OSMANLI’DAN BUGÜNE/FELİDEDEOĞLI/
H İKM ET Ç E Tt\K A Y4
5 * f
— I —
Puslu ve ıslak bir İstanbul ak şamı... Böyle bir akşam üzeri
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu hoca
mızın Göztepe’deki evine gittik. Şimdi onunla karşı karşıyayız.
Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu, 60. yılını dolduran Cumhuriyet gazetesinin, Başya
zarımız Nadir Nadi’den sonra, bugün hayatta bulunan en eski yazarı. Tam 42 yıldan beri yazı yor Cumhuriyet’te. Milli Müca- dele’nin ve Türkiye Cumhuriye- ti’nin bütün dönemlerini de, ku ruluşundan başlayarak, bütün heyecan ve gerginlikleriyle yaşa mış Velidedeoğlu.
Hukuk doktoru, asistan, do çent, profesör, ordinaryüs pro fesör ve iki kez İstanbul Hukuk Fakültesi dekanı olmuş, üniver site hocalığı yıllarında. Fransız ca, Almanca, İtalyanca yayın ve konferanslarıyla, bildirileriyle, Batılı bilim çevrelerinde de ün kazanmış bir kişi. Batıdaki ilk yazısı elli yıl önce, 1934’te bir Alman hukuk dergisinde çıkmış. Daha önce, 1933’te, doktora te zi, hukuk araştırmalarına yer ve ren bilimsel bir diziye kabul edi lerek, Almanya, Fransa ve İsviç re’de aynı zamanda yayınlanmış. Heidelbergli bir hukuk profesörü, bu tez üzerine övgü dolu bir ta nıtma ve inceleme yazısı yazmış, bir Alman hukuk dergisinde.
Velidedeoğlu Hoca, daha sonra
ki profesörlük ve ordinaryüslük yıllarında İsviçre, İtalya ve Al manya’nın türlü üniversitelerin den aldığı çağrılar üzerine, ayrı ayrı yıllarda birçok konferans vermiş. İsviçre Medeni Kanunu’- nun 50. yılı dolayısıyla 1962’de bütün İsviçre üniversitelerinde yapılan bilimsel törenlere Tür kiye’den tek konuşmacı olarak çağrılmış ve bu ülkenin en önem li yayın organı olan “ Yeni Zü-
rih” gazetesi, onun konferans
larına tam dört sütun ayırmış. Batıda toplanan birçok uluslara rası kongrede (hem de bir kısmı Paris gibi büyük bir bilim mer kezinde) başkanlığa, genel ra
portörlüklere seçilmiş. Türkiye’ deki hukuk yayınlarının listesi ise bizim sütunlarımıza sığmaz.
Bilim sel kaynak
niteliğindeki
araştırm alar__________
Hıfzı Veldet Hoca, yalnız üniversite içindeki yayınlarıyla de ğil, üniversite dışındaki çalışma larıyla da bütün Türkiye’de ta nınmış bulunmaktadır. Gazete yazılarını bir yana bırakalım; onun Tanzimat döneminden sonraki kanunlaştırma hareketi ne dair araştırması, günümüzde de bilimsel bir kaynak niteliğini korumaktadır. Osmanlıca’dan Türkçe’ye “Türk Yurttaşlar Ya
sası” adı altında günümüz dili
ne çevirdiği üç ciltlik “Türk Me
deni Kanunu, Borçlar Kanunu, Terim ve Sözcükler Kılavuzu” ;
Adalet Bakanlığı’nca görevlen dirilmesi üzerine, daha önce ra portörü bulunduğu Medeni Ka nun Komisyonu’nun tutanakla rına dayanarak hazırladığı “Ge
rekçeli Medeni Kanun
Öntasarı-sı” ; bugün yürürlükte bulunan Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yine onun kaleminden çıkan ilk tasa rısı; 27 Mayıs 1961 Anayasası nın kaleme alınmasındaki büyük katkısı, hocamızın üniversite dışı çalışmalarının ürünleri olarak ortada duruyor.
Büyük bir alçakgönüllülük içinde yaşayan Velidedeoğlu Ho-
ca’nm ağzından, bir kısmını za
ten bildiğimiz bu bilgileri, tatlı bir söyleşi havası içinde adeta sö ke söke aldık. Bizim için çok önemli olan bir nokta da, ken disinin, benim doğduğum 1942 yılında Cumhuriyet’te yazmaya başlamış olması. Acaba nereden başlayıp nerelere değin uzanma lıyız, Velidedeoğlu’nun bilinme yen yönlerini sîzlere anlatmak için. Kolay değil, pırıl pırıl bir seksen yıl yaşamak. (24 ağustos cuma günü Uludağ’da dinlenir ken kutlandı hocamızın 80. yaş günü. Bu mutluluğu biz de kut luyoruz). İlkelerinden ödün ver meden onurla ayakta kalabilen
Ord. Prof. Dr. Hıfzı
Veldet Velidedeoğlu,
Cumhuriyet
Gazetesi ’nin tam 42
yıllık yazarı. Birçok
uluslararası
kongreye başkanlık
eden Velidedeoğlu,
27 Mayıs
Anayasasının
kaleme alınmasında
büyük katkısı
olanlardan biri.
böyle kaç insan var?
Son 7 5 yılın büyük
önem i_________________
Şimdi asıl sorularımıza geçe lim. Hem çaylarımızı içelim, hem de bu saygın insana sorula rımızı yöneltelim:
— Hocam, önce izin verirse niz yaşantınızı ve yaşamınız bo yunca izlemek fırsatını bulduğu nuz toplumsal olayları genel çiz gileriyle belirtmenizi rica edece ğim.
VELİDEDEOĞLU — 24
ağustos günü seksen yaşımı ta mamlayıp seksen bire girdim. Türkiye’deki yaş ortalaması ba kımından oldukça uzun sayılan bu süre içinde yetmiş, hatta yet miş dört yıllık dönemi çok iyi anımsıyorum. Ondan önceki bir kaç yılı da sürekli bir bağlantı içinde değil, kopuk kopuk olay lar biçiminde ammsamaktayım.
Şunu hemen belirteyim: Be nimle aynı yaşta olanlar geriye doğru bakıp ülkemiz ve dünya
dönem i
olaylarını değerlendirme yetene ğine sahipseler, tıpkı benim gibi göreceklerdir ki, son yetmiş beş yıllık dönem, Türk ve dünya ta rihinin en önemli olaylarım kap samaktadır. Osmanlı İmparator luğu da içlerinde olmak üzere koca koca imparatorluklar bu yıllar içinde yıkılıp tarihe karış tı. Daha doğru bir anlatımla, dünyanın dört bucağındaki ge niş sömürge topraklarını yitiren eski büyük devletler, yalnız ken di toprakları üzerinde birer ulu sal devlet durumuna geldiler. Bu olgu sonucunda yeryüzünün si yasal haritası birkaç kez değişti. Yalnız Avrupa’da değil, Asya, Afrika ve Amerika anakarala rında yeni yeni devletler doğdu. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra do ğan bazı devletler de, 2. Dünya Savaşı sonunda tarihe karıştı. Benim yaşamımın ilk dönemle rinde, o zaman “ Düvel-i Muazzama” diye anılan beş-altı bü
yük devlet vardı. Bunların hep si endüstri devrimini 19. yüzyıl da tamamlamış olan devletlerdi. Şimdi bunlardan ikisi dışındaki ler, büyük devlet kategorisinden çıkıp normal boyutlu ulusal dev let durumuna geldiler. Ayrı tut tuğum o iki devlet ise artık “ bü
yük devlet” niteminin de üstün
de “ süper devlet” nitemiyle anı lır oldular. Bunlara “uzay çağı
devletleri” de denilebilir. Çün
kü uzay, gazete okuyan hemen herkesin bildiği gibi, günümüz de bu iki süper devletin, yani Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği’nin egemenli- ğindedir.
Sekiz yüzyıl yaşam ış
gibi____________________
Bu uzay egemenliği elektronik beyin sayesinde genişliyor. Çün kü bu buluş olmasaydı, insanoğ lu akılları durduran sonuçlara ulaşamazdı. İnsanın, kendisinin yarattığı mekanik “süper beyin” in egemenliğine girmiş gibi yaz gıcı bir görünümü var. Atom bombasının felaketinden ve ba rışçı yolda kullanılan atom ener jisinin gücünden söz etmek iste miyorum. Şimdi bunlar herkese doğal geliyor. Uzayın milyarlar ca kilometre uzağından yollanan resimlerin televizyon ekranında gözlerimizin önüne sergilenme sine de alıştık. Hastalıkların ön lenmesi veya iyileştirilmesi alan larında olağanüstü atılım ve iler lemeler de yine son yetmiş beş yılda gerçekleşti. Bunları geriye doğru derinlemesine, aşama aşa ma düşündükçe aklım duruyor. Yetmiş beş yıl, eskiden “ asır” dediğimiz “yüzyıl” biriminin üç çeyreğini oluşturuyor. Ama ba na sorarsanız, dünya olaylarının ve teknik buluşların getirdiği ye ni boyutlar karşısında seksen de ğil, sekiz yüzyıl yaşamış gibi du- yumsuyorum kendimi.
Sözünü ettiğim yılların benim için ayrı bir özelliği var. Şöyle ki, ben Türk vatandaşı olarak, ül kemizde ortaçağ ortamını, bir Türk ve dünyamızdan bir kişi olarak da atom ve uzay çağı or tamını yaşadım, yaşıyorum.
— Ortaçağ derken neyi düşü nüyorsunuz?
V ELİDEDEOĞLU — Bu so
ruyu bekliyordum. Çok iyi anımsadığımı az önce söylediğim son yetmiş beş yıllık dönemin başlangıcında, atalarımın kenti olan Çorum’da, gerek bireysel gerek toplumsal birçok konuda hâlâ ortaçağ yaşamı sürüyordu. Her iki veya üç aileden birinin evinde kesinlikle bir ahır vardı. Bunlarda araba çeken, binilen ya da süt veren hayvanlar beslenir- di. _____________________
OSMANLI’DAN
R L İ A N E l l E U P f ' I M l C l J
iiikvh
çeti
.\
kma
Ziya Gökalp ve Türklük bilinci
— 3 —
Örneğin 31 Mart 1909 ayaklan ması. Babam o günlerde pek ev den çıkmadı ve bizleri de çıkar madı. Eve onun bazı arkadaşla rı gelip gidiyordu; saraydan, Ab- dülhamit’ten, ordudan, isyan dan konuşuluyordu. Nice yıl sonra babam bana 31 Mart ola yını Abdülhamit’in tahttan indi rilişini anlatınca, kopuk kopuk dinlediğim o anılar bilinçli olarak, birbirine bağladım.
Dört yaşımda iken Mekteb-i Saadet adlı bir özel çocuk yuva sına giderdim. Dik yakalı ceket giyen, omzunda uzunca bir sırık taşıyan okul hademesi gelir, an nemin hazırladığı sefertasını sa pından omzundaki sırığa takar, bizimkine yakın on-oniki evi do laşarak benimle aynı yaştaki ço cukları toplar, Şehremini ile Cer rahpaşa arasındaki ana okuluna götürürdü. Orada bizlere birta kım ilahiler, kısa koşuklar ezber letilir, birtakım çocuk oyunları öğretilirdi. Okula başladığım gün evde yapılan törende anne min sessizce ağladığını da çok iyi anımsıyorum.
— O döneme ait başka anıla rınız?..
— VELİDEDEOĞLU — Ba
bamla birlikte 1910’da ailece Ço rum ’a gittiğimizi söylemiştim. İşte o sırada, daha yola çıkma dan önce bizi ziyarete gelen komşuların anneme “ Kuyruklu yıldızın kuyruğunun içinden dünya geçecekmiş ve ondaki zehir bütün insanları öldüre cekmiş” biçimindeki sözleri ni, annemin bunların akşam eve gelen babama söyleyince ba bamın “ Böyle saçma şeylere inanmayın, bu dünyaya daha önce de kuyrukluyıldız geldi, bir şey olmadı” dediğini, o zaman içimin ferahladığını çok iyi anımsıyorum. Çorum’a gider ken büyük bir gemiye binişimi zi, üç gün sonra kayıklara binip Samsun’a çıkışımızı da anımsı yorum.
— O yıllar yaşınız çok küçük ama, 1910 yılının İstanbul’unu anımsayabiliyor musunuz?
VELİDEDEOĞLU — Yaşı
mın çok küçük olması nedeniy le 1910 yıllarının İstanbul’unu, oradaki sosyal olayları tam ola rak değerlendirmeme olanak yok. Gördüklerimi daha sonra ki anılarımla bütünleştirerek an latabilirim. Ben o yaşlarda
“Cadde-i Kebir” denilen Beyoğ-
lu’ndan iki kez geçmişimdir. Za ten o caddeden öyle olur olmaz kişiler geçmezdi. Anımsadığım kadarıyla babamla beraber Be- yoğlu’ndan geçerken oradaki dükkânlar, büyük mağazaların vitrinleri hâlâ gözümün önünde dir. O dönemin İstanbul’unda atlı tramvaylar vardı. Henüz elektrikli tramvay başlamamıştı. Eğlence yeri olarak, halkın Çır pıcı çayırına pikniğe gittiğini anımsıyorum. Kuşdili çayırı da güzel bir eğlence yeriydi. Kurbağalı- derede kayıkla dola- şılırdı. Bir-iki kez orada kayığa bindik. O tarihte Meşrutiyet da ha yeni ilan edilmişti. Babamın arkadaşları coşkulu ve üstelik kültürlü kişilerdi. Babam, Ab-
dülhamit döneminde Trablus-
şam’a öğretmen olarak sürül müş. Oradan Diyarbakır’a atan mış. Babam, bazı belirtilerden,
yanı Balkan devletlerinin kıpır- danışından başımıza yakında kötü bir şey geleceğini sezinliyor du. Biz İstanbul’dan Çorum’a gittikten bir süre sonra Balkan Harbi koptu.
— Balkan Harbi koptuktan sonra?..
VELİDEDEOĞLU —
Ço-rum’daydık. İlkokulda “Rume
li’nin dağları var / Ne güzeldi, şimdi ağlar” diye türküler söy
lerdik. Hem söyler hem üzülür dük. Rumeli’yi kaybetmiştik. Evet çok iyi anımsıyorum. Son ra Edirne savunması... Şükrü
Paşa... Bunlar Balkan Savaşı’-
nın belki de tek tesellisidir. İlkokulda, sonraları ortaokul da, ümmetçi ve Osmanlıcı bir eği tim gördük. Örneğin tarih dersi şöyle başlardı:
“ Osman Gazi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigâr Gazi, Sul tan Yıldırım Beyazıt, Çelebi Sul tan Mehmet v b ...” Böylece, sı
rasıyla Osmanlı padişahları ez- berimizdeydi.
Din dersi de: “ Adem, İdris,
Nuh. Hut, İbrahim, İsmail
-vb...” Böylece peygamberleri sa
yarak ümmet tarihini (güya) öğ reniyorduk. Türk tarihi ve Türk lük bilincini ancak lise çağların da, kimi öğretmenlerimizden al dık. Daha önce hiçbir öğretmen bu bilinci vermedi bize. Çocuk luğumun o dönemleri çeşitli dü şünce akımları içinde geçti. An cak ben o dönemde bu akımları değerlendirecek durumda değil dim. Bunların nedenini sonraları öğrendim.
D üşünce diren işi ve
üm m etçilik direnişi
— Hocam, neydi bu akım? VELİDEDEOĞLU — Bu ha
reket milliyetçilikti. Ziya Gökaip ile birlikte Türklük bilinci ve Türkçecilik başlamıştı. “ Genç
Kalemler” in Türkçeciliği. Ar
dından direniş hareketi. İşte 31 Mart dediğimiz olay. Hareket Ordusu ve daha sonra İstanbul’ da Mahmut Şevket Paşa’nın öl dürülüşü. Onu ben Çorum’da babama gelen bir dergiden öğ rendim. Hâlâ unutamadığım bir olaydır. Katillerden birinin adı
Topal Tevfik’di. Mahmut Şev ket Paşa olayında hem düşünce
direnişi, hem de ümmetçiliğin di renişi yatıyor. Kısaca eylemli bir direniş. Abdülhamit’in baskı dö nemine özlem duyanlar, yani o dönemden çıkarı olanlar Türk çülüğü tehlikeli buluyorlardı.
Abdüllıamit de bunu tehlikeli
bulurdu. Osmanlı İmparatorlu ğumun dağılacağından korkar dı. O dönemde Bulgarlar mü kemmel bir milliyetçi. Bulgaris tan, OsmanlI’dan kopmamış. Yalnız Yunanistan bağımsızlığı nı ilan etmişti. Özellikle Araplar- da milliyetçilik bilinci uyanmış tı.
Ayrılmak istiyorlardı. Os- manlı İmparatorluğu küçülmüş tü ama Afrika’nın büyük bir bö lümüne sahipti. Türkün böyle ümmetçilikte kalması, Türklü ğün havada kalmasına neden ol du. Bugün bile Orta Anadolu’ da okumamış birine: “ Sen ne
sin?” diye sorarsanız “ Elham dülillah Müslümanım” yanıtını
alırsınız. “ Türküm” demez. Okumamış halk yığınları üm metçi kalmıştır. Türklük bilinci
Milli Mücadele’den sonra Ata
türk döneminde yerleşmeye baş
ladı. Zamanla anladım ki, hare ketlilik dediğim dönemde düşün cede olsun, eylemde olsun, bir oluşum vardı. Osmanlı İmpara torluğu artık bir çözülmenin eşi- ğindeydi. Osmanlı aydınları bu nedenle durum tartışması yapı yorlardı.
\
---:---Ih tila , i n k ıl a p ,
Cum huriyet yasak
— O dönemdeki siyasal hare ketin Çorum’a yansıyan ilginç yanlan neydi?VELİDEDEOĞLU —
Os-manlı aydınları bir çözüm arı yorlardı. Benim babam, hiçbir zaman politikaya karışmadı ama, ilericiliği tutuyordu. Daha önce söz ettim. Trablusşam’a
“ teezil-i rütbe” ile sürülmesinin
nedeni, tarih dersinde Fransız Devrimi’nden iki üç kelime ile söz etmiş olmasıdır. Fransa'nın krallıktan cumhuriyete geçişini anlatmış öğrencilerine. Sözlük lerde öyle sözcükler yoktu.
SÜRECEK
G I \ Ç HIFZI V E L D E T — A nkara’nın en sıkıntılı günleri. Milli Mücadelei
başlamak üzere. TBMM henüz toplanmamış. Ve 16 yaşındaki genç Hıfzı Veldet, o sıra Ankara Lisesi öğrencisi.OSMANLI’DAN
BUGÜNE/VELİDEDEOĞLU
h i k m e t<:Eii\KiYA
Düşm an
— 4 —
inkılap gibi sözcükler yasak, cumhuriyet gibi sözcükler kulla nılamazmış. Ben küçük yaşımda istibdat, meşrutiyet, hürriyet gibi sözcükleri öğrendim. Birinci Meşrutiyet’in parolası, Fransız Devrimi’nin parolasıydı: “ Hür
riyet, adalet, müsavaat, uhuv vet” . Çorum’a gelen bir dergi
den “ palikarya” sözcüğünü öğ rendim. Dergide “ İtalyan ma
karnacı palikaryaları” yazıyor
du. Çok iyi anımsıyorum, Trab- lusgarp’ı kaybettik. Ama ben
Mustafa Kemal’in Trablus-
garp’a gittiğini çok sonra öğren dim. Çorum’da o sıralar sadece
Enver lakırdısı geçerdi. Niyazi
Bey’le (Resneli) Enver’in yanya- na çekilmiş fotoğraflarını içeren kartpostalları görürdük. Bir de geyik vardı. Niyazi Bey’in geyi ğiymiş. Dağa çıktığı zaman, ya ni Meşrutiyet’in ilanından önce Abdülhamit’e başkaldırıp, dağa çıktığında tuttuğu ve evcilleştir diği geyikmiş bu.
Çorum’da babamla beraber ziyarete gittiğimiz bir Mevlevi şeyhi ve Mevlevi dergâhı vardı. Osmanlı döneminde sadece Kon ya’da ve İstanbul’da Mevlevilik vardı sanılır. Oysa, Türkiye’nin belli başlı merkezlerinde bir Mevlevi şeyhi bulunurdu. Ora da tarikat devam ederdi. Büyük kavuğuyla Mevlevi şeyhini çok iyi anımsıyorum. Bir de Hıdırlık denilen ziyaretgâhta, Abbas Efendi adında başka bir şeyh ya şardı. Bektaşi değil, sanırım Nakşibendiydi. İyice bilemiyo rum. Hıdırlık “yeşillik” demek. Şimdi orası hâlâ yemyeşil.
Yozgat’tan Çorum’a gelirken yol üzerinde, sağ tarafta, Erzu
rum Dede diye bir türbe bulu
nurdu. Güya dede çok uzun boyluymuş da, bu yüzden, san dukası altı arşın (dört metre) uzunluğunda yapılmış. Oraya
okuluyla
Y o z g a t’tayken,
Türk-Alman
ordularının
Bükreş’e girdiği
haberi geldi.
Biliyorsunuz,
Romanya, İngilizler
ve Fransızlarla
beraberdi. Bükreş
alındı diye bir
fener alayı yaptık.
Şehrin içinde
dolaşırken tutsak
îngilizlerin kaldığı
• yere gidip bağırdık.
Onlar ise bize
gülüyorlardı.
çiğdem toplamaya gider, onları demet yapıp anneme verirdim. Kurak aylarda Erzurum Dede’- nin arkasındaki namazgâh deni len tepeye büyükler yağmur du asına giderdi. Kurak aylarda biz, yani mahalledeki çocuklarla el ele tutuşur, gökyüzüne bakarak şöyle bağırırdık:
“ Yağmur yağ / Ekin bil / Tarlada çamur / Öküzlere ömür / Ver Allahım ver / Setlice, su luca bir yağmuuur...”
Bunlar, küçüklüğümün belir gin anıları.
Hıfzı Veldel Velidedeoğlu,
1914 yılında annesini yitiriyor. 1. Dünya Savaşı daha yeni başla mış. Anılarında yer eden Köse- dağı ve Çukurören köyü var. Çukurören’den Çorum’a içme suyunu varlıklılar atlarla getiri yorlar. Annesi ölmeden önce ba bası, hava değişimi olsun diye onu Çukurören’e götürüyor. Yolculuk atla oluyor. İki üzüm küfesini babası samanla
doldu-da gelir
ruyor. Küçük kardeşi Fahri ile artık büyümeye başlayan Hıfzı’- yı karşılıklı olarak küfelerin içi ne yerleştiriyor. Bir süre köyde kalıyorlar. Daha sonra yine an nesinin tedavisi için seksen kilo metre ötede bulunan Merzifon’a gidiyorlar. Merzifon’da Ameri kan Hastanesi’ni aıumsıyor. Ço- rum ’un “ bağdadi” denilen ker piç evlerinden sonra bembeyaz yağlı boyalı lojmanları ve küçük bir kilisesi bulunan Amerikan Hastanesi, küçük Hıfzı’ya hay li ilginç geliyor. Kafası karmaka rışık düşüncelerle dolu. Babası şöyle diyor oğlu Hıfzı’ya: --- V__
“D ü şm an h a sta n esi,
ok u lu y la da g e lir ”_____
— Oğlum, düşman her zaman topla tüfekle gelmez. Böyle has tanesiyle, okuluyla da gelir. Biz- ler bunları yapma merhalesine (aşamasına) gelmezsek sonumuz hiç iyi olmaz.
Amerikahar o yıllar yalnız hastanesiyle değil, okullarıyla, kısaca kendi kültürleriyle gelmiş ler Anadolu’ya. Sadece Merzi fon’da değil, Kayseri’de, Tar sus’ta ve Antep’te aynı yerleşi mi yapmışlar.
Anne ölünce, on bir yaşında ki Hıfzı ile altı yaşındaki Fahri, parasız yatılı olarak Yozgat’a gi diyor. Çünkü baba, iki çocuğa birden bakma olanağındım yok sun.
Çocukluk anılarında Velide-
deoğlu’nun özelikle Yozgat ko
nusunda ilginç gözlemleri var. O yıllar zil yok okullarda. Henüz Anadolu’ya elektrik gelmemiş, öğrenciler derse trampetle girip çıkıyorlar. İngiliz tutsaklarının barınması için pek çok ev boşal tılmış Yozgat’ta. O yılları şöyle anlatıyor Velidedeoğlu:
OSMANLI’DAN BIIGIINE /
HİKMET ÇETİSKAM
Mustafa Kemal Paşa Ankara'da
— 5 —
“ Birinci Dünya Savaşı sürü yordu. İngiliz tutsaklar, jandar ma gözetiminde bizim okulun önünden geçerlerdi. Biz de “ yu-
uu” diye arkalarından bağırır,
hatta onur kırıcı sözler söyler dik. Çünkü Ingilizleri en büyük düşman olarak görüyorduk. Dü şünüyorum da, birkaç yıl sonra Yunanlıları üzerimize saldırtan lar Ingilizler değil miydi? Hak kımız varmış çocukken öyle ba ğırmaya. Türk-Alman orduları nın Bükreş’e girdiği haberi gel di. Biliyorsunuz Romanya, İngi liz ve Fransızlarla beraberdi. Bükreş alındı diye biz fener ala yı yaptık. Şehrin içinde dolaşır ken, İngilizlerin kaldığı yere git tik. Bağırdık çağırdık, marşlar söyledik. Onlar ise bize gülüyor lardı. Yozgat’ta hiç unutmadı ğım bir Türkçe öğretmenimiz vardı; Lütfü Bey. Ona San Lüt
fü derlerdi. İstanbul’da okumuş
ve Yozgat’a dönmüş. Güzel re sim yapar. Osmanlıcayı çok iyi bilirdi. Ben ondan çok şey öğ rendim. “ Kaleme aldığınız bir
yazı, üzerinden yirmi dört saat geçmedikçe sizin olmaz” der, bir
mektubu bile, yirmi dört saat sonra bir kez daha okumadan postaya vermemeyi öğütlerdi. Benim yazar olmama büyük kat kıda bulunmuştur. 42 yıldır
Cumhuriyet’te yazabiliyorsam
ve eğer bunun bir sırrı varsa, onu
Sarı Lütfü Hoca’ya borçluyum.
Uzun yıllar sonra kendisini ziya rete gittiğimde doksan yaşınday dı. Beni tanıdı. Elini öptüm.
Çorum-Yozgat arası Anadolu yollarında dört yılımız geçti. Hanlar, at sırtları. Şimdi bunları uzun boylu anlatmama gerek yok” .
★ ★ ★
onuncu sınıfında öğrenciydim. Ama Mustafa Kemal Paşa adı nı daha Ankara’ya gelmezden önce Yozgat Lisesi’nde bulundu ğum sırada, 1916’da duymuş tum. Bir de şimdi adını hatırla yamadığım bir dergide Osmanlı paşası üniforması ile resmini görmüştüm. Altında Mirliva
ri bizim okulda yıldırım hızıyla yayıldı. Bunu duyunca sanki Pa şa doğrudan doğruya bize konuk geliyormuş gibi sevindik. Hemen müdür yardımcısına başvurarak O ’nu karşılamaya gitmek için izin istedik. “ Zaten mekteple gi
deceğiz. Ayrı izin olmaz” dedi.
27 Aralık 1919 günü büyük bir
Geriye baktığım zaman, Osmanlı
İmparatorluğunun nasıl yıkıldığını, yeni
Türk Devletinin nasıl kurulduğunu
gözleriyle görmüş, yaşamış bir insanın
heyecanını duyuyorum.
(Tuğgeneral) Mustafa Kemal
Paşa yazılıydı. Çanakkale’de
düşmanı yendiğini biliyorduk. Kurtuluş umudunu onda bulan birkaç arkadaşla birlikte O ’nun haberlerini büyük bir merakla iz liyorduk. Mustafa Kemal Paşa’- nın Sivas’tan yola çıktığı ve ya kında Ankara’ya geleceği
habe-sevinç, coşku ve telaşla hazırlan dık. Okul binasının aşağı holün de toplanarak sıraya girdik. An kara’nın dışında, O’nun gelece ği şoseye kadar gidip yolun batı kıyısında arka arkaya iki sıra ha linde dizildik. Ben ön sıraya düş tüğüm için çok sevinmiştim. Her yerde büyük bir kalabalık vardı.
