Onu Balkan harbi sıralarında, okul sıra larında okuyan genç nesle tanıtan ve seVdi- ren yazı, ne süslü mısraları, ne Edebiyatı Ce- dide'deki mevkii idi. Onu, 15-20 yaş arasın daki çocuklar, kendisinin bir Şehit Çocuğu ol duğunu bildiren nesrinden sevmişlerdi, baba sı bir subay ve şehit düştüğü yer de Meşhur Osman Paşanın Rus ordularına karşı koyduğu P İLEV N E idi. Hattâ babaş:nm adı (Osman Şahabettin) olduğu için çocuklar bu adla Osman Paşa adını birbirine karıştırıyor, Ce- nab'a bir kat daha gönül bağlan'yordu. '
Bakırköylüler Cenap Şal.abettin adını çok iyi tanırlar. Bura mezarlığının hiisnutalıi mi, yoksa karabahtı mı diyelim, Edebiyat C -- didenCn »ki şairiie bir büyük romancısını koyu gölgeli servilerinin altında yatırmaktadır:
Şair Ce!â| Sahir
Şair ve naşir Cenab Şahabettin Büyük Romancı Hal i t Ziya Uşaklıgil
Bir zamanlar Ahmet İhsan Basımevinin odalarında birbirine yaz larinı okuyan bu üç edip şimdi karatopraklar içinde ruhlarını ko nuşturuyorlar.
Cenap Şahabettin 1871 yılında Manas tırda doğdu. Babası Binbaşı Osman Şahabet tin Bey Moskoflarla olan 1877 savaşında — •her Türk evinin şeref payesi olan şehitliğe — kavuştu. Cenap 6 yaşında babadan öksüz kalmıştı. Kendisini İstanbula getirdiler. İlk öğrenimini Tophanedeki (Fevziye) okulunda yaptı. Eyüp ve Gülhane askerî Rüştiyesinde okuduktan sonra Askerî Tfbbiyeye girdi. 18 yaşında doktor yüzbaşı olarak çıktı. (1889) Sonra Paris'e gitti. Tahsilini tamamladı.
ED EB İYA TA H EVESİ:
Cenab'ı, onun öldüğü şubatın bu soğuk ve karlı günlerinde şu kar mısralarile kim ha tırlamaz?
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş; Eşini gaibeyliyen bir kuş
Gibi kar
Geçen eyyam-i nevbaharı arar.
Genç doktor, daha 13-14 yaşlarında iken şiire heves duymuştu.
İlk şiirleri, eski tarzda idi. Avrupadan dö nüşünde şiirlerinde yeni bir hayat iklimi belir miş, ruhunda başka bir sanat şeklinin çiçek leri açmıştı. Artık gazel ve onun her beyti ayrı fikirlerde olan usulünü b'rakmiş, şiire dil, hayal güzelliklerde tek bir konu beraber liğini getirmişti.
Cenap 1896 yılında 25 yaşında gençli ğin en ilhamlı çağında Recaizade Ekrem Be yin tesvikile o zamana kadar resimli bir dergi halinde yayınlanan Serveti Fünunda Fikret, Halit Ziya, M. Rauf ve başka arkadaşlarile bir araya toplandı. Ve bu suretle S. Fünun Edebiyatı dediğimiz merhale doğmuş oldu. Cenab'ı burada Şair olarak görüyoruz. Bil
il AK.1RKÖ YDE YATANLAR
nunla beraber Tıbbiyeden çıktıktan sonra memuriyetle Hicaz'a gidi inde yo| duygula rını belirten notlarını (H ac yolunda) adile Serveti Fünun sahifelerinde yay nladı, sonra da kitap halinde bastırd’. Bunlar Evliya Çelebi Seyahatnamesindeki yazılara hiç behzemiyen yeni ve güzel örneklerdi.
Ş İİR L ER İ:
Edebiyatı Cedidenin i!k parlak yıldızlarından olan Cenab'ın şiirleri acaba çok mu parlak, çok mu güzeldi? Acaba bugünden yarına hii- yiik adları intikal ederken Cenap adı ebedî o!abit°c-k mi?
Cenab'ın şiirlerinde o zaman gözleri ka maştıran ilk y^nUik şekilde ve cicili bicili ln- limelerde olmuştu. O bir tabiat şairi idi. Bir şair ressamdı.
Pervane-i zerrin gibi her zühre-i zerrin Titrerdi zümürrütgeh-i lerzan-î çemende
O zaman için bu tasvir ve bıı kelimeler edebiyat severleri hayrette bırakıyordu. Me selâ (Riyah-i Leyo| = Gecelerin Esinleri) şiirinden üç mısra okuyalım:
Ey gizli kebuterlerin aheste sürüdü,
Ey mirvaha-yi lâne-i mürgan, Ey bâd-i h i ra man.
Gece rüzgârının, gizli güvercinleri te sevincine, kuş yuvalarını yelpazes' salına sal na esen yele benzetilmesi, Veznin de (Müstezat) olması a z yenilik miydi? miydi?
Fakat, zavallı Cenap şunu bilemedi ki şiirler çabuk kaybolur, zerrin kelimeler yal dızdan ise solar. Şiirin esas kıymeti onun züm rüt özündedir. Fikret te yenilik getirmişti. Onun da süslü yazıları öldü. Fakat şiirini ha kiki ruh taşlarile ördüğü mısralarile o Cenap tan çok dilde ve müfekkerede yaşıyor.
r - v
Fikret, (Balıkçıları) ile halka, (Ferda) sı ile gençliğin ruhuna (Sis) i ile İçtimaî bünye nin içine girmesini bilmişti. Fakat Cenap ha yır, o yalnız (bad i Şebangâh- (Lâne-i sey- yal-i mezahir) (Kağme-i şeffaf) (Bâd-i Pe- yemres) gibi terkip ve tertiplerde lügat ki taplarından devşirilmiş Arap ve Fars kelime leri içine girmesini bildi.
1908 meşrutiyet inkılâbından sonra Ce- nab'ı şiirden uzaklaşmıştı. Kendisini, o za man çok sevdiren ve eşsiz gördüren neşir ala nında buluyoruz.
Cenabı, biz Bakırköylüler, Türk edebiyat merhalesinde bir yapıcı olarak seviyor, Ser veti Fünün ustadlarrndan birinin ruhunu her gece (Temaşa-yi Leyâl) e dolarak bizimle beraber olmasından yaptığı Bakırköy toprak larını mutlu buluyoruz.
Cenap Şahabettin 1934 şubatında (Nez- fi dimağî) den 63 yaşında ölmüştü. Mezarı istasyonun kuzeyine düşen kabristandadır.
d ^ e n a f t t a n f t o e ç a t o e :
T - y ..:. . 4 . ..
|
İJH
LJCİVÜ
K. ÇINaR
Bir zaman haşmeti hep meydanı Örten bu . ■< çınar . Şirrjjdi mazideki dârâtını hasretle anar.
Kubbesinden bile köy mescidinin aşmıştı. Kökleri öyle temellerdi ki sadr-*ı kürede Zelzele sa!llyamazdı onu, yıkmak nerede! Hem savatlar koca yaprakları gölgeyle yeri.
Hem dökerdi kenarından yere nur incileri, Süslü yaprakları eşti cya yelpazelere.
Sayesi taze .yuvaydı sevişen tazelere. ★
* » t
Şimdi mazideki dârâtını hasretle anar. Bir zaman gölgesi hep meydanı örten bu
-çınar. Eskiden dalları üstünde öten şen kuşlar.
Onu çıpjak ve mukassi bularak uçmuşlar. Dağılıp susmuş o koynundaki şakrak yuvalar.
Bir dikenlik gelir anfek ona zümrüt ovalar. Baş açık bekçisidir sanki o toz tarlasının Gölgesi tulünü ölçer yazın esmer yasının Bir ucu gövdesinin göklere yaklaşmıştı. Son ve çıplak dalı âfaka el açmış gibidir: Yeryüzünden ve semadan iki yaprak dilenir.
*
A ir
Bir zaman daHarı hep meydanı örten bu
n çınar.
Şimdi mazideki dârâtını hasretle anar;
Kaç asırdır kemirir kuvvetini fırtınalar; ■
Saplanır iğne gib’i göğsüne hırçın rüzgâr; Bir yerinden onu her lâhza tabiat yaralar; Kütüğü bir kovuk olmuş, içi boşluk ağlar. Astı yaz kof ağacın üstüne parlak güneşi Onu hiçbir güneşin lâkin ısıtmaz ateşi.
Temmuzun karşısına küfle giyinmiş çıkacak; Yaşının kısmeti bir parça yosundur ancak.
* * +
Şimdi mazideki dârâtını hasretle anar Bir zaman gençliği hep meydanı örten bu
çınar. Emdiği köklerinin gerçi ölümdür yerden. Yıldırımdıir başının umduğu yükseklerden. Yıldırımdır başının umduğu yüksek'erden,
Olacak belki yarın makberei hatırası, Kocamış cismi, fakat düşmeye razı olamaz, Sarılır toprağa estikçe o kahir poyraz.
1925
T t t 4 * t t t t t t t t t t t ♦1
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi