• Sonuç bulunamadı

Abidin Dino'nun İstanbul vasiyeti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abidin Dino'nun İstanbul vasiyeti"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BIDIN DINO’NUN

İSTANBUL VASİY

Mine G.SAULN IER

■■■

‘Dünyanın n geniş caddesi Boğaziçi’dir’

i IL ) Abidin Dino, Mecitözü ve Adana sürgünlerin- V » den sonra artık barınamadığı Türkiye’yi 1952 yı­ lında terketti. İstanbul vurgunu ve yedi göbek

is-Z)

- >

___ı

ZJ

m

tanbullu Abidin, düşlerine giren, burnunda tüten İstanbul’u otuz yıl sonra ilk kez 1991 yazında görebildi.

Bu röportaj, Abidin Dino ile otuz yıllık bir ara­ dan sonra İstanbul’a dönüşünün ardından, İstan­ bul’a bakışı üzerine yapılmıştır. Arada dünyada yı­ kılan komünizm üzerine bir anlamlı tümcesini de içerir. Abidin Dino, anılarını anlatan, kolay röportaj alınan bir insan değildi. Bu röportaj yapıldıktan birkaç gün sonra ağır bir ameliyata girmesi karar­ laştırıldı. Ve Abidin Dino, röportajı “bir süre” yayın­ lamamamı istedi benden. İyileşecek, sesi düzele­ cek ve üzerinde birlikte ça lışa c a k tık . Olm adı. “Dost” Abidin, 7 Aralık sabahı sonsuzluğa kavuş­ tu. Sanatçı Abidin’in “İstanbul vasiyeti” sayılabile­ cek sözlerini içeren bu röportajın, Abidin Dino’ya son bir selam olarak, artık Türk kamuoyuna mal edilmesi gerektiğine inanıyorum.

M. S.

BULM ACA

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

SO LD A N SA Ğ A : 1- Zihnin genel düşünceler yap­ ması işlemi ya da özelden genele geçiş, tamim. 2- Bir şeyin içindeki öz - Asya'da bir akarsu. 3- Kimyada sodyumun simgesi - Eski Yunan şehirlerinde, en ö- nemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale. 4- Aşırı sıkıntı ve güçlük - Büyükler, cet. 5- Lezzetli - Yayla atılır. 6- Bartın iline bağlı bir ilçe. 7- Yılın o- nuncu ayı - A kılla ilgili, akla dayanan. 8- Öte - Gele­ cek zaman, istikbal. 9- Şimdi, şu anda - Sırtta taşınan ük. 10- Anahtar - Başlıca belirtisi kısa, çabuk, değiş­ en güçte iradedışı hareketler olan bir hastalık. 11- Su (Eski dilden) - Kara taşıtlarının ön kısmında bulu­ nan, yolu aydınlatan ışık verici. 12- Kovuşturma - Bir tür cetvel.

YU K A R ID A N A Ş A Ğ IY A : 1- Bir işlemin sonucu olan genel kavram, yargı, bilim yasası, ya da kuram - Bi­ nek hayvanı. 2- Etek ucuna doğru genişleyen giysi - Kalabalık. 3- Kimyada nikelin simgesi - Evlenme. 4- Fazla bön, avanak : Yararlar, faydalar. 5- A ynı, aynı biçimde - Tanrı. 6- Ingiltere'de bir soyluluk sanı - A y­ lık - Eski M ısır'da bir Tanrı. 7- Yankı - Türe, adalet - İ- lave. 8- Ucu halkalı cıvata - Bir tür kayak iniş pisti ve bu pistte yapılan kayak yarışı. 9- Yetkeli. 10- İlgi - Ye­ rine koyma, yerine kullanma.

D Ü N K Ü B U LM A C A N IN Ç Ö Z Ü M Ü :

SO LD AN SA Ğ A : 1- G en, Mesela. 2- Eğinik, M il. 3- Nisan, Liva. 4- Lakap, Rab. 5- Sipariş, Ra. 6- İm, Re­ yon. 7- Ta, Araba. 8- A z, Tonoz. 9- M uz, Lat. 10- E- meç, Koruk. 11- Karapara. 12- İmalat, Naz.

Y U K A R ID A N A Ş A Ğ IY A : 1- G en, Sinameki. 2- Eği­ lim, Zum . 3- Nisap, Zeka. 4- Nakarat, Ç al. 5- Minare, Ot, Ra. 6- Ek, Piyan, Kat. 7- Şorolop. 8- Emir, Naza­ ran. 9- Livar, Tura. 10- Alabacak, Kaz.

P

dördüncü ARİS’in on bucağında bir apartman. Belediyenin sosyal konut­ larından. Dokuzuncu katta, minik, ama dubleks ve Fransa'nın hatırı sayılan sanatçılarına ya da “konuk sanatçılarına” ucuz kira ile verilen, ışıklar kenti Paris’i kuşbakışı kucaklayan bir daire. Güzin ile Abidin’in evi. Türkiye’den gelen lokum­ ların, badem ezmelerinin ikram edildiği, duvarların Abidin resimleri, yerlerin Türk kilimleri kaplı olduğu ve Türkiye’den gelen dostların Türk sahillerinden getirdiği çakıl taşlarının, değerli birer biblo gibi sergilendiği yurt köşesi.

Abidin, her zamanki şıklığı ve zarafetiyle masa başındaki el işi tahta koltuğunda oturuy­ or. Yanında ve üstünde Güzin’in dikkatli, sevecen gözleri.

- Abidin, otuz yıl sonra İstanbul’a dönüşten ne kaldı geriye:

Dino: - İstanbul’un tadı damağımda kaldı. O tat da bana yeter.

- Hangi duygularla gittiniz İstanbul’a ve hangi duygu­ larla döndünüz?

Dino: - Hasretle gittim ve hasretle döndüm. Belki benim için İstanbul, yapılardan ve coğrafyadan fazla, insanların kendisi. Bana kimseleri göre­ meyeceksin, bulamayacaksın demişlerdi. Oysa sevdiğim İstanbul’u, olduğu gibi bul­ dum. insanlar orada, insanlar dediğim zaman, yalnız tanıdıklarımdan söz etmiyo­ rum. Tabii eski dostları tekrar bulmak müthiş bir sev­ inç. Fakat bir de tanımadığım dostlar var. Sokakta rast­ ladığım, kahvede rastladığım, bir takside rastladığım dost­ lar. Herhangi bir lokantada rastladığım insanlar da var. Bunlar, bıraktığım

İstanbul’daki insanların tıpkısı. Fazla bir değişiklik yok. Belki şöyle bir şey söylenebilir: Anadolu insanı, çok daha kalabalık artık İstanbul’da. Ama ben Anadolu insanını zaten seviyordum Anadolu’da. Onları

İstanbul’da görmek de aynı sevginin bir devamı.

- Bıraktığım gibi buldum

insanları demiştiniz. Nasıl bırakmıştınız insanları? İyiler miydi, hoşlar mıydı hepsi? Çünkü siz az çile çekmediniz Türkiye’de. Size acı çektirenler de insanlar değil miydi?

Dino: - Anımsadığım insan­ ların hepsi iyi. İyi olmayan­ ları zaten unutuyorum çabu­ cak.

- Size garip gelmiyor mu, insanların bunca iyi olduğu ülkemizde her şeyin pek o kadar iyi olmaması? İnsan­ lar da belki temelinde sizin

eryüzünde. Örneğin, omünizmi ölmüş sayıyorlar bütün dünyada. Öysa tabut, bence boş. Tabutta kimse yok. Boş bir tabuttan söz ediliyor. Bir şeyin ölmesi için önce var olmuş olması gerekir. Var olmamışsa, zaten ölmesine imkan yok. Neyse, bu konu o kadar çapraşık ve zor bir konu ki, bunu iki - üç sözcük­ le özetlemek çok zor.

dediğiniz kadar iyi değiller...

KOMÜNİZM ÖLDÜ MÜ? Dino: - Galiba bu bütün dünyaya özgü bir nitelik. Bu durumun yalnız Türkiye’ye özgü bir kabahat olduğu söylenemez. Yaşadığımız gün­ lere bakın. Hele ağustos ayında yaşananların yaşandığı 1991 yılının ne kadar acayip bir yıl olduğunu görüyoruz. Bu geçen günleri iki şekilde yaşamak mümkün. Bir tanesi, bunun büyük bir dram olduğunu bilmek ve o dramı, dramatik bir yorumla karşılamak. Bir tanesi de Nasreddin Hoca yöntemini uygulamak. Yani her şeye rağmen, bütün acılara rağmen gülmesini bilmek. Hiç değilse gülümsemesini... Bende eski bir huydur. Ameliyata gider­ im, yahut da ameliyattan yeni çıkarım, gülmeye çalışırım. Bu kişisel bir özellik. Ama galiba toplumun içinde de aynı tepkiyi göstermeye çalışırım oldum olası. Böylelikle pek yaşlı bir çehre sergilemedim hiç.

Üstelik garip şeyler oluyor

“Hasretle gittim

ve hasretle

döndüm. Belki

benim için

İstanbul,

yapılardan ve

coğrafyadan

fazla, insanların

kendisi. Bana

kimseleri

göremeyeceksin,

bulamayacaksın

demişlerdi. Oysa,

sevdiğim

İstanbul’u,

olduğu gibi

buldum. Bunlar,

bıraktığım

İstanbul’daki

insanların

tıpkısı”

İstanbul’a gelince, otuz yıl sonra geriye dönüşümden bana imgeler kaldı. Ressam olduğum için her şeyden önce imgeler kaldı. Bazdan sev­ inçli, bazdan daha az sevinçli, hatta acı diyebüirim.

SANDALCI KÜREKLERİ - Birkaç örnek verebilir misiniz?

Dino: - isterseniz acılardan başlayalım. Örneğin size garip gelecek, daha başka dertler yokmuş gibi, ama küreklerin değişmesine çok üzüldüm.

- Hangi küreklerin? Dino: - Sandalcı kürek­ lerinin... (Gülüşmeler.) Ne gibi diyeceksiniz? Tabii galiba sizin yaşınız müsait değil gerçek küreklerin nasd olduğunu bümek için. Tutunma yerinin hemen yanında lobut gibi bir şişkin­ lik vardır gerçek küreklerin. O şişkinlikten sonra kürek incelir ve müthiş bir denge içinde kürek çekilir. Şimdi bütün kürekler dümdüz. Felaket.

- Ben sizin dediğiniz eski­ leri anımsıyorum, yenileri­ ni farketmemişim!

Dino: - ikinci acı: Sandallar müthiş azalmış. Üç:

Kayıkhaneler tıkanmış. Oda haline sokulmuşlar.

Kayıkhaneler çok az kalmış. Birçok evin kayıkhanesi kalkmış ortadan. Sahipleri yer kazanmak istiyor

anlaşdan, ya da denizden gele­ cek bir tehlike falan sezinliy­ orlar herhalde kendilerine. (Gülüşmeler.) O yüzden birçok kayıkhane kapalı. Bu ne demek? Bence, bu bir deniz uygarlığı olduğumuzu unut­ tuk demek. İstanbul kentinde denizle çevrili olduğumuzu unuttuk. İstanbul’u terkettiğim yıllarda henüz bunu biliyorduk.

Dünyanın en geniş caddesi, Champs Elysees’nin yüz misli, bin misli geniş caddesi İstan­ bul’dadır ve Boğaziçi’dir. Sırtımızı çevirdik o muazzam caddeye, otomobillerle daracık yollarda gidip geliyoruz. Boğaz’ın bütün anlamı, sudan kenti seyretmektir. Oysa vapurlar azalmış, denizle ilgili insanlar azalmış. Zaten denize girmek de maalesef doğru nedenlerle çok zor ve sağlığa zararlı olmuş.

YARIN:ISTANBUL’UN

s ir t i d e n i z e d ö n ü k

(2)

M İLLİY ET 20 ARALIK 1993 P A Z A R TESİ-25

TURHAN

SELÇUK

aramatarama

S

onlk

VERMEZ,. $ALÎHA

v

t>A ORîA

DAYOKruF^..

VAKAİAVA-MAPIHIZ HA?.Y YOR, HÎC&lR YERDE

Y

TE BE, ^ERİE

ULAH DEPREM \

YÖK.

/

ÇiR(h'$î YOK

D1$A,Y

a ta îi

-

MtfDA

ÖlECEk-SÎNİZ .

ink ink!.. _

BûÂU...BöklLA..

a ...

cağim

— (

VAPMAVlN OLU

VOFUiML

SÜ R EC EK

B ütün yabancıların, turist

dediğimiz acaip yaratıkların, h atta

bizlerin İstanbul’da sevdiğimiz

şey, şehrim izin başka şehirlere

benzem em esi. Şehrimizin

süüetinin bozulm am asını

istiyoruz. Oysa şehrin göbeğine,

en olm ayacak yerlere gökdelenler

dikiyorlar

Bir aralık İtalya’m a Floransa

kentinde bir gökdelen yapm aya

kalkıştılar. Floransa halkı

sokaklara döküldü ve engel oldu.

Londra’da, Hyde P ark’ın yanında

bir gökdelen yapıldı, fakat ondan

sonra yükselen protesto sesleri

sayesinde ikinci b ir gökdelen

yapılm adı

¿Sırtını

denize

gönmüş

İstanbul

SKİ dostları tekrar bulmaktan müthiş sevinç duyduğunu söyleyen Abidin Dino, İstanbul’daki insan­ ları yapılardan ve coğrafyadan daha önde tutuyor. Özlemini duyduğu aslında tanıdığı ve tanımadığı tüm insanlar. O nedenle ben üstüne gidiyorum:

- Belki de o sevdiğiniz Anadolu insan­ ları yüzünden azalmıştır denize ilgi ve Boğaz’ın işlevini bilen insanların sayısı?

Dino - Emin değilim. Öyle de olsa, öğret­ memiz gerekirdi bu insanlara denizi. Vapurları azaltan Anadolu insanı değil. O işi idare eden kimseler. Yüz bin kişi de kalmış olsak gerçek İstanbullu, o yüz bin kişinin deniz kültürünü sürdürmesi ve sahip çıkması gerekirdi denize dönük yaşama. Bunun yanısıra iyi şeylerden de

BULM ACA

1 2 3 4 5

SO LD AN SAĞ A : 1- Arka, bir şeyin sonra gelen bölü­ mü - İç yan, iç bölüm. 2- Öyunaa arkadaşlarına baş o- lan çocuk - Bir sayı. 3- Sayıları göstermek için ^kullanılan işaretlerden her biri - Bir iskambil oyunu. 4- Bir ilimiz - iskambilde birli. 5- Oyunda cezalı çocuk - Akümülatö­ rün kısa adı. 6- O je çıkartmaya yarayan bir sıvı - O y. 7- Parlak olmayan, donuk - Titreyiş, ürkme. 8- Dumanın değdiği yerde bıraktığı kara leke - Su (Eski dilden) - Ka­ saplarda satılan kesilmiş hayvan. 9- Bir tür hafif ve kaba ayakkabı - isyan eden, isyankar. 10- Pozitif elektrot - Y ı­ lan. 11- Asklı mantarlardan, toprak içinde yumru biçim­ de yetişebilen, yenilebilen bir bitki, yermantarı. 12- Ta­ rih öncesi tanrıların efsaneli serüvenlerini anlatan değer­ li öyküler - Slavların batı kolundan olan bir ulus.

YU KA R ID A N A ŞA Ğ IYA : 1- Araba üzerine gerilerek kenarları arabanın korkuluğuna tutturulan ve içine sa­ man ya da tahıl doldurulan büyük kıl çuval - Kibarca ol­ mayan, bayağı. 2- G öz rengi - Doğrusu, doğrusunu is­ terseniz. 3- Aynı amacı güden kimseler arasındaki çekiş­ me, yarışma - Geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğe­ niye uygun olan. 4- Tanrı buyruklarını yerine getirme, tapınma - Yöntem. 5- Fakat, lâkin - Nispet - Müzikte bir nota. 6- Meslek, uğraş - Emile Zola'nın bii yapıtı - Ba­ yındırlık. 7- Zanaat öğrenmek için bir ustanın yanında çalışan kimse - Bir işaret sıfatı - Kızılalev rengi. 8- Yapay reçine verniği ve tutkalı üretiminde kullanılan temel ge­ reçlerden beyaz, billursu toz - Vasıta. 9- Avrupa'da b ir başkent - Notada durak işareti - Hangi şey. 10- Gerekli kararları almayı bilen kişinin niteliği.

D Ü N KÜ BÜLM ACANIN Ç Ö Z Ü M Ü :

SOLDAN SA Ğ A : 1- Genelleme. 2- Evin, Oka. 3- Na, Akropol. 4- Eziyet, Ata. 5- Leziz, O k. 6- Amasra. 7- E- kim, Akli. 8- Mavera, Ati. 9- Elan, Şelek. 10- Açar, Kora. 11 - Ab, Far. 12- Takibat, Te.

YU KA RID A N A ŞA Ğ IYA : 1- Genelleme, At. 2- Evaze, Kalaba. 3- Ni, izdivaç. 4- Enayi, Menafi. 5- Keza, Rab. 6- Lort, Maaş, Ra. 7- Eko, Hak, Ek. 8- Mapa, Slalom. 9- Otoriter. 10- Alaka, İkame.

söz edeyim biraz. Birçok yalı onarılmış. Tabii arada hangi­ lerinin yandığını çok iyi biliyo­ rum. Hatta hayatımda bir yapı için ağladığımı pek az

anımsıyorum. Hasip Paşa Yalısı yandığı sırada, fotoğrafını görmüştüm Paris’te aldığım Türk gazetelerinde. Ağladım. O yalı, on sekizinci yüzyıldan kalmış olmasına karşın, dünyanın mimari şaheserlerinden bir tane­ siydi. İçini dışını çok iyi

bilirdim.

Bazı yalılar tamir edilmiş, onarılmış ve büyük bir çaba göstererek eski halleri sürdürülüyor. Fakat buna

karşılık, Türk mimarisinin en büyük sivil yapısı, Köprülü Yalısı çürüyüp suya düşmek üzere. Yani elimde olsa, tek başıma sokaklara dökülüp Köprülü Yalısı’nı kurtaralım diye bar bar bağırabilirdim. Ve

etrafımdaki herkese bunu söylemeye, anlatmaya çalıştım. Bir taraftan olur olmaz şeylere sarfedilen milyarları düşünüyorum. Bir taraftan bütün dünya mimari şaheserlerinden bir tanesinin yok olmak üzere olduğunu söylemek zorunluluğunu duyuyorum. Belki bu röportaj buna yardımcı olur. 1 Bence Köprülü Yalısı’nm

kurtarılması, bütün yapılan işlerden daha önemli. Herhalde bir helikopter parasına bütün Köprülü Yalısı kur- tarılabilir,

' - Hangi tür bir helikopterin parasına Abidin?

Dino - (Gülümsüyor Abidin:) Herhangi tür bir helikopterin parasına...

BOĞAZ’IN SAHÎBÎ İSTANBUL - Boğaz’ı çok seviyorsunuz değil mi?

Dino - Evet. O Boğaz’ın sahibi İstanbul, büyük bir deniz yoksulu gibi yaşıyor. Vapurlar azalmış. Yok gibiler. Sırtını denize dönmüş İstan­ bul.

- Peki yeni deniz otobüslerini nasıl buluyorsunuz? Onlar suda gelip gidiyor ama, suya değmiyorlar galiba...

Dino - Ama adaya çabuk gitmek çok büyük bir kabahat değil. O kabahati ben de işledim ve sevinçle işledim. Doğrusu Büyükada’ya bir an önce kavuşmak çok da çirkin bir şey değil. Ama İstanbul’da daha uzun süre kala­ cak olsaydım, mutlaka eski vapurlar­ dan birine binmek, çayımı yudumla­ yarak yanlındakilerle konuşmak ister­ dim. Deniz otobüslerinde, insanın yanındakilerle konuşacak zamanı olmuyor. Göz açıp kapayıncaya kadar Büyükada’da buluyorsunuz kendinizi.

Haliç’i göremedim. Sultanahmet’i hayal meyal gördüm, Süleymaniye’yi göremedim bu yolculuğumda. Beyazıt Camii’ni görmedim, Çınarlı kahveye

Abidin Dino,

küreklerini

beğendiği bir

kayık içinde

B

sularında

gidemedim. Görmediklerimi sayacak olsam, gazetenizin sütunları dolar. Demek istiyorum ki, otuz yıl aradan sonra bu kısacık bir ayda İstanbul’a tümüyle kavuştum sayılmaz. Ama şunu söyleyebilir­ im ki, Bebek’ten Kavaklar’a kadar yol, Cote D’Azur’deki yollardan daha temiz. Herkes bunu söylediğim vakit, gözlerini açıyor sizin gibi. Fakat bu doğru. Demek ki oralar­ da birisi bu işi üstlenmiş ve başarmış. Demek ki mümkün. İstanbul’un başka köşelerine de aynı enerji harcansa, aynı çaba gösterilse, şehir temizlenir, azalan ve bütün dünyada azalan çalışma

imkanları, sorunun çözümünü

G 0 » n -... QaoaıY'"""'

^ kolaylaştırmıyor. Görüyorsunuz Fransa’da bile pek çok fabrika, işçilerini kapı dışarı ediyor. Bir yandan yeni teknolojilerin daha az el emeğine ihtiyaç duyması, diğer yandan bir takım krizlerin henüz çözülememesi, sosyal dengesizliklerin düzeltilmesini engelliyor.

İstanbul’u şimdiye dek yöneten insanlar, İstanbul’u hep başka kentlere benzetmek gayreti içinde göründüler. Oysa bu bence gerekli değil. Elbette başka şehirlerin temi­ zliğine özenmek doğru bir şey. Trafik

soru-nunu çözmüş şehirlerin bu sorunu nasıl çözdüklerine bakmak da doğru. Sağlık sorunlarını çözmüş şehirlere de bakmak gerek elbet.

Ama bütün yabancıların, turist dediğimiz acaip yaratıkların, hatta bizlerin

İstanbul’da sevdiğimiz şey, şehrimizin başka şehirlere benzememesi. Şehrimizin özelliği, yaşantı özelliği, yapısal, mimari özelliği dolayısıyla benzememesi. Silüetinin bozulmamasını istiyoruz. Oysa ne yapıyor

kimi yöneticiler? Şehrin göbeğine, en

olmayacak yerlere gökdelenler dikiyor­

lar. Bu kabahati, tarihi olan başka

kentler de yaptı. Fakat çabucak önü alındı. Örneğin Paris’te, Montparnasse Kulesi yapıldıktan sonra büyük bir

gürültü koptu. O tarihten itibaren gökde­ lenlere kentin ancak dış mahal­ lelerinde yük­ selme izni verildi. 1960’lı yıllarda saptandı bu politika.

Bir aralık İtalya’nın Floransa kentinde bir gökdelen yapmaya kalkıştılar. Floransa halkı sokaklara döküldü ve engel oldu. Gökdelen yapılmadı. Londra’da, Hyde Park’ın yanında bir gökdelen yapıldı, fakat ondan sonra yükselen protesto sesleri sayesinde, ikinci bir gökdelen yapılamadı. Bu gökdelen hikayesini, elbette İstanbul’un kenarında, dış mahallelerinde

gerçekleştirmek mümkün. Kentin dış mahallelerinde varsın bir de New York kurulsun. Ancak, tarihi kentin silüetini bozmamak, göbeğine dokunmamak koşuluyla olmalı bu.

YARIN: POLİTİKA ÜZERİNE

ARADA KAYNAMAK

T

ürkiye'nin geleceğini de etkileyecek olan Kürt sorununun nasıl çözülebileceği sorusu toplu­ mun tüm kesim lerinin katılacağı sağlıklı bir tar­ tışmayı zorunlu kılıyor.

A n ca k tartışmanın yeşereceği dem okratik ortam ülkem izde yok. işin daha garibi, demokratik ortamın olm am ası, hiçbir şeyin söylenemeyeceği ya da tartı- şılam ayacağı anlam ına gelmiyor. Tam tersine, öyle şeyler söylenebiliyor ve tartışılıyor ki, şaşıp kalıyor­ sunuz. A m a öte yandan, onlara oranla son derecede masum sayılan düşünceler, birden takibata uğruyor, insanlar tutuklanıp içeri atılıyorlar.

D ü n kü "A çık Pencere "d e Balıkesir'de İnsan Hakları Haf- ta s ı'n ı k u tlay an ö ğ re n cile rin gözaltına alın d ıkla rı a ç ık la n ı­ yor ve ardından da, Prof. Do­

ğu Ergil'in bir dergiye verdiği

demeçten dolayı hakkında so­ ruşturm a a çıld ığ ı b e lirtiliy o r, sonra da olaydaki gariplik vu r­ gulanıyordu. Gerçekten de ga­ rip lik ç o k ç a rp ıc ıy d ı, ç ü n k ü Kürt konusundaki görüşleri yü­ zünden kovuşturmaya uğrayan Prof. Ergil devletin bu konuda­ ki danışm anlarından biriydi.

Bu arada, şaşkın demokrasi­ m izin bugünkü gündem inde, iki gazeteci arkadaşım ız Erhan Akyıldız ile Ali Tev-

fik Berber var.O n lar bugün askeri mahkem e önüne

çıkacaklar.

H e r şeyden ö n ce, iki sivilin askeri m ahkem ede yargılanm aları kamu vicdanını son derecede rahat­ sız etmektedir.

Bu arada G enelkurm ay Başkanlığı sözcüsü A lbay Doğu Silahçıoğlu'nun askeri savcılığın soruşturmayı başlatabilmesi için usulün kendi izledikleri yöntem olduğu yolundaki açıklam asının da kimseyi tatmin etmediğini belirtmek isterim.

A m a bir an için açıklam anın doğru olduğunu var­ saysak bile önem li olan bir ülkede sivillerin askeri m ahkem elerde yargılanm alarıdır. H erhalde bu ko­ nuda parlamentoya, yani sivillere de bazı görevler düşmektedir. Böyle bir uygulam aya izin veren yasa­ ların derhal değiştirilmesi zorunludur.

Kaldı ki, Erhan A k y ıld ız ile A li T e v fik Berber'in davalarının pek de ala sivil mahkem elerde görülebi­ leceğini gösteren emsal kararlar da vardır. Örneğin Sokak Dergisi'nde 1990 yılında yayınlanan bir y a zı­ dan dolayı, derginin Y azı İşleri müdürleri Tuğrul Er- yılm az ile Vedat Z in cir hakkında İstanbul 2 Nolu D G M 'd e , T C K 155 gereği halkı askerlikten soğut­ mak suçundan, dava açılm ış ve dava 29 Ağustos 1991 tarihinde mahkem enin oybirliğiyle verdiği bir k arar so nu cu b eraatle so n u ç la n m ıştır. Y in e aynı m ahkem ede aynı m addeye dayanılarak açılan bir başka dava da 10 Nisan 1991 tarihinde beraatle so­ nuçlanm ıştır. H er iki karar da Yargıtay tarafından o- nanmıştır.

Bu iki o lay da gazeteci arkadaşlarım ızın pek de a- la sivil m ahkem elerde yargılanabilecekleri™ göster­ mektedir.

Z aten h iç b ir d e m o kratik ü lked e s iv ille r askeri m ahkem elerde yargılanm azlar.

İçlerinde çok değerli yargıçların bulunduğu bir gerçek olsa aa, "askeri yargı" ile "asgari adalet"in teorik olarak bir arada bulunabilmeleri olanaksız­ dır. Çünkü asgari adalet, ancak tek rütbesi hakim o- lan ve tayin ile terfii vereceği kararın sonucuna gö­ re komutanının iki dudağı arasında bulunmayan K i­

şiler tarafından dağıtılır ki, bu da askeri yargıda ol­ mayan bir şeydir.

Askeri yargıyı yakından tanıyan biri olarak, onun dem okraside ve halk vicdanında ne büyük yaralar açtığını yaşayarak gördüm.

Şu anda en büyük korkum da, tıpkı geçmişteki bazı olaylarda olduğu gibi, bu duruşmanın sanıkla­ rının da, Türkiye'nin içinde bulunduğu ortamda, şiddet yanlısı şahinler ile demokrasi yanlısı güver­ cinlerin çekişmesinin odak noktasında kalıp, arada kaynayıp gitmeleridir.

Sivil yargı, T C K .'n ın 155. maddesinde tarif edilen suç ile ilgili iki davadaki olayım ıza da ço k uym akta­ dır, beraat kararı verdi.

Bakalım , bugün askeri yargı nasıl bir yol izleye­ cek ve ne karar verecek.

Bakalım , bugün Erhan A ky ıld ız ile A li Tevfik Ber­ ber, kendilerini aşan bir çekişm enin kurbanları ola­ rak, arada kaynayıp gitme sürecine girecekler mi?

AVUKATINIZ

YASAMA DOKUNULMAZLIĞI - II '

işte bu husus çok hatalı biçimde bugünkü Anayasa­ mıza 1924 Anayasası'nın 17. maddesinden gelmiştir. Ancak bu maddede cinai cürm - ü meşhut ayrı tutul­ muştur. Sonra olay 1945 Anayasası'nın 17. maddesin­ de hemen hemen benzer ifade ile ka­ leme alınm ış, biraz dili sadeleştiril­ miştir. Daha sonra pek çok şeyin de­ ğiştiğini kabul ettiğimiz 1961 Anaya­ sa sın ın 79. maddesine çok benzer bir biçimde girmiş, ancak istisna ka­ bul edilen cinai cürmü meşhut, yani cinayetten buçüstü yakalama hali de­ ğişikliğe uğramış ve ağır cezayı gerek- tiren suçüstü hali olarak ifade edil­ miştir. Ve neticede 1982 Anayasa- sı'nın 83. maddesine "Yasama Doku­ nulm azlığı" 1961 Anayasası'nın bir benzeri olarak girmiş, ancak ağır cezayı gerektiren su­ çüstü hali ibaresinin peşine "seçimlerden önce soruş­ turmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesinde durumlar bu hükmün dışındadır" ibaresi takılmıştır. (14. madde Temel hak ve hürriyetlerin kötü­ ye kullanılamaması başlıklı maddedir.)

İşte yasama dokunulm azlığının Türkiye'deki özeti budur. Ama dünyada bu kadar geniş tatbik kabiliyeti yoktur, bazı ülkelerde milletvekilinin dokunulmazlığına birz anlam verilmemekte, suç işleme açısından sade vatandaştan farkı bulunmamaktadır. Bizde de olması gereken budur. Hiçkimseye suç iyleme izni verilemez, dolayısıyla bir kimsenin suç işlediği izlenimi varsa bu­ nun tahkikinden kaçınılamaz. Dolayısıyla bunu araştır­ mak için aslolan araştırmayı engellemek değil tarafsız bir araştırma ortamı yaratmaktır.

T a m e r

H e p e r

(3)

ü

-ABİDİN DİNO’NUN

İSTANBUL

rASIYETİ

Sıcakkanlı

insanlar ülkesi

İsta n b u l gibi dünyanın

en güzel kentlerinden

birinde o m uhteşem su

yollarına sırtım çevirip

pis egzoz gazlanılın

arasında gidip gelmek

azap verici bir iş. Zaten

otom obilde giderken o

m uhteşem kenti

seyretm ek de m üm kün

değü. Can havliyle

gidiyorsunuz her yere

in san ların

sıcakkanlılığı şahaser

bir şey. Bir tesadüf

eseri, İstanbul’da üç

kez aynı şoföre

rastladım . Aynı şoförle

yolculuk ettim. Üçüncü

sefer, şoför boynum a

sarıldı. Kim olduğum u

bilerek d eğil, yahuzca

sem pati duyarak...

BULM ACA

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

SOLDAN SAĞ A: 1- Bir iletkenin uçları arasındaki gizil güç farkı, potansiyel farkı, voltaj - Su (Eski dil­ den). 2- Bir şeyin erebileceği uzaklık - Evlenme töre­ ni sırasında erkeğe verilen ad. 3- Demiryolu - Bir fe­ derasyona bağlı olan. 4- Yönetme, çekip çevirme - Kuş yuvası (Eski dilden). 5- Kimi balıkların iste kuru­ tularak yapılan pastırması. 6- Uyarma, uyarı - İddia, tez. 7- En yüksek askeri unvan, bu unvanı taşıyan as­ ker, müşir. 8- Saygı gösterme, ululama. 9- Malik, sa­ hip - Bebek için nazırlanan yiyeceklerin genel adı. 10- Sert pullu, kısa ve geniş, siyaha yakın esmer bir balık - Ad, ün. 11- Bir tür yabanmersini - Kanun ge­

reğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, din­ lenme. 12- Arıların kovan deliğini kapamak için kul­ landıkları sarı ve yumuşak madde.

YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1- Çeşitli yollara başvu­

rularak filmde yaratılan sıkıntılı, gergin hava, tansi­ yon - Bir ilimiz. 2- Yok etme. 3- ikiyüzlü - Törebilim, ahlakbilim. 4- işaret - Yakaya takılmak için çeşitli bi- -imlerde yapılan bir kuruluşun sembolü sayılacak u- ak kağıt ya da metal nesne - O ylum lu. 5- Gözde canlılık - Ozan. 6- Fikir, düşünce - Ağırlama - Tanrı­ tanımaz. 7- Maden ocağı ya da maden işletmesi - Küçük bir limon türü - Su (Eski dilden). 8- Kuzu sesi - Kimyada osmiyumun simgesi - Kadın paltosu. 9- Mevki, makam ya da yaş bakımından büyük birine sunulan, bildirilen dilek ya da bilgi - Eğilimi olan. 10- Vücut ısısı - Tüfek, tabanca, kılıç, bıçak gibi silahların uzun demir bölümü.

D Ü N KÜ BULM ACAN IN Ç Ö Z Ü M Ü :

SO LD AN SAĞ A : 1 - Geri, içeri. 2- Elebaşı, O n. 3- Rakam, Remi. 4- Adana, As. 5- Ebe, Akü. 6- Aseton, Rey. 7- Mat, Raşe. 8- is, Ma, Et. 9- Yemeni, Asi. 10- Anot, Mar. 11 - Domalan. 12- Esatir, Çek.

YU KA RID A N A ŞA Ğ IYA : 1 -Geri, Amiyane. 2- Ela, Esasen. 3- Rekabet, Moda. 4- ibadet, Metot. 5- Ama, Oran, Mi. 6- İş, Nana, imar. 7- Çırak, Şu, A l. 8- Üre, Araç. 9- Roma, Es, Ne. 10- inisiyatif.

S

L

ONDRA’dan ve Flo- ransa’dan örnekler ve­ ren Dino, bu kentler­ deki halkın direnmesi ile şehrin doğal görü­ nümü ve sulietini bo­ zan gökdelenlerin ön­ lendiğini anlatıyor. O zaman soruyorum: - Dolmabahçe Sara- y ı ’nın ard ın d ak i Swissotel’i gördünüz mü? Bu yapı yükse­ lirk en D olm abah- çe’nin ardında, kim­ se sokaklara dökülüp yürümedi İstanbul i- çin...

Dino: - Ne yazık... Ama sanırım bu bilinç başlıyor. Bunu nereden biliyorum? Şoförle konuşurken, yol

boyunca rastladığım insan larla

sohbet ederken anladım. Bu bilinç uyanmaya, hatta siyasal bir yön kazanmaya başladı zannediyorum. Nitekim Büyükada’yı korumak ko­ nusunda birtakım kurumlar örgüt­ leniyor, toplantılar yapılıyor, çıkış­ lar oluyor.

- Büyükada’yı nasıl buldunuz yeni düzenlemesinden sonra?

Dino: - Birtakım kusurlar olmuş yine. Ö rneğin kaldırım larda ve surları boşaltmak konusunda bazı hatalar yapılmış. Ama Büyükada’da, ancak İtalya’nın pek az yerinde rastla­ nacak kadar hoş bir 1900 havası esiyor hala. Eski kokuları, güzel ve çirkin ko­ kuları olduğu gibi buldum. At pisliği kokusu, Büyükada’nın özelliği. Otomo­ bil kokusundan bin kat daha sevimli

İstan b u l gibi dünyanın en güzel kentlerinden birinde o muhteşem su yollarına sırtını çevirip pis egzoz gaz­ larının arasında gidip gelmek azap ve­ rici bir iş. Zaten otomobilde giderken o muhteşem kenti seyretmek de müm­ kün değil. Can havliyle gidiyorsunuz her yere. Şoförlerimiz o kadar hızlı ve usta ki, her an hayatınızı kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor­ sunuz. Ama hepsinin büyük usta oldu­ ğunu kabul etmek gerek!

DOST BÎR ŞOFÖR

- Sizin bir şoför anınız da var İs­ tanbul’da...

Dino: - Evet. O insanların sıcakkanlı­ lığı şahaser bir şey. Bir tesadüf eseri, İs­ tanbul’da üç kez aynı şoföre rastladım. Aynı şoförle yolculuk ettim. Üçüncü se­ fer, şoför boynuma sarıldı. Kim olduğu­ mu bilerek değil, yalnızca sempati duya­ rak. Bu kentte üç kez aynı insana rastla­ nabiliyor diye sevinmiş olsa gerek.

Sonra Yeniköy Iskelesi’nin yanında küçücük bir kahve vardır, açık hava kahvesi. Ayakkabılarımı boyatmak is­ tedim. Yaşlı bir boyacı duruyordu köşe­ de. İşaret ettim. Kutusunu getirmeden geldi. Ayakkabılarımı çıkardı, terlikler giydirdi. “Hava alsın ayaklarınız” dedi bana. Bu da yetmiyormuş gibi, ayakka­ bılarımı boyadıktan sonra bağlarını da değiştirm iş olarak getirdi. “Bu eski bağlar para etmez” dedi. Böyle şeyler başka ülkede olmaz. Böyle güzellikler yaşanmaz başka yerlerde.

Kuledibi’nde, o meşhur çekim günü (TRT’den Güneş B uharalı’nın gerçek­ leştirdiği Abidin Dino ve Melih Cev­ det Anday belgeselinden söz ediyor) Melih’i beklerken, bir bakkal dükkanı­ na girdim. Gazeteler orada satılıyor­ muş. Müthiş kalabalık bir bakkal. İki

dakika içinde canciğer olduk. Ama iki dakika içinde. Bakkal, “Nereye gidiyor­ sun, otur, daha konuşacaklarımız var”, diye önlüyordu arkamdan. Bu insanlar, bu sıcaklık, her gün, her an ancak İs­ tanbul’da yaşanabilir.

Yine o çekim günü, istemeyerek, bil­ meyerek Melih’i çok yordum. Ve farkı­ na varmadan çok yordum. Çünkü maa­ lesef, ikide birde yaşımı unutuyorum. Güzin ikide birde bana, “Bu yaştan sonra yapılır mı?” gibisinden laflar edi­ yor. Ve birdenbire hatırlıyorum ki, ger­ çekten çocuk değilim artık. Ama unutu­ yorum. Oysa Melih’i Galata Kulesi’nin tepesine çıkardım. Hızımı alamamış gi­ bi, oradan Cennet Bahçesi’ne, bir de Çi­ çek Pazarı’na götürdüm. Bu olacak şey değildi gerçekten. Güzel güzel bir köşe­ de oturup sohbet etmek varken...

- Melih Cevdet’in yaşma uygun o- larak değil mi?

Dino: - (Kahkaha atarak) Hayır, ha­ yır. Eski delikanlılık günlerimizi hatır­ layarak ben atüdım, ama aslına bakar­ sanız benim de gücüm yetmiyordu. Ne­ fes nefeseydim ben de.

Sonra telefon edip özür diledim Me- lih’ten.

Melih, o günkü televziyon çekiminde tedirgindi. Makyaj yapılmasından falan hoşlanmadı. Haklıydı. Ama koskoca devlet adamları bile televizyon kamera­ larının karşısına çıkmadan önce süslü bayanlar gibi pudralanıyorlar. Demek ki sinema ve televizyonda doğruya var­ mak, yapaylıktan geçiyor. Yalnız sine­ ma ve televizyonda mı? Şiirde bile, gali­ ba doğruyu yakalamak lazımsa, ki la­ zım, yapay birtakım yollardan geçmek kaçınılmaz bir şey.

- Ya resimde?

Dino: - Hele resimde...

Abidin Dino ile bu röportajı yaptığı­ mız günler, Türkiye’nin 1991 erken se­ çimlerine gittiği günlerdi. Ve Abidin, “Türkiye’nin bugünkü politikası” hak- kmdaki soruyu yanıtlamayı: “O kadar uzun boylu değil...” sözüyle reddederek, siyasal partilerimiz hakkında şu değer­ lendirmeyi yapmakla yetinmişti:

“Gazeteleri dikkatle okuduğum halde,

partilerin ne istediğini anlamış değilim. Ve korkarım benim gibi bütün vatan­ daşlar da bir şey anlamış değil. Yani partiler niçin seçime giriyorlar, hangi programı uygulamak üzere seçime giri­ yorlar, bu açık seçik değil. Buna karşı­ lık, Seguela hakkında bol bol haberler okudum, bilgim arttı. Hangisinin gülü, hangisinin dikeni seçeceğini okudum.

Oysa bunlar Türkiye’nin sorunlarıyla ilgili şeyler değil.

Siz partilerin sözcüğe döktükleri ifa­ delerde bir frak görebiliyor musunuz?

ANAP, SHP ve DYP arasında bir fark var mı sizce?

Ben böyle bir fark görmüyorum. Nitekim, bugünkü gazetede okudum, İnönü diyor ki: Kiminle olursa olsun koalisyon yaparız... Evet, aynen böyle diyor, aynen.

Eh, durum böyle olduktan sonra me­ sele kalmıyor, herkes herkese benziyor. Zaten, ona bakarsan TKP de ANAP’m iktisadi konulara yaklaşımını çok beğe- niyormuş... Daha ne diyeyim?”

ŞÖVALYELERİN SONUNCUSU Abidin Dino’nun sesini kaydettiği­ miz teyp bandı, ki artık bizim için kut­ saldır, burada bitiyor. Abidin Dino, geçmişten konuşmak istemedi ve yurt dışında bulunduğu otuz iki yıl boyunca Türkiye’yi karalayıcı, kötüleyici bir de­ meç vermekten, çektiklerini anlatmak­ tan kaçındı. Abidin, usta kalemiyle her şeyi kendisi yazmak istiyordu. Efendi­ ce, kişisel zarafetine yaraşır biçimde. Yazmak istiyor muydu gerçekten?

Bilmiyoruz.

Biz kuşaklar boyudur sözlü bir kültü­ rün çocuklarıyız. Yazıya bir türlü alışa­ madık, ısınamadık. İlerde, daha sonra yazarım derken, bir gün çok geç olaca­ ğını bir türlü kavrayamadık.

Abidin, daha güzel, daha iyi, daha e- şit bir dünya için mücadele eden şöval­ yelerin sonuncusuydu. Çilelerle, başarı­ larla dolu bir anılar yumağı, bir tarih parçasını, çok önemli bir geçmişe ışık tutacak tanıklığım, yine toplumsal bel­ leğe geçiremezden Abidin’le birlikte gö­ müyoruz.

BİTTİ

2.1

Referanslar

Benzer Belgeler

MEASUREMENTS: QOL was assessed according to the brief version of the World Health Organization Quality of Life instrument (WHOQOL-BREF), functional balance and gait according to

Incidental Diagnosis of a Large Retroperitoneal Urine Accumulation (Urinoma) on an 18F-FDG PET/CT Scan Performed for Primary Staging of Urothelial Carcinoma. Incidental

Suçun maddi konusunun yokluğu halinde neticenin meydana gelmesi mümkün olmasa da, hareketin yapıldığı ana (ex ante) göre, failin düşüncesi ile netice arasında bir uy-

Sözleşme’nin somut olaya uygulanmasına gelince; Filistin’e göre, olayda diplomatik misyon kabul eden Devlette kurul- mamış ve fakat özel bir uluslararası statüye sahip

turmaların Yürütülmesi, Soruşturma Evrakının Düzenlenmesinde ve Tamamlan- masında Dikkat Edilecek Hususlar” (Genelgeler; http://www.cigm.adalet.gov. Erişim tarihi

Kocanın artık evin reisi kabul edilmemesi ve evlilik birliğini ilgilendiren konularda, ortak ko- nutun seçilmesinde eşlerin ortak karar alması ilkesinin getirilmiş olma- sı,

59 Ancak bugün itibariyle 5510 sayılı Kanun’da, işverenler tarafından sigortalılar için özel sağlık sigortala- rına ve bireysel emeklilik sistemine ödenen tutarların

White, yukarıda gördüğümüz gibi tarihçinin tarihsel alandaki nesneleri ve aralarındaki ilişkileri teşkil eder ve tanımlarken belli bir mecazi çerçeveden yararlandığını,