• Sonuç bulunamadı

Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 9

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 9"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T X 50^5*5

SAYI

9

.

(2)

Eski Cami’nin vaiz kürsüsü ve mimberi

BU ALBÜM SANAT TARİHÇİSİ METİN SÖZEN TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR

Fotoğraflarr YALÇIN ÇINAR

J

66

(3)

Selimiye’nin mihrap ve mimberi

EDİRNE CAMİLERİ

Bir zam anlar sultanların konup yerleştiği,

genişletip büyüttüğü, Avrupa'nın düzenini

değiştirici kararlarını alıp, yerine getirildiği

Meriç'in , Tunca'nın, Arda'nın boyun

büküp birbirine dolandığı, birbirine katıldığı

bir kenttir Edirne. Ve Edirne'ye nereden

girerseniz giriniz sizi Selimeye

karşılayacaktır...

Sultan I. Murat, kendi önde, orduları arkada Keşan,

Çorlu, Lüleburgaz, Babaeski kasabalarını almış, Lala

Şahin Paşa’yı önceden Edirne’ye doğru yola çıkarmıştı. Edime için savaş oldu. Lala Şahin Paşa düşmanı yendi, Edirne’ye yöneldi. Ardmdan Sultan Murat. Edime tekfuru ancak sulan yükselmiş olan Meriç’ten kaçarak kurtulabildi.

İznik, Bursa derken Edirne, Osmanoğuüan’nın üçüncü başkenti. O eskinin küçük kenti, şimdi büyümüş, büyüdükçe zenginleşmiş, sultanlann, şeh­ zadelerin konup göçtüğü yer olmuştu.

Bir g a rip lik ç ö k e r

için ize«

UGÜN hangi yönden Edirne’ye girerseniz girin, sizi önce bir tek yapı karşılayacaktır. Selimiye. Bundan sonra ancak yavaş yavaş çarşıları, pazarlan bedestenleri, hanlan duymaya başlarsınız. "Bu kadar sık, bu kadar güzel yapıtm olduğu bir yer, herhalde çok gün görmüş olmalı” dersiniz. Yine de kendi kendinize sormadan edemezsiniz. ‘‘Bütün bunlar iyi, bütün bunlar güzel, peki belirli bir bölge dışında bu NADOLU’ya doğudan kafilelerle insanlar geli-

yordu. Sürekli geliyordu. İlk gelenler bir adım /—^ k d a h a B atı’ya yöneliyor, yeni gelenlere yol açıyordu. Gide gide gelenler Akdeniz’i gördüler, Karadeniz’i gördüler, daha Batı’ya gitmek istiyorlardı, Ege’yi gördüler. Bunlar pek duracağa benzemiyorlardı, Marmara’yı gördüler. "B ir de karşıya geçelim, nice yerlerdir?” deyip karşıya geçtiler... Kentimizin öyküsü de bundan sonra başladı. Bundan sonra gün gördü, cefa çekti.

Her gelen bir yere gelip çöküyor, bağımsız, özgür yaşamak istiyordu. Babalarının, atalarının, boylarının adım alıyorlardı. Karamanoğullan diyorlardı, Menteşe- oğullan diyarlardı, Karesi, Aydın, Osmanoğulları diyorlardı, ille de bağımsız yaşamak istiyorlardı. İçlerinden biri ille de genişlemek, büyümek, her şeyi tek elde toplamak istiyordu. Üstelik bununla da yetin­ meyip, daha da B atı’ya geçmek istiyordu. “Os- manoğulları dünyayı tutmalı” diyorlar başka bir şey demiyorlardı.

Gün geldi büyüdü, B atı’ya geçti büyüttü toprakla­ rım. Marmara’yı atladığı zaman yeşil ovalar, ağaçlı ormanlar çıktı karşılarına. Durup baktılar, yaşayıp oturmak istediler. Karşılarında büyük devletler, zorlu güçler varmış diye düşünmedüer. Bu işler, XV I. yüzyılın ortalarına doğru oluyordu. Bu yerlere geleli çok zaman geçmişti. Bu kadar B atı’ya geçmek nedense akıllarına gelmemişti!

(4)

Üç Şerefeli Cami’nin dıştan görünüşü

yapılar tek başlarına niçin dıırup dururlar?” “Çevresin­ de insanlar yaşamıyorsa, bu camiler niçin yapılır?” “Bu çarşılar, hanlar, hamamlar niye kurulur?” “Nehir boy­ larında kimler gezinir?” “Bu yapıların sanatçıları ken­ dileri için mi donattı bu kapılan, bu pencereleri, bu minareleri?” “ insanın olmadığı yerlerde büyük yan- lızlığa niye terkidildi bunlar?” ^Herhalde sarayların, köşklerin, eski evlerin yeraldığı kıyı boylan bu kadar ıssız, nehirler bu kadar yalnız, bu kadar kendi hallerine bırakılmış değildi” dersiniz. Büyük sorunuz yine de yakılıp kalır, kolay kolay çözümlenmez kafanızda. Bir gariplik çöker içinize, içinizden bir dürtü size, “Dolaş” der, “Gör, kendin çöz” der bu düğümü. O zaman çağlar içine dalar, dolaşpıaya başlarsınız, bir uçtan bir uca. ilerde gördüğünüz büyük yapıtlara gidecek yollar, geçecek köprüler bulmaya çalışırsınız. Dört yanı sudur bu kentin, dört bir yam köprü. Hangi köprü nereye gider, bazen şaşırırsınız. Ummadığınız, uzaktan görüp seçemediğiniz, küçük fakat kişiyi saran yeni güzellikler dikilir önünüze. Böyle şaşkın, böyle buruk kendinizi geçmişe’.koyuverip, gümbürtüsünden dağların, sessiz­ liğinden ölülerin korktuğu sultanlar ülkesini gezmeye koyulursunuz.

j^li

Üç şe re fe li

Cam i

r

ENTÎN ilk önemli yapısı. İstanbul’dan gelirken sol taraftadır. Dokuz büyük kubbesiyle çıkar karşınıza. Adı Eski Cami’dir. Herşey adında gizlidir bir bakıma. 1403 yıllarında Süleyman Çelebi başlatmış, 1414’lerde Çelebi Mehmet tamamlatmış. Hazır bu noktaya geldiğinizde, çevrenizdeki büyük yapıları sorarsanız, size “Büyük ve Küçük Rüstem Paşa Kervansarayları ve Bedesten” diye cevap vereceklerdir. Kervansarayın içinde sizi büyük avlular, ulu çınarlar, havuzlar, şadırvanlar, yemekhaneler, birbirinden zarif ocakları bulunan odalar karşılayacaktır. Yüzyıllardır büyüğü, v küçüğü, yabancısı, yerlisi, her türlüsünü konuk ekmiş bu anıtsal yapı, onanmdan sonra dünyanın dört bueağından Edirne’ye gelenlere yüzyıllar içinden bırakıp gittiğimiz, koyup dinlendirdiğimiz birçok özel­ likleri sunmaktadır.

Kervansaray’da dinlenip ana caddede yürümeye devam etsek, sağda Üç Şerefeli Cami, solda Arasta, karşıda yarısı kesik, yarısı ayakta duran bir hamam gözünüze takılır. Üç Şerefeli Camisi, süsleme ve plan özelliği bakımından Osmanlı Mimarisi’nde bir sıçrama ve atlama yapısıdır. Çağı içinde devrimci bir çıkış, ileri bir deneme. Buradan kalkarak, Koca Sinan en büyük yapıtlarım vermiştir. Ayrıca dört minareli ilk Osmanlı yapısıdır bu. Minarelerinin birisi üç şerefeli ve her şerefeye ayrı yollardan çıkıldığı için, adı da Üç Şerefeli diye takılıp kalmış, fakat bunu yapan mimarın kim olduğu karanlıkta kalmıştır.

Temelleri eski surun kalıntısı olan Saat Kulesi’ni geçersek, kentin çarşısına bir başka deyişle Arasta’sma varırız. Bir zamanlar Asya’dan, Avrupa’dan kervanla­ rın gelip yıkıldığı, en güzel işlerin satıldığı bu yer, eskilerden çok az.anıya sahip. Her şeyi bugünkü koşul­ lara uygun, karınca kaderince. Gittikçe küçülen bu kentte yine de en canlı noktalardan biri.

l

J I

n iy e bitm iş tü ken m iş

Bütün b u n la r

■""ŞU R A D A N ırmağı geçip, toprak yola düşsek, ■ -filerde yeşillikler içinde karartılara doğru yü- HL_y rüsek, Şarayiçi diye tanınan, ünlü sultanların ülkesine varırız. Gözalıcı sarayların bulunduğu bu yerde sîzleri, yalnızlıktan bıkmış eski güngörmüş ağaçlar, buğday tarlaları karşılar. Gördüğünüz karartıların her- birinin bir saray olduğuna inanamazsınız. “Dünya imparatorluğuna yönelen sultanlar burada mı kaldı!” diye düşünürsünüz. “Bu kadar güzel bir yerde kala kala

(5)

bunlar mı kalacaktı” dersiniz. Kulağınıza bazı adlar, eski sözcükler takılır, nerede diye aranırsınız. Karşınıza çıkan bir duvara ad vermek gerekirse Cihannüma Kasrı, bunun yanındaki tek kubbeli bölüme Kum Kasrı dersiniz. Gelip geçenlere yol veren, küçük, zarif köprüleri aşarsanız, Kanunî Süleyman'ın Adalet Kasrı’ndan dört köşe bir kaide bulursunuz.

“Bütün bunlar niye bitmiş tükenmiş” diye sorarsa­ nız, 1877’lerin Osmanh - Rus Savaşları’na kadar gitmeniz gerekir. O yıllarda burası ordunun cephanelik görevini yapıyordu. Ruslar’ın Edirne’ye yaklaştığı sıralarda Vali Cemil Paşa ile kumandan Ahmet Eyüp Paşa arasında anlaşmazlık çıkmış ve cephanelik ateşe verilmiş.Biz deböylece yüzlerce yıl içinde eklene eklene, üzerine kona kona gelişen bu sultan saraylarını uçurmuşuz. Eğer gözünüz yerde çevreyi gezerseniz, dağılmış halde Osmanh Sanatı’ nm en seçkin çini parçalarına rastlarsınız. Bugün o günlerin rengiyle dolaşırsanız birşeyler görür, 119 oda, 21 divânhane, 22 hamam, 13 cami, 16 büyük kapı, 13 koğuş, 4 kiler, 5 mutfak, 14 kasnn varlığını duyar, salına salına gezen güzellerin ayak seslerini işitir, arkasından en güzel gazellerini söyleyen şairlerin mırıltılarına karışırsınız.

Beni candan usandırdı cefâdan yâr uzanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı Kamu bimârına cânan devâ-yı derd eder ihsan Niçin kılmaz bana derman beni bimâr sanmaz mı Şeb-i hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım Uyanır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı Gül-i ruhsânna karşı gözümden kanlu âkar sû Habibim fasl-ı güldür bu akar sûlar bulanmaz mı Gamım pinhan dutardım ben didiler yâre kıl rûşen Desem ol bivefâ bilmem inânır mı inanmaz mı Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil Bana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı Fuzûli rind-i şeydâdır hemişe halka rüsvâdır Sorun kim bu qpsevdâdııbu sevdâdan usanmaz mı Bu düşünceleri köprüyü geçer, Adalet Kaan’ı, sağda bırakır, yola devam edersiniz alkışlar, büyük gür. tüter­ le kendinize gelirsiniz. Soldaki modem staddı yağlı güreşler vardır. Bu yapı eski yıkılar, ulu ağaçlar 'inde geçmişle günümüz arasındaki büyük açıklığı belirt sek­ tedir. Bayramlajı, pazarlan, bütün tatil günleri Edirneliler çoluğpnu çocuğunu toplar, hava almak, gözlerini yeşile doyurmak için buralara gelirler. Böylece yüzyıllardır buraya çöken geçmiş, biraz olsun aralanır.

(6)
(7)

Evliya Ç e le b i

d e r k i.M

e

EÇM ÎŞTEN başımızı kaldırıp, hazır nehir boyuna inmişken, ilerde sayısız kubbeleriyle büyük bir karartı gibi duran yapılara yürürsek, Sultan II. Beyazıt’m cami, imaret, hastahane, tımarha­ ne, medrese, hamam, mutfak, ve anbarlardan meydana gelen yapı topluluğunu görürürüz. Islâm dünyası içinde en önemli dinsel yardım kuru mİ arından birisidir burası. Camisi yirmi metreyi aşkın kubbesiyle, Tunca ırmağı dibinde yüksel&ektedir. Tımarhanesinde akıl hastaları­ nın sağlığa kavuştuğu burasım, bize en güzel anlatacak ünlü gezginimiz Evliya Çelebi olacaktır:

Edirne’de dârüşşifâ —

Ki diller ile takrir ve kalemler ile tahrir Olunamaz.

Bâyezid Han c&miinin taşra, büyük haremi sağında Bâğ-ı İrem içre bir dârüşşifâ.

Mezkûr bâğm ortasında Eflâke ser çekmiş bir kârgir Kubbe-i bâlâ.

Aydınlık hamamlar câmekânı gibi, Zirvesi geniş açık,

İnce mermer, altı sütün üzerinde Kiyâniyân tâçı gibi, bir kubbecik. Kubbenin tâ zirvesine üstâd

Altın yaldız, bir çeşit mil üzre demirden Bir bayrak yapmış.

Ne cânibden eserse rûzigâr Ol cânibe meyleder ol bayrak, Garib temâşâ!

Ammâ bu hakir Evliyâ garib bir şey gördüm: Merhûm ve mağfûr Bâyezid Velî aleyhirrahme Hazretleri vakıfnâmesinde.

Hastalara devâ.dertlüere şifâ, divânelerin rûhuna gıdâ Ve def-i sevdâ olmak üzere,

On adet hânende ve sâzende gulâm tahsis etmiştir ki, Üçü hânende, biri nftyzen, biri kemâni

Biri mûsikaari, biri santûri, biri çengi biri çeng-santûri, biri ûdî

Olup haftada üç kerre gelerek

Hastalara, delilere mûsiki faslı verirler. Bi-emr-iHayy-i Kadir, nicesi

Âvâz-ı sazdan hoş-hâl olurlar.

Hakkaa ki ilm-i mûsikîde nevâ, rast, dügâh, Segah, çargâh, sûzinâk makamları

Anlara mahsustur.

Ammâ makam-ı zengûle ile makam-ı bûselikte Râst karar kılsa hayat verir âdeme.

Cümle sâz ve makamlarda rûha gıdâ vardır.

Koca Sultan Bâyezid yensin, içilsin, çevresinekiler gün görsün, okusun diye kurmuş burasını. Artık sağlığa kavuşmak, okumak is t iyen kişiler buralara kadar uzanmıyor. Avlusundaki eskiıçınardanjbaşka o günü anımsayan yok. Çevresindeki üç beş evin sakinleri, ancak su çekmek için çeşmesine uğrarlar.

Buradan kente yönelmek isterseniz, üç köprü bir adadan geçmek gerekecek, başınızı kaldırıp baktığınız­ da sizi çeken Selimiye Camisi olacaktır. Çevreyi dolaşırken biltf ikide bir başınızı çevirip göz ucuyla “Acaba buradan nasıl görünüyor” dediğiniz bu yapıyı Koca Sinan en gerekli yere kurmuş, aynı zamanda iyi bir şehirci olduğunu göstermiş.

Selimiye ilk önce altta Arasta bölümüyle, sonra iki yanındaki Medreseleriyle size yaklaşır. 80 yaşmda bir ihtiyarın böyle bir yapıyı diktiğine inanamazsınız, içeri girerseniz, bütün birimlerin nasıl düzene sokulduğunu; Islâm Sanatı’mn yüzyıllardır arayıp bulamadığı yere nasıl ulaşıldığım görürsünüz. Bu artık Türk Sanatı’nın ulaştığı en yüksek noktadır.

Doğanın baş

k a ld ırd ığ ı ay la r.

■ P \ ÜNYA sanatının en büyük yapıtlarının bulunma- Jsına karşın, insan bırakılmış bir eski başkent

B

J

görmek isterse Edirne’ye gitmeli. 1700’ü aşan yapıtından nelerin kaldığım, herşeyin nasıl el etek çektiğini sorup soruşturmalıdır. Dünyaya söz dinleten, gülünce herkesin güldüğü, ağlayınca herkesin ağladığı sultanların saraylarının yerinde boy gösteren buğday başaklarının hışırtılarını dinlemelidir.

Bir kent bu kadar yalnız, bu kadar içine dönük ömür sürebilir. Çağ gelmiş dayanmış, koşullar değişmiş, uzun yıllar yanlış yere sınır kentidir diye bırakılmış, el .vurulmamış. Günümüzde değerlerin değiştiği, tehlike­

nin her yerde bir olduğu düşüncesi gelip dayanmamış. “Yüzyıllardır hep o gün gördü, şimdi koşullar değişti” denip, kıyılarda bırakılmış.

Meriç, Tunca, Arda her yıl doğanın baş kaldırdığı aylarda alıp götürecek, getirip bırakacak bir şeyler arıyor. Doğanm büyük yalnızlığım anlatmak için yükseklere, kabuğuna çekilmiş kente, ulaşmak istiyor. Eriyen karlar gibi, bütün sıkıntılar akıp gitsin demek istiyor. Kentteki yeni gelişmelerin düzenli, yıkıp tüketmeden olmasını istiyor.

i

---10. Ek—

Konya Camileri

(8)

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Mehmet Akif'in “Safahat ”ı ile Nâzım Hikmetin yapıtı “Memleketimden İnsan Manzaraları " arasında birbirini andıran pek çok yön bulunmaktadır.. N âzım

(2007) Sinop yarımadası (Orta Karadeniz) sert substratumlarında yer alan bazı mollusca türleri üzerine bir araştırmasında sert substratumlarda yer alan toplam 14

Dr.Nevzad ATLIĞ - Devlet sanatçısı olan Atlığ, yeni plaklarda Devlet Klasik Türk Müziği Korosu nu başarıyla yönetiyor... İstanbul Şehir Üniversitesi

Sanatı, yazıları ve yayıncılığı üze­ rinde bölüm bölüm değerlendir­ meler yapan Nesrin Karaca’nın bu doktora tezi 1993’ün sonun­ da Milli Eğitim Bakanlığı

Daha sonraki yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü sanat tari­ hi ve müzik tarihi öğretmenliği (1930), Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Şube

Halide Edib, diğer bütün yazıları için de kullandığı hususi olarak dar - uzun kesilmiş kâğıt­ lar üzerine en ince teferruatına kadar hazırladığı

Kuşların havada uyurken beyinlerinin her iki yarısının da uyku halinde olması durumu ise çok kısa

Orhan Pamuk “Benim Adım Kırmı- zı”da da öbür romanlarında olduğu gibi diyaloglaşmayı gerçekleştiriyor, yani İs­ lâmî üslup ve sanat anlayışının karşı