• Sonuç bulunamadı

GENETİK DETERMİNİZM, İNSAN DAVRANISLARI VE EĞİTİM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "GENETİK DETERMİNİZM, İNSAN DAVRANISLARI VE EĞİTİM"

Copied!
59
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ

EĞĐTĐM BĐLĐMLERĐ ENSTĐTÜSÜ

ORTA ÖĞRETĐM FEN VE MATEMATĐK ALANLAR EĞĐTĐMĐ ANABĐLĐM DALI BĐYOLOJĐ ÖĞRETMENLĐĞĐ BĐLĐM DALI

GENETĐK DETERMĐNĐZM, ĐNSAN DAVRANIŞLARI VE EĞĐTĐM

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

Hazırlayan EMET ÖZTÜRK

Tez Danışmanı Prof. Dr. Turan GÜVEN

(2)

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğüne;

Emet ÖZTÜRK ‘ün ‘Genetik Determinizm, Đnsan Davranışları ve Eğitim’ başlıklı tezi, jürimiz tarafından Ortaöğretim Fen ve Matematik Alanlar Eğitimi Anabilim Dalı, Biyoloji Öğretmenliği Bilim Dalında Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

Adı Soyadı Đmza

Üye (Tez Danışmanı): ... ... Üye : ... ... Üye : ... ...

(3)

i

ÖZET

GENETĐK DETERMĐNĐZM, ĐNSAN DAVRANIŞLARI VE EĞĐTĐM Öztürk, Emet

Yüksek Lisans, Ortaöğretim Fen ve Matematik Alanları Eğitimi Anabilim Dalı Tez Danışmanı: Prof. Dr. Turan GÜVEN

Mart – 2007

Bu araştırma, “moleküler genetik”, “rekombinant-DNA teknolojisi” ve “genetik mühendisliği biyoteknolojisi” gibi yeni bilim dallarının gelişmesi ile ortaya çıkan “genetik determinizm” veya “nörogenetik determinizm” eğilimlerinin Batı’nın bilim literatürüne giren çalışmalarını göstermek ve bunları eğitim açısından değerlendirmek için yapılmıştır. Đnsan davranışlarının genlerle kontrol edildiğini, insan iradesinin çok sınırlı olduğunu bu yüzden sorun oluşturan davranışlarından ötürü sorumlu tutulamayacağını ve davranışların ancak genlerin değiştirilmesiyle düzenlenebileceğini savunan biyolojik determinizm derinlemesine ele alınmıştır. Genetik determinizmi savunanların eğitime bakış açıları ve eğitimin gerekliliğine inanıp inanmadıkları yansıtılmıştır.

(4)

ii

ABSTRACT

This search has completed in order to understand, molecular genetics, recombinant DNA technology and genetic engineering biotechnology. In those days, new scientific developments are coming into being such as genetic determinism and neurogenetic determinism. As we know European scientific studies play important role in new developments. This study combines European studies and their effect on education. According to studies, human behaviours are controlled by genes. Human commands are limited for this reason they can not be responsible for their complex behaviours and only human behaviours are changed by changing their genes so biological determinism is examined in order to show the importance of genes. The people who accepts the idea of genetic determinism give importance to education and their point of view about education is very important and this study reflects their ideas about what they think about education and also the necessity of education.

(5)

iii

ÖNSÖZ

Tez çalışması sırasında, yardımını esirgemeyen, engin bilgi ve tecrübesiyle her şekilde katkıda bulunan tez danışmanım Prof. Dr. Turan GÜVEN’e, arkamda her zaman desteklerini hissettiğim fedakar aileme ve zaman konusunda sıkıntı yaşamamam için her türlü kolaylığı sağlayan Düzce Fatih Endüstri Meslek Lisesi Müdürü Abdullah TATAR’a teşekkür ederim.

(6)

iv ĐÇĐNDEKĐLER Sayfa No ÖZET ………. ABSTRACT ……… ÖNSÖZ ……..……….. ĐÇĐNDEKĐLER ……… 1. GĐRĐŞ ………. 1.1. Problem ……. ……….. 1.1.1. Genetik Determinizm Fikrinin Ortaya Çıkışı ……. ………. 1.1.2. Genetik Determinizm Tezinin Ortaya Çıkışının Sosyal, Politik ve Ekonomik Nedenleri ……….. 1.1.3. Genotip ve Çevrenin Etkisinde Đnsan Davranışları ……….. 1.1.4. Genetik Determinizm ve Eğitim ………. 1.2. Alt Problemler ……….. 1.3. Sınırlılıklar ……… 1.4. Varsayımlar ……… 1.5. Araştırmanın Amacı ……….. 1.6. Araştırmanın Önemi ……….. 2. KONUYLA ĐLGĐLĐ ARAŞTIRMALAR ………. 3. YÖNTEM ……… i ii iii iv 1 2 7 11 14 18 20 21 21 22 24 26 31

(7)

v 3.1. Araştırma Modeli ……….. 3.2. Araştırma Evreni ……… 3.3. Araştırma Örneklemi ……… 3.4. Verilerin Toplanması ……… 3.5. Verilerin Analizi ………. 4. BULGULAR VE YORUM ……… 5. SONUÇ VE ÖNERĐLER ………. 5.1. Sonuç ……… 5.2. Öneriler ……… NOTLAR ………. KAYNAKÇA ……… 31 31 32 32 33 34 40 40 43 44 46

(8)

1

1. GĐRĐŞ

Yirminci yüzyılın son çeyreği içinde biyolojide meydana gelen gelişmeler, insanoğluna hayatın en temel olayları üzerinde benzeri görülmemiş bir kontrol imkanı sağlamıştır. Bu gelişmelerin merkezinde moleküler biyoloji yer almaktadır. Biyolojinin bu bilim dalından rekombinant DNA teknolojisi, genetik mühendisliği ve biyoteknoloji gibi yeni alanlar ortaya çıkmıştır. Rekombinant DNA teknikleri kullanılarak, tabiatta hiçbir zaman gen alışverişi yapmayan türler arasında gen nakilleri gerçekleştirilebilmektedir. Bu yatay gen transferlerinin türlerde bir davranış değişikliği meydana getirmesi kaçınılmaz bir durumdur. Đnsandaki insülin geni bir bakteriye, balıktaki bir protein geni patatese veya soya fasulyesine aktarılabilmektedir. Đnsan Genom Projesi’nin 2001 yılında tamamlanarak, kromozomlar üzerindeki genlerin ve bunların nükleotit dizilerinin belirlenmesi, moleküler genetikle ilgili çalışmaları en yüksek seviyesine getirmiştir. Klasik genetikçiler insanoğlunun her fiziksel özelliği için bir çift gen faaliyetinden bahsederken, moleküler veya modern genetikçiler ise daha da ileri giderek, insanın her hastalığı ve davranışı için bir gen faaliyetinden bahsetmeye başladılar. Đndirgemeci bir yaklaşımla, her bir genin birlikte olduğu gen grubundan bağımsızlığı kabul edilerek, bunun üzerine fikirler inşa etmeye başladılar.

Biyoloji alanındaki bu gelişmeler, eğitim alanında çok eski olan bir tartışmayı yeniden gündeme taşıdı. Đnsan biyolojik donanımının mı, yoksa çevrenin mi eseridir? “Genetik Determinizm” veya “Nörogenetik Determinizm” olarak ortaya çıkan yeni akım; günümüzün eğitim sistemlerini ve sosyal yapısını temelden sarsacak gelişmelere yol açabilir. Nörogenetik determinizm, beyin fonksiyonlarını ve insan davranışlarını genler aracılığı ile açıklamaktadır. Đnsanın, tümüyle biyolojik donanımının emrinde olduğunu savunan bu görüşler, din ve ahlak kuralları tanımayan bir insan modeli önermektedir. Belki bu gelişmeler, gelecekte “eğitimde yeni bir dalgayı” oluşturacaktır.

Biz bu çalışmada, Batı’nın “genetik determinizm” veya “nörogenetik determinizm” konusunda bilim literatürüne yansıyan görüşlerini ortaya koymak

(9)

2

istedik. Konuyu biraz derinlemesine açarak, ülkemizde önemli bir zihinsel hazırlığın yapılmasına katkıda bulunmaya çalıştık.

1.1. Problem

Đnsan davranışlarının temelinde neyin ya da nelerin yattığı eskiden olduğu gibi günümüzde de tartışma konusudur. Doğa bilimcileri insan davranışlarının biçimlenmesinde tamamıyla kalıtımın etkili olduğunu savunurken, sosyal bilimciler davranışları sadece kültürel etkilerin yani çevrenin yönlendirdiği görüşünü ortaya atmaktadırlar (Fukuyama, 2003). Davranışın biçimlenmesinde, genler ve çevrenin etkisini birbirinden ayrı olarak düşünmekte ve beraber etki edeceklerine ihtimal vermemektedirler.

Biyolojide, modern genetiğin geliştiği 1970’li yıllardan sonra, insan davranışlarının nörogenetik determinizm anlayışıyla açıklanmaya çalışılması, eğitim alanında eski bir tartışmayı yeniden gündeme getirmiştir. Bazı davranış bilimcilerine göre, insanlar diğer dış etkilerden bağımsız olarak, genler tarafından kullanılan ölüm-kalım makineleridir. Đnsanlar genler tarafından kullanılmakta, yani genler insanlara hükmetmektedir (Dawkins, 2004). Genler zarar görmesin ve işlevlerini rahatlıkla yerine getirsin diye insanlar varolmuştur. Doğa bilimcileri, insanı hiçe sayarak genleri ön plana almışlardır. Nitekim genetik determinizm, genleri organizmanın özü olarak tanımlamaktadır. Çevre değişip tekrar tekrar şekillenebilirken, genlerin fonksiyonlarının durağan ve değişmez olduğunu, çevresel değişimden ayrı tutulabileceği fikrini öne sürmektedir. Dahası, her genin fonksiyonunun bir diğerinden bağımsız bir şekilde tanımlanabileceğini indirgemeci bir anlayışla kabul etmektedir (Rennie,1993).

