• Sonuç bulunamadı

Başlık: SÜMERLERYazar(lar):LANDSBERGER, BennoCilt: 2 Sayı: 5 Sayfa: 090-102 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000394 Yayın Tarihi: 1943 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: SÜMERLERYazar(lar):LANDSBERGER, BennoCilt: 2 Sayı: 5 Sayfa: 090-102 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000394 Yayın Tarihi: 1943 PDF"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dr. BENNO LANDSBERGER Sümeroloji Profesörü

Sümerlerin Ön Asyadaki hususî mevkileri:

Sümerler İsa'dan üçbin yıl önceki zamandan evvel Irak'ın güne­ yini yurt edinmiş ve bu mıntakanın, yani Irak'ın kuzey kısmına bile tam mânasile yerleşememiş küçük bir kavimdir. Göçlerinin tarihini nisbî kronolojiye, yani kazılarla ortaya çıkan tabakalardan hangisine rast­ ladığına göre bile, tesbit edemiyoruz; kaldı ki mutlak kronoloji ile, yani müspet yıllarla tespit edilebilsin.

Sümerler Irak topraklarını 1000 yıldan fazla bir zaman Sami Akad-larla paylaşmışlardır. Daha İsa'dan 2000 yıl öncelerinde bile, kendileri ve dilleri artık ölmüş bulunduğu halde, Sümer dili Babil mekteplerinde İsa'nın doğumuna kadar okutulmuş ve Babil mabetlerinde Sümer ilâhi­ leri terennüm edilmişti. Babil yazısının yayılması ile Sümer dili batıya kadar yayılmış bulunuyor, 1400 ile 1200 yılları arasına rastlayan dev­ rede Eti devletinin merkezindeki mekteplerde de Sümerce okutuluyor­ du. İkinci bin yıl ortalarında bir taraftan Babillilerin yurtları, diğer ta­ raftan Anadolu ve Mısır olmak üzere sınırlanmış bölgede de Sümerce okutuluyordu. Bu sebepten dolayı 4 üncü bin yıldan beri Ön Asyadaki yerleşmelerini takip edebildiğimiz müteaddit kavimler içinde, Sümerlerin ayrıca bir yeri vardır. Sümerlerin, gerek arkalarında bıraktıkları, ge­ rekse uzak illere kadar yaydıkları tesirlerde, Babil yazısına iyice hakim olabilmede, Sümerce bilmenin şart oluşunun büyük bir dokunağı oldu­ ğunu da anmamız lâzımdır. Fakat, bunu söylemekle de Sümerlerin asıl kültür tesirleri izah edilmiş olmaz. Hiç şüphe yoktur ki, Sümerler bu müstesna mevkilerini kendilerinin, o devirde diğer kavimlerin yüksele­ medikleri bir kültür seviyesine erişmiş olmalarına borçludurlar. Bu kül­ türün üstünlüğünü, bir kaç ana çizgi ile, tafsilâta girişmeden evvel be­ lirtelim:

1) Öyle teşkilâtlandırılmış bir memur devleti ki, hammalını, kırla­ rında çalı çırpı toplayan adamını bile bu teşkilât içine alabilmiştir.

2) Yalnız isimlerini öğrenebildiğimiz sayısız tanrılarından büyük bir çokluğu, bir sistem içinde yer almış bulunuyordu. Bu kavmin doğurucu fantazisi, bu tanrıları teolojik mücerret birer mefhum olarak bırakma­ mış; gerek kültte, gerek mitde kökleşmiş canlı ve belli simalar olarak ortaya koymuştur.

(2)

edebi-yatlarında, çeşitli müspet edebî neviler, yıllar içinde tekâmül ede ede en yüksek şekillerine vardırılmış ve en derin inceliklerine ulaş­ tırılmıştır.

Sümer kültürünün bu yüksek şekillerinin incelenmesi ve bu kültürün bıraktığı tesirlerin araştırılması, ayrı ayrı bahislerdir. Çünkü, Sümerlerin ölümünden sonra basitleştirilmiş ve kabalaş-tırılmış olan Sümerizm, bu son şekliyle dahi o kadar kuvvetli idi ki, Babil kültürünü sonuna kadar aralıksız olarak tesiri altında bulundura-bilmiş ve Babillilik ile kaynaşarak diğer dünya kültürlerine müessir olabilmiştir, İşte bu sebepten dolayıdır ki, Sümerler üzerinde yapılan araştırma ve incelemeleri, yalnız bunların ve dillerinin ölümüne kadar götürmekle her hangi bir sonuca varılmış olmaz. Bu araştırma ve ince­ lemeleri kendilerinden sonra gelen kavimlerin hayatlarında da takip etmek gerektir. Bu makalede, yalnız Sümerlerin ve Sümerliliğin kültür devirlerinden taslak halinde bahs edecek, düşünme ve konuşma tarzla­ rının tahlillerini yapmağa çalışacağım. Gelecek makalemde göçlerin­ den, Mezopotamya medeniyetinin doğuşundan, bu medeniyetin meydana gelmesinde Sümerlerin ne dereceye kadar müessir olduklarından, üçüncü makalemizde de Sümerlerin manevî başarılarından ve tesirlerin­ den bahs edeceğim.

*

Sümer - Babil tarihinin kültür devreleri:

Bu güne kadar yapılan araştırmalarda, ne 2250 ile 2000 yılları arasına düşen en ileri Sümer kültürü devresi incelenebilmiş, ne de Sü­ mer kültürüne ait unsurlar Babil kültürü içinden ayırt edilebilmiştir. Daha ziyade, eski ve yeni bütün unsurlar adeta bir menşurdan geçiri­ lerek bir satıh üzerine aks ettirilmiştir. Bunun sonucu olarak da, Sümer - Babil müşterek kültürü ortaya çıkarılmıştır. Bununla beraber, tarih içindeki oluş sıralan göz önünde tutulmadan yapılan bu sentezde, o kadar esaslı bir hataya da düşülmüş değildir. Çünkü, Sümerlilik hiç bir zaman esas mahiyetini, ne üslup, ne de bünye bakımından fazla değiştirmemiştir. Hattâ yalnız manevî bir kuvvet olduğu zaman-larda bile, esas karakterini muhafaza etmiştir. Zamansız, mücerret, silik Sümerlilik mefhumunu, burada anlatmaya kalkışmayacağım. Çün­ kü, eğer böyle bir şey yapmaya kalkışacak olursam, son yılların ilmî araştırma sonuçlarını inkâr etmiş olurum. Meselenin kavranması için tarihi oluşların göz önünde bulundurulması gerektir. Bu bakımdan

(3)

çe-şitli tarih devrelerinin birbirinden ayırt edilmesi lâzımdır. Sümerler için on kültür devri ayırt edilir:

I) I I ) III) I V ) V ) V I ) VII ) V I I I ) I X ) X ) Isa 3300 — 3100 — 2800 — 2450 — 2250 — 2050 — 1800 — 1600 — 1200 — 500 — 0 El - Obeid çağı Uruk çağı

IV. Uruk tabakası Cemdet - Nasır çağı Er hanedan çağı —

Akad sülâlesi Sümerlerin klâsik çağı —

İsin sülâlesi —

Eski Babil çağı Kaş'lar sülâlesi —

Yeni Babil çağı

Ahemenid'lerin çağı ve Helenistik çağ

Bu devirlerin ilki, bu ülkenin ilk iskân devirlerine kadar iner, so­ nuncusu da, İsanın doğumuna kadar çıkar. İlk iki devre, ancak Arke­ olojik buluntular ve tabakaların birbiri ardından gelişiyle belgelendiri-lebilir. Üçüncü devreye gelince : Bu devrenin ortalarına ait olan, elde mevcut yetecek kadar bol, yazılı vesikalarla tarihi devreye girmiş oluruz. Beşinci kültür devresi, Sümerlerin klâsik devridir. Bu klâsik devre, çok iyi bir şekilde teşkilâtlandırılmış şehir prenslikleriyle temsil edilir. Bu teşkilâtın en aşırı şekli, toprağın devlet emrile işletilmesi ve elde edilen mah­ sulün de anbarlarda biriktirildikten sonra halka dağıtılmasıdır. Bu teşkilât yüzlerce memur ve kâtibe ihtiyaç gösterir. Şehir beyi "Ensi,, şehrin bağlı bulunduğu tanrı namına hükümet sürer. Fakat bütün bu Ensi'lerin üstünde, tanrı mertebesine çıkarılmış ve merkezi bir kuvvet olan kıral, kâh kud­ retli kâh zayıf bir surette saltanat sürer. Devlet şekillerinde tamamiyle etatizim hakimdir. Her şehir, bağlı bulunduğu tanrıya göre, Dünya beyi, Ana tanrı, Ay tanrısı gibi bir sima taşır. Rühban sınıflarının, kültlerinin ve bunlarla sıkı ilgisi olan mitlerin çeşitliliği, ait oldukları şehirlere renk ve hususiyet verir. Klâsik devrenin başında, yani 2200 seneelerinde ya­ şamış olan Lagaş şehrinin Ensi'si Gudea, şehrinin Tanrısı için

(4)

yaptır-dığı mabedin inşasını tarif ederken söylediği ilâhiler, bu devrin belirtici vesikalarıdır. Hattâ yanlız İstanbul müzelerindeki, bu taşra şehrinden çıkan 50 senelik bir devreye ait 80 bin idari vesika bile, bu çok sıkı şehir idareciliği hakkında etraflı bir bilgi vermeğe yeter. Ge­ rek toprak, gerekse insan gücünden faydalanmalar da hep aynı esasa dayanır. 2050 yıllarında bir yandan içerde başlayan çözülme ve çökün­ tüler, diger yandan da dıştan gelen zorlamalar yüzünden, bu devlet

şekli birdenbire yok olmıya yüz tutar. Çok yüksek sayılan Ensi unva­ nı, ufak timar sahiplerine verilen bir rütbe mertebesine kadar düşer. Devlet nizamı ve şehir teşkilâtı yerine, fertlerin mukavelelerle, mükel­ lefiyetler ve kanunlarla bağlantısı ortaya çıkar. Bulunduğu şehrin hu­ susiyetlerini gösteren bir sembol olan mabet, artık canlılığını kayıp eder. Konuşma dili olarak ölmüş olan Sümerce, mekteplere sığınır. Ma­ nevi bir merkez olan Nippur şehri mekteplerinde, bu dil, o zaman baş­ lamakta olan yeni devrin yeni simasını kazanır. Etatizm yerine şahsi mülkiyet sistemi geçer. Bu yeni sisteme ait olan, satış, kiralama, ödünç verme, satınalma, izdivac v. s. mukaveleleri Nippur mekteplerinde icat edilmiştir. Vakıa kıral, eskiden olduğu gibi bu devirde de Tanrı mev­ kiindedir. Fakat aynı zamanda halkına iyi örnek olmakta ve doğruvyol göstermektedir. Aynı mekteplerde eski Sümer edebiyatının edebi nevi­ leri ilk defa olarak yazılı bir şekle konulmuş, meselâ: didaktik destan gibi yeni neviler eski menkul nevilerden çıkarılmıştır. Bu nevin çok karakteristik bir misâli, çıkmak üzere olan fakülte yıllığında bulunabilir. Seminerimde hazırlanmış ve Kemal Balkan tarafından kaleme alınmış olan bu destanda, taşlar ve bitkilerin ilâhi nizama karşı nasıl isyan ettiklerini ve kahraman tanrı Ninurta tarafından nasıl mağlûb edildikle­ rini ve bu isyanda aldıkları cepheye göre ebediyete kadar mukadde­ ratlarının nasıl tayin edildiği anlatılır. İşte sonraki nesillere intikal eden Sümerce, bu altıncı devir Sümercesidir.

VII inci veya Babil devrinde, aynı zamanda kudretli devlet adamı

da olan büyük mütefekkirler "syncretique„ Babil tanrısı Bel'i, muhtelif Sümer tanrılariyle birleştirmek suretiyle yaratırlar. Bu Tanrıya verilen elli ismin hepsi de Sümercedir, ve bu isimler bu tanrının kudret ve mahiyetini her bakımdan aydınlatmaktadır. Felsefi destan bu devirde ilk olarak ortaya çıkar. "Dualisme,, ile iyilik ve gençlik tanrıları, kötülük ve ihtiyarlık tanrılarına galip gelirler. İnsan fenalık tanrılarının kanı ile yoğrulmuştur. Eski Sümer kahramanı Gilgameş, ebedi hayatı ara­ makla, problem şiirinin kahramanı olarak her insanın sembolü mahiye­ tini alır.

VIII inci devir veya Kas devri: 250 senelik bir uykudan uyandık­

tan sonra, bu devir bir rönesans hareketi damgasını taşır. VI ıncı ve VII inci devrin edebiyatları mekteplerde tekrar canlanır. Fakat aynı zamanda, bu edebiyat bir sistem haline de getirilir. Artık bu devirde, gerek edebiyat, gerek ilim son şeklini ve bütünlüğünü kazanmış

(5)

bu-lunmaktadır. Bu devirde ortaya çıkan ve derebeylikle karışmış olan Babildeki idare sistemi, kendi aslının Sümer tesirine bağlı bulunduğunu inkâr edemez.

IX ıncı devir: Bu devir, eski dini unsurların teolojik tefsirlerini,

gizli ilmi, ilmi şerhleri ve skeptisizm'i ortaya kor. Teolojik spekülasyon, tanrıların, gerek birbirleriyle aralarında bulunan, gerekse sembolleri bulunan yıldızlarla olan farkları kaldırmakla, politeist dini çürütmüş olur. Her ne kadar eski din ve bilgi her bakımdan çökmüşse de, ge­ ne sonunda kuvvetli bir hareket gösterir. Bu hareket astral din olarak kendini belirtir. Yani, yıldızlarla tanrılar tamamen bir addolunurlar. Ge­ ne bu devirde, bilhassa ferdin ömrü de yıldızların hareketine göre tak­ dir olunur. Helenizm'e intikal ederek bugüne kadar yaşamış olan başlı­ ca Sümer mirası işte bu astral dindir.

* * *

Sümerliliğin mahiyeti: Klâsik Sümer devresine kadar olan gelişmeyi,

gelecek makalemde kısaca anlatacağım. Şimdi Sümerliliğin değişmeyen mahiyetini anlatmak isterim. Bu hususiyetin bir cephesini Pan-Babilonizm, ile hakikaten ifade etmiş oluruz. Bugün haklı olarak unutulan bu Pan-Sümerizm, beşerin bugünkü her çeşit kültür müktesebatını Sümerlere atfeder. Bu Pan-Sümerizm formülü "Sema manzarası = dünya manzarası,, şeklindedir. Buna göre en eski zamanlardanberi dünyada olagelen her hareket, semadaki bir hareketin dünyadaki aksidir. Meselâ gümüşün, yani ay madeninin, altuna, güneş madenine göre olan on üçte bir kıy­ meti, güneşin aya nisbeten yaptığı devre göredir. Bütün bu mübalaga­ lara rağmen, Pan-Sümerizmin belirttiği bu formülde, oldukça hakikat izleri de vardır. Bunun en doğru ifadesini de şu şekilde verebileceğimi umuyorum: Dünyevi hayat, kozmik hayat içinde yer alır. Kozmos ile yer yüzünün bir tutuluşunun semboli mabettir. Meselâ Nippur'daki "dağ evi„isimli merkezi mabet, hakikaten dünya dağı olarak kabul edilir. Nippur yalnız memleketin merkezi değil, aynı zamanda yer ve gökün de göbeğidir. Bu kozmik telâkki, dinî hayatın her köşesine nü­ fuz etmiş ve Sümer mabedi kudretini kaybettikten sonra dahi, bütün yüksek hayat telâkkileri bu canlı seyyalede yaşamış ve kendilerim göstermişlerdir.

Sümerliliğin ikinci bir hususiyeti: düzenlenmiş ve düzenlendirici olan düşünüş şeklidir. Sümerlerin, üçüncü makalede anlatacağım bu dünya düzeni mefhumu, yalnız şuuri olarak kendilerince kabul edilmiş olmakla

kalmamış, aynı zamanda gayri şuuri olarak da bu düzen ve nizam prensibi bütün hareket ve düşünüşlerine hakim olmuştur. Bu prensibin sembolü: muntazam bir kadastroya göre bölünmüş şehir arazisi, listelere geçmiş ve sınıflara ayrılmış şehir halkı, listelerde sıralanmış tanrılar, eşya, muntazam kıtalara ayrılmış şiirler, itina ile sahnelere ve grup­ lara ayrılmış resimlerdir.

(6)

Sümerlerdeki bu düzen ruhu, esasen dillerinin bir hususiyetidir. Bunu bir misalle izah edelim: Sümer dilinde köpek mânasına gelen "ur„ ke­ limesi, şu şekilde terkipler alır: zir, yani ipli köpek=ev köpeği; ur-bara, kır köpeği=kurt, ur—mah, en büyük köpek=aslan mânasına; ur-guk, bataklık köpeği=kaplan gibi. Bu bölücü ve tanzim edici ruh, Sümer dilinden doğmuştur. İşte Sümerce şeffafiyet karakterini bu su­ retle edinmiş olur. Meselâ: herhangi bir ismi alacak olsak, terkibinden derhal mahiyetini ve vasıflarını çıkarabiliriz. Fiiller de aynı şekildedir. Meselâ, konuşmaya ait olan bütün fiiller ağız kelimesinin terkibi, gör­ meye ait olan fiiller de göz kelimesinin terkibidir. Hele yazıda bu bir­ leştirici hususiyet daha ziyade gqze çarpar. Öyleki, bu yazıyı sonradan kullananlar, bir kelimenin asıl mânasını, ancak o kelimenin yazısını gözönüne getirdikten sonra daha iyi anlarlar. Meselâ: Anadolu'da muh­ telif isimler altında hava tanrısına tapılırdı. Tanrı hava işaretleri bu tanrının mahiyetini belirtir.

Sümerce'nin bu tanzim edici fonksiyonu, Sami Akadca ile esaslı ta­ mamlanmasını kazanır. Sümercenin tamamen aksine olarak, Akadca, fiil köklerinin pek zengin oluşu ile ve Sami dillere has olan, köklerin işti­ kak kabiliyeti ile temayüz eder. İşte bu vasıfla birlikte Akadların keskin müşahede ve dakik tasvir kabiliyetleri tam bir ahenk teşkil ederek, Sümercenin nizam ruhile de birleşmiş ve bu suretle, yerde, gökte cere­ yan eden bütün hadiseler tesbit edilmiştir. Öyleki, VIII inci devrede, yalnız bütün mevcudat kaleme alınmakla kalmamış, aynı zamanda vu­ kua gelmesi muhtemel diğer hadiseler de tesbit edilmiştir. Bu son şe­ kil fal edebiyatında görülür. Her ne kadar burada, tasvir edilen hadi­ selerin doğuracağı hayır veya şerler, esas gibi görünmekte ise de, bütün olan ve olabilecek olan hadiselerin ve mevcudatın bu suretle kaleme alınmış olması, Sümerlerin nizam ruhunu bir kere daha ispat etmiş olur. Meydana getirilmiş olan mevcudat ve hadiseler, doğrudan doğruya dünyanın bir demirbaş defterine geçirilmesi gibi bir şeydir.

Sümer dili: Sümercenin ana hususiyetlerinden en esaslısını yuka­

rıda anmıştık. Bu da lügatinin terkip karakteri idi. Bu dil tıpkı bir mozayik parçası gibi küçük taşlardan teşekkül etmiştir. Fakat bu hal, yani hücrelere bölünme şekli, dilin vuzuhunu, meselâ Kafkas dillerinde olduğu gibi, azaltamaz, bilâkis çoğaltır.

İkinci hususiyet: Kompileksiv olarak isimlendirdiğim cümle teşkili­ dir. Bu, mütekellimin bir cümleyi söylemeden evvel, cümleyi kafasında açık bir şekilde, bir kalıpta, hazırlayıp söylemesi demektir. Bu hal ile Sümerce, "kursiv,, dil yapısını teşkil eden Samî dilleriyle tamamiyle zıt bir hal gösterir, "kursiv,, şekil, konuştukça akla gelenleri ve yaşanan hâdiseleri cümle üzerine yeni unsurlar halinde ilâve etmek hususiyetidir. Kompleksiv cümle teşkili, en iyi şekilde Türk dillerinde görülür. Samî akadca bu cümle yapısına intibak etmiştir.

(7)

zencirleme ibare şeklindedir. Arka arkaya sıralanıp sonunda bir gramer eki ile bağlanan ve bir kül teşkil eden ibarelerdir. Bu hususiyeti Türkçe de görürüz.

Dördüncü hususiyet: Sümerce pasif bir karaktere sahiptir. Yani Sümercede, meselâ: "Baba oğlu döğdü,, denmez, "baba tarafından oğul üzerine bir dayak vaki oldu,, denir. Bu pasif karaktere sıkıca bağlı bir de transitif=geçişli ile, intransitif=geçişsiz fiiller arasında keskin bir fark gözetilmelidir. Transitif fiile bağlı -i hali ile geçişsiz fiilin özne­ si işaretsiz kalır. Kafkas dilerinde görülen bünye müşabeheti son za­ manlarda, Doğu Anadolunun eski dili olan Hurri'cede de müşahede edilmiştir.

Beşinci hususiyet: Sümerce insanlar ve tanrılarla, eşya ve hayvan­ lar arasında gramer itibariyle fark gözetir. Ayni fark gözetiş Dravi-da dillerinde görülür.

Altıncı hususiyet: Cümle ve lûgat vuzuhuna mukabil Sümercenin prefiksleri aksine olarak fiillerinin ifadesinde bir müphemiyet göste­ rir. Bu prefiksler mantıkî bir şekilde tefsiri güç olan bir nüans zenginliği gösterir. Bir cümleyi teşkil eden bölükler, akkuzatif objekt olan unsur müstesna, fiilde tekrar ifade edilir. Kıral şehirde tanrıya bir mabet yaptı demeyip, fiilde bütün unsurlar tekrar edilir: "ona„ yani tanrıya, "onun içinde,, yani şehirde, fikirlerini de ilâve etmek lâzımdır. Prefiks-lerde de, fiilin konuşana göre aldığı istikameti veya bir üçüncü şahıs veya şey cihetine mi olduğunu gösterirken, büyük fark gözetirler. Fakat bu fark gözetişi, fiil prefikslerinin muhtevasını yine tam olarak ifade etmiş değildir.

Sümercenin bu hususiyetlerini burada kısaca izah ettikten sonra, artık diğer diller ve dil gurupları ile mukayese imkânı takdir edilebilir.

Sümerce dünya dillerinin veya dil guruplarının hemen herbiri ile mukayese edilmiştir. Bu denemelerin en ciddisi Türkçe ile olan muka­ yesedir. İzahlarımdan anlaşılacağı gibi, kompleksiv hususiyet, zencirleme ibare teşkili, Sümerce ile Türkçeyi, Asya çevresinin daha başka dille­ rini de ilâve etmek mecburiyetinde olduğumuz büyük bir dil gurubuna bağlar. Saydığım diğer hususiyetler Türkçede yoktur.

Yine meselâ: .Türkçe"ev-de„yerine Sümerce"e-ta„gibi benzerliklerde gevşek bir akrabalık ifade eder. Yine bu gevşek akrabalığın diğer bir delili daha, Sümercede olsun, Türkçede olsun birinci şahsın M ikin­ ci şahsın S ile gösterilmesidir.

Mukayese edilen diğer dillerle Sümerce, belki bünye bakımından daha yakın benzerlikler gösterir. Bütün bu benzerlikler o kadar umumi­ dir ki, tam bir dil akrabalığına delâlet edemez. Hele lûgat bakımından Türkçe müstesna olmak üzere, hiç bir dille kanaat verici etimolojik tek bir kelime müsavatı bulmağa muvaffak olunamamıştır. Türkçe, Sü­ merce karabetinin başta gelen müdafilerinden olan Alman Hommel,

(8)

Türkçe ile etimolojik müsavat gösteren 350 kelime sayar. Bu benzer­ likler gayet tabii olarak yeniden incelenmek zorundadır. Çünkü Hom­ mel'in devrinden beri Sümeroloji çok ilerlemiştir. Diğer tarafdan mu­ kayese için ele alınan Türkçe kelimelerin de en eski şekilleri göz önün­ de tutulması gerektir. Hommel'in yaptığı mukayeseler içinde en cazibi Sümerce dingir ile, eski Türkçedeki tnri kelimesidir. Burada bir tesa­ düfe inanmak pek zordur. Fakat aynı zamanda şunu da nazarı itibara almak gerektir ki, bu dingir kelimesi gelecek makalemizde izah ede­ ceğimiz Sümerlerden evvelki kavimlere ait "substrat,, dillerden birine ait olabilir.

Şehir medeniyeti ile ilgili hemen hemen bütün kelimelerin bu "su­ bstrat,, dilden kaldığını ileride isbat edeceğim.

Çeviren:

Mebrure Osman TOSUN

(9)

Von BENNO LANDSBERGER

Die Sumerer sind ein kleines Volk, das sich vor 3000 v. Chr. im Süden des heutigen Irak angesiedelt, im Norden dieses Landes nie recht Fuss gefasst hat. Das Datum der Emwanderung lâsst sich nicht einmal relativ, d.h. durch Be2eichnung eines Punktes in der Schich-tenfolge der Ausgrabungen, geschweige denn durch eine absolute Zahl bestimmen. Mehr als tausend Jahre wohnten die Sumerer im Irak neben den Akkadern. Aber schon 2000 v. Chr. starb das sumerische Volk aus, seine Sprache fand in den babylonischen Schulen Zuflucht; bis zum Beginn unserer Zeitrechnung wurde in den Tempeln Babyloni-ens sumerisch gesungen, in den Schulen BabyloniBabyloni-ens das Sumerische ge-lehrt. Ausser dieser Langîebigkeit ist auch die weite Verbreitung des Sumerischen, einer ausgestorbenen Sprache, bemerkenswert: in der Mitte des zweiten Jahrtausends wurde von den Grenzen Babyloniens bis zu denen Aegyptens und Anatoliens in den Schulen das Sumerische gepflegt, von 1400 - 1200 auch in der Hauptstadt des Hethiterreiches. Diese Erscheinungen lassen sich nur zum Teil damit erklâren, dass für die Beherrschung der babylonischen Schrift die Kenntnis des Sumerischen unentbehrlich ist; die tiefgehende Wirkung des sumerischen Geistes bis in spâte Zeiten und ferne Gegenden lâsst sich nur mit der innerhalb Vorderasiens exzeptionellen kulturellen Höhe der Sumerer erklâren. Von dieser können wir einen vorlâufigen Eindruck geben, wenn wir die folgenden Leistungen der Sumerer hervorheben: Ein Beamtenstaat, der so intensiv organisiert war, dass er aile Volksan-gehörigen und jegliches Vermögen erfasst hatte; ein Göttersystem mit einer unübersehbaren Anzahl göttlicher Persönlichkeiten, die nicht abstrakt und inhaltslos, sondern in Kült und Mythos fest verwurzelt sind; eine Literatür, bei der besonders die grosse Anzahl der sauber von einander geschiedenen Gattungen der lyrischen Dichtung erstaun-lich ist und die durch jahrhundertelange Übung sich zu immer feine-ren Formen sublimiert hat.

Eine Analyse des Sumerertums hat zwei Aufgaben: erstens die Untersuchung der Höchstförmen, die ca. 2200-1800 erreicht wurden; zweitens die Heraushebung der sumerischen Kulturelemente innerhalb der babylonischen Kultur, in der das alte Erbe, meist in verein-fachter, oft auch vergröberter Form, dauernd nachwirkt. Es ent-spricht also nicht den Erfordernissen einer historischen

(10)

weise, wenn, wie es bisher fast ausnahmslos geschehen ist, die sume-risch-babylonische Kultur als eine Einheit gefasst und zeitlos darge-stelit wird. Das Sumerische in dieser Kultur hat zwar trotz aller Modi-fikationen seine Wesensart niemals eingebüsst, und insofern ist die zeitlose Betrachtung nicht ganz abwegig; aber es hiess gerade die FOÎtschritte, die die Erforschung Babyloniens in den letzten Jahrzehnten gemacht hat, verleugnen, wenn wir den bewegten Verlauf der kultur-geschichte von drei Jahrtausenden nicht in unsere Darstellung einbe-zögen. Um einen Uberblick über diese zu ermögiichen, habe ich vom Beginne der Besiedlung des südiichen Mesopotamien bis zum letzten Verschvvinden des Sumerischen aus den Schulen dieses Landes, d. i. bis zum Beginn unserer Zeitrechnung, zehn Kulturperioden unterschie-den, wie die Tabelle auf S. 91 es zeigt. Die ersten zwei Kulturperi­ oden sind nur durch die Archâologie zu erfassen, in der ersten, viel-leicht auch in der ersten Halfte der zweiten, gab es wahrscheinlich noch keine Sumerer im Lande. (In einem künftigen Artikeî will ich die Frage nach der Einwanderung der Sumerer, ihrer Beteiligung an den zivilisatorischen Errungenschaften, der Entstehung ihrer Kultur behandeln, vvâhrend ein dritter Artikel die geistigen Leistungen der Sumerer und die von diesen ausgehenden Einflüsse zum Gegenstand haben wird.) Unsere fünfte Kulturperiode, d. i. die Zeit von 2250-2050, ist die klassische Zeit des Sumerertums; die Zeit des etatistisch orga-nisierten Stadtstaatentums, für das der Stadtfürst, sumerisch Ensi, charakteristisch ist. Das ideal des Etatismus ist die Bebauung aller Fel-der auf Rechnung des Staates, die Sammlung des Ertrages in staatlichen Speichern und die Verteilung von Rationen an die Bevölkerung. V/enn auch dieses ideal nie ganz erreicht war, so erforderte die Verwaltung eines solchen Staates doch unzâhlige Beamte und Schreiber. im Istan-buler Museum befinden sich nach Schâtzung allein 80.000 Tontafeln, die Dokumente der Verwaîtung der Provinzstadt Lagaş, nur einen Zeitraum von 50 jahren umfassend. Aus der gleichen Stadt stammen aber auch die archâologischen und vor allem literarischen Zeugnisse, die uns das ideal eines Ensi veranschaulichen. Dieses ideal wird uns durch den Ensi Gudea von Lagaş verkörpert. Aus den Hymnen, die er aus Anlass der Erneuerung des Tempels seines Lokalgottes dichtet, erfahren wir mit ailen Schwingungen religiösen Empfindens, in welchem gerade der Tempel den Mittelpunkt des Lebens eines sol­ chen sumerischen Stadtstaates bildete. Die grosse Verschiedenheit, die Individualitât der sumerischen Stâdte resultiert eben aus der Eigen-art dieser Lokalkulte, je nachdem ob es sich um die Stadt des Göttervaters Enlil, der grossen Muttergöttin, des Sonnen-, des Mond-gottes, handelt, u. s. w.

Teils durch innere Zersetzung, teils durch âussere Feinde bricht kurz vor 2000 dieses System der Stadtstaaten, die, durch den in den

(11)

Rang eines Gottes gehobenen Landeskönig, sei es scharf zentralistisch sei es auch schwach und locker zusammengehalten wurden, plötzlich zusammen. Der stolze Titel Ensi wird zu dem eines Kleinlehensin-habers degradiert. Das göttliche Königtum. besteht zwar noch, aber geht in ein neues Königsideal über, das des vorbildlichen Führers und gerechten Hirten der Menschen. Das Sumerische stirbt aus, in den Schulen der mittelbabylonischen Stadt Nippur wird aber die sumerische Literatür gesammelt, und-mehr als dies- neue literari­ sche Gattungen wie die des Lehrepos werden hier begründet. In der Form, wie sie das Sumerische in dieser unserer sechsten Kulturperiode (Zeit der Dynastie von isin, ca. 2050-1800) gefunden hat, wird das Sumerische in den Schulen der folgenden Zeit weiter überliefert. In den Schulen von Nippur wird aber auch der Grund für das Schreibertum aller künftigen Perioden gelegt: durch die Erfindung der Vertragsformulare für die verschiedenen Formen der Privatwirtschaft (Kauf, Darlehen, Pacht, Kaufehe u. s. w.) wird der Umwandlung von Staats- in Privat-vvirtschaft, der Bildung kapitalistischer Wirtschaftsförmen, Rechnung getragen.

Das folgende siebente Zeitalter, das altbabylonische ist, charakter-isiert durch das Verlöschen der Macht der Tempel, durch die Schaffung der synkretistischen Mardukreligion, die Dichtung halbphilosophischer Epen (Weltschöpfungsepos mit dem Dualismus der alten und bösen, andererseits der jungen und guten Mâchte), der Entwicklung der in-dividuellen Religion (persönlicher Schutzgott, Sündenbegriff), der Ent-wicklung der Begriffe "Recht und Gerechtigkeit,,, "richtiger Weg„ als Inhalte des Königsideals, mit der Ersetzung des alten sumerischen Or-dnungsbegriffs durch die Idee der Bindung an Verpflichtungen, Vertrâge und Gesetze.

Nach dem Zusammenbruch des altbabylonischen Reiches (ca. 1600) schweigen aile Quellen; erst nach 150 Jahren beobachten wir eine Renaissancebewegung, die die Literatür unseres sechsten und siebenten Zeitalters wieder neu belebt und überall die Tendenz zur Systematisie-rung dieser Literatür in sich trâgt. Hohe literarische Bildung, starke dichterische Talente sind das Kenntzeichen dieser Renaissanceperiode (Kassitenzeit), in der dieses Zeitalter allgemein beherrschende Feud-alismus in Babylonien eine Bindung eingeht mit den trotz aller kültürel­ ler Verânderungen noch nicht vergessenen Formen der sumerischen Staatsverwaltung.

In unserer neunten Kulturperiode, der neubabylonischen Zeit, wird in der Kassitenzeit entstandene Literaturkanon kommentiert, es entstehen die Geheimvvissenschaften und der religiöse Skeptizismus. Durch theologische Spekuîation werden die Götter miteinander gleich-gesetzt, aber auch mit den sie symbolisierenden Gestirnen, so dass schlisslich der Unterschied zwischen den Göttern aufgehoben und

(12)

der Polytheismus zersetzt wird. Die Astralreligion ist das letzte Pro-dukt dieser Entwicklung. In dieser Geştalt geht das Erbe des Sumerer­ tums in die hellenistische Zeit ein.

Nachdem die so mannigfachen Entvvicklungsstadien der sumerischen Kultur in kürzester Form charakterisiert worden sind, sollen die wâhrend dieser ganzen Entvvicklung nicht verânderten, unverânderlichen Wesens-züge des Sumerertums hervorgehoben werden: In einer heute mit Recht der

Vergessenheit anheimgefallenen Hypothese, dem sogenannten Panbabylo-nismus, den man mit mehr Recht als Pansumerismus bezeichen könnte, wurde für das Sumerertum ausschlaggebende Formel geprâgt: "Him-melsbild gleich Weltsbild„. Alles irdische Geschehen sollte nach dieser Hypothese nur ein Reflex himmlischer Vorgânge sein. Dies ist eine Übertreibung, aber im Kerne ist die Formel richtig: der Sumerer sieht in der Tat das irdische Leben als eine Partizipation des kosmischen Geschehens an. Je lebendiger der sumerische Geist wirkte, um so ech-ter wurde diese Synthese zwischen himmlischer und irdischer Welt empfunden, umso weniger mechanistisch wurde das Wirken der Götter auf die Menschen angesehen. Das Symbol dieser Einheit war der Tem-pel: das "Berghaus,;, der Tempel des Göttervaters und Weltenherrn in Nippur, war gleichzeitig der kosmische Weltsberg, Nippur nicht nur der Mittelpunkt des Landes, sondern der Nadel der Welt; die Kultordnun-gen Symbole der göttlichen WeltordnunKultordnun-gen. Dieses kosmische Flui-dum bleibt auch nachdem der sumerische Tempel sein Leben verloren hatte, der babylonischen Religion erhalten.

Als zweite Wesenseigentümlichkeit des Sumerischen statuieren wir die geordnete Denkform und die ordnende Funktion des Denkens. Dieseş Ordnungsprinzip ist nicht nur ein impliziter Chararkterzug aller Betâtigung des sumerischen Geistes, dessen Symbole die katasterarti-gen Verzeichnisse des stâdtischen Grundbesitzes und ihre Bebauungs-plâne, die nach Klassen gesonderten Listen der stâdtischen Bevölke-rung, die Listen der Götter, der Gegenstande des tâglichen Lebens; die sauber in Strophen geteilten Gedichte; endlich die sorgfâltig in Gruppen und Szenen aufgeteilten bildlichen Darstellungen sind; son­ dern Ordnungsbegriffe sind auch explizite erfasst und Grundbegriffe der sumerischen V/eltanschauung (Nâheres im dritten Artikel).

Zu diesem ordnenden Denken waren die Sumerer durch die Form ihrer Sprache prâdestiniert: z. B. ordnet der Sumerer eine Gruppe von Tierspezies in folgender Weise: zir = "Kettenhund„, Haushund; ur-barra = "Steppenhund,„ Wolf; ur-mah = "grösster Hund,,, Löwe; ur-gug = "Schilfhund,,, Tiger, usw. Diesen- durchsichtigen Charakter zeigt nicht nur das sumerische Nomen, sondern auch das Verbum, wo z. B. aile Vorgânge des Sprechens yom Grundelement "Mund,, aus, aile Nuancen des Sehens von "Auge,, aus abgewandelt werden. Diese Ei-genart der sumerischen Sprache ist von der Schrift nicht nur

(13)

ausge-nützt, sonderıı nach ailen Richtungen hin ervveitert worden. Durch die sogenannten Determinative wird die Welt der Gegenstânde durchgân-gig klassifiziert.

Eine wesentliche Ergânzung erfahren diese klassifizierenden Ten-denzen durch den Reichtum des akkadischen Verbums, das mit der Fulle seiner Ausdrucksmöglichkeiten das Instrument für die Beobach-tung aller Vorgânge des Himmels und der Erde, aller Erscheinungen, die am Individuum hervcrtreten, liefert. Die umfassende Omenwissen-schaft ist eine Verbindung sumerischer Ordnungstendenz mit akkadi-scher Beobachtungsgabe. Die Listen der Gegenstânde zusammen mit den Handbüchern der Vorzeichenwissenschaft reprâsentieren schliess-lich (in der Kassitenzeit) eine vollstândige Inventarisierung aller vor-handenen Gegenstânde und aller möglichen Vorgânge der Welt.

Damit haben wir schon eine Eigentümlichkeit der sumerischen Sprache erfasst, ihren komponierten, mosaikartigen Charakter. Keines-wegs aber wird, wie etwa in den Kaukasussprachen, durch die Auflö-sung in kleinste Elemente die Klarheit des sumerischen Lexikons bis zur Unkenntlichkeit verwischt, sondern sie wird, wie wir es ausge-führt haben, im Gegenteil erhöht. Andere Eigentümîichkeiten des Su­ merischen sind: der komplexive Satzbau. Der Satz muss im Geiste des Spreçhenden sorgsam vorbereitet, in ailen Einzelheiten gegliedert sein, bevor er in einem Guss produziert wird. Dies steht im schârfşten Gegensatz zu dem kursiven, d. h. erst im Laufe der Rede aneinander reihend produzierten Satz des Akkadischen. Aber die akkadische Pro-sa hat sich dem Satzbau des Sumerischen angepasst. Mit dem komple-xiven Satzbau hângt zusammen die Bildung langer Wortketten, die durch ein an den Schluss der Kette gesetztes Flexionselement zusammenge-halten werden. Das Sumerische hat passiven Charakter, d. h. wir müs-sen die Sâtze ins Passive wenden, wenn wir die Nominal-und Verbal-flexiori verstehen wollen. Das Objekt des transitiven wie das Subjekt des intransitiven Verbums bleiben unbezeichnet, wie überhaupt zwi-schen transitivem und intransitivem Verbum sowohl hinsichtlich der Ver-balprâfixe wie hinsichtlich der Rektion ein wesentlicher Unterschied besteht, der etwa noch in einigen Kaukasussprachen sich findet, neuer-dings auch im Hurrischen beobachtet worden ist. Ein scharfer Unter­ schied wird ferner gemacht zwischen Sachen und Personen; die Verbal-flexion ândert sich,~je nachdem eine Person öder eine Sache Subjekt des Satzes ist; ein Unterschied, wie er insbesondere in den Dravida-sprachen gemacht wird. Sehr im Gegensatze zu der Durchsichtigkeit des Lexikons und der Klarheit des Satzbaus zeigen die überaus nuan-, cenreichen Verbalprâfixe des Sumerischen Verschwommenheit und we-nigstens nach den uns gelâufigen Kategorien Unklarheit. Die Subjekts-und Objektselemente (bis auf das Akkusativobjekt) werden in Form von Verbalinfixen wieder aufgenommen; ausser diesen klaren

(14)

Elemen-ten der Verbalprâfigierung wird aber noch durch die Verbalprâfixe unterschieden, ob ein Vorgang in der Richtung auf den Sprechenden öder von ihm weg stattfindet, öder ob er auf ein Objekt des Umkrei-ses des Sprechenden Richtung nimmt. Aber auch mit dieser Unter-scheidung sind die Funktionen der sumerischen Verbalprâfixe keines-wegs voli erklârt.

Das Sumerische ist fast mit ailen Sprachgruppen der Welt schon verglichen worden, ohne dass irgend eine dieser Vergleichungen über-zeugend wâre. Die Vergleiche sind sowohl hinsichtlich des Sprachbaus wie hinsichtlich materieîler Bestandteile (Wörter, Formelemente) gezogen worden. Hinsichtlich des Sprachbaus ist man dabei über die Feststel-lung sehr allgemeiner Gemeinsamkeiten der Struktur nicht hinausge-kommen. Was die angeblichen Feststeîlungen von Gieichheiten des Wortmaterials betrifft, so haben diese samt und sonders keine Über-zeugungskraft, mit alleiniger Ausnahme einiger Wortgleichungen, die schon kurz nach dem Bekanntwerden des Sumerischen zwischen Su-merisch und Türkisch aufgestellt wurden. Die Liste von 350 solcher sumerisch-türkischer Wortgleichungen, die der Vorkâmpfer der sume-risch-türkischen Sprachverwandtschaft F. Hommel zusammengestellt hat, bedarf freilich der Berichtigung und der Ergânzung auf Grund der seither erzielten Fortschritte der sumerischen Lexikographie und wohl auch hinsichtlich ihrer Korrektheit vom turkologischen Standpunkt. Aber eine Gleichung wie sumerisch dingir = türkisch tnri wird man nicht für zufâllig erklâren dürfen. Freilich ist dabei ein Punkt zu be-rücksichtigen: wie im nâchsten Artikel auszuführen ist, hat das Su-merische einen grossen Teil seines Wortmaterials der Substratsprache entnommen, die von den altesten Einwohnern des südlichen Mesopota-mien, den Schöpfern der materiellen Kultur dieses Landes, gesprochen wurde. Es ware möglich, dass dingir wie überhaupt der zweisilbige Typus dieses Wortes, nicht im eigentlich Sinne sumerisch, söndern jener Substratsprache angehörig ist.

Referanslar

Benzer Belgeler

As hinted above, the assumptions underlying stereotypes propagated by the Fu Manchu series and expatriates in Taiwan tend to pivot around Freud’s notions of primitive

şeklinde suturdur.Metopik sutur öncelikle fizyolojik olarak kapanır, çünkü kaynaşma genellikle bir ya da iki yaş civarında başlar (Nikolova vd., 2016).Metopik

Uluslararası Göç Örgütü (International Organization for Migration - IOM, 2007) değerlerine göre, bu yüzyılın ortasına kadar yaklaşık 200 milyon insan çevre ve

Herakleia Perinthos toplumunda rastlanan örnek, kraniyosinoztozun sagittal suturun erken kapanmasÕ úeklinde ortaya çÕkan formu olmasÕ nedeniyle arkeolojik literatürden bu

Cinsiyeti bilinmeyen beyazlara calcaneus ve talus kemikleri kullanÕlarak geliútirilen Holland’Õn formülü Yoncatepe popülasyonuna uygulandÕ÷Õnda ortalama boy uzunlu÷u

Ayla SEVĐM EROL (Ankara Üniversitesi / Ankara University) Prof.. Berna ALPAGUT (Ankara Üniversitesi /

Iasos Bizans Dönemi toplumunun ağız ve diş sağlığını inceleyen bu çalışmada diş aşınması, çürüme, apse, alveol kaybı, diş taşı, antemortem diş

Yeni doğan bir bebeğin kırkı çıktıktan (kırk günlük olduktan) sonra aile büyüklerini ziyarete gidince, alın ve yanaklarına buğday unu sürülmesi küçük bir