• Sonuç bulunamadı

Haliçte bir gezinti:Geçmişten günümüze Altın Boynuz 3:Hasköy'ün karşı komşusu:Fener

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Haliçte bir gezinti:Geçmişten günümüze Altın Boynuz 3:Hasköy'ün karşı komşusu:Fener"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

r f )

4 NİSAN 1991

t a M k L x « A |r*g - v v A ttttltttnmffllWtittllhlttlMtl»*

-' I | U I I I H Wİ” **»İi*W»i*H««ZllJlt WÎ-«lilf*Jİ

l l ^ I t J i

• ■ k a ^ ı J k

B 1 m.# J 1 M i l

IM lIiU ffîH lH ıS tfH ttH ÎH U lttıH !

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi: 19. yüzyıldan kalma bir fotoğraf...

Fener beyleri

denilen Rum

ileri gelenleri,

bilhassa kıyı

boyunca kagir

yapılı fakat

içleri Türk

mimari

üslubunda

zengin surette

bezenmiş

evler, konaklar

yaptırmışlardı

Haliçte bir gezinti

X jK 'w lflt:X Ç

ü

M İ

m ü z

^

cyu frm

^BO^mız,

" « ■ B O W ' ^ D oc.D r.J A K D E LE O N

HASKÖY’ÜN

KARSI KOMSUSU:

ALIÇ Feneri'ne girerken (ve Fener den çıkarken) ünlü Fe­ n e r K a p ıs ı'n d a n g e ç m e k d o ğ ru o lu r ama bugün bu mümkün değildir; bırakın ka­ pıyı. kapının açıldığı İstanbul surları bile yoktur artık nere­ deyse. Fener Kapısı denize yakındı ve yanındaki kuleden bir fener salla- nırdı. H a liç'in kayalık kıyılarını karanlıkta göremeyen gemicilere kılavuz olurdu bu fe­ ner. Semtin adını Bizans devrinde bu fener­ den aldığı söylenir. Celal Esat Arseven. "Eski İstanbul" adlı kitabında şöyle bir not düşer:

“ Bu kapı vaktiyle Haliç'in feneri bulunan çıkın- bya tesadüf eder. Haliç'in surları bu kısımda İki sıradır. Haliç cihetindeki surlar tamamen deniz kenarında olmayıp denizle aralarında hayli bir mesafe vardır ki, bu mahalde birçok ticarethane, iskeleler, depolar vesaire var­ dı...”

Haliç'in Unkapanı yakasından Balat a doğru sapıldığında göze ilk çarpan yapı Aghi- os Stefanos Fener Bulgar Ortodoks Kilisesi ­ dir. Haliç Feneri'nde, denizin kıyısında olan bu yapının bedeni demirden yapılmış olup (Re- şad Ekrem Koçu'ya göre) "p o rta tiftir, yani takılıp sökülebilir şekilde yapılmıştır. Zama­ nında onun yerinde küçük bir ahşap kilise olduğu da yazılır. Viyanalı mimar Wagñer in tasarımı olan parçalar (demir gövde) Viyana’- da yapılmış ve kilise İstanbul'da "m onte”

edilmiştir. 1898 yılında dini ayinle açılan kili­ senin içi mermerle kaplıdır.

Recep Ülke. “ İstanbul Anıttan” (Yeni Matbaa. 1957) başlıklı kitabında şu bilgileri ve­ rir: “Haliç Feneri'nde, Mursel Paşa Cadde- sl'ndedir. Kilisenin bulunduğu yerde 1848 yılına kadar Stefanos Bogorldls adlı bir şahsın evi mevcuttu. Fener Rum Patrikhanesi, Bul- garlann kendi dillerinde ayin yapabilmelerini temin İçin bu evin yerinde bir kilise inşa ettir­ miştir. Bu kilise 1872 yılına (Bulgar Kilisesl'nin Rum Patrikhanesi'nden ayrılma tarihine) ka­ dar Patrikhane'ye aitti. 1872 yılından sonra Fener Rum Patrikhanesi İle bağlılığı kalma­ mıştır. Bu tarihten sonra Bulgarlar aynı yerde bugün gördüğümüz kiliseyi İnşa ettirmişler­ dir. Kilisenin küşat merasim i 1898 yılında yapılmıştır. Bu bina İnşası bakımından dikkati çekmektedir; zira bina akşamı demirden olup, parça olarak Almanya'dan getirilmiştir. Par­ çaların birbirine raptedllmesi (vidalama işi) mütehassıs bir Alman mimarı ve bir Bulgar mekanisyen tarafından yapılmıştır. Bu kilise­ de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, 1909 yılında, Sultan Mehmed Reşad'ı (1909-1918) ziyarete gelen Bulgar Kralı Ferdlnand İçin ka­ bul merasimi yapılmıştır."

Ülke'yle Koçu nun çeliştiği nokta, kilise­ nin parçalarının yapıldığı yer ve mimarın m illi­ y e ti: Koçu, A v u s tu ry a konusunda ıs ra r ederken. Ülke, Almanya diyor. Kendileriyle konuştuğumuz eski Fenerliler, babalarının ve dedelerinin anılarına dayanarak bu kilisenin yerinde gerçekten bir (ya da daha fazla) ev ol­ duğunu söylüyorlar. Bir çelişki de buradan çıkıyor: Kimileri (dedelerinin anlattığına daya­ narak) bu evin ya da evlerin yerine doğrudan doğruya Aghios Stefanos kilisesinin yapıldığı­ nı, kimi de (Recep Ülke yi ve Reşad Ekrem Koçu yu doğrulamasına) evlerden sonra ora­ da küçük bir kilise olduğunu, sonra onun da yıkılıp yerine bugünkü kilisenin yapıldığını söylüyor. Koçu'nun kaynağı Ahmed Refik Altı- nay'ın Türk Tarih Encümeni Mecmuası nda (no.8/85) yayımlanan "OsmanlI İmparator­ luğunda Fener Patrikhanesi ve Bulgar Kilise­ si” başlıklı makalesi Recep Ülke yse iki ana kaynaktan yola çıkıyor; Manuil (ya da Manuel) Gedeon'un “ Eortologion Konstantlnupolltu Prosklnitu” adlı çalışması ve “Ortodoxia”

dergisinin 20. cildi (sayfa 50-90/261.)

Haliç Feneri'nin bir zamanlar son derece hareketli bir bölge olduğu bilinir. Prof. Dr. Se­ mavi Eyice, “Tarihte Haliç” başlıklı inceleme­ sinde şu noktaya değinir: “Fener ve çevresi Rumların yoğun olarak toplandıkları bir bölge olduğundan, burada Fener Beyleri denilen Rum ileri gelenlerinin bilhassa kıyı boyunca kâgir yapılı fakat içleri Türk üslubunda zengin surette bezenmiş evleri, konakları yapılmıştır. Bu konaklardan son kalan birkaçı Haliç sahil

Fener ’deki Bulgar Kilisesi: 19. yüzyıl sonlarından bir görüntü

Cibali'yle Balat

arasındaki kıyı

şeridinde

yüzden fazla

kâgir Rum

evinden

1960 larda

sadece

Divan-ı

Hümayun

tercümanı

Fenerli

Panayotaki'nin

evi

sağlam

kalmıştı

yolunda hâlâ durur.”

Fatih Sultan Mehmed zamanında tesis edilen Şark Ortodoks Kilisesi. 1600 yıllarında (bugünkü merkezi olan) Fener Rum Ortodoks Patrikhanesine geçti Böylece Rumlar (özel­ likle soylu ve varlıklı aileler) o tarihten itibaren Fener'e yerleşmeye başladılar. Fener (Bi­ zans'ın “Fanarlon” u ya da Rumların deyişiyle

“Fanarakl”) zengin yalıları ve şenlikli meyha­ neleriyle renkli bir yöre haline geldi. Fener'in sınırları dışına taşarak bir yandan Cibali'ye, diğer yandan Balat a kadar uzanan kıyıda ya-

lıar ve konaklar yaptıran Rumlara İstanbul'­ daki yab an cılar “ F e n e rli” adını takmıştı. Fenerli “aristokraf’lar çocuklarını (devrin en güçlü yükseköğretim kurumlarına sahip olan) Italya'yİtalya'ya gönderirler, Rum gençleri İtalyanca ve Fransızca öğrenirler, kimi de eski Yunanca ve Latince tahsil ederdi. Osmanlı hükümeti de Divan-ı Hümâyûn ve Donanma-yı Hümayun tercümanlarıyla Eflak ve Boğdan beylerini Fe­ ner Rumlarından seçerdi. M.Zeki Pakalın,

“ Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimlerl"adlı

çalışmasında şu noktaya değinir: “Eflak ve Boğdan’da Bey olan Fenerlilerin oğullarına Beyzade, karılarına Domna, kızlarına Domlnl- ça, Beyzade ve Dominiça'ların da oğullarına Çelebi, kızlarına Kokonaça denirdi...”

Pierre Loti adı altında yazan Julien Marie Viaud, “Azlyadâ” adlı romanında Fener’i şöy­ le anlatır: “ Rumların Noel yortusuydu. Tüm Fener bir festival yeriydi sanki. Her boyda ve renkte lambalar ve kâğıttan değirmenler taşı­ yan çocuklar kapıları çalıyor, davul sesleri

serenadlara karışıyordu. Bizans zamanından kalma eski kapılar açıldığında, Paris elbisele­ ri giymiş genç kızlar beliriyor ve müzisyenlere bakır paralar atıyorlardı.”

19. yüzyıl sonlarına kadar Fener deki ya­ lıların çoğu duruyordu. Reşad Ekrem Koçu'­ nun “ İstanbul A n s ik lo p e d is in e "Fenerli, Fenerliler” maddesini yazan Vladimir Mirmi- roğlu, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Cibali'yle Balat arasındaki kıyı şeridinde yüzden fazla kâgir Rum evinin varlığını anımsadığını bildi­ riyor. 1960 larda bu evlerden yalnızca Divan-ı Hümâyûn tercümanı Fenerli Panayotaki Niko- sios'un evi sağlam kalmıştı. 17. yüzyılda yapı­ lan bu bina, 18. yüzyılın ortalarında onarılmış­ tı. Panayotaki Nikosios, Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın tercümanı ve (Girit kuşatması • sırasında) siyasi danışmanıydı.

Kumkapı Aghia Kiryaki Kilisesi'nin ruha­ nisi Meletios Sakkulidis. Şehir Dergisi'nin Ekim 1987 ta rih li sayısında Ahmet E kenle sohbet ederken Fener ve İstanbul Rumları ko­ nusunda şu bilgileri veriyor:

“ Rumlar çoğunlukla surların İçerisinde­ ki semtlerde oturuyorlar. Bunlar arasında Fener'ln önemli bir yeri var. Cemaatin İleri ge­ lenleri varlıklılar. Eflak ve Boğdan'dakl bir kısım asilin aileleri burada oturuyor. 1602'den İtibaren Patrikhane de burada. Fener seçkin bir semt. Haliç kıyısındaki çeşitli semtlerde ve M arm ara kıyısında Yedlkule, Sam atya ve Kumkapı'da da Rumların oturduğunu görüyo­ ruz. İç taraflarda pek Rum m ahallesi yok. Bunun dışında Kadıköy'de, Boğaz'da ve Ada­

la r'd a R u m lar var. G a la ta 'd a K atollkler, Venedikliler, Cenovalılar oturuyor; Rumların orada oturmaya başlaması 19. yüzyılın başla­ rından itib aren dlr. Kurtuluş ayrı bir Rum mahallesi, burada tersanede çalışan Rumlar oturuyorlar. Rumlar, Müslüman olmayan ce­ maatler İçerisinde nüfus olarak her zaman en kalabalık olanı olmuşlardır. Bu açıdan şehrin birçok yerinde Rum mahallelerine rastlamak mümkün. (...) Rumların varlıklı olanlarının Be- yoğlu'na yerleşmeye başlamaları 19. yüzyılda oluyor. Beyoğlu'nda İlk kez 1804 yılında cema­ at kuruluyor. Ve 19. yüzyıl sonlarına doğru Fener eski önemini kaybediyor...”

19. yüzyılın başlarında Fener in soylu ve zengin aileleri Boğaziçi'nin Rumeli yakasında yaptırdıkları yalılara ve konaklara taşınmaya başladılar. Aynı yüzyılın ortalarında Kuruçeş­ me. Arnavutköy ve Tarabya bölgelerinde Rum

"kolonileri" oluştu. Tarabya'daki Aleksand- ros ipsilanti yalısı sonradan Fransız Sefareti­ nin yazlığı olarak kullanılmaya başlandı.

Theophile Gautier, 19. yüzyılda İstan­ bul'da yaşayan Rum kadınları “pembe ya da mavi krepon hotozlu, dlyadem biçiminde kalın örülmüş saçlı” , erkekleri de "beyaz fistanlı, kırmızı takkeli, bol ve uzun kollu cepkenll” ola­ rak tarif eder Nurullah Berk in dilimize çevir­ diği “ İstanbul" başlıklı kitabında şöyle anlatır Fener i Gautier:

"Taş evler güzel bir mimari üslubunda- dır. Bu evlerin çoğunda, merdiven biçiminde kesilmiş konsollara ya da kıvrıntılı dirseklere dayalı güzel balkonlar vardır; daha eski olan başka evler yarı kale, yarı sivil yapı olan küçük Ortaçağ konaklarını hatırlatırlar. Bu evlerin duvarları bir muhasaraya karşı gelecek kalın­ lıktadır, demir kepenklerden kurşun geçmez koca koca parmaklıklar daraltılmış pencerele­ ri korur, kornişler kimi evlerde mazgal gibidir; bütün bunlar, güçsüz dili bu taş mahalleyi so­ nuçsuz yalayan yangına karşı masum bir koruma lüksü...”

Evet, yangın...

İstanbul'u kasıp kavuran büyük yangın­ lar arasında tam altı Fener yangını vardır. Reşad Ekrem Koçu, bu yangınlar konusunda şu bilgileri bırakmıştır günümüze:

1669 Yangını: Fener Kapısı nın yanında başladı, birçok ev ve dükkân yandı..

1808 Yangını' Fener Kapısı dışında bir meyhanede başladı, hızla yayıldı. Dört mey­ haneyle İskele Meydanı'ndaki kahvehaneler yandı. O kış gecesi kopan müthiş fırtınada Ha- liç'i kayıkla geçmeye çabalayan tulumbacılar suların derinliklerinde kayboldular...

1856 Yangını: Fener de Abdi Subaşı ve Cafer Subaşı mahallelerinde 200 bina yandı...

1860 Yangını: Fener'de Kiremit Mahal- lesi’nde 100 bina yandı...

1876 yangınları: İlk yangında Abdi Suba­ şı ve Cafer Subaşı mahallelerinde 35 bina yandı. Aynı yıl çıkan başka bir yangında da Ki­ remit Mahallesi'nde 67 bina yandı...

1885 Yangını: Fener Kapısı'nda 51 bina yandı...

“18. Asırda İstanbul” kitabının yazarı In- cicyan, Fener yangınları konusunda ayrı tarih­ ler ve bilgiler vermektedir:

1679’da Fener tarafında çıkan yangında 1500 ev yanmıştır.

1782 senesi içinde beş yangın olmuştur. Bunların üçüncüsü Samatya'da çıkmış 11 saat devam etmiş ve birçok evle beraber iki Rum kilisesi de yanmıştır. Aynı sene içinde Fener ve Balat arasında bir yerden çıkan dördüncü yangın 24-25 saat sürmüştür.

1784: 5 Ağustos ta, Kiremit Mahallesi ­ nde çıkan ve Topkapısı yanındaki Yenibahçe - ye kad ar uzanan yangın 26 saat devam etmiştir. 5000 ev, iki Rum kilisesi ve hemen hemen bütün Fener Mahallesi yanmıştır...

Robert Mantran, “ 17. yüzyılın İkinci Yarı­

sında İstanbul” çalışmasında, 1678 yılında Fener'de yangın çıktığını yazar. Büyük olası­ lıkla, Incicyan'ın sözünü ettiği 1679 yangınıdır bu...

Bu yangınların hiçbiri Fener İskelesi ne dokunmamış, yakınındaki Fener İskele Cad- desi'ni yalayıp geçmiştir.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Destandan yüzyıllar sonra Oktay Rifat da sıradan bir çocuk olarak meme emişini “Su Gibi Geçen Günler” şiirinde şöyle dile getirir:. Ben de beşikte yattım Salıncakta

Darüşşafaka’nın Çemberli taş Sanat Galerisi’nde geçenlerde açılan Türkiye Ressamlar Cemi­ yetinin İstanbul 39. sergisi, sa­ nat çevrelerince ilgiyle izlenmiş

Bunun için de zaman kazanmak önemliydi Fakat dış etkenler, büyük devletlerin aralarındaki nüfuz kavgası zaman kazanmayı sınırlı kılıp, dünyayı büyük

Uyuşturucu ve silah kaçakçı­ lığı merkezi olan, aynı zamanda Ermeni Terörizmine yataklık eden yerlerde çalışmış diplomat­ larınız, daha sonaki tarihlerde başka

Orhan Barlas: Yazar, hu­ kukçu, partili, Antepli, hemşe- ri, yurttaş... Öldüğünü duydu­ ğumda onu, bütün bu özellik­ leriyle düşündüm. Pek çok ki­ şi gibi benim

68’liler Vakfı tarafından düzenlenen törene S H P milletvekilleri Salman Kaya, Atilla Hun, Naci Tarhan, Deniz Gezıniş’in babası Cemil Gezmiş, Hüseyin

Belediyenin bölgede restorasyon de ğil yenileme yapacağını anlatan Pulcu, proje kapsamına giren alanın yüzde.. 53’ünün konut olarak kalaca ğını yüzde 48’inin ise