• Sonuç bulunamadı

Osmanlı'dan bugüne Veliedeoğlu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlı'dan bugüne Veliedeoğlu"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

OSMANLI’DAN BUGÜNE/FELİDEDEOĞLI/

H İKM ET Ç E Tt\K A Y4

5 * f

— I —

Puslu ve ıslak bir İstanbul ak­ şamı... Böyle bir akşam üzeri

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu hoca­

mızın Göztepe’deki evine gittik. Şimdi onunla karşı karşıyayız.

Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet

Velidedeoğlu, 60. yılını dolduran Cumhuriyet gazetesinin, Başya­

zarımız Nadir Nadi’den sonra, bugün hayatta bulunan en eski yazarı. Tam 42 yıldan beri yazı­ yor Cumhuriyet’te. Milli Müca- dele’nin ve Türkiye Cumhuriye- ti’nin bütün dönemlerini de, ku­ ruluşundan başlayarak, bütün heyecan ve gerginlikleriyle yaşa­ mış Velidedeoğlu.

Hukuk doktoru, asistan, do­ çent, profesör, ordinaryüs pro­ fesör ve iki kez İstanbul Hukuk Fakültesi dekanı olmuş, üniver­ site hocalığı yıllarında. Fransız­ ca, Almanca, İtalyanca yayın ve konferanslarıyla, bildirileriyle, Batılı bilim çevrelerinde de ün kazanmış bir kişi. Batıdaki ilk yazısı elli yıl önce, 1934’te bir Alman hukuk dergisinde çıkmış. Daha önce, 1933’te, doktora te­ zi, hukuk araştırmalarına yer ve­ ren bilimsel bir diziye kabul edi­ lerek, Almanya, Fransa ve İsviç­ re’de aynı zamanda yayınlanmış. Heidelbergli bir hukuk profesörü, bu tez üzerine övgü dolu bir ta­ nıtma ve inceleme yazısı yazmış, bir Alman hukuk dergisinde.

Velidedeoğlu Hoca, daha sonra­

ki profesörlük ve ordinaryüslük yıllarında İsviçre, İtalya ve Al­ manya’nın türlü üniversitelerin­ den aldığı çağrılar üzerine, ayrı ayrı yıllarda birçok konferans vermiş. İsviçre Medeni Kanunu’- nun 50. yılı dolayısıyla 1962’de bütün İsviçre üniversitelerinde yapılan bilimsel törenlere Tür­ kiye’den tek konuşmacı olarak çağrılmış ve bu ülkenin en önem­ li yayın organı olan “ Yeni Zü-

rih” gazetesi, onun konferans­

larına tam dört sütun ayırmış. Batıda toplanan birçok uluslara­ rası kongrede (hem de bir kısmı Paris gibi büyük bir bilim mer­ kezinde) başkanlığa, genel ra­

portörlüklere seçilmiş. Türkiye’­ deki hukuk yayınlarının listesi ise bizim sütunlarımıza sığmaz.

Bilim sel kaynak

niteliğindeki

araştırm alar__________

Hıfzı Veldet Hoca, yalnız üni­

versite içindeki yayınlarıyla de­ ğil, üniversite dışındaki çalışma­ larıyla da bütün Türkiye’de ta­ nınmış bulunmaktadır. Gazete yazılarını bir yana bırakalım; onun Tanzimat döneminden sonraki kanunlaştırma hareketi­ ne dair araştırması, günümüzde de bilimsel bir kaynak niteliğini korumaktadır. Osmanlıca’dan Türkçe’ye “Türk Yurttaşlar Ya­

sası” adı altında günümüz dili­

ne çevirdiği üç ciltlik “Türk Me­

deni Kanunu, Borçlar Kanunu, Terim ve Sözcükler Kılavuzu” ;

Adalet Bakanlığı’nca görevlen­ dirilmesi üzerine, daha önce ra­ portörü bulunduğu Medeni Ka­ nun Komisyonu’nun tutanakla­ rına dayanarak hazırladığı “Ge­

rekçeli Medeni Kanun

Öntasarı-sı” ; bugün yürürlükte bulunan Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yine onun kaleminden çıkan ilk tasa­ rısı; 27 Mayıs 1961 Anayasası­ nın kaleme alınmasındaki büyük katkısı, hocamızın üniversite dışı çalışmalarının ürünleri olarak ortada duruyor.

Büyük bir alçakgönüllülük içinde yaşayan Velidedeoğlu Ho-

ca’nm ağzından, bir kısmını za­

ten bildiğimiz bu bilgileri, tatlı bir söyleşi havası içinde adeta sö­ ke söke aldık. Bizim için çok önemli olan bir nokta da, ken­ disinin, benim doğduğum 1942 yılında Cumhuriyet’te yazmaya başlamış olması. Acaba nereden başlayıp nerelere değin uzanma­ lıyız, Velidedeoğlu’nun bilinme­ yen yönlerini sîzlere anlatmak için. Kolay değil, pırıl pırıl bir seksen yıl yaşamak. (24 ağustos cuma günü Uludağ’da dinlenir­ ken kutlandı hocamızın 80. yaş günü. Bu mutluluğu biz de kut­ luyoruz). İlkelerinden ödün ver­ meden onurla ayakta kalabilen

Ord. Prof. Dr. Hıfzı

Veldet Velidedeoğlu,

Cumhuriyet

Gazetesi ’nin tam 42

yıllık yazarı. Birçok

uluslararası

kongreye başkanlık

eden Velidedeoğlu,

27 Mayıs

Anayasasının

kaleme alınmasında

büyük katkısı

olanlardan biri.

böyle kaç insan var?

Son 7 5 yılın büyük

önem i_________________

Şimdi asıl sorularımıza geçe­ lim. Hem çaylarımızı içelim, hem de bu saygın insana sorula­ rımızı yöneltelim:

— Hocam, önce izin verirse­ niz yaşantınızı ve yaşamınız bo­ yunca izlemek fırsatını bulduğu­ nuz toplumsal olayları genel çiz­ gileriyle belirtmenizi rica edece­ ğim.

VELİDEDEOĞLU — 24

ağustos günü seksen yaşımı ta­ mamlayıp seksen bire girdim. Türkiye’deki yaş ortalaması ba­ kımından oldukça uzun sayılan bu süre içinde yetmiş, hatta yet­ miş dört yıllık dönemi çok iyi anımsıyorum. Ondan önceki bir­ kaç yılı da sürekli bir bağlantı içinde değil, kopuk kopuk olay­ lar biçiminde ammsamaktayım.

Şunu hemen belirteyim: Be­ nimle aynı yaşta olanlar geriye doğru bakıp ülkemiz ve dünya

dönem i

olaylarını değerlendirme yetene­ ğine sahipseler, tıpkı benim gibi göreceklerdir ki, son yetmiş beş yıllık dönem, Türk ve dünya ta­ rihinin en önemli olaylarım kap­ samaktadır. Osmanlı İmparator­ luğu da içlerinde olmak üzere koca koca imparatorluklar bu yıllar içinde yıkılıp tarihe karış­ tı. Daha doğru bir anlatımla, dünyanın dört bucağındaki ge­ niş sömürge topraklarını yitiren eski büyük devletler, yalnız ken­ di toprakları üzerinde birer ulu­ sal devlet durumuna geldiler. Bu olgu sonucunda yeryüzünün si­ yasal haritası birkaç kez değişti. Yalnız Avrupa’da değil, Asya, Afrika ve Amerika anakarala­ rında yeni yeni devletler doğdu. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra do­ ğan bazı devletler de, 2. Dünya Savaşı sonunda tarihe karıştı. Benim yaşamımın ilk dönemle­ rinde, o zaman “ Düvel-i Muaz­

zama” diye anılan beş-altı bü­

yük devlet vardı. Bunların hep­ si endüstri devrimini 19. yüzyıl­ da tamamlamış olan devletlerdi. Şimdi bunlardan ikisi dışındaki­ ler, büyük devlet kategorisinden çıkıp normal boyutlu ulusal dev­ let durumuna geldiler. Ayrı tut­ tuğum o iki devlet ise artık “ bü­

yük devlet” niteminin de üstün­

de “ süper devlet” nitemiyle anı­ lır oldular. Bunlara “uzay çağı

devletleri” de denilebilir. Çün­

kü uzay, gazete okuyan hemen herkesin bildiği gibi, günümüz­ de bu iki süper devletin, yani Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği’nin egemenli- ğindedir.

Sekiz yüzyıl yaşam ış

gibi____________________

Bu uzay egemenliği elektronik beyin sayesinde genişliyor. Çün­ kü bu buluş olmasaydı, insanoğ­ lu akılları durduran sonuçlara ulaşamazdı. İnsanın, kendisinin yarattığı mekanik “süper beyin” in egemenliğine girmiş gibi yaz­ gıcı bir görünümü var. Atom bombasının felaketinden ve ba­ rışçı yolda kullanılan atom ener­ jisinin gücünden söz etmek iste­ miyorum. Şimdi bunlar herkese doğal geliyor. Uzayın milyarlar­ ca kilometre uzağından yollanan resimlerin televizyon ekranında gözlerimizin önüne sergilenme­ sine de alıştık. Hastalıkların ön­ lenmesi veya iyileştirilmesi alan­ larında olağanüstü atılım ve iler­ lemeler de yine son yetmiş beş yılda gerçekleşti. Bunları geriye doğru derinlemesine, aşama aşa­ ma düşündükçe aklım duruyor. Yetmiş beş yıl, eskiden “ asır” dediğimiz “yüzyıl” biriminin üç çeyreğini oluşturuyor. Ama ba­ na sorarsanız, dünya olaylarının ve teknik buluşların getirdiği ye­ ni boyutlar karşısında seksen de­ ğil, sekiz yüzyıl yaşamış gibi du- yumsuyorum kendimi.

Sözünü ettiğim yılların benim için ayrı bir özelliği var. Şöyle ki, ben Türk vatandaşı olarak, ül­ kemizde ortaçağ ortamını, bir Türk ve dünyamızdan bir kişi olarak da atom ve uzay çağı or­ tamını yaşadım, yaşıyorum.

— Ortaçağ derken neyi düşü­ nüyorsunuz?

V ELİDEDEOĞLU — Bu so­

ruyu bekliyordum. Çok iyi anımsadığımı az önce söylediğim son yetmiş beş yıllık dönemin başlangıcında, atalarımın kenti olan Çorum’da, gerek bireysel gerek toplumsal birçok konuda hâlâ ortaçağ yaşamı sürüyordu. Her iki veya üç aileden birinin evinde kesinlikle bir ahır vardı. Bunlarda araba çeken, binilen ya da süt veren hayvanlar beslenir- di. _____________________

(2)

OSMANLI’DAN

R L İ A N E l l E U P f ' I M l C l J

iiikvh

çeti

.\

kma

Ziya Gökalp ve Türklük bilinci

— 3 —

Örneğin 31 Mart 1909 ayaklan­ ması. Babam o günlerde pek ev­ den çıkmadı ve bizleri de çıkar madı. Eve onun bazı arkadaşla­ rı gelip gidiyordu; saraydan, Ab- dülhamit’ten, ordudan, isyan­ dan konuşuluyordu. Nice yıl sonra babam bana 31 Mart ola­ yını Abdülhamit’in tahttan indi­ rilişini anlatınca, kopuk kopuk dinlediğim o anılar bilinçli olarak, birbirine bağladım.

Dört yaşımda iken Mekteb-i Saadet adlı bir özel çocuk yuva­ sına giderdim. Dik yakalı ceket giyen, omzunda uzunca bir sırık taşıyan okul hademesi gelir, an­ nemin hazırladığı sefertasını sa­ pından omzundaki sırığa takar, bizimkine yakın on-oniki evi do­ laşarak benimle aynı yaştaki ço­ cukları toplar, Şehremini ile Cer­ rahpaşa arasındaki ana okuluna götürürdü. Orada bizlere birta­ kım ilahiler, kısa koşuklar ezber­ letilir, birtakım çocuk oyunları öğretilirdi. Okula başladığım gün evde yapılan törende anne­ min sessizce ağladığını da çok iyi anımsıyorum.

— O döneme ait başka anıla­ rınız?..

— VELİDEDEOĞLU — Ba

bamla birlikte 1910’da ailece Ço­ rum ’a gittiğimizi söylemiştim. İşte o sırada, daha yola çıkma­ dan önce bizi ziyarete gelen komşuların anneme “ Kuyruklu­ yıldızın kuyruğunun içinden dünya geçecekmiş ve ondaki zehir bütün insanları öldüre­ cekmiş” biçimindeki sözleri­ ni, annemin bunların akşam eve gelen babama söyleyince ba­ bamın “ Böyle saçma şeylere inanmayın, bu dünyaya daha önce de kuyrukluyıldız geldi, bir şey olmadı” dediğini, o zaman içimin ferahladığını çok iyi anımsıyorum. Çorum’a gider­ ken büyük bir gemiye binişimi­ zi, üç gün sonra kayıklara binip Samsun’a çıkışımızı da anımsı­ yorum.

— O yıllar yaşınız çok küçük ama, 1910 yılının İstanbul’unu anımsayabiliyor musunuz?

VELİDEDEOĞLU — Yaşı­

mın çok küçük olması nedeniy­ le 1910 yıllarının İstanbul’unu, oradaki sosyal olayları tam ola­ rak değerlendirmeme olanak yok. Gördüklerimi daha sonra­ ki anılarımla bütünleştirerek an­ latabilirim. Ben o yaşlarda

“Cadde-i Kebir” denilen Beyoğ-

lu’ndan iki kez geçmişimdir. Za­ ten o caddeden öyle olur olmaz kişiler geçmezdi. Anımsadığım kadarıyla babamla beraber Be- yoğlu’ndan geçerken oradaki dükkânlar, büyük mağazaların vitrinleri hâlâ gözümün önünde­ dir. O dönemin İstanbul’unda atlı tramvaylar vardı. Henüz elektrikli tramvay başlamamıştı. Eğlence yeri olarak, halkın Çır­ pıcı çayırına pikniğe gittiğini anımsıyorum. Kuşdili çayırı da güzel bir eğlence yeriydi. Kurbağalı- derede kayıkla dola- şılırdı. Bir-iki kez orada kayığa bindik. O tarihte Meşrutiyet da­ ha yeni ilan edilmişti. Babamın arkadaşları coşkulu ve üstelik kültürlü kişilerdi. Babam, Ab-

dülhamit döneminde Trablus-

şam’a öğretmen olarak sürül­ müş. Oradan Diyarbakır’a atan­ mış. Babam, bazı belirtilerden,

yanı Balkan devletlerinin kıpır- danışından başımıza yakında kötü bir şey geleceğini sezinliyor­ du. Biz İstanbul’dan Çorum’a gittikten bir süre sonra Balkan Harbi koptu.

— Balkan Harbi koptuktan sonra?..

VELİDEDEOĞLU —

Ço-rum’daydık. İlkokulda “Rume­

li’nin dağları var / Ne güzeldi, şimdi ağlar” diye türküler söy­

lerdik. Hem söyler hem üzülür­ dük. Rumeli’yi kaybetmiştik. Evet çok iyi anımsıyorum. Son­ ra Edirne savunması... Şükrü

Paşa... Bunlar Balkan Savaşı’-

nın belki de tek tesellisidir. İlkokulda, sonraları ortaokul­ da, ümmetçi ve Osmanlıcı bir eği­ tim gördük. Örneğin tarih dersi şöyle başlardı:

“ Osman Gazi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigâr Gazi, Sul­ tan Yıldırım Beyazıt, Çelebi Sul­ tan Mehmet v b ...” Böylece, sı­

rasıyla Osmanlı padişahları ez- berimizdeydi.

Din dersi de: “ Adem, İdris,

Nuh. Hut, İbrahim, İsmail

-vb...” Böylece peygamberleri sa­

yarak ümmet tarihini (güya) öğ­ reniyorduk. Türk tarihi ve Türk­ lük bilincini ancak lise çağların­ da, kimi öğretmenlerimizden al­ dık. Daha önce hiçbir öğretmen bu bilinci vermedi bize. Çocuk­ luğumun o dönemleri çeşitli dü­ şünce akımları içinde geçti. An­ cak ben o dönemde bu akımları değerlendirecek durumda değil­ dim. Bunların nedenini sonraları öğrendim.

D üşünce diren işi ve

üm m etçilik direnişi

— Hocam, neydi bu akım? VELİDEDEOĞLU — Bu ha­

reket milliyetçilikti. Ziya Gökaip ile birlikte Türklük bilinci ve Türkçecilik başlamıştı. “ Genç

Kalemler” in Türkçeciliği. Ar­

dından direniş hareketi. İşte 31 Mart dediğimiz olay. Hareket Ordusu ve daha sonra İstanbul’­ da Mahmut Şevket Paşa’nın öl­ dürülüşü. Onu ben Çorum’da babama gelen bir dergiden öğ­ rendim. Hâlâ unutamadığım bir olaydır. Katillerden birinin adı

Topal Tevfik’di. Mahmut Şev­ ket Paşa olayında hem düşünce

direnişi, hem de ümmetçiliğin di­ renişi yatıyor. Kısaca eylemli bir direniş. Abdülhamit’in baskı dö­ nemine özlem duyanlar, yani o dönemden çıkarı olanlar Türk­ çülüğü tehlikeli buluyorlardı.

Abdüllıamit de bunu tehlikeli

bulurdu. Osmanlı İmparatorlu­ ğumun dağılacağından korkar­ dı. O dönemde Bulgarlar mü­ kemmel bir milliyetçi. Bulgaris­ tan, OsmanlI’dan kopmamış. Yalnız Yunanistan bağımsızlığı­ nı ilan etmişti. Özellikle Araplar- da milliyetçilik bilinci uyanmış­ tı.

Ayrılmak istiyorlardı. Os- manlı İmparatorluğu küçülmüş­ tü ama Afrika’nın büyük bir bö­ lümüne sahipti. Türkün böyle ümmetçilikte kalması, Türklü­ ğün havada kalmasına neden ol­ du. Bugün bile Orta Anadolu’­ da okumamış birine: “ Sen ne­

sin?” diye sorarsanız “ Elham­ dülillah Müslümanım” yanıtını

alırsınız. “ Türküm” demez. Okumamış halk yığınları üm­ metçi kalmıştır. Türklük bilinci

Milli Mücadele’den sonra Ata­

türk döneminde yerleşmeye baş­

ladı. Zamanla anladım ki, hare­ ketlilik dediğim dönemde düşün­ cede olsun, eylemde olsun, bir oluşum vardı. Osmanlı İmpara­ torluğu artık bir çözülmenin eşi- ğindeydi. Osmanlı aydınları bu nedenle durum tartışması yapı­ yorlardı.

\

---:---Ih tila , i n k ıl a p ,

Cum huriyet yasak

— O dönemdeki siyasal hare­ ketin Çorum’a yansıyan ilginç yanlan neydi?

VELİDEDEOĞLU —

Os-manlı aydınları bir çözüm arı­ yorlardı. Benim babam, hiçbir zaman politikaya karışmadı ama, ilericiliği tutuyordu. Daha önce söz ettim. Trablusşam’a

“ teezil-i rütbe” ile sürülmesinin

nedeni, tarih dersinde Fransız Devrimi’nden iki üç kelime ile söz etmiş olmasıdır. Fransa'nın krallıktan cumhuriyete geçişini anlatmış öğrencilerine. Sözlük­ lerde öyle sözcükler yoktu.

SÜRECEK

G I \ Ç HIFZI V E L D E T — A nkara’nın en sıkıntılı günleri. Milli Mücadele

i

başlamak üzere. TBMM henüz toplanmamış. Ve 16 yaşındaki genç Hıfzı Veldet, o sıra Ankara Lisesi öğrencisi.

(3)

OSMANLI’DAN

BUGÜNE/VELİDEDEOĞLU

h i k m e t

<:Eii\KiYA

Düşm an

— 4 —

inkılap gibi sözcükler yasak, cumhuriyet gibi sözcükler kulla­ nılamazmış. Ben küçük yaşımda istibdat, meşrutiyet, hürriyet gibi sözcükleri öğrendim. Birinci Meşrutiyet’in parolası, Fransız Devrimi’nin parolasıydı: “ Hür­

riyet, adalet, müsavaat, uhuv­ vet” . Çorum’a gelen bir dergi­

den “ palikarya” sözcüğünü öğ­ rendim. Dergide “ İtalyan ma­

karnacı palikaryaları” yazıyor­

du. Çok iyi anımsıyorum, Trab- lusgarp’ı kaybettik. Ama ben

Mustafa Kemal’in Trablus-

garp’a gittiğini çok sonra öğren­ dim. Çorum’da o sıralar sadece

Enver lakırdısı geçerdi. Niyazi

Bey’le (Resneli) Enver’in yanya- na çekilmiş fotoğraflarını içeren kartpostalları görürdük. Bir de geyik vardı. Niyazi Bey’in geyi­ ğiymiş. Dağa çıktığı zaman, ya­ ni Meşrutiyet’in ilanından önce Abdülhamit’e başkaldırıp, dağa çıktığında tuttuğu ve evcilleştir­ diği geyikmiş bu.

Çorum’da babamla beraber ziyarete gittiğimiz bir Mevlevi şeyhi ve Mevlevi dergâhı vardı. Osmanlı döneminde sadece Kon­ ya’da ve İstanbul’da Mevlevilik vardı sanılır. Oysa, Türkiye’nin belli başlı merkezlerinde bir Mevlevi şeyhi bulunurdu. Ora­ da tarikat devam ederdi. Büyük kavuğuyla Mevlevi şeyhini çok iyi anımsıyorum. Bir de Hıdırlık denilen ziyaretgâhta, Abbas Efendi adında başka bir şeyh ya­ şardı. Bektaşi değil, sanırım Nakşibendiydi. İyice bilemiyo­ rum. Hıdırlık “yeşillik” demek. Şimdi orası hâlâ yemyeşil.

Yozgat’tan Çorum’a gelirken yol üzerinde, sağ tarafta, Erzu­

rum Dede diye bir türbe bulu­

nurdu. Güya dede çok uzun boyluymuş da, bu yüzden, san­ dukası altı arşın (dört metre) uzunluğunda yapılmış. Oraya

okuluyla

Y o z g a t’tayken,

Türk-Alman

ordularının

Bükreş’e girdiği

haberi geldi.

Biliyorsunuz,

Romanya, İngilizler

ve Fransızlarla

beraberdi. Bükreş

alındı diye bir

fener alayı yaptık.

Şehrin içinde

dolaşırken tutsak

îngilizlerin kaldığı

• yere gidip bağırdık.

Onlar ise bize

gülüyorlardı.

çiğdem toplamaya gider, onları demet yapıp anneme verirdim. Kurak aylarda Erzurum Dede’- nin arkasındaki namazgâh deni­ len tepeye büyükler yağmur du­ asına giderdi. Kurak aylarda biz, yani mahalledeki çocuklarla el ele tutuşur, gökyüzüne bakarak şöyle bağırırdık:

“ Yağmur yağ / Ekin bil / Tarlada çamur / Öküzlere ömür / Ver Allahım ver / Setlice, su­ luca bir yağmuuur...”

Bunlar, küçüklüğümün belir­ gin anıları.

Hıfzı Veldel Velidedeoğlu,

1914 yılında annesini yitiriyor. 1. Dünya Savaşı daha yeni başla­ mış. Anılarında yer eden Köse- dağı ve Çukurören köyü var. Çukurören’den Çorum’a içme suyunu varlıklılar atlarla getiri­ yorlar. Annesi ölmeden önce ba­ bası, hava değişimi olsun diye onu Çukurören’e götürüyor. Yolculuk atla oluyor. İki üzüm küfesini babası samanla

doldu-da gelir

ruyor. Küçük kardeşi Fahri ile artık büyümeye başlayan Hıfzı’- yı karşılıklı olarak küfelerin içi­ ne yerleştiriyor. Bir süre köyde kalıyorlar. Daha sonra yine an­ nesinin tedavisi için seksen kilo­ metre ötede bulunan Merzifon’a gidiyorlar. Merzifon’da Ameri­ kan Hastanesi’ni aıumsıyor. Ço- rum ’un “ bağdadi” denilen ker­ piç evlerinden sonra bembeyaz yağlı boyalı lojmanları ve küçük bir kilisesi bulunan Amerikan Hastanesi, küçük Hıfzı’ya hay­ li ilginç geliyor. Kafası karmaka­ rışık düşüncelerle dolu. Babası şöyle diyor oğlu Hıfzı’ya: --- V__

“D ü şm an h a sta n esi,

ok u lu y la da g e lir ”_____

— Oğlum, düşman her zaman topla tüfekle gelmez. Böyle has­ tanesiyle, okuluyla da gelir. Biz- ler bunları yapma merhalesine (aşamasına) gelmezsek sonumuz hiç iyi olmaz.

Amerikahar o yıllar yalnız hastanesiyle değil, okullarıyla, kısaca kendi kültürleriyle gelmiş­ ler Anadolu’ya. Sadece Merzi­ fon’da değil, Kayseri’de, Tar­ sus’ta ve Antep’te aynı yerleşi­ mi yapmışlar.

Anne ölünce, on bir yaşında­ ki Hıfzı ile altı yaşındaki Fahri, parasız yatılı olarak Yozgat’a gi­ diyor. Çünkü baba, iki çocuğa birden bakma olanağındım yok­ sun.

Çocukluk anılarında Velide-

deoğlu’nun özelikle Yozgat ko­

nusunda ilginç gözlemleri var. O yıllar zil yok okullarda. Henüz Anadolu’ya elektrik gelmemiş, öğrenciler derse trampetle girip çıkıyorlar. İngiliz tutsaklarının barınması için pek çok ev boşal­ tılmış Yozgat’ta. O yılları şöyle anlatıyor Velidedeoğlu:

(4)

OSMANLI’DAN BIIGIINE /

HİKMET ÇETİSKAM

Mustafa Kemal Paşa Ankara'da

— 5 —

“ Birinci Dünya Savaşı sürü­ yordu. İngiliz tutsaklar, jandar­ ma gözetiminde bizim okulun önünden geçerlerdi. Biz de “ yu-

uu” diye arkalarından bağırır,

hatta onur kırıcı sözler söyler­ dik. Çünkü Ingilizleri en büyük düşman olarak görüyorduk. Dü­ şünüyorum da, birkaç yıl sonra Yunanlıları üzerimize saldırtan­ lar Ingilizler değil miydi? Hak­ kımız varmış çocukken öyle ba­ ğırmaya. Türk-Alman orduları­ nın Bükreş’e girdiği haberi gel­ di. Biliyorsunuz Romanya, İngi­ liz ve Fransızlarla beraberdi. Bükreş alındı diye biz fener ala­ yı yaptık. Şehrin içinde dolaşır­ ken, İngilizlerin kaldığı yere git­ tik. Bağırdık çağırdık, marşlar söyledik. Onlar ise bize gülüyor­ lardı. Yozgat’ta hiç unutmadı­ ğım bir Türkçe öğretmenimiz vardı; Lütfü Bey. Ona San Lüt­

fü derlerdi. İstanbul’da okumuş

ve Yozgat’a dönmüş. Güzel re­ sim yapar. Osmanlıcayı çok iyi bilirdi. Ben ondan çok şey öğ­ rendim. “ Kaleme aldığınız bir

yazı, üzerinden yirmi dört saat geçmedikçe sizin olmaz” der, bir

mektubu bile, yirmi dört saat sonra bir kez daha okumadan postaya vermemeyi öğütlerdi. Benim yazar olmama büyük kat­ kıda bulunmuştur. 42 yıldır

Cumhuriyet’te yazabiliyorsam

ve eğer bunun bir sırrı varsa, onu

Sarı Lütfü Hoca’ya borçluyum.

Uzun yıllar sonra kendisini ziya­ rete gittiğimde doksan yaşınday­ dı. Beni tanıdı. Elini öptüm.

Çorum-Yozgat arası Anadolu yollarında dört yılımız geçti. Hanlar, at sırtları. Şimdi bunları uzun boylu anlatmama gerek yok” .

★ ★ ★

onuncu sınıfında öğrenciydim. Ama Mustafa Kemal Paşa adı­ nı daha Ankara’ya gelmezden önce Yozgat Lisesi’nde bulundu­ ğum sırada, 1916’da duymuş­ tum. Bir de şimdi adını hatırla­ yamadığım bir dergide Osmanlı paşası üniforması ile resmini görmüştüm. Altında Mirliva

ri bizim okulda yıldırım hızıyla yayıldı. Bunu duyunca sanki Pa­ şa doğrudan doğruya bize konuk geliyormuş gibi sevindik. Hemen müdür yardımcısına başvurarak O ’nu karşılamaya gitmek için izin istedik. “ Zaten mekteple gi­

deceğiz. Ayrı izin olmaz” dedi.

27 Aralık 1919 günü büyük bir

Geriye baktığım zaman, Osmanlı

İmparatorluğunun nasıl yıkıldığını, yeni

Türk Devletinin nasıl kurulduğunu

gözleriyle görmüş, yaşamış bir insanın

heyecanını duyuyorum.

(Tuğgeneral) Mustafa Kemal

Paşa yazılıydı. Çanakkale’de

düşmanı yendiğini biliyorduk. Kurtuluş umudunu onda bulan birkaç arkadaşla birlikte O ’nun haberlerini büyük bir merakla iz­ liyorduk. Mustafa Kemal Paşa’- nın Sivas’tan yola çıktığı ve ya­ kında Ankara’ya geleceği

habe-sevinç, coşku ve telaşla hazırlan­ dık. Okul binasının aşağı holün­ de toplanarak sıraya girdik. An­ kara’nın dışında, O’nun gelece­ ği şoseye kadar gidip yolun batı kıyısında arka arkaya iki sıra ha­ linde dizildik. Ben ön sıraya düş­ tüğüm için çok sevinmiştim. Her yerde büyük bir kalabalık vardı.

Bizim okul öğrencilerinin sol yanında - birkaç gün son­ ra A n k ara’dan kaçtıklarını öğrendiğimiz- iki Fransız işgal subayı, at üzerinde yer almıştı. Birden yolu dolduran kalabalık­ ta bir kımıldama oldu. Başlar öne doğru uzandı, Mustafa Ke­

mal Paşa ve arkadaşları bizim

bulunduğumuz yerden yüz adım kadar uzakta göründüler. Yürü­ yerek geliyorlardı. Yaklaştılar. Yanındakilerden yalnız Rauf

Bey’i -altında Hamidiye Kahra­ manı Rauf Bey diye yazılı

resimlerden- tanıyordum. Öbür­ lerinin hiçbirini bilmiyordum. Zaten gözlerimi Mustafa Kemal

Paşa’dan ve Rauf Bey’den ayı­

rarak onlara bakamıyordum bi­ le. Bir ara soluma dönüp Fran­ sız subaylarına hınçla baktım. Kılıç ve meçlerini omuzlarına kaldırmışlar, selam vaziyeti al­ mışlardı” .

SÜRECEK

Mustafa Kemal’in 19 Mayıs

1919’da Samsun’a çıkışını Yoz­ gat’ta öğreniyor küçük Hıfzı. Artık on beş yaşındadır. Onun­ cu sınıfa geçmiştir. İstanbul Hü- kümeti’nin bütçesi olmadığın­ dan Yozgat’taki yatılı okul kal­ dırılıyor, yatılı öğrenciler Anka­ ra’ya gönderiliyor. 1920 yılı An­ kara’sını yaşıyoruz Hıfzı Veldet

Velidedeoğlu ile birlikte. Şimdi

isterseniz o yılları kendisinden dinleyelim:

“ Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilk gününden başlayarak bu sa­ vaş süresince Ankara’da ve Ana­ dolu’da bulunmak, benim için büyük bir talih eseri olmuştur. Geriye baktığım zaman, Osman­ lI İmparatorluğu’nun nasıl yıkıl­ dığını, yeni Türk Devleti’nin na­ sıl kurulduğunu gözleriyle gör­ müş, yaşamış bir insanın heye­ canını duyuyorum. Bu heyeca­ nın ya da coşkunun doruk nok­ tası, Atatürk gibi kendi çağına damgasını basmış evrensel bir adamı birkaç kez çok yakından görmüş olmaklığımdır. O ’nun 1919’da Ankara’ya gelişinde ve 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı iken yakından gördüklerimi kastediyorum.

Atatürk’ün Ankara’ya geldiği

(5)

OSMANLI'DAN B U G U N E / FELfl)

yaşında Meclis memurluğu

-

6

—Hocam, Mustafa Kemal’i gör­ düğünüzde nasıl bir duygu için­ deydiniz?

VELİDEDEOGLU—Çok se­

vinçli ve mutluydum. Mustafa

Kemal Paşa üç beş adımda bir,

iki yana bakıp, sağ elini kaşına götürerek, selam veriyor ve ¿öy­ lece yol kenarına dizilmiş halkın alkışlarına karşılık veriyordu. Anafartalar Kahramanı, Erzu­ rum ve Sivas Kongreleri’nin ve Temsilciler Kurulu’nun başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’yı, kı­ sacası Yozgat’tan beri kendisini özlediğimiz adamı işte sonunda yakından görmüştüm. Bu karşı­ laşmada beni en çok etkileyen şey, bizim alkışımıza karşılık vermek için başını bizden yana çevirdiği zaman gördüğüm kes­ kin bakışlı çelik mavisi gözleri olmuştu.

M ustafa K em al P aşa

ok u lu m u za geliyor

O kulun bir bölüm ü

y a ra lılara ayrılıyor

na atılmaya hazır bir ruh haleti taşıyorduk. Mustafa Kemal Pa-

şa’nın okuldaki kısa konuşma­

sı, coşkumuzu daha da biledi. 1920 yılı nisan başında okulu­ muzda genel sınavlar başlamış ve on beş nisanda tatile girilmişti.

Mustafa Kemal Paşa, mart ayın­

da İstanbul’un işgalinden sonra bir kez daha okula gelip, bina­ nın durumunu incelemiş. Ben bunu göremedim.. Meğerse cep­ heden gelen yaralıları yatırmak için okulun bir bölümünü ayır­ mışlar. Zaten okul Ankara Nu­ mune Hastanesi’nin karşısında, şimdi Hacettepe Üniversitesi’nin bulunduğu yerde idi.

Paşa’nın Ankara’ya gelişin­ den birkaç gün sonra bir sabah okulumuzda bir haber yayıldı:

Mustafa Kemal Paşa o gün bi­

zim okulu ziyaret edecekmiş. O andaki sevinç ve coşkumuzu an­ latmaya gücüm yetmez. Okula geldiğimiz zaman yanında bulu­ nanlardan sadece-okulumuza da ha önce de gelmiş olduğu için- Ankara Defterdarı ve Vali Vekili sakallı ve gözlüklü Yahya Galip

Bey’i tanıyordum. Okulun alt

kat holünde lise kısmı öğrenci­ lerini topladılar. Bütün müdür ve öğretmenlerimiz de oradaydı.

Mustafa Kemal Paşa geldikten

az sonra biz öğrenciler disiplini bozarak O’nun etrafında geniş­ çe bir yarım halka oluşturduk. Kendisinin bundan memnun ol­ duğu anlaşılıyordu. O gün Os­ manlI Devleti’nin “ İstiklal Gü­

nü” olarak kabul edilen 620. yıl­

dönümü olan 30 Aralık 1919 ta­ rihine rastlıyordu. Atatürk, kı­ sa bir konuşma yaptı. O zaman belleğimde yer eden konuşmanın metnini o gider gitmez defterime not etmiştim.

M ecliste m übeyyizlik

—Hocam, kısa bir süre sonra kurulan Mecliste memur olarak

Bu işe çok sevinmekle birlik­ te, “ Sınıf arkadaşlarımdan altı­ sı Kuva-yı Milliye’ye yazıldı, ya­ şım on sekizden küçük diye be­ ni almadılar, memur alırlar mı?” diye duraksadım. Şerafet- tin Ağabeyim, “ Şimdi fevkale- de bir durum bulunduğunu, ya­ şım küçük olmakla birlikte Sul­ tani Mektebinin on birinci sınıf öğrencisi olduğumu, memurluk için yaşa bakılmayacağını” bil­

dirdi. Millet Meclisi’nde çalış­ mak, Mustafa Kemal Paşa ve ar­ kadaşlarını uzun süre çok yakın­ dan görmek tarihsel bir fırsattı. Gittik. Bana yarım sayfa kadar yazı yazdırdılar. Evrak Kalemi Müdür Yardımcısı Tevfik Bey bu kâğıdı aldı. Meclis Başkâtibi

Recep Bey’e (1946’da başbakan

olan Recep Peker) götürdü. Az

16 yaşını doldurmadan Milli Meclis’in evrak ve tahrirat kale­ mi mübeyyizi olmuştum. Göre­ vim başkâtip veya müdürlerce yazılan müsvetteleri temize çek­ mek, yani bugünkü daktiloların gördüğü işi görmekti. Temize çe­ kilecek kâğıt olmayınca boş za­ manlarımda bürodan ayrılıp doğruca on adım ötedeki Mec­ lis toplantı salonuna giderek gö­ rüşmeleri ayakta izlemekten bü­ yük zevk duyardım. Dinleyici lo­ casına çıkan merdivenin dibi be­ nim mekânım olmuştu. Şunu söylemeliyim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu görüşme­ leri dinlemek benim için bir üni­ versite bitirmek kadar yararlı ol­ muştur.

—Mustafa Kemal’le bir bayram kutlamasında karşılaştığınızı

İLK TBMM BİN A SI — 23 Nisan 1920 günü açılan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası yukarda görülüyor. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, henüz 16 yaşında bir lise öğrencisiyken Meclis’in açılışından 5 Ekim 1920'ye kadar burada çalışacaktır.

—Sayın Hocam, Milli Mücade­ le Anılannız’da yazdınız ama, “ Cumhuriyet” okurları için o yıllarda Ulusal Kurtuluş Savaşı’- na karşı bakış açınız, duyduğu­ nuz heyecan neydi, bir kez da­ ha anlatır mısınız?

VELİDEDEOGLU—O gün­

lerin Ankara’sında Ulusal Kur­ tuluş Savaşı’nm coşkusu her ya­ nı sarmıştı. Biz “mektepliler”de ruhlarımız kurulmuş çelik zem­ berek gibi gergin, aynı savaş az­ mi içinde her an fırlayıp

düşma-göreve başlıyorsunuz sanırım? VELİDEDEOGLU—Ankara

Erkek Öğretmen Okulu’nda bi­ yoloji öğretmeni olan amca oğ­ lum Halil Şerafettin, bizim sı­ navların bitiminden birkaç gün sonra, yani 21 Nisan 1920 saba­ hı bizim okula gelerek beni bul­ du. “ Hıfzı, biz öğretmenler ye­

ni açılacak Millet Meclisi’nde memur ve zabıt kâtibi olarak bü­ tün okul tatili boyunca çalışaca­ ğız. Mustafa Kemal Paşa böyle istemiş Meclis Başkâtipi Recep Bey adında bir erkânıharp za­ biti. Bizleri çağırdı. ‘Yazısı ve imlası düzgün, şayanı itimat kimseler tanıyorsanız getirin; da­ ha memura ihtiyacımız var’ de­ di. ‘Senin yazın güzeldir. Haydi gidelim’ önerisinde bulundu.

sonra Tevfik Bey çıktı. Recep

Bey’in bizi odasında beklediği­

ni söyledi. Başkâtip Recep Bey,

Şerafettin ağabeyime dönerek

m emnunluğunu bildirdikten sonra, bana, “ Aferin küçük,

çok okunaklı ve güzel yazın var, seni mübeyyizliğe (müsvetteleri temize ‘beyaza’ çekme görevine) tayin ettim” dedi. “ Bana çocuk muamelesi yapıyor” diye içim­

den kızdımsa da memur atandı­ ğıma sevindim.

yazmıştınız bir kez.

B ir üniversite bitirm ek

k ad ar yararlı iş

—Meclisteki bu ilk kısa süreli memurluğunuzda neler yapıyor­ dunuz?

VELİDEDEOGLU—Henüz

VELİDEDEOGLU—Evet, o

yılın Ramazan Bayramı haziran ayma rastlamıştı. Memurlar top­ lu halde Reis Paşa’ya bayram kutlamasına gidecekti. Boş olan toplantı salonundan geçerek, bi­ nanın öteki ucunda bulunan Re­ is Paşa’nın odasına girdik. Baş­ kâtip Recep Bey bütün memur­ ları birer birer tamtıyordu. Sıra bana gelince, “ Evrak mübeyyi­

zi Hıfzı Efendi. Yazısı çok düz­ gündür” diyerek tanıttı. Reis

Paşa, benim de elimi sıktıktan sonra, “ Teşekkür ederim, mem­ nun oldum” dedi.

(6)

OSMANLI’DAN BUGÜNE /

VELİDEDEOĞLV

hikmet

çetînkaya

Müdürü şikâyet etmenin sonu sütlün

SÜRGÜNLER — Hıfzı Veldet, Ankara'dan Konya Lisesi'ne sürgün edilen (1920) beş arkadaşıyla bıı “sürgün hatırası" fotoğrafı çektirir. Üzerlerindeki bantta “Ankara’dan menfi; Konya ’y a ”, “İnkılap Hatırası”, 8 Kanunu evvel 1336"yazıları yer alıyor..

— 7

-Uçları sigaradan sararmış in­ ce parmaklı zayıf, biçimli elini sıkarken, yüreğim göğsümden dışarı fırlayacakmış gibi çarpı­ yordu. Çok kısa süren bu tören benim kutlamamdan sonra bit­ ti.

Bu kutlama, kalem müdür ve memurlarının Reis Paşa’yı ilk ve son kutlaması oldu. O tarihten sonra bayram kutlamalarına ka­ lem müdür ve memurları adına yalnız başkâtip Recep Bey gider­ di.

İlk ve son sürgün olay ı

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,

TBMM’nin ilk açıldığı günden,

ve öğrencilerin istemleri yerine getirilmemiş. Elli öğrenciden di­ lekçeye ilk imza atan genç Hıfzı oluyor. Sonunda soruşturma açılıyor. Sorunlar çözülmediği gerekçesiyle ilk on iki öğrenci ikinci şikâyet dilekçesini bu kez Meclis Başkanlığı’na gönderdik­ leri için'Kastamonu ve Konya Liseleri’ne sürülüyorlar. Velide-

deoğlu’nun seksen yıllık yaşa­

mında ilk ve son sürgün olayı böyle gerçekleşiyor.

Sürgün öğrenciler Ankara’­ dan, trenle gidiyorlar Konya’ya. Üçüncü mevki kompartmanda sürgüne giden altı arkadaş. Marşlar söylüyorlar. O yıllar trenler odunla işliyor. Bu yüzden geceyi Eskişehir’de geçiriyorlar.

ğsSmm-te böyle bir ilginç olay yaşaya­ rak Konya’ya geldik. Birinci İnönü Zaferi kazanılmıştı. Ben Konya’yı Ankara gibi coşkulu bir havada bulmadım. Bizim okulun yanında hapishane binası vardı. Duvarlarında ise kurşun izleri. Delibaş isyanı yeni bastı­ rılmıştı. 1920 sonbaharında Milli Mücadele’ye karşı bir isyandı bu. Onun izleri hâlâ duruyordu.

Biz Ankara Lisesi’nin en ça­ lışkan öğrencileriydik. Konya’­ da da bu başarımızı sürdürdük. Öğretmenler bizi hemencecik sevdiler. Kültürlü, ilerici bir Fransızca öğretmenimiz vardı. Konyalılar’ın kel şair dedikleri Haşan Rüştü adındaki edebiyat hocamızdan çok şeyler öğrendik.

yani 23 Nisan 1920’den başlaya­ rak, 5 Ekim 1920’ye değin ora­ da çalışıyor. Bu arada okulun ta­ tili bitiyor. İki seçenek arasında kalıyor. Ya memurluğu sürdüre­ cek, ya da öğrenimine devam edecek. Mecliste durumu iyi. Aylığı 6 liradan yedi buçuk lira­ ya yükselmiş. Öyle fazla bir gi­ deri yok. Ama liseyi bitirmek zo­ runda. Bir süre düşündükten sonra, istifa dilekçesini yazıyor ve başkâtip Recep Peker’e götü­ rüp veriyor.

Yıl 1920. Liseyi bitirmesine iki yıl kalmış. Elli arkadaşı ile bir­ likte okul müdürünü o dönemin Vlilli Eğitim Bakanı Rıza Nur’a şikâyet ediyorlar. Ali Haydar ıdlı müdür okulun disiplinini sevşetmiş. Yemekler bozulmuş

Konya’ya gidişlerinin ilginç bir noktası, Birinci İnönü Savaşı’n- dan önceki günlere rastlaması. Tren yolculuğunu ve o yıllara ilişkin olayları şöyle anlatıyor Hıfzı Veldet Velidedeoğlu:

“ Konya’ya giderken kom- partmana bir adam geldi. Yanı­ mıza oturdu. Sözü Çerkez Et- hem’den açtı. Çerkez Ethem o sıralar daha isyan etmemiş. Adam bizim sürgün olduğumu­ zu anlayınca başladı Çerkez Et- hem’in kahramanlıklarından söz etmeye. Arkadaşlar birbirimize baktık. Bu işte bir bit yeniği ol­ malıydı. Biz konuşmuyorduk. Adama politikadan anlamadığı­ mızı söyledik. O bize “ Siz sür­ günsünüz” dedi. Biz siyasi olma­ dığımızı anlatmaya çalıştık. İş­

O yıllarda Babalık diye bir ga­ zete çıkardı. Gerçekten coşkulu yazılar yazardı. Ankara’da bu­ lunduğum sıralar Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ni okurdum. Bir de Eskişehir’den Yeni Dün­ ya adlı gazete gelirdi. Bu, bolşe- vikliği savunan bir gazete idi. O tarihte Sovyetler, Milli Mücade­ leye yardım ediyordu. Hatta bazılarının maaşı Rus altınlarıyla veriliyor diye kulağımıza gelirdi. Bunları o zamanki havayı yan­ sıtmak için söylüyorum. Daha sonra bu gazete kapatıldı. Gaze­ tenin sahibi Arif Oruç, İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Bunu sonradan öğrendik. Bunları an­ latmaktaki amacım şu: Atatürk tam bağımsızlık yanlısı bir kişiy­ di. Nasıl İngilizler’e ve

Yunan-lılar’a karşı tam bağımsızlık mü­ cadelesi yapıyorsa, Ulusal Kur­ tuluş Savaşı’mızda bize ekono­ mik yardım yapan Sovyetler’e karşı aynen tam bağımsızlık il­ kesini uygulamaktaydı. Örneğin, mecliste tanık olduğum bir olay var. Kâzım Karabekir Paşa Do­ ğu Cephesi Komutanı iken Sov- yetler’in bir telsiz mesajını yaka­ lamış, Meclis’e bildirmiş. Telsiz­ den çözülenler Meclis’te okun­ du. Verilen mesajda dünya mil­ letlerinin emperyalizm karşısın­ da mücadeleleri ve bağımsızlık­ larını savunmaları için çağrı ya­ pılıyor ve Sovyetler’in bağımsız­ lık mücadelesi veren ülkeleri des­ tekleyecekleri belirtiliyordu. Ben o gün yine Meclis’te görüşmele­ ri izliyordum. Bu sözleri millet­ vekilleri alkışladılar. Sovyetler dostumuz diye elbet. Meclis tu- tunaklarında da bu belge yer al­ mıştır. Çünkü uçan kuştan me­ det umuyorduk. Bütün dünya karşımızdaydı. Daha sonra iş de­ ğişti. Türkiye’nin komünistleşti- rilmesi için alttan alttan çalışma­ lar olunca, bir milletvekili de aralarında bulununca yakalandı­ lar ve İstiklal Mahkemesine ve­ rildiler. A tatürk’ün gerek Batı­ ya gerek Doğuya olan tutumun­ da sezgisi çok önemliydi. Bu ne­ denle Milli Mücadeleden sonra karşılıklı saldırmazlık anlaşma­ sı yapıldı Sovyetlerle.

Konya’yı anlatırken nerelere geldik. Konya’da hiç unutmadı­ ğım bir olay, orada bir resim atölyesinin bulunması. O res­ samdan ben de ders aldım. O yıl­ larda Konya gibi bir yerde res­ samın ne işi var diye hep düşün­ müşümdür. Acaba Milli Müca­ delenin istihbaratında çalışan bir görevli miydi? Resim yapmak ve resim dersi vermekle geçinilir mi hiç? Garibime gitmişti.

★ ★ ★

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na göre, Konya o yıllarda da tutu­ cu bir kent. Artık ulusal bağım­ sızlık savaşımızın en ateşli gün­ leriydi. Hıfzı Veldet hastalanıyor Konya’da. Üşütüyor ve zatürree oluyor. Doktor raporuyla tekrar Ankara’ya dönüyor. O dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver). Raporu doğ­ rudan bakana veriyor. Ankara Sultaniyesinde yeniden öğrenci­ lik yılları. Okulun müdürü değiş­ miş. Ceyhun Atuf Kansu’nun babası Nafı Atuf okula müdür olarak atanmış.

Daha sonraları Kayseri, Sam­ sun, Merzifon, Trabzon ve İşgal İstanbul’unu görüyor Hıfzı Vel­ det.

(7)

İşgal a ltın d a k i acılı İsta n b u l

O SM ANLIDAN BUG UNE /

VELİDEDEOĞLU

h i k m e t ç k

U

n k a y î

1921 yıllarının Trabzon’u. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Trab­ zon Lisesi’nin 12. sınıf öğrenci­ sidir. Belleğinde yer eden ilginç anıları arasında Sovyetler’in yaptığı liman, portakal bahçele­ ri, gençlerin kurduğu futbol ku­ lübü, Fransızca öğretmenlerinin “ Genç Anadolu” adıyla çıkar­ dığı dergi var. Bu dergide bir de şiiri yayımlanıyor genç Hıfzı’- nın.

1922 yılında liseyi bitiriyor ve Trabzon’dan gemi ile beş gün, beş gecede arkadaşı Yunus ile birlikte işgal İstanbul’una geli­ yor genç Hıfzı. Onsekiz yaşının içindedir. Çok küçükken ayrıl­ dığı İstanbul’a on iki yıl sonra dönmüştür.

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ile söyleşimizin bu bölümü şöyle sürdü:

— 1922 yılının işgal İstanbul’­ unu anlatır mısınız?

VELİDEDEOĞLU — Altı

yaşımda ayrıldığım İstanbul’a on sekiz yaşımda yeniden dönü­ yordum. Gemi ile geçerken Bo- ğaz’ın iki yanındaki güzellik çok çarpıcıydı benim için. İstanbul’a yaklaştıkça, sevincim artıyordu. Fakat yabancı savaş gemilerinin Dolmabahçe açıklarında demir­ lediğini görünce içime hüzün doldu. Sevincim üzüntüye dö­ nüştü. Atatürk, “ Geldikleri gi­ bi giderler” demişti. Bende o yü­ rek, deneyim ve olgunluk olma­ dığı için, “ Geldikleri gibi gider­ ler” diyemedim. “ Ne zaman gi­ decekler acaba?” diye kendi kendime sordum ve tasalandım. Hiç unutamadığım bir görünüm­ dü bu. Ertesi gün, Şehremini’- nde oturan dayımlara gittim. Şehremini ile Aksaray arası yan­ gın yeriydi.

İngiliz, Fransız ve İtalyan dev- riyelerine rastladığım zaman so­ kak değiştiriyordum. Gözlerim onları görsün istemiyordum. Bir gün Beyoğlu’ndan geçtim. Rum­ ların taşkınlıkları ve eski eğlen­ celeri sürüyordu. Kuşdili çayırı benim çocukluğumdaki gibi de­

1922 İSTAN BU L'U — Genç Hıfzı Veldet, altı yaşındayken ayrıl­ dığı İstanbul'a i 8 yaşında döndü. Yukarda dayısının oğlu re onun kızıyla. Hıfzı Veldet işgal İstanbul'unda.

ğildi. Fransızlarla gezen Türk kızları ve kadınları görülüyordu. Halk bunlardan nefret ederdi. Çubuklu’da müzikli eğlence yer­ lerinden birinde yaşadığım bir olayı hâlâ unutamam. Subay olan dayımın oğlu Muammer ağabeyimle bir kez Çubuklu bahçesindeki gazinoya gittik. İki Fransız subayıyla iki Türk kadı­ nı geldiler. Orada oturan halk önce homurtu halinde protesto etti. Türk subayları da vardı. Baktılar olacak gibi değil, çekip gittiler.

Yabancı subaylara selam ver­ sinler diye Türk polislerine buy­ ruk verilmiş. Böyle durumlarla karşılaşmamak istiyordum. Ne­ rede o coşkulu Ankara, nerede işgal altındaki İstanbul! Haydar­ paşa’dan Pendik’e dek trenle gi­

dip geldim. Beyaz boyalı köşk­ ler, bağlar, bahçeler arasından geçen trenler. Yeşilköy’de bir plaj açılmıştı. Bu plajın kadınlı - erkekli olması o döneme rast­ lıyor. Birlikte denize girme alış­ kanlığım beyaz Ruslar getirmiş­ lerdi. Ama İstanbul işgal altın­ da. Onu yaşamayan bilmez. Fransızlar edepsiz, İngilizler so­ ğuk, İtalyanlar ise biraz nazik. Ama yabancı işgali. Saygılısına da saygısızına da lanet olsun. Rumlar iyice şımarmışlardı. Yu­ nan bayrakları altında Beyoğ- lu’nda şarkılar söylüyorlardı. İs­ tanbul’un belli yerlerinde yapar­ lardı bu taşkınlıkları.

— Babıali basını nasıldı? VELİDEDEOĞLU — Milli

Mücadeleyi bir kısım basın des­ teklerdi. Akşam gazetesi okur­

dum. Akşam Milli Mücadele’yi desteklerdi. Refı Cevat’ın Alem­ dar gazetesi, Ali Kemal’in Sabah gazetesi Milli Mücadele’ye kar­ şıydılar. Refik Halit’in Aydede adlı mizah dergisi o dönemde çıkmıştı. Orhan Seyfi şair olarak o dönemde parlamıştı. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanı yeni yayınlanmıştı. Bir çırpıda oku­ dum onu. Anlatım bakımından, eskiden okuduğum Halit Ziya’- nın romanlarına göre başka bir tadı vardı.

Benim İstanbul’daki en mut­ lu anım, 30 Ağustos 1922 zafe­ ridir. Haberi dört-beş gün son­ ra öğrendik. Akşam gazeteleri “ Türk orduları ilerliyor” diye manşet atmışlardı. Bazen bu ha­ berler Ingilizler’in sansürüne uğ­ rardı. Gazeteler boş çıkardı. Sonra Türk Ordusu’nun İzmir’e girdiğini öğrendik. Bu haberi de iki-üç gün sonra Muammer abi­ den aldım. İstanbul coşmuştu. Bu kez Beyoğlu’nda Rumlar’tn sesleri kesildi. Yunan bayrakla­ rı ile öbür yabancı bayraklar in­ di. Fener alayları ve yürüyüş­ ler... İstanbul gerçekten görül­ meye değerdi.

Genç Hıfzı, İstanbul’da An­ kara’nın özlemini duymaya baş­ lar. İstanbul’a dayısının yanına gelmesindeki amacı yüksek mü­ hendis okuluna gitmektir. Sınav­ lara girer ve okulu yatılı olarak kazanır. Ancak okul yöneticile­ ri o yıl bütçenin elverişli olma­ ması nedeniyle dışarıdan okula devam etmesi gerektiğini söyler­ ler. Genç Hıfzı’nın ekonomik durumu iyi olmadığı için Anka­ ra’ya dönmeye karar verir. Ön­ ce Samsun’a, oradan Çorum’a gelir. Babası Çorum’da memur­ dur. Bir süre yanında kalır. So­ nunda Ankara’ya döner ve Mec- lis’e başvurur. Kasım 1922’de Meclis kaleminde on bir lira ay­ lıkla çalışmaya başlar. 1929 yı­ lına dek bu görevi sürer. O dö­ nemde evlenir, çocuğu olur ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bi­ tirir.

(8)

Devlet din kurallarıyla yönetilmez

— 9 —

OSMANLI’DAN BUG ÜNE /

VELİDEDEOĞLU

HİKMET ÇETİNKAY

4

________________________

Burada hemen belirtelim,

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu

dönemde Atatürk devrimlerini yakından izleme olanağını bulur.

A tatürk H ukuk

M ektebi’ni niçin

açtırdı?

— Atatürk devrimlerinin halk katlanna yaygınlaştırılması süre­ ci nasıl gerçekleştirildi?

VELİDEDOGLU — Bu dev­

rimler Atatürk’ün kafasında da­

ha önce oluşturduğu bir plan ge­ reğince oldu. Bunu, O’nun Maz- har Müfit Bey’e yazdırdığı def­

terden de anlıyoruz. Atatürk’ün Ankara’da yüksekokul olarak ilk açtığı kurum, Hukuk Mekte­ bi idi. iki yıl sonra bir yasayla fakülte adını aldı. Acaba niçin açmıştı Hukuk Fakültesi’ni? Mecliste muhalifler bunu engel­ lemek istiyorlardı. Ankara Baş­ kent olmuştu. Bu okul için ge­ rekçe olarak, “Büyük memur ve

hukukçu açığı var. Bunları yetiş­ tirmek gerekir,” deniliyordu. Atatürk hukuk ilkelerini benim­

semiş bir kişiydi. 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Fakülte­ si’ni açarken yaptığı konuşma­ yı, daha önceleri bir yazımda be­ lirtmiştim, kısaca yine belirte­ yim: Atatürk bu konuşmasında

“ laiklik” ilkesini ortaya koyu­

yor. “ Devlet ancak akılcı kural­

larla yönetilir, din kurallarıyla değil,” diyordu. Önemli olan

buydu. Bunu laiklik biçiminde değil, hukuk devrimi biçiminde sunuyordu halka. Çünkü kolay değildi o dönemde bunları söy­ lemek. Cumhuriyet ilan edilmiş, Lozan Antlaşması yapılmıştı. Buna karşın “Şeriat hukuku kal­

kıyor” şeklinde sunmuyor, “Ye­ ni hukuk ilkeleri geliyor” diyor­

du. Doğrusu da buydu. Haklıy­ dı, çünkü Tanzimat’tan sonra zaten şeriatla bağdaşmayan hu­ kuk ilkeleri pekala konmuştu. Osmanlı döneminde artık şeriat mahkemelerinden başka Niza­ miye Mahkemeleri adıyla dinsel ve laik hukuku uygulayan laik mahkemeler kurulmuştu. Asıl yapılmayan bir şey ise, kişinin yaşamıyla ilgiliydi. Doğum, ev­ lenme, çocuk, mal, borç ve mi­ ras ilişkileri gibi. Tüm bunlarda Şeriat Hukuku yürürlükteydi. Mecelle de Şeriat Hukuku’na dayalı idi. Atatürk, Ankara Hu­ kuk Fakültesi’ni açmakla yeni hukuku yerleştirmek istiyordu. Burada asıl önemli nokta şudur:

Atatürk Medeni Kanunu kabul

etmekle, Borçlar Kanunu’nu ka- bu etmekle ve Mecelle’yi kaldır­ makla, hukuk alanında bir din reformu yapmıştı. Bu, temelde bir din reformudur. Gerici hoca­ ların Atatürk’e düşman olması­ nın başlıca nedenlerinden biri budur. İbadette değil ama dinin hukuk bölümünde reform yapıl­ mıştır.

M eclis’te hukuk

öğrenim i

— Siz Hukuk Fakültesi’nde

Mecelle okudunuz mu?

VELİDEDEOĞLU — Biz Mecelle okumadık. Öğrenci ol­ duğumuz yıl İsviçre Medeni Ka- nunu’nun çevirisinden Medeni Hukuk dersi gördük. Daha ya­ salaşmadan. 17 Şubat 1926’da yasalaştı. Biz 1925’te derslere başladık. Türkiye Büyük Millet Meclisi olan binada sabahları ders görüyorduk. Bize orayı ayırmışlardı. Memur olarak ça­ lıştığım Meclis binasında bir de hukuk öğrencisi olmuştum. 1925’te Meclis, Ankara Palas’- ın karşısındaki binaya taşındı. En büyük devrim benim kanım­ ca orada başladı. Arkasından Anayasa’ya giren devrimler gel­ di. Ekonomide altı ilkeden biri olan devletçilik Anayasa’ya gir­ di. Ardından kadro hareketi-. Kadro hareketi başlamadan ön­ ce ben Avrupa’ya gittim. Ama onu dışarıdan izleme olanağı buldum.

— Ya şapka devrimi?.. VELİDEDEOĞLU — Şapka

devriminin ilk günlerinde halk ne bulduysa onu giydi. Kış ay­ larında hasır şapka giyenler gör­ düm. Melon şapka giyenler de vardı. Bir karışıklık vardı ki sor­ mayın. “ Kafir olduk, gavur ol­

duk” diyenleri gördük. Örneğin

benim amcam Çorum’da üç ay dağa çıkmış, dağlarda gezmiş şapka giymemek için. Şapka gi­ yerse gavur olacağını sanıyordu. Benim babam aydın bir kişi ol­ duğundan, hemen uyum sağla­ dı. Ben kendisine bir melon şap­ ka gönderdim.

Y azı ve

dil devrim i

— Sonra yazı devrimi geldi değil mi?

VELİDEDEOĞLU — Bu ka­

rışıklık sürerken yazı devrimi geldi. Bütün resmi kuruluşlarda olduğu gibi, Meclis’te de sınav

açıldı. Ben kolaylıkla başardım. Çünkü lisede Fransızca okumuş­ tum. Bu sayede sıkıntı çekme­ dim. Ama çekenler oldu. Sonra halk okulları açıldı. Benim alt­ mış yaşındaki kayınvalidem o okullara gitti, yeni yazıyı öğren­ di. O dönemin en önemli bir ol­ gusu da Halkevleri’nin kuruluşu­ dur. Kasaba ve köylerde ise Halk Odaları açıldı. Atatürk’ün amacı halkı tabandan yükselt­ mekti. (Halkevleri’nin ve Köy Enstitülerinin kurulmasının da amacı buydu.) Sonra dil devri­ mi. Dil devrimi çok bilimsel bir girişimle başladı. Atatürk Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Dil devriminin amacı ümmetlik- ten ulusçuluğa geçişti. Bizim zengin, gelişmeye elverişli dilimiz var. Atatürk, basit Germen di­ linin bugün dünyanın ileri bir teknik diline dönüştüğünü, Os- manlıcanın da karma bir dil ol­ duğunu biliyordu; bu yüzden

kendimize özgü olan dilimizi ge­ liştirmek istiyordu. Hâlâ bugün bu devrimin sancısını çekiyoruz. Çünkü hâlâ ümmet aşamasından ulus aşamasına tam olarak geç­ tik diyemeyiz. Atatürk bu geçi­ şi gerçekleştirmek istedi ve bir ölçüde gerçekleştirdi.

Ondan sonra da Türk dilinin bağımsızlığı yolundaki gelişme aldı, yürüdü. Atatürk’ün dil devrimi bazı kişilerce küçümse­ niyor. Osmanlıcaya dönüş özle­ mi var. Çünkü Türkiye’nin, Os­ manlI’nın eski durumunu bilmi­ yorlar. Görmüyor ve incelemi­ yorlar. Sadece gericilerin kaba­ hati değil. Solcu geçinen bir kit­ le var, onlar da suçlu. Bunlar da Atatürkçülüğü yalnız küçük burjuva radikalizmi olarak nite­ lendiriyorlar. Atatürk devrimci­ liğini küçültmek istiyorlar. Hay­ di bakalım, baksınlar Arap dev­ letlerine; devrimi bir yana bıra­ kalım, biraz reform yapsalar ya.

— Avrupa’ya gidişiniz nasıl oldu?

VELİDEDEOĞLU — Dok­

tora yapmak istiyordum. Açılan sınavlara girdim ve kazandım. Îstanbul-Paris arasında düzenli işleyen Doğu Ekspresi vardı. 1928 aralık ayının son günleriy­ di. Aynı sınavı kazanan sınıf ar­ kadaşım Cahit’le birlikte ikinci mevki kompartmanda İsviçre’­ nin Lozan kentine kadar gittik. Lozan, sert bir kış geçiriyordu. Geceyi Lozan Oteli’nde geçirdik. Lozan Antlaşması beş yıl önce imzalanmıştı. Görüşmelerin ya­ pıldığı şatoyu gördük. Bina ka­ palı olduğundan içeri giremedik. İsviçre hap kadar bir ülke. Bir ucundan diğer ucuna trenle iki saatte varıyorsunuz. Arkadaşım

Cahit Oğuzoğlu ile birlikte ko­

layca Freiburg kentine vardık. İstasyonda turizm bürosundan pansiyon adları aldık. Cahit’e güzel bir oda tuttuk. Aynı yön­ temle Neuchatel’de bana da bir pansiyon bulduk. Öğrenci aylı­ ğımız yüz yirmi Türk lirası kar­ şılığında her ay üç yüz İsviçre Frankı idi. Türkiye’den kitap ve üniversite harçlarını karşılamak için aylık da fazla gönderdikleri için maaşım üç yüz elli franka geliyordu. Bu yüzden para da bi­ riktiriyordum. Bugün bir İsviç­ re Frankı, ülkemizi yöneten eko­ nomi mühendisleri sayesinde yüz altmış Türk lirasına yükseldiği için, üç yüz frank şimdi kırk se­ kiz bin lira ediyor. Başka bir de­ yişle, 1928 yılındaki yüz yirmi li­ ramız, 1984 yılında kırk sekiz bin lira etmektedir. Bu nisan ayında böyle. Mayısta ne olaca­ ğı belli değil. Demek ki paramı­ zın değeri elli altı yıl içinde dört bin kat düşmüş.

İki yıla yakın bir süre

B e r lin ’de

— 1928 yıllarının İsviçre’si na­ sıldı?

VELİDEDEOĞLU — İsviçre

özgür bir ülke. Demokrasinin beşiklerinden biri. Orada bulun­ duğum üç buçuk yıl içinde, se­ çim toplantılarındaki sert konuş­ maları dinledikçe ilk zamanlar kavga edecekler diye korkardım. Alanın bir yanında sosyalistler, öbür yanında tutucular konuşu­ yordu. Konuşmalar oldukça ateşli ve sert. Alanın bir kenarın­ da polisler dizilmiş. İzliyorlar. İki grubun arasındaki uzaklık en fazla kırk metre. Ben, şimdi bu iki topluluk dağıldıklarında kav­ gaya tutuşacaklar diye endişe duyuyorum. Ama gayet serin­ kanlı, sanki biraz önce bağıran çağıran onlar değilmiş gibi, da­ ğılıyorlar. İsviçre polisi çok sert­ ti. Yasaları titizlikle uygular.

— İsviçre’den sonra Alman­ ya’ya gidiyorsunuz...

VELİDEDEOĞLU — Dok­

tora tezim için Fransızca kay­ naklar yetişmiyor. İşte o zaman Almanca öğrenmeye karar ver­ dim.

SÜRECEK

YİNE A N K A R A 'DA — Yıl 1922. Hıfzı Veldet yine Ankara'da. Bu kez amcasının oğlu, öğretmen Halil Şerafettin ve kardeşi A r if Vel­ det 'le fotoğraf çektiriyor.

(9)

OSM ANLI’D AN BUG UNE /

VELÎDEDEOĞLU

hikmet

çetînkaya

ilk röportajım Yenigünde çıktı

— 10 —

Bunun için de Almanya’ya gitmeliydim. Ankara’ya bakan­ lığa bir dilekçe yazdım. Küçük bir üniversiteden daha büyük bir üniversiteye gitmem gerektiğini vurguladım. Berlin ya da Bonn Üniversitesi’ne, eğer olmazsa Zürih Üniversitesi’ne aktarılma­ mı istedim. Bakanlıktan olum­ suz yanıt geldi. Neuchatel’de bir gün Trabzon Lisesi’rtden arka­ daşım Tahsin Bekir Balta ile kar­ şılaştık. Balta üç ay kaldı, son­ ra Berlin’e gitti. O, İstanbul Üni­ versitesi hesabına okuyordu. Ya­ rıyıl (sömestr) tatilinde ben de bindim trene, doğru Berlin’e ha­ reket ettim. Bir pansiyona yer­ leştim. Almanca çalışmaya baş­ ladım. Tatil biterken öğrenci müfettişliğine gittim. Müfettiş

Cevat Dursunoğlu bana çok yar­

dım etti. Daha sonra Ankara’­ dan olumlu yanıt geldi. İki yıla yakın Berlin’de kaldım.

— Almanya ilginç bir siyasal yaşamın içindeydi o yıllar...

VELİDEDEOĞLU — Evet,

öyleydi. Orada kalmak isteme­ min nedeni, hem doktora tezimi Almanca hazırlamak, hem de Almanya’nın ilginç siyasal döne­ mini izlemekti. Merkez partileri koalisyonu iktidardaydı. Nasyo­ nal Sosyalist Parti gelişmiş, se­ çimlerde büyük oy almıştı. Sos­ yal demokratlar ve sendikalar gevşektiler. Bir türlü birleşemi- yorlardı. Komünist Parti gayet sağlam, sıkı duruyordu. Berlin’­ de kaldığım 1931-33 yılları, siya­ sal hareketlilik açısından, ger­ çekten çok yoğun geçti. Buna Almanya iç politikasının en ha- eketli dönemi de diyebiliriz. Na- ’.iler artık oluşumunu tamamla­ nış, büyük parti olmuşlardı, ja z e te le ri “ Völkischer deobachter” adını taşıyor ve çok

satıyordu. En çok satan gazete­ lerden biri de “ Berliner Tageb-

latt” dı. Yahudi sermayesiyle çı­

kan, özellikle ekonomi, sanayi ve borsa yaşamını yansıtan, bu konularda incelemeler yayınla­ yan bir gazeteydi bu. Bir de

“ Vossische Zeitung” adında,

sanat-kültür yaşamına yer veren, politik olayları yansıtan bir ga­ zete yayınlanıyordu.

N azi yanlısı bir a ilen in

y a n ın d a p a n siy o n er

Ben bir süre sonra pansiyon değiştirdim. Gazeteye ilan verip, başka bir pansiyon buldum. Pansiyoner olarak kaldığım ai­

lenin biri kız, biri erkek iki ye­ tişkin çocukları vardı. Ailenin başkanı baba, Birinci Dünya Sa- vaşı’nı bildiği için, Türklere kar­ şı saygı duyuyor, bana karşı çok insancıl davranıyordu. Ama evin içinde zaman zaman gizli bir şey­ ler oluyordu. Aleyhime konuşu­ luyor sanıyordum. Bu ise benim hiç hoşuma gitmiyordu. Oğlan boş zamanlarında kayboluyor­ du. Kız da ara sıra kayboluyor­ du. Sonunda öğrendim. Aile Na­ zi yanlısıymış. Çocuklar da kam­

pa, silahlı eğitime gidiyorlarmış. Babanın ufak bir imalathanesi varmış. Çamaşır asacak aletler, araçlar yapıp satarak ailenin ge­ çimini sağlıyormuş. O sırada Al­ manya’da irili ufaklı 34 siyasal parti vardı. Bu partiler birbirle- riyle kavga edip duruyorlardı. Oysa Almanya, Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, sömür­ gelerini yitirmişti; eski gücünü kazanması için toparlanması ge­ rekiyordu. Sanayi var ama, Fransa’ya ve İngiltere’ye büyük savaş tazminatı ödemek zorun­ da idi Almanya. Kısacası, eko­ nomik baskı altında bulunuyor­

du. Hitler ise, Almanya’nın ge­ leceğini kendi iktidarında gören bir kişi ve aslında emperyalist. Germen ırkı diye bir şey tuttur­ muş. Balkanlar, Türkiye ve Sov- yetler onun yaşam alanı. Yani oraları sömürecek ve Almanya yükselecek. Nasıl Ingiltere, bir dönem, Hindistan’ı sömürüp yükselmişse, Hitler de aynı şeyi yapacak. Bunlar parti örgütle­ rinde, gençlik toplantılarında, milliyetçi duygular alevlendirile­ rek ortaya atılıyor. Ama

Hitler’-in önünde tek bir engel var. O da Yahudilik. Buna Yahudi ser­ mayesi diyebiliriz. Hitler’e göre Yahudiler bütün dünyayı deje­ nere ediyorlar, Alman ırkını bo­ zuyorlar. Tabii bu bozukluk ev­ lenmeler yoluyla oluyor, Hitler’e göre. Kısacası Almanya’nın ge­ leceği, arındırılmış Alman ırkın­ da yatıyor!...

— Hitler iktidara geldiğinde siz yine Almanya’daydınız değil mi?

VELİDEDEOĞLU — Ben 1933 martında ayrıldım Berlin’­ den. 1939 şubat ayında yeniden geldim. Korkunç bir değişiklik

vardı. 1933’te Hitler iktidara gel­ diğinde ve Reichtag yangınında oradaydım. Biliyorsunuz, parla­ mento yangını bu. Hitler Başba­ kan, Hindeburg Cumhurbaşka- nıydı. Potsdam ’da bir tören ya­ pılmıştı. Cahit’le birlikte izledik.

Hindeburg’la Hitler otomobilde

yan yana oturmuşlardı. Hinde­

burg Birinci Dünya Savaşı’nm

kahramanlarından, Çarlık ordu­ larını perişan etmiş bir mareşal.

Hitler ise Birinci Dünya Savaşı’-

mn bir onbaşısı. Kaderin cilve­ sine bakın siz.

— Ya Alman aydınları? VELİDEDEOĞLU — Genç­

ler birbirleriyle çatışıyor. Üniver­ sitede, sokaklarda anarşi kol ge­ ziyor. Ünlü öğretim üyelerinin çoğu kaçmış. Bunlardan bazıla­ rı bize geldiler. İstanbul Üniver­ sitesi’nde birçoğu yıllarca ders verdi. Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı Yahudi kökenli değildi. Alman ırkındandılar. Ama Hit- ler’in düşüncelerine karşıydılar.

Hitler onları da tehlikeli bulu­

yor.

O sırada Almanya’da tanık olduğum iki seçimin ilginç olay­ larını 1932’de “ Hakimiyeti

Milliye” gazetesine iki yazı ha­

linde gönderdim. Basıldı.

— Gazeteciliğiniz ne zaman başladı?

VELİDEDEOĞLU — 1924

yılının mart ve nisan aylarında muhabir olarak Ankara’da Yu­

nus Nadi Bey’in “ Yenigün” ga­

zetesinde çalıştım. Gazetenin merkezi, Karaoğlan Çarşısına yakın, iki katlı bir binadaydı.

Yunus Nadi ve arkadaşları ikinci

katta otururlardı. Alt katta ise yazı işleri vardı. “ Yenigün” de iki röportajım çıktı. O yıllar mu­ habirlerin adları yazılarda kulla­ nılm azdı, sadece “ bir muhabirimiz” diye yazılırdı.

Ben Milli Eğitim Bakanı Vasıf

Çınar ve İmar ve İskân Genel

Müdürü İsmail Hakkı Bey’Ie rö­ portaj yapmıştım.

Bir de d ü şü n ce

ve kültür ya şa m ı

— Almanya’dan ne gibi ha­ berler gönderdiniz Hakimiyeti Milliye’ye?

VELİDEDEOĞLU — Anım­

sadıklarım, seçimlerle ilgili ha­ berler ve partilerin birbirleriyle kavgaları. Ben Almanya’yı kül­ türüyle sevmiştim. Ezilmişliği ve Birinci Dünya Savaşı’nda orta­ ğımız olduğu için sempatim var­ dı.

SÜRECEK

-W**İ<İP

C U M H U R İY E T İN 4. Y I L I — Yıl 1927. Genç Türkiye Cumhuri­ yeti henüz dört yaşında. Genç Hıfzı Yeldet o yılın bir günü, babası ve erkek kardeşiyle birlikte.

Referanslar

Benzer Belgeler

İntihar Vak’alarının ‘Hikâyesi’: Müntehirin Mahremiyeti-nin Sınırları Bir  intihar  hikâyesini  resmî  evrak  ya  da  gazeteden  okurken   ma

İkinci Binyıl’da Orta Karadeniz Bölgesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul..

Kİ-HON İPPON KUMİTE (Oi Tsuki Jodan –Oi Tsuki Chudan- Mae Geri – Yoko Geri – Mawashi Geri – Ushiro Geri JİYU İPPON KUMİTE Temel Kumite türlerinden birini komisyon

Kocaeli Üniversitesi Yabancı Dil Yeterlik Sınavı 65/100.. 5) Özel öğrencilik statüsü için; Ukrayna’daki bir yükseköğretim kurumunun örgün bir eğitim programında

Halen Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi ve Anadolu Hayat Emeklilik A.Ş.’de Yönetim Kurulu Üyeliği görevini sürdüren Recai Semih Nabioğlu, 24 Ağustos 2012 tarihinden bu

Peyzaj Mimarları Odası Genel Sekreteri Redife Koçak, DSİ’nin baraj işaatına devam etmesine göz yuman Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nı göreve çağırdı.. Koçak,

PN 25 BASINÇ SINIFINDA ÜRETTİĞİMİZ SFERO ÜRÜNLERİMİZ İÇİN; TS 3391'e göre Müşteri ile karşılıklı mutabakata varılmak kaydıyla EN-GJS 400- 18-LT (GGG.40.3) malzeme

Bu yeni vatandaşlık testi Müslümanlar’ı büyük bir korku içerisinde bıraktı ve vatandaşlıkları “yargılamak” için oluşturulan “yabancı mahkemeleriyle” ve yeni