• Sonuç bulunamadı

Başlık: BİBLİYOGRAFYAYazar(lar):Cilt: 5 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000265 Yayın Tarihi: 1956 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: BİBLİYOGRAFYAYazar(lar):Cilt: 5 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000265 Yayın Tarihi: 1956 PDF"

Copied!
29
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

i

ci

De Lacy O'Leary, Arahic Thought and its Place in History (İslam 'Düşüncesi ve Ta-rihteki Yeri), London, 1954, p. 327.

Bristol Üniversitesi arami ve süryani dilleri lektörü De Lacy O'Leary yukarıdaki başlı-ğı taşıyan kitabını 1922 de neşretmiş, eserin 1939 ve 19'54 de de gözden geçirilmiş ilaveli ' baskıları :yapılmıştır. İslam tefekkür tarihine ait "How the Greek 8cience Passed to Arabs

(Yunan ilmi Araplara nasıl ~eçti)" adlı eserin de sah!bi olan müellif konuy.u ana kaynak-lara müracaat ederek inceleyen ve peşiın hükümlere saplanınadan objektif neticelere varan

batılı nadir ilim adamlarından bir tanesidir. i \

Asrımızın ilk çeyreğinden sonra medeniyet tarihçilerince ortaya ati.lan, her m~deniye-tin kendisinden öncekilere bağlı ve bir balnma onun devamı olduğu fikri tarihi delillerle de desteklenince, kendi kendine doğmuş ve gelişmiş, kökl~ri dışarda olmayan bir Sümer, Hind, Çin veya Yunan medeniyetinden bahseden eski görüş artık taraftar bulamamış ve sert tenkidlere maruz kalmıştır. Müellif de bu yeni görüşü benimseyereık Yunan Süryani Mısır -İslam - Endül'Üs ve Latin hırıstiyan dünyaları arasındakiküıtürel münasebetleri aynı zavi. yeden incelemiştir.

Eser esas olarak onbir bölüme ayrılmıştır. Bunlardan ilki olan "Helenizmin Suryani .Kolu" bölümünde İslamiyete tekaddüm eden yıllarda Suriye, Güneydoğu A..'ladolu, Filistin ve Mİsır'daki tercüme ve fikir hareketleri anlatılı~or. Yeni eflatunculuk, hırıstiyanlık ve paganizm'iın karşılıklı tesirlerinden bahsedildikten sonra telif edileneserIere geçilip bunla-rın tahlilleri yapılıp değerleri belirtiliyor.

İkinci. bölümde "Arap Devri", İslamiyetin zuhuruna geçiliyol'. Mekke ve Medine devir-leri arasındaki zihniyet ve anlayış fankları, dört halife kısaca anlatıldıktan sonra Emevi-lerin fetihleri, eski medeniyet merkezleriyle ilk temaslar, Emevi milliyetçiliği v.s. den bahsediliyor.

üç ve dör.duncü bölüm Abbasilerin iş başına geçmeleri

ve

tercume faaliyetlerine tahsis edilmiş. "önceleri sadece süryaniceden yapılmakta olan t~rcümeler vasıtasıyla Yunan fel. sefe, bb, astronomi ve hendesesi İslam dünyasınca bilinmeye başlamıştır. Kendisinden ön-ceki fikir ve sistemleri hülasa ve tenkid etmiş olması dolayısiyle Yunan felsefi tefekkürü-nün adeta tek temsilcisi olarak Aristo'ya büyük ön.em verilmiş, onu öğrenmekle felsefenin de öğreı:ıileceği kanaaU lkökleşmişti. Başlangıçta tercümeler hırıstiyan, yahudi veya müşrik dinlere mensup kimseler tarafından yapılıyordu. Memun devrinde Bağdat'taki medrese ter-cüme faaliyetinin merkezi haline getirildi" dedikten sonra müellif, Mes'udi'den naklen mü-tercimler ve çevirdikleri eserler hakkında bilgiler veriyor, tıb, ,hendese, astronomi, biyoloji, fizik ... sahalarındaki çalışmaları hülasa ediyor.

Beşinci bölümde "Mutezile" tedkik ediliyol:'. Müellif, ilk İslam fırikalarının çıkması ile başlayan mücadeleler v,e bunun neticesi sünni kelam sisteminin teşekkülüne kadar geçen zaman zarfındaki çeşitli cereyanlardan sadece mutezile'ye yer veriyor. Vasıl b. Ata ile baş-layan ekolün belli başı meselelerini ve bu arada Yunan felsefesinin en direkt olarak yaptığı

"

(2)

,

20'i

. tesirleri zaman zaman hırıstiyan teolojisi ile de mukayeseederek tahlil ediyor. Birçok mez-hep imamlarını hazfederek IDbu'I-Huzeyl el-AHiif, İbrahim b. Seyyar en-Nazzam, Bişr b. Mu'temir, Amr b. Bahrel-Cahiz ve Cübbai'nin görüşlerini ana hatlariyle belirtiyor. Mutezi-le'nin yanısıra hemen hemen aynı meseleleri münakaşa eden, mÜllazaralara katılan diğ'er mezheplere muhtasar da olsa yer verıneyişi eksiklilktir. Zira sünni kelam'ın ve felsefenin doğmasıında bunlar da en az mutezile kadar rol oynaıTI1şla-rdır.

Kitabın en calibi dikkat kısmı altıncı ve yedinci böl'ümleridir. "Şark Filozofları" baş~ lığı- altında İslam felsefecilerini inceleyen müellif E. Renan" M. A. Palacios, M. J. Müller, Nicholson, L. Malouf, H. Lammens, V. Kremer, M. Horten,. C. H. Haskins, i. Goldziher, L. Gauthier, G. Fugel, ll. Duval, Fr. Dieterici, Carra de Vaux ve T. J:Boer'inbelli başlı eser-lerinden başka İsliimi kaynakları da titizlikle incelemiş, bilhassa anlattığı filozofları bizzat kendi eserlerinde ileri sürdükleri fikirLerle tanıtını:ştır. Kindi, Farabi, İbn Sina ve thvanı Sa-fa'yı bütün orijinal ve enteresan cepheleriyle aksettiren mÜ8Ilif, Yahya b. Adiy, Sabit b. Kurl'a, Serahsi, Ebu Hayyan ve İbn Miskeveyh gibi birinci derecede olmamakla beraber fel-sefe faaliyet ve münalkaşalarına katılan filozoflara yer vermemiştir. De Lacy O'Leary, şarkta felsefenin İbn 8ina'dan sonra inkırazma sebep olarak Gaz..'ıeli Mahmud'la başlayan ehli sünneti müdafaa, şiileri ve filozofları sindirme politikasLnın Selçuk TürIderinde de de-vam etmesini gösterir. Bu konuda aynen şöyle der (s. 179): "İbn Sina şarkm büyük filo-zoflarının sonuncusudou!'.Asya müslüman dünyasında felsefenin sona ermesini iki sebepte toplayabiliriz. İlk planda, felsefe, şmerin sapıklıkları ile hemen hemen bir tutulmuştur. Böy~

lece de ısünn.i!ercefelsefe kötü tanınmıştır. Şia'nın bütün guliit kısmı kendilerini tamam:en felsefi çalışmalara hasretmişLer, !keza İslamdan önceIri dinlerden ruhun tel1asuhu v.s. gibi ilmi araştırmalara zararlı birçok nazariye çıkarmışlardı. Yeni eflatunculuk da ilk sıralarda ken.dini ayni' davalara meyilli göstermişti. Netice olarak, Şia, Aristo doktrininden ayrı mis-tik ve acaib nazariyelere temayül etti. İkinci se'beb, Türk unsurunun hakimiyetidir. Gaz-neli Mahmud ve daha sonraki Selçuk Türkleri müfrit sünnı idiler. Şiiliğe veya akılcılığa yönelen her harelketi hor görüyorlardı. Bütün bunlardan Asya müslümanları arasında baş.-lIca iki istikamet belirdi: Sünni- kelam, ve tasavvuf (sufizm)."

Gazneli Mahmud'u ve Türkleri, sureta ilmi himaye ederken hürriyeti ortadan kal dır-makla itham etmesi ve neticeyi hiç ihtimal payı bırakmaksızın bu iki sebebe ba'ğlama.Slbir-kaç c,epheden teiıkid edilebilir.

Yedinci böl'ümde "sufizm" i incelerken de ayni şekilde kat'i konuşuyor (s. 181) : "Sufizm veya İslami tasavvuf hicrl üçüncü asıl'da kısmen helenistik ve kısmen de İbn Sina zamanında ve daha sonra filozofların maruzkaldıkları tesirlerin neticesi olarak ortaya çık-mıştır". Fakat bu girişten sonra zühd ü takva, seyr ü süluk gibi tasavvuf meselelerini ve bunların menşelerini araştırırken yeni eflatunculuk sisteminin, hıI'lstiyan, mani, mazdek ve buda dinLerinin duru..rnlar1llıve münasebetlerinin neler olabileceğini münakaşa ve muhake-me ederken, bilhassa Peygamberden C'üneyd-i Bağdadi'ye kadarolan devirdeki anlayışlarm mukayesesini yaparıKen başta gösterdiği sebebten başka sahalara geçiyor. Bütün bun.lara rağmen hadiselere ve ana kaynaklara istinat ederek getirdiği delillerle mevzua hakimiyeti-ni isbat ediyor. BüyUk sufiterin hayatlarını ve eserlerinin hülasalarınI vermek yerine fi-kirleri r- adeta kronolojik olaFak -münakuşa ederek değerlendiriyor.

Sistematik tasavvufun Zünnun-u Mısri ile başlayıp Celaleddin-i Rumi ile son .. buldu-ğunu, bundan sonraki görüşlerin eskiyi tekrardan ileri geçemediğİni - .birkaç

(3)

.la - belirterek GazzaIinin tasavvufu İslam kelamma sokması ve diğer çalışmalarının öne-mini belirliyor.

Müellif sekizinci bölümde "Sünni Kelam Sistemi" ni başlangıcından itibarenbirçok noktalarda teferruata inerek inceliyor. Kelam çalışmalarında kullanılan metodun latin, hı-ristiyan d'l1nyasındaki skolastik teoloji anlayışına çok yakın olduğunu (s. 211) belirterek, bu hareketin belli başlı uç temsilcisi olaraık Eşa'ri, Matüridi ve Tahavi'yi gösteriyor, fa-kat son ikisini ihmal ederek daha çok Eşa'ri üzerinde duruyor. İ1bn. Hallikan'a dayanarak mı,ıfassal bir hal tercümesini y.erdiği Eş'ari'nin kelam'm. esas meseleleri üzerindeki fikirle-rini naklederken "Kur'an'm halkı" konusundaki görüşüne itiraz ediyor (s. 214) "Eğer

Kur'an Allahın kelamı ve O'nunla birli:kte ezeli ise, O'ndan hasıl olsa bile, Allahtan başka .• birşeyortaya çıkıyor, yani kelam'ı O'nunla birlikte ezeIi ve kadim oluyor, bu

hırıstiyan-lıktaki teslise benzetilebilir ve Allahın "Bir" liğini ihlal eder", diyor. Müellifin bu itirazı Kur'an meselesinde değil Allahın Sıfatları konusunda yapması. daha uygun olurdu. Çünkü aynı mülahaza İlim, İrade, Kudret... sıfatlarıiçin de ileri sürülebilir, nitekim bu husus di-ğer İslam fırkalan tarafından ortaya atılmış ve Maturidi ve Eş'ari tarafından gayet açık ve kesin olarak - Kur'an'a dayanmaik suretiyle "7"" cevaplandırılmışlardır.

"Batı Felsefesi" adlı dokuzuncu bölümde Kuzey Mrika'nın fethinden iUparen., arap -berber münasebetleri, berberlerin İslamiyeti kabulünden sonraki durumlarına temastan sonra Endülüs Emevilerine geçiyor. Sufizm ve Şark felsefesi bölümlerinde dolayısiyle bahsedilen İbn Arabi ve İbn Rüşd'den başka İbn Hazm'dan, fikirlerinden,

münakaşaların-•

dan örnekler veriyor, mukayeseler yapıyor.

Muellif son iki bölümde Yahudi nakileiler ve İslam Filozoflarının Latin SkolasU .. sizmıne tesiri'ni inceliyor. Yunan fels,efe ve ilminin önce süryanilere, onlardan müslüman-lara geçtiğini, müslümanlarca doğru ve batıda tamim edildiğini, müslüman - arap ,kültürü ile latin kültürünün İspanya'da karşılaşması neticesi olarak da' Avrupa'ya geçtiğini .söyle-dikten sonra bu sözlerini deliller ve misallerle değerlendiriyor.

Eser, M. 632 yılında Peygamberin vefatından M. 1268 yılında Muvahhidlerin inkırazı-na kadar vuku bulan önemli hadiseleri gösteren kronolojik cetv,el ile soinkırazı-na eriyor.

"İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri" bu sahada çalışanlar ve bilhassa öğrenciler içi.n bir rehber ve elkitabı vazifesi görecek değerdedir. Teferruata ait birkaç noktasının not-larla tafsil ve izah edilmesisuretiyle türkçeye çevrilmesi küütphanemiz için kazanç olacak bir eserdir.

Yaşar KUTLU AY

Abbas Mahmud el-Akkad, El-Felsefetu'l Kur'aniye (Kur'an Felsefesi), Arap Neşriyat Kurumu yayınlarından, Kahire 1947, s. 185.

Peygamber ve büyük sahabenin hayatlarına ait orijinal incelemeler, ibadet, itikad ve dini mefhumlar üzerinde durarak ,enteresan eserler veren Abbas Mahmud el-Alkkad yukar~ daki ismi taşıyan kitabını yedi sahifelik bir mukaddemeden sonra şu bölümler,e ayırı:y'or: 1 - Kur'an ve ilim, 2 - Sebepler ve yaratm a, 3 - Ahlak, 4 - Hakimiyet, 5 - Tabakat, 6 - Kadın, 7 - Evlenme, 8 - Miras, 9 .-Esirlik ve kölelik, 10 - Devletlerarası müna-sebetler, 11 - Ceza, 12 - İlah,

13 -

Ruh meselesi, 14 - Kader,

15 -

Farzlar ve ibadet-ler, 16 - Tasavvuf, 17 - Ahıret Hayatı ve Sonuç.

(4)

'<O'

,ı.

209

Biz bu eseri bölüm bölÜm hülasa etmeyi ve eser hakkındaki fikirlerimizi toplu olarak sonra söylemeyi düşündük.

Yazar, önsözünde, dinin insan to]?'luluklarına lüzumunun sebebIerini, doğru ve gerçek bir akidenin bilinmesi için, neyi ihtiva etmesi gerektiğini izah ediyor. "Dinin insan topluluk-larına lazım olmasi, onun vatana bir fayda sağlamasından veya biyolojik bir ihtiyaca cevap verme:sinden ötür:ii değildir. Çünkü, din vatandan önce mevcut, biyolojik ihtiyaç da her an gayelerini gerçekleştirınektedir. Bunları elde eden insan dine yine de muhtaçtır. Dinin ga-y,esi sadece insan nev'ini muhafaza etmek olmayıp bu gerçek alemdeki yerini tayin et. mektir. İnsanın dinden ebedi bir hayat istemesi, nev'ini idame için değil, iI\sa!ilığın binlerce yıl baki kalabilmesi ve sonsuzluğa kadar devam sağlayabilmesi hiçbir zaman insanı ebedi hayatı aramaktan müstağni ıkılamamıştır. O kendi hayatı için fani olmayan bir mana ara. makta ve varlık alemiyle en gen,iş anlamda alakalanmayı arzu etmektedir, Sağlam, sarsıl-maz, doğru bir inaınç ilmi dersler ve teknik icatlarla ölçülmez.. Onun ölçüsü akla ve vic-dana dayanması, ilim ve teknikten menetmemesi, inananlarını topluluğun takamülünden ve medeniyette ilerlemekten alıkoymamasıdır .." Yazar insanlığa ş~mil bir dinin ne olmaması ve ne olması gerektiğini şu sözleriyle belirtiyor: "İnsan cemiyetinin hayatı bir ferdin öm-rü kadar kısa ve bir tabalkaya sıkışıp kalacak kadar da dar değildir. Asırlir boyunca gele-nek ve gören~kleri başka başka yüzlerce neslin iştirak edeceği akidelerden münevver ve halk • . tan teşekküleden milyonlarca insan topluluklarına ayrı ayrı birer din kopyası çıkarılamaz.

Doğru inancıntaşıdığı vasıf, bütün cemiyetlere uygulanabilmesi, ömürler boyıınca devam etmesi, kanun ve yıllık proğramlarla değişmeğe duçar olmamasıdır .."Eserin niçin ,ıkaleme alındığı ve güttüğü gaye şu cümlelerle ifade ediliyor: "Bu ,kitap, İslam akidesinin beşeri topluluklara uygun olduğunu ortaya koyacaktır. Ona inananlar dini ihtiyaçlarını giderecek. leri gibi ilim ve medeniyet yolunda zamanın icablarına göre hareket etmelerini destekliye-cektir. Din ve felsefe konusunda "Arap Neşriyat Kurumu" 'Üyeleri ile konuşurken dini inanç, ona bağlı olanlara göre hayat felsefesi olduğu, onun felsefeye, felsefenin ona zıt olmadığı ve bu arada birçok ayetleri ele alarak, bir müslümanın bunlardan, vicdan ve düşüncesinin serbest araştırmasına man i olmıyan Kur'an felsefesi meydana koyrubileceğini münakaşa etmiştik. Fiikir ve vicdan hürriyetine engelolan inançlardan. koruyan, ilim ve medeniyet yolundan alıkoymıyan ve bundan ötürü inanılması zaruri olan bir ~ur'aın Felsefesi inanç hususunda İslam topluluğuna kafidir." Yazar, maddeci feylesoflara çatıyol' ve onlara bir-çok sualler sorduktan sonra cevap veriyor, İslam dirinin onlarca bile itiraz edilecek bir noktası olmadığını, b'Ütün fenalıkların maddeci zihniy,etten ileri geldiğini söylüyor. "Bilgin ve feylesoflar dinden bundan başka ne isteyebilirler? Bunların Allaha imanları ne olUrsa olsun; resfıller ve peygamberler dahil, hiçbir ferdin İCat edemiyeceği dinin zarurı bir gerçek olduğunu inkar' edemezler. Bir kısım halkın inanışlarını ele alarak, müminlerin inandığı Allahtan bu gibi işlerin neş'et etmiyeceğini ileri sürmeLeri ile ilahi vahyi inkar etmek is-tiyorlarsa, 'kendi ölçülerine göre' nasalolmalıdır? Her yeni bir icatla kendininakzeden gün. lük ilim derslerine uyan bir inanç mı? Her yıl veya birkaç yılda bir tetkik ve tecrübe için atölye ve laboratuvara girecek bir inanç mı? İnsanın zaman zaman değiştirdiği mevsimlik elbiseler gibi her zaman değiştireceği bir in'aı~çmı? Hayır, ilahi vahyin gerçekleşmesi onla~ rın tahayyül ettiklerişekilde değil, cihan şümfıl dinlerde olduğu gibi ortaya çıkar~ "Maddi felsefe adı altında dinlerin inkar edildiği, halbuki dinin dayandığı tasdik veşu'ur, iman ve itikat unsurlarının insanların ruhların:!. aşıladığı kuvvetin inkar

.

edilmediği, maddecilerin,

.'

Jrainatın zincirleme devreler halinde,' maddeden doğmuşolduğunuiddia ettiklerini

(5)

bu çağda islam topluıiıklarının, kendilerine dinin verebileceği her iyiliği veren, ilim ve me-deniyet nimetlerinden mahrUm bırakmıyan islam dinine sığınmalarından 'başka çareleri yoktur" diyerek bitirmektedir. Yazar, bundan sonra eserin bölümlerine geçiyor. Kur'an ve İlim kısmında ilmin izahlı bir tarifini yaptıktan \!wnra ilim ile bir din .kitabının sahalarını ayırıyor, onların birbirine aykırı değil, ödevleri bakımından ayrıldıiklarını, bir din kitabın-dan neyin istenmesi lazımgeldiğini, din kitabIarında aranılacak gayenin ne olduğunu ve bunun da ancak Kur'anda yer aldığını, 'bazı kimselerin her an değişen yeni bilgilere göre Kur'a'm tefsire kalkışmıi1arının doğru olmıyacağını, bunun bir iman kitabına tatbikinin yanlışlığını ,şu sözleri ile ifadeediyor: "Zamanla ilimler çoğalır, yenileşir, eksik olan ta-mamlanır, kapali açıklamr, dağınık derlenir, yanlış doğruya yaklaşır, zanni olan kat'iyet

l~azanır, ilim kaideleri içinde yerleşmişken saı:sılan, oturmuş iken yerinden olan çoktur. İmam.kitablarından, her gün değişen ilim kaidelerine uyması, ilim dallarının tafsilatlı me-selelerini ihtivaetmesinin arzu edilmesi doğru olmadığı gibi yeni ilimIere uysun diye Kur'anı tevil etmek de yanlıştır. Kur'an "onlara gucünüz yettiği kadar kuvvet hazırla-yın" emrile muslümaın.ları silahlanmaya teşvik etti diye Avrupa'mn icat ettiği bütün silah-ları Kur'andan almış olduklarını iddiaetmek de bu yanlışlardan biridir. Müslümanlar bu ayetleri asırlarea oıkudular, ayni silahlarıicat etmedikleri halde Avrupalılar Kur'am oku- • madankeşiflerini yaptılar, diyenlere karşı islamiyet lüzumlu mu, değil mi? Avrupalıların, Kur'am bilmemeleri keşiflerinin noksan olmasını icap ettirir mi, ettirmez mi? gibi sorular' ortaya çıkar. Bu insafsızları bilgisiz dost kabul etmek gerekir. Onlar iyilik yapacaklarını zan ettikleri şeyle kötülük yapıyorlar, islam akidesine kendi kabahatlarını bilmeden yük-lüyorlar; Hayır, Kur'an böyle biriddiaya muhtaçdeğildir. 0, iman kitabıdır, vicdana hitap ,eder. İlim sahasa:ilda akide kitabından istenilecekşeylerin en ustünü, düşünmeye teşvik et-mesi, ilimIerin, ilerlemesineengelolacak bir unsur, taşımamasıdır. Bunların hepsi müslü-manların Kitabında temin edilmiştir. Bu teminat başka din kitaplarında yoktur. Kur'an. dürüHt düşünce ve yaratıklardaki inceliklere dikkatetmeyi Allaha iman vesilesi ikılar. 0, inananlara ve inanmıyanlara, bütÜn öğütlerden üstün ve hepsinin yerine g,eçen tek bir öğüt-te bulunur "düşün". Kur'anda herşey vardır, başka bir şeyokumaya ihtiyaç yok, bütün ilimler onda, hangi hmi okuyacaksanonu oku diye yaygın olan Kur'anın davasına zıt fikir-lere karş: "İslamiyetln en yüce fazileti, müslümanlara ilim yollarını açması, ilerlemelerine

mani olmaması, zamanla yenileşen ilim metodlarını ve keşfedilen her yeni aleti kabuletmeğe teşvik etmesidir. Yoksa, en büyÜikfazileti musl'ümanları, bütün ilimIeri elde etmiş olduk-larına inandırarak, onları araştırmaktan alıkoymak, incelemek ve tetkik etıp.ekten menet-mek değildir." demenet-mek ihtiyacım duym.uştur.

Sebeb ve Yaratma bölümünde, sebebin mevcudiyetinden, neticeyi meydana' koymakta-ki tesirinden ve Kur'ana uygun, olanım yeni ilmin anlayışı açıİdadığındaın., mucizenin bu anlayışagöre imkanından bahsedilmiştir: "Sebeb nedir? Bir şeyi yaratan mı? Öyle ki 001.

masaydı o şey yaratilmıyacaktı. Yoksa, şeyden ön.ce veyaşeyin her oluşunda onunla bera-ber bulunam. nesne midir? Sehebin yaratıcılığıIll meneden kuvvetli, akli itirazlar mevcuttur,. Akıl, sebebin yeknesak bir şekilde yarattığı şeydenönce veya onunla beraber bulunınasınıı kabuleder, ama, önce bulunu ş' yaratmayı icap etmediği gibi, sebeblerle neticeler arasındaki bağ, akli kaziyelerde mukaddime ile netice arasındaki bağ gibi zaruri değildir. Biz, ancak', sebebin bulunduğu anda neticerln meydana geldiğini görüyor ve bu gördüJklerimizi tesbit ediyoruz. Gazali ve Newton .bu noktada bir9irine ytıklaşırlar. Newton, A dan B ye, B den C ye, C doo D ye doğru hareket edenbir cismin A dan hareket edişi, B ve C den harekt'ıt edişin~n sehebi değildir, der. Maddi görünüşlerin hadiselere bizzat sebeb olduğuiıu kabUl

(6)

et-211

mek akla uygun gelmemektedir. Çünkü, o zaman yüzlerce, binlerce maddenin ezeli, vacibil vücut, başkasımn sebebi, ona müessir olduğunu itiraf etmek icap ,eder. Binlerce madde sı-fat ve mahiyetlerile ezeli olursa, akla tuhaf gelen, ezeli olanm ezeli olana tesir etmesidir. Akhi uygun olan, sebebIerin olayları yaratmadığı, yalnız onlarla beraber onlara yakın. bulun-duğu ve ilk menşein bütün sebepleri ve kainatı yaratmış olmasıdır. Yaratmak sadece Al-lahın irade veya sözüdür. "Akıl hadiselerin - büyüğü veya küçüğü - doğrudan doğruya Allahın, iradesiyle meydana geldiğini kabul eder, yoksa sebebIerin ve son-ra da Allahın' fi'lile yaratıldığına dair iddiayı kavrayamaz. Tabi'i ,kanun, kendi-ne yeknasak bir surette meydana gelen, binlerce hadiselere intibak etme, uygun Q1ma ;kudretini vermeğe sahip değildir. Bu olayları bir bir farksız olarak meydana getirmeğe se-beb olabilmesi için bir kudrete sahipliği gerekir. Mucize akla ay.kırı değil, yalnız alışılana, görmene ve çok işitilene muhaliftir. Her iş doğrudan doğruya Allahın iradesile yaratıldı-ğına göre mucize ile her an tekrar eden, hadise arasında fark yoktur. Mucizenin imkan da-hilinde olduğuna itiraz maıntıki olmadığı halde bilfiil vukubulup bulmadığına, lüzumu olup olmadığına itiraz makulolabilir."

Ahlak bölümünde, ahlakın sınırı çizilmekte, ne gibi bir ölçü ile ölçülmesi gerektiği açık-lanmakta, en. üstün ve sağlam ölçünün mesuliyet duygusu olduğu kabul edilmektedir. Ya-zar, bunda isabet etmiş sayılır. Geri kahnış milletlere 'bakacak olursaK, gerilemelerinin baş , sebebi, fertleriınin bu mesuliyet duygusuzluğund~n doğan yazifeyi asmak, hak mefhumunu

ayak altına almak, kendini insanlıktan aşağı duygularm idaresine bırakmak sur,etiyle mem-leket ve topluluğuna en büyük fenalığı yaptığını fariketmez hale gelmesidir. Çünkü, yaptı-ğından ,kendini sorumlu tutmamış, açlığı ve susuzluğu duyduğıı gibi sorumluluğu hisset-memiştir. Yazar, "Kur'an, ferdin mesuliyetini kabul eder ve onu bütün dini tekliflerin ve faziletlerin. mihveri kılar" dediktensonra Kur'andan ayetlerle fikirlerini değerlendiriyor.

Hakimiyet: Bu bö1'Ümdeyazar, hükumet şekillerine, amir ile memur arasındaki bağa ve hangi esasa göre hakkın gerçekleşeceğine pek kısa bir şekilde temas ediyor. Bildiğimiz hÜ-kumet şekillerinden, Kur'anın tavsif ettiği hükümet şekline uyan - iyi i~lediği zaman _ demokrasi hükumeti olduğunu, buhükumetin zümrenin. maslahatı için olmayıp, halkın, te~ baanın menfaati için teşekkül ettiğini, Kur'anın hükumetinde de "hüküm milletindir" sö-zünden, çoğunluğun veya çoğunluğu teşkil edenzümrenin hükmünün çıkarılmamasınm gerek-tiği, Kur~anda tekrar tekrar geçen fikir, fazilet, mesuliyet ve ilim umumiyetle çoğunluğu teşkil eden insanların safatı olmayıp bütün' milletin sıfatı olduğundan mesuliyet de bütün teferruatı ile milletin olduğunu ifadeediyor.

Tabakat: Yazar, bu konuda, 'Kur'ana göre tabaka farkı bulunduğu ve bu farkın neye dayandığı, hangi noktada Olduğu; bütün beşeri cemiyetlerde in~işaf ve tekam'Ül için lüzum-luluğu, onsuz hayatı"! dumura uğrayıp sona ereceği, bu tabaka fark mı kaldırmağa uğra-şanlar otuz yıl gibi beşer tarihinde pek kısa bir zaman içinde giriştikleri işin imkansızlığı-m anlad~khirı, ölüimkansızlığı-me imkansızlığı-mahkuimkansızlığı-m olimkansızlığı-madan insanlar arasındaki farkları kabul etmek mecburi-yetinde kalmış olduklarını söylüyor.

Evlenme: Yazar, evlenmenin kimler arasında ve nasıl bir münasebet olduğu üzerinde duruyor, en olgun evlenme şeklinin tek kadııIl ile evlenmek olduğunu ve Kur'anın da bunu tercih ettiğini açıklıyor. İslamiyet aleyhinde konuşmayı adetedinenlerin çok kadınlarla evlenmeyi yalmz bu dine has olarak göstermelerinin yanlışlığına işaret ettikten sonra, hırts-tiyanlıikta da yedinci asrın yarısııIla kadar çok evliliğin mevcudiyetine temas' ediyor. Biyolo-jik bir birleşmenin çok üstünde asil bir müessese olan evlenmekten gayenin saadete ulaşıp

(7)

huzur için.de bir ömiİr sürmek olduğunu, Kur'andaki birden fazla evlenmeye cevazın muhte-lif cemiyetlerdekiaile anlayı5lına intibak edebilecek bir elastikiyeti temin sadedinde veril-diğini v,e bu elastikiyetin cihan 5l'iimU1<birdinin ayrılmaz vasfı olduğunu söylüyor.

,Esirlik ve Kölelik: Yazar, İkinci Dünya Harbi üzerinden <birkaçyıl geçmiş olmasına rağmen hala esirlere yapılan muamelenin gazeteleri ve umUmı efkarı her gün işgal etmekte olduğunu ve bu arada esirlere reva görülen İ5lkenceve zulmün, köle gibi çalıştırılmalarını hiçbir zaman islam dininin kabul etmiyeceğiui, Kur'anın esirler hakkındaki hükmünün ne-kadar insanca olduğunu belirterek, esirlerin meccanen veya aile ve akrabalarından alına-cak fidye mukahilindeserbest bırakılmalarına ve bu hususta kendilerine kolaylık gösteril-mesine teşvik etmiş, anaya ba;baya, yakın a,krabaya iyilik yapılmasını emrettiğini ayni ayette kölelere de iyi muamelede bulunulmasını tavsiye ettiğini belirtmiştir ..

ilah: Yazar, Allahın, varlığına ve sıfatlarına delalet eden ayetleri İslamın Allah inancı-nı belirterek akıl' yönünden kamil bir itikat olduğunu Allahın önü' ve sonu olmıyan, her 5leyekadir, her5leyi bilen, her şeyi ihataeden, benzeri olmıyan" ebedı ve mutlak bir varlık . olduğunu anlatarak kudret ve İhsan sıfatlarının yaratıkları ile anlaşıldığının meydanda bulunduğunu anlattıktan sonra insan.ın.bu sonsuz gibi görünen kamata kanmayıp onun öte-sinde iman edeceği bir irade aradığını söylüyor.

Devletler arası Münas,ebetle~i: Bu böli?TIdedevletler arasında yapılan anlaşmalar hak-kında Kur'anda mevcut hükümler inceleıımekte, anlaşmaların ancak her iki tarafın iyini-yetleri ile devam edebileceği anlatılmakta ve "Alla.h yolunda size savaş açanlarla harbedin fakat zulnıetmeyin", "Ey i~sanlar, biz sizi bir erkek bir kadından yarattık; anlaşıp tanışma-lllz için sizi millet ve kabileIere ayu'dık, Allah katında en şerefliniz en mutteki olanınızdır" hitaplarının hilunet ve ehemmiyeti gösterilmektedir.

Ruh Meselesi: Yazar, "Sana ruhtan sorarlar. De ki "Ruh, Rabbimin emrindedir, size mı bir ilimden başka bir şey verilmemiştir" mealinde.ki ayete temas ,ettikten sonra, Kur'anın mucizelerinden biri de ruhu ilim ve felsefede en uygun yere yerleştirmiş, istisnasız her in-sanın sorduğu 'bir mesele kılmış olmıısı, uluhiyet konusu ile ilgili tabiatın acaipliklerini, kainattaki hikmetleri dÜ5lünmeyi,ara5ltırma ve istidlin yoluyla Allaha iman etmeğielde et-Uği, aklın can.lı ve cansız varlıklarda düş'ünerek Allahı bulabildiğİ halde bu yoldan ruhun' hakikatma uİaşılamıyacağını ve onu ancak bü tUn alemlerin menşei Allahın emrine veya ira.-desine havale etmekten başka isabetli bir şey yapılamıyacağını açı:klamaktadır.

Kader: Yazar, bu konuyu diğerlerinden fazla işlemiş, ona eserinde daha çok yer ver-mİş, ilk insanlardan başlıyarak kadere verilen önemi ve tarih boyunca uğradığıjstihaleleri anlattıktan soma islarniyete geçiyor. Bu konuda islam mezheplerini üç noktada. .ııjilasa et-miş, biri cebre inan.anlar ki,' onlara göre Allah vücudumuzun uzuvlarını, renklerini, yaşaya-bilmek için gıdayı yarattığı gibi insanın kendini ve işlerini yaratır. İnsan gerçekten bir şeyi ne yapar ne de isteyebilir. Eş'arlli~ buna yakındır. Çünkü Eş'ari insanın kudretinin hiç tesiri olm~dıgını 'ileri sUrmekte, kudret ve takdirin Allahın kudretile vuku bulduğunu, insanın

anında bir kudrete malik olarak fiillerini kazanmakta olduğunu söylemekle bu mezhep cehir-den kurtulamaz; zira in,san kudretini kaldırıp onu sadece Allahın iradesine yüklüyor. İkineisi Mutezileden olan kadercilere göre insan iyi vekötü iş yapmakta hUrdür, Allah onu kötülük yapmıya zorlayıp da sonra ona azap ederek zulmetmez ve yapmadığı şeyle cezalandırmaz. Kötüyü seçmeleri azaplarına sebep olmuştur. ÜçÜncü olarak mutedil ehli sünnet, ki Allahın iradesİni ceza veya mUkafat 'göreceği fiillerde insanın hürriyetini kabul ederek yapmağa zorlayan irade ile sadece emri bildiren irade arasını ayırırlar. ,

(8)

i ..••••..

i "'...

213

Hülasasını yaptığımız bu kısımlardan sonra yazar, Gaye ve iddiasının cesitli fikirleri içine alıp hiç bir karara varilmıyan -bu konuda son sözü' söyle~ek olmadığı~ı -ifade etmek Iüzumunu duyuyor ve "bu kitabı yazmamızda:ki ilk gayemiz, beşeri toplulukların hayat ve nizamlarııu ihtiva eden dinler içinde Kur'an felsefesinin yerini göstermektir. Bi.ı davalar arasında islam felsefesinin yeri açık ve bellidir, şöyle ki: İslamda, Yahudilerin beşerle ve beşer de kendisile rekabet eden, beşere takdim ettiği hesabında yanılan bir ilah tasviri yok-tur. Çünkü islamda Allahın takdiri her. şeyi çevrelemiştir. Hıristiyanlıktaki gibi de birbi-rinin günahını affetme, masum doğan çocuğu n asli hir günaha (hatie) varis olduğ.u in.ancı da yoktur. Sorumluluk (teklif) meselesine gelince, Kur'an insana gücü yettiği kadar emir ve yasağı teklif etmesi ile her şeyin takdiri arasını cem eder. Bunda akli bir çelişme olma-dığı gibi dini bir çelişme de yoktur" demekte ve son olarak .şunu ilave etmektedir: "So-rumlu tutmayan, tasarruf etmeyen bir ilah insanların gözlerinde kıymetsizdir. Fikir ve iman bakımından ona ihtiyaçları yoktur."

Tasavvuf: Bu konuda kısa da olsa bazı münakaşalı sözlere yer vermiş, gerçekten is-lamda tasavvufun bulunup bulunmadığını ele almış, sonradan gelen kısmına işaret ederek islamın hakiki tasavvufa dair görüı:;ü'nüizah etmiş ve bunda bizce isabet etmiştir. "Gerçek-te tasaVvuf isliı.m dininin kendi bünyesinde mevcut olmakla beraber ı::,onralarıvahdet~i vü-cud ve hJ1lul gibi fikirler ona sokularaksafiyetini bozınuştur. Kur'an, m'Üslüm8~naruhu ha-yat kapilarm,ı açarken, bedeninin haha-yat kapılarını kapamasıolll yasak . eder, düny~ işlerini terketmesini, dünyadaki nasibini unutmasını şiddetle men eder".

Sonuç: Yazar, bütün ferdi veya benimsenmiş akidelerin çoğuna başvurduğunu, içlerin-den netice olarak bulduğu iddialarının sadece, her akide sahibinin inancının k:endine uygun olduğunu, kalbi sü:ldi.netin.itemin ettiğini, muhakkak inanmak lazımsa bunun ona kafi gel-diğini ileri sürdükleri halde bunların hiçbirinin, inancının muhtelif devirlerde, birhirini ta-kip eden nesillerde beşeri topluluklara uygun olduğunu iddia edemediklerini, ferdi inancın •. izahı, tefsiri, hakikatleri görüşüşahsın kendine has olduğunu ifade ettikten sonra toplu-luğun inanacağı itikadın birçok şartlatı haiz olması gerektiğini ı::öylüyor. Çünkü, onun umumi ve hususi bütün halk tahakalarına şamil olacaktır. Yeni ilim nazariyelerile Kur'amn kudsiyetin.i ortaya koymak istemediğini, Kur'anın da böyle bir iddiaya muhtaç olmadığını, her ilmi nazariyeyi değişmez bir hakikatmiş gibi Kur'anın manalarına sokmanın doğru ola-mıyacağını ve nihayet Kur'an Felsefesinin mevcut dinlerdeki akidelerin. en ü'stünü oldu-ğunu, açıklıyor. O' vicdanı imar ettiği gibi iyilik ve bilgi uğrunda aklı desteklediğini ruh ve bedenlerin saadeti yolunda ser,best bıraktığIllı ifade etmektedir.

Daha çok islamiyet, ahlak ve itikat konularında eserler veren Abhas Mahmut Akkad'ın bu eserini, üç bÖıümü hariç, baştan sonuna kadar takip ettik, önsözde herhangi bir asrın ilim görüş'ü ile Kur'anın tefsiredilmesini ve bilhassa Kur'anın kudsiyetini ortaya koymak için de olsa çağdaş' ilim naz~riyelerine uy.s~n diye Kur'anı tevi! etmenin yanlış olduğunu

il ,ifade ettiğini, ve kendisinin bu yolu tutmadığını gördük, ama, nasıl ve hangi metod üzre Kur'anın anlaşılması gerektiğini söylememiştir. Bu her ne kadar tefsir ilmini ilgilendirir-se de, madem Id Kur'anı anlamak mevzuubahistir, o halde bir metod takip etmesini gönül isterdi. Böyle birşey yapılmamıştır.

Yazar yukarda adları geçen ,konularda yaşanılan hayatın bazı meselelerine temas edip güzel çözümlere işar,et etmekle beraber münasebet düşünerek ayetler zikretmekte,. tefsir veya izahıarı yapılmadan öylece kalmaktadır. Yazar, ayetin manasını anlamayı okuyucuya bı-rakmak gayesini güdüyor. ve yalnız konuyla ilgili ayeti hatırlatmak istiyorsa, bu güzel bir

(9)

fikir, fakat bunu yapmakla iş bitmiş olmuyor. Bir Kur'an Felsefesi ortaya koymak için da-ha baş:ka şekilde da-hareket etmek gerektiğini sanıyoruz.

Kuran Felsefesi diye insanın zihninden bir çok şeyler geçmiş olabilir. Kur'anın her şeyden önce bir iman kitabı olduğunu, onu bir iman kitabı olarak incelemek gerektiğini söylemek dile çok .kolay geliyor; halbuki her ilim ve konu ile ilgili bunca ayetlerden o ilim-lerin nazariyeilim-lerine temas etmeden başka bir metod çizipondan yürüyerek, Kur'an.ı zaman ve mekan değişimleri üstünde değişmiyecek bir tefsire teşebbüs veya bir Kur'an Felsefesi kurmanın zorluğunu bu konu ile uğraşanların daha iyi taikdir edeceği bir iş olduğunu dü-şünmek ve hesaba katı~ak gerekir. Bu zorluk karşısında ilk teşebbüs sayılacak bu eserin, esasları kurulmuş, metodları çizilmiş, gayesi belirtilmiş tüm bir felsefe meydana getirdiği söylenemez. Bu, tek bir şahsın bir anda bir denemede kolay ulaşamıyacağı gayelerden biri-dir.

Eskiler kelam ilminde ve Kur'an tefsiI'inde zamanlarının ilimnazariyelerine ehemmiyet vermişler. O ilim ve nazariyelerden çökenler ve değişenler olmuştur. Yarı aydınlar islam akidesinin bu ilimler yanında çöktüğünü sanmış, 'böylece eski felsefe ile.. birli:kte dini dıa atarak ona cephe almış, amansız düşmanı kesilmişlerdir. Bazan. öyle olmuştur ki doğr~da:n dine hücumedemedikleri anlarda eski felsefeyi dinin yerine koyarak saldırmış, e.ski felsefeyi yıktıkları zaman dini de yıkacaklarını' zannetmişlerdi. Halbuki bu yarı aydınlar ilim ve feJ-sefenin, çağdaşı ola:n insanlara itikat ve esaslarını anlatmak içinbirer vasıta olduklarını bilmiyorlardl. Kültür değişince iman esaslarını anlatma vasıtası da değişecekti. Eski hir kültüre göre o zamanki insanların din esaslarını öğrenmek ve öğretmek için kullandıkları es-ki tarz izahlara bugün bağlı kalmaya mecburiyet yoktur. Bu, mütehassıslarm uğraşacağı hir 'konudur; Değişecek bilgilerle yapılacak izahın ilerde insanları dinlerinde şüpheyedüşürür korkusu, islam düşünürlerini günlük bilgi ve nazariyelerIe itikate.saslarınl izah ve Kur'anı

<t tefsir etmekten. sakmmaği düşünrneğe ve sırası geldikçe düşünceleriıif belirtmeğe sevk

etmiş-tir. Bu konuda esaslı biretüde tesadüfetmemekle be:aber bu gibi fikirlere dağınık bir halde bazı .kimselerin eserlerinin şurasında ve burasında serpiştirilmiş cümleler halinde rastlamak mümkündür. Böyle büyük bir işin imkanını önceden düşlinmek gerekir.

Yazarın, ön~özde ileri sürdüğü ve sonuçta teyit ettiği "Kur'anı glinlük ilim nazariyele-ri ile tefsir etmenin yanlışlığı" kabul edildiği takdirde şu soru akla gelmektedir. O halde Kur'arı. nasıl tefsir ve izah edilmeli? Metod ne olmalıdır? Kendisine anlatılmak istenen kimsenin anlıyacağı bir dil .ile anlatılmazsa nasıl anlayacak? Anlayacağı dili kullanarak izah edilirse, onun dili günlük ilim n,azariye ve kültürdilidir. Kur'anın izahı, muhatabm anlayışına göre yapılmasiyle mecburi olarak hayatın icapları, kültürü değiştik~e tefs.ir ve izahın değişmesinden insanların dinlerinde vuku bulacak sarsıntının vebali çağdaş ilim gö-rüşlerini takip ederek insanları aydınlatmıyan :bilginlere yüklilJn.ecektir:.Yazar, eserinde ba-zı ilim adamlarının görüşlerini ve 'baba-zı mezhepleri zikretmeden - kendi sözüne göre kaçın-ması lazım geldiği halde - sakıuamamıştır. Kur'an Felsefesinin 'Üzerinde kurulacağı ayet-leri izah ederken çağdaş ilim nazariyeayet-lerine yer vermeli .mi? veya n,e dereceye :kadar fay-dalanılmalıdır? Bu soruların cevaplarının Kur'an Felsefesinin kurulm~sını hazırlıyaca,ğı ka-naatindeyiz. Bu esere başarılması zor olan bu meseleye dikkati çekmiş ve vazifesini yapmış nazariylebakabiliriz.

HÜSEYIN ATAY

..

.C;

(10)

,~

2Ui

Dr. Ziya Dalal, Çocuk ve Genç Ruhu (I ~20 yaş psikolojisi), ikinci baskı,Ankara 1956, 470 sayfa.

Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Psikoloji öğretmeni, psikoloji doktoru Ziya Dalat, kay-naklarında Almanya ve Amerika'da son zamanlarda yayınlanmış eserlerin yeni tetkiklerini de ihtiva eden bu eseriyle, şahsi incelemelerini daha ziyade derinleştirmiş olarak, , adeta yepyeni bir eserle ilim sahasma çıkmış oldu. Dr. Ziya Dalat (Başlangıç) kısmında, insan hayatımn, 1 ..-:...Çocukluk, 2 - Gençlik, 3 - Olgunluk,

4: -

İhtiyarlık, gibi uılı.umiyetle dört büyÜk çağa ayrıldığımbelirttikten ve çocukluk ile gençlik böİümü . üzerınde bilhassa ~urulacağım,esasen günümüzde olgun yaş ve ihtiyarlık psikolojisi hakkında henüz pek . fazla bir şey bilinemediğini tebarüz ettirdikten sonra, zaten ötedenberi anlaşılmış klasik bir tasnif olarak, çocuklu'k ve gençlik devrinin. 1 - İlk çocukluk devri. Doğuştan 7 inci yaşına kadar. 2 - Çocu:ıi:lukdevri. 7 - 14 üncü yaş. - 3 - Gençlik devri 14 - 21 inci yaş, gibi bö-lü'mleri üzerinde durmaktadır. Büyük eb'adda 470 sayfa tutan kitabın dördüncü büyük bölümÜ, Çocuk ve Genç Ruhuna, 5. Ek. Bölüm, Veras,et ve Çevrekonusuna tahsis edilmiştir. "1 - Yeni doğan çocuk, (süt çocuğu). 12 inci ayınsonuna kadar. Bu yaş, kesin bir surette, diğer yaşlardan ayrılır. II - 2-7 inci yaş. (İlk çocukluk), Ayakta dolaşan, dünyayı görüp tanıyan, ana dilini öğren.en, hayal ve iradesini. kuvvetlendiren ve fakat büyü'kler gibi olmıyan ilk çocukluk devri. III - 7-14 üncü yaş. Çocukluk devri. LV - 14-21 inci yaş. Gençlik devri."

1. Bölüm: i yaş. Süt çocuğu, 1 - Doğuş (sayfa 11), 2 - KımıIdamalar ve duyumları (s. 12),3 - Öğrenmesi (s. 15); 4 - Hususi .öğrenmeler (s. 20), 5 - Çocuk uykusu (s. 28), 6 - Çocuk Hareketlerinin Gelişimi (s. 29), 7 - Taklidi (s. 34), 8 - Algı ve Dikkati

(s..37), 9 - Bellek ve Tasarımı (s. 37),

10 -

Uzay kavramı (s. 38), 11 - İradenin baş-langıcı (s. 40), 12 ~ Oyun (s. 41), 13 - Haz v,e Acı (s. 42), 14 - Süt çocuğunun Genel Vasıfları (s. 50), 15 - Çocuğun Ana Dilini Öğrenmesi (s; 51), gibi, muteber ilmi kaynak-lara ve şahsi müşahede ve incelemelere dayanarak 62 nci sayfaya kadar, sade ve açık bir ifade ile devam etmektedir.

Eserin 2. Bölümünü teşkil eden (2-7 yaş İlk Çocukluk) kısmı: 1 - Genel Vasıflar (s. 63), 2 --Çocuk Sağhğı (s. 64), 3 - Çocukta Vücut Gelişimi (s. 72), 4 - Oyun (s. 79), 5 - DÜnya Görüşü {s. 92),6 - Hayal Kurma (İmgelem) (s.93), 7 - Bellek (s. 100), 8 -,. Dikkat (s. 102), 9 - İrade (s. 104), 10 - Resim ve Elişi (s. 108), 11 - Çocuk ve Müzik (s. 112), bahisleridir.

(3. Bölüm: 7-14. Yaş Çocukluk) başlığiyle: 1 ----:Çocuk Ruhunda lnkılap oluyor (s. 115), 2 - Çocuk Vücudu Başkalaşıyor (s. 120), 3 - Dünya Görüşü Değişiyor (s.

'1208),

4 - Gerçeğe MerakBaşlıyor (s. 131), 5 - Resim ve Elişi Faaliyeti Gelişiyor (s. 133), 6 - OkulOlgunluğu (s. 141), 7 - Vücut Gelişimi (s< 167), . 8 - Çocuğun' Aile ve Okuldaki Geçimi (s. 172), 9 -.:..Sınıftaki Sosyal Durum (s. 175), 10 - Düşüncenin Ge-!işimi(s. 181), 11 - Canlı Tasarımlar (s. 184), 12 - BelleğinGelişimi (s. 188), 13 -Çocuk ve Kitap (s. 201), 14 - Çocuk ve Sinema (s. 209) bahislerini ihtiva etmektedir. Herbiri etraflıca tekrar bölümlere ayrılarak incelenen bu bahisl,erden (Çocuk ve Sinema) hakkındaki ko,nudan, birkaç cÜmle bile 'eserin yalmzı nazari bilgilerle yetin.ilmeyipyapılan bir takım ilmi gözlem, inceleme ve muhtelif anketIerle bazı hakikatlere ulaşıldığını da gös-teriyor: "Birçok' gençler sinemada, elbise madalarını ve giyim tarzlID öğrenirler. Yıldızın nasıl giyindiğine ve nasıl hareket ettiğine ve konuştuğuna dikkat ve sonunda da:' taklit ederler ..

(11)

bekle-melerini ... v. s. öğrenirler. Aşk s,ahneleri büluğ öncesi çocuğa hiç tesir etmemiş. Fakat bil,

sahneleri seyrederken

16-18

yaŞ'l!nda gençlerinyüz renklerinin solduğu ve nabızlarının

ça-buk attiğı görülmüş (s.

211-212).

"Sinema tesirini incelemek için. gençler üzerinde bir

bellek muay,enesi yapmışlar. Gençlere, gördüklerinden 6 hafta sonra, hatırlarında ne .kaldığı sorulmuş: En çok hatırda kalan noktalar, spor, cinayet, eşkiyalık ve acıklı vakalar olmuş."

(s.

213).

Üçüncü böl'üm böylece mühim bir bahisle son.a ererken, çocuk, genç, sineması ve

filmlerinin lüzum veehemmiyetini ilmin aydınlığında tekrar teyit ederek, psikoloji ve eğI-tim munas,ebetini. bir defa dal;ıa ortaya koymuş oluyor.

4.

Bölüm:

(14-21.

Yaş Gençlik) tir: Çocukta, gençte din duygusu, Allah inancı, din. ihtiyacı çok dikkate değer bir ilmi hakikat olarak bu bölümde in.celeniyor. Bilhassa din psikolojisi bakımından değerli açıklamalar yurdumuzda bu konuda nadir ,ilmi gözlem ve in-cel,emelerden sayılsa isabetli bir hüküm olur. Orijinal bir mahiyet arzeden bahisten ayrıca etraflı nakiller yapılmasını faydalı bularak 4. Bölümün bahislerini sırasiyle belirtikten sonra, Din İnanışı Gelişimi üzerinde duracağız. 4. Bölüm sırasiyle şu konuları ihtiva ediyor:

1 -

Bü1liğ (s.

213), 2':,-

VücutGelişimi (s.

218), 3 -

Menfi Çağ (s.

225),4

-

Müsbet Çağ (s.

228), 5 -

İçe Dönm,e (s.

228),

6 - Duygular (s.

231),

7 - İlgi (s.

240), 8

-Zihin Gelişimi (s.

250),

9 - Dikkat (s ..

261). 10 -

Hayal Kurma (İmgelem) (s.

263),

11 -

Zeka Gelişimi ve ZekaTestleri (s.

270),

Kitapta Zeka Gelişimi ve Zeka Testleri bah-sine çok geniş bir yer v.erilmiştir. "Turk çocuğwnun ve Türk halkJ1tnın zeka8'llnı ölçmeye

yarar birlest, bir zek6J ölçüsü, bw,gwnelimizde yoktur' (s ..

315,31'6

ve not

61.)

diyen, Tür-.

kiye'n.in şartları ve bünyesine uyan, kifayem bir zeka ölçüs'ünün yokluğ~ndan cesaretle bahsedebilen 'yazar

316

ıncı sayfada (Zeka ve Alın Yazısı 1nanı) hakkında düşüncesini şöylece belirtiyor: "Zeka. bahsinde, memleketimize ait hususiyetlerden birisi de, bizde ka za ve kader denil,en şeyin yanlış ttnlaşılmasıdır. Bazı tembel insanlarmııza göre, insan ze-kası ve iradesi bir hiç, bir sıfırdır. İnsanın elinden gelen her şey, sel önunde set yapılması, hastaya iyi bakılması ve onun iyi olması, ıslar,an samanlık damının pekleştirilmesi.. v.s. hep hep Tanrı'dan beklenmiş, insanın vazifesi. yalnız Tanrı'ya ibadet sanılmıştır. "Ben, Tanrı'ya ibadet edec,eğim, onu razı edeceğim, Tanrı'da benim bütün. işlerimi görecek .. Tar-laya o su gÖnderecek, işimi yapması için şu memurun kalbine O ilham indirecektir. Benim bütün yapacaklarım, filanşehre gitmem, falan işi tutmam, felan okulda okumam, şu mendili

.A

cebimden çıkarmam, şu sokağa çıkmam ... v.s. hepsi, hepsi, daha ben dünyaya gelmeden ön-ce güya alnıma yazılmıştır." (s.

316).

"Halbuki bunların hiçbirisi Kur'an'da yoktur. Onlar sonradan Kur'ana atfedilmişlerdir." (s.

316.

Z. Dalat, Die Seelenlehre des Korans,

19.2'8,

Helle/S. s.

173-189)

"Sanki Tanrı,bize, o zekayı, o iradeyi, o kuvvetleri bazuları, uzun.me-şakkatler,e dayanan o bacakları,'o geniş omuzları vermedi idi!!!." (s.

316) " ..

Ben bütÜn bu yapılaca.k işleri, Tanrı'ya havale eder, ihmal ve kusur ıneticesizarar1arı, yine Tan.rı'dan gel-di dersem ... Elbette zekam, iradem .ve insanlığıID ölmüş, kurumuş demektir." (s.

317).

Zeka gelişimi ve zeka testlerini müteakip, 4. Bölüm ün

12

inci ve diğ,er bahisledni görüyoruz.

12 -

İrade gelişimi (s.

319),

Gençlik İdealleri (s.

335),

14 -

Sosyal durumu (s.

340),

15 -

Tenasüli Hayat (s.

351).

Tenasıili Hayat bahsinde Dr. Ziya Dalat, Froyd'un(S. Freud) çok yanılmış olduğunu ve yapılan incelernelerin kendisini tekzip ettiğini kaydedi. yol' ve buna dair ön.emli açıklamalarda bulunuyor: Tenasüli Hayat hakkında Freud adlı bi:r akıl doktoru; şu açıklamayı yaptı : "T,enasüli arzu v.e hayat insanın temel taşıdır. Biitün i;imür b~yunca yalnız o hakimdir. Küçük çocuktan iki büklüm ihtiyara kadarbütün insan. larda ten.asü1i arzu esastır. Oğ"lan çocuk, annesinin memesiniemerken tenasüli bir z~v,k duyar. Kız çocuk, babasmm dizinde otururken, yine belirsiz de olsa bir tenasüli arzuya.sa,'

(12)

,", ~., ,l

...•.

i

217,

hiptir ... v.s." Halbuki bu açıklama yanlıştır. Deliler ve r~~ 'hastaları arasinda kalan bir he-kim~n uydurmahmdıI'. Gerçekşüdur: İnsan, çocukluktan Ölüme kadar, bir bitki tohumu-nün hayatına benzer olarakyaşar .. Tohum önce kök, dal Viebudak salmakta,sonra da yap-rak ve çiçek açmaktadır. Daha sonra bir tohum vermekte v'e bu tohum da ann.e baba bit-kilerininhayatını tekrarlamaktadır. İnsan hayatı da böyledir. Tenasüli olgunluk .gelince" tabiat ona emir veriyor: "Zürriyetin olsun, çocuk yap!" diyor.

Bu sözler için en

bü'yiili:de-lil) tabiatın tenasül organlarını) en ince bir tn akine gibi) yalnız ve y.alnız çocuk için

hazırla-masıdır. Tenasüli zevk.) insanları bu ağır vazifeyekoşmak

için bir yemdir. En tabii tenasü~

li hayat) evZenmeve baba) awne olmaktır.

İnsan ömrünün en büylik nasibi, insan gönlünü'n

en' derin saadeti evlat denilen meyvadır. Eğer bütün hayatımızın gayesi,' tenaslill zevk ol-saydı, bizim' babalarımız harplerde o korkunç düşman ateşine göğüs germez, o ağır meşak-katlara katlanmaz, tenasüli eğlenceye daladardı!. Ben, yüksek okul öğrencisi pek çok genç

.

,

kızlara dikkat: ettim. Onlar, s'üs delisi, sinema ve gezme meraklısı idiler. "Bunlar, imkanı yok, çocuk yetiştirmez"derdim. Sonra bir gün onları anne olmuş gördüm. Çocuklarına ne yaman, ne candan düşkün idiler. Eğlenceyi çoktan unutmuş, birer şefkat abidesi kesilmiş-ler di. Öbür yandan hangimiz, çocuk iken, baba ve annemize kem gözle bakmıştır?

.İnsanın ötesindeki bir büyük kuvvet, tabiat kanunları, Yüce Tanrı, bütün carilı mahlük-ların ve insanmahlük-ların daha guzelleşerek, daha olgunlaşarak çoğalmasını, nesilden nesle uza-masını istiyor ve bunun için tenas'Üli duyguları ve organları bir vasıta olarak kullanıyor."

(s.

351, 352). ".. tenasüli hayatta gaye çocuk yapmaktır. Yeter çocuktan. sonra tenasüli zevk kaybolmakta, yerini evlat yetiştirme endişesi tutmaktadır." Froyd (Freud) un çok aşırı iddialar ileri sürmüş olmasına rağmen tenasüli hayat üzerinedikkati çekmiş olması ve bu konuda incelemeloer yapılmasına zemin hazırlanması inkar edilemez. Fakat aynı aşırı iddialarda israr, psikolojinin yeni araştırmalarından habersiz, psikoloji amatörleri tarafın-dan cazibeli tanınmakla beraber, hakiki psikologlarca artık rağbeti kaybolmuş gibidir. Her psikolojik hadiseyi cinsiy,etle, tenasülle ilgilendirmek, tek bir faktörle çok karışık bir yapı arzeden insan varlığının. muammasını çözrneğe kalkışmak, hatta bütün psikolojik, pedagojik ve sosyolojik olayları izah edivermek kolaylığı, vakıalara mustenit ciddi, ilmi incelemeler-le, tekzip edilmekte; bu iddiada ancak geride mevzii. tarihi bir mevki almaktan öteye ge-çemez bir hale g.elmektedir. Bu konuda ulTIumiyetle Türkiye'deki diğer psikologlarla Ziya Dalat'ınaynı düşüncede oldukları anlaşılıyor. Bundan başka yapılan diğer incelemelerde gene froydizmin lehin,s sayılamaz. Cinsi hayatta iffet ve edep tanımadan bir başıboşluğa yol

,

açılırsa öğren.cilerin kültür, sanat.. konulariyle ilgilerini kestikleri, ve dolayısiyle okuma, öğrenmede geriledikleri tesbit ediliyor. 'Cinsi ve ahlaki terbiye ileyetiştirilen çocukların ze-ka, irade gelişmesi ve okuma, öğrenme .. de tenasüli işlerle meşgulolanlardançok fazla farklılıkelde ettikleri görülüyor: Ziya Dalat, 15-16 yaşları arasında ki 10 kız üzerinde bir araştırma yapmış olan Bühler'İn in,celeme sonucunu naklediyor "Kızların beşi tenasüli mü-illasebette bulunmuş, diğer beşi i~:oebulunmamıştır. Bunlarınkonuşmaları kaydedilmiş. Te-n.asüli münasebette bulunanlar, yalnız tenasüli hayatı düşünüyor, ondan konuşuyorlar. O

halde okul çağında iken evlenen veya tenasuli mü'nasebette bulwnamgençlerin dersle alakası

azalıyor. Onlar daha ziyade tofmasüli.meseleleri düşwnü'yorlar. Tahsil) ya

esaslı

olm'uyo7'y

veya bomboş oluyor"

(s.

355) «Sanat)

ilim kaza'nçlarını temitneyarayan bu devir"

(uzan-mış büluğ)

tenasüzıihtiraslarla

normal yolıtnu sapıtırsa) sanatını il.mvn.. kaybına yol

açı-yor. Bu yaşlardaaçık

saçık resimler) fotoğTaflar) kitap ve dergileriinne kadar çocuk ruh ve

gelişiminezararlı

olduğunu incelem,eler isbat etmektedir" .. Açık resimlere bakılır) açık

(13)

fazZet tesir eder. Bunu önleyecek ilme) sanata ait kuvvetli tasarımlaryoksa)

onlar durmak.

sızın bilince gelirler ve bu suretle onani yapılır. Aynı zamanda tena8Üli fiilin hayalleri de

hep zihne {jetirilir. Açık resimler) yine gözönünde bulundurulur) romanın ve hikayenin' o

1<'"ı"

sımları tekrar okunur ve genç yine o vaziyete düşer.

(Ziehen, Seelenleben" s.

127).

Ayde-,tik, canlı tasarımlar kabiliyetininen kuvvetli bulunduğu sıra bu zamana isabet ediyor. O halde tenasüli hayaJlerin, gencin zihninde daha kuvvetli ve daha canlı şekilde belirmesi için yine fazla imkan var ..." (s.

356).

Bu bahiste ilmi delillerle, açık resimlerin, şehevi ro-man, hikaye ve benzerlerininçocuk ruhu 'Ve çocuk ruhunun tabii gelişimi aleyhine nasıl bir rolü ne derece zararİı bir tesiri olduğu anlatılıyor.

16 -

Dün.ya ve Hayat Görüşü Geli-şimi (s.

360), 17-

Din inanışı Gelişimi (s.

364-373).

Çocuk ve Gen.ç Ruhu eserinde bizi' bilhassa ilgilendiren bu bahistir. Gerek Din Psikolojisi ve gerek Din Eğitimi bakimından, çok ehemmiyetli olan bu konu kitabın en orijinal tarafı sayılabilir. Yazarın geniş incele.,

\

mesi arasından bazı dikkate değer düşünce v;: araştırmaların üzerinde bilginleree durul .. ması, tartışılması ve bu neticeye varılması aynı zamanda milletimiz için elbette faydah olacaktır: "Herhangi bir din anlayışı, çocuğun ve gencin vicdannida bir gerçektir. Hiçbii!' dini terbiye görmemiş çocukların da yinebir yüksek varlığa yalvardıkları görüİmüştür.

(Busemann, Jugendliche.' s.

178).

İnsan gör mesi, işitmesi ve gücü bir noktada bitiyo;r. Ondan sonra, insan aklının kavrayamadığı bir alem başlıyor. Ve insan, burayı, artık ya bir dinle veya bir felsefe görüşüyle açıklıyor.

Yer yüzünde) içimde din görüşü

veya bir .inanı~

şekli olmıyan insan cemiyeti yoktur; geçmişte de böyle bir cemiyet olmamıştır.

Sosyoloji

bunu isbat etmiştir. İster Güney Amerikan)

ister Okyanus

adalarırrıda)en

tenhalıktave

uzaklıktaki ins,an olsıon)hepsinin bir din anlayışı) bir inanışı var.

Tabiat olaylarının, yani gun batış ve doğ uşunun;, fırtına, şimşek, gök gürültüsü ... v. s. 'nin yakından' görüldüğü köylerde ve ziraat memleketlerinde dil ihtiyacıdaha fazla duyulmuş-tur. Y1ne hayatın güç olduğu çöllerde, bazkn larda yaşıyan insanlar, fe,laketlereve zul'iim. Jere uğrayan memlek,etler ahalisi dine daha fazla sarılmışlardır." (s.

364, 365).

"Din)

in-san kalbinin ta derinliklerindekök

salmış kU1J

vetli bir ihtiy,açtır. 0'nu kaldırırsanız) ye'rime

muhakkak başkJasını koyacak,sınız.

İnsan o kadar aciz, zavallı ve tabiat kuvvetleri o kadar

yüce ve güçlüdürler." Burada' (Tabiat) kavramının meçhullüğü veya birşeyi izah etmekten uzak bir mana taşıdığını, tabiatİn felsefi ve ilmi tahlili lüzumuna işaretettikten sonra bir Amed,kah araştırıcının (Hurlock, Adolescence. s.

333)

gençlerin din.den ne anladığımbe. lirten inceleme sonucuna geçeceğiz:

"1 -

Olağan üstü bir yüce kuvvet e inan ihtiyaci.

2

-İıisanlık ve ahlak meziyetlerin1n ideal bir nünimi.esini düşünmek ihtiyacı.

3 -

İbildet et. mek, bir ulu varlığa tapınma ve yalvarma ihtiyacı. 4 - Felaket günlerinde, her şeyi ;yapa-bilir kudrette bir büyük kuvvetten yardım isteme ihtiyacı.

5-

İnsan ruhunun. kendi.' ken. dine; bir büyük kuvvet mevcut olmalıdır, diye yaptığı düşünce, ve ,bu hususta kalbinde duyduğu duygu.

Hemen bütün araştırıcılar (Hurlock, Adolescence. s.

334,

Bus,emann, Paedagogi. sche. s.

177,

.spranger, Psychologie s.

291)

çocukta ve gençte din gelişimini inc,e:lerken şu iki noktanın kesin bir surette birbirinden a:yırt edilmesinUstiyorlar: a - Çocuk ve gen~ 'ruhunda kendikendine doğan ve gelişen din anlayışı. b - Çocuğa ye gence dışardan

öğ.-retilmek istenen ve dışarıda mevcut olan din.

Bizim burada inceloeyeceğimizyaLnız birinci noktadır. Bununla beraberdış çevr,enin de bu gelişim' üzerinde tesiri var. Yapudi, Katalik, Protestan. vs Ortodoks çevreler içinde ge-lişen çocuklar üzerinde'bir çok araştırmalar var. Fakat bizde, İslam, sünni,' kızılbaş,köy,

(14)

j

219

kasaba, buyük şehir .. v .s. çocuklarında din gelişimi nasıloluyor, bilmiyoruz. Bu noktalar bizde deneysel ilim metodları ile araştırılmamıştır." (.s.

366).

"Son swz olarak, din eğitimi hakkında bir iki kelime de söyliyeceğim. Maksadım, yine çocuğun ve din

anlay1-şını daha iyi' anlatabilmektir. Din ve ahHık bütün insanlarda vicdana, kalbe, içe ait şeylerdir. Oraya hukuk kuvvetleri, ceza, disiplin işlemez. Kimse beni şu

Şe-kilde inanmaya, düşünmeye zorlayamaz. Zor karşısında dilimle, "Evet efendim, böyledir, doğrusunuz, haklısınız" derim. rakat sonra içimde yine istediğim gibi, inanmak ve dU. şünmekte devam ederim. Dİnin bir kalb, bir zihin işi olduğu hakkında.ki canlı misiili tarih ,,- te dinlerin yayılışı gösterir.". (s.

373).

Dini inanç ve yayılışta "Hapis, c.eza insan kalbine

v.e düşüncesine tesir etmeyen şeylerdir. Onun için şu mühim ana kanunu daima tekrar ede. ve düşünüşüne tesir etmeyen şeylerdir. Onun için şu mühim ana kanunu daima tekrar ederiz: Din ve ahlak terbiyesinde azar, dayak, ceza, disiplin ve benzerleri faydasızdır. Duşün. ceyi ancak düşünce ile, ahlakı ahlakla, dini yine dinle düzeltmelidir!." (s.

372-373).

Din İranı, Gelişimi bahsini Ahlak Gelişimi takip ediyor.

18 -

Ahlak Gelişimi (s.

373).

Yazar "Bizde çocuğun ve gencin ahlakı üzerinde duranlar var. Onlar haklıdır. Çünkü okuldaki terbiyenin yarı hedefi bilgi ise, diğ.er yarı hedefi de çocukların ve gençleriu ahlaklı olma. larıdır." dedikten sonra Ahlak hakkında incelemelere girişiyol'. Bu ar'ada İslam ahlakından bahsediyor. (Ahlakın kendisi, çocuk sorumluluğu, çocukta ve gençte ahlak' gelişimi, vic-dan, ahlaki karakter), hakkında

12

sayfa tutan dikkate değer açıklamalarda bulunuyor.

(Bizdeki Ahlak Durumu) (s.

383)

üzerinde şu düşünceleri ileri sürüyor: "Biz) ahıak'

bakımvndan ideal bir durumda değiliz. Bizim ahlakımızşimdiye kada1') islam ahlakına

da-yanıyordu. Okullarımızda mihver olan deneysel ilimle, İslam dinini, din . adamlarımız bir

ahenge, bir duzenliğe getirmemiş, aksine hep aralarını açmışlardır." .(s.

383).

Burada so-rumluluğun geniş veetraflı bir t.ahlile ihtiyacı olduğu düşüncesinde bulunanları tatmin et-mek kolayolmamaktadır. Bununla beraber psikolog açık ve kesin bir ifade ile, günümüz-de ahlak konusunun çokehemmiyetle dikkate alınması zaruretini belirtirken bir ilim adamı olarak vazifesi~i yaptığına ka.nidir: "Şimdi okullarımızda, çocuk ve g.encin ahlakı, doğrudan doğruya bir çalışma konusu olarak :ele alınmamıştır. Ahıaik sarsıntısı) şimendifer) fabrika ek.

sikliğinden çok daha ,ağırdır. Çünkü bütün makinelere) binalara v,e bütün faaliyetlere

ku-manda eden insaoı) inswna da yol gösteren ahlaktır f. (s.

383, 384).

Ahlak gelişimini

taki-ben"

19 -

Gençlik ve Meslek (s.

384),

20 -- Kişilik ve Gelişimi bahisleriyle kitabın dör-duncü bölümü tamamhinmış oluyor. Eserin 423 üncü sayfasında '(5. Ek Bölüm:.l- Ve-raset ve Çevre) konusunun incelenmesine başlanıyor. Bu Ek BÖlüm, üç bahsi ihtiva ediyor. Diğerleri: 2 - Ferdi Farklar (s.

438), 3 --'-

Halk .AdeUerin.eGöre Çocuk G'elişimi (s.

441).

dir. Çocuğa 6 ıncı yaşta ilk Kur'an okutulduğunu müşahedeleriyle anlatan yazar "6 yaş sıraları bir nevi okul başlangıcıdır" (s.

451)

ve halkın, vakit vakit de oİsa 7-9 yaşlarında

namaza ve, birkaç gün için de olsa

11-13

yaşlarındaki çocukları oruca başlatmalarını, psi-kolojik gelişme zamanı bakımından yerinde bulmakta ve "7-9 yaş sıraları, , muayy,en bir vazifeyi yapmıya çalışan' yaştır. Oruca başlanılan

11-13

yaşları ise vücudünkuvvetlendiği ve iradenin geliştiği yaştır) demekte ve din eğitimindeki bu geleneğin psikoloji ilmi ba. kımından da doğru olduğunu ifade etmektedir. (s. 452). Eser

10

sayfa tutan kaynaklarla sona eriyor ...

Çocuk psikolojisi müşahede ve araştırmaları Türk çocuğunun gerçeklerir.,e ulaştığı ve onu kavradığı nisbette, milIetimize yararlı olacaktır. Çocuğun ruh ve gelişimi Uzerindeki çal.ışmalar umumiyetle Avrupalı ve Amerikalı çocuklara münhasır kalmış gibidir. Herne. kadar yakınlık ve .benzerliklerle müşterek, mUcerret çocuk tipleri dolayısiyle bazı uygunluk-lar varsa da, çocuğun ruh ve gelişimi yalnız soya çekim, biyolojik esasuygunluk-lara tabi olmadığın.

(15)

dan çevrenin (kültür, din, gelenekler, içtimaı, iktisadi, coğrafi, fiziki v.s.) tesirleriyle psi-kooljisi yuğrulup türlü istikametler,e doğru geliştiğinden,Türkiye'deki çocukların ilmi ola-rak tanınması için psikolojik incelemelere ko~u olması gerekir. Zira, aile" coğrafya geçim _ gıdalanma v.s.sağlık şartları, ahlaki değ'erler, t~knik, eğitim, ve öğretim şartlarının farklı olduğu cemiyetlerde çocuğun ruh g,elişimi de bunların tesirleriyle ilgili olarakpek ta-biidir ki farklılık göster,ecektir. Eğitim, aile, okul, sokak, mulıtelif yayımlar (gazete, dergi, kitap, sinema, tiyatro, radyo v.s.), ahlaki ve dini tesirle;, iktisadi nizam, jeopoliitkle ve bu çok karmaşık şartlarla, karşılıklı tesirler ve bu tesirlerle yeni birbirleşik davranış haline.-" . geçişle, bir çocuk t,erbiyesinin ne kadar çetin bir iş olduğu, bir de soya çekimin, fizioloJik şartların kuşattığı çocuğu tanımanın güçıÜği.i.kolayca anlaşılabilir. Çocuk ruh ve gelişimini de 'mÜşahede v,e tahlil, ilmi neticeler çıkarabilmek aynı derecede çetin zorluklar arzeder. Başarılı, müsbet bir öğretim ve eğitimin tatbiki için çocuğun, ruh gelişimini tamamiyle bil-' rnek, çocuk psikolojisinde kesin neticelere varmak zaruridir. Hakikatte bu maalesef tama-miyle böyl,e değildir. Okullarda Fransız, Amerikan .. öğretim ve eğitim tarzları ve bunun ne ticeleri hatırlanacak 'olur,sa, milletçe ulaşılmak istenilen gayenin tesbitiyle birlikte, ,bisit bir metod taklidin,den ziyade Türk çocuğunun içinde bulunduğu şartların, onun psikolojisi-nin tanınma lüzumu aşikar olarak belirir. Üstelik, henüz gelişme çağında ilerleyen ve bir-çok psikoloji okullarını sinesinde barındıran psikolojinin durumu, çocuk ruh ve gelişimin-de gelişimin-de kendisini gösterebilir. Ancak, çocuk üzerinde yapılacak, ciddi sabırlı araştırmalar ve sağlam tahlillerin vücuda getireceği malzemelerin mücerred, umumi ve çocuk psikolojisiyle ilgili olarak derlenme v,e mukayes,esi, müşterek noktaları!! tesbitiyle, bu ilim alanında da daha tatminkar neticeleri beklemek mümkün olacaktır. Oysaki, aynı millete mensup oldu-ğu halde farklı çevre (kültÜr, aile, meslek farklılığı v.s..) köy, kasaba, küçÜk şe:1ir, büyük şehir ... çocuklarının psikolojisinde, ruh geli[]imindebile farklar, ayrılıklar. görmek zor de. ğildir. Mesela bunları ilmi olarak müşahede ve tesbit sonraki mukayeselerle, nrüşter~k, açıl>:,kesin neticeler,e ulaşabilmektir. Dr. Ziya Dalat'ın bu eseri bize bu yolda, ümitli bir merhale olarak görülmektedir. Sayfa sayfa klasik fotoğraflar, resimler yerine, Türk ço. cuklarına dair resiml,er, fazla bir kemiyet ve mukayese olmamakla beraber,ehemmiyetı:i yerli, mahalli müşahedeler, Turk çocuğunun psikolojisine yönelişin hayırlı adımlarını teş-kil ediyor. Yakit vakit (Testler Türk Çocuklarına göre Nasıl Ayarlanmalı (s.

293?),

(Tür. kiye'deki Test Çalışmaları (s.

315))

gibi, hemen her bahiste Türk çocukları ile bir bağları-tı kurulmağa çalışılmasmı, bu eserin en değerlibir cephesi olarak görmek lıakşinaslık olur. Türk çocuklarına yönelme işaretlerini gördüğümüz, Türkiye'deki tecrübi psikoloji, sosyal psikoloji, eğitim psikolojileri, eğitim ve psikoloji çalışmaları ve ilmi psikoloji ,kiii-nikIerinden daha müsbet eserLerini, incelemelerini beklerken, Dr. Ziya Dalat'ın ciddi erne];: mahsulli, (Çocuk Ye Genç Ruhu) eseriüzerinde Türk bilginlerinin duracaklarıııı da ümit

etmek isteriz.

Hikmet TANy:ıJ

(16)

"

221

Jacques C. Risler: La Civilisation Arabe (Arab Medeniyeti); Payot, Paris,

1955, 332

sayfa. Metin içinde 7 harita. Birinci baskı.

"Paris İslam Enstitüsü" Profesörü olan yazar Jacques C. Risler eserini beş bölüme ayırınış ve bu beş bölümü yirmi sekiz kesim (chapitre) de incelemiştir. Eserin bölümleri ve kesim başlıkla~ı şunlardır:

Birinci bölüm: Temeller:

1-

İslamdanı önceki çağ, 2 - Doğu milletleri,

3-

Mad-di ve manevi kaynaklar, 4 - Muhammed ve Kur'an, 5 - islam dini ve düşüncesi, 6 - İs-lamın yayılışı, 7 - .Adet ve gelenekler, 8 - Devlet ve milletin gelişmesi.

İkinci bölüm: İslamın gelişkin çağı: 9 - Toplum yaşayı!;)!,10 - Fikir ve san' at haya-- ,.haya--.haya--tı,

11 -

Z,iraat, san,'at, ticaret,

12'-

BağeJat ve Halifeler sarayı, 13 - Batıdaki islamiyet. Üçüncü bölüm: Batı medE;niyetine etkisi: 14 - San'at ve edebiyat, 15 - Müsbet ilim-ler, 16 - Tatbiki san'atlar (camcılık, kağıt-çılık, dokumacılık ilah.), 17 - Tıb, 18 - Fe!: s,efe.

Dördüncü bölüm: Dü'şkünlük çağı: 19 - Endü1üs, 20 - İmparatorluğun parçalanma-sı, 21 - Haçlı seferleri, 22 - Parlak akisler, 23 - Sonradan türeyen hükümdar

sülalele-ri, 24 -:- İslamın uyuklama devri. Beşinci bölüm: İslamın uyanması ve ge

lişmesi: 25 - İslam uyanışı, 26 - İki cihan savaşı sırasında islamın gelişmesi, 27 -Arap rönesansı, 28 -: Yol kavuşağında bulunan doğu.

Akdeniz milletlerinin birbirine yaklaşmasınm bilimsel temelleri.

Burada bölümler ve ,kesimler hakkındaki görüşlerimizi açıklamadan önce yazarın, da-ha ilk adımı atmadan, İslamiyet ve bu dini kabul eden halk topluluğu demek olan islam dünyası hakkınqa yanlış düşüncelere sahip olduğunu belirtmek istiyorum.

Bir kere eserin adı yarlıştır. Hemen şimdi biraz aşağıda inceleyeceğimiz bölümlerde v,e kesimlerde göreceğimiz gibi eser, sadece Aarapları değil, İslamiyetin ortaya çıkışından ve yayılışından sonra İslam dinine girmiş olan Türkleri, İranlıları, Berberleri ve sair mil-letleri de inceleme konusu içine almış durumdadır. Bu itibarla eserin adı "Arap Medeni-yeti" değil, "İslam Medeııiyeti" olmak gerekir.

Eğer yalnız islamdan öncekiArap toplulukları incelenmiş olsaydı, belki o çağdaki ve o durumdaki Arap medeniyetinden bahsedilebilirdi; fakat eski dünyanın üç kıtasına yayıl-mış, oralarda yaşıyan milletle~i ve onların medeniyetlerini mecburi olarak bir din görüş' ve anlayışı içinde özemiş ve toplamışolan bir medeniyeti, sadece Araplara mal ederek kitaba bu adı vermek büyllk bir yanlışlıktır.

Yazar herhalde bu hataya vaktiyle Gustav le Bon'un düştüğühatanın farkına var-madan düşmüş olacak. Gerçekten Gustav le Bon da aynı şekilde eserine J. C. Risler'inin,-kin e benzer bir ad "La civilisation des Arabes" adını vermişti (1).

Aynı konulan ,daha geniş ölçüde işleyen Corci Zeydan (2) ile onları daha başka bir açıdan inceleyen W. Barthold (3) eserlerine, haklı ve doğru olarak, "Arap Mede.niyeti" adını vermeyip "İslam Medeniyeti Tarihi" deınişlerdir.

(1) Le Bon, Gustave: La Civi1isation des Arabes, Paris, 1884.

(2) Zeydan, Corci: Medeniyeti İslamiye Tarihi, çeviren: Zeki Megamiz, beş cilt 1328, İstanbuL. (3) Barthold, W. İslam Medeniyeti Tarihi. M. Fuad Köprülü'nün ba.şLangıç, açıklama ve

(17)

Yazarın, eseri, önceden verilmiş fikirlerle yazdığı onun önsözdeki ifadelerinden açıkça. anlaşılıyor:

J.

C. Risler orada "gerçekten:, batılı ile müslüman arasında derin bir uçu-rum vardı~; muslüman mistik düşünceli olup içgüdüleriyle hareket eder; batılımantıki fikirlerle hareket eder. Batılı 'gıerçeği felsefi kıyaslarla incelemeye çalıştığı halde müslü-man, bunu yalnı2J Tanndan bekler. Avrupalı muhakemesine dayanır; müslüman ,körükö-rune Kur'an ve Hadis hükümlerine inanır" (4) diyor.

Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan bu fikirlere dayanarak İslam Medeniyetini incelemeye kalkan bii adam elbette doğru bir hüküm veremez ve doğru bir sonuca varamaz, eline al-dığı bu önemli konuyu objektif olarak: inceleyemez. Kaldı ki, hangi dindenı, hangi ırktan veya milletten olursa olsun geniş bir toplulukta herkesin, onun tarif ettiği şekilde cı:ı,nsız

eşya veya mal gibi tek tip ve aynıkalıptançıkma olmasına imkan yo~tur. -...--- / Yazar önsözünde kaydettiği bu sözleri dini bakımdan söylüyorsa,' yani İslam dininin,

..---' '

onu kabul .eden bir müslümanı böyle bir kalıba soktuğunu ifade etmekistiyorsa daha çok yanılıyor.

Bizzat kendisinin de eserinde tesbit ettiği gibi batı medeniyetine önderlik etmiş, her alanda muazzam eserler yaratmış, büyük felsefeciler, riyaziyeciler, tabibler, şairler; mi-marlar yetiştirmiş bir topluluğa bu damga vurulabilir mi? Evet, ,din bakımından bir müs-lüman Tanrıya, O'nun gönderdiği gerçek kitap -olan Kur'anı Kerime ve Tanrı Elçisi Hazreti Muhammed'in sözlerine yani hadislere inanır. B~, yazarın her işte manıtık ve felsefeye da-yanır dediği garplinin inandığı Hind, Mısır ve Mezopotamya dinlerinden gelme ve Tanrıyı baba, oğul, ruh ul-Kudüs gibi bir tesliste aşağı yukarı bir aile sayan çok tanrıcılığa be.n-zeyen bir dine inanma.sından çok daha mantıki ve doğrudur. Kaldı ki, gerçek müslüman yalnız dini işlerde Kur'an ve hadise dayanır. Hususi ve şahsi işlerde mantığa asıl önem veren doğu alemidir. Müslüman aleminin ,şu son çağdaki geri kalmış durumuna bakarak genel bir İslam Medeniyeti Tarihi yazmak çok yanlış olur. İslam alemin'deki son duruma sebeb, İslam dini değil, dini yanlış anlayan ve şahsi menfaatlerinin haleldar olmasından korkarak halkı meskenete sevkeden yobaz ve softalardır.

Daha yeni zamanlara kadar hıristiyan al eminin, içinde yüzdüğü taassup ve kör düşürı-celeri, engizisyon mahkemelerini; yer çekimini, dünyanın yuvarlaklığım ifade eden bilgilı-lere yapılan eziyetleri; dini ve ilmi inançlarından dolayı vücutları kızgın demirlerle dağl:a-nanları, türlü işkenceler yapılanları unutarak hiçbir vakit bunların hiçbiri vuku bulmamış _olanislam alemine bu yönden dil uzatılmasına insanın bir tür::iü aklı ermiyor.

Yazarın ön düşüncelerini kısaca belirttikten sonra eser h8ikkında duşüncelerimizi kay-dedelim.

Sayfa altlarında veya bölüm sonlannda, yahut kitabın sonunda bibliyografya bul!un-ma dığından bu önemli konuyu yazarken yazarın hangi eserlerden faydalandığıID ye ni~re-lere başvurduğunu hemenkestirmek mümkün olmadı. Fakat bununla birlikte biraz dikkat-lice bakılınca bunu anlamak güç olmuyor. Yazar, islamiyetten önceki durum, Hazreti Mu-hamm-ed'in hayatı, İslam dininin ameneri ve akideleri hakkındaki bilgileri ve İslam 'rari-hine ait ~taba taslak kayitl~rı Muir'den, bilhassa Tor Andrae'derı almış; hatta bu sebep-le bir çok kelimesebep-leri almanca şekilsebep-leriysebep-le fransızcaya aktarmış; me.sela Muaviye'nin baba-sı Ebu Süfyan olmababa-sı lazım gelen Abu Safijan (ss. 28) ve Koraischite (KureyşIHer)

(ss.

28)

vıe bu kabilden daha bir çok kelime bu durumu açıkça göstermektedir. Bundan

(18)

223

başka eserde o ,kadar çok ve büyükisim ve bilgi hataları vardır ki, yazarın eseri, bu haliyle basmağa nasıl cesaret ettiğine şaşmamak elden gelmiyor. Bunlardan bazılarını ve en önemlilerini bir fikir vermek üzere buraya alıyoruz.

Yazar, Peyga~ber Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i bütiln arapların ceddi sanıyor (ss. 26). Halbuki İsmail Peygamber sadece, sonradan Mekke şehrine yerleşen Kureyş kabile-lerinin ceddi sayılır, Güneyarapları yani Yemen'de oturanlar ve Mekke dışında bulunan başka kabileler kendilerini Nuh Peygamberin oğlu Sam'ın torunlarından Kahtan neslinden üremiş sayarlar.

Yazar Hz. İbrahim'in karısı, İsmail Peygamberin anası olan Hacer'i, Agar (ss. 26) şeklinde ıkaydediyor ıki bu Hagar şeklinde kaydeden diğer batı tarihçilerinin kullandıkla-rı imla şeklinden başkadır.

:J. C. Risler Zemzem suyu hakkında bütü n hastalıkları iyi eden su diyor (ss. 26). Müs-l'Ümanlar Zemzem suyunun bütün hastalıkları değil hiçbir hastalığı iyi ettiğine inanmaz-lar; o ancak kutsal yerde çıktığı için kutsal bir su sayılır.

Daha ziyade Taif şehrinin, yani bUrada oturan Beni Sakif kabileşinin putu sayılan el-Lat, kitapta "Al Cat" imlasiyle ve acayip bir şekilde yazılmıştır (ss. 26).

BugÜn, mısırlı Mahmud Feleki Paşa'nın yaptığı ince hes,aplardan sçınra (5) Hz. Mu-hammed'in doğum tariti 20 Haziran. 571 olarak kabul edildiği halde yazar bunu nereden çıkardığını söylemeden 30 Nisan 571 kaydediyor (ss. 26).

Hz. Peygamberin yanında büyüdüğü amcası ve Hz.. Ali'ıl1inbabası olan Ebu. Talib'in adı -Abou Tahib şeklinde kaydedilmiş (ss. 26, 28).

Medine'nin eski ve meşhur adı Yesrib de "Yatreb" imlasiyle yazıımıış (ss. 28). Hal-buki bu alanda daha önce kitap yazmış olan ve otorite tanınan Lamme:ns, R. Dozy ve Gaudefroy-Oemombynes eserl~rinde bunu "Yathrib" ~ekliıl1dekaydetmiş olup bütün batı bilginlerince bıı imla kullan.ılm~ktadır.

Bec}rve Uhud gazveleri de şimdiye kadar hiç bir eserde rastlanmayan acayip bir şekil-de "L' oued" ve "Braşekil-de" olarak kayşekil-dedilmiş (ss. 28).

MüslÜmanların M. 622 yılında oraya göç ettikleri sıra'da Medine'de yaşıyan meşhur üç yahudi kabilesinden biri olan Beni Kurayza kabilesi "Banni Kurisse" şeklinde yazıl-mıştır (ss. 29).

Zeyd b. Sabit başkanlığındaki bir kurul tarafından yapılan Kur'an-ı Kerim'in Kureyş lehçesi üzerin.e ve tek metin halinde toplanışını yalnız Zeyd'in yaptİğıılll sanıyor (ss. 30).

Meşhur hadis töplayıcı ve bilgini Buhari'nin adı "Bokhani" .şeklinde kaydedilmiş (ss. 31).

Müslümanlığın beş şartından biri olan kelime-i şehadet formülünün arapçası. yanlış Y9.zılmışve .ı:ıamazıifade eden salat kelimesi "Calat" şeklinde kaydedilmiş (ss. 32).

"İslam fütuhatı Suriye'den başladı. Halid 636'da üstün düşman kuvvetlerine Yermük vadisinde saldırdı" diyor (ss. 38). İslam fütuhatı 636'da değil daha 634 yılında Halid'in İran'a yaptığı savaşla başladı.

Müslüman kızlarının çok küçük yaşta mesela.

9-10

yaşlarında evlendirildiklerini

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıda şöyle bir formül vermiştik: &#34;Eğer bir siyasi sistemin mensupları, kendileri için, X anayasasının, Y veya Z anayasasından daha uygun veya daha iyi olduğuna

IHftı .»HU , ı,.t &gt; ı«H*Nt4Mi'iMi«|H!i , m&gt;».. ğu beyanıyla eski hükmünde ısrarı mutazammın İstanbul Asliye 6. Ceza Mahkemesinden bu kere verilen 10.1.1945

Anaya­ sa Konseyine göre böyle bir uygulamaya, ancak kamu yaran gerek­ tirdiği durumlarda başvurulabilir ve basit bir mali yarar düşüncesi (bütçe dengesi) kamu yaran

Bu yazıda aynen şöyle denilmektedir: «657, 1327 ve 1328 sayılı kanunlarla oluşup 1.12.1970 gününden itibaren ger­ çekleşen yeni aylık miktarlarının Türkiye Büyük

bir ehemmiyeti haizdir. Bu hususu tâyin edebilmek için, evvelâ yabancı sermayenin hangi maksatla yurdumuza geldiğini, saniyen yabancı ser­ mayeden yurdumuzun ne gibi faydalar

2189 sayılı Hamiyle (Medenî Kanunun 257 nci maddesinde yazılı olduğu üze­ re evlât edinmekle ana ve babaya ait hak ve vazifeler evlât edinen kim­ seye geçerse de, evlât

Barışın tehdide uğradığı veya bir saldırma fiili vuku bulduğu hal­ lerde Güvenlik Meclisi veto dolayısiyle milletlerarası barış ve güvenliği sağlamak hususundaki

Anayasamız birkaç maddesiyle Cumhurbaşkanının ve Bakanlar Kurulunun yetki veya görevlerine dokunmakta ke de (4), Bakanlardan her birinin görevleri hakkında hemen hemen hiç