Nörogenetik determinizm karşıtları ise genlerin durağan halde bulunmadığını, kopyalanabildiğini, ifade edilebildiğini, mutasyona uğrayabildiğini ve bireyin kalıtımsal bilgisini depolayabilen bir birim olduğunu dikkate almaktadırlar (Klug ve Cummings, 2003).

(10)

3

Genetik mühendisleri çevrenin etkisini unutup sadece genleri işleyerek dünyadaki tüm problemleri çözebileceklerine inanmaktadır. Organizmanın özelliklerini genler belirlediğine göre uygun genleri bir araya getirerek organizmaları tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenleyebileceklerini söylemektedirler (Ho, 2001). Bir özelliği sadece bir gen belirliyorsa, genetik determinizm savunucularının haklı olmaması mümkün değildir. Fakat, kompleks ilişkilere sahip olan genleri birbirinden bağımsız düşünmek pek doğru değildir. Zira genler birbirleriyle ilişki içerisinde olup birbirlerini etkilemektedir (Dawkins, 2004).

Nörogenetik determinizm savucuları; eğitimi tamamıyla çok tali ve dar bir etkinlik alanı olarak görmektedirler. Biyolojik deterministler, insan davranışlarının eğitimle değiştirilip düzeltilemeyeceğine inanmaktadırlar. Đnsanların genler tarafından oluşturulan kalıplaşmış davranışlar sergilediklerini ve bu davranışların ancak genler değiştirildiği takdirde değişebileceğini savunmaktadırlar.

Eğitimciler, eskiden beri insan davranışlarının okulda ve okul dışındaki çevrelerde kazanıldığını söylerler. Davranışların insana sonradan kazandırıldığı klasik eğitim tanımlamasında da özellikle belirtilmektedir. Gerçekten de eğitim, insan davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik değişiklikler meydana getirme süreci olarak tanımlanmaktadır (Ertürk, 1994).

Bazı devletler, genetik determinizm tezini zaman zaman politik bir araç olarak kullanmıştır. Bunların başında Amerika, Almanya ve Đngiltere gelmektedir. Özellikle Almanya, 1930’lu yıllarda öjenik uygulamaları ile saf bir Alman ırkı oluşturma çabasına girmiştir. Bu ülkeler sosyal sorunlara çözüm bulmak, sorunları ekonomkik olarak en az masrafla çözebilmek, göçü sınırlandırmak ve mükemmel bir toplum oluşturabilmek için öjenik temelli poltikalar uygulamışlardır. Böylelikle insanların yaşama ve üreme özgürlüklerini kendi rızaları olmaksızın ellerinden alabilmeyi bile meşrulaştırmaya çalışmışlardır (Allen, 1997).

Đkinci Dünya Savaşı`ndan önceki yıllarda genetik determinizm birçok ülkede sosyal politikalarda (Amerika`nın göç ve ıkçılık politikalarında, Đsveç`in sterilizasyon programlarında ve tabi ki ırkçılık temizliğinde Nazi kanunlarında) güçlü

(11)

4

bir etkiye sahipti ve bu politikalar uygulanmaktaydı (Ehrlich ve Feldman, 2003). Bazı toplumlar kendilerini bir kısım topluluklardan genetik olarak üstün görmekte, ötekileştirdikleri insanları aşağılamakta ve hatta onları öldürmekte bir beis görmemektedirler. ABD’de genetik determinizm ülke ekonomisine yararlı bilimsel bir yaklaşım gibi algılanmış ve bazı özel kurumlar kendilerini birtakım davranışsal özelliklerin genetik esaslarını araştırmaya adamıştır (Mehler, 1994). Örneğin; Ulusal Alkolizm Enstitüsü, alkolizmin genetik kökenlerini araştırmak için 25 milyon dolar ayırmıştır. Ulusal Zihinsel Sağlık Örgütü ise manik depresyon ve şizofreniyle ilgili genetik çalışmalara çok yüksek para desteği vermiştir (Allen, 1997). Ülkeler sadece kalıtımsal hastalıkların tedavisi için değil, genetik sorunların tespiti için de çok fazla finansal destek vermektedir. Hastalığa sebep olduğu sanılan bir genin değiştirilmesi ile problemin hızlı bir şekilde çözülebileceği ümit edilmektedir. Alkolizm, manik depresyon ve şizofren normal tıbbi tedavi yöntemleriyle çözülebilmekte fakat bu uzun bir süreç gerektirmektedir. Süre arttıkça masraflar da artmaktadır. Bu durum ülke yöneticilerinin işine gelmemektedir. Tedavi süreci sonunda kişinin iyileşeceği veya tekrar aynı duruma yakalanmayacağı da kesin değildir. Bu yüzden devletler gerek ekonomik açıdan gerekse zaman açısından tasarruf etmek ve kesin olumlu sonuçlara ulaşmak amacıyla genetik determinizmi desteklemekte ve bu çalışmalara ağırlık vermektedirler.

Genetik determinizm genlerin fonksiyonlarının belirlenmesiyle mükemmel bir insan modeli ortaya çıkarılabileceğini söylemektedir. Yalnız, genomdaki genlerin sadece tanımlanması, genlerin ne yaptığının bilindiği anlamına gelmemektedir. Geçtiğimiz son yirmi yılda sistik fibroz1, orak hücre anemisi2, Huntington hastalığı3 ve benzeri hastalıklarla ilişkili genlerin bulunmasında oldukça büyük ilerleme kaydedilmiştir. Fakat bunların tümü, hastalığın tek bir kromozomdaki yanlış bir alele veya gen içindeki yanlış kodlama dizisine bağlanacak kadar basit değildir. Karmaşık şekillerde etkileşen birden fazla gen, canlıda hastalıklara neden olmaktadır. Bazı genler başka genlerin dışavurumunu denetlemekte, bazıları çevreyle karmaşık biçimlerde etkileşime girmekte, bazı genler iki ya da daha çok etkiye yol açmakta, bazıları ise organizmanın hayatının çok ileri aşamalarına dek gözlemlenemeyecek

(12)

5

etkiler yapabilmektedir (Nelkin ve Marden, 1999). Genler tek gibi görünseler de birbirleriyle etkileşim içerisindedirler ve özelliklerin oluşturulmasında beraber çalışmaktadırlar.

Genetik deterministler, bilinen bazı önemli özelliklerin (cinsiyet rolleri, şiddet, alkolizm, zihinsel hastalık, zeka) çevre, bilim veya insan etkileşimleriyle fazla değiştirilemeyeceğini, bu tür özelliklerin çoğunlukla genlerin işleyişiyle ilgili olduğunu savunmaktadır. Bununla birlikte genlerin tamamının ya da bir bölümünün içinde bulunduğu çevreye bağlı olmaksızın bir parça değişmez özelliğe neden olduğunu iddia etmektedir (Rosoff ve Rosenberg, 2005).

Genetik determinizm, insanlar arasındaki sosyal etkileşimin, kültürün, çevrenin özellikle de eğitimin insan davranışlarının değiştirilmesi açısından önemli olmadığı tezine dayanır. Bu düşüncenin tam tersine, kültürü evrimsel biyolojiye dahil etmek isteyen bütün teorilerin ortak görüşü ise, organizmaların doğal kökenlerinden kaynaklanan el koordinasyonu, beyin gelişimi gibi durumları insan organizmasına kültürün verdiği kanısıdır. Kültür hem gen hem de çevreden farklıdır. O sosyal öğrenmeyle (toplumda bireyden bireye aktarılan hissetme, düşünme ve tecrübenin genetik olmayan transferi) kazanılmış bir bilgidir. Kısacası kültür, bireysel öğrenmeyle oluşan zahmetli bir eğitimdir (Boyd ve Richerdson, 1985).

Genetik deterministler, bilgiye beyni sömürgeleştiren ve nesilden nesile aktarılan özel davranışları kodlayan bir ürün gibi bakmaktadır (Crognier, 1999). Eğitimin ve kültürel etkileşimin gereksiz olduğuna inanmaktadırlar. Çevresel etkileşimin davranışların değiştirilmesinde ve geliştirilmesinde etkisiz olduğunu ileri sürmektedirler. Genetik determinizm karşıtları ise davranışın genlerde açık olmadığını bu yüzden genlere davranış özelliklerinin bir kopyasıymış gibi davranılamayacağını söylemektedirler (Lumbdsen ve Wilson, 1981 ve Melo-Martin, 2003).

Genetik determinizm paradigması, IQ’dan katilliğe kadar her şeyi doğal olarak seçilmiş ya da elenmiş olan sorumlu genlerle açıklamaktadır. Genetik determinizm, insan genomu projesiyle genlerin ortaya çıkardıkları özellikler açıklığa

(13)

6

kavuşturulup uygun genler bir araya getirilerek istenilen özelikte bireylerin oluşturulabileceğini öne sürmektedir. Kısacası kompleks ilişkiler ağına sahip olan genleri indirgeyerek onları basit ve durağan olarak kabul etmektedir (Ho, 2001). Bireysel sorunların çözümünün sadece sorunu oluşturan genler üzerinde yapılan iyileştirmelerle gerçekleştirilebileceğini savunmaktadır. Kişi katil ise bunun eğitimle ya da ceza vermekle değiştirilemeyeceğini durumun ancak, katilliği belirleyen genin bireyden alınmasıyla veya düzeltilmesiyle çözümlenebileceğini iddia etmektedir. Genetik determinizm insan iradesinin varlığını reddetmektedir. Đnsanları yapmış olduğu olumsuz davranışlardan muaf tutmaktadır. Davranışların kaynağının genler olduğunu ileri sürmektedir. Böylelikle kişinin sosyal sorumluluklarından kaçmasına yol açmaktadır (Melo-Martin, 2003). Genleri insan davranışlarının sorumlusu tutarak bir bakıma insanların olumsuz davranışlarından dolayı yargılanmasının da gereksiz olduğunu düşünmektedir. Böylelikle olumsuz tutumlar içerisinde olan insanların da rahatlıkla savunma mekanizması oluşturmasına ve davranışlarının sorumluluğundan kaçmasına sebep olmaktadır. Davranışların sorumluluğunun genlere yüklenmesi, bireyi davranışlarının sorumluluğunu almamaya sürüklemektedir. O halde hırsızlık yapan biri suçunu ‘benim değil, bunu ben kendi isteğimle yapmadım. Sorumlu genlerimdir.’ diyerek kabul etmezse yapılacak bir şey yoktur. Bu durum hırsızın yaptığı işi devam ettirmesine sebep olurken, yapmayanları da kuşkusuz suça teşvik edecektir. Yalnız herkesin de bildiği gibi hiçbir mahkeme suç unsuru olan davranışların nedenlerinin genler olduğunu kabul etmemektedir.

Genetik determinist düşüncenin aksine Joseph S. Alper davranışların şekillenmesinde genler kadar çevresel etmenlerin de etkili olduğu görüşünü ortaya atmaktadır. Genetik analizler ve çevresel etkilere bakıldığında, davranışın genetik ve çevresel izahı arasında kesin bir simetri olduğunu açığa vurmaktadır (Alper , 1998). Davranışların şekillenmesinde genler kadar çevre de etkili olmaktadır. Çevrenin etkilerinin görmezden gelinmesi, sosyal bir varlık olan insanın çevreden bir şey öğrenmediğini iddia etmektir. Bu da bir anlamda eğitimi hafife almaktadır. Genetik determinizm bireyin ailesinden, toplumdan ve okuldan kısacası yaşadığı çevreden bir

(14)

7

şeyler öğrenebilmesinin mümkün olmadığını öne sürmektedir. Kişinin doğduğunda hangi özelliklere sahip ise yaşamını o şekilde devam ettirebileceğini düşünmektedir. Değişimin yalnızca genlerin değiştirilmesiyle mümkün olabileceğini savunmaktadır. Genetik determinizm tezinin savunduğu görüşlere bakıldığında ıssız bir adada yalnız başına kalan insan toplum içinde yaşamaya başladığında değişim göstermeyecektir.

Ülkeler sorunların çözümü için kesin ve en kolay yolun öjenik çalışmalar olduğunu düşünseler hatta bunu politik olarak uygulasalar da eğitimden vazgeçmiş değildirler. Hatta eğitim toplumların gelişmişliğinin göstergesi durumundadır. Toplumun gelişmesi, onu oluşturan bireylerin gelişmesi ile sürdürülebilir. Bu da bireyin sahip olduğu biyolojik donanımı eğitim yoluyla kullanma biçimine bağlıdır. Sosyal davranışların iyileştirilmesinde de eğitime ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir.

Genetik determinizm ile eğitimi karşılaştırmaya başlamadan önce genetik determinizmin ortaya çıkışı ile nedenleri üzerinde durulacaktır.

1.1.1. Genetik Determinizm Fikrinin Ortaya Çıkışı

Bir canlının tüm özelliklerinin taşıdığı genler ile belirlendiğini bununla birlikte canlıda görülen sosyal, fiziksel ve psikolojik anormalliklerin ancak genlerin düzenlenmesiyle iyileştirilebileceğini savunan genetik determinizm görüşü öjenik hareketiyle ortaya çıkmıştır. Öjenik (insan türlerinin genetik kalitesini daha iyi hale getirme denemeleri) terimi Charles Darwin’in kuzeni Francis Galton (1822-1911) tarafından 1883’te türetilmiştir (Allen, 1997). Genetik bilimi alanının tümü üzerinde bir hayalet gibi dolaşan öjenik, seçilmiş bir kalıtsal niteliği geliştirmek için insanların bilinçli bir biçimde istenen türde nesiller üretmek üzere yetiştirilmesi anlamına gelmektedir (Fukuyama, 2002). Francis Galton’un Amerikalı arkadaşı Davenport öjeniğin daha iyi çiftleştirmelerle insan ırkının gelişimi bilimi olduğunu söylemektedir (Allen, 1997).

(15)

8

Öjenik; 1900-1940 yılları arasında dünya çapında bir hareket olarak gelişti. Bu hareket özellikle ABD, Đngiltere ve Almanya’da oldukça önemli hale geldi. 19. yy’ın sonları 20.yy’ın başlarında devlet devlet destekli öjenik programları şaşırtıcı derecede önemli bir destek buldu (Fukuyama, 2002).

Öjenistler, genetik olarak belirlenen Huntington hastalığı, körlük, sağırlık, geri zekalılık, alkolizm, şizofren, manik depresyon, asilik, göçebelik ve fahişelik gibi özelliklerin derecesini belirleyebilmek için araştırma programları geliştirdi. Birleşik Devletler ve diğer batılı ülkeler, öjenik hareketini kabul ederek , ‘aptal’ olarak görülen kişileri kendi istekleri aranmaksızın kısırlaştırılmasına izin vermiş; beğenilen özellikleri taşıyan kişilerin ise olabildiğince çok çocuğa sahip olmalarını teşvik etmişlerdir. Bir anlamda kişilerin çocuk sahibi olma özelliklerini ellerinden almışladır. Devletler genetik açıdan aşağı seviyede olduğunu düşündüğü insanların neslini yok etmeyi, üstün özellikli insanların nesillerini devam ettirerek ülkelerinin üstün özellikli insanlardan oluşmasını planlamışlardır. Bu planlarını da uygularken bireylerin kendi iradelerini kullanmalarına izin ve fırsat vermemişlerdir. Halk yapılan bu uygulamalara tepki göstermemiştir. Toplumların bir bütün olarak kaldırılmasını ve genetik yapı bakımından aşağı olduğu düşünülen insanlar üzerinde tıbbi deneyler yapılmasını öngören Nazi öjenik politikalarının ortaya çıkmasıyla ABD’deki öjenik hareketi sona ermiştir. Daha sonra öjenik yasaları ülkelerde teker teker çıkmaya başlamıştır ve bu yasalar uzun süre yürürlükte kalmıştır. Her türlü politik görüş ise öjenik yasalarını desteklemiştir. Halk kendine pek fazla söz hakkı vermeyen bu yasalara pek karşı çıkmamıştır. Japonlara Pasifik Savaşı sırasında (731. Birim aracılığıyla) rızası alınmayan denekler üzerinde bir takım deneyler yapılmış, fakat bu durum üzerine gerek Japonya’da gerekse diğer Asya ülkelerinde öjenik karşıtı tepkiler az olmuştur (Fukuyama, 2002).

Öjenik biliminin en etkili şekilde uygulandığı ülke Çin’dir. Kalabalık nüfusa sahip olan Çin’de devlet nüfus artışını kontrol altında tutmak amacıyla 1995’te tek çocuk politikasını uygulamıştır. Yine aynı sebepten zeka seviyesi düşük olan insanları kısırlaştırmışlar ve 20.yy’ın başlarında batıda uygulanan yasaları hatırlatan çok katı yasalarla öjeniği etkin hale getirmişlerdir (Dikötter, 1998). Devletler

(16)

9

politikalarını ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimlerine bağlı olarak geliştirmektedirler. Bu alanlardaki ilerlemelerini engelleyecek her türlü etkiden kurtulmak için yapılacak bütün işlemleri de mübah saymaktadırlar. Buna insanların yaşamlarını kendi izinleri olmaksızın almak da dahildir.

Öjenistler; suçluluk, manik depresif, delilik, ırksal farklılık ve zihinsel yetenek gibi sosyal problemleri çözmek için; bunları ortaya çıkaran genlerin belirlenerek birbirini izleyen nesillere geçişinin ayarlanması gerektiğini savunmaktadırlar. Genetik determinizm savunucuları tezlerini haklı çıkarmak için iki çeşit çalışma programı geliştirmişlerdir. Bunlar;

a) Sosyal özellikleri belirlediğine inanılan kalıtım örneklerini bulmaya çalışan araştırma programları.

b) Halkı eğitmek ve sosyal kanunları yasalaştırmak için uğraşan sosyal çalışma programları (Allen, 1997).

Çalışma programlarına bakıldığında, öjenistlerin bilimsel araştırmaların yanı sıra toplumsal desteği de arkalarına alabilmek için sosyal çalışma programlarına da ağırlık verdikleri görülmektedir. Böylelikle hükümetlerin kendi savunduklarına uygun öjenik yasalarını da çıkartmaları kolaylaşmaktadır. Aksi takdirde halkın çıkartılmak istenen yasalara tepki göstermesi beklenebilirdi.

Öjenik biliminin elde ettiği sonuçlara ve uygulanış şekline bilimsel çevreler tarafından iki önemli itirazda bulunulmuştur. Bu itirazlardan ilki, öjeniğin ilk defa ortaya çıktığı sırada eldeki teknoloji göz önüne alındığında öjenik programlarının hedefledikleri sonuçlara ulaşmalarındaki olanaksızlıktır (Ruse ve ark., 1998). Öjenistlerin zorunlu kısırlaştırma yoluyla ayıkladıklarını sandıkları birçok kusur ve anormallik çekinik genlerin sonucudur. Görünürde anormal bir durum göstermeyen bir kişi, bu tür çekinik genlerin taşıyıcısı olabilir ve taşıyıcılar bir şekilde belirlenip kısırlaştırılmadığı sürece, söz konusu özellikler gen havuzunda çoğalmayı sürdürecektir (Pearson, 1995). Sonuçta o dönemde alınan tedbirlerin işe yarar olduğunu söylemek oldukça güçtür. Bu durumda öjenistlerin üstün ırk oluşturma,

(17)

10

zayıf olanları ortadan kaldırma şeklindeki amaçlarına ulaşması zorlaşmaktadır. Resesif genler ile belirlenen özellikler tespit edilemediğinden, genlerin gelecek nesillere aktarılması kolaylaşacaktır.

Genetik deterministler, bireylerde gözlemledikleri her türlü problemin kaynağının genler olduğunu iddia etmektedirler. Oysaki kusur olarak görülen bazı özellikler birtakım genetik olmayan etkiler sonucu oluşabilmekte, Dolayısıyla bu tür sorunlar halk sağlığının daha iyi hale getirilmesiyle çözülebilmektedir. IQ düşüklüğünü genetik nedenlere dayandıran genetik deterministlerin tersine, Çin’de bazı köylerde çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda, IQ düşüklüğünün genetik eksiklikten kaynaklanmadığı, çok sayıdaki çocuğun beslenmelerindeki iyot eksikliği nedeniyle, düşük zeka seviyesine sahip oldukları saptanmıştır (Pearson, 1995).

Öjenik bilimine ilişkin yapılan itirazlardan ikincisi ise bu uygulamaların devlet desteğiyle ve halkın desteğini almadan yapılmasıdır yani zorlayıcı olmasıdır. Örneğin; Naziler ‘daha az arzu edilen’ insanları öldürerek veya onlar üzerinde deneyler yaparak öjenik politikalarını en üst seviyeye taşımışlardır (Fukuyama, 2002). Ülkeler öjenik sonuçlarına uygun olarak sosyal politikalar üretmişlerdir. ABD’de bir mahkeme yargıladığı bir bireyin aptal ya da geri zekalı olduğuna karar verdiğinde kişi kendi rızası olmadan kısırlaştırılabiliyordu. Öjenik; alkolizm, suçluluk ve ruhsal bozukluklar gibi durumların kalıtsal olduğunu savunduğundan, devletin halkın büyük bir bölümünün üreme seçimleri üzerinde baskı kurmasına zemin hazırlıyordu (Ridley, 2000).

Genetik araştırmaların yeterli olmadığı bir dönemde bireylerin sahip oldukları genetik yapılarının nasıl olduğunu bilmek mümkün değildi. Bu yüzden bireylerin fenotipik yapılarına bakarak sonuçlara ulaşılmaktaydı. Genetik tarama alanındaki ilerlemelerle günümüzde kişinin taşıdığı çekinik genler saptanabilmektedir. Böylelikle bireyde anormallik oluşturacak çekinik geni taşıyan kişiler kendi özgür iradelerini kullanarak evlenmemeye veya çocuk sahibi olmamaya karar verebilirler. Belki gelecekte kalıtım biliminin ilerlemesiyle hastalık etkeni iki çekinik geni taşıyan embriyolar saptanabilecek ve anne babaların fikirleri alınarak embriyoların yaşayıp

(18)

11

yaşamamasına karar verilebilecektir. Hatta canlıların yaşam haklarının ellerinden alınmasına bile gerek kalmadan anormalliği oluşturan çekinik genlerin belirli bir taşıyıcının soyundan gelecek tüm bireylerde ortadan kaldırılabilmesi olanağı sağlanacaktır (Fukuyama,2002). Genetik bilimindeki ilerlemelerle kalıtsal nitelikteki hastalık ya da sorunlara çözüm bulmak mümkün gözükmektedir. Hatta genler üzerinde oynanarak bireylerin istenilen özellikte olmaları sağlanabilecek gibi duruyor. Fakat dikkat çekilmesi gereken bir durum var ki; bu sadece genetik özellikler için geçerlidir. Genetik determinizmin iddiaları doğruysa sosyal anormallikler de genlerin düzenlenmesiyle düzeltilebilir. Genetik determinizm sosyal davranışların genlerde yazılı olduğuna bu yüzden davranışların iyileştirilmesinin ancak genlerin değiştirilmesiyle mümkün olabileceğine inanmaktadırlar. Đşte bu nokta da sosyal bilimcilerle öjenistler birbirleriyle ters düşmektedirler. Çünkü sosyal bilimciler -özellikle eğitimciler- davranışların şekillenmesinde eğitimin çok önemli ve vazgeçilmez bir unsur olduğunu savunmaktadırlar.

1.1.2. Genetik Determinizm Tezinin Ortaya Çıkışının Politik, Sosyal ve Ekonomik Nedenleri

Aristo’dan Galton’a günümüz evrimsel psikolog ve genetik davranış bilimcilerine kadar (farklı düşüncelere sahip olsalar da) biyolojik açıklamaların, insan benzerlik ve farklılıklarının anlaşılması için açık cevap olduğu düşünülmektedir (Melo- Martin, 2003). Đnsan Genom Projesi ise bu tür cevaplara beklentileri arttırmaktadır. Biyoloji özellikle de genetik bilimindeki ilerlemelerle birlikte canlıların tüm sorunlarının çözümü genlerde aranmaktadır. Đşte bu yüzden insan doğasına ilişkin biyolojik açıklamalarının çekiciliğiyle genetik determinizm görüşü ortaya atılmıştır. Darwinistler tarafından genetik politikalar geliştirilmiş, Naziler tarafından bir takım öjenik denemeler yapılmıştır (Paul, 1998).

Öjenik, 1900-1940 yıllarında dünya çapında bir hareket olarak gelişmeye başlamıştır. II. Dünya Savaşı öncesindeki on yıllık süreçte genetik determinizm önemli bir etkiye sahipti. Bu halk politikalarının çoğu biyolojik, tıbbi ve sosyal bilimlerin desteğiyle inşa edildi (Ehrlich ve Feldman, 2003). Öjenik hareket

(19)

12

Amerika, Almanya ve Đngiltere’de oldukça önemli bir yapıya sahipti. ABD’de göçü sınırlama ve genetik açıdan uygun olmayanları sterilize etme kanunlarını çıkarmak için lobi oluşturmada; Đngiltere’de genetik olarak yetersiz görülenlerin hapsedilmesinde; Almanya’da ise sterilizasyon ve ötenazi uygulamalarında öjenik açıklamalardan yaralanılmıştır (Allen, 1997). Devletler bir anlamda politik çalışmalarına bilimsel geçerlilik kazandırmak amacıyla genetik determinizmden faydalanmışlardır.

Öjenik hareketinin gelişerek ilerlediği zamanlarda, dünyada müthiş bir ekonomik ve sosyal kargaşa yaşanmaktaydı. Sanayi devrimiyle birlikte ülkeler gelişmişlik düzeylerini arttırmak için endüstrileşmeye ağırlık vermekteydiler. Tarımla uğraşan ülke nüfusu zamanla sanayiyle ilgilenmeye başlamıştı. Böylelikle bu süreç içinde tarımsal ve kırsal bir toplumdan endüstriyel ve kentsel topluma geçiş yaşanmaya başlandı. Bu geçiş aşamasında sanayileşmeyle birlikte işsizlik sorunu ortaya çıktı ve bu yüzden sosyal problemlerle karşı karşıya gelindi (Allen, 1997). Artan ekonomik ve sosyal karasızlıklar sonucunda endüstriyel savaş dönemi denilebilecek bir sürece girildi. Bu süreçte sendika faaliyetleri başladı. Sendikal faaliyetler sonucunda grev yapma sayısı ve işten ayrılmalar artış gösterdi (Adams, 1966). Bunun sonucunda işsizliğin önüne geçmek, ekonomik sorunları aşmak için genetik determinizm bazı ülkeler tarafından politik görüş haline getirildi. Öjenistler bazı bireylerin genetik açıdan değersiz olduğunu, bu yüzden bu kişilerin zorunlu olarak göç ettirilmesi gerektiğini (sterilizasyonu) savunmaktaydı (Laughlin, 1922). Devletler de ekonomik anlamda geri kalmamak için çalışmayanların ülkede kalmasının gereksiz olduğunu düşündüklerinden öjeniği politik araç olarak kullanıp, işsizleri değersiz olarak nitelendirmiş ve onları ülke dışına çıkmaya zorlamıştı. Bireylerin işe yaramaz sayılmasında sebep olarak genler gösterildi. Đnsanlar genetik açıdan değerli ve değersiz şeklinde sınıflara ayrıldı. Değersiz olanlar göçe zorlandı ve öjenik hareket populasyon kalitesini arttırmaya çalıştı (Kevles, 1999).

Öjenik hareketinin gelişmesinde, yaşanan ekonomik sıkıntıların yanı sıra ruhsal sıkıntılara çözüm bulma çalışmaları da etkilidir. Almanya’da zihinsel hastalar Naziler tarafından öldürüldü. Üstün ırk oluşturma çabasıyla ruhsal sıkıntıda olan

(20)

13

hastalar iyileştirilmek yerine yok edildi (Melo-Martin, 2003). Almanya devleti genetik açıdan kusurlu olduğunu düşündüğü bireyleri ‘işe yaramaz yiyiciler’ olarak nitelemiş, ekonomik sıkıntıya düşmemek ve halkının daha sağlıklı bireylerden oluşması için sterilizasyon ve ötenaziyi savundu. Benzer düşünceler Amerika ve Đngiltere’de de ortaya çıktı. Ekonomik açıdan hasta insanlara bakmak ve onları iyileştirmek için harcanan miktarlar devletlere ağır bir yük oluşturmaya başlamıştı. Masrafları aza indirmenin en kolay yolu ise hastalardan bir yolunu bularak kurtulmaktı. Bu amaçla bireyler özgür iradelerinin dışında ya öldürülmüş ya da kısırlaştırılmışlardı (Allen, 1997).

18. yy’ın sonlarında, tutucu öjenistler toplumu rahatsız eden bir hastalık olan zeka geriliğini tanımladı ve populasyonu kontrol etmek amacıyla yapılan öldürme çalışmalarını desteklediler (Reilly, 1991). Ülkeler de zeka geriliğine çare bulunması ve onun tedavi edilmesi, çok zor bir süreç olduğundan, daha kolay ve kesin çözüm olan Öjenik hareketinden yararlandılar. Genetik determinizm tezine göre zeka geriliğinin tek sebebi genetik bozukluklardır. Şimdi yaşanan bozuklukların ortadan kaldırılması için gelecekte milyon dolarlar harcanması gerekecektir. Bu kadar ekonomik sıkıntıya girilmesine gerek yoktur. Yapılması gereken bu bozukluğa sahip olanların yaşamalarının engellenmesidir. Sorunun olabildiğinden daha kısa sürede ve kökünden çözülmesi, politik olarak yapılacak en avantajlı ve kolay yol olarak gözüküyordu. Devletler bu fırsatı iyi bir şekilde değerlendirdiler ve teker teker kısırlaştırma (sterilizasyon) kanunlarını çıkarmaya başladılar. 1935’te 30 eyalet bu kanunları yasama organlarından geçirdiler. Nitekim 1960’larda ise 60.000’e yakın kısırlaştırma çalışması yapıldı (Paul, 1974).

Anormalliğin sorumlusunun genler olduğunu savunan genetik determinizm sorunların çözümünün ancak genlerin düzenlenmesiyle halledilebileceğini ileri sürmektedir. Özellikle zeka geriliği gibi bir sorunun çözümü için uzun bir zamana ve iyi bir ekonomiye sahip olunması gerekmektedir. Üstüne üstlük sonucun istenilen gibi olması garanti değildir. Uzun süreli sonuçlara odaklanmak devletin pek fazla işine gelmemektedir. Kısa sürede vaat ettiklerinin gerçekleşmesi için uğraşmaktadırlar. Halk devletten sorunlarının çözümünü beklemektedir. Devlet

(21)

14

sorunların üzerine gitmekten ziyade, sorunların görünürde düzeltilmesi için uğraşmaktadır. Bu durumda, genetik determinizm en kolay ve bilimsel bir çözüm gibi görünmektedir.

Öjenik hareketi, pozitif ve negatif öjenik olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Pozitif öjenik, istenilen kalıtsal özelliğe sahip bireylerin desteklenmesini savunur. Negatif öjenik ise olumsuz özellikli bireylerin kendi rızaları olmaksızın üremelerinin engellenmesini destekler (Fangerau, 2005). Aslında her iki öjeniğin ulaşmak istediği sonuç, toplumda üstün özellikli bireyler oluşturmaktır. Öjenik uygulamalar, önceleri toplumsal gen havuzunun yükseltilmesine yönelikti (Bozeman, 2004). Öjenik sempatizanları, iyi bir ırk oluşturmak için göçü sınırlandırmak gerektiğini savundu (Popenoe and Johnson, 1927). Bu tür uygulamalar Amerika’da çok yaygınlaştı. Özellikle Anglo-sakson olmayan ülkelerden (Polonya, Macaristan, Balkanlar, Türkiye, Đtalya, Rusya) yeni göçmenlerin eski yerli Amerikan soyundan genetik olarak değersiz olduğu ve dolayısıyla buralardan sürekli göçlerin gerçekleşmesinin Amerikan ırkını kirlettiği görüşünü ortaya attılar (Ludmerer, 1972).

Politik anlamda ülkeler, genetik hastalıklardan sosyal huzursuzluklara kadar aniden beliren problemleri çözmek için biyolojik açıklamaları kullanmaktadır. Sorunu oluşturan genleri bulmak için yüksek bütçeler ayırmaktadır (Melo- Martin, 2003). Gelişmiş ülkelerin sorunu ekonomik değil, ama sorunların çabucak ve kesin olarak çözülmesini sağlamaktır.

1.1.3. Genotip ve Çevrenin Etkisinde Đnsan Davranışları

Genetik alanındaki araştırmaların ilerlemesiyle birlikte, genotipin insan davranışının şekillenmesindeki etkisi üzerinde yeniden durulmaya başlanmıştır. Genlerin canlıların bir takım fiziksel özellikleri üzerinde etkili olduğu zaten bilinmekteydi. Fakat bilim adamları bireylerin bu bilinen özelliklerinin yanı sıra,

(22)

15

davranışlarında da genetiğin etkili olup olmadığı konusunda araştırma yapmaya başladılar.

Genetik determinizmi savunan bilim adamaları, genlerin davranışlar üzerinde kesin etkili olduğunu savunmaktadırlar. Biyolojik determinizm insanları sosyal eleştirilerden muaf tutmakta; sosyal değerler, gelenekler ve uygulamaların davranışlar üzerinde bir yönlendirmesinin olmadığını iddia etmektedir (Melo-Martin, 2003). Davranışların tüm sorumluluğu genlere yüklenmektedir.

Genetik deterministler, bireylerin tüm genetik bilgileriyle, bugün ve gelecekteki davranışları hakkındaki genetik bilgilerin aynı olduğunu ileri sürmektedirler (Alper, 1998). Bireyin sahip olduğu tüm özellikler, doğuştan gelmekte ve bunların değiştirilmesi imkansız gözükmektedir. Francis Crick’le birlikte DNA’nın yapısını keşfeden James Watson, tüm bireysel özelliklerin doğuştan geldiğini, kaderimizin genlerimizde yazılı olduğunu iddia etmektedir (Watson, 1989). Bir zamanlar kaderin yıldızlarda yazılı olduğu düşünülürken, şimdilerde genetik araştırmalardaki ilerlemelerle birlikte kaderin genlerde yazılı olduğu söylenmektedir (Melo-Martin, 2003).

Genetik determinizm alkolizm, suçluluk, manik depresyon, şizofreni gibi genel kişilik faktörleriyle; risk alma, homoseksüellik ve utangaçlık gibi problemlerin de genetik kökenli olduğunu belirtmektedir (Melo Martin, 2003). Genetik determizme göre, kişi suçlu veya alkolik ise bunu özgür iradesiyle yapamamaktadır, çünkü bireyin suç işlemesine ya da onun alkolik olmasına genler sebep gösterilmektedir. Đnsanların yapmış olduklarından ötürü sorumlu tutulmamasını engellemektedir. Bireyin işlediği suçtan kurtulmak için kolaylıkla savunma mekanizması oluşturmasını sağlamaktadır. Suçlu birinin, genetik determinizmin savunduklarına bağlı olarak, suçu kendi iradesiyle yapmadığını, tüm suçlunun bozuk genlerinin olduğunu söylemesi mümkün gözükmektedir. Gerçi bu savunmanın mahkemede hakim tarafından kabul edilmesi ihtimal dahilinde görünmemektedir. Standart hukuk kurallarına göre, hareketlerin sorumluluğu onu işleyene aittir. Çünkü bireyler davranışlarını kontrol edebilecek iradeye sahiptir. Fakat, suç bireyin karar

(23)

16

verme yetisini önleyen bazı faktörler sonucunda oluşmuşsa, kişi bu davranışından ötürü sorumlu tutulamamaktadır (Alper, 1998).

Genetik deterministler; saldırı genini , suçluluk genini ya da utangaçlık genini bulduklarını söylediklerinde, genetiksel yapıyı basite indirgemiş olmaktadırlar. Sosyal davranışlar gibi hayli karmaşık ve esnek özelliklerin genlerle belirlendiğini ifade etmektedirler(Allen. 1996). Bir tek genin bir özelliği oluşturduğunu ve ve sorumlu genin değiştirilmesiyle sorunun çözülebileceğini savunmaktadırlar. Genetik determinizme karşı çıkan bilim adamlarından Rezrong ise bir gen ile bir özellik arasındaki ilişkinin çizgisel olmadığını söylemektedir(Rezrong, 2001). Davranışsal özellikler genellikle birçok gen ve çevresel faktörlerden etkilenmektedir(Nordgren, 2003). Genler birbirleriyle etkileşim içinde çalışmaktadırlar. Genetik determinizme göre, özel bir hastalık geni taşıyan kişi o genin oluşturduğu hastalığa kaçınılmaz şekilde sahip olacaktır (Ehrlich ve Feldman, 2003). Yapılan bir çalışma sonucunda, genlerin meme kanserinin oluşmasında %54’lük, akciğer kanserinin oluşumunda ise %31’lik bir paya sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Parrott, Silk ve Condit, 2003). Genetik determinizme göre olumsuz davranışların düzeltilmesi, sosyal problemlerin çözülmesi ancak gen terapisiyle mümkün olmaktadır. Çözüm sağlık eğitimi, ahlak eğitimi ve ıslah çalışmalarıyla sağlanamamaktadır (Rezrong, 2001). Genler üzerinde düzeltmeler yapılarak veya sorumlu gen çıkarılıp yerine normal gen getirilerek tüm problemler aşılabilecektir. Hastalıkların tedavisinde tıbbi çalışmalara, sosyal problemlerin çözümünde ise eğitime başvurulması gerekmemektedir.

Đnsanlar üzerinde yürütülen araştırmalarda, kalıtsallığın etkisinin kesin ve net olarak belirlenmesi ve genler ile çevre arasındaki ilişkinin tam olarak yansıtılmasının zor olduğu görünmektedir (Berkowitz, 1996). Klasik davranışsal genetik, davranış üzerine genlerin mi yoksa çevrenin mi etkili olduğunu belirlemek için, evlat edinilmiş ikizler üzerinde çalışmalar yaptı. Fakat bu araştırmada birtakım handikaplarla karşılaşıldı. Đlk ikiz çalışmalarının 1924’te yapılmasından bu yana araştırmacılar, tek yumurta ikizlerinin çift yumurta ikizlerinden daha fazla özellik paylaştıklarını buldular. Bu özellikler içinde zeka, zihinsel hastalıklar, suçluluk, alkolizm ve homoseksüellik gibi sosyal özelliklerde bulunmaktaydı. Tek yumurta

(24)

17

ikizleri aynı genomu paylaşırken, çift yumurta ikizleri bunların %50’sini paylaşmaktadır. Araştırmaya göre, ikizler aynı ailede, aynı zamanda yetiştirildiyse eşit çevreyi paylaştıkları düşünülmektedir. Deneysel çalışmalarda dışarıyı yönetmek, ikizlere farklı davranmak çok zor olmaktadır. Özellikle tek yumurta ikizleri birbirine benzeme eğilimindedir. Erken dönemde evlat edinme çalışmalarında, farklı çevre ihtimalleri oluşturulması problem yaratmıştır. Evlat edinme ajansları ikizlerin her ikisini de aynı sosyal sınıftaki ailelere ve hatta onları sıklıkla akrabalara verirler. Bazı ikizler birlikte aynı okula giderler, dolayısıyla birbirlerinden etkilenirler (Parens ve ark., 2006). Bu durumda, genetik faktörlerle çevresel etkileri birbirinden ayırmak zorlaştığından genlerin davranış üzerine etkilerini belirlemek güçleşmektedir.

