KÜÇÜK MECMUA
Sayı ( 3 ) 19 Haziran 1338 Pazartesi
M iigahabn
D e h a y a D oğru
Geçen musahabemizin başına "İlme doğru,, umdesini koymuş tuk. İlmin vazifesi, bize hangi
hadiselerin “Norınal=Selim,, han gilerinin “Patologiqu»=Sakim,, olduğunu bildirmektir. Fakat, in sanın ruhî ihtiyacı, yalnız selimle sakimi bilmekten ibaret değildir. İnsan, zekâsile “Selim,, tanımak ister, hassasiyetile de “Orjinal,, i arar. Orjinal, taklitden doğmamış öz eserlerdir. Biz burada “Orji nal,, i tarif edecek değiliz. Onu
tarif için, bir çok böyle ınekale- ler, hatta kitaplar* lâzımdır. Yal nız şu kadar diyelim ki Orjinal olan her şey tabiidir, samimidir, modelsizdir, güzeldir. O halde, orjinal , mefhumu sanatın, bedii yatın temelini teşkil ediyor de mektir.
Memleketimize, hakiki bir sa natkâr göz ile bakacak olursak Orjinal olarak neleri görüyoruz. Fskı edebiyatımız, acem taklidi olduğundan orijinal değildir. Yeni edebiyatımız Fransız taklidi olduğundan oda Orjinal değildir. Fski, yeni musikilerimizde böyle! O bî'lde, Valammızıla Orjinal olarak biç bir şey bıılatmyaca,kınıyız?
Filhakika, yalnız havas ara sında ararsak, memleketimizde Orijinal hiç bir şey bulamayız. Zira, bizde mevcut olan iki sınıf havasın her ikisi de suni olarak yetişmişlerdir. Blski Enderun'dan ders alan “Alaturka havas,, da, ta nrinı at mekteplerinde terbiye gören “Alafranga havas,, da,
memluklarda yetiştirilen çiçekler gibidir. Kırlardaki feyizli toprağın bu çiçeklerden haberi olmadığı • ibi bizdeki lıudayı nabit lıalkıa da bu havas sınıflarına mahsus eserlerden hiç bir malumatı yok tur. Bu havas sanatkârları, bütün fikirlerini hariçten, bütün hayat larını yabancılardan, bütün duy* ğülarını ecnebilerden alarak, sırf zihînlerile, eser ibdama çalışırlar
dı. Bunlar Feodal bir cemiyetin Feodal sanatkârları idi. Halka Raiyye nazarile bakarlar, yalnız saraylar için, konaklar îçiıı eser vücuda getirirlerdi. Bundan dola yıdır ki eserler ne tabii, ne sa mimi, Orjinal olamadı.
Fakat, çok şükür ki memleke timiz, yalnız bu havas sınıfların dan ibaret değildir. Bunlardan başka bir de, onların evvelleri “Raiyye,, Tanzimattaıı sonra “A- vaııı,', dedikleri biiyıik bir zümre vardır ki bu günkü Demokrat Vic
dan ona “Halk,, adını veriyor. Halk bizde tamam ile havasın zıddıdır. Havasta nasıl Orjinal bir eser yoksa, halkta da Orjinal olmıyan hiç bir şey yoktur. Hal kın söz söyleyişi, giyinişi, teslimi yeti. sekiııeti, gösterişsiz kahra manlığı, hasılı bütün yaşayışı or- jiııaldır. Bu Orjinal lığı halkın sa nat eserlerinde de görürüz. Av rupa bizden Orjinal yalnız iki sima tanıyor: Nasreddiıı Hoca,
Karagöz.
Bunlardan başka Aşık Kerem Şah İsmail, Köroğlıı gibi eserler de Orjinal değilimdir? Dede Kor- kııd kitabı, Yunus emre İlâhileri, Bektaşi nefesleri, dertli divanı da Orjinal değilmidir? Daha derinlere inersek Peri masalları, Maniler, destanlar, Atalar sözleri, bilme celerde bu vasfı haiz değilmidir- ler? Musikide de Aydın ağzı, Urfa Diyaıbekir, Harpııt Egiıı ağızları Orjinal bir musiki başlangıçları olmazını?
Mimarimiz, hüsnühat, çincilik, teclitcilik, tezhibcilik, boyacılık gi bi sanatlarımız, milli kumaşları mızla millî silâhlarımız hep halkın pserleri; hep Orjinal değilmidirler? Demek ki Halkımız bir Orjinal güzellikler müzesidir. Orjinal es erleri vücuda getiren kudrçte “Deha,, adı verilir. Bu itibarla Halkımız millî dehanmda yegâne meııbaı olmak lâzımgelir. Filhaki ka, beyledir. Bizde henüz sanat sahasında dahiler yetişmediğinden halktan başka bir deha melihama malik değiliz.
O halde, sanat terbiyesi almak için, ilk iptida müracaat edeceği- > iniz Darülbedayi, Halkın samimi yaşayışı, Tabii eserleri olmak lâ zım gelmezini?
Manı afi bu eserler ııekadar Orjinal olursa olsun, teknik i t i
barile iptidai bulunduğundan, ıııü' tekâmil bir zevki tatmin edemez. Bir eserin Orjinal olması, mükenr ıiıel olması demek değildir. Bir, eser temamile bediî olmak için bu meziyetlerden ikisinide cami bulunmalıdır. Binaenaleyh sanat kârlarımızın, halk sanatlarından terbiye alınası ııe kadar lâzımsa Homerlerden, Yirjillerdeıı başlaya rak Avrııpaımı bütün sanat dahi lerini okuması, duyması, yasama sı da o derece lüzumludur. Bu iki bedii terbiye birleştikten sonra dır ki milli bir sanat vücuda gelebilir.
Misal olarak İta,1 yanın Röııe- sas devrine çıkalım: Bu devirde İtalya sanatkârları, bilhassa res samlarla heykeltraşlar. eski yunan Lâtiıı sanatkârlarının dahiyane eserlerine hayran olmuşlardı. Zira luı eserler: Yemişlerin Apollonla rın bu heykelleri teknikteki keıııa lııı son derecesine ulaşıııışdı.
Rönesans Sanatkârları bu tek niği büyük şeylerle öğrendiler. Kendilerine mal ettiler. Fakat, eski yunan—lâtiıı eserlerini ayııile taklide yeltenmediler. Çünkü halk artık bu esatiri şahsiyetlere hiç bir kıymet vermiyordu. Rönesans halkına göre, kadınlar içinde dünya güzeli ancak Hazreti Mer- yemdi. Erkek güzelide ancak Haz ret! İsa olabilirdi. Milli sanatkâr ların vazifesi ise halkın ruhunda
güzel ve mukaddes tamlan sima ları tersim etmekdi. Mikehıııjele arkadaşları bu noktalan düşünerek doğru yolu derhal buldulanHazreti Meryeme, Venüs'ün teknik güzelli ğini verdiler. Hazreti İsaya’da apollonuıı cesameti mükemmeliye tini iare ettiler, Diğer azizlere de bu esatiri güzelliklerden balış et tiler. Bu iki unsurun birleşmesin den milli bir sanat vücuda geldi ki buna ‘‘Rönesans sanatı,, dini liyor. Katolik kilisesi bu heykel lerle resimleri kabul ederek iba dethanelerine bir müze şekli verdi. HalbukiOrtodokslar, mukaddes tim sallerini, yuııan-lâtin modellerine göre değil, Samilerden aldıkları kaba örneklere benzeterek ter simde devam ettiler. Bu sebeple Ortodoks kiliselerinde bedii hiç bir tecelli görülemez.
Bundan sonra, Avrupada her millet, milli sanatın başlangıcında hep böyle hareket etti, Şekspir Ruso, Göte gibi romantik dahiler, hem halk terbiyesi almışlar, hem de eski yunan-lâtin tekniklerini temsil etmişlerdi. Bu sayede, her biri, kendi milleti için, millî bir edebiyat vücuda getirebildi.
Bizde he kiki sanatkârların yetişmemesi, dehanın bu iki meli hamdan da feyz alamayışımızdan- dır. Ne halkımızın bedii hayatını tadabiliyerıız, ne de garbin dahi lerini duyacak kadar garpla
vaggıılumuz var. Bize halkımızda ki güzellikleride Piyerloti gibi ec nebiler gösterdi. Biz kendi göz lerimizle görmedik. Kim bilir; hal kımızın daha görmediğimiz ııe- kadar güzellikleri var? Fakat, ne- bnıılara, ne de beynelmilel dahi lerin eserlerine kıymet verdiğimiz yoktur. Yalnız eski, yeni edebi yatlar dediğimiz, dehadan, Orji- nallikten mahrum eserleri oku makla iktifa ediyoruz. Bu hal, şüphesiz, zevkimizin yükselmesine değil, bozulmasına bais oluyor.
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki dehanın ilk me.nbaı halktır. Dahi ler halkın şuurlu vicdanlarıdır. Fakat, büyük dahiler milli olmak la beraber, teknikteki kemalleri itibarile beynelmilel bir kıymet de iktisab ederler. Ozamaıı her millet onları iistad tanır; sanatkârlar bedii terbiyele rinin bir kısmını halktan aldıkları gibi, diğer kısmını da beynelmilel dahilerden alırlar.
O halde, dehanın bir menimi lıalk, diğeri beynelmilel dahilerdir. Bıı iki çeşmenin mucizeli suların dan bir avuç içenler, ebedi bir sanat hayatına namzettirler. Biz de Yahya Kemal ile Yakup Kadri hu iki çeşmenin etrafın da en çok dolaşanlardır. Bun dan dolayıdır ki en güzel yazılar da bu iki sanatkârın kaleminden
377
çıkıyor.
.Şimdiye kadar halkın yalnız bedii duygularından bahsettik. Halkın dini, ahlâki, bedii duygu larının mecmuuna “Millî hars,, adı verilir. Bir milletin mütefek kirlerde sanatkârları dini, ahlaki bedii duygularda halkın temsilkâr ferdleri olursa onlara “Milli güzi deler,, namı verilir. Milli güzide ler vücuda geline©,, onların da eserleri orjinal olur, Avrupa’daki güzidelerin niçin millî olduğu, biz- deki havas sınıflarının neden gay ri milli kaldığı bu teşrihden anla şılıyor. Bundan başka, Avrupa’da tahsil, ahlakı yükselttiği halde, bizde bil’akis ahlakın bozulmasına badi olması da bizde harsin milli olmasile izah edilebilir.
Hulasa, dehaya doğru gitmek için, hem halka doğru, hem de dahilere doğru gitmek lâzım : o halde, gençlerimizin ikinci vazi fesi de bu iki yola doğru gitmek olmalıdır.
Ziya Gökalp
Um um N e şriya tı İdare eden Yazı İşleri Müdürü - Agâ h Arman
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi