmuktedadbillaha karşı, bunların kudretli ve samimî bir hâmisi o- larak sahneye atılmıştı. Bu hanedanın o- nuneu asrın ikinci yarısında ve bilhassa bu kısmın sonlarına doğru devamlı siyasî buhranlar geçirdiği zamanlarda bile, Bu­ hara fikir ve ticaret hayatının en büyük merkezlerinden biri olmakta devam et - miştir. Bu asırda Buhara yalnız Türkis- tanın değil, bütün feodal İslâm dünyası­ nın en mühim bir ilim merkezi olmak te - fevvukunu muhafaza etmiştir.

Samanoğullannm müslüman şarkta parlak şöhretini asırlarca muhafaza eden büyük kütübhaneleri lâik ilimlere aid e- serlerle dolu bulunuyordu. Buradaki ki- tablarm lâik ilimlere aid ve müelliflerinin de Türk olduklarım Metali haşiyesinde­ ki bir kayidden öğreniyoruz. Türk filo­ zofu Fârâbiye Aristoya nisbetle (mualli­ mi sani) unvanını kazandıran (Ettali - müssâni) unvanlı felsefî ve İlmî eser de bu kitablar arasında bulunuyordu. Îbni Sina gibi bir âlimin yüksek irfanını med­ yun olduğu bu kütübhane ne yazık ki Samanoğullannm felâketli zamanlannda yanmış, muhtevi olduğu yazma tek nüs­ halar ebediyen kaybolmuşlardır.

Topkapı sarayı Sultan Ahmed kütüb- hanesinde 2935 numarada mukayyed o- lan (Camiüttevarih) ni müellifin haya - tında yazılan ikinci cildinin 168 inci sa- hifesinde A li Samanın Türk ırkından ve Oğuz boyundan olduğu sarahaten kay - dedilmektedir. Bu sarahat ayni eserin ha­ zine kütübhanesinde 1654 numarada mıikayyed olan nüshasında da aynen

(4)

( A )

mevcuddur. Bundan başka Bağdat köş­ kündeki 282 numarada gıukayyed H afız Ebru mecmuasında ayni sarahat görül - mektedir.

Esasen kıymetli membalardan olan bu iki eserdeki sarahatler olmasa da, bu ha­ nedanın Türk olduğunu kabul etmek mecburiyeti vardır. Çünkü hanedana adı­ nı veren büyük ceddin tarihlerde gördü­ ğümüz ve unvanları mensub olduğu mil­ liyetin silinmez damgasını taşımaktadır.

Tarihin karanlıklarına gömülen za - manlardanberi muhtelif adlarla anılan Türklerle meskûn olan sahalarda Oğuz boyuna mensub bir hanedan tarafından kurulan bu devletin, şimdiye kadar bize öğretildiği gibi bir Pers devleti değil, her manasile bir Türk devleti olduğunda kimsenin şüphesi kalmamıştır.

Selçukilerden evvel büyük İslâm im - paratorluğu içinde zuhur eden devletler arasında en medenî bir sima arzeden ve esaslı teşkilâtile bütün İslâm feodal dev­ letlere örnek olan Şamanoğullan devle - tinin hayranlıkla şahidi olduğumuz si - yasî, İçtimaî, İktisadî, İdarî teşkilâtı ve yüksek kültürü tamamile Türk dimağının mahsulüdür.

îslâmda felsefe ve lâik ilimler hareke­ tini yaratan ve kuvvetlendirenlerin Türk- lerden başka unsur olduğu yolundaki id­ dianın hakikatten nekadar uzak ve neka- dar vâhî bir iddia olduğunu tebarüz et­ tirdikten sonra şimdi mevzuumuzun ikinci kısmına, yani İslâm âleminde başlamış o- lan müspet ilim hareketinin durmasını Selçuk istilâsına atfeden iddianın müna­ kaşasına geçiyorum:

İlmî bir tetkike dayanmıyan bu iddia­ nın nekadar çürük olduğunu tebarüz et - tirmek ve tarihî hakikati meydana çıkar­ mak içn, müsaadenizle dokuzuncu asır ortalarından başlıyarak müslüman dün - yasının geçirdiği İçtimaî ve dinî safhalara seri bir nazar atalım: Nekadar seri olursa olsun bu tetkik neticesinde şimdiye kadar siyasî sahada araştırılan ve tabiî buluna- mıyan hakikî inhitat amili kendiliğinden tebarüz etmiş olacaktır.

Abbasî halifelerinden Vasıkbillah (843-847) dokuzuncu asır ortalarına doğru gözlerini hayata kapadığı zaman, Memunun kurduğu rejim icabı olarak

ve-hinde bildiğiniz parlak ilim ve terakki devrini temin etmişti. Fakat Vasıktan sonra iktidar mevkiine garib tabiatli kar­ deşi Mütevekkilalellah (847-861) ge­ çince vaziyet değişti, geri zihniyetli olan bu adam ihtimal ki müteassıb güruhu ka­ zanmak gibi siyasî bir düşüncenin de sev- kile an’anecileri iltizam etti. Rasyona * üstlere karşı bir tenkil mücadelesi açtı. Onlan birer birer iş başından attı. Aleyh­ lerinde şiddetli takibat yaptırdı. Mekke- li Abdülâziz İbni Y ahya gibi mürteci müşavirlerin tahrikile rasyonalistlerin başhâmisi olan vezir Mehmed bin A b • dülmelikzeyyad’ın bütün mallarını mü­ sadere etti, kendisini de demir bukağılara vurarak tedricen kızdırılan bir fırın içine attırdı. Bedbaht adam yavaş yavaş kav­ rulmak suretile dört gün cehennem azabı çektikten sonra öldü.

Vezirin ölümünden sonra felce uğn - yan Kadiyülkuzat Ahmed bin Duvadm da malları müsadere edildi. O da hasta­ lıkla yoksulluğun pençesine terkedilmek suretile öldürüldü. Rasyonalistlerden Herthame ise parça parça edildi. R as - yonalizm ve lâik ilimlerin tedrisi meno - lundu. İktidarı ellerine alan an’aneciler tedrisatı kuran ve hadis çerçevesi içine hasrettiler. Bu çerçeve haricinde oku * mak ve düşünmek menedildi. Mütevek­ kille başlıyan bu hareket, halife M u - tadıd Billâh (892-902) zamanında fel­ sefe ve lâik ilimlere aid kitablarm yakıl­ ması gibi bir vahşete inkılâb etti. İşkence usulleri bulmakta engizisyon reislerinden mahud Thomas Tarquemada’ya taş çı­ karttıracak kadar mahir olan bu honhar halifenin ilk kurbanı Serhas Türklenin - den filozof Ebuttayyiıb Ahmed oldu Felsefe ve tarihe aid kıymetli eserler ya zan bu bedbaht âlim, mallan müsadere edildikten sonra öldürüldü.

Fakat, Selçuk devletinin kuruluşun - dan 127 sene evvel yani 913 tarihinde an’aneciler hiç beklemedikleri bir şahsi­ yetin bu sahada kendilerini feşkalâde kuvvetlendirecek yardımına mazhar ol - dular. Bulunduğu rasyonalizm sınıfından ayrılarak kendilerine iltihak eden bu zat, Yemenli Ebu Musel Eşari ahfadından Ebülhasanül Eşari idi. 873 te Basrada doğmuş olan Eşari, rasyonalistler mekte­ binde tahsil etmiş, onların İlmî ve felsefi zırlik, kadiyülkuzatlıktan başlamak üze- metodlarını Öğrenmiş, kırk yaşma kadaı re bütün devlet teşkilâtı rasyonalistlerin rasyonalistler safında çalışmıştı. Fakal elinde bulunuyordu. Bu hal, İslâm tari - tıab’an mağrur ve kindar olan bu zat gü­ nün birinde övey babası ve rasyonalist ■ lerin reisi olan Ebu A li Cibaîye kızarak

(5)

bu mektebden ayrıldı. A n’anecilerin sı - fatiye mezhebile ekseriyetin taraftar ol­ duğu cebriye mezhebi esaslarında cüz’î tadilât yapmak suretile yeni bir mekteb kurdu.

Rasyonalistlerin İlmî metodlarile mü­ cehhez natuk bir hatib, kudretli bir man­ tıkçı olan Eşarinin an’aneciler safına il­ tihakı büyük bir hâdiseydi. O zamana kadar İlmî münakaşalarda daima rasyo­ nalistlere mağlûb olan an’aneciler, Eşari ile kuvvetli bir müzahir bulmuş oluyor­ lardı.

G azâli eserlerile yalnız felsefe ve ras­ yonalizmi yıkmağa çalışmakla iktifa et - memiş, ayni zamanda o vakte kadar Se- lefiye ve Kerramiye mezhebleri gibi a - vam arasında barınan tarikatçılığa da bir cazibe vermiştir. Süryeli zengin bir Hıris- tiyanın Remlei Şamda yaptırdığı ilk tek­ kede hakikî hüviyeti bugüne kadar tama- mile bilinemiyen Ebu Hâşim Sofî tara­ fından sekizinci asır ortalarında temeli a- tılan tarikatçılığa mukâşefe yolu adım ve­ ren Gazâli onu sönük ve mensi savma - asından çıkarmış, müstakbel sultasına namzed etmiştir.

Ölümü üzerinden henüz yarım asır geçmeden bütün müslüman dünyasında ermiş bir veli, emsalsiz bir âlim otoritesi­ ni kazanan Gazâlinin bir taraftan felsefe ve lâik ilimleri aforozlaması diğer taraf­ tan da tarikatçılığa bir hız, bir hamle ve­ rişi hayatında kendisinin de tahmin ede- j| memiş olacağında şüphe etmediğimiz şu iki meş’um neticeyi verdi:

Onun kut»î ve İlmî emsalsiz şöhretinin parıltısı karşısında kamaşan gözler, yara­ salar gibi görmiyecek hale geldiler. G it­ tikçe daralan bir çerçeve dahilinde dü - şünmeğe mahkûm kalan dimağlar ya E ş’ariyye mektebinin lâbirentleri içinde bunaldılar veya meskenet ve atalete sü- riikliyen tarikatçılık izbeleri içine gö - müldüler.

E ş’ari sistemi, zekâları skolâstik çem­ beri içinde söndüren bir mekteb halini al­ dığı zamanlardaydı ki İslâm dünyasının İçtimaî, İktisadî, hukukî ve medenî ka - nunlarmı ihtiva eden Fıkıh da, an’ane - ciliğin galebe eden tesirlerde Lbuhanife- nin açtığı geniş yoldan sapmağa başla­ dı. Neticede zaman ve mekânın ahval ve şeraitin tebaddülile hükümlerin de değiş­ mesi zarureti unutuldu. İktisadî ve fikrî saslar gibi hukukî ve hayatî prensipler de hiçbir suretle değişmiyen, ihtiyaç ve icab- lerla alâkalı olmıyan ceemid formüllere, medenî insanların fikir hamlelerini, ha - yatî faaliyetlerini felce uğratan iptidaî telâkkilere bağlandı.

İlim, zamanın, ihtiyacın doğurduğu hâdiselere cevab vermek için asırlarca evvele aid olan kuru ve cansız formülleri aramaktan ibaret addedildi. Artık vic - dan ve irfan hürriyeti kalmamış, dimağ­ lar şahlanan küflü bir zihniyetin mahkû­ mu olmuştu. Fikri kurutan, zekâyı söndü­ ren, hayatı çürüten bu hal, pek tabiî o - larak İslâm âleminin umumî inhitatını hazırlamış oldu.

Zamanın darlığını düşünerek kısalt • mağa mecbur olduğum şu izah müslüman dünyasındaki inhitatın hakikî sebeblerini nerelerde aramak lâzım geldiğini göster­ diği kadar, Türkiyeyi kurtaran büyük in­ kılâbın nekadar engin ve şuurlu bir gö­ rüş, ne derece zaruri ve kurtarıcı bir ham­ le mahsulü olduğunu da tebarüz ettirmiş olacağını ümid ediyorum.

Görüyorsunuz ki felsefe ve lâik ilim­ lerin boğulması, İslâm dünyasının inhita-

a sürüklenmesi sebebini Türk istilâsında aramak, eğer cehalet eseri değilse, kötü bir garazkârlıkta nbaşka birşey değildir. Eğer Selçuk istilâsının hakikî neticeleri aranacak olursa, İslâm dünyasının inhi - tatile değil, sürüklendiği kat’î ölümden kurtulmasile karşılaşırız. Bu hakikati te­ barüz ettirmek için Selçukilerin Ceyhun boylarına indikleri asırda İslâm dünya - sının arzettiği manzarayı çizeceğim. Manzara şöyle idi:

Büyük Abbasî imparatorluğu parça • lanmış, birbirlerine rakib feodal devlet - lere bölünmüştü. Mütemadiyen birbirle- rile boğuşan prensler, muhtaç oldukları parayı bulmak için kendi tebaalarını so­ yuyor, hasma aid memleketleri de yağma ettiriyor, bu suretle sefalete sürükledikleri halkı sonunda kan ve ateş içinde boğu - yirlardı. Sık sık batıp çıkan bu hükümet­ lerin adedi onbirinci asrın ilk yarısında on beşi buluyordu. Bunlardan Bağdadı, hilâfet merkezini istilâ eden Buveyho - ğullan bir taraftan kendilerine her iste - diklerini veren halife Müstekfiyi sürüye- rak sarayından pıkarıp gözlerini oydu - rurken diğer taraftan da tahrik ettikleri Sünnî - Şiî mücadelesi neticesi olarak Bağdadı yağma ettiriyör, yaktırıyor, bi­ günah halkı sokaklarda parçalattırıyor­ lardı.

Mısırda Fâtimî halifesi Hakjmbiem- rillâh, günün birinde siyah kölelerine K a- hireyi yakarak halkın mallarını yağma, kadınlarını esir etmeleri emrini veriyor, neticede masum halkla siyah köleler a - rasmda üç gün üç gece boğuşma sahnesi olan Kahirenin üçte biri yanıyor. Ayni halife diğer bir gün kadınlan sokağa

(6)

çık-maktan menediyor. Kadın ayakkabısı yapacak kunduracıları idam ettireceğini ilân ediyor. Bu emir hilâfına sokağa çı - kan her kadını parçalattırıyor, ölüm kor- kusile Kahirede tam yedi sene hiçbir ka­ dın, ne gece, ne gündüz başını evinin ka­ pısından dışarı uzatamıyor.

Siyaseten bu vaziyette bulunan İslâm dünyası, İçtimaî hayat itibarile daha acık­ lı bir manzara arzediyordu. Siyasî veya usulî ihtilâflar yüzünden zuhur eden mez* hebler gittikçe çoğalmış, Selçuk devleti - nin kuruşundan iki sene evvel (1 0 3 8 ) de ölen Abdülkahiri Bağdadînin ifadesine göre adedleri 72 yi bulmuştu. Yekdiğe­ rini tekfir eden bu mezıhebler, müslüman- ları, birbirlerine hasımıcan olan, 72 gru- pa ayırmıştı. Bunlardan Hanbeliler, ras­ yonalistlerin tenkilinden sonra kuvvet ve cür’etlerini artırmış, devlet otoritesinin bulunmamasından istifade ederek şarab ve musiki aletleri aramak bahanesile ev - leri basacak kadar sür’et bulmuş hatta kendilerile hemfikir olmıyan bazı âlim- ; lerin kabirlerini açarak cesedlerini yak­ mak gibi vahşetler göstermeğe başlamış - lardı. Bu suretle mahkûm ettikleri zevat arasında büyük İslâm müverrihi îbni Ce- rir Taberî de bulunuyordu. Bütün bu ah­ val büyük şehirlerde Ayyarlar denilen bil çapulcu sınıf türemesine yol açmıştı. Bun­ lar, satvetli bir devlet otoritesinin bulun­ masından istifade ederek halkı kasıp ka­ vuruyorlardı.

İslâm dünyasının siyasî, İçtimaî, ahlâ­ kî ve İktisadî bakımdan çok düşkün ve anarşik bir devrinde kurulan Selçuk dev­ leti, o zamana kadar Abbasî imparator­ luğunda zuhur etmiş olan devletlere nis- betle başka bir mahiyet arzediyordu. Bu devletler Abbasî imparatorluğunun sine­ sinden fışkırmış, onun mikroblu kucağın­ da büyümüşlerdi. Bu hükümetleri kuran­ lar da Abbasî halifeleri veya onların vas- sallari tarafından nasbedilmiş valiler ve­ ya kumandanlardılar. Halbuki Selçu- kiler ilk günden itibaren müstakil olarak sahneye çıkmış, yüksek seciyelerle mü - cehhez, canlı ve özlü millî bir orduya is- tinad ediyorlardı. Orta Asyanın yüksek yaylalarından inen Selçuk Türkleri ne Bağdadı çürüten yalan, riya, gammazlık, bühtan, nifak, mühasede, rüşvet ve ihti­ las gibi ahlâkî reziletlerle ülfet etmiş, ne de mezheb mücadelelerde manen bozul­ muşlardı. Tabiatl mücadele ede ede ye- tişn bu insanlar talbiat kanunlarını kavra­ mış, realiteye, müspet düşünmeğe ve gör­ meğe alışmışlardı.

İranı istilâ ettikten sonra Iraka ine’"

Toğrul Bey tac dilenmek için değil, tah­ tını kaybetmiş olan halife Kaimbiemril- lâha hüriyet ve devlet bahşetmek için Bağdada gitmişti. İşte bu şerait içinde kurulmuş olan Selçuk devletinin İslâm dünyasına hakimiyetinin hakikî neticeleri şu oldu:

1 — Yakınşarkı sarsmakta olan anar­ şik devir nihayet buldu. Efganistandan Akdeniz kıyılarına, Mısır hududlarına

]

kadar uzayan sahalarda tek bir idareye bağlı, disiplinli bir imparatorluk kurul - du.

2 — Geniş imparatorluk dahilinde herkesi malından, canından emin olarak yaşatan kanunlar, hükümler cari olmağa başladı.

3 — Vergiler tanzim edildi: Halkı ezen haksızlıklar, usuller kaldırıldı.

4 — Türkistandan Akdenize kadar uzayan geniş sahada asayişin takarrürü, ticaretin inkişafına yol açtı. $arkla garb arasındaki kadim ipek ticareti yolu yeni­ den açılmış oldu.

5 — Melâzgird zaferi, anarşik devir­ den istifade ederek bir taraftan Erzuru- ma, diğer taraftan U rfaya, Trablusşa - ma, Ham aya kadar ilerlemiş olan şaıkî Roma imparatorluğunun eski vaziyetini iade etmek yolundaki hülyalarına hitam verdi.

6 — Bütün din ve mezheblere karşı bitarafane hareket etmek seciyesile müte- halli olan Türkler, biri diğerini boğmak istiyen ve devlet içinde devlet rolünü oy­ namağa yeltenen mezheb pirevlerine dev­ let otoritesini tanıttırdı. Büyük şehirleri birer harb sahasına çeviren mezheb kav­ galarına, ayyarlar çapulcuğuna kat î bir nihayet verdi. Bu suretle vicdan ve ka­ naat hüriyeti temin edilmiş oldu.

7 — Selçuk Sultanlarının İslâm dün - yasına kazandırdıkları huzur ve asayiş Saman oğulları ülkesi müstesna olmak ü- zere- bir zamandanberi durmuş olan ilim hareketine yani bir inkişaf hızı verdi. Rey de, îsfehanda, Bağdadda, Nişa- burda yeni üniversiteler açıldı. Hastane­ ler yanında T ıb fakülteleri kuruldu. Bu üniversitelerde Khayyam gibi riyaziyat ve felsefede temayüz eden bir âlim, E l - mugni Fittıb müellifi Ebülhasan Said ibni Heybetullah gibi bir filozof tabib, Takvimülebdan fi Tedbirülinsan müelli­ fi İbn Cezle gibi bir tabiiyat ve filozofi mütehassısı, nihayet Ebülferec bin Tay- yib ayarında bir tabiiyat âlimi yetişti. ^

B — Selçuk Türkleri, Müslümanlığı ön A syada boğmak ve çıktığı çöle sok - mak hırsile şarka akan Haçlılara karşı koyarak Suriye - Mısır ve Mezopotamya

(7)

Araıblığmı kurtardılar.

9 — Türklerin centilmenlikleri H aç­ lılarda papaz tahrikatının uyandırdığı huşunesi izale etti. Bu sayede şark mede- niyetile uzun müddet yakından temas im­ kânını buldular. Bu temas ve tetkik ni­ hayet garbda Rönesansı boğacak bir ze­ min hazırlamış oldu.

Türk tarihi düne kadar bizzat Türk- ler tarafından yazılıp müdafaa edileme­ diğinden yalnız müslüman dünyası için değil bütün beşeriyet için bir yükselme hızı olan Selçuk istilâsı, yabancılar tara - fmdan bir felâket âmili gibi gösterilmiş ve bazılarını saydığım hakikî neticeler ih­ mal edilmiştir.

Felsefe tarihi ve Türk

mütefekkirleri

Profesör von Aster bu mevzulu tezi­ ne başlarken Türklerin felsefe tarihin - deki payını araştırmağa çalışacağını mu­ kaddime olarak söyledikten sonra; garb felsefesinin başlangıçlarının ilk defa kü­ çük A sya sahillerinde göründüğünü, bu­ nunla beraber bu sahillere Sümerlerin mi­ rası intikal etmemiş olsaydı astronomik tasavvurların kurulmasına imkân bulun - mıyacağını ilâve etmiştir. Müteakiben Ortaçağ felsefesini yeni bir zaviyeden tetkike girişeceğini söyliyen von Aster Fârâbi ile îbni Sinayı tahlil, İslâm ve hıristiyan felsefelerde mukayese e^miş, Türk felsefesinin müstakil tefekkür ka - rakteri taşıdığını ve Eflâtunda Aristo’ya aid fikirleri inkişaf ettirip ileri götürdü - ğünü ileri sürmüş, en sonra; garb tabiat üzerinde İlmî ve teknik hakimiyetini tesis etti, halbuki şark, ruhun enginlerine karşı garbdan daha kıymetli ve daha derin bir anlayış gösterdi. Bugün bu iki tarafı bir­ leştirmek icab eder, bu hususta ehemmi­ yetli bir rol oynaması mukadder olan bir millet varsa o da Türk milletidir demiş - tir.

Antropolojik tarihimizin yeni

vesikaları

Ecnebi kadın âlimlerden Marguerite Dellebach «Türklerin antropolojik ta - rihlerine dair vesikalar» mevzulu tezinde muhtelif ön A sya ve Balkan memleketle­ rinin ırkları hakkında brakisefal veya dolikosefal olmaları bakımından izahat vermiş, neticede orta Asyadan Tunaya kadar olan sahada uzun veya ortaboylu brakisefallerin galib ve hâkim bulundu - ğu memleketlerle, uzunboylu dolikose - fallerle meskûn memleketleri -azçok tak­ ribi olarak- ayırmıştır.

ikinci celse

Bu tezden sonra, Kurultay on beş da­ kika için tatil yapmıştır.

İkinci celse, M aarif Vekili Saffet A- rıkanm riyasetinde toplanmıştır.

Profesör Dr. Fuad Köprülü Orta zamanda Türk hukuk meseleleri mevzu­ lu tezini izah etmiş ve uzun uzun alkış - lanmıştır.

Fuad Köprülü bu kıymetli tezinde Türklerin hukuku hakkında şimdiye ka­ dar garb ilim âleminde mütearife gibi tekrarlanan «Türkler ancak İslâm olduk­ tan sonra hukukî müesseselere malik ol - muşlardır; bunlar da tamamile İslâmî müesseselerdir. Bunlarda Türklere aid bir hususiyet aranamaz.» hüküm ve id - diasına karşı, bilhassa müslüman Türk - lerin kurdukları devletlerin âmme hu - kukunu tetkik ederek tarihin en eski de - virlerindenberi devletler kurmuş - yani âmme hukuku vücude getirmiş- olan Türklerin, ilsâm olduktan sonra da es­ ki hukukî an’anelerini devam ettirdikle - rinden başlıyarak Osmanlı devletinin ku­ ruluşuna kadar muhtelif zaman ve me - kânlardaki Türk devletlerinin siyasî ve İdarî müesseselerinin nasıl birbirine ben­ zediğini izahla beraber bunların müslim ve gayrimüslim sair komşu devletlerin müesseseleri üzerindeki tesirlerini teba - rüz ettirmiştir.

Türk tarihi hakkında İtalyanca

mehazler

Bunu müteakıb profesör Rossi, İtalya kütübhane ve arşivlerinde Türk tarihine aid türkçe ve İtalyanca mehazlar hak - kında türkçe bir konferans vermiş ve çok alkışlanmıştır.

Tarihte Anadolu hakkında bir tez irad etmesi mukarrer olan profesör Boch hasta olduğundan tezi okunama - mış, azaya dağıtılmıştır.

Tabı san’atının keşfi

Profesör Bossert bu mevzudaki tezile çok alâka uyandırmıştır.

Profesör, bu tezinde tabı san’atının prensipi ve tâbi olduğu şartları göster - dikten sonra Çinlilerin ve Uygurların ta­ bı hakkındaki buluşlarım izah etmiş, Fa- isto diski üzerindeki incelemeleri anlat - mıştır.

Kurultay bugün gene saat 14 te topla­ nacaktır.

(8)

en

Seksiyonların faaliyeti

A

seksiyonunda profesör Haşan R e - şid Tankut, dil ve ırk münasebetleri; pro­ fesör Persson, tarihten önceki Yunanis - tanla küçük A sya arasındaki münasebet­ ler; profesör Robde, Roma ve Anadolu ana ilahesi, profesör Dr. Ruben, Milâd- ' dan 1000 sene evvel A sya içlerinde mu­

haceret eden Hindistan demircileri ara - smda; profesör Kerim, Sümer riyaziye - I sinin esası ve mahiyeti mevzulu tebliğleri

yaptılar.

B seksiyonunda da profesör Geza Fe- her Türko - Bulgar, M acar ve bunlara akraba olan milletlerin kültürü, Türk kültürünün Avrupaya tesiri; profesör Fettich, Seket te bulunan bir prens me­ zarı; profesör Reşid Rahmet Arat, Türklerde tarih zaptı, profesör İsmail Hakkı İzmirli de Türk kültürünün is - lâmdan önce Arabistandaki izleri mev­ zulu tezlerini irad ettiler.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

11 Mirresul Ezimbeyli Hollanda-Roterdam Üniversitesi İ ktisat Fakültesi 12 Pervin İmamguliyev Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 13 Suad Muradov

TDAV Gençlik kolları üyesi ve İTÜ öğrencisi Metehan Kalem’in Cemal Oğuz Öcal’ın Osman Batur için yazmış olduğu anlamlı bir şiiri seslendirmesi ve

Ramazan Taşdurmaz, oturumun giriş konuşmasında, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Kurucu Baş- kanı Turan Yazgan’ın, Atatürk’ün Türkçülüğünü ve Türk

Proğramda, Çanakkale belgeseli izlendi, Çanakkale şiirleri okundu Program sonunda Türk Dünyası Bakü Atatürk Lisemizin birinci sı- nıf öğrencilerinden Muhammed

(Fotoğraf: 43) Turan Yazgan Hoca- mızın sevgili eşleri Gülen Yazgan Hanımefendi başta olmak üzere aile fertleri, sivil toplum kuruluşu tem- silcileri, üniversite

Bizler Türk Milleti’nin vefalı ev- latları olarak, vakfımızın şuurlu bi- reyleri olarak, Türk Dünyası Bakü Atatürk Lisesi olarak, nerede bir Türk varsa ve nerede

Turan Yazgan Hoca- mızın muhterem eşi Sayın Gülen Yazgan Hanımefendi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Genel Başkanı Közhan Yazgan, Genel Müdürümüz

TDAV Gençlik Kolları mezunla- rı temsilcisi Tunca, Bakü’de bulunan Azerbaycan Devlet İktisat Üniversite- si Türk Dünyası İşletme Fakültesi ve Türk Dünyası