SERVET ASYA
ARİF NİHAİ ASYA’YI
ANIAIIYOR
1
m
Arif Nihat Asya, eşi Servet Asya ile
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
— Arif Nihat Asya üstadımızın çok yakın arkadaşlarından Re fik Fikret SAGNAK, bize verdi ği yazılı hâtırasında, aynen şun ları açıklıyor : «Birgün Arif ba na : «Refik seninle bir yere ka dar gidelim» dedi. O gün Suadi- ye tarafına geçeceğimizi söyledi. Kabul ettim. Yüksek Muallim den yürüyerek Sirkeci’ye geldik. Arif: «Keşke bir tıraş olsay dım!» dedi. Gerçekten, sakalı bi raz uzamıştı. Ama masrafa gi rip dışarıda tıraş olmasının bir mânası yoktu. İtiraz ettim: «Okulda jilet var. Yarın olur sun. Şimdi vazgeç» dedim. Göz lerimin içine bakarak konuştu: «Tıraş olmak mecburiyetinde yim. Çünkü ben bugün evleni yorum. Seninle düğün evine gi diyoruz!» dedi. Yalan söylüyor sanmış, kat’iyyen inanmamış tım. Lâkin tıraş olduktan sonra anladım ki iş doğru. Çünkü baktım ki kunduraları yeni ve elbisesi, Yüksek Muallimin ver diği yeni elbise, Ama her za manki gibi ütüsüz...
Çok şaşırdığımı tahmin eder siniz.
Vapurla Kadıköy’e çıktığı
mız zaman dedi ki :
«—Bir otomobil tutalım ve düğün evine padişahlar gibi gi delim!» Tuttuğumuz araba ger çekten çok güzeldi. Diyebilirim ki şehrin beşinci veya altıncı de rece güzel bir otomobili idi. Bindik ve düğün evinin yolunu tuttuk. Bir süre yol aldıktan sonra Arif Nihat : «Refik be, böyle güzel bir arabaya bindik ten sonra. Boğaza doğru biraz gezsevdik!» diye göğüs geçirme sin mi? Dediğini yaptı. Şoför di reksiyonu Boğaza doğru kırdı. Bir hayli araba sefası yaptık. Suadive'ye, düğün evine geldiği miz zaman, yatsı ezanı okunu yordu. Bütün davetliler ayak üzerindeydiler. Kayınpeder ve Kayınvalde dehşetli bir merak ve şaşkınlık içerisindeydiler. Ne ise, A rifle gelin koltuğa girip, gelin odasına geçtiler... Fakat aradan b ir -ik i saat geçtiği hal de dışarı çıkmadılar. Herkeste yeni bir merak ve şaşkınlık başladı. Gelinin babası ve anne si bana gelip sızlandılar:
— Fikret bey bunlar gali ba dışarı çıkmayı unuttular. Ne olur siz içeri girip kendilerini
ikaz edin. Misafirleri daha fazla bekletmesinler. Çıksınlar artık dışarı!
Odalarının kapısını vurdum. İzin almadan içeri girdim. Bak- tımki karşı karşıya oturmuş ko nuşuyorlar.
Ben : «Yahu bukadarlık sohbet şimdilik yeter. Dışarı çı kın da millet sizi alkışlasın» dedim.
Arif salona çıkarken boy nunu büktü: «Bana şu kadar dakika sonra çıkacaksın deme diler ki!» diyerek özür diledi.
Sonra o gece sabaha kadar yenildi, içildi. Arif sanırım ilk defa o gece alkol aldı. Ve ger çekten o gece dünya evine gir di. İşte Arif Nihat’ın ilk evliliği böyle başladı. Yüksek Mualli min Mektebinin hem son sını fında okuyor, hem de Anadolu Ajansında memur olarak çalı şıyordu.
Yüksek Muallimi hepimiz den önce bitirdi ama evliliği devamlı olmadı. Bana anlattığı na göre karısıyla aralarında fikri ve ruhî geçimsizlik vardı. Eşi, «İstanbul’un asil bir aile sinden olduğunu» söylüyor Arifi
) A*
Hs
20-bir köy çocuğu olarak görüyor ve sık sık Onu küçümsüyordu. Gururuna çok düşkün olan ve bir köy çocuğu olmakla daima şeref duyan Anf Nihat, bu suç lamalara ve küçümsemelere kat lanamadı. Nihayet birgün bu ev lilik ipi, Adana'da kopuverdi» Refik Fikret'in bize göre çok enteresan oian bu açıkla masıyla Arif Nihat Asya’nm ilk evliliğine dair bilgiler edinmiş oluyoruz. Siz de bize Üstadın ikinci evliliğini anlatır mısınız? Nasıl tanıştınız ve nasıl evlen diniz ?
— 1939 yılının 1 Aralık’m- da Adana Erkek lisesinde kim ya öğretmeni olarak vazifeye oaşladım. Lisenin ilk kadın öğ retmeni bendim. Çekingendim, ürkektim, utangaçtım. Herkes ten sonra sınıfa girer, herkes ten önce öğretmenler odasına koşardım. 1940 yılında, öğret men arkadaşların aracılığı ve İs rarıyla lisenin edebiyat hoca sıyla nişanlandım. Fakat çok kı sa bir zaman sonra bu nişanda isabet olmadığını anlamıştım. Yapamıyacaknm. Evlenemiye- cektim. Nişanlımın öğretmenler odasına girmesinden bile büyük huzursuzluk duymaya başlamış tım. Arif Nihat, nişanlımın arka daşıydı.
Nişanlımın isran üzerine araya girmiş bana gelmişti. Ar kadaşının duygularından bahse diyor, aramızın düzelmesini isti yordu. Ben «Hayır» diye İsrar ediyordum. Bana dört - beş defa ricacı sıfatıyla geldiğini hatırlı yorum. Her defasında cevabım ayni oluyordu : «Ben Onunla ev- lenemem» Birgün yine öğret menler odasında bana uzun uzun dil döktü. Sinirlendim ve kalk tım. İçimin isyanını yüzüne hay kırdım :
— Sizo Onunla evlenemem diyorum, anlamıyor musunuz?
Birden önüme geçerek yolu mu kesti. Kesin ve kararlı bir tavırla beni hayretlere boğdu :
— Öyleyse siz benimle evle neceksiniz!..
Çok şaşırmış, çok hayret et miş, çok korkmuştum. Çünkü
Arif Nihat o zaman 12 -13 yıllık evliydi. Gerçi ilk eşinden ayrıl mak için bir boşanma dâvası aç mış olduğunu biliyordum, ama iki çocuklu bir adamın bana ev lenme teklif edeceğini aklımın ötesinden bile geçilmemiştim. Liseye o zamanlar bisikletle gi der gelirdi. Golf pantolon giyerdi.
Ş A İ R V E O
Y I L M A Z A Y 8 A R
Kılığına - kıyafetine hiç dikkat etmezdi. Kışın paçaları çamur içinde olurdu. Yazın bisiklet diş lisinden parçalan lif lif dökülür dü. Şurası burası söküldüğü hal de günlerce aldırmaz, umursa mazdı... Ben bu adamla mı ev lenecektim?
O günden sonra, Arif, kendi
T E S i
---Siz ne derseniz deyin Her şeyden önce inceliktir şiir Dertlerinize daha seyrek değiniyorsam Anlayana sivrisinek saz
Anlamayana davul zuma az diyedir İnanç birliğinden bahsettim size vaktiyle Dünya bir Allah bir dedim
Tuttunuz din din böldünüz insanlığı Dinleri mezhep mezhep ayırdınız üsteük Paramparça oldu en kutsal dileğim Hep gülden bülbülden değil çağlar boyu Barıştan da konuştum konuşacağım kadar Ama siz asamızın ilk yansında bile Yaktınız dünyayı iki kez yıktınız Altında kaldı o güzelim mısralar Uygarlık dedim ben ilerilik dedim Motor bellediniz siz fabrika bellediniz Ve öyle ileri gittiniz İd nihayet
Suyunu da şu canım yeryüzünün havasım da Kirlettiniz alabildiğine ölümcül ettiniz Haik diye tutturmuşsunuz şimdi de Eşitliği özgürlüğü dilden düşürmüyorsunuz Ben de onlardan açayım istiyorsunuz hep i. mit mi kodunuz içimde yüzyıllardır Düşünmüyorsunuz
Rahat bırakın artık beni ne olur Vazgeçin şürlerimden mucize ummaktan Dilediği kadar çok ötsün bülbül Dilediği kadar güzel şakısın Kurtulur mu kargalar gak-gak’tan Siz ne derseniz deyin
Her şeyden önce inceliktir şiir Dertlerinize daha seyrek değiniyorsam Anlayana sivrisinek saz
duygulan için yanıma gelir, ger çekten çok güzel, çok ince, çok şiir yüklü olarak konuşurdu. Bana yazdığı mektuplan, aradan 35 yıl geçmesine rağmen saklı yorum. Hayattayken iznimi al mış, onları «SEVGİ MEKTUP LARI» ismi altında yayınlamayı tasarlamıştı.
Zaman geçtikçe Arif’in zeka sına, nüktedanlığına, şiirlerine hayranlığım artıyordu. Bilhassa soy adım sevmeye başlıyordum. Bcşanma dâvalan biraz uzun sürdü. Nihayet 1941 yılının 4 Ara lık gününde Adana’da evlendik. Beni, ağabeyimden istemek için bir yaz tatilinde Ankara'ya gele ceğini duyduğum zaman itiraf edeyim ki bir hayli endişelen- miştim. «Ya yine öyle derbeder bir kıyafetle çıkıp gelirse ne ola caktı? Ağabeğimin gözünü doldu racak mıydı?» Korktuğum başı ma gelmedi. Akşam kapımızı çal dığı zaman, üzerinde çok güzel ve temiz bir gri elbise vardı. Temiz bir gömlek giyinmiş, üs telik yaka düğmesini ilikliyerek kıravat bile bağlamıştı.
Ve yine hiç unutmuyorum, Adana’dan çok büyük bir muz hevengi getirmişti. Sonradan öğrendiğime göre Arif muzu çok seriyordu. Ve isteme merasimi bittikten sonra sokağa çıkan Arif’in ilk işi yaka düğmesini çöz mek kıravatını gevşetmek ol muştu.
— Birinci evliliğinden galiba iki erkek çocuğu olmuştu. Ço cuklar sizin yamnızda mı kaldı, annesine mi bırakıldı?
— Evet Arif’in birinci evlili ğinden iki çocuğu vardı: Uğur ve Koray. Uğur 12-13 yaşlarınday dı, Koray da 5 - 6 yaşlarında. Bo şanma dâvası görülürken, anne yine İstanbul’daydı ve çocuklar yanındaydı. Mahkeme çocukların anne şefkatine muhtaç olduğuna karar vermişti. Anne de tabii olarak çocuklarını çok istiyordu. Öyle oldu,, Arif itiraz etmedi. Uğur, ortaokulu annesinin yanın da okudu, liseyi Malatya’da bi zim yanımızda ikmal etti. Harb okuluna girdi. Şimdi binbaşıdır. Koray da ortaokuldan sonra lise
tahsilini Ankara’da bizim yanı mızda yaptı. Dil ve Tarih Coğ rafya Fakültesinden mezun oldu. Uğur da, Koray da aklı başında ciddi, duygulu, efendi çocuklar dı. Koray'm şair yönü de vardı. Şiire iyi başlamış fakat devam etmemiştir.
— Koray konusuna bir açık lık getirmenizi rica edeceğim. Arif Nihat Asya 7 günlük iken ba basını kaybetti. 4 yaşında iken annesi evlenip gitti. Annesiz ba basız büyüdü. Çok büyük sıkın tılar çekti. Bütün ömrü boyunca yetimliğin, öksüzlüğün çilesini yaşadı. Böyle olmasına rağmen Koray’ın üniversite tahsili yapar ken evden kopmasına, hatta da ha sonra Koray'ın soyadını de ğiştirmesine nasıl seyirci kaldı? — Arifi sağlığında ençok, ama ençok üzen konulardan bi risi buydu. Hatta o kadar ki, has- tahanede bile bazı yakınlarına bu konuyu açmış içinin hüznünü, öfkesini dökmüştü.
Önce şunu açıklıyayım ki Arifin hayat hikâyesiyle, benim hayat hikâyem biribirine çok benziyor. Onunla İstanbul'da ya şadığımız semtler, okuduğumuz okullar, çektiğimiz sıkıntılar, acı lar, bile ayni. Ben de küçük yaş lardan itibaren anasız - babasız büyüdüm. Marazî derecede has sas bir çocuktum. Yani ruh kan seri diye bir hastalık olsa, bana konulacak teşhis bu olacaktır.
Koray konusunda ben bir vicdan azabı içinde değilim. Ona üvey annelik yapmadım. Arif te baba olarak kusurlu değildi.
Koray hassas çocuktu, alın gandı, şair mizaçlıydı. Annesin den uzak bulunmanın zaman za man çok tabii olan hırçınlıkları nı yaşıyordu. Ve bizim yanımız da veri olmadığına inanıyordu. Yeni kardeşleri Fırat ve Murat’ la çocukluk nıes’eleleri dışındı belli başlı bir geçimsizlikleri de yoktu. Birgiin evi terk elli ve bir bekâr arkadaşıyla kiraladığı bir başka eve taşındı. Koray'ın evi terk etmesinde biz suçlu olsa idik, Arif, buna kat’iyyen göz yumamazdı. Bizden uzaklaşmayı, Koray İsrarla istediği ve Arif
te kendisine ve bize atfedilecek bir suç göremediği için üstüne varamadı. Ama bir süre sonra Koray, soyadını değiştirince ev de kıyamet koptu. Arif, yıllarca söylendi durdu.
— Asya soyadı Koray için bir şeref meselesi olduğu halde ARIN soyadını almasının başka sebep leri de yok mu acaba?
— Arın ,Koray’ın annesinin
kız lık soyadıdır. İstanbul’da Ko- ray’ın bir dayısı ve yengesi var dı, Çocuksuzdular. Koray’ı ma nevî evlât edinmek istemişler ve fatlarında miraslarının Koray’a kalmasını arzu etmişler.
Koray da bu münasebetle vapılan teklife itiraz etmemiş. Babasına karşı bir büyük kırgın lık içinde bulunduğunu kat ivyen sanmıyorum. Arifin vefatında, hıçkırıklara boğulduğunu göz lerimle gördüm.
— Arif Nihat Asya’nın bazı özelliklerinden de bahseder mi siniz?
— Tahmin edemiyeceğiniz kadar mütevaziydi. Tahmin ede miyeceğiniz kadar da gururlu... Malatya’da lise Müdürü olarak bulunduğu yıllarda hademenin bir iş için eve geldiği olurdu. Malatya Trahomdan kaynıyor du. Hademenin de gözleri çipil cipil trahomluydu. Çocukları mız vardı. Ama Arif, eğer yemek zamanıysa, hademeyi kat’iyyen bırakmaz İsrarla yemeğe alıkor, üstelik ayni masaya oturturdu. Ben yemekte hademenin gözleri ne bakamazdım. lokmalar boğa zıma takılırdı. Arif, hademenin karşısına oturarak, gülerek, ko nuşarak karnını doyururdu.
Kalender mizaçlıydı. Ondan şikâyetçi olduğum tek nokta bu- dur. Bizim ısrarımız ve itirazı mız olmasa, aylarca ayni elbi seyi giyer, gömleğini kolay ko lay değiştirmezdi. Fırat’la, Onun elbiselerini gizlice değiştirdiği miz çok olurdu. Buna bir şart la itiraz etmezdi. Eski elbisesi nin ceplerini, yeni elbisesinin ceplerine aynen yerleştirmek kaydıyla...
Arif Nihat Asya.
SERVET
ASYA,
ARİF NİHAT
ASYA’YI
ANLATIYOR
IIYAVUZ BÜLENT BAKİLER
Kat'iyyon yemek ayırmazdı. 35 yıllık evlilik hayatımızda, Onun tek defa olsun bir yemeğe itiraz ettiğini hatırlamıyorum. Bununla beraber beğendiği ye mekler de vardı. Zeytinyağlı dol ma ile çılbırı sever, yumurtaya bayılırdı. Birgitn Adana da t «Bana yirmi yumurtayı yağda pişir de doyuncaya kadar yiye- vim!» diye gelmişti.
Kahve tiryakisiydi. Önceleri günde, mutlaka üç kahve içerdi. Son yıllarda, gece yansı kalkıp kahve pişirdiği de olurdu. Bir konferans için kendisini İzmir'e davet etmişler, en lüks otelde oda ayırtmışlardı. Fakat akvar yumlarla. saksılarla süslü otelin kahve ocağı yoktu. Arifin kahve tiryakiliği başkaldmnca. çok ba sit olan, içinde takunyalarla do laşılan, ama kahve ocağı bulu nan bir başka otele taşınmak mecburiyeti doğmuştu.
Arif, ayni zamanda bir mev- levi şeyhi idi. Kendisi Üsküdar Movlevihanesi postnişinlcrin- den Remzi Akvürek'ten el almış, dervişlik yolundan geçmiş, son ra manevi yollarla kendisine şeyhlik, yani irşad edicilik ma kamı verilmişti. Yüzden fazla müridinin olduğunu sanıyorum. Bunlardan bir kısmı eve gelirdi. Bir kısmını da kendisi ziyarete gider, onlara mevleviliğin erkâ nını anlatırdı.
Mevlânâ'ya ve Yunus Emre- ye hayrandı. Mesnevi ve Divan-ı Kebir, elinin altından, başının ucundan eksik olmazdı.
— Başka özellikleri? — Çiçeklere karasevdalıydı. Adana’daki çivimiz çok büyük tü. Her odası, tıklım tıklım çi çek saksılarıyla doluydu. Arif, o yıllarda ya saksı önlerinde saat lerce oturarak çiçekleri seyreder, topraklarını kazır, karıştırır, ya hut ta çiçeklerin ortasına bağdaş kurarak oturur, kağıtlarını, ki taplarını, defterlerini ctra.fma se rerek çalışırdı.
Edirne'ye sürgün gittiğimiz zaman, eşe dosta dağıttığımız saksılar, tıka basa bir kamyonla, iki özel arabayla ve bir ciple ta şınmıştı.
Er.çuk sevdiği meyve muzdu. Ramazanlarda parça et yiyebil mek içir, kasaplar da saatlerce beklediği olurdu.
Çakmaklara, teşbihlere avrı bir merakı vardı. En mükemmel çakmaklar yanında, kavli - fitilli çakmakları bile aratır, buldurur, kullanırdı. Onun meşhur teşbih kolleksiyorıundan da haberdarsı nız. Ağızlığı ve teşbihi hiç elin den düşmemiştir. Öğretmenlik yaptığı yıllarda, bir gün bir mü fettiş, nezaket kaidelerine âzami derecede uyarak, sanki bir baş kasını kast ediyormuş gibi ko nuşmuş ve A rife «Öğretmen
ar-eşi Servet Asya ile
kadaşlann teşbih çekmelerine bir türlü alışamadık!» demişti. Arifte aniamamazlıktan gelerek cevap vermişti «Üzülmeyin, üzül meyin! Ben sizi alıştırırım!»
Köy el sanatlarına bayılırdı. Son zamanlarda bir heybe ge tirtmiş bir başka yakınma da çoban kepeneği ısmariamıştı.
Amatör fotoğrafçılığı vardı. İddialı ve güzel foıograiiar çek tiğini söyliyebilirim.
Paraya kat’iyyer, kıymet ver mezdi. Maaş aldığı zaman, daha zarfını bile açmadan götürüp ar kadaşlarının masasına attığını ve «herkes içinden ihtiyacı kadar alsın: kalanı da bana yeter!» di ye odadan çıkıp gittiğini vakm arkadaşlarından dinlemişimdir...
— En çok sevdiği müzik? — Mezarında mehter müziği çalınmasını yazmış, söylemişti. Türk Halk Müziğini ve Kılasik Türk Musikisini elbette çok_ se viverdi!. Bize kesin olarak ihtar da bulunmuştu: «Ben namazda bile olsam: Avlaçin — Estergon Kalesi, — Güller arastnda Seni bcrısiz gören olmuş — Şahane gözler -Çırpınırdı Karadeniz, gibi şarkılar çalındığı zaman, radyo nun sesini hemen açacaksınız. Yoksa radyoyu yere vurur kıra rım!» demişti.
— Hayatında, en çok piş manlık duyduğu bir olayı ha tırlıyor musunuz?
— Gcnçliöindc bir ara av cılık yapmış, sonra bundan müthiş bir pişmanlık duymuş tu. O kadar ki. Adana’dn iken evimize çivanların akreplerin girdiği olurdu d;., Arif. Onları bile üldüremcz. tutar tular so kağa fırlatırdı.
Bir defasında yaralı bir gü vercin yavrusu bulup getirdi ğini, kendi papuçlanndan biri sini şurasından burasından ke sip içerisine pamuk koyduğunu, böylece güvercin yavrusuna kü çücük bir yuva yaptığını ve ya ralı hayvanı haftalarca o yuva da tedavi ettikten sonra azad ettiğini, bugün gibi hatırlıyo rum.
— Bir defasında bana, genç lik ,yıllarındaki bir aşkından bahsetmişti.
Bütün parmak uçlanrJı yu karı kaildırarak birleştirmiş ve ellerini teraziliyerek anlatmıştı: Ah demişti benim o gençlik yıl larında bir ceylan sevgilim var dı; tariflere sığmazdı. Sonradan gördüm bir de güze! kız doğur muş ki koy cebine götür!.. Ama şimdi sevgilim de benim gibi kaknem olmuş gitmiş, demişti. Size gençfik yılarındaki aşkla rın d ır1 bahseımiş
miydi?-— Eh işte size bahsettiği ka dar. Bana Kadire isimli bir kıza âşık olduğunu anlatmıştı, ama derinlemesine açıklamamıştı. Na- dire’nin çok güzel bir kız oldu ğunu. evlendiğini, çok güzel bir kız doğurduğunu ben de biliyo rum. Onu bugüne kadar görme dim. Yalnız, Hoca'va gençlik yıl larında bazı ktz öğrencilerinin çok ilgi gösterdiklerini bilivo rum. Uzun yıllar sonra, bu duru mu bizzat kendileri bana anlat m ışlardır Meselâ Arif, Adana’da Kolejde, derse girdiği zaman, kızların başlarını örtüp oturduk larını, «Hayrola kızlar, başınızı niye örtüyorsunuz?» sorusuna kızların fıkırdayarak: «Siz na mahremsiniz de ondan hocam!» diye cevap verdiklerini biliyo rum. Ve yine ayni kızların ders sonunda. Arifin sınıf defterini imzalarken başına üşüştüklerini, yakın temasları ve sıcak nefes
leriyle Onu ürperttiklerini, şaş kına çevirdiklerini de biliyorum. Bunları Ariften dinlemedim. Bunları, akıllarını sonra başlan ıl. toplayan o domuz, kızlardan dinledim.
— Yazdığı aşk şiirlerini kıs kandığınız. bu münasebetle ken disine müdahale ettiğiniz oldu mu?
— Arif bir gönü! adamıydı. Yunus Emre gibi : «Ha deme den hayran olan» bir yaradılışı vardı. Bilirdim ki bir güzel göz, bir tutam saç. bir güzel çocuk, bir güzel çiçek — böcek, hatta bir güzel çakıl taşı. Onun hayran lık duygularını okşamaktadır.. Gittiği her yurt köşesinden ya bir uzun şiir, va bir rübai ile dönmüştür. Ben yazdıklarının şiirde kaldığına inanırdım. Bu bakımdan aşk şiirlerin: kıskan- mazdım. Yalnız, bazan. çevre mizdeki güzelliklerin şiirini ya zarken kendisine ikazda bulu nurdum. Alenî olmamasını is terdim. Yani yazılan şiirin, filan kimse için yazıldığı nın belli olmamasını dilerdim. Arif, gülümseyerek «peki» der geçerdi ama, galiba yine içinden geldiği gibi yazardı.
Ne şiirden, ne şöhrettendir Mutluluğum Servet'tendir! ır.ısraalarını sık sık söylerdi. Mutluluğu. bende bulduğunu inanır, kıskanmazdım.
— Öyleyse O nu üzen, kızdı ran. duygulandıran olayları din leyelim sizden.
— Gezctelere dergilere gön derdiği yazılardan, hele şiirler den tek kelime, tek cümle, tek mısra noksan yazıldı mı veya yanlış dizildi mi kıyameti kopa rırdı. Günlerce kendisine dert edinir, sonra oturur ilgililere çok sert mektuplar yazardı.
Onu adeta yıkan iki hadise den birisi, kızımız Fırat'ın evlilik birliğinin bozulmasıdır. Fırat’ın oğiu Hakan’la kendisi arasında bir kader benzerliği bulurdu:
«Ben büyüdüm babasız yetim Benim bir torunum var; ba balı yetim!» diye haytflanırdı. Onu yıkan ikin ci hadise ise oğlu Koray’ın soya
dını değiştirmesidir. Arif, çok mülevazi olmasına rağmen bir toplulukta kendisine emredilir gibi hitap edilmesine kaf- iyven tahammül edemezdi.
Malatya lisesi’nde Müdür iken Maarif Bakanı Haşan Âli Yücel ile takışmaları meşhurdur. Bakan liseyi «hapishaneye» ben zettiği için Arif hep «Hapishane Müdürü sıfatıyla» söze başlamış, Bakan Arifin paçalarını neden çamurlu olduğunu sorunca, da Ondan «Paçalarımın ağzınızda işi ne-» cevabını
almıştır.-Arif için çok alıngan bir kimseydi diyebilirim. Birisine darıldı mı kolay kolay banş- mazdı.
Son yıllarda bir defa olsun kapısını açmayan, bir telefonla olsun hatırını sormayan ya kın dostlarına çok kırıldığını soyliyebilirim. Meselâ kimlere? divc sormayın bunların sayısı o kadar çok ki...
Ben Arifin aşırı hassasiye tini, aşın alınganlıklarını, velim büyümesine ve 43 yaşına kadar anne, yüzü görmemesine de bağ lıyorum.
— Çatalca’mn Inceğiz kö yünden yabancı bir diyara, Ak- ka’ya gelin giden annesiyle, Ho- ca’nm 40 vıl sonra nasıl buluş tuklarını anlatır mısınız?
— Arif 7 günlük iken baba sını kaybetmişti. 4 yaşına geldiği zaman annesinin kısmeti çıkmış tı. Üvey baba, aslen Akka’lıydı Bir görev münasebetiyle İstan bul’a gelmiş, Arifin annesine talib olmuştu. Evlenmelerine Arifin dedesi itiraz etmemişti ama Arifi de anaya teslim etme mişti.
Yeni evliler bir süre İstan bul’da oturmuşlar, bir de çocuk sahibi olmuşlardı. Sonra üvey baba Abdürrezak, eşi Fatma’yı yanma alarak memleketi olan Akka’va gitmek istemişti.
Anne, İstanbul’dan ayrılırken beraberinde ilk eşinden olan yav rusu Arifide götürmeyi şiddetle arzu etmişti. Kayınpederi, yani Arifin dedesi, annenin bu iste ğine karşı koymuştu.
Arifinden ayrılınca misilsiz bir acı duymuş, bu acıdan dolayı süt zehirlenmesi meydana gelmiş, ikinci yavrusu daha Mersin'e varmadan kucağında kalmıştı. Bir yavrusunu İstanbul’da bıra kan, ikinci yavrusunu Mersin'de toprağa veren bir ananın acısı nı nasıl anlatabiliriz.
Anne, Akka’ya gittikten sonra Arifini unutamamış, Türkiyeden her gidene sormuş, soruşturmuş ve Arifin Adana'da öğretmen olduğunu öğrenmişti. Dış işleri Bakanlığı'na başvurmuş, oğlu nun kesinlikle bulunmasını iste mişti. Anne ile kesin irtibat ku rulunca bize de 1974 yılında kalkıp Akka’ya gitmek farz ol muştu.
Zor bir yolculuktan sonra Arifle Akka'ya gittik. Verilen adresi bulduk. Bizi bir takım kimseler karşıladılar. Bunlar Türkçe bilmiyorlardı. Biz çok büyük bir merakla anneyi bek liyorduk. Biraz sonra çiçekler kadar temiz ve nur yüzlü bir ka dir., sürünerek çıka geldi.
Arifin annesini, böyle bula cağımızı, hiç mi hiç düşünme miştik. Zavallı kadın Akka’da felç olmuştu. Arif adeta dondu kaldı. Anne sessiz sedasız, ama uzun uzun ağladı. Ne Arif anasına sitemde bulundu ne de Ana Arife kendisini mazur gös termeye çalıştı. Herşcy ortaday dı... Orada öğrendik ki Arifin Akka’da Ferid ve Seniye isimli iki üvey kardeşi daha vardı. Fe rid El-Ezher üniversitesini bitir m iştir 3 çocuk babasıdır. Seniye ise 6 çocuklu ev hanımı.
Akka’da bir hafta kaldık. Adana’ya döndükten bir yıl son ra Anne ve üvey baba, yahudilcr Akka’yı zabt edince bizim yanı mıza sığındılar. Adana’ya geliş lerinden kısa bir zaman sonra, bi zi Edirne’ye sürmesinler mi? O yıl Edirne'de bizi —25, — 30 de rece olan soğuklar karşıladı. Müthiş kışa dayanamadılar. Bey rut'a dönmek mecburiyetinde kaldılar. Bir kaç yıl sonra anne nin ölüm haberi geldi. Üvey kar deşleri şimdi nerededir bilemi yoruz.
— En son şiirini, en son gü llünü ve en soıı sözlerini lütfe der misiniz?
— Hastalıanede yazdığı şiir lerden birisinin ismi ECEL. Arif, bir kaza neticesinde ölme yi istememişti. Annesi gibi el den, ayaktan olmayı da, (yarım yaşamayı da) çekilmez bulmuş tu. ECEL şiirinde Onun bu kor kulan vardır. Sam nm ki son şiiri de budur :
Kazasından olmasın, sahba- suıdan olsun Ve el almasın sen al! Takdirine teslimim... Ama
bana sorarsan; Demem elbet; varken al! Ancak, sonunda yarım ya-
şıyacaksa gövdem Yalvanrım Allahım; canımı bütünken al! Arifin bu dünyadaki son gü nü 5 Ocak 1974. Son saati 21 10- O günü 18 30 sularına ka dar en iyi siz biliyorsunuz. Ya- nındaydınız ve konuşmalarınızı uzun uzun TÖRE’de yazdınız.
Sizden sonra ben geldim. Arif «Bugün 5 Ocak mı?» diye sordu. 5 Ocaklarda çok duvgu- ianırdı. Çünkü 5 Ocak 1922 yılın da Adana, düşman istilasından Kurtulmuştu. Ve Arif O meşhur BAYRAK şiirini bir 5 Ocak gü nünde yazıp bitirmişti ve şiir ilk defa bir 5 Ocak gününde, öğren cilerinden Aydın Gün tarafından oüvük kalabalıklar önünde okun muştu.
«Evet 5 Ocak!» dedim. Duy gulandı, daldı gitti.
Birgün önce, doktorların bü tün muhalefetine rağmen tam 4 paket sigara içmişti.
«Bak Arif dedim gel senin le bu 5 Ocak günlerinin yüzü su yu hürmetine yemin edelim ve şu sigarayı beraberce bıraka lım!» dedim.
«Kabul ama yavaş yavaş... Öyle birden üstüme varma!» dedi.
Anlaştık dedim «Kahve is ter misin?» diye sordum.
«Sulu sepken bir kahve içe lim haydi» dedi.
Kahvesini yapıp getirdim. Bir de sigara istedi. Ama yaktı ğı sigaradan sadece bir nefes aldı; gerisini içmek istemedi.
Kahvesini bitirdikten sonra nefes-alış verişleri biraz zor laştı. Kendisini yatağına çıkar dım. Sol tarafının üzerine yat mak istedi. Kalbi sıkışmasın di ye sırtını, üst üste koyduğum üç yastığa davamak istedim. Birden cck acaib tarzda bir nefes aldı. Yüiüne baktığımda gözleri kav mış elleri yumruk halinde sı kışmış başına doğru kalk mıştı. Çok korktum «Yap ma Arif! Yapma Arif» diye bağırdım. Ellerini açtım. Yüzü ne su serpmeye başladım.
Gözlerini kendiliğinden yum du. Ellerini usulca iki yanma in dirdi. Yan anlaşılır, yan anla şılmaz bir sesle Kclime-i şeha- det’i getirmeye çalıştı ve göğsü nün son nefesini, büyük bir sa mimiyetle inandığı ve bağlandığı varadanmm mübarek ismi için üfledi : ALLAH!
Orhan Vurdar