Mahkeme
başkanı
her
nedense bizim adlarımızı
Farsça kaidelere göre bi
rer "terkibi vasfî" şekline
sokarak "Tahsini
"Hamedallahı Suphi", "R e
fiki Halit" ve " Yakubu Ka
d e r i" d iye söyl üyor du.
Buna, bir de meşhur hicivci şair Eş-ref'in adını taşıyan b ir derginin çirkin ve kaba bir sataşması karışmasın m ı? Bunun üzerine arttk tahammülümüz taş mıştı. İlk futbol ekipinden yetişme ve şövaleresk mizaçlı Tahsin Nahit önde olmak üzere bir Fecri Âti'liler grupu, hemen o dergi idarehanesine gitmiş ve epeyce sert bir şekilde imtiyaz sahibin den hesap sormaya kalkışmış, o adam da topumuzu birden dayakla tehdit id- diasiyle mahkemeye vermişti.
Lâkin, bu muhakeme îtk duruşmadan itibaren misti görülmemiş bir komedya haline girmişti. Şöyle ki, mahkeme baş kanı her nedense bizim adlarımızı Fars ça kaidelere göre birer »terkibi vasfî» şekline sokarak Tahsini Nâhit', 'Hame- dallahı Subhi', 'Refiki Hatid' ve 'Yakubu Kaderi' diye telâffuz ediyordu. Biz de kendimizi kahkahalarla gülmekten zor tutarak sanık sıralarına dizilmiştik. Fa kat, asıl en gülünç hâdise «Eşref» der gisi sahibinin vakaya şahit olarak gös terdiği Baha Tevfik'in, hâkimleri şaşkı na çeviren ve arkamızdaki dinleyicileri kızdıran ifadelerinden doğacaktı. Baha Tevfik, Alman filozofu Büchner'in «M ad de ve Kuvvet» adlı eserini dilimize çe virmekle ve zamanına göre pek acayip sayılan paradokslar yapmakla tanınmış bir yazardı ve benim de İzmir İdadisi arkadaşlarımdandı. Hâlâ gözlerim önün dedir: Gayet ağır adımlarla ve bir pro fesör ciddiliğiyle hâkimlerin önüne gel miş ve aynı tavırla yemin ettikten sonra şöyle dem işti:
— «Muhterem hâkimler heyeti; ifa demi vermezden evvel sîzlere bir hususu arz etmek isterim : Marazı edebiyat de nilen bir ruhî hastalık vardır. Buna müp telâ olanlar — ki onlardan biri de ben- denizim — hakikati hayalden bir türlü ayıramazlar. Binaenaleyh, (bizi göste rerek) bu zevatı ben «Eşref» mecmuası idarehanesinde mi gördüm, başka bir yerde m i? İçlerinden hangisi ne demişti? Hangisi kimin üstüne bastonla yürümüş tü? Bilmiyorum. Bütün bu vakaya dair hâtıralarım zihnîmin içinde dans ediyor.»
VERİLEN HÜKÜM
Bunun üzerine, Başhâkim, Baha Tev- fik'i daha ziyade konuşturmaya lüzum görmeyerek arkadaşlarıyla birkaç daki kalık bir danışmaya çekilmiş ve dâvayı şu şekilde bir neticeye bağlamıştı:
«İşbu dâvanın mesnedi hayalâttan iba ret olduğu anlaşılmakla maznunların be- raetine ve mahkeme masraflarının
müd-20
deiden tahsiline karar verilmiştir.» Bu suretle Fecri Âti adalet ve hukuk ça temize çıkmıştı ama, halk arasında yeni bir dedikodu konusu olmaktan kur tulamamıştı sanırım. Fakat, ben o dedi kodular üzerinde durmaya hiç lüzum görmüyorum. Zira, bunlar çok geçme den birer sabun köpüğü gibi dağılıp git mişti. Lâkin, o sıralarda Selânik'te Ziya Gökalp'in yöneticiliği altında çıkmakta olan «Genç Kalemler» dergisinin aleyhi mize açtığı kampanya bu neviden değil di. Zira, bu kampanyanın, bence, fikrî bir değeri olduğu kadar, ciddiye alma mız lâzım gelen bir politik karakteri de vardı. Genç Kalemler yazarları bizi Ede biyatı Cedide'nin kozmopolit çığırını de vam ettirmek ve onun melez dilini kul lanmakla itham ediyorlardı. Bundan baş ka, ortaya bir «Yeni Lisan», bir Millî Edebiyat bahsi atmışlardı.
Oysa, biz, tam bunların istediklerini yapmakta olduğumuz kanaatinde idik. Nitekim, hepimiz değilse bile, Refik Ha- lit'le ben, hikâyelerimizi gittikçe sade leşen bir Türkçe ile yazmakta ve hikâ yelerin konularını İstanbul şehrinin dar ve kozmopolit çevresine inhisar ettirme- yip bütün memleket hayatından almak ta idik. Evet, Refik Halit — kİ, halis bir İstanbul çocuğudur — ilk yayınlanan hikâyesinde bize bir köylü kızının ör neğini vermişti ve bunu, günün birinde «Memleket Hikâyeleri» adı altında top ladığı Anadolu kasabalarının canlı ve realist tabloları takip edecekti. Ben ise, İstanbul'a ilk defa on yedi yaşında ayak basmış bir genç olmam itibariyle ancak Anadolu'dan bahsedebilirdim, Nitekim hikâyeciliğe birinci ve ikinci adımımı teşkil eden «Baskın» ve «Bir Kadın Me selesi» eserlerimin konusunu hep Mani sa'da görüp işittiğim olaylardan almı- şımdır.
Dit meselesine gelince, biraz yukarda söylediğim gibi, gerek Refik Halil'in, gerek benim üslûbum, daima sadeliğe doğru gelişmekte idi ve bir gün gelecek, Genç Kalemler dergisinde «Yeni Lisan» denilen ağdasız ve temiz Türkçenin en munîs örneklerini vermek — en az o derginin baş yazarı Ömer Seyfettin ka dar — bize nasip olacaktı ve yine gü nün birinde, bu cereyanın büyük önderi Ziya Gökalp, eski edebiyatçıların da bu
lunduğu bir mecliste, kendisine: «Üs tadım, lisanımızdan Farisî ve Arabî kai delerine göre yapılan terkipleri çıkarıp atalım mütalâasında bulunuyorsunuz. Fa kat, şimdiye kadar genç ediplerimiz ara sında bu şekilde yazı yazmaya kjpı mu vaffak olabilmiştir?» sualini soran Ce nap Şahabettin'e, parmağının ucuyla be ni göstererek: «İşte bu!» diyecekti. Bundan birkaç yıl sonra çıkardığı «Yeni Mecmua» da başyazarlık vazifesini Refik Halid'e verecekti.
GENÇ KALEMLER
Lâkin, ne yazık ki, iş bu sonuca va
rıncaya kadar Genç Kalemler'le Fecri Âti'nin organı olan Serveti Fünun ara sındaki polemikler çok çirkin bir şekil almıştı.
Bu polemikler esnasında benim en çok hücum ettiğim «Yeni Lisan» tâbiri idi. Muarızlarımız maksatlarını «sade Türk çe» veya şimdiki deyimiyle «Oz Türkçe» şeklinde ifade etselerdi bu hücumlara belki de hiç lüzum görmeyecektim. Be nim nazarımda Yeni Lisan, yeniden bir dil icat etmek mânasını taşıyor ve böy le bir hareket bana tabiatı eşyaya, man tığa, sağduyuya aykırı görünüyordu. De mek oluyor ki, dil dâvası ortaya yanlış bir formülle konulmuş bulunuyor ve bu yüzden onlarla bizim aramızda bir kör- dövüşüdür alıp yürüyordu. Bereket ver sin ki, Fecri Âti'nin o zamanki başkanı Hamdullah Suphi'nin tavsiye ve telkin leriyle, çok sürmeden, Selanik'ten gelen ve nerede ise politik tehditler mahiye tini almak istidadını göstermekte olan sesleri cevapsız bırakmaya karar ver miştik.
Aramızda yalnız Şahabettin Süleyman bu karara uymak istemedi ve Genç Ka lemlerin şiddeti gittikçe artan hücumla rına, «Rübap» adıyla çıkan bir dergide tek başına aynı şiddetle karşı koymakta devam etti, tek başına dedim; hayır, Şa habettin Süleyman'a bu dergide kalem arkadaşlığı eden bir yeni yazar vardı: Ali Naci (1 ). Kimdi bu Ali Naci? Hiçbi rimiz tanımıyorduk. Fakat, polemik ala nında bazı bazı Şahabettin Süleyman'ı geride bırakan hamleler gösterdiğine şa hit oluyorduk. Her İkisi de yalnız Selâ- nik cephesine karşı mücadele etmekle kalmıyordu. Edebî şöhret ve otorite na mına ne varsa yıkmak için yarışa giri şiyordu. Ali Naci kendi adaşı Muallim
(1 ) Burada bahsi geçen yazar, M il
liyet gazetesinin
kurucusu A li Naci
Karacan’dır.
Naci'yi, bir kere daha mezara sokmak ister gibi bir yaylım ateşine tutuyor; Sabahattin Süleyman ise sırasıyla Edebi yatı Cedide'nin — Faik Âli ile Celâl Sa- hir hariç olmak üzere — hemen bütün şairlerine, romancılarına ver yansın edi yordu.
Günün birinde Ali Naci'nin aklına — bilmem neden — Hüseyin Rahmi'ye çatmak gelmişti ve bu hareketi, vaktiyle, Lâstik Sait'le Ahmet Mitat Efendi ara sındaki hâdiseyi hatırlatan bir şekil al mıştı. Hüseyin Rahmi gayet titiz ve alın gan bir insandı. Ali Naci aleyhine türlü küfürlerle dolu kocaman bir yergi kitabı yayınladı. Ali Naci de aynı büyüklükte bir kitapla onu yerine oturtmak istedi. Fakat, heyhat! Kırk beşine veya ellisine ayak basmış o ünlü halk romancısı ile çocukluk çağından gençlik çağına henüz geçmiş bu toy yazar arasındaki kavga bir dram halinde başlayıp bir komedya şekline girmiş ve çok geçmeden bugün kü sinema edebiyatında «happy end» denilen bir sonuca ulaşmıştı.
Ben, o sıralarda Ali Naci ite tanış mış bulunuyordum. Zira, birkaç zaman önce, bir akşam geç vakit, Şahabettin Süleyman onu Kadıköyde oturduğum eve getirmişti ve ben, Ali Naci'yi görür gör mez hayret içinde kalmıştım. Vay, Rü- bab'ın kâh baş sayfasında edebî tenkit ler, kâh iç sayfalarında serbest nazımlı şiirler yazan bu muydu? Evet, ortalığı karmakarışık eden bu yazar ve şair, da ha iki, üç yıl evvel Tahsin Nahit'le Kuş dili çayırında gezdiğimiz günlerde sık sık ras geldiğimiz ve bisikletiyle etra fımızda, durmadan fırıl fırıl dolaştığını gördüğümüz kısa pandolonlu çocuktan başka biri değildi.
Şahabettin Süleyman, Rübab dergisin de yalnız bu körpe istidada gelişme im kânını vermekle kalmamış, hece vezniy le şiirler yazan bir hanımı da basın âle mine tanıtmıştı: Ihsan Râif. Bu isim.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi