• Sonuç bulunamadı

Teverrüm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Teverrüm"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

t u i E T

'

t

-

öıfelfcjf-A i >■

ıevı teverrum

C

Y a z a n ”:

]

^

FAİIL AHMED AYKAÇ

J

^uıııuııue auygu âicşı j »»•«*«*,■ —-— A

da hangi sevdanın rüzgârı eserse essin or­ taya büyük eser gelemiyor. Büyük idealse daima küçük egoistliğin düşmanıdır. Bundan şu netice çıkar. Ferdde cemiyet şuuru daraldıkça, maşeri faaliyetin veri­ mi genişliyemez. Bunun için gençliğin ahlâkî terbiyesinde aile, millet, memleket, insanlık, -iyilik, güzellik sevgileri gibi mefhumları canlandırmak çoğumuzun öğrensek bile çok defa unuttuğumuz bir takım safsata malûmatla kafalarımızı doldurmamızdan çok faydalıdır ve pek fazla ehemmiyetlidir. Halbuki çocuk na­ sıl kendini iyi besliyecek gıdayı bırakıp çerez merez yemeği isterse, insanların ço­ ğu da zihnî aburcuburluğu, ciddî bir ze­ kâ tegaddisine üstün tutar. Biraz düşü - nün; göreceksiniz ki hayli defa zihin­ lerimizi bile zarif bir vitrin gibi süslemeği düşünürüz. İyi bir ev döşer gibi tefriş et­ meği değil.

Söylediğim sözlerin gerçi pek bilinen şeyler olduğunda şüphe yoktur. Yalnız mesele memleketimizdeki tatbikat cephe­ sinden mütalea edilince şu nevi düşünce­ leri birçok zaman daha tekrara lüzum

nl-- ..^.v ucun uır ıç sömürgecisi! Çünkü öyle bir hilkat bildiğini, bilgi sermayesin­ den mahrum olarak yanıbaşında duran yurddaşa da faydalı kılacak bir gönül zengini değil, bilâkis kendi egoist iştihası- nı pervasızca her tarafa saldırtmak için etrafın azcini en iyi vesile sanacak bir duygu yoksulu demektir ve bir millî şu­ ur züğürdü!

Bir noktayı daha hatırlıyalım: Bu gi­ bilerin «müteşebbisleri koruyun; işte biz o takımdanız. Şöyleyiz, böyleyiz!» gibi sözleri insanı büsbütün isyan ettirici bir haldir. Çünkü üzerine filoksera veya ve­ ba halinde çökmek istedikleri bir cemi - yeti sömürmek için kendi hodkâmlıkları yetmiyormuş gibi bir de o zavallı heyeti yardıma çağırmak cür’eti göstermekte­ dirler. Bütün bunlar nereden geliyor? Tabiî ruh fıkaralığmdan! Y a ruh fıkara- hğı?.

Onun geldiği yerler çoktur. Fakat çü- rütücü, söndürücü ve nihayet bitik ve yalnız fuhuş mefhumuna saplanıp batmış yazılar bu ahlâk ve seciye vereminin baş­ lıca mikroblarmdan biri sayılamaz mı? Bence tamamen! -Evvelki makalemde söylediğim gibi- hele okuyucusu ve oku­ yacağı az bir memlekette! Deniliyor ki muharrir herşeyden evvel muharrirliğini düşünür ve san’atkâr san’atmı. Pek güzel ama bu vaziyette bakkalın, eczacının, fı­ rıncı veya şoförün de düşüneceği odur. Ancak bir de bir şehrin, bir memleketin sıhhatini, emniyetini, asayiş ve iktisadını korumakla mükellef olanlar var. Onlar filân veya filân muhteris zengin olacak - mış diye halkın zehirlenmesine, süprüntü yemesine, soyulmasına rıza gösterebilir - ler mi? Şu sebeble bir memleketin saf san’at düşünen artisti gibi, artistin şu veya bu eserinden cemiyet bünyesinde husule gelen şu veya bu tesirleri araştıran ruhi - yatçıları, sosyologları da mevcuddur ve olmalıdır. Oalmalıdır ki cemiyette kendi bağrından kaynıyan bir çok faaliyetin mahiyeti hakkında aydınlık bir şuur belir­ sin.

Daha Onsekizinci asrın sonuna doğru bayatladığı halde bizde pek taze ve ileri birer fikir gibi revaç bulan bazı kaba ve adi materyalist telâkkileri malûmdur. Bunların çoğuna şimdi küflü bir felsefe kırıntısı halinde olarak nerede Taslıyo­ ruz bilir misiniz? Dünü bilmiyen; bugünü kavramıyan ve yarının karşısına cesaret ve enerji ile çıkmak kudretinden mahrum bazı sakat kafalarda!

Su fikirleri hulâsa edelim«

«Vicdan, namus, şeref gibi mefhum­ lar insanların valıimesinden doğmuş birer masaldan ibarettir. Zekâ, iş becermek, ahlâk menfaatini iyi bilmekten başka ne­ dir ki? Cemiyet, akıllı bir adam için en âlâ istismar zeminidir. Yurd, millet, feda­ kârlık filân gibi sözler gülüne birer yala­ nın adıdır. Tıpkı allah mallah kabilinden bir takım manasız ve pörsümüş fikirler gibi ki ancak geri kafalıların ağzında do­ laşır. V . s.»

Ne acıklı gaflet; gayet ileri bir felsefe diye birçok gene zihne kılavuzluk eden bu mütalealar, daha tarihin ilk tefekkür çağlarında bile isabetsizliği belli olmuş sıracalı ve kanserli düşüncelerdi. Eski Yunanistanın Aristiji sirenayizm adı al - tında tanınılan bu sığ ve batak düşüncele­ rin klâsik bir misalidir. Değil bugünkü ilim, ilk çağın selim akli bile bütün bu ; felsefelerin acınacak kadar zavallı basit­ liğini anlamıştı. Ve* görmüştü ki bu türlü , iddialar hür ve müstakil bir zekâ gürbüz­ lüğünden değil, bilâkis yılgın ve hamlesiz bir gönül dermansızlığından doğuyor. İnanın ki bugjin de vaziyet hemen he­ men öyledir. Çalışmadan, uğraşmadan yaşamak, hem de herkesten müreffeh y a­ şamak davası.. Evet işte o kör, ve arsız hırstır ki bugünkü dünyanın manevî asa­ yişini ihlâl ediyor ve bundan maddî hu - zur dahi zarar görüyor.

Felsefenin asîl gayesi, zihinlerimizi her türlü batıl akidenin prangalarından ha - lâs etmektir. Yoksa onun ruhlarımızı cimri, soysuz ve süflî duyguların esareti altına sokmak gibi bir maksadı olamaz. Asla ve kat’a! Bunu her münevver bil - melidir. V e hele kendisine insanlığın en şerefli medeniyet ödevlerinden bir tanesi emanet edilmiş olan aziz Türk gençliği jir dakika bile unutmamalıdır. O Türk »eneliği ki İstiklâl savaşına koştuğu izim ve imanla irfan cihangirliğine doğru Ja yükselmeğe vazifedar bulunuyor. Ancak geçen hafta söylediğimi gene tek- arlıyacağım. Biz bu coşkun ruhlu millet ıvlâdlarına pek değerli bir manevî gıda /ermekle mükellefiz. Onu vermeliyiz ki geleceğin mukadderatını idareye namzed dan memleket çocukları, zengin olduğu kadar kuvvetli bir kültür almış bulunsun- • ar.. Bu davada sevgili kızlarımızın erkek jvlâdlarımızdan farkı yoktur. Hatta birincilerin maddî ve manevî bünyeleri bakımından ayrıca bir takım hususî ihti­ mamlara da ihtiyaçları vardır. Binaena­ leyh kendilerinin zihnî tegaddileri mese­ lesi en küçük ihmale dahi mütehammil görünmez.

Nice ana baba tanırız! bunlar çocuk - larına içi dolu irfan hâzineleri açmak için î yabancı diller öğretirler. Kendilerini ec­ nebi mekteblerinde okutmak gayesile bü­ yük fedakârlıklara katlanırlar. Peki auıa nihaî maksad nedir? Oralardan çıkanla-i rın vücudlerine, sıhhatlerine, çocuklarına, kocalarına, evlerinin idaresine, temizliği­ ne, aydınlık manada müterakki bir insan­ lığın medenî icablarma göre bakmağı öğ­ renmesi değil mi? Temenni edelim ki öyle olsun. Lâkin gördüğümüzün ve duy­ duğumuzun çoğu tamamen başka türlü - dür. V e anlaşılmaktadır ki muvaffakiyet yüzdesi, ihtiyar edilen külfetle mütenasib bulunmuyor. Yabancı dilleri öğrenmek - ten maksad, henüz kendi lisanımızda ol- mıyan verimli irfan kaynaklarından bol bol istifade etmektir, diyebiliriz. Lâkin her yerde azçok mevcud süprüntü hikâ­ yeleri okumak asla!

Gazeteci ve kitabcı dükkânlarında da bol bol sallanan bir takım mecmualar­ daki sade dudak boyasile tırnak cilâsı ilânlarını ezberlemek ve kürklü manto biçimlerde çorab çeşidlerinin listesi içinde hayal koşturmak için öğrenilmiş bir fran- sızcadan Türk camiasına hangi fayda gelir? Bütün bulnar insana sıhhat bilgisi- le beden, zekâ ve ruh terbiyesi mi veri­ yor? Gönüllerimizden güzel ve necib es­ tetik duyguları mı fışkırtmaktadır? Yok­ sa bizi sinirli, züppe ve kimseyi beğenmez birer sıska müstehlik kılığına mı soka­ caktır?

Ben en çok ikinci şıkkı görüyorum. İşte içimdeki kanaat:

Neticesi yalnız adi ihlâl ve istihlâkten ibaret kalan böyle kötürüm duygulu fay­ dasız münevverlik, dünyanın en zararlı ve mücrim karanlığıdır. V e bundan iğren- meliyiz.

Bir gencin şerefi, muhitinden ruhunun almaktan ziyade ona vermek susuzluğu­ nu duymasmdadır. Kolile, kafasile, ir- fanile, vicdanile cemiyete kendinden ar - mağanlar yetiştirmek zevki; işte gerçek kıymet... Yoksa ideali yalnız kürk, oto - mobil, kumar ve dans gibi adi maddiyat endişeleri içinde buruşup gitmiş kimseler gene olduklarına sıkılmalıdır derim.

Roma İmparatoru filozof M ark Orel ne güzel söylemiş:

«Kovana zarar veren şeyin arıya fay­

dası olm az!»

Hazin bir tuhaflık da şudur: Bazan en tanınmış doktorlarımızın tavsiye ettiği bir ilâcı eczanelerimizde bulamayız. Çünkü bir takım icablarla memleketimize girme­ leri menedilmiştir. Halbuki zihinlerimize, ruhlarımıza hiçbir değerli unsur getirme­ dikleri gibi bizim iyi eserler okuyacak zamanlarımızı dahi ziyan ettiren nice süprüntü sahifesi gene kadınlarımızın, kızlarımızın ellerinde dolaşır.

A caba İktisadî, ispençiyari sahalarda olduğu kadar psikolojik ve terbiyevî sağlık korumasında da himayeye muhtaç değil miyiz?

Memleketimizin en büyük şefleri be­ denî kudret kadar ahlâkî kuvvete ehem­ miyet verdiklerini daima söylediler ve şüphesiz ki pek haklıydılar. Şu halde yeni nesillerin ruhiyat işlerini hallederken, kendilerini yakalanmaktan en çok sakın­ dıracağımız afet şu olmalıdır: Manevî teverrüm!

Fazıl Ahmed AYKAÇ

Referanslar

Benzer Belgeler

Tarih araştırmacısı Ziyad Ebüzziya Şinasi üstüne bir kitap hazırladı.. L

= 059, Uzunçarşılı ve Özdayı'nın geliştirmiş olduğu ölçeğin alfa güvenirlik katsayısı r = 0757'dir. Demokrasi ve Hoşgörü Tutum Ölçeğindeki 21 maddenin

[r]

Bu çağın yeniden baş­ layacağına, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun yine eskisi gibi başarılı çalışm alar ya pacağına inanıyorum.. MELİH CEVDET ANDAY : Türk

Bu çalışmada TRT Çocuk kanalında yayınlanan Keloğlan çizgi filmlerinden bir tanesi olan “Keloğlan-Kuyu Canavarı” ve Eflatun Cem Güney’in “Açıl Sofram

Bireysel farklılıklara ve haklara önem veren, kişiliğin gelişmesine olanak sağlamayı kabul eden dem okratik ve sanayileşme ile bütünleşmiş olan toplum larda

Belediyece teşkil ve tayin olunacak bir mimarî çalışma heyeti veya Türk mimarları arasında açılacak bir proje müsabakası bize bütün memleketin iftihar edebile- ceği bir

Mimar Şevki Beyin eserini tatbik