u
fl •
g i
/
Cumhuriyet 7
t
\
«İstanbul için bir şeyler yapmak isteyen bir adama tepki gösterilmeli mi? Bir kaç gruptan olumsuz tepkiler geliyor... Önce bürokrasi, herhalde işleri hızlandırdığım için, kızıyor... Hukukçu olduğum için de, mimarlar beni «elimin hamuruyla» kendi işlerine bulaşmakla suçluyor. Ama bir de, sesi
çıkmayan, fakat gören ve beğenen halk var».
temm-mısm
yafcm
peksen
—
<
İstanbul’u güzelleştirmeye çalışan adam
Çelik Gülersoy: Herkes birşeyle
__ •
de IstanbuVla bozdum
«Beni «elimin hamuruyla» bu İçlere bulaşmakla
bozar, ben
Ç
elik Gillersoy’u uzun süredir tanırını. Bürosuna gidip elini sıktınız mı, iki üç dakika sonra ne yapar yapar, bir eczanede özel oiarak yaptırttığı ko lonyasının kapağını açar, önce size İkram eder, arkadan serinlemek için yapıyormuş gibi, belli etmeden, ellerini temizler. Genel Müdürlüğünü yaptığı Turlng Otomobil Ku- rumu'nun Şişli’deki merkez binasında ban yo bulunduğunu ve (yaz günlerinde ter kok masınlar diye) personeli, günün her saatin de banyo yapmak konusunda özgür bıraktı ğını da biliyorum. Böylesine temiz ve titiz bir insan. Çelik Gülersoy.Bu temizliği, titizliği nedeniyle midir, bilinmez. Çelik Gülersoy 10 yıldan bu yana kendini İstanbul’u düzeltmeye ve güzelleş tirmeye adamıştır. Oysa mesleği hukukçu luktur. Çok kişi onu kitaplarından, «Av. Çe lik Gülersoy» olarak tanır. îşi ise, daha ön ce de söylediğimiz gibi, Turing Otomobil Kurumu’nun Genel Müdürlüğü’dür. Yani turistlerin ve yurt dışında çalışan İşçileri mizin otomobilleriyle uğraşmaktır. Fakat bu asıl uğraş, ikinci planda kalmıştır çoktan beri. Gerçek işi, bir çok yazarımızın üzerin de birleştiği bir tanımla «İstanbul’u güzel leştirmek» tir.
• TANRI BÖYLE YARATMIŞ
Ç
elik Gülersoy’la, Malta Köşkünün terasında Yıldız Parkında.buluş tuk ve doğal olarak, el sıkıştık. Bü rosunda olmadığı için ellerini ko lonya İle temlzleyememenin sıkıntısını pek belli etmedi ama, ben özellikle dikkat etti ğim için anladım. Bir ara ne yapıp yapıp «İçeriye kadar gitmek İçin» izin istedi. Böy- lece aynlana kadar (yani yeniden el sıkış mamız gerekene kadar) rahata kavuştu.«İstanbul ile güzelliği kafaya taktım. Çünkü İstanbul, güzellikler toplamı demektir Ağacı üe yapısı ile bin yıllık bir birikim ve İstanbul biz demektir. O bitince, biz de bitmiş oluruz.»
önce şunu sordum Gülersoy’a:
— Mesleğiniz hukukçuluk. Turing Oto mobil Kurumu'nun Genel Müdürlüğünü ya pıyorsunuz. Sizi pek ilgilendirmediği halde, ve herkes İstanbul’u çirkinleştirmeye çalı şırken, siz neden güzelleştirmek için uğraşı yorsunuz?...
— Bu soru bana çok sorulur. «Bu işleri □eden yapıyorsun?». Ya da, «rahat - rahat otursana» derler. Bir belediye başkanı da buna benzer bir şey sordu. (Bunu zinhar yazma). Ne cevap verilir? Tanrı böyle ya ratmış dedim.
— Tanrı sizi herhalde İstanbul’u gü zelleştirmek için yarâtmadı. Bu ilginizin geçmişten gelen nedenleri vardır sanıyo rum.
— Var var, tabi . Aman bunlardan ön ce bir noktaya değineyim: Herkes bir şeyle bozar. Ben de kitabı ile, bahçesi ile, yapısı İle, İstanbul’u kafama sardırmışım, bir kez. En az 20 yıldır, bunu düşünürüm. Dışarı gi derim, güzellikler görürüm, aklıma İstanbul, yani bizim diyarımız düşer. Belki İstanbul bir bahanedir: Tanrının, tabiatın ve insa nın, bin yılda biriktirdiği bir güzellikler, hoşluklar demeti, dağılıp, yitip gitmesin is terim. İstanbul suretinde güzellik aşkıdır bu! Ne yapalım? Kısmet diye hepimize mi ras olarak İstanbul düşmüş. Bunun üstüne titremek zorundayız. Buna kimileri İstan bul’la bozmak, ya da kafayı takmak diyor. Belki öyle. Bir şeye takmak aslında iyi de bir şey değil. En başta sağlığa iyi değil.
«Lâf atanlar oluyor: Beşiktaş’ta Çaykovski çalmak, özentidir diye. Evet, Çaykovskiler, her yerde çalmalı. Biz Beşiktaş’ta Çaykovski çalmazsak, nerede öğrenecek halk bu müziği?»
— Nereden taktınız bu işi kafanıza? — Şöyle gelişti diyebiliriz: Herkes bir köylü çocuğu ya, ben de Yıldız’lıyım. 1933’de buraya gelmişiz. O zaman Yıldız hakikaten bir köy ama, cennetten de bir köşe. Abdiii- bamid ricalinden kalan, görkemli bir yer leşim. Biz subay çocuğuyduk, öyle konağı mız, uşak ve arabamız yoktu ama, her evin bahçesi vardı. Her evin kendi çiçeği, kendi meyvası ve sebzesi vardı. En yoksul evlerde bile, arka tarafta bir bahçe vardı. Meyveye para verilmezdi. Çünkü olmayana da kom şudan tepsiyle giderdi. Bu durum 1040’lara hatta 1950’ye kadar sürdü. 1950'den sonra herşey değişti. Ama o güzelliğin tadı, beninı damağımdan gitmedi. ÇUnkii yaşım ilerle yince anladım ki, gerçek yaşam, oydu. Bunu yer-yer canlandırabllmek, halka gerçek hiz mettir. Ülkemizde «sağlık turizmi», «eğlence turizmi», filan yok, başlıca bu iki sermaye var: Tarih ve tabiat. Ona çalışıyoruz. Onun için Kuram amaçlarının da tam içindeyiz. Bozulan şeyleri kendi gücümüz oranında, düzeltmeye çabalıyoruz.
— 1950'lere dönelim. O zaman nasıl bir bozulma başladı?
— Oktay Akbal’ın dediği gibi, önce ek mekler bozuldu. Gerçekten söylüyorum. Bu sözde çok gerçek payı vardır. Savaşın ar kasından devreye giren yeni-yeni unsur larla, İstanbul’un yeşil yapısı gitti. O yeşile
duyduğum özlem, beni bu parklara çekiyor. — Eskiye nazaran bir ilerleme de yok mu. İstanbul’da?
— Var tabii. Ama ne yazık ki çoğu o-lumlu değil. Önce işin temeline bir değine yim: Bu İstanbul, oldum olası, sabipsiz ve dağınık bir yerleşimdi. Ben yabancıların eski İstanbul hakkında yazdıklarını topla dım. Mesela Théophile Gautier şöyle diyor: «İstanbul'da sokak yok, dere yatakları var». Mareşal Moltke: «İstanbul’da en iyi belediye memurları, köpeklerdir. Bir at öldüğü za man, onun leşini sadece köpekler kaldırma ya gelir», diye yazmış. Alman yazar Dern- schwam: «Konstantin sütununun yanına, tahta evlerden yaklaşamadım» diyor. Yani biz hep, göçebe usulü yaşamışız. Bir Roma Meydanının ortasında dikili Konstantin sü tununun yambaşına, hatta Rumelihisarı gi bi askeri bir tesisin, tam içine, meydanlara, rastgele evleri yapmışız. Sonra devlet bura ları kamulaştırmak için, o eski hırsızların torunlarına. kamulaştırma parası ödemiş!
ÇELİK GÜLERSOY’DAN ÖNCE... Kariye müzesinin çevresi böyle idi..
ÇELİK GÜLERSOY’DAN SONRA... Böyle oldu.
Böyle şey Batı’da var mı? Bu demektir kİ, gecekondu geleneği bizde çok eskidir.
— O halde değişen pek bir şey yok? — Şöyle var: O zamanlar nüfus az ol duğu için, bu durum, sempatik geliyordu. Nüfus azdı, inşaat tahta idi, yeşillik çoktu, bunlar şehre bir güzellik veriyordu. Sonra nüfus çıldırınca ve bu tahta evler betonlara dönüşünce, çirkinlik her yeri kapladı. Şimdi o zamanlan yaşıyoruz. Bu bir dram.
9 BENDEN ÖNCE
— Sonra siz çıkıyorsunuz galiba kurtar mak İçin?
— Aman, öyle bir iddiam yok. Benden Önce çok kişi gelir. Meselâ Liitfi Kırdar. Şe hirde çok şey yapmış. Diiriist, namuslu bir yönetici. Bu parkı halka açan da odur. Son ra biz bu adamı bir duruşma sırasında sür gü sualle kalpten götürdük. Adam «güm»
suçladılar neredeyse»
diye devrildi mahkemede. Ben tanık oldum. Halbuki padişahlar gitti gideli kapalı duran sarayı, halka açmıştı, içinden çıt çıkmayan Yıldız’ı, eski güzel saray bahçesini, bugünkü çocuklara nasıl anlatmalı? Biz bunları or taya koyabilecek işler yapmaya çabalıyoruz. Yangın yerine dönmüş olan Yıldız’ı, eski ilk güzelliğine çevirmeye çalışıyoruz.
— Başınız da epey derde girdi galiba? — Girdiği oluyor. Bu işlere olumsuz tepki gösterenler, olumlulardan çok. Daha doğrusu, onların sesi daha çok çıkıyor.
— Kimler olumsuz tepkilerde bulundu? — Bir kaç grup var. önce bürokrasi. Bazı işlerin kısa sürede yapıiıverdiğini gören çevreler, kendileri o işleri çok daha uzun sürelerde ve çok daha büyük kadrolarla, ve ödeneklerle yapamamış olmanın gizli kız gınlığım duyuyorlar. Sonra bazı meslek çev releri, özellikle mimarlar, bir hukukçu ola rak bu işlere bulaşmama kızıyortarmış. «Biz hukuk işlerine karışıyor muyuz?» gibilerin den. Oysa İşler bu kadar basit ele alınma malı. Yapacak bunca İş varken, niye hâlâ, «sen yaptın, ben yaptım» diye didişiriz, ya- rabbi! Size bir örnek vereyim. Kariye Cami si 500 yıldır biz Türklerin elimizde. Hakkında Tiirkçede yazılanlar, üç sayfayı geçmiyordu. Oturup 4 dilde bir sanat tarihi etüdü yaz dım. Bu kitabın geliriyle Kariye Camisinin çevresini düzelttim. Bu sanat etüdü de hu kukçuluk değildi. Ona da kızmak gerekmez mi? Bu kötü alışkanlıkları, hizipçilikleri bı rakmak, işleri düzeltmenin ilk şartıdır. Ga- rip-garip başka eleştiriler de geliyor. Mesela Yıidız'da. klâsik müzik çalınır. Buna da lâf atanlar oluyor. Beşiktaş’ta Çaykovski çal mak bir özenti İmiş. Evet Beşiktaş’ta Çay kovskiler çalmalı. «Bunu herkes anlamaz. Bilinçli bir tabaka eğleniyor sadece» diyor lar. Evet, aydın ve bilinçli bir tabaka geli yor köşklere, ama parktaki herkes de duyu yor ve bilmeyen de, yavaş-yavaş alışıyor. Biz Beşiktaş’ta, Çaykovski çalmazsak, nere de öğrenecek halk bu müziği? Kendi kendi ne bıraktınız mı, işte görüyorsunuz, «ara besk» müziği öğreniyor. O da ulusal bir fe lâket.
«Bu işleri neden yapıyorsun? Rahat- rahat otursana diyorlar. Bir Belediye Başkanı da buna benzer soru sordu. Ne cevap verilir? Tanrı böyle yaratmış dedim».
— Olumlu tepkiler neler?
— Olumsuzlan şöyle bitirelim de, tarihe geçsin: Çekemezlik, ya da intikam gibi duygularla da, 6—7 yıldır, davalar ve sayı sını unuttuğum teftişler, kontroller, denet lemelerle uğraştım. Bir de su üstüne çıka mayan yoğun bir söylenti mekanizması İş lendi durdu, benim gibi bir adama...
— Hangi yolda bu söylentiler?
— Bu işlerden servet yaptığım yolun da! Peki bu servet nerde? Türkiye’de ne varsa ortada! Ha, ona cevap: Dışarda imiş, hem de Avusturya’da! Bak sen, Avusturya’ yı severim ya. ondan kaynaklanıyor. O ülke ye ancak birkaç yılda bir kez, o da en çok 3 günlüğüne giderim. Amacım da İstanbul hakkında kitap toplamak. Bunlar yüzünden Avusturya’da «malikânem» olduğuna dair söylentiler çıkarılmaz mı? Buyurun, buna da ne cevap verirsiniz? Eh, emsali de pek çok ya... Bir çoğu inanır. İnanmayanlar bile, içinden bir «acaba?» diye de geçirir. Bu kadarı da. lakırdıyı çıkaranlara yetiyor. Ta bii, ekonomik ortam zehirlenince ondan her kes de payını alır. Bunu anlamıyor değilim. Buna karşı ben ne yapayım? Sonunda şunu dedim: Kim benim nerede, neyim olduğunu iddia ediyorsa, onunla o ülkenin konsoloslu ğuna gidip, biitün taşınır ve taşınmaz mal varlığımı kendisine bağışladığıma dair bir anlaşma yapalım. Ama ufak bir şartım var: Bu anlaşmanın masraflarını, kim İddia edi yorsa o ödeyecek.
— Şimdi olumlu tepkilere gelelim. — Olumlu tepkiler, halkımızın duygu ları. Bir de, bazı yazarların yazdıkları, öyle mektuplar alıyorum ki, ve öyle ummadığım, hiç tanımadığım kişilerden yazılar geliyor ki, inanın, gözlerim yaşarıyor. Bunun da, işte, bedeli yok. Her mihnete değiyor.
El sıkışarak ayrıldık Çelik Gülersoy’la. Gözümle görmedim ama. biz gittikten sonra ilk İş olarak ellerini yıkamaya koştuğuna emindim.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi