• Sonuç bulunamadı

Anı-roman, anı-öykü, benzerleri...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Anı-roman, anı-öykü, benzerleri..."

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TT-

^C5Zl>3

10 ŞUBAT 1998 SALI

YAZI O DASI

SELİM İLERİ_______________

Anı-Roman, Anı-Öykü,

B enzerleri...

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Gençlik ve Edebi­

yat Hatıralan’nda Abdülhak Şinasi Hisar için koca­

man bir ayraç açar. Yalnız bu ayracı açabilmek için Abdülhak Şinasi’nin aramızdan aynlışını beklemiş; o yaşarken onunla ilintili düşüncelerini, duygulannı yaz­ mak istememiştir:

“Zira, ondaki içliliği ve alınganlığı ne çağdaşlanm- da, ne de benden evvelkilerin hiçbirinde görm emi­ şim de "

Yakup Kadri, Fahim Bey ve B iz’\, Çamlıca’daki

Eniştemiz’i, Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyh- liğ i’ni çok severek okuduğunu belirtir. Bu romanla-

nyla, Abdülhak Şinasi’nin, “b ir bakır parçasını b ir al­

tın sikkeye çevirmek” çabasını, eski simyacılara ya­

raşır biçimde gerçekleştirdiği kanısındadır.

Övgülerinden sonra bir an durur Yaban romancı­ sı. Özetin özetiyle, aslında, diye devam eder, Fahim Bey ve Biz’deki Fahim Bey’i, ya da, Ali Nizami Bey’de- ki Ali Nizami’yi tanımıştım, demeye getirir:

“Ben onlann her ikisini de tanımış, her ikisiyle de ahbaplık etmiştim. ”

Fahim Bey, “vaktinden önce emekliye aynlmış b ir

m em ur" olan Fatin Bey’den başkası değildir. Kom­

şu toplantılarında zaman zaman karşılaşılmış Fatin Bey pek az konuşurmuş ve sözü hep kansına bıra­ kırmış.

Ali Nizami Bey’se, Sütlüce Bektaşi dergâhında rast­ lanılmış, “zavallı” bir adam olan ilhami Bey’miş.

Yakup Kadri şöyle devam ediyor:

“Abdülhak Şinasi, Fahim Bey’in altında Fatin Bey’i ve Ali Nizami Bey’in arkasında İlhami Bey’i keşfedi- şimden pek memnun kalmamıştı sanınm. Çünkü, her soylu romancı gibi o da tiplerinin kendi yarattık­ tan olmasını isterdi elbet. ”

Buradaki “elbet” deyişine hep derin kırgınlık duy­ dum. Gerçi Yakup Kadri, roman kişisinin, öykü, oyun kişisinin “mutlaka hayattan” çıkageleceğini bir iki sa­ tır sonra kabul ediyor, ama yine de...

Sonraları düşüncelerim daha karıştı. Abdülhak Şi­ nasi’nin kendi roman kişilerinin keşfedilmesinden mi memnun kalmadığını, yoksa, Yakup Kadri’nin bir ‘ro­

m an’ da gerçek kişiler arayışına mı sinirlendiğini dü­

şünüp durdum. Üstelik, galiba İkincisi...

Abdülhak Şinasi, Sermet Sami Uysal’la söyleşi­ sinde açıklıyor:

“(...) bunlar hayatımda görmüş olduğum adamlar­ dır. Bunlan hikâye şeklinde anlatırken, isimlerini, hat­ ta hayatlannın bazı kısımlannı, hatta yaşadıktan ma­ halleleri istediğim şekilde değiştirmişimde. Ben hi­ kâye yazdım, tarihi hatıra yazmadım. İkisinin arasın­ da büyük fark vardır. ”

Abdülhak Şinasi’nin ‘yapıntı’, ’kurmaca’ eserleri­ ne roman adını vermekten özellikle kaçındığını bili­ yoruz. Alıntıdan saptandığı gibi “hikâye” diyor; bildi­ ğimiz hikâyeye belki, büyük olasılıkla başka bir an­ lam yükleyerek...

Döneminde pek anlaşılmamış bu tutum, o günden günümüze daha bir anlaşılırlık edindi.

Proust’u bilen Abdülhak Şinasi romanda yeni bir

çağın başladığının da bilincindeydi besbelli. Proust’u ilk kez dilimize kazandıran Yakup Kadri de, son ro­ manı Hep O Şarkı’da bir eski İstanbul hanımefendi­ sinin anı defterini kotarmaya çalışıyordu.

Kısacası roman ‘gerçeklikten yola çıkıp, ‘kurma­ c a ’ya yönelmişken; artık gerçekliği kurmacayla kay­ naştırmanın; ya da; kurmacayı, gerçekliği andınra dö­ nüştürmenin yollannı aramaktaydı. Edebiyatımızda böylesi bir yeni serüveni ilk alımlayan “elbet" Abdül­ hak Şinasi’ydi.

O lezzet, Abdülhak Şinasi’nin ardılı Ziya Osman

Saba’da, Sait Faik’te, Oktay Akbal’da sürüp gide­

cekti. Ziya Osman Saba’nın özellikle Değişen İstan­

b u l’daki hikâyelerini hatırlatmak istiyorum. Sait Fa-

ik’ten de ‘Panço’ hikâyeleri...

Şimdi artık gönül rahatlığıyla ‘anı-roman’, ‘anı-öy-

kü ’ diyebiliyoruz. Adam Öykü dergisinin ocak-şubat

sayısında Oktay Akbal’ın nefis bir anı-öyküsü yayım­ landı: “Büyükbabam ve Ben”. Gerçeklikteki büyük­ babasıyla gerçeklikteki ‘ben 'ini mi öykülüyor Akbal? Hiç sanmam. Kurmacasına bir gerçeklik havası ar­ mağan ediyor bence. Anılar bile öykü için kurmaca olup çıkıyor; Abdülhak Şinasi’nin dediği gibi, “tarihi

hatıra” değil okuduğumuz, dört dörtlük bir öykü.

Şunu ekleyeceğim: Niye ‘anı-deneme’ olmasın!

Nermi U ygur’un bazı denemeleri, örnekse, “Ev”,

“Çingene Palamudu”, “Deprem ” yetkin anı-dene-

meler değil mi?

Takvimde

İz

Bırakan:

“Niye mahallenin öteki çocuktan gibi cami avlusun­ da top ardında koşmuyordum, niye kapı önlerinde bilye oynamıyordum, niye aşağı mahallelerdeki taş kavgalanna katılmıyordum? Varsa yoksa dergilerdi, kitaplardı, filmlerdi dostlan m, arkadaşlanm...” Ok­

tay Akbal, “Büyükbabam ve B en”.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Terzi çıraklığı, matbaa işçiliği, çeşitli dergi ve gazetelerde mizanpaj sorumluluğu, gazetecilik, öğretmenlik, muhabirlik, spor yazarlığı, genel yayın

Selahattin Ağbi bütün kuşçular gibi yerde değil gökte ge- zerdi. Biz de ondan öğrenmiştik öyle gezmeyi, ama herif ka- çak kuşların nereden geleceğini bilirmişçesine yedi

“Her şey yasak!” diyordu Matmazel d’Espard, kendi kendine konuşur gibi; sonra koridordaki o plakanın sadece uykusuz yaşlılar için kon- duğunu açıklıyordu.. Ayağa

Senin se- vilmemişliğinin ağırlığı öylesine arttı ve o kadar büyüttün ki kendini, benim buna katlanmam mümkün değildi.. Seni döndüremedim

Rüzgâr güç- lendikçe alçak tepelerin üstündeki kar yığınları kalın bir tabaka halinde yerinden, ansızın biri bir hançer saplamış gibi irkilerek kalkıyor, sonra

Siss, kendi küme arkadaşlarını kazanmak için bütün gücünü kullandı ve başardı; bununla bir- likte, hiçbir şey yapmasa ve dayanağı olmasa da Unn’un orada en

(Seyirciye göre sahnenin sol önünde, sol geriye doğru park: Bir bank, bir ağaç. Yıkık bir duvar. Sol dipten sahnenin ortasına doğru açılan dörtyol ağzı. Bir sokak

Ancak onu çok özel yapan şey, sa- dece bir roman kahramanı olması de- ğildir; Grip, aynı zamanda gerçek bir hayvansever olan Dickens’ın takıntı derecesinde