No : 2 Galatasaray Talebe Akademisinin Naşiri Efkârıdır.
Mayıs : 1930
Her türlü hususat için encümen reisliğine müracaat edilmelidir.
Edebiyat ve Neşriyat encümeni tarafından neşrolunur.
Fiatı
10
Kuruş.
Abdülhak Hamit Beyefendinin Akademimize Hediyeleri
No : 2 Galatasaray Talebe Akademisinin Naşirij Efkârıdır.
Mayıs : 1930
Her türlü hususat için encümen reisliğine müracaat edilmelidir.
Edebiyat ve Neşriyat encümeni tarafından neşrolunur.
Fiatı
10
Kuruş.
Dercedilmiyen evrak iade edilmez.
Temayüllerimizde kat’iyet
Medeniyetle birlikte yürüyen fikir cereyanlarıson asırlarda hususî vasıflar a dı. Bu hususiyet bü tün telâkkilerin yeni bir ufka açılmış' gerişlerin, düşünüşlerin tamamen farklı bir mahiyet almış olma sından ziyade umumî bir kat’iyet ve vuzuh ile ifade edilebilir. Tarihin başlangıcından beri her safhada görülen muhtelif şahsî veya cem'î temayüller vakit vakit ahenkli bir manzara gösterirken sonraları Av- ı-upada görülmeğe başlıyan fikrî inkılâplar, derin tahavvüller bunlara ayrı birer istikamet verdi. Eski de olsa bizim için faydeden halî olmiyan bir takım kıymetli fikir ve hisler müstakil ve münferit bir daire içine sıkıştırılmağa çalışılırken yeni doğan aki deler mazinin bütün çürük esaslarını bir silindir gibi ezdi. Bugün hayat başka bir hayat, âlem başka bir alemdir. Ruhlarımız bu yeni prensiplerin tesiri altında ister istemez filizlenecek beslenecek ve bü yüyecektir. Yaptığım bilerek yapmak insanlığın faziletlerinden olduğuna göre uzun müddet tered dütler içinde yuvarlandıktan sonra nihayet tesadüfün şevkiyle bir verde saplanıp kalmak bugün için elbette büyük bir kusurdur. Daha hayatm eşiğinde iken istikbal hakkında bir fikir sahibi olmak nekadar lâzımsa tabiî kabiliyetleri en iyi şekilde inkişaf ettir
mek te en büyük b r vazifedir. Bu vazifenin hüsnü ifası hakikaten medenî ve mes’ut bir mefkûre olacak tır. Herşeyden anlamak, herşeye malik olmak şüp. hesiz çok tatlı bir zevktir. Ekseriya bunun için çalışır, bunun için didişiriz. Fakat bu kadar boş ve tahakkuk ettirilmesi hemen hemen imkânsız olan bir gaye de tasavvur edilemez. Bugünkü hayat tar zımız, cemiyet düsturları, nihayet bize hakim olan umumî telâkkiler hepimize bir yol çizmiş, bir hedef tayin etmiştir. Bu çerçeve haricine çıkacak her te şebbüs pek nadir olarak muvaffak oluyor. İşte zekâmızı işlemek, şahsî kabiliyetlerimizi ameliyat sahasında kullanabilmek ancak bu tabiî düsturlarla mümkün olabilecektir.
Öyle zannediyorum ki kendimizi hayatın cereya nına kaptırırken te-ebbüs edeceğimiz ilk bir hareket vardır : Uznn bir tecrübesi olan bugünkü beşeriyeti bütün müessese ve teşkiiâtile göz önüne getirdikten sonra kendimize düşen ve makul temayüllerimizle uygun mevki ve vazifenin tayinine çalışmak. Bizim için en doğru hareket bu olacak, ve hiç şüphesiz bütün istikbalimiz bu intinabın muvaffakiyetinde giz lenecektir. Bu noktada hududu daha darlaştırarak millet şekline geçelim ve milletimizi, nihayet bizzat
Sahife : 2
AKADEMİ
No : 2
kendimizi nazarı itibara alalım. Şimdi mektep sıra larında oturan bizler acaba yarın için neler düşünü yoruz? Tahsilimizi ne yolda ikmal etmek ve sonra nasıl çalışmak istiyoruz. İtiraf edelim ki birçokları mız hatta mektebe girerken ileri-i hakkında bir fıkiri bulunanlarımız bile liseden çıkarken çok mütereddi diz. Ne yapmak icap ettiğini bilmediğimiz gibi hem fendimiz hem de bütün aziz tanıdıklarımız için <n doğru ve en muvafı< mesleki tayinden de âciziz. Bunu tayin etsek bile ya bir aç hayırhah bilerek veya bilmiyerek söy'edikleri sözlerle yapıyor, yahutta geçici bir hevesin tesirine k pılıyoruz. Lâkin
irademizdeki bu zaaf teşebb sümüz eki bu azinısiz- lik nereden geliyor? Biz artık akıl ve fikir, makine asrında puslasını şaşırmış betbahtlar olmak istemiyo ruz. Bizim de bir kabiliyetimiz, coşsun ve şuurlu temayüllerimiz var. Bizde de tutuşan bir iman da. ima artan bir istikbal endişesi var. Hayatımızı tan zim ederek bizi yükseltecek bir kat’iyete, önümüzü aydınlatacak bir isabete, irademizi çelikleştirecek bir fikir ve temayül vuzuhuna itiyacımız var. İşte biz bize bunu temin edecek terbiye sistemini bekliyoruz.
Muhtar Hamdi
( Arnavutköy Koleji Türk Cemiyeti reisesi Meliha Avrti hanımefendi aşağıdaki kıymetli yazılarını gaze temize göndermek lütfünde bulunmuşlardır. Kendile rine teşekkür ederiz.)
Yokluğu ile her an ağladığım Ahmetçiğime ’T'V •• sj •• / I •• ••
Dugun bunu
Bu ses ne, söyliyin kimin bu düğün ?*
Göklerden toprağa indi melekler Bunun ziyasiyle çiçeklendi gün Etrafa serpildi baharlar, renkler Bu ses ne, söyliyin kimin bu düğün ?
Gülerken mezarlar üstünde baykuş Şakrıyor bir söğüt dalında bülbül Kes artık şarkını ey İlâhî kuş! Sarardı, döküldü hicranınla gül.
Ah rüzgâr ne acı inliyor sesin : Can verdi hayata kanmadan bir genç Bu mezar önünden sakın geçmesin Bir lâhzacık onu anmadan bir genç
*
Baharlar, neş’eler, çiçekler, renkler Bu ses ne, söyliyin kimin bu düğün ? Ey gökten toprağa inen melekler ! Bu bedbaht tabuta lâleler dökün..
Meliha Avni
Sular kararırken
Uyukluyor gibi mahmur ufuklu sahiller;Denizlerin de solar rengi. Gölgeler dağılır; Ne varsa neş’eye benzer semada, yerde söner; Ve şimdi arzınızın rengi “rengi sevda,, dır.
*
Ne bir kuşun sesi var dır - ne bir nefes, bir enin. Çöker gönüllere, eşyaya akşamın hüznü ;
Sükûn içinde, gömer ömrünün bu bir gününü Bütün şehir, kara boşluklarında bir gicenin.
Ve ansızın erir en son kalan kızıl renk de Vfukların koyu, sâyil, dumanlı renginde.
Bu son nefes gibi birden söner... Benim ruhum *
-Sema kadar mütehayyil, sema kadar mağmum- Sükût eder.. Ve her akşam sular karardımı ben Geçen bu her gün için inler, ağlarım kalben.
ÿ ,J i!llllllllHl|l2^H|| iin » » ^ ^ llllH II» g H m iH I» « g » l» llllllll« ^ IIIIIIIM tiy illllllll|y i l l l HHjjjrwiH ||m »^Ml|l|^,|lini^ni|||||Hllwul|||||lll|j^ill||||||ll^il|||ll||in^lll|H|[|lll^ll|||llHMIi|nH|H||||H»^ll|ll|[|||limi|||i||li|tj ^
= f c i l l l l ...
m m
m
K
Sesli Filim
= ^ u T i r ii liil^ ^ ^ ^ r iil liï^ ^ ^ m T iiil t i' î^ ^ m u ill llii... ■ > 1111111 ■ T . .Ti ! 111111111.. 1111111111111. 11111' 111 ...ni!
I
W
w
m |||HllHI»^<il}iltini»Mmıl||i|iıMı ^ lu|||;^;!nirıı»«M|i|H||||)|ini|!;i(|||||)^|||||u|||mu|ln(||[||||iMiıl|||||||t|i,Mtn|||||||||i &IIİhtXrillllhnh7Î!HİIIIIIIııîSııllllllllıiı7iıııllllilliııımiiıllllllliiınıiilllMM I»^H Il||H H H gllii)[|llH M ni1H H IH »^= Il 11 ■.. 1111 II II lit ■.. . .« 1111 II 111.. .. *rll III 1(1 1.. —
Fennin ve senayiin dev adınıiyle ilerlediği
bu devirde
hepimizin
bilmeğe
mecbur
olduğumuz bazı şeyler
vardır.
Filhakika
içinde yaşadığımız, her gün gördüğümüz ve
daima alâka ile takip ettiğimiz, bir çok sayin
semeresi olan ihtiralann esaslarını bilmemek
kadar tuhaf bir şey olamaz. Daha küçükten
bile
tirenlerin, vapurların nasıl işlediğini
evdeki,
mektepteki elektrik
lambalarının
yandığını nasıl biliyorsak, bu gün de artık
ameliyat sahasına dökülen telsiz telgraf ve
telefonun, sesli sinemanın ve daha bunlara
benzer
bir
çok şeylerin
nasıl
meydana
geldiklerini,
nasıl
işlediklerini
bilmemiz
lâzım gelir. İşte bu
sahifelerde
bir kaç
senedenberi sinema aleminde büyük tahav-
viiller vücude getiren (sesli
sinema) dan
bahsetmek istiyoruz. Lâkin ne malûmatımız,
ne de bu bahse hasredilen sütunlar icap eden
ıuüteferri tafsilatı vermeğe müsait değildir.
Bunun için arkadaşlarıma sesli sinemanın
esası hakkında bir fikir verebilirsem kendimi
bahtiyar addedeceğim. Her şeyden evvel bir
çok senedenberi (physique) ve (chimie) ile
meşgul
olan
arkadaşlarımın
kullanmak
mecburiyetinde
olduğum
bazı
istilâhlari
yabancı gömıiyecekleriııi ümit etmek isterim.
İnsanlar,
daha
eski
zanıanlardanberi,
gölgeleri, kuklaları
perde
üzerinde veya
perde arkasında konuşturmağa lıeves etmişlerdir
Bu hayaller ve kuklalar kendi muhit
lerinde daimî bir mevcudiyet sahibi müstakil
âlemler yaratmışlardır.
İşte sinemanın ilk bulunduğu günden
bu güne kadar
renksiz [*] sessiz,
dilsiz
hayallere renk ve ses vermeğe çalışılmıştır.
Evelee hemen hemen her kesin, hatta bu
işle meşgul olmıyanlarm bile aklına gelen
sureti hal gramofonla sinemayı birleştirmekti.
İlk teşebbüsler bu sahada yürümüştür. Fakat
burada en mühim müşkilât «Synchronisme-»
mes’elesi idi. Hareketleri, bilhassa dudakların
hareketlerini
gramofon plağının
nhengine
uydurmak ve bunları beraberce uzun müddet
devam ettirmek bütün alimleri ve muhterileri
meşgul eden bir mani idi- Ve sonra daha
henüz çekirdekten çıkmış olan gramofondan
büyük şeyler beklemenin de ihtimali yoktu.
Meselâ «microphone» dan uzaklaşacak olsa
«enregistreur» iğnenin plâkların üstünde hiç
bir iz bırakmadığı gözüküyordu. Bu müşkilât
elektiriğiıı gramofon sahasında da, sihirkâr
harikalarını göstermeğe başladığı zamana, yani
son zamanlara kadar devam etmiştir. Bu müd
det zarfında muhteriler boş durmamış ve faa
liyetlerini büsbütün başka bir sahada göstermiş
lerdir. Bilhassa onları tetkik etmek imkânını
arıyoruz. Buda sesi «mécanique» bir vasıta
ile değil ziya vasıtası ile tespit etmekti. Bu
fikri ilk defa (l 923)te ortaya atan «Le de Forest»
isminde bir Amerikalıdır.
Kn ufak bir céreyan tahavvülünü bildi
recek bir ziya menbaı alalını (şek. l) (Geissler
ve yahut Neon lâmbaları ) bu lâmbalarda
Sahife : 4
AKADEMİ
No : 2
cereyanın ufak bir değişmesi ziyaları üzerinde
büyük tesirler yapar. Bu lâmbalardan birini
ve bir telefon ( microphone ) nunu bir elektrik
bataryasına «serie» olarak raptedelim, «micro
phone» nun önünde konuştuğunuz
zaman
«Néon» ve yahut «Geissler» lâmbasını yakan
elektrik
cereyanı
vücude gelen (telefon
cereyanı) vasıtasiyle «modulé» olacak, yani
bataryadan giden mütemadi cereyan seslerin
«fréquence» larına göre mütekatti bir cereyan
haline girecek lâmbanın ziyası cereyanın bu
tahavvülatmdan müteessir olarak azalıp çoğa
lacaktır. Ziyanın bu ihtizazları bize seslerin
«fréquence» larını temin edecektir. Bu esnada
bu lâmbanın önünde bulunan bir aralıktan
muntazam bir surette hassas bir filim geçi
recek olursak ziyanın şiddetine göre filim
müteessir olacak ve siyah gümüş tabakaları
meydana
çıkacaktır.
Böyle
hakikî
bir
«Spectre sonore» elde edeceğiz.
Şimdi bu şeritten nasıl tekrar seslerin
«fréquence» larına
geçildiğini görelim.
Bu
«cellule photo - électrique» in çok tuhaf bir
hassası sayesinde
oluyor. «Cellule photo -
elekrique» ( şek 2 ) içine iki «electrode» giren
ve kovası tahliye edilmiş olan bir cam daha
doğrusu «quartz» ampulden ibarettir.
Bu «électrode» lardan biri ampulün içine
döşenmiş ince bir «potassium» tabakasına
temas eder.
Bu« electrode» lan
bir pil
bataryasına raptedersek ve araya bir «galve-
nomètre» koyarsak- tabiî olarak bu aletin hiç
bir cereyanın
geçemediğini
göstermesini
beklemekte haklıyız. Halbuki bu hiç ümit
ettiğimiz gibi çıkmiyor. Filhakika «Cellule»
in içinden şiddeti daima değişen bir ziya
huzmesi geçirecek olursak
«galvanomètre»
nin iğnesini hareket ettiğini görürüz. Demekki
«Cellule» in içinden bir ziya geçtiği zaman,
«circuit» den bir cereyan geçiyor ve bu geçen
cereyanın şiddeti ziyanın şiddetile mütenasiptir.
İşte bundan istifade ederek, evelce hazırladı
ğımız filimi ince bir aralık önünden geçirelim
ve arkasından aydınlatalım. Aralıktan çıkan
ziya huzmesini filimden de geçirdikten sonra
«Cellule» in içine sevkedelim. «Cellule» de
hasıl olan cereyanı kuvvetlendirmek için bir
( amplificateur ) den geçirdikten sonra «haut
parleur» e sevk edelim. Filimi aralık önünde
hareket ettirdiğimiz zaman, filimin üzerinde
bulunan gümüş tabakasının kesâfetine göre
aralıktan geçen ziyanın şiddeti
azalıp ve
çoğalacak. Ziyanın bu talıavvülatı «Cellule»
den geçen cereyanı ihtizaz ettirecek ve bu
cere}ran kuvvetlendikten sonra «haut-parleur»
ü işletip bize filimdeki karaltıları sese tahvil
edecektir.
Gayet sağlam esaslara istinat eden bu ziya
usulü ufak bazı tadilattan sonra ameliyat
sahasına
döküldü. Hatta
amatörlerin bile
yapabileceği bir iş haline girdi.
Bu tadilattan biri «geisler» ve «Néon»
lambalarını şiddeti hep aynı olan diğer bir
lamba ile değiştirmek oldu. Hep aynı şiddetle
yanan (şek. 3) bir elektrik lambasının ziyasını
No : 2
AKADEMİ
Sahife : 5
«galvanometre» nın aynasında teksif ettikten
sonra hassas filimin üzerinde aksettirelim. Bu
ayna« uıieorophone » dan gelen telefon cercya-
nile ihtizaz
ettikçe daima hareket
eden
hassas filimin üstünde bir takım münhaniler
( sinusöde ) çiziyor ve bu münhaniler sesin
(ulnce) lerini vüeude getiriyor.
