• Sonuç bulunamadı

Yarım asrın kadınları:1960'tan 2000'lere Türk Edebiyatı'nda kadın temsilleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yarım asrın kadınları:1960'tan 2000'lere Türk Edebiyatı'nda kadın temsilleri"

Copied!
121
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YARIM ASRIN KADINLARI

1960’tan 2000’lere Türk Edebiyatı’nda Kadın Temsilleri

TÜLİN ALKAN

110611052

İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KÜLTÜREL İNCELEMELER

YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

PROF. DR. LEVENT YILMAZ

İstanbul, Haziran 2013

(2)
(3)

WOMEN OF A HALF DECADE

Woman Representations in Turkish Literature

from 1960s to 2000s

Tülin Alkan

110611052

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Levent Yılmaz Jüri Üyesi: Bülent Somay, MA

Jüri Üyesi: Ömer Albayrak, MA

Tezin Onaylandığı Tarih: 12.07.2013 Toplam Sayfa Sayısı: 113

Anahtar Kelimeler (Türkçe) Anahtar Kelimeler (İngilizce)

1) Feminizm 1) Feminism

2) Sevgi Soysal 2) Sevgi Soysal

3) Latife Tekin 3) Latife Tekin

4) Şebnem İşigüzel 4) Şebnem İşigüzel

(4)
(5)

TEŞEKKÜR

Boşlukta salındığını fark ederek, yaşama atmaya çabaladığım kancamın ucundan tutup, engin görüsü ve bilgisiyle tam da olması gereken yere sağlam düğümlerle bağlayan, izahı imkansız desteğiyle bana kendimi her görüşmemizde daha iyi hissettiren, zihnimi açan “canım hocam”, tez danışmanım, Sayın Levent YILMAZ’a,

O, orada bilgisayarının başında çalışırken ötede benim sessiz, nefessiz çırpınışımı fark edip, boğazımı tıkayan kocaman demir yumruğu bir fiskesiyle darmadağın eden uzun saçlı dev adam, Sayın Bülent SOMAY’a,

Saçtığı peri tozlarından nasiplendiğim, incitanesi dostum, Deniz Ülke ARIBOĞAN’a,

28 yıldır varlığıyla bana güven veren, tek bir müdahalesiyle kriz çözen hayat arkadaşım Hakan ALKAN’a

Bir kuşun gagasıyla sürekli yuvasına birşeyler taşıması misali her gün eve ihtiyacım olan kitapları taşıyan, eğlenceli oyun arkadaşım, kıymetli dostum, sırdaşım, yoldaşım, her daim, her türlü acil durumda sorgusuz sualsiz destek vereceğinden zerre şüphe duymadığım, kızım Güntülü’ye,

Tükendiğimi anlarda varlığı, gülücükleri, öpücükleri, pozitif enerjisi ve sihirli cümleleriyle beni güçlendirip göklere çıkartan, yardımına ihtiyaç duyduğumda dört elle destek veren, “big personality”, oğlum Aytolun’a,

Bu süreçte bana inanan,desteğiyle hep yanımda olan sevgili dostum Baha’ya,

(6)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ

1.KISIM: FEMİNİST TEORİ

1.1. Aydınlanmacı Liberal Feminizm 1.2. Kültürel Feminizm

1.3. Feminizm ve Marksizm 1.4. Feminizm ve Freudculuk 1.5. Feminizm ve Varoluşçuluk 1.6. Radikal Feminizm

1.7. Yeni Bir Feminist Ahlak 1.8. Seksenler ve Sonrası

2. KISIM: SEVGİ SOYSAL’ın ANLATILARINDA KADIN TEMSİLLERİ 2.1. TANTE ROSA

2.1.i. At Cambazı Ol(ama)mak

2.1.ii. Tante Rosa Rahibeler Okulunda 2.1.iii. Tante Rosa’nın Hayvanları 2.1.iv. Tante Rosa Aforoz Ediliyor

2.1.v. Tante Rosa Mezarlıkta Üretici Oluyor

2.1.vi. Tante Rosa Soluk Kır Çiçeklerine Geri Dönüyor 2.1.vii. Tante Rosa Bütün Rüzgârlara Açık

2.1.viii. Tante Rosa Yaşamakta Israr Ediyor 2.1.ix. Tante Rosa I Love You

2.1.x. Tante Rosa Gran Düşes 2.1.xi. Tante Rosa’nın Papağanı

(7)

2.1.xii. Tante Rosa’nın Yolculuğu 2.1.xiii. Tante Rosa the End

2.1.1. Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Yeniden Üretimi 2.2. YILDIRIM BÖLGE KADINLAR KOĞUŞU

2.2.1. 12 Mart Romanı Genel Özellikleri ve Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu 2.2.2. “Olgunlaşma Enstitüsü”nden “Cezaevi”ne

2.2.3. İktidar-Özne, Hapishane, Güvenlik ve Nizam 2.2.4. Er-tutukluluk

2.2.5. İtaat Etmemek

2.2.6. Egemene Hukukla Karşı Çıkmak: Hangi hukuk, kimin hukuku? 2.2.7. Anayasanın 141.-142. Maddeleri

2.2.8. Solun Eril Dili

2.3. BARIŞ ADLI ÇOCUK 2.3.1. Delikli Nazarlık

2.3.2. Mal Ayrılığı ve Şampanya Kovası 2.3.3. Zulmet Sevinci

3.KISIM: LATİFE TEKİN’in ANLATILARINDA KADIN TEMSİLLERİ 3.1.SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM

3.1.1. Dirmit’in Etrafına Örüntülenmiş Bir Bakıştan 3.1.2.Toplumsal Cinsiyet Rolleri

3.1.3.Kente Göç Esnasında Karakterlerin Dönüşümü 3.1.4.Köyde ve Kentte Sosyolojik Yapılanma

3.1.5.Aile Kurumunun Tezahürü

3.1.6.Göç, Ekonomik Dönüşüm ve Yoksulluk 3.2.GECE DERSLERİ

(8)

3.2.1.Anlatı

3.2.2.Bir Kadının Benlik Kavgası veya Faillik Mücadelesi 3.2.3.Toplumsal Cinsiyet

3.2.4.Annelik 3.2.5.Dava

3.2.6.Bellek, Travma ve Geçmişle Hesaplaşma 3.3. BERCİ KRİSTİN ÇÖP MASALLARI 3.3.1.Toplumsal Cinsiyet

3.3.2. Hazzın Erkek Egemen Kurgusuna Darbe 3.3.3. Kapitalist Modernite

3.3.4. Direniş 3.3.5. Kentleşme

4.KISIM: ŞEBNEM İŞİGÜZEL’in ANLATILARINDA KADIN TEMSİLLERİ 4.1.HANENE AY DOĞACAK

4.1.1. Sevgili Bayan Ardavak 4.1.2. Tabut

4.1.3. Suya Yazılan Mektuplar 4.1.4. Bir Öğleden Sonra 4.1.5. Hanene Ay Doğacak

4.1.6. Bir Filmin Son Sahnesi İçin Gerçek Yaşamdan Alıntılar 4.2. SARMAŞIK

4.2.1. Sedef 4.2.2. Anne 4.2.3. Celine 4.2.4. Nadya

(9)

4.2.5. Ludmilla

4.3. ÇÖPLÜK

SONUÇ

(10)

ÖZET

1960’lı yıllardan günümüze uzanan süreçte Türk Edebiyatı’nın eril damarları şiddetle çatladı. Sevgi Soysal, Latife Tekin ve Şebnem İşigüzel bu çatlakların en önemli faillerinden oldu. Türkiye’nin değişen politik ortamının nabzını yoklayan edebiyatın bu üç önemli yazarının eserlerindeki “kadın” temsilleri bunun bir göstergesidir. Kadınlık meselelerinde görünmeyeni görünür kılmaya yönelik çabaları kendi zamanlarında devrim yarattı. Üç kadın yazar, kadın cinselliğini, kadına yönelik şiddeti, kadın haklarını ve toplumsal cinsiyet normlarını anlattı. Aralarındaki zamansal uçuruma ve üslup farklılıklarına rağmen büyük bir cesaretle işledikleri kadınlık teması onları paydaş kıldı.

Bu çalışma bu paydaşlığın ve görünmeyen / gösterilmeyen üzerindeki sis bulutunun dağıtılması için farklı dönemlerde yoğun biçimde çalışan üç kadın yazarın üzerine eğilmiş merceklerin değerlendirmesi olarak ortaya çıktı.

Tırmanan kapitalizm ve modernitenin egemenliğine rağmen toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl kırıldığı, nasıl yeniden üretilerek edebiyata sızdığı, sızıntıların yazarların kadınlık durumları ve özyaşam öyküleriyle ilişkisi üzerine düşünme pratikleri çalışmanın belkemiğini oluşturuyor.

(11)

ABSTRACT

From 1960’s to today masculinity in the Turkish literature has broken down. Sevgi Sosyal, Latife Tekin and Şebnem İşigüzel became the prominent actresses of such a break. These three literary agents wrote about “woman” while prowling around the changing political atmosphere in Turkey. Their efforts to make the invisible visible were revolutionary for their era. These three authors courageously told about sexuality of woman, women’s rights, gender, and violence against woman. In spite of the spatial and stylistic difference between them, theme of womanhood became their common ground.

The present thesis is the study of this common ground as well as these three women who worked really hard to unveil the cover on what is “invisible / undisclosed” in different time periods.

The backbone of the study is the break of gender roles in the shadow of rising capitalism and modernity, how they are reproduced and leaked into literature, and the relationship between these leakages and womanhood and life stories of these authors.

(12)

1 GİRİŞ

Ama belki de, katlandığımız şeye katlandığımızda kim olduğumuza dair bir şey ortaya çıkar, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir şey. Burada bağımsızca var olan bir "ben" varmış da sonra basitçe oradaki "sen"i kaybetmiş değildir, özellikle de "sana" olan bağlılığım beni "ben" yapanın bir parçasıysa. Bu koşullarda seni kaybedersem, kaybımın yasını tutmanın yanı sıra kendime karşı anlaşılmaz oluveririm. Sensiz ben kimim? Bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. Bir düzeyde "sen"i kaybettiğimi düşünürken beklenmedik bir şekilde "ben"im de kaybolduğumu keşfederim. Bir başka düzeyde, belki de "sende" kaybettiğim, hakkında hali hazırda kelime dağarcığım olmayan şey, münhasıran ne benden ne de senden oluşan, ama bu terimleri farklılaştıran ve ilişkilendiren bağ olarak kavranması gereken ilişkiselliktir.

Judith Butler, Kırılgan Hayat

Bu tezin temel önermelerinden biri olarak Türk edebiyatı içerisinde kadınların yazarak failliklerini ortaya koyuyor oldukları söylenebilir. Böylece kadınlar iradelerine yazarak sahip çıkıyor ve kadınlık anlatıldıkça kadınlar arası dayanışmanın da güçlendiği görülüyor. Kadınlar yalnızlık duygularından sıyrılıp ortak bazı deneyim alanlarında buluşuyor. Bu buluşmanın, Butler’ın yukarıdaki alıntıda altını çizdiği “katlanılan şey”lerin toplumsal cinsiyet rollerine dair egemen algıyı zedelediği düşünülebilir.

Katlanmanın dile getirilmesi, kadını burjuva hukukunun yarattığı özel alandan kamusal alana çıkarıyor; edebiyatın, sanatın, politikanın öznesi haline getiriyor.

Metalaşmış kadının özne olma mücadelesine en büyük desteklerden birini kadınlar tarafından kaleme alınan anlatılar veriyor. Böylece bu tezde Türk edebiyatının üç önemli kadın yazarı Sevgi Soysal, Latife Tekin ve Şebnem İşigüzel’in eserleri

(13)

2

üzerinden 1960’lı yıllardan günümüze edebiyattaki kadın temsillerini incelemeye çalışacağım.

Çalışmanın birinci kısmında, feminist teori ve kadın haklarının kazanım tarihine dair bir çerçeve çizmeye çalışacağım. Feminist teori ve feminizm türlerine dair genel bir hat çizmek, bu çalışmada kullandığım radikal feminist bakış açısını da yansıtacaktır. Bunu da büyük ölçüde Josephine Donovan’ın Feminist Teori1 kitabı üzerinden şekillendireceğim.

İkinci kısımda, Sevgi Soysal’ın Tante Rosa adlı romanından, Yıldırım Bölge

Kadınlar Koğuşu adlı anı kitabından ve Barış Adlı Çocuk adlı öykü kitabından

hareketle, 1960-70’li yıllar edebiyatında yeni yeni kendini gösteren, kendi bedeninin farkında olan kadın (ki eserlerin seçimi de buna göre yapılmıştır) temsillerine dair bazı saptamalarda bulunmaya çalışacağım.

Üçüncü kısımda, ise Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm, Gece Dersleri ve Berci

Kristin Çöp Masalları adlı eserlerinde, modernleşme ve kentleşme sürecinde sürekli

değişim ve yeniden üretim halinde olan toplumsal cinsiyet normları ışığında, 1970’lerin ortasından 1980’lerin sonuna kadar uzanan süreçteki kadın temsillerine odaklanacağım.

Dördüncü kısımda, 2000’li yılların kadınını anlatan Şebnem İşigüzel’in Hanene

Ay Doğacak ve Sarmaşık ve Çöplük adlı anlatılarından hareketle, feminist hareketin

tarihsel kazanımlarının da etkisiyle görünür hale gelen kadınlık meselelerinin; tacizin, tecavüzün, ensestin aile kurumuyla olan ilişkisinin, ailenin kadını “kapatan” formuna dair eleştirilerin bir yansıması görülecektir.

Böylece 1960’lı yılların kadın imgesinden 2000’li yılların kadın imgesine doğru yaşanan değişime kimi köşetaşı eserler üzerinden işaret edilmiş olacak. “Sonuç”

1

Josephine Donovan’ın bu kitabı, feminist teori literatürünün hemen her veçhesine dair derli toplu bir değerlendirme sunduğu için tezimin bu bölümünü büyük ölçüde o kitaba dayandırmaktayım. Bkz. Josephine Donovan, Feminist Teori, İstanbul: İletişim, 1977.

(14)

3

kısmında da radikal feminist teori çerçevesinde değerlendireceğim bu üç kadın yazarımız üzerine genel bir yaklaşım ortaya koymaya çalışacağım.

(15)

4 1. KISIM: FEMİNİST TEORİ

“Feminist Teori” kısmı, sekiz bölümden oluşmaktadır; aydınlanmacı liberal feminizm, kültürel feminizm, feminizm ve Marksizm, feminizm ve Freudculuk, feminizm ve varoluşçuluk, radikal feminizm, yeni bir feminist ahlak, seksenler ve ötesi. Bu bölümler üzerinden hareketle feminist teori literatürü genel olarak ele alınmış olacaktır.

1.1. Aydınlanmacı Liberal Feminizm

Feminist teori tarihindeki ilk önemli çalışma, Mary Wollstonecraft’a ait olan A

Vindication of the Rights of Woman [Kadın Haklarının Savunucusu] adlı eser 1792

yılında yayımlandı. Bundan önce ise 1790'da Murrey’nin kaleme aldığı On the Equality

of the Sexes [Cinsiyetler Arası Eşitlik Üzerine] adlı eser ve hemen bir sene sonra da

Paris'te, Fransız Devrimi’nin erken safhalarında, Olympe de Gouges Les Droits de la

Femme [Kadın Hakları] adlı bir el broşürü yayımlandı. Gouges’un yayımladığı bu

broşür, daha sonra giyotinle idam edilmesine neden oldu. XVIII. yy. feministlerinin eserlerinin ortak noktası olarak Aydınlanma çağına uygun bir akılcılık içerisinde oldukları söylenebilir.

Doğal hakların, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nin ve Fransız İnsan Hakları Bildirisi’nin temel noktası olması sebebiyle, feministler erkeklerin sahip olduğu doğal haklara kendilerinin de sahip olduğunu savunmaya başladılar. Aydınlanma çağındaki düşünürler, çeşitli bilimsel keşifler nedeniyle felsefi olarak tecrit olmuş dünya düzenini yeniden tanzim etmeye yoğunlaşmışlardır. Newton'un fiziksel evrenin basit ve akılcı kurallara göre işlediği paradigması dönemi belirleyen imge olmuştur. Newtoncu fiziğin

(16)

5

getirdiği bu paradigma değişimi, felsefenin ve bilimin hemen her alanını derinden etkilemiştir.

Siyaset felsefecileri ise bu dönemde ancak akıl ile anlaşılan doğal hakların varolabileceği görüşünü geliştirmişlerdir. Tüm beyinlerin mekanik olarak aynı yönde çalıştığını öne sürerek, akıl yoluyla herkesin aynı sonuca ulaşacağı savı üzerine kurmuşlardır görüşlerini. Akıl ve mekanik matematiksel ilkelerin dışında kalan tüm alanlar ya yok sayılmış ya da önemsiz görülmüştür.

Erkeklerin egemen olduğu liberal düşünce literatüründe kadına bakış ötekileştirici bir yapıdadır. Akılcı dünyanın akıldışı dünyaya üstün olduğu ve onu kontrol etmesi gerektiği öne sürülür. İnsan (erkek) aklı ile övünen akılcı varlıklar, efendidir; akıldan yoksun ya da aklıyla hareket etmeyen varlıklara (kadın) akıl götürme ya da onları bu yönde yönlendirme hakkı vardır. Bu yüzyılda, öncesinde ve sonrasında kadının eş ve anne olarak evine ait olduğu varsayımının neredeyse evrensel bir ilke gibi algılandığı söylenebilir. Sanayi Devrimi’nin ise kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekânının birbirinden tamamen ayrılmasında belirleyici etkisi vardır. Böylece akılcılık kamusal alanla yani erkeğin alanıyla, akıl dışılık ve ahlak, özel alanla yani kadının alanıyla özdeşleştirildi. Bu, kadının hiçbir kamusal ve yasal hakkının olmadığı anlamına geliyordu. Kadın, kocasının koruyucu kolları arasında aileye aitti.

Kadınlar akıldan yoksun sayıldıkları için vatandaş sayılmazdı. Tüm bunlar üzerine doğal haklar geleneği üzerinden gelen feminist kuramcılar kadınların bir vatandaş olarak erkekler ile aynı temel haklara sahip birer insan olduklarını ileri sürdüler. Erkekler tarafından kadınlara uygulanan baskının mutlak tiranlıkla benzeşmesi, baskının patriarkal sistemden kaynaklandığını belirten günümüz radikal feminist teorisiyle buluşmaktadır. Bu konudaki en erken girişim Stanton tarafından

(17)

6

1848'te kaleme alınan Seneca Falls ve New York'ta yayımlanan Declaration of

Sentiments’tir [Duygular Bildirisi]. Bildiride yer alan tüm talepler kaynağını doğal

haklar felsefesinden almıştır. Kadınlar bu bildiride oy verme hakkı, yönetimde hizmet etme hakkı, düzgün bir eğitim hakkından da bahsetmişlerdir. Tekliflerin özü basitçe, kadının erkek ile eşit olduğu yönündedir.

Aydınlanmacı liberal feministlerin temel düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz; akla inanç konusunda diğer çağdaş düşünürlerle hemfikir olurlarken, kadınların ve erkeklerin ontolojik olarak benzer oldukları inancını benimsetmek istemişlerdir. Ayrıca bu süreçte eğitimin toplumsal dönüşüm ve eleştirel düşünüş için öneminin altı çizilirken, bireyin akılcı ve bağımsız bir varlık olduğu sürekli olarak vurgulanmıştır. Buna göre erkekler ve kadınlar aynı ahlaki ve düşünsel öze sahipler ise, aynı eğitimi almalıdırlar. Kadınlar özel alana hapsolmamalı ve kamusal hayatın içine girmelidirler. Kadın ancak erkekten bağımsızlığını kazanabildiğinde güçlü ve kendine güven sahibi olabilecektir.

Amerika Birleşik Devletleri'nde kadınlar sonunda anayasada yapılan 9. değişikliğin onaylanması ile birlikte 1920'de oy kullanma hakkını elde etmeyi başardılar. Şimdi eşit haklar değişikliği olarak bilinen doktrin ise 1972 yılında Kongre'de tam olarak kabul edilmemiştir. Bunun yanı sıra sayısız önemli değişiklik vardır. Yüzyılın ortalarında neredeyse tüm eyaletlerin evli kadının malvarlığını koruyucu kanunları kabul ederek evli kadının statüsünde yaptıkları esaslı değişimdir. Boşanma Kanunları liberalleşmiştir. 1880'lerde kadınlara yüksek öğretime ve birçok mesleğe giden kapılar açılmaya başlamıştır.

Sonrasındaki feminist literatürün Aydınlanmacı feminist teoriye getirdiği bazı eleştiriler şu yöndedir: En önemlisi, liberal çözümlemenin özel alanı dokunmadan

(18)

7

bırakmış olmasıdır. Kadınların bir sınıf olarak onlara atfedilen görevlerden dolayı yarışa avantajsız başladıklarını gözönüne almamışlardır. Geleneksel evliliğe ve anneliğe karşı kurumsal alternatif düşünceler geliştirilmemiştir. Ayrıca liberallerin tartışmadığı bir diğer nokta da kadınlar ve erkekler arasında gerçekten ontolojik farkların olup olmadığıdır. Sonuç olarak, bu eleştirilere göre, liberal feminist bakış açısının bu boşlukları giderecek daha bütüncül bir bakış açısına ihtiyacı vardır.

1.2. Kültürel Feminizm

XIX. yy. feminist düşüncesinde başka eğilimler de vardır. Aydınlanmacı liberal teorinin akılcı ve yasal hamlesinin ötesine giden bu düşünce, kültürel feminizm adı altında gruplanabilir. Kadınlarla erkekler arasındaki benzerlikleri vurgulamak yerine, genellikle kadınlık niteliklerinin farklılıkları üzerinde dururlar. Din, yuva, evlilik gibi alternatifler üzerinde düşünürler. Feminist toplumsal reform teorisi, kadınların toplumsal alana mutlaka girmeleri ve oy kullanmaları gerektiğini; çünkü politikanın çürümüş (eril) dünyasının arıtılması için kadınların ahlaki bakış açısına ihtiyaç olduğu söylenmektedir.

Anaerkil bakışın Darwinizm’in eril ideolojisine tepki olarak doğmuş olması muhtemeldir. Fuller'in Woman in the Nineteenth Century [19. Yüzyılda Kadın, 1845] kitabı aydınlanma akılcılarının mekanik bakışından tamamıyla farklı biçimde bilginin duygusal, sezgisel yönü üzerine vurgu yapar ve organik dünya görüşünü savunur.

Fuller kadınlığın radikal gelişiminin toplumu radikal olarak değiştireceği iddiasındadır. Kadının farklılığı kuramını ilk ortaya atmış kişi olan Fuller, kadınlara izin verilirse, hem kendi hayatlarını hem toplum hayatını değiştirebileceğini ileri sürer.

(19)

8

İnsan ırkındaki kadının erkeğe bağımlılığı durumu, aşırı cinsiyet gelişimini kontrol eden doğal seçilimi önler. Bu literatürün bir diğer önemli ismi olan Gilman, özel alana ilişkin radikal bir eleştiri de yapar. “Kamusal alan demokratik şekilde örgütlenirken, erkeğin evde yarattığı ortam despotizm olarak kalır.”2 Yuvanın gelişme sürecinde etkili bir geciktirici olduğunu savunur. Bazı radikal değişiklikler önerir: ev işleri meslekleştirilmelidir. İnsanlar yemek yapma, beslenme ve çocuk yetiştirme konularında eğitilmeli ve verdikleri hizmetler karşılığında para kazanmalıdır. Öte yandan Emma Goldman, toplumsal devrimi destekleyen bir güç olsa da herhangi bir otoriteye boyun eğmeyi reddetti.

Goldman, oy kullanma hakkının kadınları özgürleştireceğini söyleyen anlayışı reddeder ve eğer içten gelmezse yasal değişikliklerin özgürleşmeye etki etmeyeceğini iddia etmiştir. Goldman, hükümet ve evlilik gibi kurumları, bireyin özgürlüğünü ve esas anarşik güç olarak nitelendirdiği aşkını ifade etmesine engel olduğu için reddetmiştir. Woodhull ile birlikte Goldman, kadınlar için cinsel özgürlük taraftarı olan ilk feministlerdendir. Goldman aynı zamanda kadın bedeninin kendi inisiyatifinde kullanımı anlamında doğum kontrolünün en güçlü savunucusu olmuştur. Goldman, cinsel özgürlüğü onaylamakla birlikte, kadının kendisini tamamıyla cinsel bir nesne olarak görmesine izin veren bakışı kabul etmez. Goldman, eşcinsel haklarını açıkça destekleyen ilk Amerikalı feministtir.

Kültürel feministlerin kadın ağlarına katılımları, onların anaerkil karakterli bakışını açıklamaya yardım eder. Bunlar kadınların farklı olduklarını ve ayrı bir kültürün ve etiğin mirasçıları olduğuna inanmışlardır. “Kadınlar ayrıca Birinci Dünya Savaşı barış konferanslarına da katılmayı talep ettiler ve bu konferansla eş zamanlı

2

(20)

9

gerçekleşecek her olaya da karışmak istediklerini de bildirdiler. (…/…) 1920 yılı Amerikan feminizm tarihinde bir dönüm noktasıdır. 18 Ağustos'ta süfrajet3 değişiklikleri Tennessee eyaleti tarafından onaylanmış ve anayasanın bir parçası haline gelmiştir. Birçok feminist 1920 yılının birinci dalga feminizmin sonu sayar. Aslında bu tam olarak doğru değildir. 1920’ler ve 1930'lar feminist eylemin, özellikle de kültürel feminizmin devam ettiği bir dönemdir.”4

1.3. Feminizm ve Marksizm

Marksist teori kadınları, kadın sorununu ya da feminist teoriyi temel bir referans noktası olarak almamaktadır. Dahası Marx’ın teorisini temelde erkeklere özgü ve erkeksi koşullarda geliştirdiği söylenebilir. Dolayısıyla kadınlara uygulanan Marksist kavramların meşruluğundan esasta kuşku duyulabilirken, Marksist bakış açısının feminist teorinin gelişmesine katkısı bulunmuştur. Marx'ın merkezî görüşlerinden biri; kültür ve toplumun köklerinin maddi ve ekonomik koşullarda yattığını savunan maddeci determinizm düşüncesidir. Marx buna ilaveten toplumdaki egemen ideolojinin yöneten sınıfın ekonomik çıkarları tarafından belirlendiğini iddia ediyordu. Feminist teori de bu yaklaşım içerisinde kendisini konumlandırmıştır.

Sosyalist feministler genellikle kadınlar ve proletarya arasında bir benzerlik olduğunu kabul eder. Bu açıdan, Marx'ın özellikle ilk dönem teorisinde merkezî bir yer tutan “yabancılaşma” kavramı önem kazanır. Yabancılaşma; kendinden, başkalarından ve anlam duygusundan kopma deneyimi olarak tarif edilebilir. Emeğin yarattığı nesne, artık üretenden bağımsız bir güç haline gelir. Marx işbölümünün köklerinin ailedeki doğal işbölümü olarak adlandırıldığı şeyde olduğunu söyler. Cinsiyet ve yaş

3

Millecent Fawcett’in 1897 yılında Amerika’da “The National Union of Women’s Suffrage” adı ile başlattığı, kadınların oy kullanma haklarını talep ettikleri harekettir.

4

(21)

10

farklılıklarının neden olduğu ve bunun sonucunda sadece fizyolojik temelde ortaya çıkan doğal bir işbölümü ortaya çıkar. Ve böylece karı ve çocukların koca tarafından köleleştirilmesi özel mülkiyetin ilk biçimi olarak görüldü.

Marx insanların emeklerinin ürünleri ile daha bütünsel bir ilişki kuracakları ve üretim tarzları ile olan sınıf ilişkilerinden dolayı artık birbirlerine karşı bölünmüş olmayacakları (sınıfsız toplum) yabancılaşmamış komünist bir dünya tasavvur eder.

Marx'ın felsefesinin feminist teori ile ilişkili diğer bir yönü ise ekonomik değer teorileridir: kullanım değeri, değişim değeri, artı değer. Kullanım değeri kavramı, genel olarak kişinin kendi grubunun üyeleri tarafından ve kullanım için üretilmiş maddelerin değerine göndermede bulunur: yemek pişirme, örgü örme, dokuma, bunlar genelde kadınlara atfedilen işlerdir.

Değişim değeri kavramı genelde değişim için üretilen maddelere aittir. Bir maddenin değişim için üretilmesi onun kutsal özelliğini yok eder ve onu sıradan bir şey haline dönüştürür. Marx artı değeri açıklamak için bir emek değer teorisi geliştirmiştir. İşçinin emek gücü pazarda satış için bir meta olarak soyutlanır.

Artı değer, emek ürünlerinin değeri ile o emek gücünü üretmenin maliyeti yani emekçinin geçimi arasındaki farktır. Çağdaş feminist teori, ev içi emek ve ev işlerinin bu teoriye uygulanabilirliğini göstermeye çalışmıştır.

Engels'in Ailenin Kökeni (1884) başlıklı çalışması, Marksizm’in ilk dalgasında üretilen ve feminist teoriyi sürdüren yegâne çalışma olarak görülmektedir. Engels'in teorisi daha çok aile ve kadınları, ailedeki rolü üzerinden çözümlemeye yöneliktir. Engels görüşünü tarih öncesi anaerkilliğe yansıtır ve kadınların ezilmesi üzerine çözümlemesi tümüyle ekonomik teorilere dayanır. Engels ataerkillikten anaerkilliğe geçişi ekonomik gelişmelere, özellikle de özel mülkiyetin kurulmasına ve değişim ve

(22)

11

kâr için kullanılan metaların ortaya çıkmasına bağlar. Komünist hanede cinsler arası işbölümü varolmakla birlikte, kendi alanları içinde eşit güce sahiptirler. Herkes kendi alanında efendidir. Bununla birlikte kadın biraz daha eşittir. Maddi temel kadınların denetlediği kabilelere dayanır.

Hayvanların evcilleştirilmesinin sonucu daha çok yiyecek ve hayvansal ürün elde edilmesiyle değişim için materyale sahip olundu. Hayatı sürdürmek için gerekli olandan daha fazla ürün üretme kapasitesi artı değeri ortaya çıkardı. Ucuz emeğe olan gereksinim köle kullanımına yol açtı. Bu süreçte, kadınlar da bir değişim değeri kazandılar. Kadınların ev işleri erkeğin biriktirdiği zenginlikle kıyaslandığında önemsiz sayılmaya başlandı. Böylelikle bir de miras bırakacak mülkü olduğundan, erkek babalığını güvenceye almakla daha çok ilgilenir oldu.

Engels’e göre, tarihte görülen ilk sınıf çatışması, tekeşli bir evlilikte kadın ve erkek arasındaki karşıtlığın gelişmesidir. Erkek burjuvazidir, karısı ise proletaryayı temsil eder. Engels'in çözümü işgücüne katılımı teşvik etmektir. Toplumun ekonomik birimi olarak tekeşli ailenin ortadan kaldırılmasını teşvik etmektedir ve tüm bunlar komünizmde gerçekleşecektir.

Burada bir eleştiri yapmak gerekirse; Engels'in kadının katılımını istediği endüstriyel üretim alanı en mükemmelinden yabancılaşmış emek dünyasıdır. Yani kadınlar açısından hiç de özgürleştirici bir adım olmayacaktır.

Peki, ev işi yabancılaşmış mıdır? Ev kadınının kendi zamanı üzerinde fabrika işçisinden daha çok denetimi vardır; bu yönüyle yabancılaşmadan uzaktır. Diğer taraftan ev işleri dayatılmıştır, tekrarlayıcıdır ve çoğunlukla da önemsizdir; bu yönüyleyse yabancılaşma mevcuttur. Marksistlerin çoğunluğu ev işinin kapitalist sistemin sürmesi işlevini yerine getirdiği konusunda anlaşırlar.

(23)

12

Marksist teorinin bugüne değin bu açıdan önemli eksiklerinden birinin kadınların boyun eğmesinin kapitalizmin yükselişine bağlanması olduğu söylenebilir. Aksi halde sosyalist devrim deneyimi geçiren kapitalizm sonrası toplumlarda kadınların ezilmesini açıklamak daha da güç hale gelir.

Cinsiyete dayalı işbölümü kapitalizm öncesine dayanır, ancak kapitalizm evi işyerinden ayırmıştır. Ayrıca emeğin uzmanlaşması ve hiyerarşi de bir yandan hızla artmıştır. Kadınlar her iki alanda da çalışmak zorunda kalmışlardır. Ev kadınlarının eşit ücretle ilgili beklentilerinin bir maliyeti olmuştur. Bu tür harcamalar artı değeri azaltır ve bu yolla kapitalizmi istikrarsızlaştırır. Ücret farklılaştırması kadınların ezilmesine katkıda bulunan en önemli öğelerden biri olarak kabul edilir. Çünkü ücret farklılığı aile ücretinden türer. Bunun sonucu, kadınların erkeklere olan ekonomik bağımlılığının sürmesidir.

Sosyalist feminist yaklaşımın analizine dâhil ettiği bir diğer nokta ise sözkonusu edilen kadının hangi sınıfa bağlı olduğu sorunudur. Radikal feministler kadınların kendinde bir sınıf, daha doğrusu bir kast oluşturduklarını söylerken; sosyalist feministler kadınlar arasında sınıf farklılıklarının varolduğunu vurgulamayı sürdürür.

Sosyalist feminist çözümlemesindeki son alan ise aile ve orada annenin rolüdür. Eril davranışlar ve kapitalist değerler arasında bir uyum vardır. İdeolojik toplumsallaşma ise evde kadınlar tarafından yapılır. Kadının evde çalışması ve annelik rolü, parasal değişim alanının dışındadır. Bu nedenle parayla ölçülemediği için sevgi, değerli kabul edilse bile neredeyse değersizleştirilmiştir ve güçsüz bir alan olarak görüldüğü için de değerini kaybetmeye devam etmiştir.

(24)

13

Getirilen tüm eleştirilere rağmen, Marksist literatürün feminist teoriye katkıları göz ardı edilemez. Kaldı ki bu ilişki, bir yandan da Marksist düşüncenin gelişmesinde de etkili olmuştur. Ancak bu nokta çalışmamızın alanı dışında kalmaktadır.

1.4. Feminizm ve Freudculuk

Freud bir feminist değildi ama liberaller için neredeyse dokunulmaz kutsallıktaki aile içi ilişkileri radikal bir çözümlemeye tabi tutan ilk düşünürdü. Onun kadın ile erkeğin aile içinde rollerini belirlemeye yönelik deneysel çalışması ve daha da önemlisi çocuğun toplumsal olarak belirlenmiş yetişkinlik rolüne doğru gelişim sürecini betimlemesi, çağdaş feminist teorinin önemli bir alanı için temel oluşturur.

Freud 1905 yılındaki bir çalışmasında sadizmi eril ve mazoşizmi dişil davranışla birleştirir. Erillik etken, dişilik edilgenlik anlamında kullanılmıştır. Daha sonra Freud tek bir insanda saf halde erillik ya da dişilliğin olmadığını belirtir. Bir anlamda, tüm insanlarda biseksüel bir eğilim olduğunu söyler.

Freud ardından, çocuğun psiko-seksüel gelişim evreleri hakkındaki ünlü teorisini geliştirir. Temel düşüncesine göre; ergenliğe kadar oğlanlar ve kızlar birbirlerine birçok yönden benzerlik gösterir. Fakat ergenlik çağında dişi ve eril özellikler arasında keskin bir farklılaşma ortaya çıkar. Kız çocuğu zahmetli bir büyüme sürecinden geçer. İlk evrede psiko-seksüel olarak erkek çocuğa benzer. Kızlar için ergenlik, erojen uyarılmanın klitoristen vajinaya geçişi üzerinedir. Erkeğe büyük bir libido ilerlemesi sağlayan ergenlik, kızda özellikle klitoris cinselliğine ilişkin yeni bir bastırma dalgası ile farklılaşır.

1920'lerden itibaren Freud, kız çocuklarının gelişiminde merkezi öğe olarak gördüğü “penis kıskançlığı” nosyonunu geliştirir. Kız çocuk kendisinde eksik bir organ

(25)

14

olduğunu düşünür ve bu olguyu kötü muamele olarak görür ve aşağılandığını hisseder. Daha sonra babasına bir çocuk doğurmayı arzulayarak penis yoksunluğunu telafi çabasına girme aşamasına girer. Bir yandan erkek çocuk için iğdiş edilme korkusu o denli büyüktür ki, bu onun annesine duyduğu ilk arzularını reddetmesine yol açan süper ego gelişmesini sağlayarak onun oedipus karmaşasını çözer. Ancak kız çocuk zaten penisten yoksundur. Bu onu penis istemeye yöneltir. Bu noktada anne, kıskançlığın nesnesi haline gelir.

Freud'un kadınlara ilişkin 1931 yılında yayımlanan “Kadın Cinselliği” başlıklı yazısında, kuramının bu bağlamdaki en yetkin anlatımını görürüz. Feminist teori açısından da bu makale önem taşımaktadır. Freud'a göre kadınlar sadece vajina lehine klitorisi reddetmekle kalmamalıdır; aynı zamanda yetişkinliğe geçişte orijinal anne-nesne ile babanın yerini değiştirmelidir. Freud, kız çocuğun ilk iddialı etkin evresini anneye duyulan güçlü bağla özdeş kılar. Bu evre anaerkil alana benzetilmesi feminist açıdan önemlidir. Kız çocuk bu alanı bırakmaya zorlanır. Gerçek kadınlığın özü kabul edilen edilgenliği kabul etmektedir.

Feminist teori literatürü içerisinde Freud'un teorilerinin güçlü bir biçimde eleştirdiğini belirtmek gerekir. Yöneltilen eleştirilerden biri; Freud'un anatomi kaderdir biçimindeki düşüncesinin açıkça biyolojik determinizm içeriyor olmasıdır. Bunun yanı sıra cinsel ilişkide erkek saldırganlığının biyolojik yönden zorunlu olduğu kuramı da eleştirilmiştir:

Freudcu kuramın merkezî kavramlarından biri olan kadının boyun eğmesi, eğer böyle olmazsa erkeklik karmaşası oluşabileceği konusunun kadının gözünü korkutmak için kullanıldığı söylenir. Bu eleştirileri getiren yazarlardan biri olan Firestone psişik bozuklukların sosyal oluşumunu ciddiye almamasını, Freud'un bir hatası olarak görür.5

5

(26)

15

Firestone’a göre toplumsal baskının değişmez olduğu kabul edilemez. Kadın psikolojisi hakkındaki Freudcu düşünceler açıkça erkek yanlısıdır. Erkek yanlılığının ifadelerinden biri de penis kıskançlığı ve libidonun eril olduğu görüşüdür. Çağdaş feministler tarafından itiraz edilen başka bir Freudcu ön kabul ise klitoral-vajinal değişimdir. Bu tepki Freudcu kuramın vajinal orgazmın normal ve tam anlamıyla kadınca olup, klitoral orgazmın böyle olmadığı yönündeki savı nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu önkabulün yansımalarından biri günümüzde Ortadoğu ve Afrika'da uygulanan klitoris sünnetine kadar uzanmaktadır. Vajinanın öneminin vurgulanması kadınları bir kez daha erkeklere cinsel yönden bağımlı hale getirir.

Freudcu görüşe getirilen birçok haklı eleştiri olmakla birlikte, Freudcu aile analizinin hem toplumsal düşünce hem de feminist düşünce tarihi içerisinde çığır açıcı bir öneme sahip olduğu göz ardı edilemez.

1.5. Feminizm ve Varoluşçuluk

Çağdaş feminist teorinin en önemli çalışmalarından ikisi olan Beauvoir'un The

Second Sex [İkinci Cins, 1949] ve Daly'nin Beyond God the Father'ı [Tanrı Babanın

Ötesi, 1973] yirminci yüzyıl felsefe akımlarından biri olan Varoluşçuluk’tan türemiştir. Varoluşçuluk en popüler ifadesini Fransız düşünür Sartre'ın çalışmalarında bulur. Burada bir yanda aşkın ve gözlemci ego, diğer yanda sabit ben ya da gözlemlenen ego yer almaktadır. Sartre bu benlikleri pour-soi (kendi için olan) ve en-soi (kendi içinde olan) şeklinde kavramsallaştırmıştır.

Varoluşçuluk felsefi akımı “ben”i bilinç ile oluşturmaktan bahseder. Bunu anlatabilmek için öncelikle varlığın ikiye ayrıldığından bahsetmeliyiz. Egzistansiyalizm’de yani Varoluşçuluk felsefesinde varlık “kendinde varlık” ve

(27)

16

“kendisi için varlık” olmak üzere ikiye ayrılır. Kendinde varlık sadece var olduğu gözlemlenendir. Ancak kendisi için varlık bilinç ile sentezlenerek ortaya çıkar. Kendisi için varlık da insanın kendi özüdür.

İnsan öncelikle toplum içinde yaşayan bir varlıktır ancak toplum içerisinde iken benliğini yani özünü oluşturamaz. İnsan, özünü oluşturmak için öncelikle toplumdan farklı seçimler yapar. Seçimlerini yapması sonucu da toplumdan dışta kalarak yalnızlaşır. Bu yalnızlık insanın kendi özünü oluşturmasının adeta bir bedelidir. Bu bedelin yanı sıra insan fiillerinden sorumludur. Zira Albert Camus, insanın seçimlerini tamamen özgür bir irade ile yaptığını ve bu özgürlük sonucu fiillerinden de tam anlamıyla sorumlu olduğunu söyler. Bu dışlanmışlık sonucu ise; bilincini kullanarak kendisi için varlık denilen varlık türünü yani özünü oluşturur.

İşte tam da bu noktada, özün oluşma aşamasında toplumdan uzaklaşma “yabancılaşma” olarak tanımlanır. Ancak, bu bir yabancılaşma olsa dahi “ötekileştirme” tanımı üstünde düşünülmelidir. Zira bir varlık diğer bir varlığa göre hâlihazırda bir “öteki”dir. “Öteki” olanın daha da edilgen kılınıp “ötekileştirilmesi” mevzuu çok da mümkün görünmemektedir. Ancak yabancılaşma benliğin oluşumunun bedelidir ve doğaldır.

Sartre kuramının önemli bir feminist eleştirisinde Collins ve Pierce, pour-soi'nın eril, en-soi'nın ise önemli miktarda dişil tavırları temsil ettiğine işaret eder. Sartre bilinçli olarak geliştirmediği bu noktayı Beauvoir açıklamaktadır.

Beauvoir kadının kültürel ve politik statüsünü açıklamak için varoluşçu vizyonu kullanmıştır. Ataerkil bir kültürde, erkek ve eril olan olumlu ya da norm olarak kurulurken, kadın ya da dişilik olumsuz, esas olmayan, normal dışı yani kısaca öteki olarak kurulur.

(28)

17

Erkek kadına göre değil, kadın erkeğe göre tanımlanır ve ayrım bu şekilde kurulur. Erkek, özne ve mutlak konumdadır; kadınsa ötekidir. Erkek, kadını nesne olarak sabitleştirmek ve onu ebedi bir içsellik durumuna mahkum etme rolünü üstlenir; zira kadının aşkınlığı her zaman vazgeçilmez ve egemen olan erkek tarafından gölgelenecek ve bastırılacaktır.

Beauvoir kadının öteki olarak kimliğini ve temel yabancılaşmasını, kısmen kendi bedeninden kaynaklanan tarih öncesi işbölümü fonksiyonundan çıkardığı üstüne tahminler yürütür. Hamilelik, doğum ve âdet görme, kadını kendi vücuduna ve içkinliğine bağlayan ve akıp onu boşaltan fiziksel olaylardır. Kadın bedeni kısıtlayıcıdır. Kadına verilen görevler, tekrara dayalı işlerdir, erkek ise tasarıları aracılığı ile doğaya ve kadına egemen olur. Beauvoir kadınların bu durumlarını günümüze kadar sürdürdüklerini iddia eder.

Ötekiliğin içselleştirilmesi kişinin kendini toplumdaki egemen grubun gözleriyle tanımlamaya hazır olmasıdır. Örneğin siyahlar açısından, siyahların öteki olarak algılandığı beyaz ırkçı tanımlamayı kabul etmek; kadınlar açısından da kadınların öteki olduğu cinsiyetçi erkek görüşünü kabul etmek gibidir: nesne olmayı kabul etmektir:

1970'lerde Tax, hayatta kalabilmek için kadınların, erkek bakışından haberdar olmaları ve korunma nedeniyle kendi çevrelerinden aşırı haberdar olmaları gerektiğini söyler. Günlük laf atmaların kadınların sömürgeleştirilmiş statülerini resmettiğini de ekler. Bu görüşlerini Tax şu şekilde ifade eder:

Laf atanların yaptığı, kadın üstünde iz bırakmaktır. Onun düşüncelerinin kendilerine yöneltilmesini talep edeceklerdir. Onun bedenini gözleriyle kullanacaklardır. Onun pazar fiyatını değerlendireceklerdir. Onun zayıf tarafları üstünde yorum yapacaklar ya da bunları diğer geçenlerinkiyle karşılaştıracaklardır. Onu, rızasını almaksızın fantezilerine katacaklardır. Ona, kendini rezil, çirkin derecede seksi ya da korkunç çirkin hissettireceklerdir. Hepsinin ötesinde, ona kendini şey gibi hissettireceklerdir.6

6

(29)

18

Kadınlar kendi kimliklerini bir nesne olarak görmeye hazır olduklarında, kendi fiziksel benliklerine ve sonuç olarak da o bedenlerini erkeklerin güzellik anlayışına uydurmaya saplanmış olurlar:

Densmore, dişil güzellik mitinin kadınların kültürel tanımı için zorunlu olduğunu yazar. Çirkin bir kadın gerçekten dişi, gerçekten kadınsı olarak görülmez. O güzel bir yüze oturtulacak dişilik yaptırımıdır. Kozmetikler yardımıyla yaratılmıştır. Bir buluşma öncesindeki makyaj yapma ayinini tanımlayarak; arzulanan amaç kişinin kendisinden güzel bir nesne yaratması olduğunu söyler. Kozmetik yüz yalnızca bir nesnedir. Bakılmak içindir, bilmek için değil.7

Bu görüş yorumlandığında görülüyor ki; kadınlar ya kendilerini maskelerden uzak, yalnız bir yaşamı tercih eder ya da oyun oynamanın hazzına kendini kaptırır. Böylece, narsisizmin şizofren dünyasına adım atar.

Yukarıda bahsedilen görüşe Donovan da katılmaktadır. Donovan’ın ifadesiyle söylemek gerekirse;

Beauvoir’ın değindiği şekilde, bütün baskı altına alınanlar gibi, kadın da bilerek gerçek duygularını saklar. Bir efendinin kaprislerine bağımlı olmaları nedeniyle efendisine değişmeyen bir gülümsemeyle ya da muammalı bir duygusuzlukla bakmayı öğrenmiştir; gerçek duyguları, olağan davranışları özenle gizlenmiştir. Kadınlar böylece erkeklere yalan söylemeyi, dolap çevirmeyi, kurnaz olmayı, sahte bir ifade takınmayı, tedbirli ve ikiyüzlü olmayı, rol yapmayı öğrenirler.8

Varoluşçu felsefenin “ben” analizi, feminist düşünceye özellikle öznellik tartışmaları açısından önemli katkıda bulunmuştur.

1.6. Radikal Feminizm

Radikal feminist kuram, 1960'ların sonlarında ve 1970'lerin başlarında, bir grup eski aktivist kadın tarafından New York ve Boston'da geliştirilmiştir. Bu kadınlar

7

A.g.e.: s.260.

8

(30)

19

1960'larda aynı zamanda medeni haklar ve savaş karşıtı kampanyalar için politik eylemlere de katılan aktivistler olmuşlardır. Bu aktivistler, “Kendi bilinçlerine yeni soldaki erkek radikallerin aşağılayıcı davranışlarına gösterdikleri tepkiyle eriştiler.”9 Bunun sebebi, kadınların o zamana kadar birer nesne olarak görülmeleridir. Kadınlar bu feminist hareketleriyle kendilerinin de erkekler kadar değerli ve önemli olduklarına inandılar ve toplumdan da bu değeri ısrarla talep ettiler.

Diğer tezleri arasında şu noktaları savunmuşlardır; i) kişisel olanın politik olduğu,

ii) ataerkillik ya da erkek egemenliğinin kadınların baskı altına alınmasının kökeninde yer aldığı,

iii) kadınların kendilerini bastırılmış bir sınıf ya da kast olarak görmeleri ve enerjilerini diğer kadınlarla birlikte kendilerine baskı uygulayanlara yani büyük ölçüde erkeklere karşı mücadele eden bir harekete yöneltmeleri gerektiği,

iv) erkeklerin ve kadınların temelde farklı olduğu.

Örneğin Densmore, kadınların bireysel ve cinsel özgürlüğünün eşanlamlı olmadığını ortaya koymuştur. Kadınların cinsel özgürlüğü, özgürlüğün tamamı ve sonu olarak görmemeleri gerektiğini söyler.

1967 ve 1968'de oluşturulan New York radikal feminist grupları, radikal feminist kuramın ana gövdesini geliştirdiler. Ortaya çıkan başlıca tez, politik olarak baskıcı olan erkek-dişil roller sisteminin bütün baskıların ilk ve özgün modeli olduğudur. Feministler aynı zamanda evliliğin ve ailenin, yani heteroseksüel seks

9

(31)

20

kurumunun ortadan kaldırılmasını ve üreme için rahim dışı yolların geliştirilmesini savunuyorlardı.

Radikal feminist tez, kadınların baskı altına alınmasının temel olarak ekonomik değil, psikolojik etmenlerden kaynaklandığını öne süren ilk bildiridir. Eğer bir grup diğerini yönetiyorsa, ikisinin arasındaki ilişki politiktir. Politikanın, cinsel yakınlığın kişisel alanında hüküm sürdüğünü vurgulamak için cinsel politika terimini kullanırlar.

Millet, aileyi ideolojik telkinin ana kaynağı olarak görür. Aile ise gençleri ataerkil ideoloji çerçevesinde toplumsallaştırır. Böylece ataerkilliğin yeniden üretimi sağlanmış olur. Öte yandan ataerkil şiddetin önemli tezahürlerinden biri olan tecavüzün kadınları terörize etmek için politik bir araç olarak kullanılması, diğer radikal feministler tarafından daha da geliştirilen bir tezdir.

Tecavüz keyfi bir şiddet hareketi değildir, politik bir baskı altına alma eylemidir. Güçlü bir sınıfın üyeleri tarafından, güçsüz bir sınıfın üyelerine karşı uygulanır. Donovan’ın yorumlamasıyla Brownmiller, tecavüzü eril bir ideoloji olarak adlandırır. Yine Brownmiller’ın genel görüşüne göre; tecavüz eden erkekler aslında eril öncü şok birlikleridir ve bu birlikler dünyada şimdiye dek görülen en uzun süreli savaşın terörist gerilla birlikleridir. Aynı zamanda Brownmiller tecavüz ve fahişeliğin kadını aşağı gören bu erkek ideolojisine katkıda bulunduğundan bahseder.10

Atkinson'ın en radikal ve ilginç tartışmaları erkeklerin ve kadınların sakatlanmış, tamamlanmamış kimliklerinde köklenen patoloji olarak aşk düşüncesi etrafında döner. “Aşk olgusu” der “kadınlara eziyet etmenin psikolojik eksenidir. Kadınlar aşkı, ümitsizce baskı altında tutulmayla baş etmenin psikolojik bir aracı olarak geliştirirler.

10

(32)

21

Aşk kadınların insan mertebesine çıkmak için yaptığı biçare çabadır.” Atkinson bu çabayı şu soruyla sabitler: “Eğer özgür olsaydık, aşka ihtiyacımız olur muydu?”11

Firestone'a göre ise aşk daha farklıdır ve erkeğin cinsel olan temel ilgisini maskelemeye yarayan bir örtüdür. Aşk macerası ideolojisi, kadınları afyonlayan bir uyuşturucudur. Bu kadınların erkekler ve seks/aşk için yaşamaları düşüncesini teşvik eder. Politik kurtuluşu seksle eşitler. Firestone’un bu görüşü Donovan’ın eserinde de yerini bulmuştur.12

Radikal feminist düşüncenin yalnızca literatür değil, bir yandan da bir aktivizm tarihini içerdiğinin altını çizmek gerekir. Feminist düşüncenin toplumsal ve siyasal boyutta tanınmak zorunda olması, büyük ölçüde bu sayede gerçekleşebilmiştir.

1.7. Yeni Bir Feminist Ahlak

Çağdaş feminizm, feminist siyasal etiğin, kadınların geleneksel kültürü, pratiği ve deneyimlerinin bir araya gelmesiyle oluşabileceğini belirtir. Bugünkü siyasal kültürel feministler, daha önceki kadın hareketinden farklılaşırlar. Kadınların öznel ezilme deneyimleri ile emperyalizmin çevreyi teknolojik tahribi gibi nesnel gerçeklikler arasında benzerlik vardır.

Her şeyden önce kadınlar evrensel anlamda siyasal olarak ezilmektedirler. Kadınlar, siyasal iktidarda ya hiç yer almıyorlar ya da son derece zayıf şekilde yer alabiliyorlar. Böylece yaşamlarını biçimlendiren gerçeklerin denetiminde söz sahibi olamıyorlar.

Neredeyse her yerde ve her dönemde kadınlar ev içi alana ait kabul ediliyorlar. Tarih boyunca kadınlar özel alan ve ev içi işlerle görevlendirilmişlerdir. Kadınların

11

Donovan, Feminist Teori,1992, İletişim Yay, s.288.

12

(33)

22

tarihsel ekonomik işlevleri değişim için değil, kullanım için üretmektedir. Kadınlar erkeklerden farklı fiziksel deneyimler yaşarlar, bu koşullar altında yaşanan toplumsal deneyimler ise kadınların çevrelerine karşı aşırı duyarlı olduğunu gösterir. Zaten öyle olmak zorundadır, çünkü şehir sokaklarında sürekli tetikte değilseniz, gerçekten tehlikedesiniz demektir.

Kadınların bireysel ve toplumsal özgürleşmelerinin yanı sıra cinsel özgürleşmeleri bağlamında da hamilelik riskine girmeden erkeklerle cinsel ilişkiye geçememeleri gerçeği nedeniyle doğum kontrolü yöntemleri geliştirilmiştir. Ruether’a göre, kadın olana karşı mücadelenin yüzyıllar boyunca süren tarihsel bir süreç olmuştur. Bu mücadele Batı kimliğinin özünde yer alır. Tarihsel olarak erkek olan bilimadamı, erkek kimliğini kurabilmek için dişi olanı reddetmek zorunda kalmıştır.

Donovan, Feminist Teori adlı eserinde de ; Robin Morgan’ın, The Anatomy of

Freedom’da yeni feminist ahlaki bakış açısıyla yeni fizik perspektifinin benzerlik

taşıdığını öne sürdüğü düşüncesine yer vermiştir.13 Morgan’a göre, kadınlar zaten çoktandır, fizik kuramlarının gelişimi sonucunda vardığı dünya bakış açısına ulaşmıştır; çünkü feminizm hayatın sürdürülebilmesi için bir temel taş teşkil eder. Morgan; “Yaşama devam edebilmemiz ve dönüşümümüz için anahtardır.” diyerek feminizmi niteler. 14 Newtoncu fiziğin aksine Kuantum teorisi, kesin belirlemeciliği çökertir. Yeni kozmik vizyonun pek çok yönüyle kadınsı dünya görüşü uyumludur. Son olarak, Virginia Woolf’un Three Guineas’inde feminizmin ataerkil faşizmle mücadelede temel teşkil ettiğini görürüz. Faşizm kadının aşağılanması üzerine dayanan bir cinsiyetçiliktir.

Buna göre; kadınlar ve erkekler arasında hem psikolojik, hem kültürel , hem de değer sistemleri bakımından temel farklılıklar vardır. Herşeyden önce, kadınlar hiç bir

13

Josephine, DONOVAN, Feminist Teori,1992,İletişim Yay,s.344

14

(34)

23

zaman savaşmamışlardır. “Tarihin seyri boyunca bir insanın bir kadın tugayına düştüğü görülmemiştir; kuşların ve yırtıcı hayvanların çoğunu siz öldürdünüz, biz değil”.15 Bu durum, kadınların dışarıdan bakan gözler olarak dünyayı farklı görmeleri sonucunu ortaya çıkarmıştır.

Woolf’a göre, feminizm her zaman tiranlığa karşı mücadeledir ve feministler hep bu mücadelenin neferleri olmuşlar. Eğer kadın değerlerinin öğretildiği bir okul kurulursa, savaştan kaçınmak mümkün olabilecektir. Bunun yanı sıra, eğer kadınlar iktidar konumlarına gelebilirlerse, anti-militarist ve hayatı koruyucu bir kadın etiği gelişebilir. Yeni bir feminist ahlak bu sorgulamalar üzerine kurulmuştur.

1.8. Seksenler ve Sonrası

1980'ler itibariyle ABD başta olmak üzere Avrupa ve çevresindeki ekonomik ve toplumsal gelişmeler feminist teoriyi de derinden etkiledi. Bu dönemin feminist teorisinde öne çıkan ana tema, monolitik bir söylemin tiranlığına direniş olarak özetlenebilir. Bu dönemde kadınlar arasındaki ırk, sınıf, etnik, cinsel kimlik farklarına daha fazla yoğunlaşıldı.

Ancak bu konularda farklı feminist teoriler arasında çatışmalar görünür. Liberalizm çağdaş feminist teorideki ana damar olmaya devam ediyorken, feminizm içindeki öteki tartışmalar da geleneksel liberal konumdan sapıp kadınların deneyim ve pratikleri üzerine daha düşünsel bir konuma geçiş çevresinde odaklandı. Beyaz olmayan, lezbiyen, yaşlı ya da özürlü kadınların ezilmelerinin dile getirilmesi de bu farklılıkları görmezden gelen liberal kurama karşı bir protesto oluşturdu.

15

(35)

24

Pateman’ın konuyla ilgili görüşü de Donovan’ın üslubuyla, “ataerkil düzende yasaların, erkeklerin kadınlar karşısında bazı cinsel hakları olduğu yolundaki temel patriarkal ilkeyi yansıttığını, bunun da cinsel sözleşme olduğunu ileri sürer. Böylece, evlilik sözleşmeleri ve Couverte yasası kocaların karıları üzerindeki denetimlerini ve karıların itaatini garanti altına alır. Bugün bile bu nedenle evlilik içi tecavüzün kabul edilmediği yerler vardır.” şeklindedir.16

Görüldüğü gibi, kamusal alan-özel alan ayrımı hâlâ tartışmaların merkezinde durmaktadır. Kamusal alan-özel alan ayrımı, akıl-beden, duygular, arzular olarak bir zıtlığa tekabül eder. Böylece kamusal söylem, dişilliğin ve kadınların dışlanmasını gerektirir. Eğitim kurumlarından hastanelere, hapishanelere ve askeriyeye kadar bürokrasi ilgilileri sistematik hale getirilmiş mevkilere zorlayan disiplin varsayımlarına dayanır.

Kadınlar ve diğer marjinalleştirilmiş gruplar, bürokratik yapıya daha az gömülmüşlerdir. Bilime yönelik feminist eleştirilerde de son yıllarda bu yönde çeşitlenme görülmektedir; kadın sayısının bu alanda az olması ve bilimin silah sanayisi ile işbirliği üzerine. Bilimde olduğu gibi hukukta da kadınların konumunun müstakil tekilliklerini göz ardı etmektedir. Bu alanlardaki norm standartları erkeklerin hayatını yansıtmaktadır.

Kadınların farklılığı ile ilgili kuramlar geçmişte genellikle Freudcu teoriye dayalıydı. Geçen yıllarda ise feministler Marksist teori içinde bir damar geliştirdiler. Kadınların geleneksel işgücüne ya da praksisine baktılar. Feminizmin kitlesel bir siyasal hareket olarak başarılı olabilmesi için çok sayıda kendi durumlarının eleştirel ve yıkıcı

16

(36)

25

olduğunu görmeleri çok önemliydi. Feminizm kadın olma koşullarına ilişkin siyasal bir yorumlama olarak adeta yeniden kuruldu.

Örneğin eko-feminizm terimi, Fransız feminist Françoise d'Eaubonne tarafından 1974 yılında icat edilmiştir. Bu terim çevrebilim ve feminizmin bir araya gelmesine işaret eder. Bu feministler, eko-feminizm içinde hayvan hakları konusunun da farkındalardı. Kadınlarla hayvanlar arasında olumsuz özdeşleştirme, en azından Batı uygarlığı içerisinde her ikisinin de ahlaki varlıklar olarak ciddiye alınmayacağını söyleyen Aristo'ya kadar uzanır.

Bu anlamda kadınlar ve doğa arasındaki özdeşliğin öncüsü eko-feministlerdir. Daha önceki feministler bu özdeşleşmeyi reddederken, eko-feministler doğa ile kadın bağlantısını koparmamamız gerektiğini söyler. Onlara göre bu yaklaşım, kültür ve politika yaratmada bir üstünlük noktası olarak görülebilir. Eko-feministlere göre; doğanın denetim altına alınmasıyla, kadının denetim altına alınması bir bütünlük oluşturur. Eko-feministler genel olarak temel ilkelerde anlaşmış olsalar da hareket içinde kimi kuramsal ayrımlar da vardır.

Ancak gerek eko-feministler gerekse diğer feminist fraksiyonlar arasındaki irili ufaklı görüş ayrılıkları ve çatışmalar, hemen her politik-kimlik görüş alanlarında olduğu gibi devam etmektedir. Bu kısımda sadece feminist teori açısından bazı belli başlı görüşlere tarihsel sıralama ve gelişim içerisinde yer verilmiş oldu.

(37)

26

2. KISIM: SEVGİ SOYSAL’IN ANLATILARINDA KADIN TEMSİLLERİ

Sevgi Soysal’ın eserlerini Butler’ın “katlanabilme” (kırılganlık, yas tutma…) perspektifinden yaklaşan bir radikal feminist bilinç içerisinde okumak mümkün. Soysal’ın bir birey olarak ortaya koyduğu “kendisi” ile yarattığı bütün kadınları, bazen kendisine, bazen sokaklara, bazen de “adamlar”a uygulayarak kendisini çoğalttığı söylenebilir.

Sevgi Soysal, adeta kadınlığın yaslarını yazıyor. Ortak yaslar üzerinden kadın dayanışmasını örgütlemek amacıyla kalemi eline alıyor. Anlattığı kadınları tanrılaştırarak, sub specia aeterni [sonsuzluğun bakışından] anlatsa da, kadınlığı kamusal alanda maruz kaldığı zorluklardan ve toplumsal cinsiyet kalıplarının dayattığı aseksüel erdemden sıyırarak cesurca sergiliyor. Cinselliği, yeni hayatlara açılan kapıları, değişime karşı direnen kalıpları sızlatarak her daim bir değişim ve yol alma arzusunda olan Soysal, her kadında adeta kendi ukdelerini yeniden yazıyor.

Kimi zaman “biyolojik cinsiyet” kavramına sığınıp uydurulmuş bir “kadın doğası” teriminin içini doldurduğu için günümüzün feminist hareketi açısından taşlansa da, esasında döneminin kendi koşulları içerisinde bir devrim yarattığı düşünülebilir. Bu devrim yalnızca kadınlığa ilişkin ele aldığı konuların üzerindeki örtüyü kaldırıp bizi çırılçıplak bir gerçekle karşı karşıya bıraktığı için değil; yazınsal anlamda kullandığı bilinçakışı tekniğinden, durum öykülerinin iddialı yapısından da kaynaklanır.Sevgi Soysal anlatılarında kadın hem psikolojik yapısı hem de dünyaya bakışıyla farklıdır. Mümtaz İdil’in, Bir Sevgi’nin Öyküsü adlı kitabında Sevgi Soysal “Yabancılaşmayı, yabancılaştırmayı, insancadan kopmanın etkin ve edilgen biçimlerini, insancaya

(38)

27

özlemin ve mücadelenin çıkar ve çıkmaz yollarını, hesaplaşmaları kişinin geçmişinden soyutlamadan dile getirmiştir.”17 sözleri ile anlatılmıştır.

Sevgi Soysal’ın kadınlarını okurken, anlatılarındaki toplumsal cinsiyet kodlarına ve patriarkal aklın sosyal alanda kurduğu hegemonyasına yönelik eleştirilerin altını çizmek gerekir. Soysal, yalnızca toplumsal cinsiyet rollerini eleştirmekle kalmayıp, bu kodların karşısına bazı toplumsal roller koyarak kadınlara yönelik gerçekleştirdiği özgürleşme çağrısıyla derinlemesine bir analizi hak ediyor.

Böylece tezin bu kısmında, yazarın kitaplarından yola çıkarak yaşamı boyunca özel alanda, kamusal alanda, politik alanda yani evde, işte, meydanlarda, hapishanede soluksuzca yeni formlarda sunduğu bireysel direnişini irdelemeye çalışacağım.

17

(39)

28 2.1. TANTE ROSA

Sevgi Soysal’ın Tante Rosa18 adlı eseri, içinde kendine özgü bir tarihsel sıralamayı takip eden on dört bölümden oluşan bir romandır. Rosa isimli kadının başkaldırışları, son âna dek dinmeyen umudu, terk edişleri anlatılır. Sevgi Sosyal’ın cümleleriyle hikâye “büyük annesinden başlayıp kendisinde biten bir çizgi”dir. Kitap salt “bireysellik” algısıyla değil; bir “kadınlık deneyimi” üzerine kurulmuş bir bireysellik kavrayışıyla yazılmıştır. Eksiklikler, başarısızlıklar, sonu belli fakat umut taşıyan başlangıçları anlatan bir hikâye. Kitabın Türk edebiyatında güçlü bir yer tutmasının nedenlerinden biri de daimi tekrar edişler üzerine kurulu olmasıdır.

2.1.i. At Cambazı Ol(ama)mak

Rosa on bir yaşındayken Sizlerle Başbaşa adlı haftalık aile dergisinde “Kraliçe Victoria’nın süvari birliğini teftişi” haberini gördükten sonra bir at cambazı olmaya karar verir. Sert bir adam olan babası Rosa’nın ısrarlarına dayanamayıp onu bir sirke verir. Sirk müdürünü uyarır ve Rosa’ya en huysuz atı verirler. Rosa attan düşer fakat “kıçının dayanılmaz acısını” unutup tekrar gitmek ister. Bu istekten dolayı babası Rosa’yı döver ama sonrasında Rosa bunu unutmuş gibi yapar. Bir süre sonra babası ölür. Annesi bir evlilik daha yapar ve annesinin ikinci kocası Rosa’yı sirke geri gönderir. “At cambazı olması istenmeyen bir kız hemen ata bindirilir, ama at cambazı olsun diye baştan atılan bir kız asla ata bindirilmez.”19

Rosa sirk hayvanlarının gübrelerini torbalara doldurup satmaya başlar. Bir gün bir at cambazının gösterisini gizlice izler ve hayaller kurar. Kendini onun yerine koyar

18

Sevgi Soysal, Tante Rosa, İstanbul: Bilgi, 1978.

19

(40)

29

ve at cambazının karşısındaki teğmeni bir kahraman olarak düşler. O sırada yangın çıkar ve herkes kaçışır. Teğmen, ata binip huysuzlanan attan düşen cambazı ezerek kaçar.

At cambazı olma isteğinden onu vazgeçirmenin yolu; istediği şeyin kötü bir şey olduğunu göstermek, bunun için de istediği şeyin içine itilmesidir. Fakat Rosa yalnızca at cambazı olmaktan vazgeçer, prenses olmaktan değil. Hayaller kurmaktan hayatı boyunca vazgeçmeyecek olan Rosa, hikâyenin bu kısmında ilk “hayal kırıklığını” yaşamış gibi görünüyor. Babasının sert mizacı, tavrı; sonraki babasının onu bir tür “kayıtsızlıkla” sirke göndermiş olması, Rosa’nın terk edişlerinin ilk sebebi olarak okunabilir.

