• Sonuç bulunamadı

Prepubertal dönemde 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (TCDD) ile oluşturulmuş testiküler hasar üzerine chrysin'in etkileri / Effects of chrysin on testicular damage induced by 2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin (TCDD) during prepubertal period

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Prepubertal dönemde 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (TCDD) ile oluşturulmuş testiküler hasar üzerine chrysin'in etkileri / Effects of chrysin on testicular damage induced by 2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin (TCDD) during prepubertal period"

Copied!
106
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

FIRAT ÜNİVERSİTESİ

SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİ

ANABİLİM DALI

PREPUBERTAL DÖNEMDE 2,3,7,8-

TETRAKLORODİBENZO-p- DİOKSİN (TCDD) İLE OLUŞTURULMUŞ TESTİKÜLER HASAR ÜZERİNE

CHRYSİN’İN ETKİLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

SONGÜL YILMAZ 2017

(2)
(3)
(4)

İTHAF SAYFASI

(5)

TEŞEKKÜR

Yüksek lisans eğitimim süresince tecrübelerinden faydalandığım,

değerli danışman hocam sayın Prof. Dr. Neriman ÇOLAKOĞLU’na,

Eğitimim süresince beni yönlendiren, iyi niyetleriyle her zaman

destek olan ve her an bilgi birikimlerinden faydalandığım Fırat Üniversitesi

Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Başkanı sayın Prof.

Dr. İ. Enver OZAN’a ve değerli Öğretim Üyeleri sayın Prof. Dr. Leyla

CANPOLAT KOYUTÜRK’e, Prof. Dr. Dürrin Özlem DABAK’a, Yrd.

Doç. Dr. Tuncay KULOĞLU’na, Yrd. Doç. Dr. Nevin KOCAMAN’a,

Tez çalışmam da yardımcı olarak katkıda bulunan Arş. Gör. Nalan

KAYA’ya, Arş. Gör. Ahmet TÜRK’e ve Arş. Gör. Dr. Elif ERDEM

GÜZEL’e, Bio. Osman Fatih YILMAZ ile yüksek lisans arkadaşım K. Esin

TAŞDEMİR’e,

Tezime sağladığı finansmandan ötürü Fırat Üniversitesi Bilimsel

Araştırma Projeleri Birimi (FÜBAP) ’ne,

Son olarak yaşamım boyunca desteklerini esirgemeyen değerli

(6)

İÇİNDEKİLER

BAŞLIK SAYFASI ... i

ONAY SAYFASI ... ii

BEYAN SAYFASI ... iiii

İTHAF SAYFASI ... iv

TEŞEKKÜR ... v

İÇİNDEKİLER ... vi

TABLOLAR LİSTESİ ... ix

ŞEKİLLER LİSTESİ ... x

KISALTMALAR LİSTESİ ... xii

1.ÖZET ... 1

EFFECTS OF CHRYSIN ON TESTICULAR DAMAGE INDUCED BY 2,3,7,8-TETRACHLORODIBENZO-p-DIOXIN (TCDD) DURING PREPUBERTAL PERIOD ... 5

2. ABSTRACT ... 5

3. GİRİŞ ... 8

3.1. TESTİS ... 8

(7)

3.1.2. Testis Embriyolojisi ... 10 3.1.3. Testis Fizyolojisi ... 12 3.1.4. Testis Histolojisi ... 14 3.1.4.1. Testisler ... 14 3.1.4.2. Seminifer Tübüller ... 15 3.1.4.3. Sertoli Hücreleri ... 16 3.1.4.4. Leydig Hücreleri ... 17 3.1.4.5. Spermatogenez ... 18 3.1.4.6. Spermiyogenez ... 20 3.2. TCDD (2,3,7,8- tetraklorodibenzo-p-dioksin)... 22

3.2.1. Dioksin ve Benzeri Bileşikler ... 22

3.2.2. Toksik Eşdeğer Faktörleri ve Toksik Eşdeğerlikler ... 23

3.2.3. Dioksin Kaynakları ve Oluşumu ... 25

3.2.4. Dioksinin Etki Mekanizması ... 27

3.2.5. Dioksinlerin Toksikokinetikleri ... 29

3.2.5.1. Emilim ve Dağılımı ... 29

3.2.5.2. Dioksinin Atılımı ... 30

3.2.6. Dioksinlerin Zehirlilikleri ... 31

3.2.7. Tolere Edilebilir Doz ... 34

3.2.8. Toksisite Durumunda Tedavi ... 35

3.3. Oksidatif Stres ve Serbest Radikaller ... 36

3.3.1. Memelilerdeki Başlıca Serbest Radikaller ... 37

3.4. Apoptozis ... 40

3.5. Antioksidan Savunma Sistemleri ... 41

3.6. Flavonoidler ... 42

3.6.1. Chrysin ... 43

3.7. Araştırmanın Amacı ... 45

(8)

4.1.Deney Hayvanlarının Beslenmeleri ve Barındırılmaları ... 46

4.2. Deney Gruplarının Oluşturulması ve Deneysel Uygulamalar ... 48

4.3. Doku Örneklerinin Alınması ... 49

4.4. Organ Ağırlıklarının Ölçülmesi ... 49

4.5. Histolojik Değerlendirmeler ... 49

4.6. TUNEL Metodu... 51

4.7. Biyokimyasal Analizler ... 53

4.8. İstatistiksel Analiz ... 53

5. BULGULAR ... 54

5.1.Vücut Ağırlık Değişim Yüzdesi ... 54

5.2. Rölatif testis ağırlığı ... 55

5.3. Histolojik Değerlendirmeler ... 56 5.4. TUNEL Bulguları ... 62 5.5.Biyokimyasal Analizler ... 67 6.TARTIŞMA ... 68 7. KAYNAKLAR ... 79 8. ÖZGEÇMİŞ ... 92

(9)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Dioksin/Furan bileşiklerinin çeşitli ortamlarda ki yarılanma süreleri  ... 27 

Tablo 2: Farklı Canlılarda Dioksinin Yarılanma Ömürleri  ... 31 

Tablo 3: Maruz Kalınan Yüksek/Düşük Doz Dioksinin Yan Etkileri... 32 

Tablo 4: Sıçanlara verilen pelet yemin bileşimi ... 47 

Tablo 5: Histolojik İnceleme İçin Doku Hazırlama Basamakları ... 50 

Tablo 6: TUNEL boyaması işlem basamakları. ... 52 

Tablo 7: Vücut ağırlık değişim yüzdesi ... 54 

Tablo 8: Rölatif testis ağırlığı (gr) ... 55 

Tablo 9: TUNEL Boyama, Semikantitatif Analiz ... 63 

Tablo 10: Apoptotik indeks (%) ... 63 

(10)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1: Testisin anatomik görünümü ... 10

Şekil 2: Primordiyal germ hücrelerinin göçü ve gonadal farklılık ... 12

Şekil 3: Testisin histolojik görünümü ... 16

Şekil 4: Spermatogenez ... 19

Şekil 5: TCDD’in kimyasal yapısı ve üç boyutlu görünümü ... 25

Şekil 6: Antioksidanların Sınıflandırılması ... 42

Şekil 7: Chrysin’nin molekül yapısı ... 4 4 Şekil 8: Vücut ağırlık değişim yüzdesi ... 55

Şekil 9: Rölatif testis ağırlığı (gr) ... 56

Şekil 10: Kontrol grubu. Seminifer tübül germinal epitelinde (↔) yer alan spermatogenik seri hücreleri ve Sertoli hücreleri ve interstisyel alanda yer alan Leydig hücreleri () normal yapıda gözlenmekte. Masson’s Üçlü Boyası x 200 ...57

Şekil 11: Kontrol grubu. Normal görünümlü seminifer tübül germinal epiteli (↔) ve interstisyel Leydig hücreleri (→). Periodic Acid Schiff x 200 ... 58

Şekil 12: TCDD grubu. Seminifer tübül epitelini oluşturan hücreler arasında ayrılmalar. Masson’s Üçlü Boyası x 200 ... 58

(11)

Şekil 13: TCDD grubu. Seminifer tübül epitelinde vakuolar dejenerasyon (v) ve

atrofi (→). Periodic Acid Schiff x 200... 59

Şekil 14: TCDD grubu. Seminifer tübül epitelinde vakuolar dejenerasyon (v) ve

atrofi (*). Periodic Acid Schiff x 200... 59

Şekil 15: TCDD grubu. Seminifer tübül epitel boyunda kısalma (→), multinüklear

dev hücre (), mayoz bölünmenin belli aşamalarında duraksamış hücreler ()

ayırt edilmekte. Periodic Acid Schiff x 200 ... 60

Şekil 16: TCDD+CH grubu. Multinüklear dev hücre (→) ve heterokromatik

çekirdekli germ hücreleri () dikkati çekmekte. Masson’s Üçlü Boyası x 200 .. 60

Şekil 17: TCDD+CH grubu. Normal görünümlü seminifer tübüllerin arasında bazal

membranında ayrılma() ve germinal epitelinde dejenerasyon (*) olan seminifer

tübül. Periodic Acid Schiff x 200 ... 61

Şekil 18: CH grubu. Normal görünümlü seminifer tübül germinal epiteli (→) ve

interstisyel Leydig hücreleri (→). Masson’s Üçlü Boyası x 200 ... 61

Şekil 19: CH grubu. Normal görünümlü seminifer tübül germinal epiteli (→) ve

interstisyel Leydig hücreleri (→). Periodic Acid Schiff x 200 ... 62

Şekil 20: Kontrol grubu. Az sayıda TUNEL-pozitif apoptotik germ hücresi (→).

(12)

Şekil 21: TCDD grubu. TUNEL-pozitif apoptotik germ hücreleri (→) ve seminifer

tübül epitelinde dejenerasyon (*) ve germ hücreleri arasında ayrılma (→). TUNEL

x200 ... 64

Şekil 22: TCDD grubu. TUNEL-pozitif apoptotik germ hücreleri (→) ve

multinüklear dev hücreler (→). TUNEL x200 ... 65

Şekil 23: TCDD grubu. TUNEL-pozitif apoptotik germ hücrelerinin yaygınlığı

(→) ve dejenere germinal epitel (*) dikkati çekmekte. TUNEL x200 ... 65

Şekil 24: TCDD+ CH grubu. TUNEL-pozitif apoptotik germ hücreleri (→).

TUNEL TUNEL x200 ... 66

Şekil 25: CH grubu: Az sayıda TUNEL-pozitif apoptotik germ hücresi (→).

(13)

KISALTMALAR LİSTESİ

ABP : Androjen bağlayıcı protein AhR : Aril hidrokarbon reseptörü AI : Apoptotik indeks

ARNT : Aril hidrokarbon reseptör nüklear translokator CH : Chrysin

DNA : Deoksiribonükleik asit EDC : Endokrin bozucu kimyasallar EPA : Çevre Koruma Ajansı ETZ : Elektron transport zinciri FSH : Follikül stimüle edici hormon GnRH : Gonadotropin serbestleyici hormon GSH-Px : Glutatyon peroksidaz

H&E : Hematoksilen- Eozin HSC : Hepatik yıldız hücreleri

IARC : Uluslar Arası Kanser Araştırmaları Kuruluşu IUPAC : Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği LH : Luteinizan hormon

LPO : Lipid peroksidasyonu

NADPH : Nikotinamid adenin dinükleotid fosfat- hidrojen NO : Nitrik oksit

NOS : Nitrik oksit sentaz PAS : Periyodik Asit Schiff

(14)

PBS : Phosphate buffered saline PCB : Poliklorlu bifeniller

PCDD : Poliklorludibenzo-para-dioksinler PCDF : Poliklorludibenzo furanlar

PUFA : Çoklu doymamış yağ asitleri PVC : Polivinil klorür

RNS : Reaktif nitrojen türleri ROS : Reaktif oksijen türleri OH+ : Hidroksil radikali

ONOOH : Peroksinitrit

TCDD : 2,3,7,8- tetraklorodibenzo-p-dioksin TDI : Tolere edilebilir günlük alım miktarı TEF : Toksik eşdeğerlik faktörleri

TEQ : Toksik ekivalent

TUNEL : Terminal deoxylnucleotidyl transferase (TdT)-mediated deoxyuridine triphosphate (dUTP)-biotin nick end-labeling

(15)

1. ÖZET

2,3,7,8- tetraklorodibenzo-p-dioksin (TCDD) çevrede uzun süre kalıcılığı

olan, yapısal olarak aynı mekanizmayla toksisite oluşturup, canlılarda biyolojik

olarak benzer etkiler gösterebilen 75 farklı bileşik içeren dioksin ailesinin

prototipidir. Bu bileşikler içinde en zehirli yapıda olması nedeniyle TCDD toksisite

çalışmalarında standart olarak kullanılmaktadır. Araba egzozlarında ve sigara

dumanında bulunan TCDD, insektisitlerin üretiminde, belediyelere ait katı atıkların

yakılması esnasında bir yan ürün olarak ortaya çıkan çevresel bir kirleticidir.

İnsanlar TCDD’ yi çoğunlukla beslenme yoluyla almakta ve yıkılabilir özelliğinin

düşük olması nedeniyle kanda ve yağ dokusunda birikme eğilimi göstermektedir.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Kuruluşu TCDD’yi grup I kanserojen olarak

tanımlamıştır. TCDD, membran fosfolipitlerinden araşidonik asidin salınımını

artırarak enflamasyona ve reaktif oksijen türleri (ROS)’nin üretimine yol açarak

oksidatif strese dolayısıyla hücre hasarına neden olur.

Doğal bir flavon olan Chrysin (CH) antioksidan, antiinflamatuar,

antiapoptotik, antiviral özelliklere sahiptir. CH’nin damar koruyucu ve spasmolitik

(16)

Bu çalışmada TCDD’nin testis dokusunda meydana getirmesi muhtemel

oksidatif hasara karşı, güçlü bir antioksidan olan CH’nin etkilerinin incelenmesi

amaçlanmıştır.

Bu deneysel çalışmada 4 haftalık, ortalama 105-130 g ağırlıklarındaki 28

adet Wistar-Albino cinsi erkek sıçanlar kullanıldı. Sıçanlar grup I (Kontrol), grup

II (TCDD uygulanan), grup III (TCDD + CH uygulanan) ve grup IV (sadece CH

uygulanan ) olmak üzere rastgele 4 gruba ayrıldı.

Grup II ve grup III’e haftada bir kez 25 μg/kg TCDD intraperitonal (ip.)

olarak uygulandı. Ayrıca grup III ve grup IV’e günlük 50 mg/kg zeytinyağında CH

çözdürülerek oral gavaj yolu ile verildi.

5 haftalık deney süresi sonunda tüm gruplardaki sıçanlar tartıldıktan sonra

anestezi altında dekapite edildi. Testis dokuları alınıp hızlıca tartıldı ve Bouin’s

solüsyonunda tespit edildi. Biyokimyasal incelemeler için kan örnekleri

santrifüjlenip, elde edilen serumlar daha sonra yapılacak olan testosteron tayini için

-20 0C de saklandı. Testis dokularından histolojik inceleme için parafin bloklar

hazırlandı. Parafin bloklardan 5 μm kalınlığında kesitler alındı. Alınan kesitler

histokimyasal ve TUNEL teknikleri kullanılarak boyandı.

TCDD ve TCDD+CH gruplarındaki sıçanların ortalama vücut ağırlık

(17)

karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş gözlendi. CH grubu ile

kontrol grubu arasındaki fark ise istatistiksel açıdan önemsiz bulundu.

Işık mikroskop incelemesinde, kontrol grubuna ait testis dokularında

seminifer tübül germinal epitelini oluşturan spermatogenik seriye ait hücreler ve

Sertoli hücreleri, interstisyel alan ve bu alanda yer alan Leydig hücreleri normal

yapıda izlenirken TCDD uygulanan deneklere ait dokularda, germinal epitelde

atrofi, vakuolar dejenerasyon, germ hücreleri arasında ayrılma, spermatid dev

hücreleri ve bazı tübüllerde mayoz bölünmenin belli aşamalarında duraksama ayırt

edildi. TCDD toksisitesine karşı koruyucu amaçla CH uygulanan gruba ait

testiküler dokuda nispeten koruyucu etki sağlandı. Sadece CH uygulanan gruba ait

kesitlerde testis dokusu kontrol grubu gibi normal görünümlü olarak ayırt edildi.

Apoptotik hücre ölümünün belirlenmesi için TUNEL tekniği kullanılarak

yapılan boyamanın ışık mikroskopta incelenmesinde, kontrol grubu kesitlerinde

TUNEL (+), TCDD grubunda TUNEL (+++) , TCDD + CH grubunda TUNEL (+),

sadece CH uygulanan grupta ise TUNEL (+) yaygınlığında işaretlenme gözlendi.

TCDD ve TCDD+CH uygulanan gruplardaki sıçanların serum testosteron

seviyelerinde, kontrol ve CH grubu ile kıyaslandığında anlamlı bir azalma gözlendi.

CH grubu ile kontrol grubu arasındaki fark ise istatistiksel açıdan önemsiz bulundu.

Sonuç olarak yapılan bu deneysel çalışmada TCDD toksisitesinin serum

(18)

Ayrıca seminifer tübül germinal epitelinde atrofi ve apoptotik hücre ölümüne yol

açarak son derece önemli hasara yol açtığı gözlendi. Antioksidan özelliği ile ön

plana çıkan CH’in bu olumsuz etkileri nispeten azalttığı saptandı. Bu bulgular,

çevresel bir kirletici olan TCDD’nin erkek üreme sağlığını menfi anlamda

etkileyebileceğini ve buna karşı önlemler alınması gerekliliğinin olduğunu

göstermektedir.

(19)

EFFECTS OF CHRYSIN ON TESTICULAR DAMAGE INDUCED BY 2,3,7,8-TETRACHLORODIBENZO-p-DIOXIN (TCDD) DURING

PREPUBERTAL PERIOD

2. ABSTRACT

2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin (TCDD) that persists in the environment for a long time is a prototype of dioxin family that contains 75 distinct compounds having similar biological effects on organisms and causing toxicity with same structural mechanism. TCDD has been employed as a standard in toxicity assays due to its characteristic of being the most toxic one among those compounds. TCDD existing also in exhaust and cigarette smoke is an environmental pollutant which is a by-product of insecticide production and solid waste combustion of municipalities. People generally take TCDD through nutrition and it tends to accumulate in blood and adipose tissues due to its low degradability. International Cancer Research Foundation has described TCDD as group I carcinogenic. TCDD causes inflammation by increasing arachidonic acid from membrane phospholipids and oxidative stress and also cell damage by producing reactive oxygen species (ROS).

Being a naturally occurring flavone, chrysin (CH) has antioxidant, anti-inflammatory, anti-apoptotic and anti-viral effects. It is also known that chrysin has vascular protective and spasmolytic effects.

The present study was designed to investigate the effects of CH on possible oxidative testicular damage induced by TCDD.

In this experimental study, 4-week-old 28 Wistar-Albino male rats about 105-130 g weight were used. The rats were grouped into four random groups,

(20)

i.e. Group I (Control), Group II (TCDD-treated), Group III (TCDD+CH-treated) and Group IV (only CH-treated).

Group II and III were treated with 25 μg/kg TCDD once a week intraperitoneally (ip.). In addition, Group III and IV were treated daily with 50 mg/kg CH dissolved in olive oil through gavage feeding.

After 5 weeks, all rats were weighed and decapitated under anaesthesia. Testicle tissues were weighed immediately and fixated in Bouin’s solution. For biochemical examinations, blood samples were centrifuged and the serums were stored at -20 for subsequent testosterone assay. Paraffin blocks from testicle tissues were prepared for histological examination. 5 μm-thick cross-sections of paraffin blocks were prepared and stained by using histochemical and TUNEL techniques.

When compared with the control group, the groups of TCDD and TCDD+CH showed statistically significant decrease in the percentage of body weight variation and relative testicle weight. The difference between the groups CH and control was found to be insignificant statistically.

During the microscope examination, Spermatogenic cells forming seminiferous tubule germinal epithelium and Sertoli cells, interstitial region and Leydig cells were found to have normal appearance in testicular tissues of the control group while atrophy in germinal epithelium, vacuolar degeneration, separation among germ cells, giant spermatid cells and arrest in certain stages of meiosis in some tubules were distinguished in tissues of TCDD-treated group. Relative protective effect was observed in testicular tissues of the CH-treated group against TCDD toxicity. Testicular cross-sections of only CH-treated group was observed normally as in control group.

(21)

Apoptotic cell death was examined by TUNEL staining and the labelling results were observed as TUNEL (+) for control group, TUNEL (+++) for TCDD group, TUNEL (+) for TCDD+CH and TUNEL (+) for CH group.

When compared to the control and CH groups, a significant decrease in serum testosterone levels of the rats treated with TCDD or TCDD+CH was observed. The difference between the control and CH group was found to be insignificant statistically.

In conclusion, it was determined that TCDD toxicity decreased serum testosterone level and had a negative impact on spermatogenesis. Moreover, it caused serious cell damage that contain atrophy in seminiferous tubule germinal epithelium and apoptotic cell death. Prominent with its antioxidant effect, CH relatively reduced these negative impacts. These findings suggest that TCDD, an environmental pollutant, can affect male reproductive health individually and there is necessity for taking precautions against this threat.

(22)

3. GİRİŞ   3.1. TESTİS   3.1.1. Testis Anatomisi  

Funiculus spermaticus’a asılı durumda bulunan bir çift testis, scrotumun

içinde bulunur. Testisler 4-5 cm uzunluğunda, 2.5 cm genişliğinde, 3 cm

kalınlığında ve ortalama 10-14 gr ağırlığındadır.

Testisin iki yüzü (facies medialis ve facies lateralis); iki kenarı (margo

anterior ve margo posterior) ve iki ucu (extremitas superior ve extremitas

inferior) bulunur.

Testisin ön kenarı, her iki yüzü ve uçları düz ve konveks olup, visseral

periton ile kaplıdır. Arka kenarın yalnızca lateral kısmı peritonla örtülüdür.

Peritonsuz olan medialine ise epididimis tutunur. Bu bölgeden damarların sinir ve

kanal yapıları geçer.

Testis lamina visceralis (epiorchium), tunica albuginea ve tunica

vasculosa olmak üzere üç tabaka ile örtülüdür;

Lamina visceralis (epiorchium): Epididimisin büyük kısmı ile arka kenarının

(23)

Testis ve epididimisin arka kenarlarından fascia spermatica internanın iç yüzüne

geçen kısmına lamina parietalis adı verilir.

Tunica albuginea: Testisleri dıştan saran sıkı yapılı fibröz bir tabakadır. Bu

tabakayı oluşturan beyaz fibröz demetler birbirleri içine rastgele uzanırlar. Arka

kenarı hariç, dıştan tunica vaginalis testisin lamina visceralisi (epiorchium) ile

çevrilidir. Peritonun bulunmadığı arka kenara ise epididimis tutunur. Bu kısımdan

damar ve sinirler girip çıkar. Arka kenarda tunica albuginea tabakası, testisin içine

doğru vertikal yarım bir bölme şeklinde kalın bir uzantı gönderir. Bu bölme

mediastinum testis olarak adlandırılır.

Tunica vasculosa: Tunica albuginea tabakasının iç kısmını ve testisin içindeki tüm

lobuli testisi saran damar ağı tabakasıdır. Damarlar arasında kalan kısımlar ise

gevşek bağ doku yapısındadır. Tunica vasculosa tunica albuginea’nın iç yüzünü ve

tüm bölmelerin yüzlerini döşer (1).

Septa radiata adı verilen oluşum mediastenden tunica albuginea’nın iç

yüzeyine, sayıları 200-300 arasında değişen koni biçiminde lobülleri oluşturmak

üzere tutunur. Bu lobüllerin her biri bir veya daha fazla sayıda seminifer tübülden

oluşur. Tübüller yaklaşık 1 metre uzunluğundadır. Tübüllerin arasında bulunan

gevşek bağ doku içerisinde testosteron üreten interstisyel hücreler (Leydig

(24)

(tubuli rekti) ve rete testisi meydana getirirler. Rete testisten, 12-20 adet duktuli

efferentes çıkar. Epididimise girdikten sonra duktuli efferentesler genişleyerek daha

kıvrımlı hale gelirler ve lobülleri oluşturur. Bu lobüllerin her birinden çıkan

kanallar, tek bir epididim kanalına drene olurlar. Yaklaşık 6 metre uzunluğunda

olan bu kanalın çapı ve kalınlığı artarak vaz deferensi oluşturur (2) (Şekil 1).

Şekil 1: Testisin anatomik görünümü (3). 

3.1.2. Testis Embriyolojisi  

Cinsiyet fertilizasyon sonrası kromozomal olarak bellidir. Ancak intrauterin

altıncı haftaya kadar cinsel açıdan farklılanmamış gonad karma bir yapıdadır. İlkel

cinsiyet bezleri ilk kez 5. ve 6. haftada ürogenital tümsek diye bilinen ilkel nefrik

(25)

Altıncı haftada gonadlar, yüzeyel germinal epitel ve internal blastemden

oluşmaktadır. Blastem kitlesi bazal membrandan serbestlenen yüzeyel epitelin içe

kısımlara doğru proliferasyonu ile meydana gelmektedir. Yedinci hafta içinde

gonad, testis ya da overe özgü bir yapılara farklılaşmaya başlar.

Eğer farklılaşma testis yönünde olacaksa bez büyür, kısalır ve bir miktar

kaudale yerleşir. Mezonefrozla testis arasındaki bağlantı gonadal mezentere

dönüşür. Bu mezenter ise mezorşiyum diye bilinmektedir. Germinal epitel hücreleri

daha alt kısımda yer alan mezenkimin içine doğru prolifere olur ve kordona benzer

yapılar meydana getirir. Bu yapılar radiyal olarak yerleşmiş olup, rete testisin ilkel

hücreleri olarak ortaya çıkan yoğun bir blastem kitlesinin bulunduğu mezorşiyuma

yaklaştıkça birleşirler. Testis kordonları 3-4 benzer kordona bölünür ve bu

kordonlar da sonunda spermatozoaların üretileceği seminifer tübüllere

farklılaşırlar. Fetal yaşamın üçüncü ayına doğru testisler retroperitoneal mesafede

yalancı pelviste yerleşik hale geçerler. Testisin alt kısmından çıkan bir

fibromüsküler bant gelişmekte olan ön karın duvarı kaslarının arasından geçerek

skrotal kabarıklığın subkutan dokusunda sonlanır. Periton testisin alt kısmının

aşağısında, fibromüsküler bandın ön yüzeyi boyunca divertikül biçiminde fıtıklaşır,

ve son olarak anterior karın kaslarının arasından skrotal torbaya ulaşır. Yedinci aya

(26)

skrotal torbanın arkasından inguinal kanala girerek sekizinci ayın sonunda skrotal

keseye ulaşır (4) (Şekil 2).

Şekil 2: Primordiyal germ hücrelerinin göçü ve gonadal farklılık (5) 

3.1.3. Testis Fizyolojisi  

Erkek ve kadında cinsel fonksiyonlar hipotalamus ve hipofizden

(adenohipofiz) salgılanan hormonlar tarafından kontrol edilir. Kontrol,

hipotalamustan salgılanan gonadotropin serbestleştirici hormon (GnRH) ile başlar.

GnRH, adenohipofizden glikoprotein yapısında olan lüteinize edici hormon (LH)

ve follikül stimüle edici hormon (FSH) salgılanmasını sağlar. LH ve FSH,

(27)

gonadotropik hormonlar olarak bilinirler. LH, testislerde intersitisyel alanda

bulunan Leydig hücrelerinden testosteron salgılanmasını uyarır. FSH ise

spermatogenezisi uyarır (6).

GnRH 10 amino asit uzunluğunda bir peptid olup, hipotalamusun arkuat

nükleusunda yer alan nöron gövdelerinden salgılanır. GnRH, hipotalamus-hipofiz

portal sistemi damarlarına serbestlenir. Portal kan yoluyla ön hipofize taşınır ve LH

ve FSH’nın salgılanmasını uyarır (7).

Sağlıklı erişkin bir erkekte her 1-3 saatte bir, birkaç dakika süreyle, pulsatil

GnRH salınımı gerçekleşir (6).

Testislerden testosteron üretimi, sadece hipofiz bezinden salgılanan LH’nın

uyarısı ile gerçekleşir. Ayrıca üretilen testosteron miktarı ile uyarıcı LH miktarı

yaklaşık doğru orantılıdır.

Testislerde olgun Leydig hücreleri normalde postnatal birkaç haftaya kadar

bulunur; daha sonra yaklaşık 10 yaşına kadar görülmezler. Ancak herhangi bir

yaştaki erkek çocuğa saflaştırılmış LH verilmesi veya puberte döneminde LH

üretiminin artması, testislerdeki fibroblastlara benzeyen interstisyel hücrelerin,

işlevsel Leydig hücrelerine dönüşmesine neden olur (7).

GnRH, LH ve FSH salgısı testosteron tarafından negatif feedback ile

(28)

üretimini inhibe ederek hem de adenohipofizi doğrudan etkileyerek baskılar. GnRH

salgısının azalması, LH ve FSH salgısının azalmasına neden olur. LH’ın azalması

da testosteron üretimini inhibe eder. Aksine testosteron düzeyinin azalması ise

hipotalamustan GnRH salgısını arttırır. Bu da LH ve FSH üretimini uyarır, böylece

testosteron düzeyi yükselir (6).

3.1.4. Testis Histolojisi  

3.1.4.1. Testisler  

Erkek üreme sistemi; bir çift testis, çok sayıda boşaltım kanalı ve yardımcı

üreme bezlerinden oluşur. Testis sürekli bölünen spermatogenik kök hücreleri içerir

(8).

Her bir testisi dışarıdan saran tunica albuginea arka yüzden testisin iç

kısımlarına doğru uzanarak mediastinum testisi meydana getirir. İnce bağ dokusu

olan septum, mediastinum testisten içeriye doğru uzanır ve testisleri her biri 1 ile 4

sarmal yapıdaki seminifer tübülleri kapsayan yaklaşık 250 adet bölmeye veya

testiküler lobçuklara ayırır. Her bir seminifer tübül de çoğalan germ hücreleri,

çoğalma göstermeyen destek (sustentakular) veya Sertoli hücrelerini içeren çok

katlı germinal epitel tabakasından oluşmaktadır. Seminifer tübülde, germ hücreler

(29)

Her bir seminifer tübül, fibroblast, kas hücrelerine benzer hücreler, sinir

hücreleri, kan ve lenfatik damarlar ile örtülüdür. Ayrıca, seminifer tübüllerin

arasında interstisyel (ara) hücreler (Leydig) olarak adlandırılan epiteloid hücre

kümesi de mevcuttur. Bu hücre kümeleri testosteron hormonu üretir ve salgılar (9).

3.1.4.2. Seminifer Tübüller  

Seminifer tübüller yaklaşık olarak 150-250 m çapında ve 30-70 cm uzunluğunda, kompleks yapıda çok katlı epitel ile örtülüdür. Bir testiste bulunan

tübüllerin toplam uzunluğu yaklaşık 250 m civarındadır. Her bir tübülün son

kısımlarında lümen daralır ve düz tübüller ya da tubuli rekti adıyla bilinen kısa

segmentler halinde devam eder. Bu düz tübüller, seminifer tübülleri rete testis adı

verilen, epitel ile döşeli kanalların oluşturduğu yapıya bağlar. Seminifer tübüller

(30)

Şekil 3: Testisin histolojik görünümü (5). 3.1.4.3. Sertoli Hücreleri

Sertoli hücreleri spermatogenik serideki hücreleri kısmi olarak saran

piramidal şekildeki hücrelerdir. Tabanları bazal laminaya tutunur, apikal kısımları

ise sıklıkla seminifer tübülün lümenine uzanır. Sertoli hücreleri birbirlerine sıkı

bağlantılarla bağlanmışlardır (10).

Sertoli hücreleri birçok önemli görev üstlenmektedir:

 Gelişmekte olan sperm hücrelerine (spermatid) besin, fiziksel destek ve koruma sağlamak,

(31)

 Spermatogenezis esnasında meydana gelen sitoplazma artıklarını (residual cisimcikler) fagosite etmek,

 Seminifer lümen içerisine olgun spermin atılmasını sağlamak,

 Spermin beslenmesi ve boşaltım kanalları içerisinde transportu için gerekli olan fruktozdan zengin testiküler sıvıyı salgılamak,

 Testosterona bağlanarak konsantrasyonunu arttıran androjen bağlayıcı proteini (ABP) üretmek,

 Hipofizden follikül uyarıcı hormon (FSH) salınımını önleyen inhibin hormonunu üretmek.

 Gelişim sırasında Müller kanallarının gerilemesini sağlayan glikoprotein yapısında Müllerian inhibe edici hormonu (AMH) üretmek (9).

3.1.4.4. Leydig Hücreleri  

İntersitisyel alanda eozinofilik Leydig hücreleri yer alır. Bu hücrelerin

sitoplazması köpüksü bir görünüme sahiptir. Bu görünümden, testosteron sentezi

için depolanan kolesterole bağlı olarak yüksek düzeyde lipit sorumludur. Büyük,

polihedral yapıdaki bu hücrelerde bir ya da iki nükleolus içeren bir nükleus

mevcuttur. Hücrelerin yüzeyinde çok sayıda mikrovillus bulunur. Bu hücreler

(32)

Sitoplazmalarında steroid salgılayan hücrelere özgü bir özellik olan yoğun

düz endoplazma retikulumu içerirler (11). Bu hücreler, mitokondrilerde ve düz

endoplazmik retikulumda bulunan enzimler aracılığıyla testosteronu üretirler (12).

3.1.4.5. Spermatogenez

Primordiyal germ hücreleri testise göç ederek spermatogonyum olarak

isimlendirilen olgunlaşmamış germ hücrelerine dönüşürler. Spermatogonyumlar

puberte ile birlikte mitoz bölünmeler geçirerek prolifere olurlar ve olgun spermi

oluşturmak üzere farklılaşırlar (7).

Sperm üretimi seminifer tübüllerde gerçekleşir. Seminifer tübüllerin

duvarını germ hücreleri (spermatogonyum) ve Sertoli hücreleri döşer. Germ

hücreleri sperm yapımından sorumludur. Sertoli hücreleri ise germ hücrelerinin

etrafında destek dokusunu oluşturur (6).

Spermatogenezin ilk evresinde, spermatogonyumlar seminifer tübülün

lümen merkezine doğru Sertoli hücreleri arasına göç ederler. Sertoli hücreleri tüm

tübül lümeni boyunca gelişmekte olan spermatogonyumların etrafını sararak onlara

zengin sitoplazmik ortam sunar (7).

Germinal epitel içinde çok sayıda spermatogenezis döngüsü eş zamanlı

olarak gerçekleşir. Spermatogenetik döngünün süresi ortalama 74 saattir.

(33)

sitoplazmik köprülerle bağlı olup spermatogenez sürecinden birlikte geçerler (4)

(Şekil 4).

Germ hücreleri mayoz bölünme sonucunda 46 kromozomlu diploid (2n)

halden 23 kromozomlu haploid (1n) hale gelir. Böylece sperm, yine 23 kromozom

içeren haploid (1n) yumurta hücresi (ovum) ile birleşerek 46 kromozomlu yeni bir

bireyin (zigot) oluşmasını sağlar (6).

(34)

3.1.4.6. Spermiyogenez  

Spermatidden spermiyum oluşum sürecidir. Erken dönemde yuvarlak şekilli bir

hücre olan spermatid, spermiyogenez boyunca değişime uğrayarak kuyruklu ve

hareketli olan spermiyuma farklanır. Sertoli hücreleri spermiyogenezde önemli rol

oynarlar. Spermiyogenez dört kısımda incelenir:

1. Golgi Dönemi: Çok sayıdaki golgi kompleksinin bulunduğu bölgede PAS pozitif

granüllerin birikmesi ile karakterizedir. Glikoproteinden zengin granüller nükleus

membranının yakınındaki membranla sınırlı akrozomal vezikül ile birleşir.

Akrozomal vezikülün bulunduğu yöre, gelişen spermiyumun ön kutbunu belirler.

Bu dönemde sentriyoller de arka kutba doğru göç ederler. Burada spermiyum

kuyruğunun aksonemini oluşturacak olan mikrotubuller sentriyollerden başlayarak

yapılanmaya başlarlar.

2. Kep Dönemi (Şapka Dönemi): Akrozomal vezikül nükleusun ön bölümünü

kaplayacak şekilde genişleyip şapka şeklinde bu bölümü sarar (akrozomal kep).

Nükleus membranının bu tarafa bakan kısmının porları kaybolur, membran

kalınlaşır. Nükleus yoğunlaşır.

3. Akrozom Dönemi: Bu dönemde belirgin şekil değişikliği yaşanır. Spermiyum başı

Sertoli hücrelerinin sitoplazmasının derinlerine gömülür. Kuyruk flajellumu iyice

(35)

hale gelerek uzar. Akrozom, apikal plazma membranına iyice yaklaşır. Sitoplazmik

mikrotubuller akrozomdan spermatidin arka kutbuna uzanarak silindirik kılıfı

oluştururlar. Flajellum, oluşumundan sorumlu olan sentriollerden kaynaklanan 9

adet kalın lif aksonemin mikrotubul çiftlerinin periferinde dış kalın lifleri oluşturur.

Bu liflerin başladığı bölge boyun (bağlayıcı parça) olarak isimlendirilir. Plazma

membranı uzayan flajellum yüzeyini kaplamak üzere arkaya doğru uzarken, manşet

kaybolur. Mitokondriyonlar boyun bölümünde ve distale uzayan bölgede dış kalın

liflerin çevresini sıkı bir kılıf gibi sarmalarlar. Mitokondriyon kılıfı ile karakterize

bu bölüm kuyruğun orta parçasıdır. Orta parçanın distalinde iki longitudinal fibröz

kolon ve çok sayıda bağlayıcı fibröz halka içeren fibröz kılıf esas parçanın dış

yoğun liflerini çevreleyerek flajellumun ucuna kadar ilerler. Bu bölge esas parça

olarak isimlendirilir. Esas parçanını distalinde kalan ve sadece aksonemin

mikrotubullerini içeren kısa son bölüm ise son parça olarak isimlendirilir.

4. Olgunlaşma Dönemi: Sitoplazma miktarında azalmanın gerçekleştiği terminal

dönemdir. Fazla sitoplazmayı içeren bölüm boğumlanıp kopar, Sertoli hücreleri

tarafından fagosite edilerek ortadan kaldırılır. Spermatidler birbirleri ile olan

(36)

3.2. TCDD (2,3,7,8- tetraklorodibenzo-p-dioksin)  

3.2.1. Dioksin ve Benzeri Bileşikler

İnsanlar sistemik olarak devamlı organik kirleticilere maruz kalmaktadırlar.

Bu çevresel kirleticiler devamlılıkları, toksisite düzeyleri ve hareketlilikleri

nedeniyle sağlığa zarar veren kimyasal maddelerdir (14). Kimyasal yapıları ve

canlılar üzerindeki etkileri benzerlik gösterdiğinden bu bileşikler dioksinli veya

dioksin ve benzeri bileşikler olarak isimlendirilirler.

Poliklorludibenzo-para-dioksinler (PCDD), poliklorludibenzo furanlar (PCDF) ve poliklorlu bifeniller

(PCB) suda çok az çözünme özelliğinden, metabolik ve çevresel yıkımlara

dayanıklı, doğada kararlı durumda bulunan, yüksek derecede zehirli, geniş yayılım

alanına sahip çevresel kirleticilerdir (15). Bu zamana kadar 75 PCDD, 135 PCDF

ve 209 PCB kimyasal bileşik tanımlanmıştır (16).

Dioksinler, kimyasal içerikleri ve toksik özellikleri birbirleriyle ilişkili, 75

farklı dioksin bileşiği mevcut olup en zehirli yapıda 2,3,7,8-

tetraklorodibenzo-p-dioksin (TCDD) olan bir guptur (17) ve genellikle bu bileşik tetraklorodibenzo-p-dioksinlerin toksisite

çalışmalarında standart olarak kullanılmaktadır (18).

TCDD çevrede uzun süre kalıcı özellikte olan, yapısal olarak aynı

mekanizmayla toksisite oluşturup canlılarda biyolojik olarak benzer etkiler

(37)

için üretilmeyip, endüstriyel üretim ve başta atık yakma gibi yanma işlemlerinin

yan ürünü olarak ortaya çıkan, son derece zehirli yapıda çevreye salınırlar (19).

TCDD’ye maruz kalma bireylerde çeşitli toksisiteler meydana

getirmektedir. Bu toksisitelerin derecesi türler ve bireyler arasında büyük ölçüde

farklılık göstermektedir. Yüksek dozda TCDD’ye maruz kalan insanlarda görülen

en belirgin toksisitelerden biri klorakne olarak bilinen deri hastalığı iken,

laboratuvar hayvanlarında toksik etkilere karşı farklı düzeyde duyarlılıklar ve

tepkiler geliştiği görülmektedir (20). Üzerinde en fazla çalışma yapılan TCDD

maruziyeti sonrasında laboratuvar hayvanlarında bu toksik etkilerin başında hızlı

kilo kaybı ve devamında ölüm ile karakterize olan zayıflık sendromu (wasting )’dur

(21).

3.2.2. Toksik Eşdeğer Faktörleri ve Toksik Eşdeğerlikler

  

Toksik Eşdeğerlik Faktörleri (TEF); WHO (Dünya Sağlık Örgütü)

tarafından dioksin ve benzeri bileşiklerin toksisitellerini belirlemek amacıyla ve bu

bileşiklerden TCDD temel alınarak her bir dioksin bileşiklerine verilen ortalama

zehirlilik faktörü olarak tanımlanmaktadır. TEF değeri; bileşiğe maruz kalma

süresinin uzun ya da kısa olması, in vivo ve in vitro biyokimyasal analizler göz

(38)

TEF’nde bir eşitlikle tüm dioksin türevlerinin ortak toksisite etkileri bir

birime çevrilmekte ve aynı örnekteki benzer zehirli maddelerin ortak zehirli etkileri,

toplam zehir eşdeğerliğini ifade etmek üzere toplanmaktadır. Seçilen örneğin

toplam zehir eşdeğerliliğini tanımlayabilmek için Çevre Koruma Ajansı (EPA), 2

aşamalı bir yöntem geliştirmiştir:

1. Aşamada; kullanılan eşitlikle, bütün dioksin benzeri bileşiklerin ortak

zehirli etkileri, tek bir birime çevrilerek Toksik Ekivalent değeri elde edilir.

2. Aşamada; aynı örnekteki benzer toksik maddelerin ortak zehirli etkileri

toplanarak toplam zehir eşdeğerliliğini ifade eder.

TEQ= Toksik Ekivalent

TEF= Toksik Eşdeğerlilik Faktörü

1) TEQ=(Dioksin Derişimi)x(Zehirlilik Faktörü)

2) Toplam TEQ= Örnekteki tüm zehirli TEQ’ların toplamı

Dioksin ve dioksin benzeri bileşiklerin toksik etkinliğini, o bileşiğin boyutu

ve biçimi belirler. Makromoleküldeki klor sayısı ve konumu bileşiğin toksisitesinde

önemli bir belirteç olup, dioksin molekülünün 2,3,7, ve 8 bağlarında klor atomunun

bulunması bileşiğin zehirliliğini belirler (Şekil 5). Dioksin ve furan bileşiklerinin

yapılarında bulunan klor atomunun konumlarının benzer şekilde yerleşiminden

(39)

 Şekil 5: TCDD’in kimyasal yapısı ve üç boyutlu görünümü (23)  3.2.3. Dioksin Kaynakları ve Oluşumu

Dioksin, organik klorlu bileşikler olarak bilinen, yüzlerce klorlu kimyasalın

üretimi sırasında ‘ara’ ya da ‘yan ürün’ olarak ortaya çıkar (24). TCDD çevrede

geniş yayılım gösteren kalıcı bir organik kirleticidir (25). TCDD, polivinil klorid

(PVC)’lerin düşük sıcaklıkta yakılması ve pestisit üretimi gibi endüstriyel

süreçlerin yan ürünü olarak ekosisteme salınan zehirli, organik bir maddedir (26).

TCDD ev ısıtma sistemlerinde, araba egzozlarında, sigara dumanında (27),

bitki ve böcek öldürücü maddelerin imalatının bir yan ürünü olarak, ağaç pulpası

ve kâğıt fabrikalarında klorinle ağartma işleminde, medikal atıkların imha edilmesi

ve belediyelere ait katı atıkların yakılması esnasında ortaya çıkan kalıcı bir çevre

kirleticisidir (27, 28).

Ayrıca dioksinler yüksek derecedeki sıcaklıklarda (250-450 °C), bazı doğa

(40)

olarak tanımlanır (29). Bu süreçte dioksin oluşumuna neden olan kaynaklar

arasında özellikle evsel katı atıkların, kömür, odun ve petrol ürünlerinin, sentetik

yağlı boyalarla kaplanmış maddelerin, transformatör yağların ve klorla beyazlatılan

ürünlerin yakılmasıyla (30, 31), bazı metallerin eritilmesi, volkanik patlamalar,

orman yangınları, fosil yakıtların kullanımı, asfalt üretimi ve PVC endüstrisi

sayılabilir (22, 32). Dioksinler 250 °C’nin üzerindeki sıcaklıklarda organik

materyallerin yanması ile oluşur ve 800 °C’nin üzerindeki sıcaklıklarda ise hızlıca

yıkımlanır (33).

TCDD ve PCB’ler dünya çapında karmaşık bileşikler olarak bulunan kalıcı

ve hidrofobik bir yapıya sahip organik kirleticilerdendir ve TCDD, yıkılmaya

dirençli olup tahmini 7,6 yıllık yarılanma ömrü ile doğada birikme eğilimindedir

(34) (Tablo 1). Bu nedenle Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC),

TCDD’yi muhtemel insan kanserojeni sınıfından, insan kanserojeni sınıfına

yerleştirmiştir (32). İnsanlar bu kirleticilere gıda, su ve solunum yoluyla maruz

kalırlar (35). Havaya, toprağa ve sulara karışan dioksinler hayvanlara beslenme

yoluyla geçerek vücutlarında birikir ve hayvansal gıdalarla insanlara taşınırlar.

Dioksinler gerek kimyasal yapılarının sabit olması ve gerekse doğal yapılarının

lipofilik olması nedeniyle çevre ve insanlar açısından her zaman potansiyel tehlike

(41)

ve okyanusların dibindeki sedimentlerde de bulunabildiğinden dolayı diğer bir

önemli depolanma alanıdır (18).

Tablo 1: Dioksin/Furan bileşiklerinin çeşitli ortamlarda ki yarılanma süreleri (23)

Hava Su Toprak Sediment

PCDD 2 gün- 3 hafta 2 gün- 8 ay 2 ay- 6 yıl 8 ay- 6 yıl

PCDF 1-3 hafta 3 hafta- 8 ay 8 ay- 6 yıl 2-6 yıl

3.2.4. Dioksinin Etki Mekanizması  

TCDD, özellikle evrimsel süreç boyunca oldukça korunmuş ve temel olarak

sarmal-halka-sarmal yapısına sahip bir transkripsiyon faktörü olan aril hidrokarbon

reseptörünün (AhR) etkili bir ligandıdır (36). AhR her yerde bulunan sitozolik bir

proteindir, AhR normalde sitoplazmada bulunan şaperon proteinlerine bağlı iken,

ligand bağlanmasıyla aktifleşerek çekirdeğe geçmekte ve yer değiştirerek daha

büyük boyutlu aktif Aril Hidrokarbon Reseptör Nüklear Translokator (ARNT)

proteini ile birleşmektedir (37, 38). AhR/ARNT dimeri, spesifik DNA cevap

elementlerine (AHRE-I ve AHRE-II) bağlanarak belirli genlerin transkripsiyonunu

düzenlemektedir (37). AhR proteinin TCDD toksisitesine aracılık ettiğini gösteren

önemli kanıtlar bulunmaktadır: AhR-nakavt fareler, karaciğer dokusunda ARNT

(42)

proteini bulunan fareler, yabani tiplere kıyasla, TCDD zararından kaynaklanan

fenotipik etkileri önemli ölçüde düşük düzeyde sergilemişlerdir (39). Bunun yanı

sıra TCDD-AhR bağlanması sonucunda AhR’nin hedef geni olan ve yoğun olarak

karaciğerde sentezlenen CYP1A1 aktive olmaktadır (40). CYP1A1 geninin

TCDD’yi metabolize etmesi süresince gerçekleşen metabolik olaylar oksidatif stres

koşullarının artmasına neden olan mutajenik metabolitleri ve reaktif oksijen

türlerini (ROS) üretmektedir (41).

Ca2+ düzeyinin erken artışının da TCDD’nin neden olduğu toksik etkilere

katkıda bulunduğu göz ardı edilemez. Ca2+ düzeyinin erken artışı, fosfolipaz A2’nin

aktivasyonu ve sonrasında membran fosfolipitlerinden araşidonik asidin (AA, n6

yağ asidi) salınımıyla sonuçlanmaktadır (42). Araşidonik asit, COX-2 ve sitokrom

p450 enzimleri için substrat olarak hareket etmekte ve araşidonik asidin salınımı

enflamasyona neden olan eikosanoidlerin üretimiyle sonuçlanmaktadır. Bu

nedenle, hem reaktif oksijen türleri (ROS) hem de enflamasyona neden olan

eikosanoidler, TCDD ile uyarılan oksidatif stres ve toksik tepkiler üzerinde önemli

(43)

3.2.5. Dioksinlerin Toksikokinetikleri

3.2.5.1. Emilim ve Dağılımı  

Canlılar dioksinlere besin, su, solunum ve temas yolu ile maruz kalmaktadır

(24). Dioksinler vücuda alınan ve emilim oranı bileşiğin türüne, emilim yoluna ve

ortama bağlı olarak değişen bileşiklerdir (44). Dioksin zehirlenmelerinde bulaşma

%90 oranında ağız yolu ile olmakla birlikte fabrika patlamaları, orman yangınları

gibi durumlarda her üç yoldan bulaş söz konusu olabilir. Dioksin bileşikleri yağda

iyi çözündüklerinden ortamdaki yağ oranı ile emilim arasında pozitif yönde bir

ilişki vardır. Bu zamana kadar yapılan deneylere dayanarak laboratuvar

memelilerinde ve insanlarda en uzun TCDD eliminasyonu, yarılanma ömrüne ve

vücut ağırlığına bağlı olduğu bildirilmiştir. İnsanlar TCDD’ yi çoğunlukla

beslenme yoluyla almakta ve yıkılabilir özelliğinin düşük olması nedeniyle alınan

TCDD kanda ve yağ dokuda değişmeden kalmaktadır. Dioksinler vücuda alındıktan

sonra temel olarak kan, kaslar, karaciğer ve yağ dokuda dağılırlar, fakat bu

bileşikler özellikle karaciğer ve yağ dokuda birikme özelliği gösterirler (25, 45, 46).

Amerikan Çevre Örgütü (EPA) dioksin ve dioksin benzeri maddelerin

insanların DNA yapısında değişim yapması sonucunda, bağışıklık sisteminin

bozulduğunu, genotoksik tipte kanserlerin oluşumuna yol açabildiğini ve

(44)

Dioksinler yağlı tüm doku tiplerinde muhafaza edilir. En yüksek dağılımı karaciğer

ve beyaz yağ dokusunda, bağırsaklar üzerindeki yağ hücrelerinde ya da düşük

oranda beyin yağ dokusunda birikmesi sonucunda karaciğerde, pankreasta ve kalpte

hastalıklara neden olduğu belirlenmiştir (46, 47).

 3.2.5.2. Dioksinin Atılımı  

Dioksinlerin temel atılımı dışkı yolu ile olup, idrarla atılan oran dışkıdakine

göre oldukça düşüktür. Erkek bir gönüllüde, 105 ng. TCDD alımından sonra

emilimin > % 87’ye ulaştığı görülmüştür. Absorbe edilmeyen TCDD 3 gün

içerisinde dışkı ile atılır. Ancak dışkı tarafından absorbe edilen oranının

eliminasyonu % 0,03 kadar düşüktür (48).

Lipofilik özellik gösteren ve insan vücudunda daha çok yağlı gıdalar yolu

ile (et, yumurta, tam yağlı süt, tereyağı vb.) kontamine olan dioksinlerin yarılanma

ömürlerinin insanlarda 7-8 yıl, maymunlarda 1 yıl, sığırda 16,5 hafta, domuzlarda

94 gün, farelerde 12-30 gün arasında değiştiği bildirilmektedir (49, 50) (Tablo 2).

WHO tarafından PCDD ve PCDD/F’ler 1. Sınıf kanserojen maddeler içerisinde

sayılmış ve insan için günlük tolere edilebilecek dozun 1-4 pg TEQ/kg olduğu rapor

(45)

Tablo 2: Farklı Canlılarda Dioksinin Yarılanma Ömürleri (49, 50)

Bulunduğu Canlı Yarılanma Ömrü

İnsan 7-8 yıl Maymun 1 yıl Sığır 16,5 hafta Fare 12-30 gün

Laktasyon, vücuttan dioksin atılmasını hızlandıran birkaç önemli olaylardan

birisidir; fakat bu durumda da bebeğin bu zehirli kimyasala maruz kalması ile

olumsuz bir etki söz konusudur. Emzirme süresince, anne sütünün yağında bulunan

dioksin, anneden çocuğa geçmekte, hatta bebekler aldıkları bu anne sütü nedeniyle

vücutlarında, annelerinden daha yüksek oranda dioksin bulunabilir (51, 52).

3.2.6. Dioksinlerin Zehirlilikleri  

Dioksin ve benzeri bileşiklere maruz kalınması sonucunda oluşan yan

etkilerin başında sindirim, karaciğer ve göğüs kanserleri, gelişme bozuklukları,

wasting sendromu (zayıflık/israf sendromu), lenfoid, klorakne, hepatotoksisite,

yarık damak, kusurlu böbrek oluşumu gibi doğumsal anomalililer ile

(46)

güçlüğü, üreme bozuklukları, yüksek tansiyon ve astım gibi hastalıkların meydana

geldiği belirtilmiştir (53) (Tablo 3).

Tablo 3: Maruz Kalınan Yüksek/Düşük Doz Dioksinin Yan Etkileri (53)

Yüksek Doz Etkileri Düşük Doz Etkileri

Klorakne Gelişimsel problemler (motor hareketler/hafıza) Hepatotoksisite Endokrin sistem bozuklukları

Üreme bozuklukları Erkek/kadın doğum oranında azalma Wasting Sendromu Solunum problemleri

İmmünosupresyon Dolaşım bozuklukları Doğum anomalileri

Deney hayvanlarında kanser

Hayvanlarda gözlemlenen toksik etkiler oldukça çeşitlidir. Dioksinler,

spesifik olarak wasting sendromu (zayıflık/israf sendromu), hepatotoksisite,

klorakne, enzim indüksiyonu, iç salgı dengesizlikleri, karaciğerde vitamin A

depolarının azalması, lipid peroksidasyonu, nörotoksisite gibi toksik etkiler

oluşturmuştur (54). Zayıflık sendromu, kemirgen laboratuvar türlerinin birçoğunda

(47)

Farklı ırklar arasındaki varyasyonu gösteren en iyi tanımlanmış modellerden

biri TCDD-duyarlı Long-Evans (Turku/AB) sıçanlar (L-E; LD50 9.8- 17.7 μg/kg)

ile TCDD-dirençli Han/Wistar (Kuopio) sıçanlar (H/W; LD50

˃

9600 μg/kg)

arasındaki farklılıktır (55). H/W ırkında özellikle zayıflık sendromuna ve letaliteye

karşı görülen direnç AhR proteininin transaktivasyon alanında meydana gelen bir

nokta mutasyonu ile ilgilidir (56).

TCDD endokrin sisteme zarar veren çevresel bir kirletici olduğundan, erkek

üreme sistemi üzerinde toksik etkilere sebep olmaktadır (57). Erkek üreme

organları dioksine oldukça duyarlıdır. TCDD’ye maruz kalmanın sperm sayısında

azalma, dioksin toksisitesinin en hassas noktalarından biri olup fertilite de düşüşe

neden olduğu belirtilmektedir (58). Birkaç büyük meta-analiz çalışmasına göre

semen kalitesi, yarım yüz yıllık dönemde bazı gelişmiş ülkelerde azalmaktadır (59).

Erkek üreme sağlığındaki bu bozulma, çevresel endokrin bozucu kimyasallara

(EDC) sürekli maruz kalmayla ilişkilendirilmektedir (60, 61). İnsan üreme sistemi

üzerinde potansiyel zararlı etkilere sahip bir grup EDC, dioksinler ve dioksin

benzeri bileşiklerdir (62). Birçok EDC’ nin kadın üreme sistemini ve özellikle

yumurtalıkları hedef aldığı bilinmektedir. EDC’ ye maruz kalma infertilite, erken

yumurta yetmezliği ve anormal cinsiyet steroid hormon seviyeleri gibi birçok

(48)

Karaciğerde TCDD toksisitesinin kaba işareti, parenkimal hepatositlerde

AhR aktivasyonuna dayandırılır. Ayrıca, karaciğerde parenkimal olmayan

hücrelerde TCDD tedavisinin sonuçları hakkında daha az bilgi bilinmektedir.

Hepatik yıldız hücreler (HSC) A vitamini depolayan parenkimal olmayan

hücrelerdir. Karaciğer hasarına bağlı olarak, aktif HSC’ler bu depolama yeteneğini

kaybeder ve bunun yerine pro-inflamatuar mediatörler ve tip I kollagen üretimi

yoluyla inflamasyon ve fibrozun geliştirilmesi ve korunmasında işlev görürler.

TCDD’ ye maruz kalmanın karaciğer retinoid homeostazını bozduğu ve

karaciğerdeki hücre dışı matriksin şeklini değiştirerek düzensizleştirdiği rapor

edilmiştir (64).

Dioksin maruziyeti sonucunda tüm doku ve organlarda kanser riskinin

arttığı özellikle akciğer ve yumuşak doku sarkomlarında artışların mevcut olduğu

Amerika Birleşik Devletleri Çevre Koruma Ajansı (US-EPA) ve WHO raporlarında

bildirilmektedir (22, 65, 66).

3.2.7. Tolere Edilebilir Doz  

TCDD için, tolere edilebilir günlük alım miktarını (TDI) Dünya Sağlık

Örgütü (WHO) 10 pg/kg olarak belirlemiştir. Fakat yapılan çalışmalarda bu

(49)

etkisinin daha sonra ortaya çıkmasından dolayı dioksinli bileşiklerin TDI değerini

1-4 pg/kg TEQ olarak yeniden belirlemiştir (22, 67).

3.2.8. Toksisite Durumunda Tedavi  

Dioksin birikiminin engellenmesi veya uzaklaştırılması amacıyla çeşitli

araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar da dioksine maruz kalan farelere 10 gün

boyunca clenbuterol katkılı gıdalarla beslenildiğinde yağ dokusunda bulunan

toplam dioksin miktarında %30 oranında azalma görülmüştür. Başka bir çalışmada

ise lif kaynaklı diyetle beslenen kemirgenlerde, dioksinin vücuttan atılım oranının

daha yüksek olduğu bildirilmiştir (68). Yapılan bir çalışmada bileşiklere maruz

kalan 2 deneğe sonraki ilk 3 yıl boyunca TCDD atılımını artırmak için diyette yağ

yerine sindirilemeyen, absorbe olmayan olestra kullanıldığı ve bağırsaklarda atılımı

arttırdığı görülmüştür (69).

TCDD gibi bazı kimyasalların neden olduğu kanser oluşumlarının başında

yetersiz antioksidan tüketimi büyük önem teşkil etmektedir. Yeterli düzeyde ve

sürekli bitkisel antioksidanların (karotenoid, vitamin C, folik asit, retinol)

tüketilmesi oksidatif stresin DNA hasarını engelleyerek, gelişmiş hasarlı hücrelerin

(50)

3.3. Oksidatif Stres ve Serbest Radikaller  

Serbest radikaller bir veya daha fazla eşleşmemiş elektrona sahip, kısa

ömürlü, kararsız, molekül ağırlığı düşük ve çok etkin moleküllerdir (72, 73).

Serbest radikaller normal hücresel metabolizma sırasında oluşabildiği gibi, çeşitli

dış etkenler vasıtasıyla da oluşabilmektedir (74).

Serbest radikaller lipidler, proteinler, ve nükleik asitler gibi temel hücresel

bileşenlerde hasar oluşturma özelliğine sahip olup kanser, ateroskleroz, amiloidaz,

yaşa bağlı bağışıklık yetersizliği, demans ve hipertansiyon gibi çeşitli hastalıklara

neden olduğu ve biyolojik yaşlanma sürecinde etkili rol oynadığı tanımlanmıştır

(74).

Organizmada oluşan serbest radikaller endojen ekzojen kaynaklı olabilir.

Memelilerde, mitokondriyal elektron transport zinciri (ETZ), fagositik ve

endotelyal hücrelerdeki oksidatif reaksiyonlar, redoks döngüleri, araşidonik asit

metabolizması, otooksidasyon reaksiyonları sırasında ksantin oksidaz ile NADPH

(nikotinamid adenin dinükleotid fosfat) oksidaz gibi enzimlerin etkisiyle serbest

radikaller oluşmaktadır. Ekzojen kaynaklar ise endüstriyel kirleticiler, ilaçlar, diyet,

iyonize radyasyon, ultraviyole (UV) ışını, sigara dumanı ve ksenobiyotiklerden

(51)

Biyolojik sistemlerdeki en önemli serbest radikallerin başında oksijen

kaynaklı radikallerdir ve bunlara reaktif oksijen türleri (ROS) adı verilir. Yoğun

olarak bulunan diğer bir serbest radikal ise reaktif nitrojen türleri (RNS) dir (76).

3.3.1. Memelilerdeki Başlıca Serbest Radikaller  

Reaktif Oksijen Türleri (ROS): Serbest radikallerin dış orbital

yörüngesinde paylaşılmamış elektron ve oksijen atomu ile oluşan bir durumdur.

Oksijenin indirgenmesi ya da oksijene iyonize radyasyonun etki etmesi ile oluşur.

En önemli reaktif oksijen türleri (ROS) ise şunlardır: (75, 77).

Süperoksit Radikali (O2¯ )

Hidrojen Peroksit (H2O2 )

Hidroksil Radikali, Fenton ve Haber – Weiss Reaksiyonları (OH˖ )

Hipokloröz Asit (HOCl)

Singlet Oksijen (1O 2)

Alkil Radikali, Organik Radikaller (R. )

Hidroperoksil Radikali (HO˖ 2)

Alkoksil Radikali( LO˖ )

Reaktif Nitrojen Türleri (RNS): Canlılarda meydana gelen reaktif nitrojen

(52)

Nitrik Oksit (NO): Azot ve oksijen atomunun elektron alışverişinin

birleşmesinden meydana gelir. NO, endojen Nitrik Oksit Sentaz (NOS) enzimi

yardımıyla L-arijinin aminoasidinden sentezlenir. Yarı ömrü 10 ila 20 saniye olup

hücre içi ve hücre dışında işlev gören küçük yapıdaki, reaktif moleküldür.

NO’ nun vücutta oluşan reaktif oksijen türleriyle (ROS) reaksiyona girerek

oksidan yapıda olan peroksinitrit (ONOOH) anyonu gibi serbest radikalleri

oluşturduğu ve ileri bir parçalanma ile OH˖ radikalini meydana getirdiği

bilinmektedir. OH˖ molekülü ise yıkım özelliğine sahip bir moleküldür. Kısacası

NO, hücrelerin işlev bozukluğunda, damar sertliği, hipertansiyon ve kalp- damar

hastalıklarında etkili olabilmekte (78).

Oksidatif Stres: Reaktif oksijen türlerinin aşırı üretimi veya yetersiz

transferi söz konusu olduğunda hücrenin yükseltgenme-indirgenme

reaksiyonlarında değişiklik meydana gelir. Çok sayıda hücresel ürünlerin

kontrolsüz oksidasyonu meydana geldiğinde, bu olay oksidatif stres olarak

tanımlanır. Oksidatif stres lipit tabakasının peroksidasyonuna, protein

oksidasyonuna, DNA hasarına, sitotoksik etkilere ve sinyal iletilerinde bozulmalara

neden olmaktadır. Vücudumuz oksidatif strese karşı ROS üretimini engellemeye ya

da antioksidan savunma sistemi ile azaltmaya veya hasar gören proteinleri

(53)

Serbest oksijen radikallerinin birçoğu memelilerde üreme sisteminde

önemli fonksiyonlarda görev almaktadır. Üreme ve sperm fonksiyonları üzerinde

nitrik oksit (NO) ve peroksinitritin etkili rol oynadığı bilinmektedir (82, 83). Son

zamanlarda NO özellikle insan ve sıçanlarda erkek üreme sisteminin

düzenlenmesinde bir mesajcı olarak çeşitli hücre içi ve hücreler arası

fonksiyonlarda, Leydig hücrelerinin steroidogenezis üzerinde otokrin ve parakrin

kontrolü gibi olaylarda rol alır (84, 85). Spermatozoalar, hücre içi antioksidan

enzimlerinin sitoplazmada yoksunluğundan kaynaklanan oksidatif saldırıya karşı

özellikle savunmasızdır. Üstelik birçok hücre türünün aksine, sperm lipid

membranları özellikle dokosaheksaenoik asit gibi çoklu doymamış yağ asitlerine

(PUFA) yüksek oranda sahiptir (86).

Döllenmede membranların birleşmesinde, bu yüksek derecede doymamış

yağ asitleri plazma zarına akışkanlık kazandırır. Ayrıca PUFA’lar malondialdehit

ve çeşitli derecede reaktif a,b-doymamış hidroksialenalleri (örneğin; 4-

hidroksiheksanal gibi) üretmek için kolayca oksitlenir (87, 88).

Bu reaktif aldehitler, bir kez üretildiğinde yakındaki diğer PUFA’ lara

saldırabilir, böylece bir zincir reaksiyonu ile yayılır ve membran akışkanlığını

keser. Yüksek konsantrasyonlarda bu aldehitler, aynı zamanda amino asitleri ve

nükleik asitleri, sperm fonksiyonunu bozan kararlı proteinleri ve DNA adüktlerini

(54)

3.4. Apoptozis  

Kelime anlamı olarak Yunanca da apo=ayrı ve ptozis=düşen kelimelerinin

birleştirilmesi ile ‘yaprak dökümü’ anlamına gelen bir terimdir (91). Gelişmiş

organizmalarda hücreler arası ilişkilerin gereği olarak ihtiyaç duyulmayan ve

işlevleri bozulan hücrelerin, çevre dokulara zarar vermeden programlı olarak

ölmesidir (92, 93).

Apoptoz normal gelişim, yaşlanma ve hücrelerin devamını sağlamak için

homeostatik denge mekanizması ve hastalık ya da zararlı ajanlar tarafından

hücrelerin zarar görmesinde ve immün reaksiyonlar gibi savunma mekanizması

esnasında oluşabilmektedir (94).

Normal spermatogenezis içerisinde, hücrelerin gelişimi ve farklılaşmasına

ek olarak germinal hücre ölümü de görülür ve spermin oluşmasında bu olay büyük

önem taşır. Apoptoz, spermatogenezis olayında spermatogonia ve spermatositler de

programlı hücre ölümüne sebep olur. Sperm apoptozunda ki bu durum erkek

(55)

3.5. Antioksidan Savunma Sistemleri  

Adından da anlaşılacağı üzere antioksidanlar, reaktif oksijen türlerinin

vücutta oluşturdukları tepkileri azaltarak nötralize eden bileşiklerdir (97).

Antioksidanlar endojen ve eksojen kaynaklı olmak üzere iki gruba ayrılırlar.

Vücuttaki antioksidanlar (endojen), antioksidan enzimatik savunmalarından

glutatyon peroksidaz (GSH-Px), katalaz gibi ve enzimatik olmayan E vitamini,

melatonin gibi vücutta sentezlenen antioksidan bileşiklerinden oluşur (Şekil 6).

Vücut dışında antioksidanlar (eksojen), kompleks karışımlarda (çikolata veya

zeytin yağı gibi) bulunan sentetik veya doğal bileşiklerin diyetle ya da ayrı olarak

(56)

Şekil 6: Antioksidanların Sınıflandırılması (99)  3.6. Flavonoidler

              

Flavonoidler, çoğu bitki türünde genellikle meyve ve sebzelerden elde

edilen ve bazı gıdalarda bulunan doğal antioksidan yapısında polifenolik bir

(57)

Antioksidan aktivitelerinin yanı sıra metallerle kelat oluşturma ve serbest

radikallerin uzaklaştırılması, antialerjik, antinflamatuar, antibakteriyel, antiviral,

antitümör gibi geniş bir yelpazede önemli yeteneklere sahip bir yapıdadır (100,

101).

Flavonoid bileşikleri, benzo- γ -piron türevlerinden meydana gelen geniş

heterojen grupları içeren polifenol özelliğindeki bileşiklerdir (102). Flavonoidin

yapısı heterosiklik (C) özellikte 3 karbonlu bir zincirle bağlanmış iki fenolik (A,B)

halkadan oluşur ve flavonoidlerin kendilerine özgü özelliklerini bu heterosiklik

halka yapısı belirler (103). Doğada 5000 den fazla oldukları varsayılan

flavonoidlerin moleküler yapılarına göre; flavon, flavanon, flavonol, izoflavon,

antosiyanidin, flavanol (Kateşin) olarak sınıflandırılmaktadır (102, 104).

3.6.1. Chrysin  

Ağırlıklı olarak çarkıfelek veya mavi tutku çiçeği adıyla bilinen Passiflora

caerulea ‘da, bal ve propoliste bulunan Chrysin (CH) polifenolik bir bileşiktir.

Ayrıca aldığımız gıdalarda, elma, soğan, çay, kırmızı şarap, kızılcık, çilek, brokoli,

maydanoz, kekik, dolma biber ve kereviz gibi birçok bitki özünde de CH

(58)

CH, C-2 ve C-3 arasında çift bağ bulunan polifenolik molekül yapısındadır.

Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği (IUPAC - International Union of

Pure and Applied Chemistry) tarafından 5,7dihydroxy-2-phenyl-4-chromenone

olarak adlandırılıp C15H10O4 formülü ile gösterilmektedir (107, 108) (Şekil 7).

      Şekil 7: Chrysin’nin molekül yapısı. (107)

Doğal bir flavon olan CH’ in antioksidan, antihepatotoksik, antiapoptotik,

antiviral, antiinflamatuvar ve antidiyareik özellikleri ile damar koruyucu ve

spasmolitik gibi çeşitli biyolojik ve farmakolojik etkilere sahip olduğu

bilinmektedir (105, 109). Önceki çalışmalar, flavonoidlerin antioksidan özelliğini

hidroksil gruplarının miktarı ve dağılımına, özellikle B halkasının

hidroksilasyonuna bağlı olduğunu kanıtlamıştır (109). Son yıllarda yapılan

araştırmalar, CH’ nin enfeksiyon, kanser ve yaşlanma ile ilgili anahtar molekülleri

düzenlediğini ortaya koymuştur (110). Kanser hücrelerinde çoğalmayı engellediği

ve apoptozu indüklediği için CH, kanser önleyici bir madde olarak aday

(59)

ve göğüs kanserlerinden dolayı ortaya çıkan pro-apoptotik ve antiproliferatif

özelliklerinden, hâlen umut verici bir antikanser ajanı olduğu görülmektedir (112).

Dişi ve erkek cinsiyet hormonlarının sentezlenmesinde aromataz enzimi

görev almaktadır. Östrojen sentetaz olarak bilinen Aromataz enzimi (p450

sitokrom), testosteronu östradiole dönüştüren anahtar bir enzimdir (113).

CH’in özelliklerinden biri de aromataz enzimi inhibitörü olması ve

kullanılması durumunda testosteron düzeyi ile sperm kalitesini arttırdığı rapor

edilmiştir (114, 115).

TCDD son derece dayanıklı ve uzun bir yarı ömre sahip olmasından dolayı

çevrede uzun süre mevcudiyetini sürdürür ve insanlar genellikle kontamine

besinlerle bu toksik maddeyle karşılaşırlar. TCDD’nin insan vücudunda da birikme

eğilimi vardır ve bu yönüyle hayati risk oluşturması söz konusudur.

3.7. Araştırmanın Amacı

Biz bu çalışmada, çevrede uzun süre kalıcılığı olan ve organizmada birikme

eğilimi gösteren TCDD’nin günümüzün en önemli sağlık problemlerinden olan

infertiliteye bir katkısı olup olmadığını ve testis dokusunda oluşturması muhtemel

doku hasarına karşı antioksidan ve antiinflamatuar özellikleri olan CH’nin etkilerini

(60)

4. GEREÇ VE YÖNTEM  

Bu çalışma, Fırat Üniversitesi Hayvan Deneyleri Etik Kurulu’nun

15/10/2014 tarih ve 2014/21 sayılı 198 no’lu kararı gereğince etik yönden onay

alınarak, Fırat Üniversitesi Deneysel Araştırma Merkezi (FÜDAM) ve Fırat

Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı laboratuvarında

yapıldı.

Çalışma bütçesinin tamamı Fırat Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri

Koordinasyon Birimi (FÜBAP)’ nin TF. 14.71 proje no’ lu kararı gereğince

karşılandı.

4.1.Deney Hayvanlarının Beslenmeleri ve Barındırılmaları  

Bu çalışmada FÜDAM’dan temin edilen ortalama ağırlığı 105-130 gr olan

28 adet 4 haftalık Wistar Albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Deney hayvanları

FÜDAM hayvan laboratuvarında 12 saat (07:00-19:00) aydınlık - 12 saat (19:00-

07:00) karanlık periyodunda, 21±1 ˚C ortam sıcaklığında takip edildi. Özel olarak

tasarlanmış kafeslerde barındırılan ratlar, Elazığ Yem Sanayi A.Ş. Yem

(61)

beslenerek ad libitum su ve yiyecek alımları sağlandı. Pelet yemlerin içeriği tablo

4’de gösterildi.

Yemler için çelik kaplar, su için ise paslanmaz çelik bilyeli cam biberonlar

kullanıldı. Sıçanların deney süresince bakımlarına bu şekilde devam edildi.

Tablo 4: Sıçanlara verilen pelet yemin bileşimi

Madde adı (%) Miktarı

Buğday 15 Mısır 10 Arpa 27 Kepek 8 Soya 29,4 Balık unu 8 Tuz 0,6 Kavimix VM23-Z 0,2 Methionin* 0,2 DCP** 1,6 * 1 gramında: 4800 IU A, 960 IU D3, 12 mg E, 0,8 mg K3, 0,8 mg B1, 2,4 mg B2, 1,2 mg B6, 0,006 mg B12 vitaminleri, 16 mg Nicotin amid, 3,2 mg Cal. D. Panth., 0,32 mg Mn, 16 mg Fe, 24 mg Zn, 2 mg Cu, 0,8 mg I, 0,2 mg Co, 0,06 mg Se, 4 mg Antioksidan ve 200 mg Ca bulunur.

(62)

     4.2. Deney Gruplarının Oluşturulması ve Deneysel Uygulamalar

28 adet 4 haftalık Wistar Albino cinsi erkek sıçanlar deney başlangıcında

ilk ağırlık ölçümleri yapıldıktan sonra her grupta 7 adet sıçan olacak şekilde

rastgele 4 gruba ayrıldı.

Kontrol Grubu (Grup I): Bu gruptaki sıçanlara 5 hafta deney süresince

herhangi bir işlem uygulanmadı.

TCDD Uygulanan Grup (Grup II): Bu gruptaki sıçanlara, 5 hafta

boyunca 25 μg/kg/hafta TCDD (Sigma Aldrich, Cas no: 1746-01-6, Germany)

intraperitonal (ip) uygulandı.

TCDD + CH Grubu (Grup III): Bu gruptaki sıçanlara intraperitonal 25

μg/kg/hafta TCDD ilaveten zeytinyağında çözdürülerek 50 mg/kg/gün CH (Alfa

Aesar, Lot:10167213, Germany) oral gavaj yoluyla verildi.

CH Grubu (Grup IV): Bu gruptaki sıçanlara 5 hafta boyunca 50

mg/kg/gün CH oral gavaj yoluyla verildi.

Deney süresince tüm sıçanlar, her hafta düzenli olarak tartılarak kilo

(63)

4.3. Doku Örneklerinin Alınması

5 haftalık deney süresi sonunda tüm gruplardaki sıçanlar intraperitonal

olarak uygulanan ketamin (75 mg/kg) + xylazine (10 mg/kg) anestezisi altında

dekapite edildi. Sıçanların testis dokuları hızlıca çıkarılıp çevre yağ dokularından

arındırıldıktan sonra tartılıp histolojik analizler için Bouin’s solüsyonuna alındı.

Biyokimyasal analizler için sıçanlardan kan dokusu alındı. Kandan elde edilen

serum daha sonra çalışılmak üzere -20 0C’de saklandı.

4.4. Organ Ağırlıklarının Ölçülmesi

Testislere ait rölatif ağırlık hesaplaması aşağıdaki formüle göre yapıldı.

4.5. Histolojik Değerlendirmeler

Testis dokuları Bouin’s solüsyonunda yaklaşık 8 saat boyunca tespit

edildikten sonra sırasıyla % 50’lik, % 60’lık ve % 70’lik etil alkol solüsyonlarında

yıkandı. Takiben ksilolde parlatılıp parafin (P3558-1kg Sigma-Aldrich Paraplast

Embedding Media, U.S.A) bloklara gömüldü (Tablo 5). Parafin bloklardan 5-6

μm kalınlığında kesitler rodajlı ve polilizinli lamlara alındı. Doku kesitleri

Referanslar

Benzer Belgeler

 En yaygın kullanım alanına sahip mikrobiyel yakıt hücresi ucuz üretim avantajına sahip geleneksel H şeklindeki sistemlerdir..  Bu geleneksel H tasarımında membran, iki

2. Standart Model kuark ailelerini gösteriniz. Kuarkların özellikleri hakkında bilgi veriniz. Dört temel etkileşmeyi dikkate alarak aşağıdaki tabloyu doldurunuz. Aracı parçacık

Duyu lifleri trigeminal sinirin büyük kısmını teşkil eder... II) Ganglion geniculi: Fascial sinirin (VII) duyu ganglion’udur (Canalis facialis). Bu ganglion’daki

mavi renktedir ve sitoplazmayı dolduracak kadar büyüktür. Az hareket yeteneğine sahiptirler. Kemotaksise çok az cevap verirler. Viral hastalıklarda, akut yangıların

Santral Sinir Sistemi içindeki sinir liflerini çevreleyen miyelin kılıfı, oligodendrogliya hücreleri tarafından. meydana

Dördü 35 ten büyük olan 6 farklı çift doğal sayının toplamı

İşyeri ve evi bölgenin yakınında olan BTS İzmir Şube Başkanı Bülent Çuhadar, TCDD’nin bu malzemelerdeki radyasyonu tespit edecek teçhizatının bulunmadığını belirterek,

Diplomatların kafataslarında bomba gibi patlayan bu son se­ yahat ve mehmetçiklerin teftişi gösteriyordiki Atatürk kırk asır­ lık Türk yurdunu esaretten