Yene aynı
( Cellule photo-electrique) vasıtasile bu karar
tıları sese tahvil edebiliyoruz. Her hangi
usulle olursa olsun bu karartılar filimin
kenarından ayrılan bir kaç milimetrelik bir
aralığa sıkıştırıldığı için hakikî bir (synch
ronisme) elde edilebiliyor.
Fakat diğer
sahada
yani mécanique)
usullerle sesi tesbit etmek için mühteriler
çok uğraşmışlar ve muvaffak olmuşlardır.
Bu gün büyük sinemalarda bu iki usul
birleştirilerek beraber kullanılıyor. Yeni sesli
(projection) makinelerinde gerek kendiliğinden
sesli, gerekse pilâklı fil imleri kullanmak için
tertibat alınmıştır.
Bu muvaffakiyet ve terakkiye ramen sesli
filim aleyhinde bulunanların da adedi çoktur.
Süreyya Kadri
Tetkik;
Yazan : Cahit Sıtkı
Eıı son edebî nesli temsil eden meş’aleci-
lerden
bahsetmekliğime
sebep
içlerinden
Yaşar Nabi’nin
geçen sene
mektebimizin
ticaret kısmını
bitirmiş olması
ve
Ziya
osmanm’da elyövm mektebinizde bulunmasıdır.
Bir çok kıymetli şair ve edipleri sinesinde
yetiştirmiş olan mektebimizin son edebî neslin
bu iki unsurunda da edebiyat ve şiir zevkinin
uyanmasında çok büyük
tesiri olmuştur.
Meş’aleci gençler dediğimiz vakit hatıra
yedi isim gelir: Sabri Esat, Yaşar Nabi,
Vasfi Mahir, Muammer Lütfi, Ziya Osman,
Cevdet Kudret, Kenan Hulusi... Bunlardan
Muammer Lütfi arkadaşlarından ayrıldığı ve
Kenan Hulusi de naşir olduğu için yalnız
beş şairden bahsedeceğim. Bunlardan evvel
bu edebî teşekkülün ufak
bir tarihçesini
yapayım.
Bir çok edebî nesillerimizin taplandıkları
mecmua «Serveti fünun» olduğu gibi bu
gençlerin de yazılarına evvelâ orada tesadüf
ettik. Orijinal mevzular, yeni yeni hayal ve
teşbihler, teknikte görülmemiş bir maharet,
etrafında olup bitenleri fevkalâde bir rüyet
hassasi İşte meş’aleci gençlerin 1927 senesinin
son aylarında Servetfünuna çıkan şiirlerinde
göze çarpan meziyetler. Yedi meş’ale çıkmadan
evvel bu imzalarla ünsiyet peyda etmiştik.
Vaktaki müntahap şiirlerini kitap halinde
neşrettiler edebiyat aleminda hatırı sayılır
bir dedi kodu mihveri oldular. Kimi bu on
dokuz yirmi yaşlarındaki gençlerin eskilere
meydan okur gibi iddialarla ortaya atılmasını
muvafık bulmuyor, kimi de gençleri teşvik
yollu mekaleler yazıyorlardı.
Sabri Esat, Yaşar Nabi, Cevdet, Kudret,
Ziya Osman ilâ... isimleri dilldrde dolaşıyordu.
Ahmet Haşini, Hal i t Fahri, Faruk Nafiz
gibi günün üstatları gençleri himayelercne
alarak onları tuttukları sanat yolunda teşci
ediyorlardı. 1928 nisan ayında çıkan «Yedi
meş’ale» den sonra bu ateşin gençleri Yusuf
Ziya’nın etrafında toplanmış gördük. Akbaba
sahibinin riyaseti altında meş’ale mecmuasını
çıkarmıya başladılar- İlk nüshası 1 Temmuz
Pazar günü intişar eden ve satışı yedi bine
AKADEMİ
No : 2
Salıife : 6
kadar çıkan meş’aie o vakit memleketimizin
ele alınacak yegâne edebiyat mecmuasıydı.
Anadolunun her taeafmda edebiyat merak
lısı gençler İstanbullu arkadaşlarının yazılarını
heyecanla ve zevkle takip ediyorlardı. Ne
yazıkki bu kıymetli mecmuayı uzun müddet
çıkaramadılar.
Yeni
harflerin
taammümii
gazete ve mecmuaların yeni harflerle intişarı
gençlerin belini büktü ve meş’alenin dokuzuncu
nüshasını göremedik. Edebiyat düşgünü gençler
üzerine bu adeta kara bir haber gibi isledi.
Cesaretleri kırıldım! sanki?. Hayır.. «Hayat»
ta ve diğee mecmualarda yine bir kaçının
imzasını görüyorduk. «Muhit» in ilk nüshasın
dan son nüshalarına kadar Cevdet Kudret,
Yaşar Nabi, Vasfi Mahir imzaları üstünde
yine nefis şiirler, güzel nesirler ve mekaleler
okuduk. Buda bize gösteriyorki san’at aşkile
çalışanlar daima kendilerini alkışlattırmak
için bir sahne ve bîr seyirci kütlesi bulabi
lirler. Şimdi bu genç şairlerimizi birer bire
tetkik edelim
SABRI ESAT -- İlk yazdığı şiirlerin
den son yazdıklarına kadar hepsinde aynı
velûdiyet
ve teknikte aynı muvaffakiyet...
Sabri Esat lisanı zengin ve muhayyelesi
kuvvetli bir şairdir. Sabri Esat melankolik
ve müstehzi şiirlerde muvaffak olduğu gibi
tasvirî şiirlerde de meharetle yazmaktadır.
Son şiirlerini bu sene Hayatın eski şekilde
çıkan nüshalarında gördük. Derlerki fazla
velûdiyet insanı biraz iptizale düşürür. Sabri
bu tehlikeden uzak değildir. Elyövm Fransada
«Dijon» darülfünununun felsefe şubesinde
tahsilde bulunan Sabri Esatm aşağıki mısra
larında" hayatı bütün acılığıyle duymuş bir
şairin keskin istihzasiyle karşılaşacaksınız.
Soytarı, soytarı, kuzum soytarı;
Sana yakışmıyr bu göz yaşları.
Ağlama soytarı güldürüyorsun.
YAŞAR NABİ
İşte vaktinden evvel
kemale ermiş kuvvetli bir zekâ. Şire fikir
karıştıran mütefekkir bir şair. Yaşar Nabi
karihası geniş, lisanına
fevkalâde hakim,
mısralarını şirin en dar süzgecinden süzme
sini bilen, iptizale düşmiyecek kadar bir
velûdiyete sahip, yarının büyük şairleri na
mzetliğinde kazanması ihtimali kuvvetli olan
ateşin bir istidattır. Şairlik gururunu derin
den duymuş müstesna bir san’atkâr.
Seni tanıyacaklar hiç çökmemiş dizinle
Üstünde ayak teri taşımıyan alnından.
Şair üstünde yaşadığı semalara hasretle
bakmaktadır.
Semaya gözlerimle dişler gibi bakarını.
Yaşar Nabi şiirlerini ayrı olarak kitap halin-
toplıyan ilk bahtiyardır.
Size «Maslup» un
orijinaliteliğini mi, «Yedi kapı» nın ince gü
zelliğini mi, «Haykırmak» m haklı ve inatçı
bir isyan besteliyen hançer gibi ıııısralarımn
vahşi ahengini mi methedeyim?
H ajur...
«Kahramanlar» ı eline alan her şiir meftunu
onun tozlu gibi duran açık sarı sahnelerin de
ruhunda yazılı mısraları bir bir okuyacaktır.
Genç şair nesirde de fevkalâde bir istidat
sahibi olduğunu yazdığı kuvvetli nesirler ve
makalelerle ispat etmişfir.
Yaşar Nabi elyevm ziraat bankasında ça
lışmaktadır.
VASFİ M A HİR. — Pürüzsüz mısraların
da Anadolunun körpe güzelliklerini terennüm
eden vatanberver bir genç. Vasfi Mahir Fa
ruk Nafizin tuttuğu yolda yürümeğe muvaf
fak olmuş, ecnebi edebiyat tesiri altında
kalmamış Velut ve hassas bir şairdir. «Cellâ
dın kitabesi» şiiri Yedi Meş’alcde bir bedia-
dır- Onun içten gelen zehirli mısralarında
can yakan bir cellâdın bütün azabını duya
caksınız :
Varlığın insanları her gün boğan bir afet,
Bir gün mazime baktım, hatıram bir yığın et
Her ölenden azabım benim bin kerre fazla.
Bin can öldü elimde, ben bin bir kerre öldüm.
Vasfi Mahir elyevm
Mülkiye» niu son
No : 2
AKADEMİ
Sahife : 7
ZİYA OSMAN. — Mektebimizin on bi
rinci sınıfında bulunan Ziya Osman arkadaş
ları arasında ecnebi ve bilhassa fransız ede
biyatını ancak okumuş ve şüphesiz o tesir
altında kalmış bir şairdir. «B auddaire »,
«Sarnain», «Mallamıe» gibi şiirlerinde derin
bir ıııelâl terennüm etmekte ve ekseriya da
muvaffak olmaktadır.
Biz de en iyi son
yazan diyebilirim ki Ziya Osman dır. O söylen
miş şeyleri hiç tekrarlamaz, daima yeni fikir
ler, yere hayal ve teşbihler peşinde koşar.
Şiirleri az fakat her biri başlıbaşıııa birer
bediadır.
Ziya Osman mısralarınm güz-İliğine düş
kün oldnğu için onları beş on defa değiştir
mekten çekinmez.
«Yedi Meş’alede» uyku
isimli şiir içten gelen, göz yaşıyla yoğrulmuş,
hayata hazin bir vedadır :
Artık ne bir dost sesi, ne de bir düşman yüzü,
Ey soğukta titreyen bu toprağın öksüzü,
Gel beraber çekelim uykuyu sırtımıza.
Ziya Osman san’atma çıldıracasma aşık,
şiirlerinde samimi, lisanı düzgün, şiir saha
mızda çok derin izler bırakacak ince bir
san’atkârdır.
CFVDKT K U D RET. - İşte «Yedi Meşk
ale» niıı en bedbin şairi.
San’at telakkisi
Ziya Osmanmkıtıe yakın olan Cevdet Kudret
çok orijinal bir şairdir.
Cevdet Kudrette
riiyet kabiliyeti fevkalâde tekemmül etmiştir.
Onun kendi benliğinden başa tanıdığı şiir
alemi yoktur.
Onun ölüme ithaf edilmiş şi
irlerine İlâhi bir cazibe bahşeden acaba nedir?
Zalnız ve yalnız san’atmdaki müstesna kabi
liyeti. O her şiirinde akşamdan bahsetmekte
fakat her seferinde yeni bir teşbih, yeni bir
hayalle.
Bunu için değil midir ki Cevdet
Kudrete akşam şairi diyeceğim. Neşrettiği
«Birinci perde» isimli şiirine cmuası edebiya
tımızda bir san’at hâzinesidir. Şair öldükten
sonra kıymetinin anlaşılacağına emin olduğun
dan bu fikrini müstehziyane anlatmaktadır:
Yirmi yıl yer üstünde sürünüp duran beni
Omuzda götürdüler, omuzda götürdüler,
Sevincinden omzunda taşıdı cihan beni.
Cevdet kudretin bu sene bir piyesini de
seyrettik :
Tersine akan nehir.
Münekkitler genç şairi hırpalamaktan âde
ta bir zevk duydular.
Fakat ben «Tersine
akan nehir» in hırçın dalgaları arasında bu
günkü şiirimizden gelecek nesillere yadigâr
kalacak elemli bir çehrenin bütün ihtiyaçları,
nı iirpererek seyrettim.
Memleketimin genç şairlerinin daha kuv-
vetli eserler verecekleri günü sabırsızlıkla
bekler ve bir san’at meftunu sıfatile hepsini
candan alkışlarım.
Akademi Hakkında
O ittikçe yükseliyor aziz teşkilâtımız,
A rtık meyva vermiye başladı sebatımız.
L iyakatli artistler kendi şubelerinde
A lâkayla, hevesle, çalışıp olgun, zinde
T emsiller, Konferanslar, konserler veriyorlar.
A yda iki üç kere eserler veriyorlar.
S an’at güç, tenkit kolay, eser sa’ye tâbidir,
A kademi tabiri veremez bize kibir.
R afet beyin kıymetli yardımı sayesinde,
A kademimiz çıktı, tarihi budur işte:
Y adigâr kalsın sizde o sevimli gazete.
1930
A k a d e m i
Akademimizin
varlığını
harice
karşı
göstermiş olan en mühim ve en güzel hareket
vermiş olduğu ilk müsameredir. Tiyatro ve
müzik encümenleri gerek müsamerenin ter
tibinde ve gerek pildesin ve çalman parçaların
intihabında büyük bir hüsnü tabiat göster
mişlerdir.
Müsamere Perşembe günü gündüz, gece
ve Cuma günü gündüz olarak üç defa verilmiş
ve hepsinde aynı alâka görülmüştür.
I emsil edilmiş olan «Üçüzler piyesi«,
Fransızcadan lisanımıza çok güzel bir surette
Selami İzzet bey tarafından tereeme edilmiş
çok gülünç üç perdelik bir komedidir.
Bülent, Reşit, Ercüment, Sabahattin gibi
miisteit ve muktedir arkadaşlarımızın yarattık
ları piyes muhterem misafirlerimiz tarafından
çok alkışlanmıştır.
Ferruh rolünde Bülent biz arkadaşlarına
mektebimize, hatta bütün Türk gençliğine
şeref veren san’atile, piyesin bütün gülünçlü
ğünü toplıyan şahsiyeti tam manasile yarattı.
Son zamanda çok terakki etmiş olan«mimique»
kabiliyetini bir daha görüp takdir ettik. Temsil
ettiği şahsiyetin bütün gülünçlüğü hareketlerde
mübalağa ve adiliğe düşmemek, buna rağmen
komik olmaktı.
Bülent bu son
noktada
ziyadesile muvaffak oldu.
Mektebimizin tanınmış kıymetli
m ü s a m e r e s i
Kadın rollerinde Ercüment ve Reşit teptili
cinsiyetin istilzam ettirdiği zorluklara rağmen
çok güzel oynıyarak diyebilirim ki hakikî
kadın aktirisleri aratmamışlardır.Cemil rolünde
Sabahattin asrı, yakışıklı,
vekur bir jön
prömijre idi. Yerin azlığından dolayı ayrı, ayrı
yazanılyacağım ve piyesin muvaffakiyetinde
her biri san’at ve kabiliyetini kullanmış olan
diğer arkadaşları da aynı suretle
tebrik
etmeyi bir vazife telâkki ederim.
Müzik kısmında Hal idin solosu, Akademi
trivo ve orkestralarının
çalmış oldukları
parçalar
çok alkışlanmıştır.
Müsamerenin
sonunda Iz-Caz her zamanki muvaffakiyeti
elde etmiş ve güzel tangolarile zaten, çok
gülmüş ve eylenmiş olan kıymetli misafir
lerimizin mektebimizden keyf ve neş’e ile
çıkmalarını temin etmiştir.
Sözlerimi bitirmeden evvel çok güzel ve
orijinal olan dekoru yapan Hamit Kemali yi
arkydaşlarını ve rejisör muallim Ali Fevzi
beyi tebrik etmek isterim.
Gelecek sene
akademimizin daha fazla
eserler meydana
getirmesini temenni eder ve bu güzel fikri
ortaya atan,
vücut
bulduran arkadaşımız
Veysiyi tebrik ederim.
Reşat İsmet
şahsiyetlerinden bir kaçı
,Mâbet
Muhterem edibimiz Faik Âlî beyefendinin Akademimize iltifatları
Aziz Gençler
Tesisiniz ne güzel bir eser. Temenni ederim ki isminin delâlet ettiği manayı tahakkuk ettirsin. Yeni neslin bedene fikir ve ruhtan ziyade ehemmiyet ver diğini, bazı zevahire bakarak, zannedenler var. Te şebbüsünüz bu zannm hakikate tevafık etmediğini ve bu günkü gençlerce de terbiyei bedeniye gibi tenmiyei fikriyenin de lâyık olduğu ehemmiyetle te lâkki ve iltizam edildiğini göstermek itibarile haizi kıymet ve sezavarı hürmettir. Çalışınız, her biriniz ulum ve sanayiden istidadının yettiği sahada çalışsın. Bir kaç senede asırlara kifayet edebilecek vekayi görmüş, büyük haksızlıklar, acı tecrübeler görmüş ve o imtihanı pürmihenden yorgun, harabü perişan,
Huzuru yadü hayalinde pürhtışuu sükûn, Bir ihtirası perestişle titriyen kalbim, Haremserayı sunûhata yükselir daim. Senin hayali bülendiule yadı masumun
*
Revanü fikretinin mabedi mukaddesidir: Gider, ziyaret eder, diz çöker, dua ederim. Bu bir vazifei hissiye, ruhumun miibrim Bir ihtiyacı, bir ayini, bir akidesidir. Bu öyle bir samedi mabedi keremdir ki Harimi nuru celâlinde ruh müstağrak Bu haki tengi, bu fanî hayatı gamnaki Unutmuş, artık uluhiyyet aşına olarak,
*
Yaşar semaların ihsası sermediyetini. Evet sema gibi, lahutu, iatenahiyi, Üiüvvii hilkati, asayişi İlâhiyi
Düşündüren mütealî bir evci nuranî. O beyti hürmete yalnız şiir hediye, şiir Nisarü nezrediiir.. karşısında - tıpkı sema - Mürakebeyle tehayyiil ibadeti uznıa,
Nüzulü saniha bir müjdei icabettir.
*
Bir ihtizazı perestişle babı mabedinin Eşiklerinde taninsaz olan bu lâhni hayat, Cidarı nurunu takbil eden bu ahu enin, Bu nâmeler, bu münacatı kalbü hissiyyat.
*
Suverpeziri sünühat olan bu abideler Gelir zaman, ki mihrabı iptehale gider.
Faik Âlî ııııım ım ıııııııııım m » ıııııııııın ııııııııııııım ıım ıu ıııııııııııııııııııııu ııııııım ııııt ııııııım ı fakat Allaha çok şükür muvaffak ve ümmit ile meş inin çıkmış bir memleketin namzedi olduğunuz is tikbali sizden ınesayi, ve çok çetin mesayi istiyor. ' Eyiliğe, güzelliğe, doğruluğa mevkuf ve masruf emeklerinizin berhava olmamasını ve sizden daima vicdanınızın hoşnut, ailenizin hoşnut, vatanınızın hoş nut olmasını bütün ruhumla temenni ederim.
4 Nisan 1930
Müsahebe:
Harpten sonra milletlerin hayatında nasıl
mühim tebeddül olmuşsa edebiyatlarında da
bir değişiklik dünün telâkkilerini kökünden
kazımak istiyen bir cereyan hasıl olmuştur.
Almanya ve Fraıısada harp sonundaki edebi
yat zihniyeti o kadar aykırı, o kadar gariptir ki
bu güne kadar hemen hiç bir münakkit bu
mevzuu tetkike girişmemiştir. Fransada geçen
sene
ölen
ve zamanın
en salâhiyettar
ıııünekkitlerinden biri addedilen «Paul Souday»
bir kaç sene
evvel «Temps»
gazetesinde
yazdığı makalelerinde bu mevzua dokunmuş
ve
günün
telâkkilerini
teşrih
etmişti.
Surréalisme» «dadaisme» ve «futurisme» gibi
muhtelif edebî mesleklerin nihayet
iflâs
ettiğini göriiyüruz. « Paul Souday » daha o
zaman bunu sezmiş
ve
bu mesleklerin
istikbalini tayin etmişti. «Symbolisme» in
parlak bir atisi olduğu hakkında makaleler
yazan
Fransız münakkidiııin aldanmadığını
görüyoruz. Bu günün san’at ilâhlarından
addedilen ve şiirleri mütefekkir, mahdut bir
zümrenin ağzında dolaşan « Paul Valéry » yi
«Souda)''» büyük bir hararetle teşci etmişti.
vŞiirleri adeta kapışılan
«Valéry» bu gün
; Régnier » ile birlikte «Symbolisme» e parlak
bir istikbal temin etmektedir. Başlı başına
bir şahsiyet olan ve şimdi FVansanın «Vaşing-
ton» sefiri bulunan «Paul Claudel» symbolismé
in üstatlarından addedilmektedir. Kendisinden
evvel şiir yazılmadığı gibi müfrit bir kanaat
besliyen «Claudel» hiç şüphesiz yüksek bir
kıymeti edebiyeyi haiz bir şahsiyettir. «Symbo
lisme » i tiyatroya sokan « Claııdef » m ( 19 12)
de ilk defa olarak Pariste oynanan bir eseri
« Annonce faite â Marie > pek fazla şöhret
kazanamamıştır. Fakat piyes son zamanlarda
daha iyi anlaşılmış ve merkezî Avrupa
payitahtlarında ezcümle«Prague» da Frakfort
ta, Cenevre’de, «Granoble» da oynanmış ve
fevkalâde bir rağbet kazanmıştır. Fseri akade
minin
takdirini kazanan
«Paul
Clandef»
gittikçe artan bir kari kütlesi kazanmaktadır.
B.ı gün hemen hemen beynelmilel bir
şöhret teminine muvaffak olan «Jean girandoux
son devrin en muvaffak romancılarından
biridir. Juce ve yüksek bir zevke malik olan
bu kuvvetli romancı eserlerinde şayanı dikkat
bir yenilik göstermiştir. Üslubundaki şi’riyet
sürükleyici bir kuvveti haizdir. İlk yazdığı
eserlerinden biri olan
« Provinciales » en
karekteristik ve en güzel eserlerinden biridir.
Son zamanlarda yazdığı bir romanını piyes
şekline sokan « giraudoux », kuvvetli bir tiyat
ro müellifi olduğunu göstermiştir. Burada
Mme Marie Bell’iıı maalesef çok zaif ve eksik
ı
oynadığı «Siegfried» son senelerin en kuvvetli
eseri addedilmektedir.
Almanya’da yüzlerce
defa oynanan bu piyes muharririn şöhretini
beynelmilelleştirmiştir.
Zamanlınızda «Biographic» nin babası ad
dedilmekte olan «André Maurois» zikre değer
bir şahsiyettir.
Son neşrettiği iki ciltlik
«Byron» eserile «Maurois» şöhretinin şahikası
na doğru yükselin ştir.
İlk eserleri olan
«S ehil ey» ve «Disraeli» den daha kuvvetli bir
teknik ve görüşle yazılmış olan «Byron» mis
line az desadüf edilen bir rağbet görüyor.
Bu şöhretlerin yanında « Paul M orand»
«Montherlant» gibi oldukça sivrilmiş kıymet
Sahife : 12
AKADEMİ
No : 2
York) günün en muvaffak eseridir. Münasip
bir zamanda bahsedeceğimiz bu eser bilhassa
Amerikada muharrire büyük bir şöhret temin
etmiştir. Mevzularındaki kuvvet ve orijinalite
ile temayüz eden «Kessel» genç romancıların
başında bulunmaktadır. Akademinin roman
mükâfatını kazanan bu kıymetli muharririn
en muvaffak eseri (Belle de jour — gündüz dil
beri) dir.
Çeçen sene, intişarı sıralarında
Fransada epeyce dedikoduya sebebiyet veren
bu eserde «Kessel» in bütün san’atı görül
mektedir.
Antimilitarıst bir zihniyetle yazdığı eser
leri fevkalâde şöhret kazanan «Georges Du.
hamel» uzun uzun bahse değer bir romancıdır.
Hayatı ve eseri hakkında bahsi başka bir
zamana bıraktığımız «Duhamel» in (1918)
(Concourt) mükâfatını kazanan ( Civilisation )
isimli eseri her edebiyat kariinin okuması
lâzım gelen enfes bir kitaptır.
Romanda muasır Alman muharrirlerini
geride bırakacak kadar bir kudret gösteren
bu muharrirler günün şöhretleridir.
Her fa
niye anlamak nasip olmıyan (André GideJ
‘hiç şüphesiz dünya romancılarının en başın
da gelmektedir.
7 Mayıs 930
Bedrettin ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
»•«••«»m»*»»»».
i
YAZI MÜSABAKASI
)
Birinci Devre♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦»•*
V ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ m * ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ * Birinciliği kazanan hikâye.
Yeniden Doğan Benlik
IVedattan Nihada
Kardeşim Nihat,
Sana bu mektubu yazışımdaki maksada girişme den evvel geçen hafta bana (Muaİlâ) hakkında söy lediğin sözleri hatırlatmak istiyorum : "Bu kadın şüphesiz ki cinsî ve maddî ihtiyaçlarını tatminden başka düşüncesi olmıyan bir mahlûk. Lâkin öyle zannediyorum ki bu çehrenin altında gizli olan baş ka bir kadın da var. Bu hükmü vermeme şu sebep o ld u : Üç akşam evvel ben ve iki üç arkadaş Maksimde eğleniyorduk; yanımızda Muallûda vardı. Delice içiyor, delice dansediyor, delice gülüyorduk. Bu taşkın ve muhakemesiz neş'e içinde iken Muallâ- ye birdenbire bir durgunluk geldi, sonra başını masanın kenarına dayıyarak ağlamağa başladı. Teskin etmeğe çalıştık; o hiç birimizi dinlemiyerek (geçer, birşey değil) dedi. Kendisine refakat etmek için vaki olan ısrarlarımıza aldırmadan çıktı, bir otomo bile atladı, gitti; işte azizim, eğer bu vak'a olmasay dı Muallâyi daima maddî ve menfaatperest bir ka dın, bir... zannedecektim. Fakat anladım ki bu
kadiı.ın kalbindeki hisler henüz son nefeslerini ver memişlerdir, ona hülûl etmek için münhasıran para lâzım değildir. Kendisine lâzım olan hissi ihtiyaçları keşfetmek ve öyle hitap etmek kâfi gelir... ne ya zık ki ben bu ikinci kısımdan değil- birincidenim.,, Keşke bu sözleri söylemeseydim Nihat... Bunlar bana çılgınca'bir teşebbüse girişmek fikrini aşıladılar, evet ikinci kısımdan olarak Muallâye hülûl etmek fikrini... Biliyorsun ki zengin değilim. Zaten bu kadar samimileştiğimiz halde kendimi daima senden bir az ayrı görmeme sebep olan bu aramızdaki, zenginlik, fakirlik farkı değil mi ? Ne ise, maksadı ma girmek istiyorum. Muallâyi uzun zamandan beri, seninle bir gün Tokatliyandan çıkarken gördüğüm gündeııberi istiyordum. İşte belki altı aydan beri beni çılgınca sarsan arzu buydu Nihat. Ona karşı aşk değil yalnız ihtiras duyuyordum. Kendini kira layan bu nefis kadının velev muvakkat bir zaman için sahibi olmıya çıldırıyordum. Fakat... mümkün olabilir miydi? Benim gibi küçük bir banka me muru nesine güvenerek "Muallâyi elde etmeği dü şünebilirdi ? Nesine güvenerek, altmış beş lirasına mı ? O altmış beş lira ki ihtiyar annesine ve ken disine zoruzoruna yetişiyordu. Fakat bu arzu im kânsızlığı büyüklüğü karşısında gittikçe genişliyordu. Artık ben benim değildim, bu arzunun, bu ihtira sındım. Aklımı başıma topladığım zamanlar kendi
No : 2
AKADEMİ
Sahife : 13
kendime nasihat ediyor ve diyordum. "Yavrum, bu sevdadan vazgeç. Boyundan değil belki bütün öm ründen büyük işlere girişmek istiyorsun. Muallâ kendine en ziyade güvenenlerin bile erişemediği bir kadın... Sen kendin de o kudreti görebiliyor musun?,, Bu nasihatler yavaş yavaş kendini göster meğe başladı, O arzu imkânsızlığın dehşeti karşı sında bir müddet irkildi, geriledi ve küçüldü. Ben yavaş yavaş kendime avdet ediyordum. Bu sırada senin sözlerin beni çığırdan çıkardı. Demek Muallâ- da bir his vardı, demek paradan başka bir kuvvetle Muallâya hâkim olunabilirdi, Muallâ benim olabilir di demek. Ben muhakkak Muallâya malik olmalıy dım ve bu da artık uzak bir ihtimal halinde değil, yakınlaşan bir hakikat halinde idi. Plânımda muvaffak olabilmek için herşeyden evvel onun bulunduğu yere girebilmeliydim. Senin için ufak görünebilecek bir pa rayı gözden çıkararak Maksime gittim. Taliim yolun daydı. Muallâ nihayette, iki palmiye arasında ki küçük bir masada oturuyordu. Yanında tanımadığım iki kişi vardı. Fakat bunların yanında sıkıldığını hissediyor dum. Cazbant çalmağa başlamıştı. Plânıma giriş mek için Muallâmn bu halinden istifade etmek iste dim, yanına gittim ve dansa davet ettim. Gözlerini gözlerime dikerek bir az hayretle, bir az da: "Ne cesaret,, der gibi bir mana ile baktı; fakat her nedense kabul etti. Bu anda kulaklarıma inanamıya- caktım. Dudaklarından çıkan peki kelimesini âdeta bir daha işitmek istiyordum. Rüzgâr gibi kalktı ve dansa başladık. Mükâleırıeyi bir kaç havaî kelime ile açtım. Yavaş yavaş elime geçen bu fırsattan istifade edebilmek için maksadıma girdim. Ondan benim olmasını istedim. Çılgındım Nihat, emin ol çılgındım, yoksa mantıkına bu derece itimat ettiğim muhakeme sahibi Vedat, bunu, bu kelimeleri başka bir vaziyette söyliyemezdi. Şimdi düşündükçe, ken dimi Himalâyaya tırmanmak isteyen bir... bir sümük lü böcek görüyorum. O beni sersemletmişti, beni çıldırtmıştı. Bu sözlerim üzerine birdenbire durdu, gözlerimin içine baktı, suratıma tükürür gibi, işidi- yor musun Nihat, tükürür gibi: “Siz delisiniz!,,
dedi.
Bıı iki kelime bir anda bana bütün vaziyeti anlattı; evet ben deli idim. İki üç kelime mırılda narak onu yerine götürmek istedim, sert bir cevapla yalnız gidebileceğini söyledi ve uzaklaştı.
Bardan çıktım, sabaha kadar Taksimle Şişli ara sında dolaştım. Gecenin serin rüzgârı, koyu mavi gök ve parlıyan yıldızlar bana muhakememi iade etti. Artık düşünebiliyordum. Muallâ yalnız maddî düşüncelerden başka hiçbir hissi olmıyan bir kadın
dı. Sen hükmünde yanılmışsın ve bu yanılman da beni hayatımda tekrar cesaret edemiyeceğim, bir çılgınlığa şevketti. Muallâ ruhunun bütün çıplaklığı ile gözümün önündeydi; bir tüccar, kendini satan bir tüccar.
Bu mektubu sana, verdiğin hükmün yanlışlığım göstermek için yazıyorum kardeşim. Muallâda bir his, bir kalp beyhudedir ve sen dediğin gibi (ikinci kısımdan değil birinciden) olmakla iftihar edebilirsin, çünkü ikinci kısma mensup kimse yok.
Samimî selâmlarımı mektubumla beraber gön
deriyorum kardeşim. Vedat
II
Muallâdan Vedata
Vedat Bey !
Nihat kendisine yazdığmz mektubu bana gös terdi. Mektubunuzda kullandığınız kelimeler beni ilk önce şimdiye kadar yakalanmadığım bir "isteri,, buhranına şevketti. Yalan, yalan diye hıçkırmağa başladım
Fakat içimde bir his bana yavaş yavaş sizin haklı olduğunuzu söyledi. O zaman düşünerek dü şündüm — bilmem bu tabiri anlar mısınız Vedat Bey, — nihayet haklı olduğunuzu itirafa mecbur kaldım. O zamana kadar farkında olmadığım ben liğim kendini gösterdi. Söylediğimiz gibi ben şim diye kadar yalnız kendini kiralıyan bir tüccardım Vedat Bey, bunu itiraf etmek ne müşkül şey.
Fakat ben yalnız bir tek benlikten mi teşekkül etmiştim, yoksa yalnız tüccar mıydım? Bu sual beni kâh isyana kâh acı bir inhizama sürüklüyordu. Mu hakemem “evet,, kalbim "hayır,, diyordu ve ben fikrimle hissim arasında eziliyordum.
Böylece günler geçti. Benliğimdeki fırtına daha durmamıştı. Bu sabah uyandığım zaman hissimin tamamile galip geldiğini gördüm. Bu zaferi kendi kendime ispat etmek için size mektup yazmağı dü şündüm ve yazıyorum.
Size hissimin ve kalbimin bütün genişliğile hi tap ediyorum Vedat bey. Artık benliğimdeki tüc car kadın ebediyyen ölmüştür. Ben artık onun yaşa dığı ve öldüğü yerlerden uzaklaşmak istiyorum... Daha bir hafta size «delisiniz» dediğim halde bugün yalvarlyorum. Geliniz Vedat bey, beni buradan, bu müteffessih yerden kurtarınız. Bu belki sizin için bir fedakârlıktır. Lâkin son nefesini veren bir ben liğin yanında hayata yeni doğduğunu hisseden zavallı bir kadına büyük bir iyilik işlemiş olacaksınız...
Sizi bekliyorum Vedat bey. Muallâ Muvahhit Necdet
Fantazi hikâye
(Vak’a İkinci Hoıivut şehrinde geçer)
Duglas giyinmektedir. Bueün sevgilisi Billi Dov- la beraber bir çaya davetlidirler. Acele, acele ha zırlanır. Bacakları dar, paçası bol pantolonunu, açık yakalı beyaz gömleğini ve üstüne de üzerinde h 'r renkten japonca ilânlar bulunan süveyterini gi yer. Bu süveyter kolsuzdur, gömleğinin de kollarını sıvar. Beline bir geniş siya ’ kuşak sarar. Bıyıklarım burar ve aynada bir kere de beyaz dişlerini göste rerek gülüşünü ayar ettikten sonra gitarını alır ve geniş fulelerle sıçrayarak kapıdan çıkar.
Şimdi yoldadır. Bütün çalakisile sevgilisine yahut kendi tabinle "Hanibanc,, ma doğru yol al ma'-tadır. Sokakta gelip geçen lıalk bu acayip kuk layı hayretle seyreder. Kadınlar güler, erkekler, kızar, çocuklar da korkularından ağlar. Nihayet uzaktan Billi Dovuıı apartmanı görünür. Duglas hemen gitarını alır çala çala apartmanın kapısına gelir ve orada bir ayağını kapunun eşiğine dayaya rak Moris Şövalyenin “Louise,, ini söylemeye başlar; gitarı da kesik nağmelerle sesine refakat etmektedir. Apartman kapıcısı ve komşular bu sahnelere alışık oldukları için sadeçe pencerelere üşüşüp gülüşerek seyretmekle iktifa ederler. Yalnız cattedeıı geliip ge çen halk genç âşığın etrafına toplanır ve müruru ubur bir az müşkülleşir, bu sırada Duglas da şarkı sının sonuna gelmiştir. Son cümleyi bütün kuvvetiyle haykırır:
— Luiiz ay lav yuuuu...
ve bütün mahalle çocukları, etrafına toplanmış olan halk ve hatta kalabalığı dağıtmağa uğraşan belediye memurları hep beraber aksi seda gibi tekrar ederler:
— Yuuuuu....
Aşağıda bu gürültüler olurken Billi Dov da odasında giyinmektedir: Entarisini giymiş şimdi ke merini sıkmaktadır. Sıkar, sıkar, yüzüne kan hücum eder gene sıkar ve aynanın kenarına sıkıştırdığı
üstadının, asıl Belli Dovtın resimle bir kıyas yapar. Beli o inceliği, a’maktan daha çok uzaktır. Tekrar soyunur ve entarisini tenine giydikten sonra kemeri tekrar sıkar. Bu sefer belin kalçalara ve göğse nis- beti vücudun bir az acaipleşmesiııe rağmen büyük artisti oldukça andırır gibi olmaktadır. Şimdi asıl mühim mes’ele “akroşkör,, leri yapıştırmaktadır. Ev velâ saçlarını iyice yağlar, tarar ve yanaklarını zamklıyarak siyah mehpareleri birer birer yapıştırır. Bir tebessüm eder. Aksi şeytan bütün yapıştırdığı saçlar açılır. Bir iki kere tekrar eder. Nafile zamk lamak değil ye saçlarını yanaklarına dikse bile ağzı bir az irice olduğu için gülerken gene açılacaklar. Bunun üzerine kaşlarını çatar ve bütün çayda hiç gülmemek azmi kat’îsile merdivenlere atılır.
İşte bu sırada mahalleli de Duğlasın şarkısını alkışlamaktadır.
Nihayet iki sevgili birbirinin kucağına atılırlar: — Helo H ani!
— Helo Daglıs
Çay Adolf Menjunun apartmanın da verilmek tedir. Bu yaşı otuz beşlik kendi yirmi beşlik bir gençtir. Bütün ömrünü elbise yaptırmak, mevhum bir tarihte ziyaret ettiği Parisi anlatmak ve olveçlıile icrayiamel etmekle geçirirdi. Evinde mütemadiyen çaylar verir ve kendisi de beyaz eldivenler giyerek hizmet ederdi. Her hareketi her işi Adolj Merıju- nunkilere benzerdi.
Bugün de gene çay vermiyor, adeta Menjunun "Garsonlar Prensi,, filmini çeviriyordu. Fransızların bile anlayamayacağı kadar aksanlı bir fraıısızca ile komplimanlar yapıyor, gidiyor, geliyor, eğilip kalkı yordu.
Çay dehşetli kalabalıktı. Bütün artistler, bütün dünya şampiyonları, bütün milletlerin mümessilleri buradaydı.
Küçük salonda Meri Pikfort buklelerde oynuyor, ağzını büzerek fondan yiyordu. Arkasında bir kolejii prep talebesi Çarls Rocers rolünde harıl harıl ilânı
No
‘ 2AKADEMİ
Sahife : 15
aşk etmeğe uğraşıyordu. Karşılarında Rakel Meller Espanyol elbiselerile şezlonga uzanmış bir elile siga rasını tutuyor öbüriyle de dişlerinin arasından mırıl dandığı Plegaryaya kastaniyetile tempo tutuyordu. Valantino ile arası açılmıştı. Sen dalıa güzelsin, ben dalıa güzelimle başlayan münakaşa şiddetlenmiş ve nihayet darıimışlardı.
Şimdi Rodolf Oreta Garbolardan birini almış onun yattığı şezlongun arkasında tango figürü öğ retiyordu- Hiddetle başını çevirerek baktı: Greta Garbo beli ilerde, omuzları geride, başı önüne iğik, gözleri yarı kapalı, ağzı yarı açık fırıl fırıl dönü yordu.
Rodolf onu ileri itiyor, geri çekiyor, döndürüyor, koşturuyor, çömeltiyor, kaldırıyordu.
Valantinonun da bugün Allah için güzelliği üs tündeydi. Ensesine kadar sarkan briyantinli saçları pırıl pırıl parlıyor, uzun favorilerinin gölgesi, yoluk kaşlı gözlerine başka bir letafet veriyordu.
Ramon Novarolar pencerenin önünde dört beş tanesi bir grup olmuşlar, aralarına da bir Norma Şirer almışlar Talebe prensi oynuyorlar. Kıyafetler hepsinde ayni:
Yakası gerdanına kadar açık kendinden yakalı “sempl,, bir gömlek, topuzunun büyük olması için üç dört kere sarılarak bağlanmış “neglije,, bir bo yan bağı ve göğsü iri göstermek için sımsıkı döğ- melenmiş „rahat,, bir çeket.
Tabiî vaziyetlerde bu kıyafetlerin mütemmimi: Eller cepte, göğüs şişik, ense dik, çene göğse yapışmış, kaşlar çatık, gözler şaşı, ağız miitebessim.
Con Cilbert, Cılert Rolant, ve avenesi büyük salonda dans ediyorlar, onlar da tıpkı Romanların kıyafetinde; yalnız Coninin yakalığı kolalı, Cilbert Rulandın da saçları Yunanı kadim aklilerinden Apoi- loııun saçlarının biçiminde kesilmiş.
Con Cilbert rolünü yapan delikanlı bu rolde bir az acemi; fakat hakkı da var. Daha iki ay evvel zavallıcık Benliyonla Lııit Hüks halitası idi. Şimdi birdenbire Coniliğe geçmek müşkül. Maamafilı ne olursa olsun ikinci Halivutta hükümferma olan bü yük süksesinin hatırı için elinden geleni yapacak. Modası gelirse Coni değil ya Loıı Şaney bile olacak. Yalnız birşeysi çok çirkin: Halisiiddem ermeni. Onun hallerine bakarak uzaktan muvaffakiyetlerini tahmin eden bazı kızlar ara sıra yanına sokuluyor
lar, fakat maattessüf hep ayni meşhur nakaratı du yuyorlar :
A h ! Matmazel Jetenı. Acaba sen de beni tü meni mi ki?....
Amerikalıların grupu en şık gruptu.
Elbiseler azçok Roman Novaroları andırıyor. Yalnız bazısı omuzlarına ince kursak bir muşamba almış, bazısı boynuna Süveyter bağlamış, bazısı da lâstik ayakkabı giymiş ve böylece insanın çaya değil ya kahveye bile gitmeyeceği bir kıyafette rahat ra hat büyük salonan ortasında durmuş konuşuyorlar. Hepsinde eller pantolon cebinde, kollar vücude ya pışık omuzlar kalkık ve ağızlarında sakız. “Spor ve Gençlik,, serilerinin çay nüshasını çevirmek için bir okjektifle iki projektör eksik... Hem iki saattir san bıyıklarını burarak salonu arşınlıyan şu "Asri Korsan,, o da faydası dokunur. Filminin alınmasından o da çok memnun olacak. (x) rengindeki empermeab- liniıı belini sımsıkı sıkmış, her kızın önünden geçer ken çarşaf kadar bir ipekli İngiliz mendilini çıkara rak burnunu siliyor, mareıı kasketini düzeltiyor ve sahana sahana yine yürüyor. Ne kimse ile konuşmak var, ne dans etmek. Yalnız burun silmek, otuz iki dişini gösterek gülmek ve bir de birer buçuk metrelik adımlarla salonu dört dönmek.
İngilizler mensup oldukları cemiyetlere gört muh telif kıyafetlerde gelmişlerdi :
İngiliz mekteplerine gidenler ingilizler karakteı- salıibidir Yalnız bir kıyafette görünür diyerek doğ rudan doğruya kepileri kafalarında mektep kıyafetin- deydiler.İngiliz müessiselerinde çalışanlarsa bilâkis bir İngiliz yerine göre giyinir kaidesince kase yaka reyye pantolon piytniş, Modada oturanlarsa bir İngiliz ken dinden başkasına hürmet etmez diyerek lâstiklerde şemsiyelerde ve yeşil şapkalarile oturuyorlardı.
İşte bu yirminci asırda medenî bir şehirde ve rilen bir çay ziyafetinden ziyade, Babel kulesinde verilen bir maskeli baloya benzeyen bu cümbüşte herkes başka iddiada ve herkes başka türlü eğleni yordu.
Amerikalılar kluking yapıyor, artistler dansedi- diyor, ingilizler somurtuyor, fransızlar espri yapı yordu.
Çayın en coşkun bir zamanında idi ki kapu şid detle sarsıldı ve iki kanat açılarak divarlara çarptı. İçeriye birşey g ird i: Bu bir adamdı ve kucağında başka bir adam tutuyordu.
Sahife : 16
AKADEMİ
No : 2
Birçok ağızlar iki isim mırıldandılar. Corc Ban- kroft, Padok, Corc Bankroft bildiğimiz Corc Ban- krofttı. Ayni yüz, ayni haller. Padokun sa Padokluğu koşuculuğundan ileri geliyordu. Yoksa onu tanıma yanlar, ilk bakışta ufacık bir Nat Pinkerton, apaş kıyafetinde, hırsız peşinde sanırlardı. Bankroftun kılağından yavaşça yere indi. Pantolonunu çıkardı v<®kaşiarının üzerinde duran kasketini alarak bütün bacaklarına hafif i ir masaj yaptı. Herkes etraflarına toplanmış onlara bakıyordu. Sebebi ziyaretlerini izah etti.
— İki tramvay yolunun ortasında bağdaş kur muş oturuyordum. Burası yolun tam ortası olduğu için en tenha ve açık yeri. Tramvaylarda otomobil ler de iki tarafımdan geçiyor ben de'rahat rahat cıgaramı içiyordum. Birisi omuzumu sarstı, baktım, Bankroft.
— Burada ne oturuyorsun, dedi.
— Menjunun çayına davetliyim. Bacaklarım sı kışmasın diye gidemiyorum. Tramvaylarda otomobil lerde de uyuşuyor, canım sıkıldı, oturdum, geleni geçeni seyrediyorum, dedim.
— Gel seni ben götüreyim dedi ve kucağına alarak buraya getirdi. Fakat kendisi beni bırakıp gitmek isteyor. Bu sırada Bankrojt ta:
— Eyvallah, diyerek kapıya dogrulmuştu. Bir çokları kalması için İsrar etmek istediler, fakat o :
— Biz erkek adamlarız, böyle züppe eğlentisin den anlamayız zaten canı isteyen bizi daha önceden davet ederdi.
Dedi vc hızla kapıyı çekerek merdivenlerden inmeğe başladı. Bu açılıp kapanmadan menteşeleri sökülen kapı da büyük bir gürültü ile salonun içine doğru yıkılıyordu. Evvelâ bir korku çığlığı yükseldi arkasından da genç kızların sitayişleri:
— Ah ne sert adam. — Ah ne tabiî çocuk.
Bu sırada yıkık kapıdan Duglasla Billi Dov gir diler. Duğlasın bir şeyden haberi olmadığı için çığ lıkları duyunca şaşırmış, Her hangi bir tehlike ihti maline karşı bir eliyle Hani bancının belinden tutu yor ötekiylede gitarını kılıç gibi hava sallıyordu.
Beri tarafta salonu arşınlamakta olan sarışın Coni kendisinin “ Asri Korsan,, olduğu bir zamanda ve kendi bulunduğu bir yerde vaki olan bu kaptı çıkarma hadisesinden müteessir olmuştu. Bankrofta
yetişip hesap sormak üzere merdivenlere atıldı. Çı karken ayağı Billi Dova çarpmıştı. Döndü, gülerek: — Pardon dedi. Fakat Billi Dovun yüzü hiç gülmiyor bilâkis sert sert Coninin sarı bıyıklarına bakıyordu. Asri Korsan bütün dişlerini köstererek bir daha tekraretti :
— Pardon matmazel. Ve bir Billi Dovdan bek lenen tebessümü bekledi. Nafile.
Kıyamet kopsa Billi Dov daha çaya geiir gelmez, bir Coninin hatırı için tebessüm edip, akroşkürlerini bozmazdı. Ağzı değil gözleri bile tebessüm etmedi. Korsan şaşırmıştı bir sıçrayışta Duğlasın yanına ge lip bu istiskalin sebebini ondan sormak istedi. Fakat Duglas zaten tetikteydi. Hele böyle sıçramalara hiç dayanamazdı. Ffemen yana çekildi ve havada salla dığı gitarı daha korsanın ayağı yere basmadan bü tün kuvvetiyle zavallı gencin başına geçirdi.
Herkes yerinden fırladı. Asrî korsanın arkadaş ları Duğlasın üstüne atıldılar. Bunu gören Amerika lılar da tam "Spor ve gençlik,, in en heycanl sah nelerini bulduklarından sevinçle, Duglası kurtarmak için arbedeye doldular. Bazı artistler ev sahibi ile beraber yıkık kapıdan birer birer sıvıştılar, bazıları seyirci kaldı bazıları saklandı genç kızlar çığlıklara başladılar, masalar devrildi, camlar kırıldı, kapılar yıkıldı koca apartman zangır zangır salanmağa baş ladı. Merdivenlerde bir koşuşmalar oldu ve polisler tabancalarla içeriye doldular...
Bütün gurup evin hizmetçileriyle beraber ifade leri alınmak üzere karakola sevkedildi ve hepsi de mir parmaklıklı büyük bir odaya tıkıldı. Duglas göğsünden yaralıydı, Billi Dov onu dizine yatırmış yarasını sarıyor, gözlerinden inci gibi yaşlar dökülü yordu. Valantino arkasına saklandığı bir sandaliye ayaklarına devrildiği için başını eski sevğilisi Rakel Melleriıı omuzuna dayamış hüngür hüngür ağlayarak son nefesini bekliyor.
Çarls kocers ve Raınonlar hiç ortada yok. Genç kızların bazısı sahiden bayılmış, bazıları şakacıktan Amerikalılar pencerelerin demir parmaklıklarına asıl mış avazları çıktığı kadar bağırarak "Mahpusun şar- kısı„ m söylüyorlar. İngilizler ayakta durmuş, eller göğüste kavuşmuş ^Modadaki tenis müsabakalarından bahsediyorlar.... Âlem yine ol âlem, devran yine ol devran.
gGSCHXS>ı
L ,
C3acs)<2a®c2a»(2xsca3cs<2xsc2xs<aacs(acc©<2as<3pcs<ax5)®acs)c2x5><a2cs)<aacscsac®(
FOTO S. SÜREYYA
Her nevi Artistik fotoğraflar, Agrandismanlar
Aile, düğün, balo ve Talebe gurupları için Fotoğrafçı gönderilir
Her nevi Amatör işleri ve vesira sür’atle yapılır. Amatör Ağrandismanları gayet cüz’i bir fiyetle ihzar olunur.
Mektepliler için fiyetlerde tenzilât yapılır
Beyoğlu istiklâl caddesi No 509
Telefon: Beyoğlu 3495
ı®as<2x s<2xs< aas< ax © c3a s C T ^ ® a ® e s c » <2a®c2acsCTce>c2scs><2 XH><2Xc>(ze5>c2Xc>'