2.1.ii. Tante Rosa Rahibeler Okulunda

Rosa okulda koyulan yasakları çiğnemekte ısrarcıdır. Çünkü prenseslerin yasakları çiğneseler de başlarına bir şey gelmeyeceğini düşünür. Bir gün çok susayınca musluğa koşup kana kana su içer ve rahibelerden biri; “Sen arzularına gem vurmayan bir günahkârsın,” der “içini öldürmeyi bilmiyorsun”. Rosa “Ben içimi öldüremem,” der, “çünkü içim prensestir.” Rahibe, Rosa’ya çok kızar ve onu mahzene kapatır.

Okulda rahibeler ona vücudun kötü bir şey olduğunu söyler. Çıplaklık yasaktır. Yıkanırken soyunmazlar. Rosa bir gün koşarken düşer ve dizi yaralanır. Rahibeler yarasını sarmak için de olsa çorabını çıkarmazlar. Yara iltihaplanır ve rahibeler ona tanrının onu cezalandırdığını, vücudunu unutmayı bilmediği için yarasını iyileştirmediğini söyler. Rosa, mavi gözlü yakışıklı İsa’nın böylesine kindar bir tanrının oğlu olamayacağını düşünür ve tanrıyı sorgulamaya başlar. Bir gün mutfakta pişen ince uzun çörekleri görüp “Ah ne güzel oğlan çükleri!” der ve okuldan kovulur, Rosa evine

(41)

30

döner. Bir yandan sürmekte olan savaş evinin içine kadar girmiştir. Babaları ve ağabeyleri savaşa gider.

Birer ataerkil yapı olarak kilisenin, rahibelerin, Tanrı’nın Rosa’nın üzerinde kurmaya çabaladığı baskılar sonuçsuz kalmaktadır. Rosa bedenini, kendini tanımak konusunda ısrarcı davranır; Tanrıyı, kiliseyi, yasakları reddeder. Bir tür direniş sergilemektedir, içini asla öldüremeyeceğini göstermeye çalışmaktadır. Sıradan kadınlık kurallarına hayatı boyunca boyun eğmeyeceğini düşünür. İçindeki prensesin ölmesine asla izin vermeyecektir. Fakat savaşın getirdiği yıkım, Rosa’nın ruhuna da yansır.

2.1.iii. Tante Rosa’nın Hayvanları

Savaşın bittiği gün Rosa bir kaplumbağa bulur. Fakat savaş sebebiyle evleri yıkılır. Bu nedenle Rosa da evini sırtında taşıyan hayvan olan kaplumbağayı sevmez. Evin kişiden ayrılabilir bir şey olduğunu, olması gerektiğini düşünür. Yalnızca kedileri ve özgür orman hayvanlarını sever. Sonra bir sabah uyanır ve “kendi hayvanını” sever. Bu, “cinsiyet hayvanı”dır. Hans isimli bir adamla tanışır, onunla cinsel ilişkiye girer ve hamile kalır. Romanlardaki kızlar gibi “namusu kirlenmiş” bir aile kızı olmak ve “zavallı bir piç kurusu” doğurmamak için Hans’la evlenir. Köpek sever, kanarya sever, kaplumbağaları sever... Rosa’nın sevdiği o yırtıcı hayvanların yerini artık evcil hayvanlar alır.

Kocasıyla cinsel istek duymadan ilişkide bulunmaya başlar ve şimdiye dek anlamlı ve değerli kıldığı her şeyi bir kez daha gözden geçirir. Onların ne olduğunu anlar. Evlerinin yıkılmış olduğunu hatırlar, kaplumbağayı tekrar sevmez. Hayatın romanlardaki gibi olmadığını düşünür.

(42)

31

Rosa üç çocuk doğurur. Bir Pazar günü kocası kiliseye gider. Rosa çocuğunu emzirirken bir kartopu camı kırar. Camda oluşan boşluğu, Rosa sol memesiyle doldurur. Rosa’nın kocası kilise dönüşünde karısının kızartacağı kazı düşünür. O sırada Rosa odasına girer ve kapıyı kilitler. Evi terk etmeye karar vermiştir. Geride üç çocuğunu, kocasını, hizmetçisini bırakır. Sizlerle Başbaşa dergisi bir kadının kocasını ve üç çocuğunu terk ettiğini, köyün kilisesinin kadını aforoz ettiğini yazar. Papaz hep Rosa’yı anlatır ve kocasını bir kahraman gibi gösterirler.

Tante Rosa gittiği büyük kentte bir gazete bayisi olur ve bu kez üst katta keman çalan bir adamla evlenir. Hayatında önemli yer tutan Sizlerle Başbaşa dergisini bayisinde satarak iyi para kazanır, ekonomik özgürlüğünü eline almanın tadını yaşar. Bu noktada Sevgi Soysal, Rosa için beklenen geleceği sorgular:

Şimdi beklenen bir intihardır, bir uçurumdur, bir düşüştür. Şimdi beklenen, bir kocakarının, günah dolu bir hayatın sonunda sefilce can vermesidir. Yoksa şimdi beklenen günah çıkaramadan geberen bir günahkârın şen hayatı mıdır? Şimdi beklenen bir başarı, bir mutluluk mudur? Hiçbir şey midir yoksa hiçbir şey midir?20

Rosa’nın camı memesiyle dolduruyor olmasının altında kuvvetli bir anlamlılık yatar. Kırılan cam Rosa’nın gidecek olmasına bir işaret sayılabilir. Dışarıyla kurulan temas, Rosa’nın kalbini örten, o kadına özgü olan yağ tabakası aracılığıyla sağlanıyor. Yatak odasının kapısını kilitlemesinin sebebi ise kocasının her kilise dönüşü Rosa’yla birlikte yatak odasına girme alışkanlığıdır.

Soysal burada kadının, cinsel ve bedensel gücünü, iradesini elinde bulundurabileceğine işaret ediyor. Kadının vazgeçilmezi olarak sunulan ev, mutfak, yatak odası, çocuk emzirme, erkeğe cinsel kölelik gibi tabuları yıkan Rosa özgürlüğüne

20

(43)

32

kavuşuyor ve gidiyor, aforoz ediliyor. Ardında bıraktığı her şeyi etik değerlerinden arındırarak. Çünkü ataerkil yapı içerisinde “kendiliğin” tek yolu olarak bu kalmıştır.

2.1.v. Tante Rosa Mezarlıkta Üretici Oluyor

Rosa’nın keman çalan kocası bir Pazar sabahı ölür. Savaş sona ermiştir, savaş bittiği için gazete satışları düşmüştür. Rosa gazetelerin ilan sayfalarına dikkat etmeye başlar ve evini paylaşacak bir yardımcı erkek aramaya koyulur. Böyle bir elemana ihtiyacı yoktur oysa; ölen kocası işlere karışmayan bir adamdır. Tante kocasını çalıştırmanın anlamlı olmadığını düşünür ve soranlara, kocasının, kendisini işten döndüğünde ona hayatı sevdirecek insan olduğunu dile getirir. Kocası Hint felsefesine merak saldığından, Tante naaşının yakılmasının daha iyi olacağını düşünmüştür. Kaldı ki adamın vasiyeti de böyledir.

Küllerinin gömüldüğü mezarın sağında ve solunda biri eski ve bakımsız; diğeri tertemiz, çimler ve güllerle kaplı iki mezar vardır ve Tante’nin aklına bir fikir gelir. Mezar bakımı işine girmeye karar vermiştir. İş bir süreliğine Tante’ye çokça para kazandırır. Fakat daha sonra mezarlık memurları özel teşebbüsle para kazanan Tante sebebiyle ayaklanır. Tante ise kısa sürede işe son vermek zorunda kalır.

2.1.vi. Tante Rosa Soluk Kır Çiçeklerine Geri Dönüyor

Tante bir gün yine kendini bir adamla evlenmiş olarak bulur. “Allah Allah şimdi yine birlikte yaşamak zorunda olmak...”21 Tante çirkinlikleri tekrarlamanın anlamsız olduğunu ve en aptalca başlangıcın bile daha iyi olacağını düşünür. Adamı hayatından çıkarmaya karar verir, adam ses etmeden çıkıp gider. Tante, ilanlardan evlilik çıkabileceğini düşünür ve İngiltere’ye gitmeye karar verir. Fakat İngilizce bilmeyen

21

Referanslar

Benzer Belgeler

Tablo 3 ve Tablo 4’de ısıtma ve soğutma tesisatında kullanılan pompaların giriş ve çıkış basınçlarına bağlı basınç farkı ve elektrik enerjisi

Lütfen hizmeti aldıktan sonraki düşüncelerinizi uygulanma düzeyine göre (X) işaretleyiniz. Bu ankette doğru veya yanlış cevap yoktur. Ankette ulaşmak isteğimiz, sizin

İn sanın en gerçek yol göstericisinin bilim olduğunu ve Türk m illeti­ n in uygarlık ve ilerlem e yolunda göstereceği büyük başarılarda kafasında ve elinde tu ttu ğ u

Bu derlemede belirtilen tanı ve tedavi algoritmasında, yüksek başarı oranları, kolay uygulanabilmesi ve literatürde en yaygın kullanılanlar olması nedenleriyle kanalit

Uzamış paravertebral kas ekartasyonuna bağlı gelişen postoperatif bel ağrılarının tedavisinde soğuk kompresyon uygulaması basit, ucuz, güvenli ve etkili bir

Son 6 ay içinde cinsel ilişkisi olan erkek katılımcıların (n=802) alkol alma durumlarına göre erektil disfonksiyon durumu incelendiğinde, erektil disfonksiyon

saatteki, aktivite değerlerine karşılık gelen Genelleştirilmiş Uç-Değer dağılımına göre çevresel risk değerleri için harita.. saatteki, aktivite değerlerine

Destan kahramanları olağanüstü nitelikleriyle toplumların ideal tipleridirler. Bu nedenle destan kah- ramanları hem psikolojik hem de fiziki anlamda sıradan insanlardan daha