• Sonuç bulunamadı

Başlık: İdeolojik bir süreç olarak operasyonel üniversiteden girişimci üniversiteye: yeni üniversitenin reklam imgeleriYazar(lar):YÜCEBAŞ, MesutCilt: 5 Sayı: 1 Sayfa: 039-074 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000101 Yayın Tarihi: 2007 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: İdeolojik bir süreç olarak operasyonel üniversiteden girişimci üniversiteye: yeni üniversitenin reklam imgeleriYazar(lar):YÜCEBAŞ, MesutCilt: 5 Sayı: 1 Sayfa: 039-074 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000101 Yayın Tarihi: 2007 PDF"

Copied!
36
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İdeolojik Bir Süreç Olarak Operasyonel

Üniversiteden Girişimci Üniversiteye:

Yeni Üniversitenin Reklam İmgeleri

iletiim : arat›rmalar› • © 2007 • 5(1): 39-74 Mesut Yücebaş

Özet

Günümüz üniversiteleri, girişimci üniversite kavramı ile tanımlanabilmektedir. Girişimci üniversite, 1980 sonrası dönemde, özellikle ABD’de ortaya çıkan bir üniversite modelidir. Ancak bu tür bir üniversite birden bire ortaya çıkmamış, bazı toplumsal ve tarihsel birikimlerin belirleyiciliği altında şekillenmiştir. Henüz İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle savaş sırasında geliştirilen disiplinlerarası, operasyonel ve projeye dayalı bilimsel üretim tarzı, piyasaya yönelik bilgi üretiminde de kullanılmaya başlamıştır. Ancak bu süreçlerin üniversiteyi tamamen dönüştürmesi, 1980 sonrası neo-liberal dönüşümlerle birlikte gerçekleşmiştir. Bu süreç sonunda, üniversite bir deneyim, imge ve yaşam biçimi olarak da metalaşmaya başlamıştır. Söz konusu bu metalaşmayı, üniversitelere ilişkin reklam imgelerinde de görmemiz mümkündür.

Anahtar Sözcükler: Üniversite, girişimcilik, reklam imgeleri, ideoloji

From Operational University To Entrepreneurial University As An Ideological Process: Advertisment Images Of New University Abstract

Today’s universities can be defined with the concept of entrepreneurial university which has emerged in USA after 1980’s. But this new university model has not appered all of a sudden and has shaped with some social and historical backround. After the 2nd World War, scientific production style which is

interdisciplinary, operational and based on a project has begun to be used for the market. These processes have completely transformed the university after 1980’s with the effect of neo-liberal changes. At the end of these processes, university has begun commoditization as a experience, image and life style. This commoditization can be observed on university advertising images.

(2)

Üniversite, doğuşundan günümüze kadar, belirli bir toplumsal örgütlenmenin belirlediği bir algılayış biçimi ile şekillenmiş ve top-lumsal süreçlerin her zaman birörnek olmayan beklentileri, yönelimle-ri ve yaşam deneyimleyönelimle-ri ile karşılıklı bir etkileşim içersinde olmuştur. Ancak bilimsel bir kurum olarak üniversite, bir toplumun uzantısı olduğu kadar, o toplumun yeni türde veya eski biçimlerdeki değerle-rinin üretilmesinde de başat bir rol yüklenebilmiştir. Bu bağlamda, üniversitenin toplumsal dinamikler içinde aldığı rol, bu biçimlerle etkileşim halinde olan ve onları zaman zaman farklı bir noktaya da taşıyan bir etkinlikle biçimlenmiştir. Diğer bir deyişle, üniversiter düşüncenin toplum, doğa ve hatta kendi hakkında benimsediği pers-pektifler ve paradigmalar, toplumsal örüntünün temel dinamiklerinin yeniden kurgulanmasında belirleyici bir etkiye sahip olabilecek nite-liktedir. Ancak bu tercihlerin de toplumsal bütünlüğün içersinde yer alan farklı toplumsal pratikler arasından yapılacağını söylemek müm-kündür. Çünkü üniversiteyi bir kurum olarak kurgulayanlar ve bir bütün olarak üniversite, her şeyden önce ve eğer dünyadan farklı bir yerde değilse, bir toplumun içinde var olmak durumundadır. Bu top-lumsal kurumun, günümüz koşulları içersinde şekillenen tercihleri, aynı zamanda hegemonik toplumsal yapının yeniden biçimlendirili-şinde de etkili olacaktır.

Buradaki çalışmanın amacı, üniversitenin yaşamın diğer alanla-rından bağımsız olmadığını ve toplumsal dönüşümler bağlamında onun da bir takım ideolojik belirlenimlere tabi olduğunu göstermektir.

İdeolojik Bir Süreç Olarak Operasyonel

Üniversiteden Girişimci Üniversiteye:

(3)

Bu amaç doğrultusunda çalışmanın konusunu da günümüz üniversite modeli hakkında yapılan tercihlerin ne yönde ve nasıl gerçekleştiril-miş olduğunu incelemek ve bu tercihler sonucunda ulaşılan üniversite modelinin, günümüz anlam dünyasının incelikli estetiksel kurgulanı-şını gerçekleştiren reklam mantığının kurucu etkisiyle de toplumsal bellekte nasıl anlaşıldığını yorumlamak oluşturmaktadır. Bu doğrultu-da çalışmanın ilk kısmındoğrultu-da, neo-liberal yeni toplumsallığın bilgilen-meyi toplum-dışı kurgulayan ideolojik yönüne değinilerek, üniversite hakkındaki başat kanaat ele alınacak, daha sonraki kısımlarda ise günümüz üniversitenin oluşum süreçleri göz önünde bulundurularak, girişimci üniversite algısının içerikleri, reklam imgelerine dair eleştirel bir ideoloji analiziyle anlaşılmaya çalışılacaktır.

Neo-Liberalizm, Bilgi ve Üniversite

Üniversiteyi, toplumun ötesinde ve onun temel dinamikleri dışın-da işleyen bir vaha olarak görmek, onun tarafındışın-dan üretilen bilginin de soyut-toplumdışı bir bilgiden başka bir şey olamayacağını kabul etmek anlamına gelmektedir. Oysa üniversite, toplumun temel dina-miklerinin tam ortasında yer alan, somut bir kurumdur ve ürettiği veya aktardığı bilgi de o çağın somut toplumsalına ait bilgiyle örtüş-mektedir. “Toplumsal yaşamın üzerinde bir yerde değil de ortasında duran üniversite, ürettiği ve aktardığı bilgiyi de toplumsal yaşamın süzgecinden geçir(mektedir). Dolayısıyla üniversiteyi belirleyenler toplumun genel ekonomik, ideolojik ve siyasi formlarıdır” (Tatlıcan,

(4)

1992: 32-33). Ancak neo-liberal ideoloji içersinde üniversite, toplumun ekonomik, ideolojik ve siyasi formlarının dışındaymış gibi konumlan-dırılır. Bunda neo-liberal ideolojinin bilimsel bilgiye ilişkin yaklaşımı da belirleyici bir rol oynamaktadır. Neo-liberalizm, bilimsel bilginin anti-toplumsal olduğunu veya olması gerektiğini savunur.

Her ne kadar, neo-liberal çağın temel dinamiği, politik öznenin sonunu veya bilginin anti-toplumsal nitelikleriyle geçerli olabileceğini dayatıyor olsa da; üniversite, neo-liberal bir ortamın işleyişi içerisinde de toplumsal ve politik süreçlere bağımlı bir konumdadır. Bu bağlam-da, “bilimin yüksek bir oranda sosyal bir olgu olduğunu söyleyebili-riz. Bu, onun, saf, ayrı ve geniş bir içsel sosyal yapıya sahip olması kadar, devlet, eğitim, tüketim, çalışma ilişkileri ve yatırım araçları gibi bütün diğer sosyal kapsamlarla da çoklu bağlantılarla ilişkili olması anlamına gelmektedir” (Hales, 1982: 57). Fakat tüm bu önermelere rağmen, neo-liberal bilginin üretilme biçimleri, sosyal tarafsızlık iddi-asına sıkı bir şekilde bağlı kalınarak gerçekleştirilmektedir.

Neo-liberal dönemin bilime yönelik tutumu, ayrıntılı bir şekilde geçerli bilginin verimli olması üzerine kurulu bir teknik tarafsızlığa dayalıdır. Ancak bilimsel üretimdeki ve eğitimdeki bu tarafsızlık tutu-munda ideolojik bir yön bulunmaktadır. Özellikle “mevcut koşullar altında, neo-liberal zihniyetin temel varlıklarından olan ‘tarafsızlık’ öncülünün eğitime yansıması, esasen, yüksek öğretim sistemini siya-set-dışılığı idealleştirilen bir başka alana -piyasaya- göre ayarlanması çerçevesinde olmakla neo-liberal siyasal-ideolojik yapılanmanın muhafazası açısından işlevsel” (Ergül ve Coşar, 2004: 59) bir görüntü sunmaktadır.

Öte yandan, üniversitenin politik işlevi ilk olarak, toplumsallıktan imtina edilmiş bir tekniğe ve tarafsızlığa indirgenen bilimsellik tasav-vurlarıyla değil; akıl, kültür veya ulusa ilişkin toplumsal düzenleme işleviyle belirginlik kazanmıştı. Ancak yaşadığımız çağda, bilgiye ve üniversiteye yüklenen yeni anlamlar bağlamında akıl, kültür ve milli-yetçilikle bağlantılandırdığımız üniversitenin artık geçmişte kalmış olduğunu söylemek mümkündür (Barnett, 2008: 9). Her ne kadar bu süreçle milliyetçilik ikincil bir niteliğe kavuşuyor olsa da (ki bu durum

(5)

Türkiye için halen tartışmalıdır) bunun yerine, aklın sınırlarını kendi enginliği dışında bir yerde görmeyen bir üniversite modeli de yerleşe-cek değildi. Artık kendi gizemini doğallık söyleminde kuran ve kendi kaderini mümkün tek tarz olarak dayatan yeni bir ideoloji üniversite-lerde geçerli olacaktı. Piyasa fetişizmi ile şekillenen toplumsallık, üni-versitenin yeniden tanımlanmasında önemli bir rol oynayacaktı.

Bu bağlamda, günümüz üniversitelerinde başka ideolojilerin, akıl ideolojisinin yerine geçtiğinden ve araştırma, girişimcilik, mükemme-liyet ve katılım; motive edici bayraklar, sadakat sembolleri ve yeni akademik kimlik biçimleri sağlamakta olduğundan söz etmek müm-kündür (Barnett, 2008: 9). Üniversitelerin bu tarzda örgütlenişi yeni bir olgudur. Bu yeni olgu içersinde bilgi metalaşmakta; piyasa örgütlen-meleri, akademik üretimin biçimlenişinde önemli bir rol oynamakta-dır.

Bilginin metalaştırılması süreci aynı zamanda üniversitelerdeki bilimsel bilgi üretimi faaliyetinin sermaye tarafından giderek artan oranlarda denetlenmesi ve yönlendirilmesi süreci olmuştur. Bu süreç aynı zamanda üniversitelerdeki bilimsel faaliyetlerin önemli bir bölümünün özel şirketlere ait araştırma geliştirme birimlerine kaydırılması biçimini almıştır. Şirketlerin ihtiyaç duy-duğu bilimsel-teknolojik üretim, ağırlıkla özel birimlerde gerçek-leştirilirken, üniversiteler bu işleyişin alt yapısal gereksinimleri doğrultusunda şekillendirilmeye çalışılmıştır (Sertlek, 1997: 249). Kısacası üniversitelerin piyasa için bilgi üretmek üzere konum-lanması, onların örgütlenme düzeyini de biçimlendirmeye başlamıştır. Sertlek’e göre, “yükseköğrenim bir yanda kapitalist ekonomi için gerekli araştırmacı karakteri olan insanları yetiştirmek üzere ‘üniversite’ler ve bu faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkmış bilgi yoğun teknik ürünlerin kullanıcısı konumundaki işçileri yetiştirmek üzere ‘meslek okulları’ olarak ikiye ayrılmış ya da bu ayırım yükseköğretim sürecinin temel belirleyeni haline gelmiştir” (1997: 248). Bu ayrımdaki amaç, sanayi için gerekli teknik elemanın ve bilginin yaygın bir şekilde öğretilmesidir. Sanayi ve üniversite ilişkisinin yoğunlaştırılması gerek-tiğine dair, son yılların popüler söylemi de bu sürecin bir uzantısı

(6)

olarak değerlendirilebilir1. Bu söylem, üretilen bilginin teknik

anlam-da piyasaanlam-da kullanılabilir bir meta düzeyine indirgendiğine işaret etmektedir. “Ticarileşen malumat dolaşımı, bu yeni üniversite tanımı-nın başlıca belirleyicilerden biri olarak, üretildiği düşünülen ‘bilgi’nin ana girdisini oluşturmaktadır” (Ergur, 2003: 210).

Ancak bilginin metalaşması, onun sanayi için üretilerek ticarileş-mesi ile sınırlı değildir. Bilginin yeni meta kültürünün üretildiği alan-lar için üretilmesi ya da bilgi üretim biçiminin temel niteliklerinin bu kültürün koşulları tarafından oluşturulması da bu sürecin tamamlayı-cılığını üstlenir. Üniversite, hizmet sektörü ve yeni çalışma ve toplum biçimleri arasındaki bağlantı bu noktada yatmaktadır. Günümüz üni-versite eğitiminin, kullanıcıları birer müşteri olarak tanımladığını ve onları etkili bir müşteri haline getirmek için eğiten pazarlama prensip-lerine dönüştüğünü ve reklamcılığın da önemli bir alan haline geldiği-ni söylemek mümkündür (Hales, 1982: 93-94). Bu nedenle, günümüz akademik üretiminde reklamcılık, halkla ilişkiler, insan kaynakları gibi alanlar, bilginin metalaşma sürecinde tanımlayıcı olan diğer disip-linler ile birlikte (mühendislik, iktisat, işletme gibi) ciddi bilimsel disiplinler olarak görülmeye başlamıştır.

Akademik üretimdeki bu yönleri, akademik kapitalist bilgi üreti-mi olarak kavramsallaştırmak mümkündür. Günümüz yüksek eğitim politikalarında ve uygulamalarında, akademik kapitalist bilgiyi öğret-menin ve tüketöğret-menin bir yönetim şekli olarak ortaya çıktığından söz etmek mümkündür (Rhoads, 2005: 105). Bu süreç, bir kurum olarak üniversitenin kendisini de şekillendiren bir etken haline gelmektedir. Diğer bir deyişle günümüz üniversiteleri, bilginin meta olarak üretil-mesinin açtığı yolda üretim tarzlarını da buna göre şekillendirmekte, bunun ardında da bir kurum olarak kendisinden anlaşılan şeyin meta-laşmakla tanımlanabileceği bir sürece eklemlenmiş durumdadır. Bu, 1 Sanayi üniversite işbirliğinin üç önemli sonucu bulunmaktadır: Bunlardan birincisi “Şirketler de böylece beklenen yatırımcılar ve profesyonel çalışanların gözünde eğit-sel sürece dikkat çekerek, imajlarını cilalayan meşruiyet elde etmektedir. (İkincisi) bilim ve ticaretin bilgi üretimi pratikleri içinde bir araya gelmesi akademi ve şirket arasındaki sınırları belirsizleştirmektedir. (Üçüncüsü ise) mühendislik personelinin gücünü artıran bir yan olarak ortaya çıkmaktadır” (Günlü, 2003: 149).

(7)

artık üniversitenin üretim ve üretim süreçleri kadar kendine yönelik sembolik anlamların ve kullanım olanaklarının hizmet sektörü faktör-lerince belirlendiği bir pazar organizasyonu olarak örgütlenmekte olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla artık söz konusu olan şey, “üniversitede üretilen ve aktarılan bilginin, pazarın ihtiyaçlarına ve mesleki uzmanlıklar arasında gözettiği önceliklere göre biçimlenme-sinden ziyade, üniversitenin bir pazar organizasyonu gibi yapılanışı-dır” (Tekin, 2003: 154).

Üniversiteler, günümüzde bilgiyi piyasa için üreten kurumlar olarak metalaştırırken, kendileri de metalaşmakta, gün geçtikçe bir şirket gibi düşünmeye, kurumsallaşmaya başlamakta veya buna ben-zer bir imajlar ve markalar dünyasına girmenin yollarını arar hale gelmektedirler. Bu aynı zamanda, akademik camiadaki girişimcilik olgusuyla örtüşmektedir:

Bilimin metalaşması üniversiteleri kâr odaklı çalışan kurumlar haline getirmiş, pazar odaklı ve sermaye tarafından desteklenen ‘bilimsel’ araştırmalar üretilmeye başlanmıştır. Yeni bilgi üretim süreci ve üniversite modeli sistemin bilim insanları tarafından ‘girişimci bilim’, ‘girişimci bilim insanı’ ve ‘girişimci üniversite’ olarak kavramsallaştırılmıştır (Şahin ve Erşen, 2008: 188).

Girişimcilik, üniversitenin ticari dünyaya eklemlenme sürecinde, piyasadan kendine tahvil ettiği bir kavram olarak kalıcı bir yer edin-meye başlamıştır. Ancak bu sürecin ortaya çıkışı, ani bir dönüşüm olduğu kadar, belli türde bir birikimin varlığına da dayanmaktadır.

Girişimci Üniversitenin Arkeolojisi

Girişimci üniversite, 1980 sonrası Amerikan üniversite modelinin öncelik ettiği bir süreç sonunda orta çıkmıştı. Derek Bok’a göre, Amerikan üniversitelerinde 1980 sonrası dönemde, ticarileşmenin yaygınlaşmasının ardında piyasaya eğitim, uzman danışmanlık hiz-meti ve bilimsel bilgi arz etme fırsatlarının hızla artmış olması yatıyor-du; oysa daha önce böyle bir talep görece sınırlıydı (2007: 11). Ancak yine de piyasaya bilgi üreten girişimci üniversite modeline öncülük

(8)

edecek gelişmelerin bir tarihsel birikiminin bulunduğundan söz etmek mümkündü.

Örneğin, 1887 yılında ABD eyalet üniversitelerinde tarımsal deney istasyonları, üniversite sanayi işbirliği ve teknolojik ar-ge faali-yetlerinin ilk örnekleri olarak görülebilir; daha sonraları Stanford, Berkeley ve Caltech gibi üniversiteler ‘Silicon Valley’ adı ile anılan sanayi bölgesi; MIT ve Harvard Üniversitesi Rout 128 üzerinde yoğun-laşan çoğu küçük ölçekli teknoloji yoğun şirketlerin oluşturduğu iliş-kiler de sanayi-üniversite ar-ge işbirliğine örnek olarak gösterilebilir (Sertlek, 1997: 249). Bu tür bir akademik üretim belirli bir tarzda bir üretimi içeriyordu ve bu içeriğin şekillenişi, İkinci Dünya Savaşı’yla başlayacaktı.

Henüz İkinci Dünya Savaşı sırasında, piyasa için kullanılacak akademik içerik şekillenmeye başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasın-da, yeni silah teknolojilerinin, yeni silahlara karşı savunma sistemleri-nin, asker alımlarındaki büyük organizasyonları gerektiren yöntemle-rin geliştirilmesi, Amerika’da yeni bilgi biçimleyöntemle-rinin doğmasına neden olmuştu (Traweek, 2000: 38). Bu tür yeni projelerde çalışanlar, daha sonraları üniversitelerde de görev yapmaya başladılar.

Özellikle genç erkekler (neredeyse tamamı kadın değil erkekti) savaş sırasında ve savaşın hemen sonrasında geniş bir oranda disiplinlerarası ve görev odaklı projelerde (Manhattan Projesi, operasyon araştırmaları veya Japonya’daki araştırmalar gibi) çalıştılar; gelişen bu yeni bilgiler ve bunun yanı sıra bilgi üretimi-nin yeni stratejileri onları genç yaşta, Amerikan üniversiteleriüretimi-nin yeni araştırma sahalarında lider konumuna getirdi (Traweek, 2000: 38).

Bu yeni liderler, akademik içeriğin disiplinlerarası, proje yönelim-li karmaşık teknikteki bilgi üretim sürecini harekete geçirdiler. Operasyonel araştırmalar terimi de bir tür bilgi üretim biçimi olarak, bu dönemde ortaya çıktı. Operasyonel araştırmalar (Operational

Research - OR) terimi, bu dönemdeki bilimsel yönelimleri yansıtması

açısından belirleyici bir kavramdı. Operasyonel araştırmalar, savaş döneminin bir takım operasyon teknikleri için farklı disiplinlerdeki

(9)

bilim adamlarının bir araya gelerek geliştirdikleri yöntemlerden olu-şuyordu. Bunlar daha sonra, Soğuk Savaş dönemine de aktarılan bilgi üretim biçimleri olacaktı.

Bilim adamları radarın geliştirilmesi veya Hiroşima ve Nagazaki bombalarına neden olan Manhattan Projesi gibi projelerdeki tek-nik aşamalarla ilgilenen kişiler haline gelmeye başladı. Bazı bilim adamları özellikle fizikçiler ile birlikte matematikçiler ve biyolog-lar – bunbiyolog-ların çoğu kendi alanbiyolog-larında ümit vadeden ve seçkin araştırmacılardı – uçaklar veya farklı bombalama stratejilerinin en iyi nasıl hesaplanacağı gibi operasyonel problemlerle ilgili araştır-malara yöneldiler… Savaştan sonra da laboratuarlarına geri dön-düler ama laboratuar duvarları arasında yeni teorilerini hayata geçirmek güçtü. Bilgilerini piyasada kâr getirecek işlere dönüştür-me konusunda da hızlı davrandılar. 1950’lerin başında bir New York koleji basit OR araştırmalarına 32.000 dolar ücret biçti… Bilimsel araştırmadan pazarlanabilir ticari mal üretimine doğru yaşanan bu hızlı dönüşüm, ABD’de var olmaya devam eden ordu, akademi ve ticari pratikler arasındaki oldukça yakın ilişkiyle paralel bir gelişmeydi. Fabrikalarda, alışveriş merkezlerinde, tren sistemlerinde talep edilen kullanışlı bir hizmetle olan sıra teorisi ve bilgiye dönüşen tüm istatistiki teknikler OR çalışanlarının tica-retteki birikimlerini oluşturuyordu (Hales, 1982: 62-63).

Böylece daha sonra, piyasa için kullanılacak akademik içerik de belirlenmiş olmaktaydı. 1970’lerin sonunda ise ekonomik büyümenin yavaşlaması, Japonya gibi endüstriyel rakiplerin artması, Amerikan hükümetinin bilimsel politikalarının odağını askeri üstünlüğün muha-faza edilmesinden dünya ekonomisindeki gücünü korumaya yöneltti; böylece 1980’deki keşiflere lisans alınmasını kolaylaştıran ABD’deki Bahy-Doyle Yasası gibi yasaların yürürlüğe konulması ile sanayi ve üniversite işbirliği özellikle teşvik edilmeye başlandı (Bok, 2007: 12). Söz konusu teşvik ve özendirmelerin sonucunda, Amerika’da girişim-ci üniversite modeli yaygın bir nitelik oluşturmayı başardı.

2000 yılına gelindiğinde, üniversiteler patent hacmini 10 kat büyütmüştü ve patent, telif ve lisans ücretlerinden yılda 1 milyar dolar kazanıyordu. Akademideki on iki bin bilimadamı, binden

(10)

fazla işbirliği programında yerel şirketlerle çalışıyordu. Birçok kampusta, küçük şirketlere teknik yardım sunan ya da girişimci-lerin yeni şirketler kurması için sermaye sağlayan iş geliştirme merkezleri kurulmuştu. Birçok okul, profesörleri tarafından kurulmuş şirketlere yatırım yapmak için özel risk sermayesi oluş-turmuştu (Bok, 2007: 12).

Piyasa için bilgi üreten, bir piyasa kuruluşu gibi yapılanan ve hareket eden girişimci üniversite, piyasada işlev gören büyük şirket-lerle açık ilişkiler kurabilmektedir. Bu ilişkilerin, dünya ölçeğinde bir-kaç tipolojisinin bulunduğundan söz etmek mümkündür. Üniversitelerin kurduğu piyasa için bilgi üretmek üzere oluşturulmuş ar-ge birimlerinin yanı sıra, ar-ge çalışmalarını bizzat şirketler tarafın-dan yürütüldüğü veya yönlendirildiği enstitüler ve bilim kuruluşla-rından da söz etmek olasıdır (bu gelişmeler bundan sonra, üretilen bilginin piyasaya uygun oldukça değerli olarak kabul edilebileceğini göstermektedir)2. Bunun yanı sıra, şirketler de akademik çalışmalara

2 Bilimin endüstri tarafından kullanılış biçimlerinde, şirket çıkarlarına angaje edilmiş bir bilimsellikten de söz edilebilir. Bu koşullar altında bilim bazen gerçeği mistifike etme aracı olarak kullanılabilir. Edward Herman bu soruna ilişkin bir takım örnek-lere değinmektedir: 1925 yılında aksi kanıtlanmış olmasına rağmen, bir şirketin danışmanı olan bilim adamı kurşunlu benzinin zararsız olduğunu yazmıştır. Dört ana tarım ilacının güvenliğine ilişkin endüstri tarafından finanse edilen 43 çalışma-dan 32’sinde (%74) ilaçlar güvenli bulunmuş, buna karşılık aynı kimyasal maddeler üzerinde yapılan ve endüstri tarafından finanse edilmeyen 118 çalışmanın sadece 27’sinde (%23) benzer sonuçlara ulaşıldığı belirtilmiştir. 1980 yılında bir tür bitki öldürücü ve yaprak dökücü imal eden bir firmada dioksinden etkilenen işçinin ölümü bilim adamları tarafından kanıtlanmamıştır. Ancak 1984 yılında bir işçinin açtığı dava sonucunda gerçek ortaya çıkmıştır. 1997 yılında ise birçok ilaç şirketinin ruh sağlığı ilaçlarını test etme konusunda iki klinik araştırmacısına itimat ettiği ve üstelik bunlardan bir tanesinin daha önce ciddi bir araştırma sahtekârlığına katıldığı ortaya çıkmıştır. Amerika’daki bu örnekleri aktaran Herman ayrıca, denetim meka-nizmalarının da seksenlerden sonra sorumluluklarının genişletilmesi ile birçok olayla uğraşmak zorunda bırakıldığını ve bunun da şirketlerin işine geldiğini vurgu-lamaktadır. (2007: 68-74). Ayrıca burada ortaya çıkan bir diğer sakınca da bilimsel bilginin kamusal bir bilgi biçimi olma niteliğinin, patent ve mülkiyet hakları ile sadece çalışmayı destekleyen şirketin özel kullanımına ayrılması ile ortadan kalkma-sıdır. “Bu gizlilik, pek çok talihsiz sonuç doğurur… Bilim adamlarının birbirlerinin ticari nedenlerle gizlilik içinde yürüttükleri çalışmalardan haberdar olmamasından dolayı, lüzumsuz tekrarlar artar, aynı çalışmalar yinelenir” (Bok, 2007: 111).

(11)

yatırım yapmaya başlamışlardır. Özellikle, Amerika’da şirketlerin aka-demik araştırmalara desteği 1970’lerde yüzde 2,3’iken; 2000 yılında yüzde 8’e yükselmiştir (Bok: 2007: 13). Ayrıca tamamen şirketler tara-fından belirli amaçlar doğrultusunda işlev görmek üzere kurulmuş üniversiteler de bulunmaktadır. Diğer bir deyişle bu tür üniversiteler, ilk aşamada ele aldığımız; bilgiyi kendi bünyesindeki bazı kurumlarla meta olarak üreten üniversite düzeyinden, daha fazla derecede ve açık-ça şirketleşmiş durumdadırlar ya da bazı şirketlerin bizzat üniversite-ler tarafından oluşturulduğu da görülmektedir.

Örneğin, Amerika'da şirketleşmiş, yani onlara mali destek veren firmalarla birlikte anılan, üniversiteler 1980'li yılların ortalarında 400 taneyken bugün 2000'li rakamlara ulaşmış vaziyettedir: Microsoft'un, McDonalds'ın ve Schwab'ın kurduğu üniversiteler adeta diploma basmakta, bu arada Stanford gibi saygın üniversi-teler de Google, Yahoo! ve Cisco gibi şirketlerin doğmasına öncü-lük etmektedir (Tunç, 2006).

Dolayısıyla gün geçtikçe, üniversitelerin piyasadaki kuruluşlarla olan ilişkisi, piyasa için bilgi üretme düzeyinden, daha karmaşık yapı-lanmalara doğru evrilmektedir. Öte yandan bu ilişkilerin, daha özel düzeylerde gerçekleştiği de bilinmektedir. Örneğin bazı akademisyen-lerin endüstri ile kurdukları ilişkiler, üniversite yönetimleri tarafından teşvik edilebilmektedir3. Ayrıca şirketlerin de üniversite araştırma

fonlarının kullanım tarzlarını belirleyen yasal organlarda temsil edil-mesi de söz konusu ilişkinin diğer bir boyutunu temsil etmektedir. Günümüzde Batı’da, büyük şirketlerin kamusal kaynakları araştırma projelerine tahsis eden yasal kurumlarda ciddi bir temsil gücü bulun-maktadır (Evans, 2007:113).

3 Bok, 1980 sonrası dönemde öğretim üyelerinin kârlı yan işlerle gelirlerini artırma yolları bulduklarından söz etmektedir: Öğretim görevlileri bu süreçte fen bilimleri alanında, danışmanlık işlerine girişmişler onlardan yardım isteyen şirketlerden hisse almışlar ya da kendi keşifleri doğrultusunda yeni şirketler kurmuşlardır. İşletme gibi alanlarda ise danışmanlığa ve yönetici eğitimine yönelmişler, hukuk hocaları ise hukuk bürolarına danışmanlık hizmeti vermişlerdir (2007: 13).

(12)

Neo-liberal ekonomi politikalarının üniversiteler açısından, yuka-rıda ele aldığımız ilişkileri zorunlu kılan bir yönü bulunuyordu. Buna göre, üniversiteler kamuya yük olmamak için kendi mali kaynaklarını yaratmak zorundaydılar4. Nitekim, neo-liberal yönetim anlayışı da

bunu gerektirmektedir. Neo-liberal ekonomik koşullar altında, “yatı-rımcılar gelirlere, hükümetlerse kendi iktidarları döneminde ekonomi-nin sağlayacağı yararlara, para başka kaynaklardan sağlanabilecekse kamu fonlarından tasarruf etmeye bakarlar” (Evans, 2007: 110). Kamusal bir yönetim anlayışının yerine geçen yeni modeldeki bu durumun üniversitelere aktarılması akademinin kapitalistleşmesiyle sonuçlanmaktadır. Bunu ‘akademik kapitalizm’ kavramıyla açıklamak mümkündür. Akademik kapitalizm, üniversitelerdeki piyasa benzeri davranış kalıplarıyla ilgilidir. “Piyasa benzeri davranışlar, dış ödenek-ler ve anlaşmalar, bağışlar, üniversite sanayi işbirliği veya profesörödenek-lerin yan şirketlerindeki kurumsal yatırımlar ya da öğrenci harç ve ödenek-lerinden herhangi birinden elde edilecek para için enstitü ve fakültele-rin rekabet etmesi anlamına gelmektedir” (Slaughter, tarihsiz).

Piyasa benzeri davranışların çeşitli biçimleri bulunuyordu. Piyasa davranışları, kurumlardaki patent ve telif hakkı ve lisans anlaşmaları, yan şirketler, arms-lenght şirketler (personel ve amaçları açısından üni-versiteyle ilişkili fakat yasal olarak ayrı bir kurum) ve kârlı olduğu zaman üniversite endüstri işbirliği gibi kurumlara kar getiren aktivite-ler olarak karşımıza çıkıyordu (Slaughter, tarihsiz). Ancak üniversite idarecilerinin gelir yaratma kalemleri konusunda yaratıcılıkları bun-larla sınırlı değildi. Zira “girişimci (bir) üniversitenin düsturu, ‘önemli fırsatı yakala’dır; karşısına çıkabilecek her türlü fırsatı yakalar. Hatta bundan fazlasını da gerçekleştirir, kendi fırsatlarını yaratır” (Barnett, 2008: 102). Üniversiteler kendi imkânlarını ticari gelir elde edebilecek şekilde kullanmaya çalışırlar. Üniversiteler günümüzde, yan şirketler kurmak, danışmanlık hizmetleri vermek, internet aracılığı ile yeni tür 4 Üstelik bu unsur, mali özerkliğin de gerekliliği olarak üniversite özerkliği bağlamına taşınabilmektedir. “Üniversitelerin özerkliğinden bugün bilimsel özerklik değil, yalnızca ekonomik özerklik anlaşılmakta; ekonomik özerklik ise, üniversitenin dev-let yardımı olmadan, tamamen bir şirket mantığıyla dışarıya iş yaparak, kendi gelir-lerini kendisinin yaratması anlamına gelmektedir” (Selçuk, 2008: 204).

(13)

öğrencilere ulaşmak, şirketlerle işbirliği yaparak kurslar düzenlemek ve benzeri işler için yeni piyasalar oluşturabilirler” (Barnett, 2008: 9).

Bunların yanı sıra, sermaye için uygun proje üretmek ve projelere ortak olmak da önemli bir gelir kaynağı olarak görülebilmektedir. Bu amaçla, üniversiteler oluşturulan uluslararası değerlendirme kriterle-rine tabi olmakta, elde ettikleri puanlar ile prestijlerini artırarak proje pazarından pay almaya çalışmaktadırlar. Söz konusu süreç, üniversite ‘yönetişim modeli’nin gereği olarak görülmektedir.

Üniversite yönetişim modelinde üniversitenin rolü pazarlanabilir bilgi üretmektir. Sermayenin üniversiteler arasında seçim yapma-sını kolaylaştırmak amacıyla uluslararası ‘bilimsel’ ölçütler geliş-tirilmiştir; üniversiteler bu ölçütü tutturdukları ve sıralamada yukarı çıktıkları ölçüde Ar-Ge projesi alarak gelirlerini arttırmak-tadır. Sonuç olarak üniversiteler, bilimsel kurum olmaktan çok, proje pazarından pay kapma yarışı içine girmiş kurumlar haline dönüşmüştür (Şahin ve Erşen, 2008: 191).

Piyasada faaliyet gösteren şirket elemanları ve yöneticiler için ya da her kesimden insana mesleki pratik kazandırmak için düzenlenen seminer, kurs ve eğitim çalışmaları da üniversiteler için gelir getiren bir kalem olarak değerlendirilmektedir. Ancak bunun üniversite gele-neği için bir takım sakıncaları da bulunmaktadır. “Üniversitelerin açtıkları çeşitli kurslar, gelir getirici kalemlerin başında gelmekte, (ancak) pazarlanabilir bir kurs konusu yaratamayan bölümler, gitgide ‘beceriksiz, işe yaramaz, asalak’ olarak nitelenir olmaktadırlar” (Ergur, 2003: 211). Üniversitelerin kurs veya seminerler dışında da gelir geti-ren kalemleri bulunabilmektedir. Özellikle Batı’da, bu tür kalemlerin çeşitlilik gösteren örneklerine rastlamak mümkündür. Bu kalemlere ilişkin Amerika’daki örnekleri Bok, şu şekilde aktarmaktadır:

Üniversite yöneticileri bile öğretim ve araştırma gibi geleneksel alanlar dışında da para kazanma yolları keşfetti. Mezun dernekle-ri, eğitim gezileriyle mezunları egzotik bölgelere taşımaya başla-dı. Şirket yöneticileri üniversitenin ismini sweatshirtlere, kupala-ra ve başka aksesuarlakupala-ra basma karşılığında lisans ücretleri

(14)

öde-meye başladı. Üniversite müzeleri çekici mağazalar açıp okulla ilgili ürünler pazarlamaya, üniversitelerdeki kitap mağazaları daha fazla kâr etmek için kampustan çıkıp şehir merkezine taşın-maya girişti (2007:13-14).

Üniversitenin kendisinin bir ‘marka’ olarak çeşitli materyallerde simgeselleştirilmesi girişimcilik sürecinin önemli bir gösterenidir. Üniversitenin değerinin ticarete tahvil edilmesinin en açık örneği burada yatmaktadır. Üniversite toplumsal bir değeri simgelediğinden, bu değer kolaylıkla kâr getirici bir meta olarak kullanılabilmektedir. “Piyasa içinde, girişimci üniversite, başkalarının kendisi hakkında düşüncelerine önem vermek durumundadır. Logomuz tanınıyorsa, varız demektir” (Barnett, 2008: 108). Üniversitenin ‘marka’ değeri, logonun ticari bir değerin göstereni olarak kullanılmasında açığa çıkar, herhangi bir başka değerin göstereni olmasında değil.

Türkiye’de Girişimci Üniversite

Batı'da yaşanan gelişmeler, yansımalarını kısa sürede Türkiye’de de hissettirdi. Nitekim girişimci üniversite modeli, 1990’larla birlikte, Türkiye’nin de gündemine girmeye başladı. Bunun nedeni, uluslara-rası düzeydeki gelişmelere uyum sağlamakla olduğu kadar, ülkenin tercih ettiği genel sosyo-ekonomik yapılanmayla da ilgiliydi.

Neticede Türkiye’de; finansmanı sağlanmış proje-temelli, busi-ness zihniyetli bir akademik etkinliğin yaygın üniversite pratiği olarak benimsenmesi, küresel ekonomik aktörlerden, hükümetle-re, Türkiye özelinde bütün bir YÖK sistemine, oradan, net bir hiyerarşik zincir içinde rektörlüklere, fakültelere, bölümlere, ana-bilim dallarına, ana-bilim dallarına, öğretim elemanlarına kadar nüfuz eden bir ekonomik nedensellik, sarih bir illiyet rabıtası olarak yaşanmaya başladı (Ergur, 2003: 197).

Ancak bu ekonomik liberal sistemin üniversiteye taşınma çabala-rı, YÖK’ün ve devletin siyasal denetim mekanizmalarını törpüleyecek değildi. Böylece 1990’larla birlikte, YÖK’ün işlevi, siyasi denetimin yanı sıra piyasaya eklemlenmiş bir üniversite modeli yaratmak olarak

(15)

ikiye ayrılmıştı. Zaten, neo-liberal bir üniversite modelinde her iki işlev de birbiriyle çelişmiyordu. Diğer bir deyişle, üniversitenin neo-liberal politikalara endekslenmesi, devletin egemenliği dışına çıkan bir siyasal özerklik anlamına gelmiyordu. Nalbantoğlu da devletin neo-liberal ekonomi politikalarının üniversiteye taşınmasındaki rolü-nün önemli olduğunu belirterek, devletin kendi ideolojik aygıtı olarak gördüğü üniversiteleri özgür düşünce istendiğinde acımadan döver-ken, uysal günlerinde sevip de koruduğu eski üniversiteye desteğini gittikçe çektikçe, buna karşın öğrencisini ‘müşteri’ olarak gören özel üniversite işletmelerine alabildiğine izin verdikçe, onlara özgü işlet-meci yavan dilinin giderek harbi devlet üniversitelerindeki yönetim-lerce benimsendiğine tanık olunduğunu vurgulamaktadır (2008: 17).

Neticede devlet ve YÖK’ün öngördüğü üniversite modeli, sadece piyasada işlem hacmi olan bilginin üretildiği bir üniversitedir. Diğer bir ifade ile bu model, üniversitede sadece, iş ve çalışmanın (siyasetin değil) geçer akçe olarak kabul edilebileceğini içermektedir. Üniversiteleri Batı ile bütünleştirme politikaları olarak lanse edilen bu girişim, aslen sistemin piyasaya olan entegrasyonunu sağlamaya yöneliktir. Yeni üniversite politikalarının meydana getirilmesinde, iş dünyası tarafından hazırlanan bazı rapor ve planların da etkili olması, bu yönelimi kanıtlar niteliktedir.

Özellikle, TÜSİAD tarafından 1994 yılında hazırlanan rapor ve TÜBİTAK’ın üniversitelerin ve sermaye kesimlerinin eşit düzeyde katıldığı 1990 yılındaki 1. Bilim-Teknoloji Şurası, sermaye üniversite işbirliğini ön plana çıkaran ve üniversitelerin gelişim çizgisini belirle-yen belgeler arasında yer almaktadır (Akça vd., 2001: 61)5. Bu

yakla-şımlarla birlikte, sanayi-üniversite işbirliğini ön plana çıkaran üniver-site modeline ilişkin söylemlere ve uygulamalara sıklıkla rastlanıl-5 TÜSİAD tarafından hazırlanan başka bir raporda da sermaye ve üniversite işbirliği-ne yapılan vurgu, üniversitelerin bütçe ve mali konularda özerkleşmeleri kapsamın-da ele alınmakta ve ayrıca kurum dışınkapsamın-dan ‘dış paykapsamın-daşlarkapsamın-dan’ oluşturulan mütevel-li heyetlerine yönemütevel-lik tavsiyelere yer verilmektedir (TÜSİAD ve EUA, 2008). Yüksek öğretimdeki bütçe sorunlarını ele alan başka bir çalışmada ise bir tarafta her şeyi devletten bekleyen bir yaklaşım, diğer tarafta eğitimi devletin temel görevi sayan ve özel eğitime fazla yer verilmeyen yasalardan dem vurulmakta ve bu nedenle Batı'da-ki gelişmelerin yakalanılamadığından söz edilmektedir (TÜSİAD, 2000).

(16)

maktadır. Bu söylemlerle “devrin hakim kıstasları olan performans, verimlilik ve etkinlik, dil ve bilgi için de geçerli olunca bilimsel öner-melerin doğruluğu ya da yanlışlığından ziyade verimliliği, performan-sı, işe yararlılığı önemli hale gelmektedir” (Akça vd., 2001: 60).

Ancak üniversitelerin yeni modele kavuşturulmasında sadece bu talepler yeterli değildi. Türkiye’deki üniversitelerin küreselleşen dün-yanın ortaya koyduğu rekabet koşulları ile mücadeleye girişmesi de üniversite modeli üzerinde bir takım değişimlere sebep olmuştur. YÖK’ün uluslararası arenada üniversitelerin prestijini artırmaya yöne-lik çabaları, akademisyen atama kriterlerinin uluslararası atıf indeksle-rini merkeze alan niceliksel göstergelerle ölçümlenmesine, yayın mer-kezli bir yükselme kriterinin geçerlilik kazanmasına6, ekonomik

alan-da kullanılabilirliği olan bilginin üretiminin özendirilmesine, ‘sanayi-üniversite işbirliği’ söyleminin artırılmasına, hizmet sektörüne ara elaman yetiştirme pratiklerine, eğitim kursları, otopark ücretleri, harçlar gibi yöntemlerle kendi bütçesini yaratmaya7, gelir elde

edilebi-lir çalışma alanlarının ve projelerin üretilmesine, üniversitenin marka ve imaj çalışmaları ile parlatılmasına, en az bir yabancı dilin gerekli görülmesine kadar, birçok alanda yeni düzenlemeler getirilmesini zorunlu kıldı. Bu dönemde açılan özel üniversiteler de prestijli kurum-lar arasında yer alabilmek için benzer çabakurum-lara girişti.

Türkiye’de neo-liberal üniversite modeline geçişin önemli bir ayağı pratikleri ve sembolik anlam üretim mekanizmaları ile vakıf üniversite-leri oldu. İlk olarak 1984 yılında Ankara’da kurulan vakıf üniversiteüniversite-leri, özellikle son yıllarda önemli derecede artış gösterdi. Vakıf üniversitele-ri yükseköğretimdeki toplam örgün eğitim öğrencileüniversitele-rinin sadece % 5.8’ini oluşturmakla birlikte son yıllarda sayılarında gözlenen sürekli artış sonucu yükseköğretim sistemi içinde önemli bir konuma ulaştılar 6 Bunun neticesinde artık, “akademisyenliğin cazibesi hızla azalmaktadır. Artık

üniver-sitede kendi zamanına egemen, bir flaneur gibi dolaşarak, kendi ilgileri doğrultusunda gerçeği arayan akademisyene yer yoktur ya da olan yer çok azdır” (Tekeli, 2003: 135). 7 Üniversite mali dengelerinin yaratılmasını şirket mantığı üzerinden değerlendiren

yaklaşımların açık bir örneğini Radikal gazetesinde aktarılan YÖK başkanının ifadele-rinde de görmek mümkündür. Buna göre, üniversite paralı olmalı, isteyene burs veril-meli, asistanlar kadro değil burs almalıdır (Radikal, 08. 01. 2008).

(17)

(Şenses, 2007: 6). Özellikle büyük kentlerde yoğunlaşan vakıf üniversi-teleri, tek bir bina ve bazen de yeterli olmayan alt yapı ile eğitime baş-ladılar. Önemli ölçüde ticari bir kaygıyla şekillenen bu üniversitelerde, karlı olan alanlar ve piyasada geçerliliği olduğu düşünülen disiplinler üzerine kendilerini yapılandırdılar. Bunun yanı sıra bu kurumların çoğunda, “eğitimde dünya düzeyine ulaşma idealinin yabancı dilde yapılan eğitime indirgenmesi, yabancı hoca görevlendirilmesinin kalite ölçütü sayılması, mobilya-bina kalitesinin kitaplık gereksiniminin önüne geçmesi ‘tercüme odası’ zihniyeti ve alafranga okumuş üretme zihniyetinin tazelenmesinden” (Demirer, 2002: 71) oluşan bir anlayışın hakim olduğu görülmektedir. Öte yandan bu kurumlar, özellikle kayıt dönemlerinde yaptıkları reklam çalışmaları ile üniversite algısının yeni türde biçimlenmesi konusunda etkin bir rol üstlendiler.

Benzer süreçler devlet üniversiteleri için de geçerliydi. Taşrada kurulan yeni üniversitelerde de benzer nitelikler bulunmaktaydı. Yeterli düzeyde alt yapı ve öğretim üyesi olmadan Anadolu’nun çeşit-li illerinde üniversiteler açıldı. Üniversitenin kurulduğu şehri kalkındı-racağı fikri, üniversite ve kent ilişkisini teknik bir sorun olarak ele alan bir yaklaşımın ürünü olarak, ülke genelinde kurulan üniversite sayısı-nı arttırdı. Üniversitelerin sayısısayısı-nın artması ise başka sorunları günde-me taşıdı. Taşrada kurulan yeni üniversitelere personel ihtiyacını kar-şılamak üzere rotasyon uygulamalarına yönelik teklifler akademisyen-lerin çalışma güvenliği konusunda huzursuzluklar hissetmesine neden oldu8. Taşrada muhafazakâr veya milliyetçi kadrolarla şekillendirilmiş

üniversitelere genç akademisyenlerin yönlendirilmesi arzulanırken, bir yandan da yükselme kriterleri, ÜDS veya akademisyenlerin zihin-sel yeteneklerini ölçmek için uygulanan ALES9 gibi merkezi sınavlarla

8 Örneğin, Şubat ayında yeni kurulan 13 tıp fakültesine 26 üniversiteden 250 civarında öğretim üyesinin en az bir yıl süreyle görevlendirilmesi kararı alınmıştır (Hatun, 2009).

9 “Son yıllarda üniversitelerin büyük bir kısmı verdikleri yüksek lisans ve doktora ilanlarında ALES için yüzde 50-60 gibi bir değer biçerlerken, yüksek lisans ve lisans ortalaması da yüzde 10-20’lerde dolaşıyor. Yani dört yıl lisans eğitimi ve iki yıl yük-sek lisans eğitimi almış bir öğrencinin altı yıllık emeğinin karşılığı yüzde 10’larda iken 180 dakikalık bulmaca çözme ve işçi havuz problemini çözme yeteneğinin kar-şılığı ise yüzde 60’larda” (Özyakışır, 2007).

(18)

denetim altına alınmaya ve böylece de üniversitelerin kendi akademik personelinin ‘denetimsiz’ kadrolaşma imkânlarının önüne geçilmeye çalışıldı.

Bunun yanı sıra, üniversitelerin piyasa süreçlerine uyumluluğu, toplam kalite yönetimi adı altında kurumsallaştırıldı ve tüm bunlar, üniversitelerin değerlerini belirleyen kriterler olarak kabul edildi. Çalışma ilişkilerinin düzenlenmesi de girişimci üniversite modeline uygun bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışıldı. İşletme mantığı ile düzenlenmiş bir kurumda, kurumun amacı doğrultusunda niceliksel sonuçlar üretmeyen personele gerek yoktu. Özellikle araştırma görev-liliği kadroları geçici görevlendirme yöntemleri ile güvencesiz kadro-lar haline getirildi10. Araştırma görevlilerini akademik çalışma

süreçle-ri ile istihdam eden politikalar yürürlüğe konularak, “akademinin en altındakileri oluşturan ve sayıca akademi mensuplarının hiç de azım-sanmayacak bir yüzdesini oluşturan doktor ya da doktora ve yüksek lisans öğrencisi araştırma görevlileri ‘esnek üretim’ kıskacına alındı” (Atbaşı, 2008: 419).

Ayrıca, kendini işletme gibi kurgulamış bir üniversitenin akade-misyenleri de işletmeci mantığı ile düşünmeye başlamakta gecikmedi. Kişisel kârı maksimize eden yöntemler, akademisyenler için yeni uğraş alanlarını oluşturdu. Özel okullarda verilen ek dersler, diğer şirketlerle kurulan ar-ge ve proje çalışmalarındaki danışmanlıklar, televizyon programları veya reklamlar, akademisyenin yeni kâr alan-10 “Araştırma görevlileri, 2547 sayılı yasanın 33/a, 50/d, 35 olmak üzere üç maddesine

bağlı olarak görev yaparlar; bunlardan 33/a maddesi fakülte kadrosuna yani “daimi” statüye, 50/d maddesi enstitü kadrosuna yani “burslu” statüye, 35. madde ise başka bir üniversite hesabına bir üniversitede doktora yapmaya yani “geçici görevlendirme”ye denk gelir. Son yıllarda, üniversiteler ısrarla 50/d maddesine bağlı olarak araştırma görevlisi alıyor…50/d’den 33/a’ya geçiş ise tamamen üniver-site yönetiminin daha doğrusu rektörün tasarrufunda (Yıldırım, 2008). Ancak geçici istihdam yalnızca araştırma görevlileri ile sınırlı değildir: “…bilimsel değil fakat yönetsel/siyasal bir makam olan bölüm başkanlığına kul edilmek istenen asistan-dan, kadrosu verilmemiş doçente kadar bütün öğretim elemanlarının üniversiteyle olan ilişkisi, artık, ‘geçici olarak atama’ adı altında, tek taraflı bir sözleşmeden daha az eğreti olmayan bir statüye bağlanmıştır” (Cangızbay, 2003: 83).

(19)

ları olarak kişisel çalışma hayatını örgütlediği alanlar olarak belirmeye başladı.

Neticede, Türkiye’de 1980 sonrası söz konusu dönüşümlerin, üni-versite modelinde iki yönelimli bir sonuç ortaya çıkardığını söylemek mümkündür. Bunlardan birincisi siyasi ve kişisel denetimin hala her kademesinde tüm canlılığı ile hissedildiği bir yapı, ikincisi ise toplum-sal yaşantının somut içeriklerini dönüştürme konusunda politik bir fikir üretme edimini gereksiz kılma söylemi ile kendini meşrulaştıran ve tek makbul tercih olarak doğallaştıran piyasa söyleminin belirleyi-ciliği altına giren üniversite modeli idi. İkincisi politik gücünü apolitik olmasından alıyordu ve bu bağlamda üniversite içindeki herhangi bir siyasal mücadelenin gereksizliğini ön plana çıkararak birinci sorunun es geçilmesini de zorunlu kılıyordu11. Böylece özgürlük ile otorite

ara-sındaki uzlaşmaz çelişkinin, özgürlüğün piyasaya hizmet dışında yaşanamayacağı savı ile aşılacağına inanan çağımızın ruhu, ‘üniversitas’ın da yeni biçimlerini belirlemiş oluyordu.

Girişimci Üniversitenin Nitelikleri ve

Reklam İmgesi Olarak Üniversite

Üniversitelerin girişimci üniversite olarak piyasa ile bütünleşmesi veya diğer adıyla akademik kapitalizm, yalnızca yukarıda ele aldığı-mız dolaysız biçimlerle de sınırlı değildir. Üniversitenin genel anlam-da bir zihniyet yönelimi olarak piyasalaştığınanlam-dan söz etmek anlam-daha doğrudur.

Eğitim piyasa ilişkisi, piyasa güçlerinin eğitim kurumlarına dışa-rıdan sızması ve eğitimin sermayedarların yeni kâr alanı olması biçimindeki kısır değerlendirmelerle tüketilemez. Eğitim olgusu-na araçsal bir mantıkla yaklaşan bu görüşler, eğitimin (daha genel 11 Ramazan Günlü, YÖK’ün günümüzdeki durumunu üç tipe ayırmaktadır: Birincisi piyasacı anlayış, ikincisi Türk-İslam sentezi ile üniversiteye yerleşen tarikatçı-milli-yetçi görüş, üçüncüsü ise 28 Şubat süreci ile kendilerini üniversitenin tek hakimi gören Atatürkçülüğü suiistimal ederek, dayatmacı anlayışın parçası olan otoriter anlayış (2003: 138).

(20)

anlamda bilginin) aynı zamanda varoluşsal bir sorun olduğu; piyasanın da yalnızca basit bir dağıtım mekanizması değil, oluş-turucu, kurucu ve dönüştürücü bir mekanizma olduğu gerçeğini gözden kaçırmaktadır (Özsoy, 2002: 83).

Bu nedenle, üniversitenin piyasa bileşenleri ile kurduğu formel bağlantılar kadar piyasa mantığının içselleştirilmiş boyutlarının da üniversiteye sızdığından ve bunun üniversitenin idari yönetiminden, akademik yükselme kriterleri, öğrencilerin konumlandırılışı ve akade-mik disiplinlerin ve bilimin genel anlamda ele alınışına kadar bir takım sonuçları bulunduğundan söz etmek mümkündür.

İlk olarak, yönetim modellerinin kâr getiren işlere yoğunlaşması-nın bazı sonuçları bulunmaktadır. Gerçek dünya, ticari ilişkiler ağı ile örülmüş yani piyasa mantığının temel dinamikleri ile inşa edildikçe, sıradan insan açısından iş ve çalışma biçimleri sonucunda elde edilen kârı artıran bir bilgi, gerçek bilgi olarak tanımlanır. Bu bağlamda, üni-versitenin piyasa ile bütünleşmesi, gerçek dünya veya gerçek toplum-sallıkla bütünleşmesi olarak algılanır. Bu tür ilişkiler, üniversitede bil-ginin pratik hayata aktarılması gibi görünür. Ancak böyle bir ilişki üniversite geleneğinin önemli bir bileşeni olarak kabul edilen “üniver-site özerkliğini etkileme potansiyeline sahiptir; üniver“üniver-sitenin nerede bitip ticaret dünyasının nerede başladığını belirsiz kılar ve böylece pratikte üniversitelerin kendi kendilerini yönetme haklarını ellerinden alır” (Evans, 2007: 117). Yönetim mekanizmasının piyasa koşulları ile yoğrulduğu girişimci üniversitenin, yönetim karar ve politikaları, kısa süre içersinde kâra dönüştürülebilecek işlemlerle yönlendirilir. Kararlar kamusal gerekliliğin zorunlu kıldığı uzun vadeli çıkarlar tarafından değil, kısa vadeli, gündelik veya sonucu yakın zamanda elde edilecek çıkarlar tarafından belirlenir.

Üniversiteler diğer üniversitelerle giriştikleri rekabeti kazanmak için idari politikalarını, kısa sürede başarıyı gerçekleştirecek yatırım ve planlara angaje ederler.

Günümüzde üniversitelerin kendilerini, küresel ekonominin ve uluslararası toplumun oluşturduğu ağın bir parçası ve ‘girişimci’

(21)

olarak görmeleri beklendiğinden, bu kavramların muazzam karakteri ve tükenmek bilmeyen dinamizmi, üniversitenin karar mekanizması ve rasyonel planlamasını tehdit etmektedir; bu nedenle, planlama yapmak imkânsız gibidir, karar mekanizması ise anlık çalışır (Barnett, 2008: 3).

Piyasa ortamında koşullar her an değişebilir olduğundan, bu koşullar altında rekabete girişmek isteyen bir üniversitenin, uzun vadeli politikalar oluşturulmasını veya bu yönde oluşturulacak bir politikanın ne olması gerektiği konusunda tartışma platformlarının hayata geçirilmesini bekleyecek vakti yoktur.

İkinci olarak, üniversitenin girişimci modelini benimsemesinin öğretim tarzlarının ve öğretim mekânlarının konumlandırılışı açısın-dan da bir takım sonuçları bulunmaktadır. Nitekim “neo-liberal eğitim projesinin belkemiğini ‘girişimci bireyler’ yaratmak ideali oluştur-maktadır. Üniversite özelinde bu ideali gerçekleştirmenin yolu ise üniversitenin piyasayla uyum/işbirliği içersinde çalışması, diğer bir ifadeyle piyasaya eklemlenmesidir” (Ergül ve Coşar, 2004: 50). Girişimci üniversitede öğrenciler, her şeyden önce gelir getiren bir kalem olarak değerlendirilmekte ve gün geçtikçe ‘müşteri’ statüsüne indirgenmektedir. “Üniversitelerin hizmet üreten birer ‘işletme’ ve öğrencilerin de söz konusu hizmetten yararlanmak anlamında birer ‘müşteri’ olduğu” (Tekin, 2003: 144) fikri, açıkça telaffuz edilmese de izlenen üniversite politikalarında kendini gösterebilmektedir. Üstelik bu konumlanma, devlet üniversitelerinin de öğrenci çekme stratejileri arasında yer alabilmektedir. Başarılı öğrencilerin üniversiteleri tercih etmesi üniversitenin prestijini artıran bir unsur olarak algılanmakta ve üniversiteler bir talep yaratabilmek için kendilerini sunma becerilerini ideolojik anlamda kurucu işlevleri olan halkla ilişkiler çabalarıyla harekete geçirebilmektedirler. Basın kuruluşlarına verilen reklamlar da bu tanıtım çabalarında önemli bir yere sahiptir. Halkla ilişkiler ve reklam çabaları kurum hakkında sembolik anlamların üretildiği ideo-lojik birer araç olarak işlev görmektedir. Bu nedenle üniversiteler hak-kındaki reklam ve tanıtım çalışmalarına ideolojik birer metin olarak yaklaşmak, üniversitenin ambalaj kültürüne eklemlenme düzeylerini

(22)

açığa çıkarması ya da üniversitenin anlaşılma biçimlerindeki yeni yönelimleri yansıtması açısından fikir verici olacaktır. Aşağıda 2010 yılı tercih döneminde bazı üniversitelere ait reklamlar görülmektedir. Reklamlar çeşitli gazetelerde yayınlanmış olmakla birlikte çalışmada incelenen reklamlar Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır. Reklamların tercih edilmesindeki kriterler ise reklamcılık mantığının bazı imgeleri aracılığıyla belirlenmiştir. Reklam imgelerinin birinci düzeyinde tanı-tımı yapılan metaya ilişkin (ki bu zaten üniversite için sorunlu bir anlamı ihtiva eder) doğrudan tanımlamalara yer verilmesidir. Bu tarz reklamlar, ilan düzeyinde ele alınabilecek niteliktedir. Reklamcılığın imgesel niteliği ise metanın başka anlamlara, değerlere gönderme yap-masıyla şekillenir ve bu bağlamda reklama konu olan içerik kendin-den başka bir şey olarak tanımlanır. Nitekim “reklamda yer alan bazı öğeler, toplumsal kültürel değişme süreçleri içinde diğer öğelerle bütünleşerek önem kazanırlar” (Topçuoğlu, 1995: 201). Bu diğer öğeler ve metanın gönderme yaptığı başkalıklar, bizim açımızdan üniversite-nin hangi anlamsal dünyaya gönderme yapacak şekilde kurgulanmış olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu nedenle, yapılan seçimde, reklamların bu tarz bir imgelem düzeyini harekete geçiriyor olmaları belirleyici bir rol oynamıştır.

Reklamlar incelenirken ise eleştirel bir ideoloji analizi gerçekleşti-rilmeye çalışılacaktır. Ancak ele aldığımız reklam imgelerinde ideolo-jik bir çarpıtmadan çok ideoloideolo-jik bir inşanın gerçekleştirilmekte oldu-ğundan söz etmek mümkündür. Bu kurulum sürecinde söylemsel yapı da belirleyici bir rol oynamaktadır. “İdeolojik söylem çözümlemesinde tümce ya da metnin bir parçasıyla ima edilen anlamları açık hale getir-mek eleştirel incelemenin güçlü bir aracı olabilir” (Hall, 1999: 93). Reklam metinleri anlamların imalar yoluyla oluşturulduğu metinler olarak okunabilir. Bu anlamda reklam imgesinin ima ettiği anlamlar ideolojik kurulumun başat alanlarını simgelemektedir. Öte yandan reklam metinleri aynı zamanda birer göstergesel sistemlerdir. Gösterge sistemlerinde anlamın oluşturulması yan anlamlar aracılığıyla gerçek-leştirilir. Anlamı yaratan, göstergedeki yan anlamsal eklemlenmedir (Barthes, 1998: 42). Anlamın yan anlamlar aracılığıyla üretilmesi ve buna kazandırılan içeriklerin niteliği aynı zamanda ideolojinin

(23)

kurul-duğu bir sürece tekabül etmektedir. Diğer bir deyişle yan anlamlar ideolojinin yeniden üretildiği anlam aralıklarıdır (Üşür, 1997: 84). Reklam imgelerinin yan anlamsal içerikleri üniversitenin başat algıda-ki belirlenimi için de önemli bir rol oynamaktadır. Neticede burada uygulanmaya çalışılan eleştirel ideoloji analizinin reklamları söylem-sel bir metin ve göstergesöylem-sel bir sistem olarak ele aldığını ve bunlar aracılığıyla inşa edilen ideolojik kurguyu incelediğini söylemek müm-kündür.

Reklam 1 Reklam 2 Reklam 3

Birinci reklam (15 Temmuz), adaylara (hedef kitle) yönelik bir seslenme ünlemiyle başlamaktadır. Onlara tanıtımı yapılan üniversite-nin yalnızca bir üniversite olmadığı, onunla geleceklerini de kazanabi-lecekleri duyurulmaktadır. Üniversitenin, üniversite dışında ne olabi-leceği fotoğrafla birlikte kullanılan bir ifadeden anlaşılmaktadır. Bilgisayar başında çalışan iyi giyimli iki gencin göstergesel öğesinin yanında kullanılan bu ifade; “CO-OP KAMPÜSÜMİŞYERİM”dir. Reklamda ön plana çıkarılan bu niteliğin, aynı zamanda üniversiteye ait bir eğitim modeli olarak kabul edildiği de anlaşılmaktadır. Üniversitenin internet sayfasında bu model şöyle tanıtılmaktadır: “CO-OP, yurt dışında yaygın olarak uygulanan ‘Cooperative Education’dan esinlenmiş bir modeldir… CO-OP, üniversite tarafın-dan uygulamaya konulan, üniversite-iş dünyası işbirliğiyle, eğitim ve çalışma yaşamını bütünleştiren bir eğitim modelidir… CO-OP, üniver-sitede iş eğitimi verirken, iş yerinde de uygulamalı eğitimin

(24)

sürdürül-düğü bir eğitim modelidir” (http://coop.bahcesehir.edu.tr). Bu model, üniversitenin kendini tanımlama süreçlerini açığa çıkarmak-tadır. Üniversite her şeyden önce, gerçek dünya olarak betimlediği piyasanın işleyişine uygun beklentileri karşılayacak bir eğitim verdi-ğini müşteri-öznelere seslenerek ilan etmektedir. Böylece üniversite hakkında bir tanım da gerçekleşmiş olmaktadır. Öncelik, ekonomik-leşmiş-metalaşmış bir bilginin üretimi ve bunun öğrencilere aktarıl-masındadır. Artık ‘üniversite, yalnızca bir üniversite değildir’.

İkinci reklam da “ %100 iş garantili yüksek öğrenim” sloganıyla üniversitenin ne olarak anlaşıldığına dair, yeni kanıları ön plana çıkarmaktadır (18 Temmuz). Üniversitenin taahhüdü, işin garantiye alınmasıdır! Beyaz yakalı işsizliğin yüksek olduğu bir dönemde üni-versite, işi garantiye almakta, hiç kimsenin üniversiteden sonra açıkta kalmayacağını duyurmaktadır. Ele aldığımız üçüncü reklam da müşteri-özneye seslenen bir sloganla başlamaktadır: “Ne istedi-ğinizi biliyoruz” (25 Temmuz). Burada, müşteriler tarafından payla-şılan bazı isteklerin sırrına, üniversitenin de hâkim olduğuna dair bir iddiayla karşılaşılmaktadır. Bu beklentileri karşılamak üzere oluşturulmuş nitelikler, reklamda şöyle sıralanmaktadır: “Güçlü akademik kadro, dünya standartlarında yerleşke, kesintisiz burs, yurt dışında eğitim olanakları, yabancı dil eğitimi, çift anadal, yan-dal, Türkiye’nin önde gelen kuruluşlarıyla sağlanan işbirlikleri, canlı sosyal ve kültürel yaşam, modern spor tesisleri, ücretsiz ula-şım, öğrenci odaklı eğitim ve ayrıcalıklı bir öğrencilik hayatı”. Burada yer verilen nitelikler, yeni üniversite anlayışını özetleyecek büyük bir anlatıyı oluşturmaktadır. Anlatının parçaları, akademinin yeni örgütlenişine yönelik bir program niteliğindedir. Bunların her biri, sonuçta ayrıcalıklı bir öğrencilik deneyiminin yaşanmasına neden olacaktır.

Burada ele aldığımız reklamların bir başka ortak noktası ise gösterge öğesi olarak kullanılan materyallerde ortaya çıkmaktadır. Her birinde kullanılan öğeler, binaların ‘şıklığı’ ve içindeki yaşam biçimleriyle ilgilidir. Söz konusu bu gösteriler, üniversitelerin birer

(25)

yaşam tarzı olarak betimlenmesini sağlamaktadır. Bu bileşke ise rek-lam mantığı içersinde süreklilik kazanmış bir imgesel tarza karşılık gelmektedir. Her üniversite görüntüsü, binası, çevre düzenlemesi ve iç dekorasyonu ile yeni yaşam stillerinin satışa çıkarıldığı site-konut pro-jelerine ait imgeleri andırmaktadır. Reklam mantığı bir metaya yükle-nen anlamı, başka bir metaya da gönderme yapacak şekilde kullanabi-len veya örgütleyen zincirleme bir düzene sahiptir. “Reklamın kitle iletişim işlevi daha çok reklamın özerkleşmiş, yani gerçek nesnelere, gerçek bir dünyaya, bir göndergesele değil, bir göstergeden diğerine, bir nesneden diğerine, bir tüketiciden diğerine gönderme yapan araç mantığından kaynaklanır” (Baudrillard, 1997: 149). Reklamın burada-ki araç mantığında içselleştirilmiş şey, bilginin ve bilginin üretildiği kurumun bir yaşam biçimi olarak kurgusal bir gerçekliğe dönüştürü-lerek, birer deneyim gibi satışa çıkarılmasıdır.

Kayıt dönemlerinde gazetelere verilen ilanlar veya reklamlar, üni-versiteyi yeni yaşam tarzlarına uygun bir şekilde tanıtmakta, üniversi-teler bilgiyi aktarmayı, ancak bunun eğlence, konaklama ve başka aktivitelerle birlikte, yeni yaşam biçimlerine eklemlenmenin vereceği seçkinlikle birleştirerek, gerçekleştireceğini müşterilerine duyurmak-tadır. Üstelik üniversitenin yeni mekânı da bu yaşam biçimini yansıtır şekilde yeniden örgütlenmektedir. “Yeni liberal zihniyet, büyük rek-lam panolarıyla, otoparkıyla, Mc Donalds’ıyla ‘çıstaklı’ bol rekrek-lamlı kantin ve banka şubeleriyle üniversite mekânını da kendine göre şekillendir(mektedir)” (Benlisoy, 2003: 298). Bu mekân içersinde öğrenci, ‘müşteri’ olma deneyimini eğitim dışındaki zaman dilimlerin-de dilimlerin-de yaşayabilmektedir. Özellikle üniversite kantinleri yeni yaşam biçimlerine dair deneyimlerin yaşandığı alanlar olarak karşımıza çık-maktadır.

Üniversite öğrencilerine yönelik reklam uygulamaları için tekno-loji pazarlama konusunda uzmanlaşmış bir firmanın (Uniboard), ser-vis ettiği fotoğraflarda yeni ders dışı zaman deneyimleme biçimlerini yönelik ‘ideal’ tasavvurları görmek olasıdır (http://www.uniboard. com.tr).

(26)

Üniversitenin çeşitli mekânsal örgütlenmelerinde eğlence-hizmet sektörünün etkileri açıktır. Bunlar, öğrenciliğin eğlenme veya dinlen-meyi içermesinin gerekli olup olmadığından çok, bu deneyimin meta kültürü bağlamında gerçekleşmesi anlamında, yeni yaşam stilleri içer-sine dahil olması bakımından tartışmalıdır. Üniversite öğrenimiyle meta kültürü bağlamında tanımlanan eğlence ve hizmet sektörü imge-lerinin bir araya gelişini bazı üniversite reklamlarında da görmek mümkündür.

Reklam 4

Dört numaralı reklamın (18 Temmuz) sloganında kullanılan “hayalimdeki işi keyifle öğreniyorum” ifadesi, bilgi ile eğlence ve key-filik arasında kurulan olumlu bir imgeye dayanmaktadır. Bilginin kazanılmasında keyfin ve bunun eğlenceyle gerçekleşmesinin olumlu bir tarz olarak benimsenebileceğini söylemek mümkündür. Ancak keyfin reklam formatı olarak görünür yüzeye çekilmesi, onun biricik bir eğlenme düzeyi dışında başka bir şey haline geldiğini ortaya

(27)

çıka-rır. Keyif, artık satışa çıkmıştır. Burada da keyfin ve eğlencenin bilgi-lenmenin ve öğrenmenin yanında ‘iyi gider’ bir metaya dönüştüğünü söylemek mümkündür. Üstelik bu keyifle öğrenme süreci, üniversiter bir ‘motto’ya değil, işin öğrenildiği bir keyfiyete karşılık gelmesi bağ-lamında, üniversitenin yeni tanımlanış biçimlerine de uygundur. Nitekim yeni modelde iş ve iş dışı zamanın örgütlenmesi artık iç içe geçmiştir. Çalışmak her zaman için geçerli olacak bir esnekliğe sahip-tir. Eğlence ve dinlenme zamanında çalışılabileceği gibi çalışma zama-nında da eğlenilebilir. Eğlenerek çalışmanın tipik örneği olarak yeni hizmet sektörü çalışma biçimleri ve mekân örgütlenmeleri gösterilebi-lir.

Yukarıdaki resimde popüler bir internet şirketinin (Google) çalış-ma mekânı görülmektedir (http://www.çalış-mailce.com/google-calisçalış-ma- (http://www.mailce.com/google-calisma-ortami). Resimde ofisin ev gibi dizayn edildiği, oyuncaklarla süslendi-ği, çalışma mekânının camekânla çevrelendiği ve böylece denetime de açık olduğu görülmektedir. Çalışma zamanın evcilleştirilmesi olarak bu süreç, büyüsü bozulmuş üretim mekânının yeniden büyüleştiril-mesine ve aslında, çalışma dışı zamanın da çalışma zamanına eklem-lenmeye başladığı, yeni emek kontrol biçimlerine örnek teşkil etmek-tedir. Üniversiteye ait reklam sloganın da bu bağlam içersinde değer-lendirilmesi gerekmektedir. Keyifle iş için öğrenme, bu çağın ruhunun reklam imgesinde yeniden üretilmesinden başka bir anlama geleme-mektedir.

(28)

Reklam 5 Reklam 6

Beşinci reklam imgesinde ise “Büyük hayalleri olanlar için giriş kapısı” sloganı ön plana çıkarılmaktadır (25 Temmuz). Sloganın yazıl-dığı ok ise üniversitenin kapısını göstermektedir. Böylece büyük hayallerin hayata geçirildiği yer doğrudan üniversitenin kendisi olmaktadır. Bu reklamda da üniversitenin hizmet sektörü imgeleri ile tanımlanmasını sağlayan bir anlam zincirinden söz etmek mümkün-dür. Reklamda kullanılan çeşitli simgeler, bu çağrışımın gerçekleşme-sine neden olmaktadır. Reklamın alt kısmında bulunan ve üniversite-nin sunduğu hizmetleri aktaran simgeler, hizmet sektörünün sunum-larının imgesel gösterenlerine gönderme yapacak şekilde kullanılmış-lardır. Konaklama ve yolculuk hizmeti veren şirketlerde, bu tür sem-bollere sıklıkla rastlamak mümkündür.

Ele alacağımız son reklamın sloganı, üniversitenin de ismini çağ-rıştıracak şekilde kurulmuştur: “Tercihlerini yapmadan önce Şehir’de görüşelim” (23 Temmuz). Reklamda daha sonra, müşteriler üniversi-teye şu şekilde davet edilmektedir: “Amacımız sadece kendimizi anlatmak değil. Senin de söylemek istediğin, merak ettiğin şeyler olduğundan eminiz. Gel, bunlardan bahsedelim. Yapmak istediklerini bize anlat, belki hayallerinin gerçeğe dönüşeceği yeri de bulmuş olur-sun”. Burada da üniversitenin, hayallerin gerçeğe dönüşeceği yer olarak tanımlandığını görmek mümkündür. İfadenin öğrenci ile kur-duğu diyalog, onun isteklerine veya meraklarına önem veren bir üni-versite imgesini çağrıştırmaya yöneliktir. Bu bir randevu çağrısıdır.

(29)

İmgesel düzey, merak uyandırmaya, bu merakın randevu veya görüş-me ile giderileceğine dair bir anlamsal yapıya sahiptir. Üniversite ne sunacağını bu görüşme sonunda belirleyecektir. Reklamda, üniversite-nin kendini ne olarak konumlandırdığı açık değildir; bu, ancak görüş-meden sonra belli olacaktır. Dolayısıyla şu anda üniversite imgesi, boş bir gösteren konumundadır. Tüketici-öğrencinin etkinliği ile işlenecek bir kurgusallaştırmaya açıktır. Meta kültürü içersinde, alternatif bir tanımlama biçimi olarak betimleyeceğimiz bu yaklaşım, anlamın veya içeriğin kurgulanışını tüketicinin kendisine bırakır. Böylece müşteri için aktif bir özne olma anı yaratılacaktır. Ancak meta kültürünün öznelliği, metaya yüklenen önceki anlamların dışında belirlenemez. Dolayısıyla metanın içeriğinin aktif özne-öğrenci-müşteri tarafından daha önce ele aldığımız reklam imgelerinin içeriği ile doldurulacağını beklemek mümkündür.

Reklamlarda ortak bir öğe olarak hayallerden ve bu hayallerin gerçeğe dönüşme aracı olarak konumlanmış bir üniversiteden bahse-dildiğini görmek olasıdır. Hayal ile bunun gerçeğe dönüştürülmesi, üniversitenin kendini anlamlandırdığı alanı simgelemektedir. Hayalin içeriği kuşkusuz ki burada önemli bir rol oynayacaktır. İmgesel düze-yin kuruluşunda, hayalin, yapılacak bir alışverişten sonra elde edile-cek kazançla örtüştüğünü söylemek mümkünüdür. Hayal; başarılı olmak, iyi bir işe ve geleceğe sahip olmaktır. Bunun dışındaki her şey, gösterilerin söylemsel yapısının dışında bırakılmıştır.

Bu tür üniversite sunumları, genel olarak üniversitenin tanımlan-masında belirleyici bir role sahiptir. Bu bağlamda öğrencilerin, akade-miyle kurduğu ilişki de tüketicinin, alışveriş sırasında kurduğu ilişki-ye dönüşmektedir. Ancak bu alışveriş ilişkisi, sadece üniversiteilişki-ye yönelik bir tercihle sınırlı değildir. Örneğin tercih edilen derslerin içe-riği de bu mantık tarafından şekillenebilmektedir.

Dersler bu ortamda, sıradan bir alışveriş esnasında olduğu gibi, maksimum faydayı sağlayacak etkinlikte geçmeli, öğrencilerin yaşam deneyimlerinde muhakkak paraya, işe ve gelecekte kullanılabilecek bir pratik yarara tahvil edilebilir nitelikte olmalıdır. Örneğin,

(30)

öğrenci-ler kendiöğrenci-lerine emek piyasasında ek bir getirisi olmayacak tarih, felse-fe gibi dersler yerine işletmecilikle ilgili derslerin artırılmasını talep edebilmekte ya da üniversiteyi bitirdiklerinde daha kolay ve hızlı iş bulabilmek için ‘kariyer günleri’ düzenleyebilmektedirler (Benlisoy, 2003: 297). Buradaki mesele, öğrencilerin geleceklerini planlama gay-retinden kaynaklı değildir. Asıl sorun bilgi, bilim, üniversite, akademi veya derslerin, kariyer planları içinde verimlilik ilkeleri doğrultusun-da ele alınıp, geçilmesi gereken birer aşama olarak konumlandırılma-sında yatmaktadır. Bu durum aynı zamanda, bilginin yaşamın her anını kuşatan bir edim olarak içselleştirilmesi sorununu da doğurmak-tadır. Öğrencinin öğrenme ve bilgilenme ile ilişkisi artık yalnızca der-sin kapsamı içindedir. Öğrenci tarafından ders, geçilmesi gereken; bir alışveriş sonucunda yüklenilen sorumluluğun yerine getirilmesini icap eden bir aşama olarak görülür. Ders bittikten sonra öğrenilenlerin mesleki ve ticari bir anlamda faydası olmadığı sürece hatırlanmasına veya yaşama aktarılmasına pek de gerek yoktur. Bu fikir, üniversite yöneticileri tarafından da paylaşılır. Verimliliği, teknik yararı olmayan bir ders programı, üniversite için lüks bir faaliyet olarak görülür; önemli olan tekniği öğretmek, kısa yoldan sonuca ulaşmanın imkânları üzerinde düşünmeyi aktarmak ve zihinsel süreçleri kârlılık, artı değer üretme, çıkar sağlama gibi işlemlere açık kılabilmektir.

Dolayısıyla günümüz üniversitesinde öğrenciye aktarılan bilgi, tüm şıklığı ve bilimselleştirilmiş inceliğine rağmen teknik bir bilgiden ibarettir. Böylece üniversitenin başlangıçtan beri yüklendiği rolde önemli bir kopma gerçekleşmektedir.

Kuruluşundan bu yana üniversitenin amacı, eğitim ve kültürün aktarımına dayanan ethos ve mesleki öğretime dayanan techne’nin birlikte gerçekleştirilmesi olarak belirlenmiştir… Fakat ortaya çıkan yeni toplumsal imgelem alanı üniversitenin rolünü, piyasanın tek-nik olarak donanımlı eleman talebinin karşılanması olarak belirle-yerek techne’yi ön plana çıkartmıştır (Ergül ve Coşar, 2004: 57-58).

Yeni üniversite, teknik bilginin ve ampirizmin kutsandığı, okuma-nın ve teorileri incelemenin kendini tekrar etmek olarak

(31)

isimlendiril-diği, söylenebilecek her şeyin söylenmiş olduğunun kabul edilisimlendiril-diği, yapılacak tek şeyin araştırmadan başka bir şey olamayacağı fikrinin yerleşikleştiği kurumlar haline gelmektedir. Böylece üniversitede ‘techne’nin yüceltildiği bir bilimsellik anlayışı egemenliğini tesis etmektedir. Öğrencilerin de proje ödevleriyle donatılmış müfredatları, bu anlayışın bir uzantısı olarak yaşanmakta, öğrenciler bilimsel çalış-ma denen şeyin proje üretmekten başka bir şey olaçalış-mayacağını kabul etmeye zorlanmaktadır. ‘Techne’ye verilen bu önemin, teknik olgusu-na ait soğukluğu bertaraf etmiş bir kültür politikası ile canlandırıldığı-nı söylemek de yanlış olmayacaktır. Nitekim, dönem sonlarında düzenlenen öğrenci projeleri yarışmaları ve bu yarışmanın sonuçları-nın ritüeli bol ödül törenleri aracılığıyla açıklanması tekniğin hakla ilişkiler ‘ilmi’ aracılığıyla ‘moda’laştırılmasını sağlamaktadır.

Derslerin tercih edilebilirliğini sağlamak, aynı zamanda akade-misyenin de sorumluluğu altına girmiştir. Bu nedenle, ticari faydası olmayan dersleri yöneten akademisyenler için tercih edilebilir olmak, bir sunum meselesine dönüşebilmektedir. “Üniversitelerin az güvenli orta kademesi bile derslerine adam çekmek ve yönetime gönderilecek yılsonu öğrenci değerlendirmelerinde yüksek puan tutturmak uğruna, öğrenci-müşteriler karşısında olmadık ‘show’lara girmek zorundadır-lar” (Nalbantoğlu, 2003: 25). Böylece dersin içeriğinin eğlenceli olması, pratik faydaya doğrudan tahvil edilebilmesi ya da dersin ara ara ders dışı etkinliklerle bölünmesi veya hocanın eğlendirebilme potansiyeli ders seçimi için önemli bir etken olabilmektedir. Bu durum da girişim-ci üniversite modelinde sadece bilginin değil, bunun yanında birçok kültürel ve maddi kodun da piyasalaşmakta olduğunu göstermekte-dir.

Neticede, öğrenci, akademisyen veya çalışanlar açısından üniver-sitenin algılanış biçimleri yeni toplumsal kabuller aracılığıyla gerçek-leştirilmektedir. Bu kabuller, üniversitenin sadece piyasa için bilgi üreten veya şirket gibi çalışan bir kimliğe bürünmesine neden olma-makta, bunların yanı sıra, akademide üretilen bilginin içeriğine ve üniversite deneyiminin veya imgesinin kendisine de önemli bazı etki-lerde bulunmaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Söz konusu hükme göre, teknoloji geliştirme bölgelerinde veya serbest bölgelerde gerçekleştirilen Ar-Ge faaliyetlerinden bir kazanç doğması ve bu kazançla ilgili olarak

Projede elde edilecek bilgi ve kazanımların sürekliliğini sağlamaktan sorumlu proje yürütücüsü kuruluşu ifade eder.. Kuduz Aşısının Geliştirilmesi ve Üretimi

En az 15 ( Otomotiv sektörü için 30 ) tam zamanlı Ar-Ge personeli istihdam eden işletmelere, 2008 yılı içerisinde yayınlanan Ar-Ge yönetmeliği ile pek çok indirim

2021 – 02 sayılı Proje Teklif Çağrısının genel amacı, “Orta yüksek ve yüksek teknoloji düzeyinde faaliyet gösteren Küçük işletmelerle ve Orta

Bu politika notunda; ülkemizin Ar-Ge ekosisteminin mevcut durumu ele alınmış, üniversitelerimizin girişimcilik ve yenilik ekosistemindeki sorunları irdelenmiş, Yükseköğ-

Savunma, Havacılık ve Uzay Kümelenmesi Derneği SAHA İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar, sektörün 2021 yılında sergilediği

 Ar-Ge süreci biten prototiplerin ürünleşme sürecinin geliştirilmesi ve yönetilmesi Genel Müdür Yardımcısı, Diehl Türkiye, Ankara, Türkiye.  Alman savunma

TÜR Belgesi; Teknoloji merkezi işletmelerinde, Ar-Ge merkezlerinde, Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından