• Sonuç bulunamadı

Bir kaç muharrire dair

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir kaç muharrire dair"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

No : 2 Galatasaray Talebe Akademisinin Naşiri Efkârıdır.

Mayıs : 1930

Her türlü hususat için encümen reisliğine müracaat edilmelidir.

Edebiyat ve Neşriyat encümeni tarafından neşrolunur.

Fiatı

10

Kuruş.

Abdülhak Hamit Beyefendinin Akademimize Hediyeleri

(2)

No : 2 Galatasaray Talebe Akademisinin Naşirij Efkârıdır.

Mayıs : 1930

Her türlü hususat için encümen reisliğine müracaat edilmelidir.

Edebiyat ve Neşriyat encümeni tarafından neşrolunur.

Fiatı

10

Kuruş.

Dercedilmiyen evrak iade edilmez.

Temayüllerimizde kat’iyet

Medeniyetle birlikte yürüyen fikir cereyanları

son asırlarda hususî vasıflar a dı. Bu hususiyet bü­ tün telâkkilerin yeni bir ufka açılmış' gerişlerin, düşünüşlerin tamamen farklı bir mahiyet almış olma­ sından ziyade umumî bir kat’iyet ve vuzuh ile ifade edilebilir. Tarihin başlangıcından beri her safhada görülen muhtelif şahsî veya cem'î temayüller vakit vakit ahenkli bir manzara gösterirken sonraları Av- ı-upada görülmeğe başlıyan fikrî inkılâplar, derin tahavvüller bunlara ayrı birer istikamet verdi. Eski de olsa bizim için faydeden halî olmiyan bir takım kıymetli fikir ve hisler müstakil ve münferit bir daire içine sıkıştırılmağa çalışılırken yeni doğan aki­ deler mazinin bütün çürük esaslarını bir silindir gibi ezdi. Bugün hayat başka bir hayat, âlem başka bir alemdir. Ruhlarımız bu yeni prensiplerin tesiri altında ister istemez filizlenecek beslenecek ve bü­ yüyecektir. Yaptığım bilerek yapmak insanlığın faziletlerinden olduğuna göre uzun müddet tered dütler içinde yuvarlandıktan sonra nihayet tesadüfün şevkiyle bir verde saplanıp kalmak bugün için elbette büyük bir kusurdur. Daha hayatm eşiğinde iken istikbal hakkında bir fikir sahibi olmak nekadar lâzımsa tabiî kabiliyetleri en iyi şekilde inkişaf ettir­

mek te en büyük b r vazifedir. Bu vazifenin hüsnü ifası hakikaten medenî ve mes’ut bir mefkûre olacak­ tır. Herşeyden anlamak, herşeye malik olmak şüp. hesiz çok tatlı bir zevktir. Ekseriya bunun için çalışır, bunun için didişiriz. Fakat bu kadar boş ve tahakkuk ettirilmesi hemen hemen imkânsız olan bir gaye de tasavvur edilemez. Bugünkü hayat tar­ zımız, cemiyet düsturları, nihayet bize hakim olan umumî telâkkiler hepimize bir yol çizmiş, bir hedef tayin etmiştir. Bu çerçeve haricine çıkacak her te­ şebbüs pek nadir olarak muvaffak oluyor. İşte zekâmızı işlemek, şahsî kabiliyetlerimizi ameliyat sahasında kullanabilmek ancak bu tabiî düsturlarla mümkün olabilecektir.

Öyle zannediyorum ki kendimizi hayatın cereya­ nına kaptırırken te-ebbüs edeceğimiz ilk bir hareket vardır : Uznn bir tecrübesi olan bugünkü beşeriyeti bütün müessese ve teşkiiâtile göz önüne getirdikten sonra kendimize düşen ve makul temayüllerimizle uygun mevki ve vazifenin tayinine çalışmak. Bizim için en doğru hareket bu olacak, ve hiç şüphesiz bütün istikbalimiz bu intinabın muvaffakiyetinde giz­ lenecektir. Bu noktada hududu daha darlaştırarak millet şekline geçelim ve milletimizi, nihayet bizzat

(3)

Sahife : 2

AKADEMİ

No : 2

kendimizi nazarı itibara alalım. Şimdi mektep sıra­ larında oturan bizler acaba yarın için neler düşünü­ yoruz? Tahsilimizi ne yolda ikmal etmek ve sonra nasıl çalışmak istiyoruz. İtiraf edelim ki birçokları­ mız hatta mektebe girerken ileri-i hakkında bir fıkiri bulunanlarımız bile liseden çıkarken çok mütereddi­ diz. Ne yapmak icap ettiğini bilmediğimiz gibi hem fendimiz hem de bütün aziz tanıdıklarımız için <n doğru ve en muvafı< mesleki tayinden de âciziz. Bunu tayin etsek bile ya bir aç hayırhah bilerek veya bilmiyerek söy'edikleri sözlerle yapıyor, yahutta geçici bir hevesin tesirine k pılıyoruz. Lâkin

irademizdeki bu zaaf teşebb sümüz eki bu azinısiz- lik nereden geliyor? Biz artık akıl ve fikir, makine asrında puslasını şaşırmış betbahtlar olmak istemiyo­ ruz. Bizim de bir kabiliyetimiz, coşsun ve şuurlu temayüllerimiz var. Bizde de tutuşan bir iman da. ima artan bir istikbal endişesi var. Hayatımızı tan­ zim ederek bizi yükseltecek bir kat’iyete, önümüzü aydınlatacak bir isabete, irademizi çelikleştirecek bir fikir ve temayül vuzuhuna itiyacımız var. İşte biz bize bunu temin edecek terbiye sistemini bekliyoruz.

Muhtar Hamdi

( Arnavutköy Koleji Türk Cemiyeti reisesi Meliha Avrti hanımefendi aşağıdaki kıymetli yazılarını gaze temize göndermek lütfünde bulunmuşlardır. Kendile rine teşekkür ederiz.)

Yokluğu ile her an ağladığım Ahmetçiğime ’T'V •• sj •• / I •• ••

Dugun bunu

Bu ses ne, söyliyin kimin bu düğün ?

*

Göklerden toprağa indi melekler Bunun ziyasiyle çiçeklendi gün Etrafa serpildi baharlar, renkler Bu ses ne, söyliyin kimin bu düğün ?

Gülerken mezarlar üstünde baykuş Şakrıyor bir söğüt dalında bülbül Kes artık şarkını ey İlâhî kuş! Sarardı, döküldü hicranınla gül.

Ah rüzgâr ne acı inliyor sesin : Can verdi hayata kanmadan bir genç Bu mezar önünden sakın geçmesin Bir lâhzacık onu anmadan bir genç

*

Baharlar, neş’eler, çiçekler, renkler Bu ses ne, söyliyin kimin bu düğün ? Ey gökten toprağa inen melekler ! Bu bedbaht tabuta lâleler dökün..

Meliha Avni

Sular kararırken

Uyukluyor gibi mahmur ufuklu sahiller;

Denizlerin de solar rengi. Gölgeler dağılır; Ne varsa neş’eye benzer semada, yerde söner; Ve şimdi arzınızın rengi “rengi sevda,, dır.

*

Ne bir kuşun sesi var dır - ne bir nefes, bir enin. Çöker gönüllere, eşyaya akşamın hüznü ;

Sükûn içinde, gömer ömrünün bu bir gününü Bütün şehir, kara boşluklarında bir gicenin.

Ve ansızın erir en son kalan kızıl renk de Vfukların koyu, sâyil, dumanlı renginde.

Bu son nefes gibi birden söner... Benim ruhum *

-Sema kadar mütehayyil, sema kadar mağmum- Sükût eder.. Ve her akşam sular karardımı ben Geçen bu her gün için inler, ağlarım kalben.

(4)

ÿ ,J i!llllllllHl|l2^H|| iin » » ^ ^ llllH II» g H m iH I» « g » l» llllllll« ^ IIIIIIIM tiy illllllll|y i l l l HHjjjrwiH ||m »^Ml|l|^,|lini^ni|||||Hllwul|||||lll|j^ill||||||ll^il|||ll||in^lll|H|[|lll^ll|||llHMIi|nH|H||||H»^ll|ll|[|||limi|||i||li|tj ^

= f c i l l l l ...

m m

m

K

Sesli Filim

= ^ u T i r ii liil^ ^ ^ ^ r iil liï^ ^ ^ m T iiil t i' î^ ^ m u ill llii... ■ > 1111111 ■ T . .Ti ! 111111111.. 1111111111111. 11111' 111 ...ni!

I

W

w

m |||HllHI»^<il}iltini»Mmıl||i|iıMı ^ lu|||;^;!nirıı»«M|i|H||||)|ini|!;i(|||||)^|||||u|||mu|ln(||[||||iMiıl|||||||t|i,Mtn|||||||||i &IIİhtXrillllhnh7Î!HİIIIIIIııîSııllllllllıiı7iıııllllilliııımiiıllllllliiınıiilllM

M I»^H Il||H H H gllii)[|llH M ni1H H IH »^= Il 11 ■.. 1111 II II lit ■.. . .« 1111 II 111.. .. *rll III 1(1 1.. —

Fennin ve senayiin dev adınıiyle ilerlediği

bu devirde

hepimizin

bilmeğe

mecbur

olduğumuz bazı şeyler

vardır.

Filhakika

içinde yaşadığımız, her gün gördüğümüz ve

daima alâka ile takip ettiğimiz, bir çok sayin

semeresi olan ihtiralann esaslarını bilmemek

kadar tuhaf bir şey olamaz. Daha küçükten

bile

tirenlerin, vapurların nasıl işlediğini

evdeki,

mektepteki elektrik

lambalarının

yandığını nasıl biliyorsak, bu gün de artık

ameliyat sahasına dökülen telsiz telgraf ve

telefonun, sesli sinemanın ve daha bunlara

benzer

bir

çok şeylerin

nasıl

meydana

geldiklerini,

nasıl

işlediklerini

bilmemiz

lâzım gelir. İşte bu

sahifelerde

bir kaç

senedenberi sinema aleminde büyük tahav-

viiller vücude getiren (sesli

sinema) dan

bahsetmek istiyoruz. Lâkin ne malûmatımız,

ne de bu bahse hasredilen sütunlar icap eden

ıuüteferri tafsilatı vermeğe müsait değildir.

Bunun için arkadaşlarıma sesli sinemanın

esası hakkında bir fikir verebilirsem kendimi

bahtiyar addedeceğim. Her şeyden evvel bir

çok senedenberi (physique) ve (chimie) ile

meşgul

olan

arkadaşlarımın

kullanmak

mecburiyetinde

olduğum

bazı

istilâhlari

yabancı gömıiyecekleriııi ümit etmek isterim.

İnsanlar,

daha

eski

zanıanlardanberi,

gölgeleri, kuklaları

perde

üzerinde veya

perde arkasında konuşturmağa lıeves etmişlerdir

Bu hayaller ve kuklalar kendi muhit­

lerinde daimî bir mevcudiyet sahibi müstakil

âlemler yaratmışlardır.

İşte sinemanın ilk bulunduğu günden

bu güne kadar

renksiz [*] sessiz,

dilsiz

hayallere renk ve ses vermeğe çalışılmıştır.

Evelee hemen hemen her kesin, hatta bu

işle meşgul olmıyanlarm bile aklına gelen

sureti hal gramofonla sinemayı birleştirmekti.

İlk teşebbüsler bu sahada yürümüştür. Fakat

burada en mühim müşkilât «Synchronisme-»

mes’elesi idi. Hareketleri, bilhassa dudakların

hareketlerini

gramofon plağının

nhengine

uydurmak ve bunları beraberce uzun müddet

devam ettirmek bütün alimleri ve muhterileri

meşgul eden bir mani idi- Ve sonra daha

henüz çekirdekten çıkmış olan gramofondan

büyük şeyler beklemenin de ihtimali yoktu.

Meselâ «microphone» dan uzaklaşacak olsa

«enregistreur» iğnenin plâkların üstünde hiç

bir iz bırakmadığı gözüküyordu. Bu müşkilât

elektiriğiıı gramofon sahasında da, sihirkâr

harikalarını göstermeğe başladığı zamana, yani

son zamanlara kadar devam etmiştir. Bu müd­

det zarfında muhteriler boş durmamış ve faa­

liyetlerini büsbütün başka bir sahada göstermiş­

lerdir. Bilhassa onları tetkik etmek imkânını

arıyoruz. Buda sesi «mécanique» bir vasıta

ile değil ziya vasıtası ile tespit etmekti. Bu

fikri ilk defa (l 923)te ortaya atan «Le de Forest»

isminde bir Amerikalıdır.

Kn ufak bir céreyan tahavvülünü bildi­

recek bir ziya menbaı alalını (şek. l) (Geissler

ve yahut Neon lâmbaları ) bu lâmbalarda

(5)

Sahife : 4

AKADEMİ

No : 2

cereyanın ufak bir değişmesi ziyaları üzerinde

büyük tesirler yapar. Bu lâmbalardan birini

ve bir telefon ( microphone ) nunu bir elektrik

bataryasına «serie» olarak raptedelim, «micro­

phone» nun önünde konuştuğunuz

zaman

«Néon» ve yahut «Geissler» lâmbasını yakan

elektrik

cereyanı

vücude gelen (telefon

cereyanı) vasıtasiyle «modulé» olacak, yani

bataryadan giden mütemadi cereyan seslerin

«fréquence» larına göre mütekatti bir cereyan

haline girecek lâmbanın ziyası cereyanın bu

tahavvülatmdan müteessir olarak azalıp çoğa­

lacaktır. Ziyanın bu ihtizazları bize seslerin

«fréquence» larını temin edecektir. Bu esnada

bu lâmbanın önünde bulunan bir aralıktan

muntazam bir surette hassas bir filim geçi­

recek olursak ziyanın şiddetine göre filim

müteessir olacak ve siyah gümüş tabakaları

meydana

çıkacaktır.

Böyle

hakikî

bir

«Spectre sonore» elde edeceğiz.

Şimdi bu şeritten nasıl tekrar seslerin

«fréquence» larına

geçildiğini görelim.

Bu

«cellule photo - électrique» in çok tuhaf bir

hassası sayesinde

oluyor. «Cellule photo -

elekrique» ( şek 2 ) içine iki «electrode» giren

ve kovası tahliye edilmiş olan bir cam daha

doğrusu «quartz» ampulden ibarettir.

Bu «électrode» lardan biri ampulün içine

döşenmiş ince bir «potassium» tabakasına

temas eder.

Bu« electrode» lan

bir pil

bataryasına raptedersek ve araya bir «galve-

nomètre» koyarsak- tabiî olarak bu aletin hiç

bir cereyanın

geçemediğini

göstermesini

beklemekte haklıyız. Halbuki bu hiç ümit

ettiğimiz gibi çıkmiyor. Filhakika «Cellule»

in içinden şiddeti daima değişen bir ziya

huzmesi geçirecek olursak

«galvanomètre»

nin iğnesini hareket ettiğini görürüz. Demekki

«Cellule» in içinden bir ziya geçtiği zaman,

«circuit» den bir cereyan geçiyor ve bu geçen

cereyanın şiddeti ziyanın şiddetile mütenasiptir.

İşte bundan istifade ederek, evelce hazırladı­

ğımız filimi ince bir aralık önünden geçirelim

ve arkasından aydınlatalım. Aralıktan çıkan

ziya huzmesini filimden de geçirdikten sonra

«Cellule» in içine sevkedelim. «Cellule» de

hasıl olan cereyanı kuvvetlendirmek için bir

( amplificateur ) den geçirdikten sonra «haut

parleur» e sevk edelim. Filimi aralık önünde

hareket ettirdiğimiz zaman, filimin üzerinde

bulunan gümüş tabakasının kesâfetine göre

aralıktan geçen ziyanın şiddeti

azalıp ve

çoğalacak. Ziyanın bu talıavvülatı «Cellule»

den geçen cereyanı ihtizaz ettirecek ve bu

cere}ran kuvvetlendikten sonra «haut-parleur»

ü işletip bize filimdeki karaltıları sese tahvil

edecektir.

Gayet sağlam esaslara istinat eden bu ziya

usulü ufak bazı tadilattan sonra ameliyat

sahasına

döküldü. Hatta

amatörlerin bile

yapabileceği bir iş haline girdi.

Bu tadilattan biri «geisler» ve «Néon»

lambalarını şiddeti hep aynı olan diğer bir

lamba ile değiştirmek oldu. Hep aynı şiddetle

yanan (şek. 3) bir elektrik lambasının ziyasını

(6)

No : 2

AKADEMİ

Sahife : 5

«galvanometre» nın aynasında teksif ettikten

sonra hassas filimin üzerinde aksettirelim. Bu

ayna« uıieorophone » dan gelen telefon cercya-

nile ihtizaz

ettikçe daima hareket

eden

hassas filimin üstünde bir takım münhaniler

( sinusöde ) çiziyor ve bu münhaniler sesin

(ulnce) lerini vüeude getiriyor.

Yene aynı

( Cellule photo-electrique) vasıtasile bu karar­

tıları sese tahvil edebiliyoruz. Her hangi

usulle olursa olsun bu karartılar filimin

kenarından ayrılan bir kaç milimetrelik bir

aralığa sıkıştırıldığı için hakikî bir (synch­

ronisme) elde edilebiliyor.

Fakat diğer

sahada

yani mécanique)

usullerle sesi tesbit etmek için mühteriler

çok uğraşmışlar ve muvaffak olmuşlardır.

Bu gün büyük sinemalarda bu iki usul

birleştirilerek beraber kullanılıyor. Yeni sesli

(projection) makinelerinde gerek kendiliğinden

sesli, gerekse pilâklı fil imleri kullanmak için

tertibat alınmıştır.

Bu muvaffakiyet ve terakkiye ramen sesli

filim aleyhinde bulunanların da adedi çoktur.

Süreyya Kadri

Tetkik;

Yazan : Cahit Sıtkı

Eıı son edebî nesli temsil eden meş’aleci-

lerden

bahsetmekliğime

sebep

içlerinden

Yaşar Nabi’nin

geçen sene

mektebimizin

ticaret kısmını

bitirmiş olması

ve

Ziya

osmanm’da elyövm mektebinizde bulunmasıdır.

Bir çok kıymetli şair ve edipleri sinesinde

yetiştirmiş olan mektebimizin son edebî neslin

bu iki unsurunda da edebiyat ve şiir zevkinin

uyanmasında çok büyük

tesiri olmuştur.

Meş’aleci gençler dediğimiz vakit hatıra

yedi isim gelir: Sabri Esat, Yaşar Nabi,

Vasfi Mahir, Muammer Lütfi, Ziya Osman,

Cevdet Kudret, Kenan Hulusi... Bunlardan

Muammer Lütfi arkadaşlarından ayrıldığı ve

Kenan Hulusi de naşir olduğu için yalnız

beş şairden bahsedeceğim. Bunlardan evvel

bu edebî teşekkülün ufak

bir tarihçesini

yapayım.

Bir çok edebî nesillerimizin taplandıkları

mecmua «Serveti fünun» olduğu gibi bu

gençlerin de yazılarına evvelâ orada tesadüf

ettik. Orijinal mevzular, yeni yeni hayal ve

teşbihler, teknikte görülmemiş bir maharet,

etrafında olup bitenleri fevkalâde bir rüyet

hassasi İşte meş’aleci gençlerin 1927 senesinin

son aylarında Servetfünuna çıkan şiirlerinde

göze çarpan meziyetler. Yedi meş’ale çıkmadan

evvel bu imzalarla ünsiyet peyda etmiştik.

Vaktaki müntahap şiirlerini kitap halinde

neşrettiler edebiyat aleminda hatırı sayılır

bir dedi kodu mihveri oldular. Kimi bu on

dokuz yirmi yaşlarındaki gençlerin eskilere

meydan okur gibi iddialarla ortaya atılmasını

muvafık bulmuyor, kimi de gençleri teşvik

yollu mekaleler yazıyorlardı.

Sabri Esat, Yaşar Nabi, Cevdet, Kudret,

Ziya Osman ilâ... isimleri dilldrde dolaşıyordu.

Ahmet Haşini, Hal i t Fahri, Faruk Nafiz

gibi günün üstatları gençleri himayelercne

alarak onları tuttukları sanat yolunda teşci

ediyorlardı. 1928 nisan ayında çıkan «Yedi

meş’ale» den sonra bu ateşin gençleri Yusuf

Ziya’nın etrafında toplanmış gördük. Akbaba

sahibinin riyaseti altında meş’ale mecmuasını

çıkarmıya başladılar- İlk nüshası 1 Temmuz

Pazar günü intişar eden ve satışı yedi bine

(7)

AKADEMİ

No : 2

Salıife : 6

kadar çıkan meş’aie o vakit memleketimizin

ele alınacak yegâne edebiyat mecmuasıydı.

Anadolunun her taeafmda edebiyat merak­

lısı gençler İstanbullu arkadaşlarının yazılarını

heyecanla ve zevkle takip ediyorlardı. Ne

yazıkki bu kıymetli mecmuayı uzun müddet

çıkaramadılar.

Yeni

harflerin

taammümii

gazete ve mecmuaların yeni harflerle intişarı

gençlerin belini büktü ve meş’alenin dokuzuncu

nüshasını göremedik. Edebiyat düşgünü gençler

üzerine bu adeta kara bir haber gibi isledi.

Cesaretleri kırıldım! sanki?. Hayır.. «Hayat»

ta ve diğee mecmualarda yine bir kaçının

imzasını görüyorduk. «Muhit» in ilk nüshasın­

dan son nüshalarına kadar Cevdet Kudret,

Yaşar Nabi, Vasfi Mahir imzaları üstünde

yine nefis şiirler, güzel nesirler ve mekaleler

okuduk. Buda bize gösteriyorki san’at aşkile

çalışanlar daima kendilerini alkışlattırmak

için bir sahne ve bîr seyirci kütlesi bulabi­

lirler. Şimdi bu genç şairlerimizi birer bire

tetkik edelim

SABRI ESAT -- İlk yazdığı şiirlerin­

den son yazdıklarına kadar hepsinde aynı

velûdiyet

ve teknikte aynı muvaffakiyet...

Sabri Esat lisanı zengin ve muhayyelesi

kuvvetli bir şairdir. Sabri Esat melankolik

ve müstehzi şiirlerde muvaffak olduğu gibi

tasvirî şiirlerde de meharetle yazmaktadır.

Son şiirlerini bu sene Hayatın eski şekilde

çıkan nüshalarında gördük. Derlerki fazla

velûdiyet insanı biraz iptizale düşürür. Sabri

bu tehlikeden uzak değildir. Elyövm Fransada

«Dijon» darülfünununun felsefe şubesinde

tahsilde bulunan Sabri Esatm aşağıki mısra­

larında" hayatı bütün acılığıyle duymuş bir

şairin keskin istihzasiyle karşılaşacaksınız.

Soytarı, soytarı, kuzum soytarı;

Sana yakışmıyr bu göz yaşları.

Ağlama soytarı güldürüyorsun.

YAŞAR NABİ

İşte vaktinden evvel

kemale ermiş kuvvetli bir zekâ. Şire fikir

karıştıran mütefekkir bir şair. Yaşar Nabi

karihası geniş, lisanına

fevkalâde hakim,

mısralarını şirin en dar süzgecinden süzme­

sini bilen, iptizale düşmiyecek kadar bir

velûdiyete sahip, yarının büyük şairleri na­

mzetliğinde kazanması ihtimali kuvvetli olan

ateşin bir istidattır. Şairlik gururunu derin­

den duymuş müstesna bir san’atkâr.

Seni tanıyacaklar hiç çökmemiş dizinle

Üstünde ayak teri taşımıyan alnından.

Şair üstünde yaşadığı semalara hasretle

bakmaktadır.

Semaya gözlerimle dişler gibi bakarını.

Yaşar Nabi şiirlerini ayrı olarak kitap halin-

toplıyan ilk bahtiyardır.

Size «Maslup» un

orijinaliteliğini mi, «Yedi kapı» nın ince gü­

zelliğini mi, «Haykırmak» m haklı ve inatçı

bir isyan besteliyen hançer gibi ıııısralarımn

vahşi ahengini mi methedeyim?

H ajur...

«Kahramanlar» ı eline alan her şiir meftunu

onun tozlu gibi duran açık sarı sahnelerin de

ruhunda yazılı mısraları bir bir okuyacaktır.

Genç şair nesirde de fevkalâde bir istidat

sahibi olduğunu yazdığı kuvvetli nesirler ve

makalelerle ispat etmişfir.

Yaşar Nabi elyevm ziraat bankasında ça­

lışmaktadır.

VASFİ M A HİR. — Pürüzsüz mısraların­

da Anadolunun körpe güzelliklerini terennüm

eden vatanberver bir genç. Vasfi Mahir Fa­

ruk Nafizin tuttuğu yolda yürümeğe muvaf­

fak olmuş, ecnebi edebiyat tesiri altında

kalmamış Velut ve hassas bir şairdir. «Cellâ­

dın kitabesi» şiiri Yedi Meş’alcde bir bedia-

dır- Onun içten gelen zehirli mısralarında

can yakan bir cellâdın bütün azabını duya­

caksınız :

Varlığın insanları her gün boğan bir afet,

Bir gün mazime baktım, hatıram bir yığın et

Her ölenden azabım benim bin kerre fazla.

Bin can öldü elimde, ben bin bir kerre öldüm.

Vasfi Mahir elyevm

Mülkiye» niu son

(8)

No : 2

AKADEMİ

Sahife : 7

ZİYA OSMAN. — Mektebimizin on bi­

rinci sınıfında bulunan Ziya Osman arkadaş­

ları arasında ecnebi ve bilhassa fransız ede­

biyatını ancak okumuş ve şüphesiz o tesir

altında kalmış bir şairdir. «B auddaire »,

«Sarnain», «Mallamıe» gibi şiirlerinde derin

bir ıııelâl terennüm etmekte ve ekseriya da

muvaffak olmaktadır.

Biz de en iyi son

yazan diyebilirim ki Ziya Osman dır. O söylen­

miş şeyleri hiç tekrarlamaz, daima yeni fikir­

ler, yere hayal ve teşbihler peşinde koşar.

Şiirleri az fakat her biri başlıbaşıııa birer

bediadır.

Ziya Osman mısralarınm güz-İliğine düş­

kün oldnğu için onları beş on defa değiştir­

mekten çekinmez.

«Yedi Meş’alede» uyku

isimli şiir içten gelen, göz yaşıyla yoğrulmuş,

hayata hazin bir vedadır :

Artık ne bir dost sesi, ne de bir düşman yüzü,

Ey soğukta titreyen bu toprağın öksüzü,

Gel beraber çekelim uykuyu sırtımıza.

Ziya Osman san’atma çıldıracasma aşık,

şiirlerinde samimi, lisanı düzgün, şiir saha­

mızda çok derin izler bırakacak ince bir

san’atkârdır.

CFVDKT K U D RET. - İşte «Yedi Meşk

ale» niıı en bedbin şairi.

San’at telakkisi

Ziya Osmanmkıtıe yakın olan Cevdet Kudret

çok orijinal bir şairdir.

Cevdet Kudrette

riiyet kabiliyeti fevkalâde tekemmül etmiştir.

Onun kendi benliğinden başa tanıdığı şiir

alemi yoktur.

Onun ölüme ithaf edilmiş şi­

irlerine İlâhi bir cazibe bahşeden acaba nedir?

Zalnız ve yalnız san’atmdaki müstesna kabi­

liyeti. O her şiirinde akşamdan bahsetmekte

fakat her seferinde yeni bir teşbih, yeni bir

hayalle.

Bunu için değil midir ki Cevdet

Kudrete akşam şairi diyeceğim. Neşrettiği

«Birinci perde» isimli şiirine cmuası edebiya­

tımızda bir san’at hâzinesidir. Şair öldükten

sonra kıymetinin anlaşılacağına emin olduğun­

dan bu fikrini müstehziyane anlatmaktadır:

Yirmi yıl yer üstünde sürünüp duran beni

Omuzda götürdüler, omuzda götürdüler,

Sevincinden omzunda taşıdı cihan beni.

Cevdet kudretin bu sene bir piyesini de

seyrettik :

Tersine akan nehir.

Münekkitler genç şairi hırpalamaktan âde­

ta bir zevk duydular.

Fakat ben «Tersine

akan nehir» in hırçın dalgaları arasında bu­

günkü şiirimizden gelecek nesillere yadigâr

kalacak elemli bir çehrenin bütün ihtiyaçları,

nı iirpererek seyrettim.

Memleketimin genç şairlerinin daha kuv-

vetli eserler verecekleri günü sabırsızlıkla

bekler ve bir san’at meftunu sıfatile hepsini

candan alkışlarım.

Akademi Hakkında

O ittikçe yükseliyor aziz teşkilâtımız,

A rtık meyva vermiye başladı sebatımız.

L iyakatli artistler kendi şubelerinde

A lâkayla, hevesle, çalışıp olgun, zinde

T emsiller, Konferanslar, konserler veriyorlar.

A yda iki üç kere eserler veriyorlar.

S an’at güç, tenkit kolay, eser sa’ye tâbidir,

A kademi tabiri veremez bize kibir.

R afet beyin kıymetli yardımı sayesinde,

A kademimiz çıktı, tarihi budur işte:

Y adigâr kalsın sizde o sevimli gazete.

1930

(9)

A k a d e m i

Akademimizin

varlığını

harice

karşı

göstermiş olan en mühim ve en güzel hareket

vermiş olduğu ilk müsameredir. Tiyatro ve

müzik encümenleri gerek müsamerenin ter­

tibinde ve gerek pildesin ve çalman parçaların

intihabında büyük bir hüsnü tabiat göster­

mişlerdir.

Müsamere Perşembe günü gündüz, gece

ve Cuma günü gündüz olarak üç defa verilmiş

ve hepsinde aynı alâka görülmüştür.

I emsil edilmiş olan «Üçüzler piyesi«,

Fransızcadan lisanımıza çok güzel bir surette

Selami İzzet bey tarafından tereeme edilmiş

çok gülünç üç perdelik bir komedidir.

Bülent, Reşit, Ercüment, Sabahattin gibi

miisteit ve muktedir arkadaşlarımızın yarattık­

ları piyes muhterem misafirlerimiz tarafından

çok alkışlanmıştır.

Ferruh rolünde Bülent biz arkadaşlarına

mektebimize, hatta bütün Türk gençliğine

şeref veren san’atile, piyesin bütün gülünçlü­

ğünü toplıyan şahsiyeti tam manasile yarattı.

Son zamanda çok terakki etmiş olan«mimique»

kabiliyetini bir daha görüp takdir ettik. Temsil

ettiği şahsiyetin bütün gülünçlüğü hareketlerde

mübalağa ve adiliğe düşmemek, buna rağmen

komik olmaktı.

Bülent bu son

noktada

ziyadesile muvaffak oldu.

Mektebimizin tanınmış kıymetli

m ü s a m e r e s i

Kadın rollerinde Ercüment ve Reşit teptili

cinsiyetin istilzam ettirdiği zorluklara rağmen

çok güzel oynıyarak diyebilirim ki hakikî

kadın aktirisleri aratmamışlardır.Cemil rolünde

Sabahattin asrı, yakışıklı,

vekur bir jön

prömijre idi. Yerin azlığından dolayı ayrı, ayrı

yazanılyacağım ve piyesin muvaffakiyetinde

her biri san’at ve kabiliyetini kullanmış olan

diğer arkadaşları da aynı suretle

tebrik

etmeyi bir vazife telâkki ederim.

Müzik kısmında Hal idin solosu, Akademi

trivo ve orkestralarının

çalmış oldukları

parçalar

çok alkışlanmıştır.

Müsamerenin

sonunda Iz-Caz her zamanki muvaffakiyeti

elde etmiş ve güzel tangolarile zaten, çok

gülmüş ve eylenmiş olan kıymetli misafir­

lerimizin mektebimizden keyf ve neş’e ile

çıkmalarını temin etmiştir.

Sözlerimi bitirmeden evvel çok güzel ve

orijinal olan dekoru yapan Hamit Kemali yi

arkydaşlarını ve rejisör muallim Ali Fevzi

beyi tebrik etmek isterim.

Gelecek sene

akademimizin daha fazla

eserler meydana

getirmesini temenni eder ve bu güzel fikri

ortaya atan,

vücut

bulduran arkadaşımız

Veysiyi tebrik ederim.

Reşat İsmet

şahsiyetlerinden bir kaçı

,

(10)

Mâbet

Muhterem edibimiz Faik Âlî beyefendinin Akademimize iltifatları

Aziz Gençler

Tesisiniz ne güzel bir eser. Temenni ederim ki isminin delâlet ettiği manayı tahakkuk ettirsin. Yeni neslin bedene fikir ve ruhtan ziyade ehemmiyet ver­ diğini, bazı zevahire bakarak, zannedenler var. Te­ şebbüsünüz bu zannm hakikate tevafık etmediğini ve bu günkü gençlerce de terbiyei bedeniye gibi tenmiyei fikriyenin de lâyık olduğu ehemmiyetle te­ lâkki ve iltizam edildiğini göstermek itibarile haizi kıymet ve sezavarı hürmettir. Çalışınız, her biriniz ulum ve sanayiden istidadının yettiği sahada çalışsın. Bir kaç senede asırlara kifayet edebilecek vekayi görmüş, büyük haksızlıklar, acı tecrübeler görmüş ve o imtihanı pürmihenden yorgun, harabü perişan,

Huzuru yadü hayalinde pürhtışuu sükûn, Bir ihtirası perestişle titriyen kalbim, Haremserayı sunûhata yükselir daim. Senin hayali bülendiule yadı masumun

*

Revanü fikretinin mabedi mukaddesidir: Gider, ziyaret eder, diz çöker, dua ederim. Bu bir vazifei hissiye, ruhumun miibrim Bir ihtiyacı, bir ayini, bir akidesidir. Bu öyle bir samedi mabedi keremdir ki Harimi nuru celâlinde ruh müstağrak Bu haki tengi, bu fanî hayatı gamnaki Unutmuş, artık uluhiyyet aşına olarak,

*

Yaşar semaların ihsası sermediyetini. Evet sema gibi, lahutu, iatenahiyi, Üiüvvii hilkati, asayişi İlâhiyi

Düşündüren mütealî bir evci nuranî. O beyti hürmete yalnız şiir hediye, şiir Nisarü nezrediiir.. karşısında - tıpkı sema - Mürakebeyle tehayyiil ibadeti uznıa,

Nüzulü saniha bir müjdei icabettir.

*

Bir ihtizazı perestişle babı mabedinin Eşiklerinde taninsaz olan bu lâhni hayat, Cidarı nurunu takbil eden bu ahu enin, Bu nâmeler, bu münacatı kalbü hissiyyat.

*

Suverpeziri sünühat olan bu abideler Gelir zaman, ki mihrabı iptehale gider.

Faik Âlî ııııım ım ıııııııııım m » ıııııııııın ııııııııııııım ıım ıu ıııııııııııııııııııııu ııııııım ııııt ııııııım ı fakat Allaha çok şükür muvaffak ve ümmit ile meş­ inin çıkmış bir memleketin namzedi olduğunuz is­ tikbali sizden ınesayi, ve çok çetin mesayi istiyor. ' Eyiliğe, güzelliğe, doğruluğa mevkuf ve masruf emeklerinizin berhava olmamasını ve sizden daima vicdanınızın hoşnut, ailenizin hoşnut, vatanınızın hoş­ nut olmasını bütün ruhumla temenni ederim.

4 Nisan 1930

(11)

Müsahebe:

Harpten sonra milletlerin hayatında nasıl

mühim tebeddül olmuşsa edebiyatlarında da

bir değişiklik dünün telâkkilerini kökünden

kazımak istiyen bir cereyan hasıl olmuştur.

Almanya ve Fraıısada harp sonundaki edebi­

yat zihniyeti o kadar aykırı, o kadar gariptir ki

bu güne kadar hemen hiç bir münakkit bu

mevzuu tetkike girişmemiştir. Fransada geçen

sene

ölen

ve zamanın

en salâhiyettar

ıııünekkitlerinden biri addedilen «Paul Souday»

bir kaç sene

evvel «Temps»

gazetesinde

yazdığı makalelerinde bu mevzua dokunmuş

ve

günün

telâkkilerini

teşrih

etmişti.

Surréalisme» «dadaisme» ve «futurisme» gibi

muhtelif edebî mesleklerin nihayet

iflâs

ettiğini göriiyüruz. « Paul Souday » daha o

zaman bunu sezmiş

ve

bu mesleklerin

istikbalini tayin etmişti. «Symbolisme» in

parlak bir atisi olduğu hakkında makaleler

yazan

Fransız münakkidiııin aldanmadığını

görüyoruz. Bu günün san’at ilâhlarından

addedilen ve şiirleri mütefekkir, mahdut bir

zümrenin ağzında dolaşan « Paul Valéry » yi

«Souda)''» büyük bir hararetle teşci etmişti.

vŞiirleri adeta kapışılan

«Valéry» bu gün

; Régnier » ile birlikte «Symbolisme» e parlak

bir istikbal temin etmektedir. Başlı başına

bir şahsiyet olan ve şimdi FVansanın «Vaşing-

ton» sefiri bulunan «Paul Claudel» symbolismé

in üstatlarından addedilmektedir. Kendisinden

evvel şiir yazılmadığı gibi müfrit bir kanaat

besliyen «Claudel» hiç şüphesiz yüksek bir

kıymeti edebiyeyi haiz bir şahsiyettir. «Symbo­

lisme » i tiyatroya sokan « Claııdef » m ( 19 12)

de ilk defa olarak Pariste oynanan bir eseri

« Annonce faite â Marie > pek fazla şöhret

kazanamamıştır. Fakat piyes son zamanlarda

daha iyi anlaşılmış ve merkezî Avrupa

payitahtlarında ezcümle«Prague» da Frakfort

ta, Cenevre’de, «Granoble» da oynanmış ve

fevkalâde bir rağbet kazanmıştır. Fseri akade­

minin

takdirini kazanan

«Paul

Clandef»

gittikçe artan bir kari kütlesi kazanmaktadır.

B.ı gün hemen hemen beynelmilel bir

şöhret teminine muvaffak olan «Jean girandoux

son devrin en muvaffak romancılarından

biridir. Juce ve yüksek bir zevke malik olan

bu kuvvetli romancı eserlerinde şayanı dikkat

bir yenilik göstermiştir. Üslubundaki şi’riyet

sürükleyici bir kuvveti haizdir. İlk yazdığı

eserlerinden biri olan

« Provinciales » en

karekteristik ve en güzel eserlerinden biridir.

Son zamanlarda yazdığı bir romanını piyes

şekline sokan « giraudoux », kuvvetli bir tiyat­

ro müellifi olduğunu göstermiştir. Burada

Mme Marie Bell’iıı maalesef çok zaif ve eksik

ı

oynadığı «Siegfried» son senelerin en kuvvetli

eseri addedilmektedir.

Almanya’da yüzlerce

defa oynanan bu piyes muharririn şöhretini

beynelmilelleştirmiştir.

Zamanlınızda «Biographic» nin babası ad­

dedilmekte olan «André Maurois» zikre değer

bir şahsiyettir.

Son neşrettiği iki ciltlik

«Byron» eserile «Maurois» şöhretinin şahikası­

na doğru yükselin ştir.

İlk eserleri olan

«S ehil ey» ve «Disraeli» den daha kuvvetli bir

teknik ve görüşle yazılmış olan «Byron» mis­

line az desadüf edilen bir rağbet görüyor.

Bu şöhretlerin yanında « Paul M orand»

«Montherlant» gibi oldukça sivrilmiş kıymet­

(12)

Sahife : 12

AKADEMİ

No : 2

York) günün en muvaffak eseridir. Münasip

bir zamanda bahsedeceğimiz bu eser bilhassa

Amerikada muharrire büyük bir şöhret temin

etmiştir. Mevzularındaki kuvvet ve orijinalite

ile temayüz eden «Kessel» genç romancıların

başında bulunmaktadır. Akademinin roman

mükâfatını kazanan bu kıymetli muharririn

en muvaffak eseri (Belle de jour — gündüz dil­

beri) dir.

Çeçen sene, intişarı sıralarında

Fransada epeyce dedikoduya sebebiyet veren

bu eserde «Kessel» in bütün san’atı görül­

mektedir.

Antimilitarıst bir zihniyetle yazdığı eser­

leri fevkalâde şöhret kazanan «Georges Du.

hamel» uzun uzun bahse değer bir romancıdır.

Hayatı ve eseri hakkında bahsi başka bir

zamana bıraktığımız «Duhamel» in (1918)

(Concourt) mükâfatını kazanan ( Civilisation )

isimli eseri her edebiyat kariinin okuması

lâzım gelen enfes bir kitaptır.

Romanda muasır Alman muharrirlerini

geride bırakacak kadar bir kudret gösteren

bu muharrirler günün şöhretleridir.

Her fa­

niye anlamak nasip olmıyan (André GideJ

‘hiç şüphesiz dünya romancılarının en başın­

da gelmektedir.

7 Mayıs 930

Bedrettin ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦

»•«••«»m»*»»»».

i

YAZI MÜSABAKASI

)

Birinci Devre

♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦»•*

V ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ m * ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ * Birinciliği kazanan hikâye.

Yeniden Doğan Benlik

I

Vedattan Nihada

Kardeşim Nihat,

Sana bu mektubu yazışımdaki maksada girişme­ den evvel geçen hafta bana (Muaİlâ) hakkında söy­ lediğin sözleri hatırlatmak istiyorum : "Bu kadın şüphesiz ki cinsî ve maddî ihtiyaçlarını tatminden başka düşüncesi olmıyan bir mahlûk. Lâkin öyle zannediyorum ki bu çehrenin altında gizli olan baş­ ka bir kadın da var. Bu hükmü vermeme şu sebep o ld u : Üç akşam evvel ben ve iki üç arkadaş Maksimde eğleniyorduk; yanımızda Muallûda vardı. Delice içiyor, delice dansediyor, delice gülüyorduk. Bu taşkın ve muhakemesiz neş'e içinde iken Muallâ- ye birdenbire bir durgunluk geldi, sonra başını masanın kenarına dayıyarak ağlamağa başladı. Teskin etmeğe çalıştık; o hiç birimizi dinlemiyerek (geçer, birşey değil) dedi. Kendisine refakat etmek için vaki olan ısrarlarımıza aldırmadan çıktı, bir otomo­ bile atladı, gitti; işte azizim, eğer bu vak'a olmasay­ dı Muallâyi daima maddî ve menfaatperest bir ka­ dın, bir... zannedecektim. Fakat anladım ki bu

kadiı.ın kalbindeki hisler henüz son nefeslerini ver­ memişlerdir, ona hülûl etmek için münhasıran para lâzım değildir. Kendisine lâzım olan hissi ihtiyaçları keşfetmek ve öyle hitap etmek kâfi gelir... ne ya­ zık ki ben bu ikinci kısımdan değil- birincidenim.,, Keşke bu sözleri söylemeseydim Nihat... Bunlar bana çılgınca'bir teşebbüse girişmek fikrini aşıladılar, evet ikinci kısımdan olarak Muallâye hülûl etmek fikrini... Biliyorsun ki zengin değilim. Zaten bu kadar samimileştiğimiz halde kendimi daima senden bir az ayrı görmeme sebep olan bu aramızdaki, zenginlik, fakirlik farkı değil mi ? Ne ise, maksadı­ ma girmek istiyorum. Muallâyi uzun zamandan beri, seninle bir gün Tokatliyandan çıkarken gördüğüm gündeııberi istiyordum. İşte belki altı aydan beri beni çılgınca sarsan arzu buydu Nihat. Ona karşı aşk değil yalnız ihtiras duyuyordum. Kendini kira­ layan bu nefis kadının velev muvakkat bir zaman için sahibi olmıya çıldırıyordum. Fakat... mümkün olabilir miydi? Benim gibi küçük bir banka me­ muru nesine güvenerek "Muallâyi elde etmeği dü­ şünebilirdi ? Nesine güvenerek, altmış beş lirasına mı ? O altmış beş lira ki ihtiyar annesine ve ken­ disine zoruzoruna yetişiyordu. Fakat bu arzu im­ kânsızlığı büyüklüğü karşısında gittikçe genişliyordu. Artık ben benim değildim, bu arzunun, bu ihtira­ sındım. Aklımı başıma topladığım zamanlar kendi

(13)

No : 2

AKADEMİ

Sahife : 13

kendime nasihat ediyor ve diyordum. "Yavrum, bu sevdadan vazgeç. Boyundan değil belki bütün öm­ ründen büyük işlere girişmek istiyorsun. Muallâ kendine en ziyade güvenenlerin bile erişemediği bir kadın... Sen kendin de o kudreti görebiliyor musun?,, Bu nasihatler yavaş yavaş kendini göster­ meğe başladı, O arzu imkânsızlığın dehşeti karşı­ sında bir müddet irkildi, geriledi ve küçüldü. Ben yavaş yavaş kendime avdet ediyordum. Bu sırada senin sözlerin beni çığırdan çıkardı. Demek Muallâ- da bir his vardı, demek paradan başka bir kuvvetle Muallâya hâkim olunabilirdi, Muallâ benim olabilir­ di demek. Ben muhakkak Muallâya malik olmalıy­ dım ve bu da artık uzak bir ihtimal halinde değil, yakınlaşan bir hakikat halinde idi. Plânımda muvaffak olabilmek için herşeyden evvel onun bulunduğu yere girebilmeliydim. Senin için ufak görünebilecek bir pa­ rayı gözden çıkararak Maksime gittim. Taliim yolun­ daydı. Muallâ nihayette, iki palmiye arasında ki küçük bir masada oturuyordu. Yanında tanımadığım iki kişi vardı. Fakat bunların yanında sıkıldığını hissediyor­ dum. Cazbant çalmağa başlamıştı. Plânıma giriş­ mek için Muallâmn bu halinden istifade etmek iste­ dim, yanına gittim ve dansa davet ettim. Gözlerini gözlerime dikerek bir az hayretle, bir az da: "Ne cesaret,, der gibi bir mana ile baktı; fakat her nedense kabul etti. Bu anda kulaklarıma inanamıya- caktım. Dudaklarından çıkan peki kelimesini âdeta bir daha işitmek istiyordum. Rüzgâr gibi kalktı ve dansa başladık. Mükâleırıeyi bir kaç havaî kelime ile açtım. Yavaş yavaş elime geçen bu fırsattan istifade edebilmek için maksadıma girdim. Ondan benim olmasını istedim. Çılgındım Nihat, emin ol çılgındım, yoksa mantıkına bu derece itimat ettiğim muhakeme sahibi Vedat, bunu, bu kelimeleri başka bir vaziyette söyliyemezdi. Şimdi düşündükçe, ken­ dimi Himalâyaya tırmanmak isteyen bir... bir sümük­ lü böcek görüyorum. O beni sersemletmişti, beni çıldırtmıştı. Bu sözlerim üzerine birdenbire durdu, gözlerimin içine baktı, suratıma tükürür gibi, işidi- yor musun Nihat, tükürür gibi: “Siz delisiniz!,,

dedi.

Bıı iki kelime bir anda bana bütün vaziyeti anlattı; evet ben deli idim. İki üç kelime mırılda­ narak onu yerine götürmek istedim, sert bir cevapla yalnız gidebileceğini söyledi ve uzaklaştı.

Bardan çıktım, sabaha kadar Taksimle Şişli ara­ sında dolaştım. Gecenin serin rüzgârı, koyu mavi gök ve parlıyan yıldızlar bana muhakememi iade etti. Artık düşünebiliyordum. Muallâ yalnız maddî düşüncelerden başka hiçbir hissi olmıyan bir kadın­

dı. Sen hükmünde yanılmışsın ve bu yanılman da beni hayatımda tekrar cesaret edemiyeceğim, bir çılgınlığa şevketti. Muallâ ruhunun bütün çıplaklığı ile gözümün önündeydi; bir tüccar, kendini satan bir tüccar.

Bu mektubu sana, verdiğin hükmün yanlışlığım göstermek için yazıyorum kardeşim. Muallâda bir his, bir kalp beyhudedir ve sen dediğin gibi (ikinci kısımdan değil birinciden) olmakla iftihar edebilirsin, çünkü ikinci kısma mensup kimse yok.

Samimî selâmlarımı mektubumla beraber gön­

deriyorum kardeşim. Vedat

II

Muallâdan Vedata

Vedat Bey !

Nihat kendisine yazdığmz mektubu bana gös­ terdi. Mektubunuzda kullandığınız kelimeler beni ilk önce şimdiye kadar yakalanmadığım bir "isteri,, buhranına şevketti. Yalan, yalan diye hıçkırmağa başladım

Fakat içimde bir his bana yavaş yavaş sizin haklı olduğunuzu söyledi. O zaman düşünerek dü­ şündüm — bilmem bu tabiri anlar mısınız Vedat Bey, — nihayet haklı olduğunuzu itirafa mecbur kaldım. O zamana kadar farkında olmadığım ben­ liğim kendini gösterdi. Söylediğimiz gibi ben şim­ diye kadar yalnız kendini kiralıyan bir tüccardım Vedat Bey, bunu itiraf etmek ne müşkül şey.

Fakat ben yalnız bir tek benlikten mi teşekkül etmiştim, yoksa yalnız tüccar mıydım? Bu sual beni kâh isyana kâh acı bir inhizama sürüklüyordu. Mu­ hakemem “evet,, kalbim "hayır,, diyordu ve ben fikrimle hissim arasında eziliyordum.

Böylece günler geçti. Benliğimdeki fırtına daha durmamıştı. Bu sabah uyandığım zaman hissimin tamamile galip geldiğini gördüm. Bu zaferi kendi kendime ispat etmek için size mektup yazmağı dü­ şündüm ve yazıyorum.

Size hissimin ve kalbimin bütün genişliğile hi­ tap ediyorum Vedat bey. Artık benliğimdeki tüc­ car kadın ebediyyen ölmüştür. Ben artık onun yaşa­ dığı ve öldüğü yerlerden uzaklaşmak istiyorum... Daha bir hafta size «delisiniz» dediğim halde bugün yalvarlyorum. Geliniz Vedat bey, beni buradan, bu müteffessih yerden kurtarınız. Bu belki sizin için bir fedakârlıktır. Lâkin son nefesini veren bir ben­ liğin yanında hayata yeni doğduğunu hisseden zavallı bir kadına büyük bir iyilik işlemiş olacaksınız...

Sizi bekliyorum Vedat bey. Muallâ Muvahhit Necdet

(14)

Fantazi hikâye

(Vak’a İkinci Hoıivut şehrinde geçer)

Duglas giyinmektedir. Bueün sevgilisi Billi Dov- la beraber bir çaya davetlidirler. Acele, acele ha­ zırlanır. Bacakları dar, paçası bol pantolonunu, açık yakalı beyaz gömleğini ve üstüne de üzerinde h 'r renkten japonca ilânlar bulunan süveyterini gi­ yer. Bu süveyter kolsuzdur, gömleğinin de kollarını sıvar. Beline bir geniş siya ’ kuşak sarar. Bıyıklarım burar ve aynada bir kere de beyaz dişlerini göste­ rerek gülüşünü ayar ettikten sonra gitarını alır ve geniş fulelerle sıçrayarak kapıdan çıkar.

Şimdi yoldadır. Bütün çalakisile sevgilisine yahut kendi tabinle "Hanibanc,, ma doğru yol al­ ma'-tadır. Sokakta gelip geçen lıalk bu acayip kuk­ layı hayretle seyreder. Kadınlar güler, erkekler, kızar, çocuklar da korkularından ağlar. Nihayet uzaktan Billi Dovuıı apartmanı görünür. Duglas hemen gitarını alır çala çala apartmanın kapısına gelir ve orada bir ayağını kapunun eşiğine dayaya­ rak Moris Şövalyenin “Louise,, ini söylemeye başlar; gitarı da kesik nağmelerle sesine refakat etmektedir. Apartman kapıcısı ve komşular bu sahnelere alışık oldukları için sadeçe pencerelere üşüşüp gülüşerek seyretmekle iktifa ederler. Yalnız cattedeıı geliip ge­ çen halk genç âşığın etrafına toplanır ve müruru ubur bir az müşkülleşir, bu sırada Duglas da şarkı­ sının sonuna gelmiştir. Son cümleyi bütün kuvvetiyle haykırır:

— Luiiz ay lav yuuuu...

ve bütün mahalle çocukları, etrafına toplanmış olan halk ve hatta kalabalığı dağıtmağa uğraşan belediye memurları hep beraber aksi seda gibi tekrar ederler:

— Yuuuuu....

Aşağıda bu gürültüler olurken Billi Dov da odasında giyinmektedir: Entarisini giymiş şimdi ke­ merini sıkmaktadır. Sıkar, sıkar, yüzüne kan hücum eder gene sıkar ve aynanın kenarına sıkıştırdığı

üstadının, asıl Belli Dovtın resimle bir kıyas yapar. Beli o inceliği, a’maktan daha çok uzaktır. Tekrar soyunur ve entarisini tenine giydikten sonra kemeri tekrar sıkar. Bu sefer belin kalçalara ve göğse nis- beti vücudun bir az acaipleşmesiııe rağmen büyük artisti oldukça andırır gibi olmaktadır. Şimdi asıl mühim mes’ele “akroşkör,, leri yapıştırmaktadır. Ev­ velâ saçlarını iyice yağlar, tarar ve yanaklarını zamklıyarak siyah mehpareleri birer birer yapıştırır. Bir tebessüm eder. Aksi şeytan bütün yapıştırdığı saçlar açılır. Bir iki kere tekrar eder. Nafile zamk­ lamak değil ye saçlarını yanaklarına dikse bile ağzı bir az irice olduğu için gülerken gene açılacaklar. Bunun üzerine kaşlarını çatar ve bütün çayda hiç gülmemek azmi kat’îsile merdivenlere atılır.

İşte bu sırada mahalleli de Duğlasın şarkısını alkışlamaktadır.

Nihayet iki sevgili birbirinin kucağına atılırlar: — Helo H ani!

— Helo Daglıs

Çay Adolf Menjunun apartmanın da verilmek­ tedir. Bu yaşı otuz beşlik kendi yirmi beşlik bir gençtir. Bütün ömrünü elbise yaptırmak, mevhum bir tarihte ziyaret ettiği Parisi anlatmak ve olveçlıile icrayiamel etmekle geçirirdi. Evinde mütemadiyen çaylar verir ve kendisi de beyaz eldivenler giyerek hizmet ederdi. Her hareketi her işi Adolj Merıju- nunkilere benzerdi.

Bugün de gene çay vermiyor, adeta Menjunun "Garsonlar Prensi,, filmini çeviriyordu. Fransızların bile anlayamayacağı kadar aksanlı bir fraıısızca ile komplimanlar yapıyor, gidiyor, geliyor, eğilip kalkı­ yordu.

Çay dehşetli kalabalıktı. Bütün artistler, bütün dünya şampiyonları, bütün milletlerin mümessilleri buradaydı.

Küçük salonda Meri Pikfort buklelerde oynuyor, ağzını büzerek fondan yiyordu. Arkasında bir kolejii prep talebesi Çarls Rocers rolünde harıl harıl ilânı

(15)

No

2

AKADEMİ

Sahife : 15

aşk etmeğe uğraşıyordu. Karşılarında Rakel Meller Espanyol elbiselerile şezlonga uzanmış bir elile siga­ rasını tutuyor öbüriyle de dişlerinin arasından mırıl­ dandığı Plegaryaya kastaniyetile tempo tutuyordu. Valantino ile arası açılmıştı. Sen dalıa güzelsin, ben dalıa güzelimle başlayan münakaşa şiddetlenmiş ve nihayet darıimışlardı.

Şimdi Rodolf Oreta Garbolardan birini almış onun yattığı şezlongun arkasında tango figürü öğ­ retiyordu- Hiddetle başını çevirerek baktı: Greta Garbo beli ilerde, omuzları geride, başı önüne iğik, gözleri yarı kapalı, ağzı yarı açık fırıl fırıl dönü­ yordu.

Rodolf onu ileri itiyor, geri çekiyor, döndürüyor, koşturuyor, çömeltiyor, kaldırıyordu.

Valantinonun da bugün Allah için güzelliği üs­ tündeydi. Ensesine kadar sarkan briyantinli saçları pırıl pırıl parlıyor, uzun favorilerinin gölgesi, yoluk kaşlı gözlerine başka bir letafet veriyordu.

Ramon Novarolar pencerenin önünde dört beş tanesi bir grup olmuşlar, aralarına da bir Norma Şirer almışlar Talebe prensi oynuyorlar. Kıyafetler hepsinde ayni:

Yakası gerdanına kadar açık kendinden yakalı “sempl,, bir gömlek, topuzunun büyük olması için üç dört kere sarılarak bağlanmış “neglije,, bir bo­ yan bağı ve göğsü iri göstermek için sımsıkı döğ- melenmiş „rahat,, bir çeket.

Tabiî vaziyetlerde bu kıyafetlerin mütemmimi: Eller cepte, göğüs şişik, ense dik, çene göğse yapışmış, kaşlar çatık, gözler şaşı, ağız miitebessim.

Con Cilbert, Cılert Rolant, ve avenesi büyük salonda dans ediyorlar, onlar da tıpkı Romanların kıyafetinde; yalnız Coninin yakalığı kolalı, Cilbert Rulandın da saçları Yunanı kadim aklilerinden Apoi- loııun saçlarının biçiminde kesilmiş.

Con Cilbert rolünü yapan delikanlı bu rolde bir az acemi; fakat hakkı da var. Daha iki ay evvel zavallıcık Benliyonla Lııit Hüks halitası idi. Şimdi birdenbire Coniliğe geçmek müşkül. Maamafilı ne olursa olsun ikinci Halivutta hükümferma olan bü­ yük süksesinin hatırı için elinden geleni yapacak. Modası gelirse Coni değil ya Loıı Şaney bile olacak. Yalnız birşeysi çok çirkin: Halisiiddem ermeni. Onun hallerine bakarak uzaktan muvaffakiyetlerini tahmin eden bazı kızlar ara sıra yanına sokuluyor­

lar, fakat maattessüf hep ayni meşhur nakaratı du­ yuyorlar :

A h ! Matmazel Jetenı. Acaba sen de beni tü­ meni mi ki?....

Amerikalıların grupu en şık gruptu.

Elbiseler azçok Roman Novaroları andırıyor. Yalnız bazısı omuzlarına ince kursak bir muşamba almış, bazısı boynuna Süveyter bağlamış, bazısı da lâstik ayakkabı giymiş ve böylece insanın çaya değil ya kahveye bile gitmeyeceği bir kıyafette rahat ra­ hat büyük salonan ortasında durmuş konuşuyorlar. Hepsinde eller pantolon cebinde, kollar vücude ya­ pışık omuzlar kalkık ve ağızlarında sakız. “Spor ve Gençlik,, serilerinin çay nüshasını çevirmek için bir okjektifle iki projektör eksik... Hem iki saattir san bıyıklarını burarak salonu arşınlıyan şu "Asri Korsan,, o da faydası dokunur. Filminin alınmasından o da çok memnun olacak. (x) rengindeki empermeab- liniıı belini sımsıkı sıkmış, her kızın önünden geçer­ ken çarşaf kadar bir ipekli İngiliz mendilini çıkara­ rak burnunu siliyor, mareıı kasketini düzeltiyor ve sahana sahana yine yürüyor. Ne kimse ile konuşmak var, ne dans etmek. Yalnız burun silmek, otuz iki dişini gösterek gülmek ve bir de birer buçuk metrelik adımlarla salonu dört dönmek.

İngilizler mensup oldukları cemiyetlere gört muh­ telif kıyafetlerde gelmişlerdi :

İngiliz mekteplerine gidenler ingilizler karakteı- salıibidir Yalnız bir kıyafette görünür diyerek doğ­ rudan doğruya kepileri kafalarında mektep kıyafetin- deydiler.İngiliz müessiselerinde çalışanlarsa bilâkis bir İngiliz yerine göre giyinir kaidesince kase yaka reyye pantolon piytniş, Modada oturanlarsa bir İngiliz ken­ dinden başkasına hürmet etmez diyerek lâstiklerde şemsiyelerde ve yeşil şapkalarile oturuyorlardı.

İşte bu yirminci asırda medenî bir şehirde ve­ rilen bir çay ziyafetinden ziyade, Babel kulesinde verilen bir maskeli baloya benzeyen bu cümbüşte herkes başka iddiada ve herkes başka türlü eğleni­ yordu.

Amerikalılar kluking yapıyor, artistler dansedi- diyor, ingilizler somurtuyor, fransızlar espri yapı­ yordu.

Çayın en coşkun bir zamanında idi ki kapu şid­ detle sarsıldı ve iki kanat açılarak divarlara çarptı. İçeriye birşey g ird i: Bu bir adamdı ve kucağında başka bir adam tutuyordu.

(16)

Sahife : 16

AKADEMİ

No : 2

Birçok ağızlar iki isim mırıldandılar. Corc Ban- kroft, Padok, Corc Bankroft bildiğimiz Corc Ban- krofttı. Ayni yüz, ayni haller. Padokun sa Padokluğu koşuculuğundan ileri geliyordu. Yoksa onu tanıma­ yanlar, ilk bakışta ufacık bir Nat Pinkerton, apaş kıyafetinde, hırsız peşinde sanırlardı. Bankroftun kılağından yavaşça yere indi. Pantolonunu çıkardı v<®kaşiarının üzerinde duran kasketini alarak bütün bacaklarına hafif i ir masaj yaptı. Herkes etraflarına toplanmış onlara bakıyordu. Sebebi ziyaretlerini izah etti.

— İki tramvay yolunun ortasında bağdaş kur­ muş oturuyordum. Burası yolun tam ortası olduğu için en tenha ve açık yeri. Tramvaylarda otomobil­ ler de iki tarafımdan geçiyor ben de'rahat rahat cıgaramı içiyordum. Birisi omuzumu sarstı, baktım, Bankroft.

— Burada ne oturuyorsun, dedi.

— Menjunun çayına davetliyim. Bacaklarım sı­ kışmasın diye gidemiyorum. Tramvaylarda otomobil­ lerde de uyuşuyor, canım sıkıldı, oturdum, geleni geçeni seyrediyorum, dedim.

— Gel seni ben götüreyim dedi ve kucağına alarak buraya getirdi. Fakat kendisi beni bırakıp gitmek isteyor. Bu sırada Bankrojt ta:

— Eyvallah, diyerek kapıya dogrulmuştu. Bir çokları kalması için İsrar etmek istediler, fakat o :

— Biz erkek adamlarız, böyle züppe eğlentisin­ den anlamayız zaten canı isteyen bizi daha önceden davet ederdi.

Dedi vc hızla kapıyı çekerek merdivenlerden inmeğe başladı. Bu açılıp kapanmadan menteşeleri sökülen kapı da büyük bir gürültü ile salonun içine doğru yıkılıyordu. Evvelâ bir korku çığlığı yükseldi arkasından da genç kızların sitayişleri:

— Ah ne sert adam. — Ah ne tabiî çocuk.

Bu sırada yıkık kapıdan Duglasla Billi Dov gir­ diler. Duğlasın bir şeyden haberi olmadığı için çığ­ lıkları duyunca şaşırmış, Her hangi bir tehlike ihti­ maline karşı bir eliyle Hani bancının belinden tutu­ yor ötekiylede gitarını kılıç gibi hava sallıyordu.

Beri tarafta salonu arşınlamakta olan sarışın Coni kendisinin “ Asri Korsan,, olduğu bir zamanda ve kendi bulunduğu bir yerde vaki olan bu kaptı çıkarma hadisesinden müteessir olmuştu. Bankrofta

yetişip hesap sormak üzere merdivenlere atıldı. Çı­ karken ayağı Billi Dova çarpmıştı. Döndü, gülerek: — Pardon dedi. Fakat Billi Dovun yüzü hiç gülmiyor bilâkis sert sert Coninin sarı bıyıklarına bakıyordu. Asri Korsan bütün dişlerini köstererek bir daha tekraretti :

— Pardon matmazel. Ve bir Billi Dovdan bek­ lenen tebessümü bekledi. Nafile.

Kıyamet kopsa Billi Dov daha çaya geiir gelmez, bir Coninin hatırı için tebessüm edip, akroşkürlerini bozmazdı. Ağzı değil gözleri bile tebessüm etmedi. Korsan şaşırmıştı bir sıçrayışta Duğlasın yanına ge­ lip bu istiskalin sebebini ondan sormak istedi. Fakat Duglas zaten tetikteydi. Hele böyle sıçramalara hiç dayanamazdı. Ffemen yana çekildi ve havada salla­ dığı gitarı daha korsanın ayağı yere basmadan bü­ tün kuvvetiyle zavallı gencin başına geçirdi.

Herkes yerinden fırladı. Asrî korsanın arkadaş­ ları Duğlasın üstüne atıldılar. Bunu gören Amerika­ lılar da tam "Spor ve gençlik,, in en heycanl sah­ nelerini bulduklarından sevinçle, Duglası kurtarmak için arbedeye doldular. Bazı artistler ev sahibi ile beraber yıkık kapıdan birer birer sıvıştılar, bazıları seyirci kaldı bazıları saklandı genç kızlar çığlıklara başladılar, masalar devrildi, camlar kırıldı, kapılar yıkıldı koca apartman zangır zangır salanmağa baş­ ladı. Merdivenlerde bir koşuşmalar oldu ve polisler tabancalarla içeriye doldular...

Bütün gurup evin hizmetçileriyle beraber ifade­ leri alınmak üzere karakola sevkedildi ve hepsi de­ mir parmaklıklı büyük bir odaya tıkıldı. Duglas göğsünden yaralıydı, Billi Dov onu dizine yatırmış yarasını sarıyor, gözlerinden inci gibi yaşlar dökülü­ yordu. Valantino arkasına saklandığı bir sandaliye ayaklarına devrildiği için başını eski sevğilisi Rakel Melleriıı omuzuna dayamış hüngür hüngür ağlayarak son nefesini bekliyor.

Çarls kocers ve Raınonlar hiç ortada yok. Genç kızların bazısı sahiden bayılmış, bazıları şakacıktan Amerikalılar pencerelerin demir parmaklıklarına asıl­ mış avazları çıktığı kadar bağırarak "Mahpusun şar- kısı„ m söylüyorlar. İngilizler ayakta durmuş, eller göğüste kavuşmuş ^Modadaki tenis müsabakalarından bahsediyorlar.... Âlem yine ol âlem, devran yine ol devran.

(17)

gGSCHXS>ı

L ,

C3acs)<2a®c2a»(2xsca3cs<2xsc2xs<aacs(acc©<2as<3pcs<ax5)®acs)c2x5><a2cs)<aacscsac®(

FOTO S. SÜREYYA

Her nevi Artistik fotoğraflar, Agrandismanlar

Aile, düğün, balo ve Talebe gurupları için Fotoğrafçı gönderilir

Her nevi Amatör işleri ve vesira sür’atle yapılır. Amatör Ağrandismanları gayet cüz’i bir fiyetle ihzar olunur.

Mektepliler için fiyetlerde tenzilât yapılır

Beyoğlu istiklâl caddesi No 509

Telefon: Beyoğlu 3495

ı®as<2x s<2xs< aas< ax © c3a s C T ^ ® a ® e s c » <2a®c2acsCTce>c2scs><2 XH><2Xc>(ze5>c2Xc>'

Referanslar

Benzer Belgeler

Büyük şair Ziya Paşavı it­ ham etmek istiyenler yalnız Mersindeki emlâki dile d ola­ makla kalmıyor ayni zamanda terci i benddeki ince istihzayı fark

Mustafa Kaya, belediyenin kendilerine hijyenik elbise ve atık depolarına numara verdiğini ifade ederek, &#34;Ne olduysa bu uygulamaya son verildi.. K ısacası ekmeğimiz üzerinde

Ve Silivri kadısına giden mektup ne derecede sert ve kor­ kunçsa bunun da — şevketli bir padi­ şah kaleminden çıkmış bulunmasına j rağmen —

A merikan Ulusal Havacılık ve Uzay Araş- tırmaları Kurumu (NASA), Amerikan Havacılık ve Uzay Enstitüsü (AIAA) ve Ame- rikan Astronomi Topluluğu (AAS) katkıla- rıyla her

 Kalınlığına şişme ve su alma yüzdeleri tutkal türüne göre FF ile üretilen levhalar en yüksek MÜF ile üretilen levhalar en düşük, ağaç türüne

Sonuç olarak PE’li olgularda saptanan en s›k bulgular; klinik olarak nefes darl›¤›, gö- ¤üs a¤r›s›; fizik muayenede raller; haz›rla- y›c› risk faktörü olarak

Ciddi sepsis tanımlanan nötropenik hastalarda serum PCT düzeylerinin anlamlı derecede yüksek bulunduğu ve tedaviye yanıt veren olgularda PCT düzeylerinde düşme

Yapılan çeşitli seleksiyon çalışmalarında seçilen ümitvar ceviz tiplerinde belirlenen meyve ağırlıkları; Ölez (1971), Marmara bölgesinde yaptığı bir çalışmada