Antisosyal davranışlar sergileyen çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda, bu çocukların monoamin oksidaz enzimini kodlayan bir gene sahip oldukları ve şiddet gördükleri tespit edilmiştir. Monoamin oksidaz enzimi, beyindeki nörotransmitterlerin bazı çeşitlerini metabolize etmektedir. Bu enzimi kodlayan genotipin anormal olduğu erkek çocukların bu genotipe sahip olmayan fakat kötü davranılan çocuklardan iki kat fazla davranış düzensizlikleri gösterdikleri tespit edildi. Şiddet suçundan suçlu bulunmaları ise diğerlerine göre üç mislidir. Ilımlı bir ortamda yaşayan fakat monoamin oksidaz enziminin çalışmasını sağlayan gene sahip olan bireyler çalışma grubunun sadece %42’sini oluşturmalarına rağmen suçun %44’ünü yine onların işlediği belirlenmiştir. Çalışma müdürlerinin birinin ulaştığı sonuca göre, monoamin oksidaz oluşumunda görev alan genleri taşıyan çalışanların tecavüz, hırsızlık ve saldırı suçlarına karışma oranlarının diğer çalışanlara göre dört mislidir. Đlginç olan, şiddetin olmadığı ortamlarda, bu genotipi taşıyan bireyler hiçbir antisosyal davranış göstermemektedir. Bir tek genin davranışın ifade edilmesine izin vereceğini düşünmek zor gözükmektedir. Genler, bağlantılı olduğu diğer genlerle ve çevresel faktörlerle kendilerini ifade edebilirler. Uygun çevre koşulları oluştuğunda, kişiyi şiddete yakınlaştıran etkinin gen dizilimlerinin ve gen sayılarının olduğu söylenebilir (Parens ve ark., 2006).

Genetik deterministler, suçun zihinsel kusurların yol açtığı sosyal bir kusur olduğunu ve beynin iki büyük işlevinden –zeka ve duygular- kaynaklandığını

(25)

18

söylemektedir. Suç, şans eseri ve seyrek olarak ortaya çıkan bir özellik olmaktan çok, toplanan kayıtlar göstermektedir ki, diğer zihinsel ve fiziksel özellikler gibi aile genlerinde bulunup genetik kurallara bağlı bir özellik olarak kabul edilmektedir. Suçun arkasında sorunlu bir çocuğun, sorunlu çocuğun arkasında yetersiz ev ortamı ve sorunlu bir ailenin, bunların altında ise zayıf kalıtımsal özelliklerin bulunduğunu savunmaktadır (Allen, 1996).

Davranışların şekillenmesinde genlerin yanı sıra çevrenin de etkisi bulunmaktadır. Genetik yapıyla çevreyi birbirinde ayırmak mümkün değildir. Çevre ve genotip birbirini etkileyerek ve beraber çalışmaktadır (Nordgren, 2003).

Davranışsal özellikler, hem birçok gen hem de çevresel faktörler tarafından belirlenen kompleks özelliklerdir (Plomin ve Crabbe, 2000 ). Bu yüzden davranış gibi kompleks süreçlerin tek bir başlığa indirgenmemesi gerekmektedir. Suç gibi davranışlar, yalnızca tek bir olay ya da süreç değildir ve suçun tek bir davranışsal harekete ve böylelikle de standart genetik analizlerde beklenebilecek tek bir çalışma alanına indirgenemeyecek kadar entelektüel, duygusal ve davranışsal oluşumların karmaşık bir ürünü olarak kabul edilmektedir(Allen, 1996).

1.1.4. Genetik Determinizm ve Eğitim

Birey davranışlarının oluşumu üzerinde eğitimin etkisini belirlemek amacıyla birçok araştırma yapılmaktadır.

Bazı sosyologlar; ulaşılan önemli varsayımlardan birinin; bireylerin doğumda aynı olduğu, aralarındaki farklılığın daha sonra sosyal hiyerarşideki pozisyonlarından kaynaklandığını savunmaktadırlar (Guo, 2006). Đnsan sürekli, yaşadığı çevreyle etkileşim içindedir ve yeni şeyler öğrenmektedir. Öğrenme; tecrübe ürünü olan, davranışlarda nispeten kalıcı izli davranış değişikliği şeklinde tanımlanmaktadır (Catania, 1984). Gerek ailede gerekse okullarda verilen eğitimle bireyin davranışlarında olumlu değişiklikler oluşturulmak amaçlanmaktadır. Eğitimin amacı

(26)

19

zaten bireyin davranışlarında maksatlı ve istenilen davranış değişikliğini oluşturmaktır.

Davranışları ‘öğrenilmiş’ ve ‘kalıtsal’ olarak ayırmak oldukça zor görünmektedir. Hayvanlardaki anneliğe özgü davranışların doğuştan geldiği ifade edilmekteydi. Yapılan araştırmalar sonucunda birçok içgüdüsel davranışın deneyim ve tecrübeye bağlı olduğu bulunmuştur. Örneğin, maymunlardaki anneliğe özgü davranışlarla birlikte cinsel davranışların tanımının ve gelişiminin genç maymunun annesiyle normal ilişki ve akranlarıyla oyun için normal fırsatlara sahip olmasına bağlı olduğu bulunmuştur. Çok fazla kuş türünün karakteristik ötüşünün gelişiminin çevreye bağlı olup olmadığı araştırıldığında, hayatının erken evrelerinde kendi türündeki kuşları dinlemesiyle ötüşünün şekillendiği gözlenmiştir (Bower and Hilgard, 1981).

Genetik determinizm, eğitimle olumsuz davranışların düzeltilemeyeceğini savunur. Davranışların kalıtsal olduğunu savunmakla, insanın doğuştan sahip olduğu özelliklerin değiştirilip geliştirilemeyeceğini iddia eder. Ona göre bir insan doğumunda itibaren tek başına ıssız bir adada kaldığında, toplum içinde kaldığı zamanki gibi davranışlarını sergileyebilir. Davranış, çevresel etkileşimle geliştirilemez. Bu durum, tamamen insanların kendini gerçekleştirme isteklerini sınırlandırır ve onları belirli kalıplar içine sokar. Genlerin tamamının veya bir parçasının içinde bulunduğu çevreden bağımsız olarak birtakım değişmez özellikleri yansıttığı genetik determinizmin ana fikridir (Rosoff ve Rosenberg, 2006). Bu yaklaşıma göre, bilgi beyni sömürgeleştiren ve nesilden nesle aktarılan, davranışları kodlayan bir araçtır. Genetik determinizm düşüncesine karşı çıkanlar ise, genlere davranış özelliklerinin tam bir kopyasıymış gibi bakılamayacağını söylemektedirler (Lumbdsen ve Wilson, 1981 ).

Eğitim, resmi ve gayri resmi olmak üzere ikiye ayrılır. Resmi eğitim planlı bir şekilde yapılırken, gayri resmi eğitim planlı değildir. Eğitimin planlı olması, hedeflenen davranış kazanımı önceden belirlendiği için, istenen davranış özelliğine ulaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Okullarda verilen eğitim planlıdır. Öğretmenler

(27)

20

öğrenciye vereceği eğitim ve öğretimi hazırladığı yıllık ve günlük planlar dahilinde yapmaktadır. Planda öğrenciye kazandırılması hedeflenen davranışlar belirtilmektedir (Ertürk, 1994).

Genetik determinizm davranış değişikliğinin ancak genlerle oynanarak sağlanabileceğini iddia etmekte (Evans ve ark., 1994) ve eğitimin etkisini görmezden gelmektedir.

Toplumda sürekli olarak, belirli konumdaki bireylerin diğer insanlara örnek olması gerektiği söylenmektedir. Eğitimde bu sözlerin karşılığı ‘sosyal öğrenme-model alma yoluyla öğrenme’dir. Beyaz başlı erkek serçe ile yapılan araştırmada, yaşamının ilkbaharı boyunca kendi türünün şarkı söylemesine maruz bırakıldı. Buna rağmen genç erkeğin bu süre boyunca ötmediği, fakat yılı takip eden çiftleşme mevsimi boyunca (tabi ki izolasyonda) genç kuşun ötmeye başladığı görüldü. Đlk ötüşü türüyle aynı olmasına rağmen zayıf nitelikliydi. Kendisinin yalnız çalışarak ve kendi kendini dinleyerek iyi kalitede ötmeye başladığı gözlendi. Araştırmacılar araştırma sonunda kuşun, türlerinin ötüşünü hafızasına aldığını sonra ise kaydı gerektiğinde kullandığını öne sürdüler (Bower and Hilgard, 1981).

Genetik determinizm davranışların kontrolörlüğünü genlere bırakmakla insanın hiçbir değişme ve gelişme belirtisi gösteremeyeceğini söylemektedir. Bu insanları belirli bir kalıba sığdırmakla eş anlama gelmektedir. Belirli bir kapasiten vardır ve onun dışına çıkman imkansızdır, denmektedir. Suçlu, asi, alkolik, kendini beğenmiş, yalan söyleyen, kendine güvenmeyen vb. bir insansan asla değişemezsin; fakat genetik çalışmalarla anormal genleri çıkararak ya da düzenleyerek değiştirebilirsin. Eğitimle davranışların düzeltilebileceğine inanmamaktadır.

1.2. Alt Problemler

1. Genetik determinizm savının ortaya çıkmasının altında yatan politik, sosyal ve ekonomik sebepler nelerdir?

(28)

21

2. Genetik determinizm tezinin ortaya çıkarak geliştiği sürecin koşulları nelerdir?

3. Genetik determinizm, bireyin sorumluluklarını azaltmakta mıdır?

4. Genetik determinizm, bireylerin değişmezliğini savunarak, onları belirli kalıplar içinde sınırlandırmakta mıdır?

5. Genetik determinizm, davranış değişikliğinde eğitimin gerekliliğine inanmakta mıdır?

6. Çevre, birey gelişiminde ne kadar etkilidir?

7. Đnsan, iradesini kullanarak biyolojik donanımını belirli bir yönde kullanamaz mı?

1.3. Sınırlılıklar

1. Çalışma, genetik determinizm üzerine yapılan araştırmalara dayanmaktadır. Bu alandaki en önemli sınırlılık, insan davranışlarının sadece insanın biyolojik (genetik) donanımıyla açıklanmaya çalışılmasıdır.

2. Đnsan Genom Projesindeki başarılı çözümlemelere rağmen, genlerin tek tek çıkarılıp etkilerinin incelenememesi davranış bilimlerinde genlerin etkisi üzerine yapılan tartışmaları sürdürecek önemli bir sınırlamadır.

1.4. Varsayımlar

1. Genetik determinizm, öjenik ve eğitim ilişkisini ele alan zengin bir edebiyat (literatür) bulunmaktadır.

(29)

22

2. Çalışmada genetik determinizmi ve öjeniği savunan; bunların karşısında olan bilim adamlarının görüşleri nesnel biçimde ortaya konulmuştur.

3. Bilim adamlarının konu ile ilgili özgün yorumları ve yaklaşımlarının tartışmaya açık olduğu, nesnel bir durum olmadığı görülmüştür.

1.6. Araştırmanın Amacı

Genetik determinizm, bireyin tüm özelliklerinin genler ile belirlendiğini savunmaktadır. Ayrıca, organizmanın yapısını oluşturan genlerin birbirleriyle ilişkili olmadıklarını, bir genin tek başına bir özelliği oluşturduğunu ileri sürmektedir (Allen, 1996). Genlerin diğer genlerle birlikte çalışmadığını söylemekle birlikte, çevresel faktörlerle de etkileşim içinde olmadığını söylemektedir. Genetik determinizm insanların bütün sorunlarına genetik çözümler sunmaktadır.

Özellikle sosyal sorunlara genetik çözümler getiren genetik determinizm; suçluluk, alkolizm, şizofreni, manik depresyon, homoseksüellik gibi özelliklerin genlerde oluşan anormallikler neticesinde oluştuğunu savunmaktadır.

1910-1940 yıllarında, tüm dünyada ekonomik ve sosyal açıdan sıkıntıların yaşandığı bir dönemde (Allen, 1997), gelişmiş ülkeler sorunların çözümüne çabuk ve kesin çözümler bulmak arayışı içindeydiler. Bu sırada biyolojik çalışmaların etkisiyle gelişen genetik determinizm fikri devletlerin imdadına yetişti. Genetik determinizm savunduğu düşüncelerle problemlerin çözümünü hem kolaylaştırmakta hem de sonuçların istenilen şekilde olmasını sağlamaktaydı (Fukuyama, 2002).

Genetik determinizm savını kullanan ülkeler, politikalarında ırkçılığı savunmaya başlamışlardı. 1926’da Chicago’da 2000 suçlu üzerinde yapılan bir araştırmada, suçluların %75’inin ailesinin yurtdışı doğumlu olduğu ve bunların da büyük bir kısmının Đtalya ve Slav kökenli olduğu bulunmuştu. 1932’de yapılan benzer bir araştırmada ise cezaevlerinde tüm suçlular arasında Afro-Amerikanlar,

(30)

23

Meksika ve Porto Rikoluların büyük orana sahip oldukları sonucuna ulaşılmıştır (Allen, 1996).

Genetik determinizm bireylerin sosyal sorumluluğunu azaltmakta ve insanları yaptıklarından ötürü sorumlu tutmamaktadır (Parens ve ark., 2006). Genetik deterministlerin yaptığı resmi açıklamalar, genlerim o işi yapmak için beni oluşturdu mazeretine dayanan kriminal savunmayı haklı göstermeye yardım etmektedir(Alper, 1998). Kompleks bir yapıda olan davranış özelliklerinin bir tek genle belirlenebileceğini savunmaktadır. Genetik determinizm karşıtları, sorumluluğun kanuni durumları üzerinde davranışsal genetiğin kullanılabilir olma etkisine dikkat çekmekte ve çoğu insanın zamanının çoğundan sorumlu olduğu düşüncesinin kanunun merkezi olduğunu bunun değiştirilemeyeceğini söylemektedir (Parens ve ark., 2006).

Biyolojik etkilerin belirlenmesi, potansiyel olarak sosyolojik araştırma alanlarını (özellikle bireysel özellikler, eğitsel kazanım ve sosyal katmanlaşma gibi) kesinleştirmek için önemli gözükmektedir. (Berkowitz, 1996 ). Yalnız çevre ve genler arasında karmaşık bir etkileşim bulunmaktadır. Bu yüzden, genleri ayrı tutarak çevrenin etkisini belirlemek veya tam tersine çevreyi ayrı tutarak genlerin etkisini belirlemek güçtür.

Genetik deterministlerin, davranışların şekillenmesi üzerindeki görüşleri de birbirinden farklılık göstermektedir. Katı genetik deterministler çevreyi tamamıyla gözardı ederken, ılımlı tavır sergileyen bazı deterministler, çevreyi tümüyle görmezden gelmeyip onu ikinci sıraya koymaktadır (Allen, 1996). Suç gibi sosyal özellikleri ortaya çıkaran nedenleri içsel (biyolojik) ve dışsal (sosyal) olarak ikiye ayırmaktadır. Kalıtımsal güdülerin öncelikli olduğunu çevrenin ise kalıtımdan sonra geldiğini savunmaktadır.

Genetik deterministlerin aksine eğitimciler, sosyal bir varlık olan insanın çevresiyle etkileşim içinde olduğunu, çevrenin davranış gelişiminde birinci sırada etkili olduğunu savunmaktadır. Zira eğitimin hedefleri arasında bireylerin olumsuz davranışlarını olumlu hale getirmek vardır. Eğitimin gereksiz olduğunun

(31)

24

savunulması, davranışların sosyal etkileşim yoluyla değiştirilemeyeceği anlamına gelmektedir. O zaman örnek insan olma gibi kaygıların yaşanmasına gerek yoktur. Birey ana rahminde taşıdığı özellikleri, genler üzerinde değişiklik yapılmadığı müddetçe değiştiremeyecektir.

Bu araştırmanın amacı, moleküler genetik ve rekombinant DNA teknolojisi gibi, biyolojide büyük gelişmelerin olduğu bir zaman kesitinde, yeniden gündeme gelen nörogenetik ve genetik determinizm konusunu irdelemektir. Bilimsel gelişmelerin ışığında, Batı’nın insan davranışlarını açıklamada nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu görmek, çalışmanın diğer önemli bir amacını oluşturmaktadır.

1.7. Araştırmanın Önemi

Đnsanoğlu, sürekli çevresi ile etkileşim içinde olan sosyal bir varlıktır. Bireyi çevreden ayrı düşünmek, onu çevreden ayrı tutmak pek mümkün gözükmemektedir. Populasyonda veya toplumda nesilden nesile aktarılan hissetme, düşünme ve tecrübenin genetik olmayan transferi olarak tanımlanan kültür (Crognier, 2000), bireyle çevrenin etkileşimi sonucu oluşmaktadır. Birey, başta ailesi olmak üzere yaşadığı toplumdan bir şeyler öğrenmektedir. En azından başkalarının yaptığı hatalardan ders çıkararak aynı hataları tekrarlamamaktadır. Zaten her şeyin, insanlar tarafından tek tek deneme yanılma yoluyla yeniden öğrenilmesi, bireysel ve toplumsal gelişimin olumsuz yönde etkilenmesine sebep olacaktır. Bu durumda bireyden yeni bir şeyler beklemek imkansızdır.

Öğrenmede sosyal öğrenme modelinin savunucuları, dil öğreniminde çeşitli unsurların yanı sıra model almanın da önemli olduğunu vurgulamaktadır. Gerçekten de, çocuğun konuşmayı çevresindekileri taklit ederek öğrendiği hemen herkes tarafından bilinen bir husustur.

Yapılan bir araştırmada, annesi tarafından sürekli kötüye kullanılan ve ihmal edilen çocukların yüksek düzeyde agresiflik gösterdikleri tespit edilmiştir. Çocuk

(32)

25

agresifliğiyle, sınırlayıcı disiplin şeklindeki anne-baba davranışı arasında pozitif bir ilişki olduğu bulunmuştur. Bunu aksine anne çocuğuna sevgiyle yaklaştığında çocuktaki agresifliğin düşük düzeye ulaştığı gözlenmiştir. Bireylerin duygusal, zihinsel ve davranışsal özelliklerinin gelişmesinde çevre etkilidir (Marler, Trainor ve Davis, 2005) . Çevremizi gözlemlediğimizde, huzurlu aile ortamında yetişen bireylerin daha mutlu olduğunu görmekteyiz. Alkol ve uyuşturucu bağımlısı olmuş, ailesini terk ederek sokaklarda yaşamaya başlamış kişilerin hayatları incelendiğinde, çoğunluğunun sorunlu aile ortamlarının kurbanı olduğu hepimizce bilinmektedir.

Anormal gen ve hastalık arasındaki ilişkiyi tanımlama modern insan biyolojisi ve tıbbın merkezini oluşturmaktadır (Dowling ve Hack, 2001). Kalıtsal hastalıklara bakıldığında, bazı hastalıkların sadece tek bir gen tarafından oluşan monogenik hastalıklar olduğu; Huntington hastalığı, sistik fibroz ve orak hücre anemisini oluşturan genlerin bir tane olduğu bulunmuştur. Fakat bu sadece birkaç hastalık için geçerlidir. Genetik hastalıkların diğerleri, poligenik olup, genlerin beraber çalışması sonucu oluşmaktadır (Guo, 2006).

Genetik determinizm, sosyal problemlerin sebebini genetik sebeplere dayandırmaktadır. Bu durum, bireyin sosyal sorumluluğunu azaltıyor gibi görünüp, suçlunun mahkemede savunmasında suçu genlerine yüklemesine sebep olduğu gibi problemli insanların toplumdan soyutlanarak umutsuz vakalar olarak görülmesine de sebep olmaktadır. Şiddet ve suç davranışının kalıtsal olduğunu iddia etmek, sicilli bireylerin hiçbir şekilde iyileştirilemeyeceği anlamına gelmektedir.

Bu çalışma, moleküler biyoloji ve genetik biliminin eğitim bilimlerine getirdiği genetik determinizm tartışmasına açıklık getirmesi bakımından önemlidir. Ayrıca, Batı’nın yaklaşımları ile eğitimde nörogenetik determinizm gibi yeni bir dalganın gelişeceğini önceden göstermek de bu çalışmanın diğer önemli bir cephesidir.

(33)

26

2. KONUYLA ĐLGĐLĐ ARAŞTIRMALAR

Eğitim psikologları, kalıtım ve çevrenin insan davranışını etkileyen iki temel unsur olduğunu eskiden beri tartışmaktadırlar. Bu iki yaklaşımı telif eden görüşler ise, kalıcı bir insan davranışının şekillenmesinde hem kalıtımın, hem de çevrenin aynı derecede etkili olduğunu savunmaktadır. Ancak, 1970’li yıllarda genetik biliminde meydana gelen gelişmeler, insanın kalıtımsal hastalıklarını ve davranışlarını yeniden gözden geçirme zorunluluğunu ortaya çıkardı. Klasik genetik bilimi ile eğitim bilimleri arasındaki yakın ilişki, moleküler genetik ve rekombinant DNA teknolojisi gibi yani gelişmelerle daha da yakınlaşmıştır. Genlerin genomdaki yerleri ve fonksiyonları belirlendikten sonra, nörogenetik determinizm veya genetik determinizm gibi, insan davranışlarını genlerin kontrol ettiğini benimseyen yeni bir eğitim dalgası ortaya çıktı. Her ne kadar bu dalga şimdi çok küçük ve cılız görünüyorsa da eğitim sistemlerini derinden etkileyecek gibi görünmektedir. Bu konuda zengin bir Batı literatürüyle karşı karşıyayız.

Alper (1998), insan davranışları üzerine genetik determinizm düşüncesinin etkisinin nasıl yansıdığı konusunda araştırma yapmıştır. Araştırmaları sonucunda, genetik determinizmin, bireylerin davranışlarının sorumluluğunu azaltma eğiliminde olduğunu ileri sürmüştür fakat, birçok özellik için, genetik açıklamalarla birlikte çevresel açıklamalar arasında kesin simetri olduğunu, çevresel etkilerle genetik etkiler sonucu oluşan özelliklerin birbirlerinden ayrılmasının imkansız olduğunu belirtmiştir. Genlerin, davranışların sorumlusu olarak hiçbir mahkeme tarafından kabul edilemeyeceğini söylemiştir.

Melo-Martin (2003), davranışların sorumluluğunun kime ya da neye ait olduğu konusunda incelemeler yapmıştır. Sonuç olarak, genetik determinizmin sosyal sorumluluğu azalttığını, bütün sorunların temeli olarak genleri gördüğünü bulmuştur. Bu durumun adalet anlayışı açısından bir takım sorunlar oluşturduğu, değer sistemlerinin ve sosyal geleneklerin de davranışları problemli hale getiren

(34)

27

şartları oluşturduğunu açıklamıştır. Genetik determinizmin, öjenistler tarafından haksız politikalar geliştirmekte kullanıldığını belirtmiştir.

Bates ve arkadaşları (2003), kalp hastalığı için bir genin ne anlam ifade ettiği konusunda araştırmalar yapmıştır. Bir hastalığı oluşturan genin bulunduğunun ifade edilmesinin hastaları daha fazla kaderci hale getirdiğini ve onların motivasyonlarını düşürdüğünü belirlemiştir. Bu yüzden, uzun dönem sağlık kampanyalarında kalp hastalığına genetik eğilim hakkında vurgu yapılmaması gerektiğini söylemiştir.

Rezrong (2001), Đnsan Genom Projesi’yle birlikte genetik çalışmalardaki ilerlemelerin oluşturduğu sonuçlar üzerinde durmuştur. Bir gen için iyi veya kötü ifadelerinin kullanılmasının doğruluğunu sorgulamıştır. Genetik determinizmin sosyal sorunların tıbbi çarelerine yol gösterdiğini; sağlık eğitimi, ahlak eğitimi ve ıslah çalışmalarıyla etik olmayan ve illegal davranışların düzeltilemeyeceğini savunduğunu belirtmiştir.

Nordgren (2003), davranışlar üzerine genlerin ve çevrenin etkisini incelemiştir. Gelişimin genlerle önceden bildirilmediğini savunmuştur. Genlerin amaçlı hareket etmediğini belirtmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, çevre genleri etkilemekte, genler ise çevreyi etkilemektedir. Çevre ve gen etkileşim içindedir.

Ehrlich ve Feldman (2003), genetik determinizmin politik anlamda kullanılışı üzerinde durmuştur. Öjeniğin, savaş öncesindeki on yıllık süreçte ülke politikalarında önemli bir etkiye sahip olduğunu bulmuştur. Göç sınırlaması, sterilizasyon çalışmaları ve ötenazi gibi ırkçılık politikalarında kullanıldığını tespit etmiştir.,

Newson (2004), davranışsal genetik çalışmalar üzerine araştırmalar yapmıştır. Genetik determinizmin davranışın sorumluluğunu genlere yüklemesinin insanları sınırlandıracağı görüşünü savunmuştur. Genlerin belirleyici olmasının, insanlara sorunları konusunda yapacak bir şey bırakmadığını belirtmiştir. Kompleks davranış özelliklerinin birçok faktörce belirlendiğini söylemiştir.

(35)

28

Condit ve Bates (2005), genlerin kişisel özellikler üzerine etkisini araştırmışlardır. Biyolojik açıklamaların ırkçılık oluşturmada çok etkili olduğunu bulmuştur. Fiziksel özelliklerin yanı sıra davranışsal özelliklerin de genler ile belirlendiğinin düşünülmesinde, genlerin çok fazla çeşitliliğe sahip olmasının neden olduğu belirtilmiştir.

Allen (1996), genetik determinizmin ortaya çıkmasının sebepleri ve istatistik sonuçlarına bağlı olarak suçluluk üzerine genlerin veya çevrenin etkisini belirlemeye çalışmışlardır. Araştırmaların sonucunda, davranış özellikle suçluluk gibi kompleks süreçlerin tek bir davranışsal sonuca ya da genetik analizlerden beklenecek tek bir çalışma alanına indirgenemeyecek kadar entelektüel, duygusal ve davranışsal oluşumların karmaşık bir bütünü olduğunu belirtmişlerdir. Genetik determinizmin kaynağında ekonomik ve sosyal problemlerin yanında moleküler genetikteki ilerlemelerin tanıtım çalışmalarının etkili olduğunu tespit etmişlerdir.

Berkowitz (1996), davranışların biçimlenmesinde genlerin etkisini belirlemek için ikizler üzerinde araştırmalar yapmıştır. Đkizlerin evlat edinilip birbirlerinden ayrı yaşasalar da son derece benzer ortamlar seçtiklerini ya da oluşturduklarını belirlemiş, bu deneyimlerin oluşturduğu benzerliklerin sebebinin ise genetik faktörler olarak kabul edildiğini tespit etmiştir. Gelişmiş ülkelerde öjeniyle göçe sınırlamalar getirildiği ve ırk ayrımcılığının yapıldığı bulunmuştur.

Kaplan ve Junien (2000), hastalıklar ve genetik etkiler üzerinde çalışmışlardır. Tek genle belirlenen monogenik hastalıklar olabileceğinin fakat kompleks hastalıkların gen ve çevrenin etkileşimi sonucu oluştuğunu belirlemişlerdir. Çalışmalarını astım hastalığı üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Astımı belirleyen dört genin olduğunu tespit etmişlerdir. Yalnız bu genlerden sadece birinin astımı oluşturamayacağını görmüşlerdir.

Vercelli (2004), immün sistem üzerinde çalışmıştır. Kalıtsal immün genlerin belirlediği bir takım hastalıkların olduğunu belirlemişlerdir. Bu tür monogenik hastalıkların yanında poligenik hastalıkların da olduğunu bunların ise birçok genin birlikte çalışmasıyla oluştuğunu saptamışlardır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Elde edilen tüm verilerin anlaşılabilir şekilde sunulması işlemi bu bölümde yapılır. Daha kolay anlaşılabilmesi için sonuçlar tablo, grafik, ya da şekillerle

Bu başlıklar; Milli Eğitim Bakanlığına bağlı görev yapan öğretmenlerin DergiPark Akademik sisteminde yayımlanan makalelerinin, diğer araştırmacılar

• Rüya görme, uyku, düş kurma gibi kendiliğinden oluşur yada meditasyon, sarhoşluk ve hipnoz gibi, normal bilinç durumunu değiştirmek için amaçlı çabalarla

Buna göre biyoloji öğretmen adaylarının sahip oldukları kök hücre konusundaki bilgi kaynaklarının incelenmesi sonucunda; lisans eğitimleri süresince alınan zorunlu

Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi Journal of Research in Education and Teaching Şubat 2013 Cilt:2 Sayı:1 Makale No:12 ISSN:

Felsefi dalların tümü sofistler zamanında biçimlenmeye başlamıştır: Mantık, metafizik, etik, doğa ve toplum felsefesi, estetik, pedagoji. Yunan-Grek felsefesinin en verimli

“Impact Factor” de benzer şekilde, SCI veya SCI-Expanded veri tabanına kayıtlı bir derginin önceki iki yılda aynı veri tabanına kayıtlı diğer dergilerden

Findings -The empirical results indicate that the board size, doctoral qualification, and cross-directorship of the members were positively correlatedwith the