Bizim okul öğrencilerinin sol yanında - birkaç gün son ra A n k ara’dan kaçtıklarını öğrendiğimiz- iki Fransız işgal subayı, at üzerinde yer almıştı. Birden yolu dolduran kalabalık ta bir kımıldama oldu. Başlar öne doğru uzandı, Mustafa Ke
mal Paşa ve arkadaşları bizim
bulunduğumuz yerden yüz adım kadar uzakta göründüler. Yürü yerek geliyorlardı. Yaklaştılar. Yanındakilerden yalnız Rauf
Bey’i -altında Hamidiye Kahra manı Rauf Bey diye yazılı
resimlerden- tanıyordum. Öbür lerinin hiçbirini bilmiyordum. Zaten gözlerimi Mustafa Kemal
Paşa’dan ve Rauf Bey’den ayı
rarak onlara bakamıyordum bi le. Bir ara soluma dönüp Fran sız subaylarına hınçla baktım. Kılıç ve meçlerini omuzlarına kaldırmışlar, selam vaziyeti al mışlardı” .
SÜRECEK
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs
1919’da Samsun’a çıkışını Yoz gat’ta öğreniyor küçük Hıfzı. Artık on beş yaşındadır. Onun cu sınıfa geçmiştir. İstanbul Hü- kümeti’nin bütçesi olmadığın dan Yozgat’taki yatılı okul kal dırılıyor, yatılı öğrenciler Anka ra’ya gönderiliyor. 1920 yılı An kara’sını yaşıyoruz Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu ile birlikte. Şimdi
isterseniz o yılları kendisinden dinleyelim:
“ Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilk gününden başlayarak bu sa vaş süresince Ankara’da ve Ana dolu’da bulunmak, benim için büyük bir talih eseri olmuştur. Geriye baktığım zaman, Osman lI İmparatorluğu’nun nasıl yıkıl dığını, yeni Türk Devleti’nin na sıl kurulduğunu gözleriyle gör müş, yaşamış bir insanın heye canını duyuyorum. Bu heyeca nın ya da coşkunun doruk nok tası, Atatürk gibi kendi çağına damgasını basmış evrensel bir adamı birkaç kez çok yakından görmüş olmaklığımdır. O ’nun 1919’da Ankara’ya gelişinde ve 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı iken yakından gördüklerimi kastediyorum.
Atatürk’ün Ankara’ya geldiği
OSMANLI'DAN B U G U N E / FELfl)
yaşında Meclis memurluğu
-
6
——Hocam, Mustafa Kemal’i gör düğünüzde nasıl bir duygu için deydiniz?
VELİDEDEOGLU—Çok se
vinçli ve mutluydum. Mustafa
Kemal Paşa üç beş adımda bir,
iki yana bakıp, sağ elini kaşına götürerek, selam veriyor ve ¿öy lece yol kenarına dizilmiş halkın alkışlarına karşılık veriyordu. Anafartalar Kahramanı, Erzu rum ve Sivas Kongreleri’nin ve Temsilciler Kurulu’nun başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’yı, kı sacası Yozgat’tan beri kendisini özlediğimiz adamı işte sonunda yakından görmüştüm. Bu karşı laşmada beni en çok etkileyen şey, bizim alkışımıza karşılık vermek için başını bizden yana çevirdiği zaman gördüğüm kes kin bakışlı çelik mavisi gözleri olmuştu.
M ustafa K em al P aşa
ok u lu m u za geliyor
O kulun bir bölüm ü
y a ra lılara ayrılıyor
na atılmaya hazır bir ruh haleti taşıyorduk. Mustafa Kemal Pa-
şa’nın okuldaki kısa konuşma
sı, coşkumuzu daha da biledi. 1920 yılı nisan başında okulu muzda genel sınavlar başlamış ve on beş nisanda tatile girilmişti.
Mustafa Kemal Paşa, mart ayın
da İstanbul’un işgalinden sonra bir kez daha okula gelip, bina nın durumunu incelemiş. Ben bunu göremedim.. Meğerse cep heden gelen yaralıları yatırmak için okulun bir bölümünü ayır mışlar. Zaten okul Ankara Nu mune Hastanesi’nin karşısında, şimdi Hacettepe Üniversitesi’nin bulunduğu yerde idi.
Paşa’nın Ankara’ya gelişin den birkaç gün sonra bir sabah okulumuzda bir haber yayıldı:
Mustafa Kemal Paşa o gün bi
zim okulu ziyaret edecekmiş. O andaki sevinç ve coşkumuzu an latmaya gücüm yetmez. Okula geldiğimiz zaman yanında bulu nanlardan sadece-okulumuza da ha önce de gelmiş olduğu için- Ankara Defterdarı ve Vali Vekili sakallı ve gözlüklü Yahya Galip
Bey’i tanıyordum. Okulun alt
kat holünde lise kısmı öğrenci lerini topladılar. Bütün müdür ve öğretmenlerimiz de oradaydı.
Mustafa Kemal Paşa geldikten
az sonra biz öğrenciler disiplini bozarak O’nun etrafında geniş çe bir yarım halka oluşturduk. Kendisinin bundan memnun ol duğu anlaşılıyordu. O gün Os manlI Devleti’nin “ İstiklal Gü
nü” olarak kabul edilen 620. yıl
dönümü olan 30 Aralık 1919 ta rihine rastlıyordu. Atatürk, kı sa bir konuşma yaptı. O zaman belleğimde yer eden konuşmanın metnini o gider gitmez defterime not etmiştim.
M ecliste m übeyyizlik
—Hocam, kısa bir süre sonra kurulan Mecliste memur olarakBu işe çok sevinmekle birlik te, “ Sınıf arkadaşlarımdan altı sı Kuva-yı Milliye’ye yazıldı, ya şım on sekizden küçük diye be ni almadılar, memur alırlar mı?” diye duraksadım. Şerafet- tin Ağabeyim, “ Şimdi fevkale- de bir durum bulunduğunu, ya şım küçük olmakla birlikte Sul tani Mektebinin on birinci sınıf öğrencisi olduğumu, memurluk için yaşa bakılmayacağını” bil
dirdi. Millet Meclisi’nde çalış mak, Mustafa Kemal Paşa ve ar kadaşlarını uzun süre çok yakın dan görmek tarihsel bir fırsattı. Gittik. Bana yarım sayfa kadar yazı yazdırdılar. Evrak Kalemi Müdür Yardımcısı Tevfik Bey bu kâğıdı aldı. Meclis Başkâtibi
Recep Bey’e (1946’da başbakan
olan Recep Peker) götürdü. Az
16 yaşını doldurmadan Milli Meclis’in evrak ve tahrirat kale mi mübeyyizi olmuştum. Göre vim başkâtip veya müdürlerce yazılan müsvetteleri temize çek mek, yani bugünkü daktiloların gördüğü işi görmekti. Temize çe kilecek kâğıt olmayınca boş za manlarımda bürodan ayrılıp doğruca on adım ötedeki Mec lis toplantı salonuna giderek gö rüşmeleri ayakta izlemekten bü yük zevk duyardım. Dinleyici lo casına çıkan merdivenin dibi be nim mekânım olmuştu. Şunu söylemeliyim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu görüşme leri dinlemek benim için bir üni versite bitirmek kadar yararlı ol muştur.
—Mustafa Kemal’le bir bayram kutlamasında karşılaştığınızı
İLK TBMM BİN A SI — 23 Nisan 1920 günü açılan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası yukarda görülüyor. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, henüz 16 yaşında bir lise öğrencisiyken Meclis’in açılışından 5 Ekim 1920'ye kadar burada çalışacaktır.
—Sayın Hocam, Milli Mücade le Anılannız’da yazdınız ama, “ Cumhuriyet” okurları için o yıllarda Ulusal Kurtuluş Savaşı’- na karşı bakış açınız, duyduğu nuz heyecan neydi, bir kez da ha anlatır mısınız?
VELİDEDEOGLU—O gün
lerin Ankara’sında Ulusal Kur tuluş Savaşı’nm coşkusu her ya nı sarmıştı. Biz “mektepliler”de ruhlarımız kurulmuş çelik zem berek gibi gergin, aynı savaş az mi içinde her an fırlayıp
düşma-göreve başlıyorsunuz sanırım? VELİDEDEOGLU—Ankara
Erkek Öğretmen Okulu’nda bi yoloji öğretmeni olan amca oğ lum Halil Şerafettin, bizim sı navların bitiminden birkaç gün sonra, yani 21 Nisan 1920 saba hı bizim okula gelerek beni bul du. “ Hıfzı, biz öğretmenler ye
ni açılacak Millet Meclisi’nde memur ve zabıt kâtibi olarak bü tün okul tatili boyunca çalışaca ğız. Mustafa Kemal Paşa böyle istemiş Meclis Başkâtipi Recep Bey adında bir erkânıharp za biti. Bizleri çağırdı. ‘Yazısı ve imlası düzgün, şayanı itimat kimseler tanıyorsanız getirin; da ha memura ihtiyacımız var’ de di. ‘Senin yazın güzeldir. Haydi gidelim’ önerisinde bulundu.
sonra Tevfik Bey çıktı. Recep
Bey’in bizi odasında beklediği
ni söyledi. Başkâtip Recep Bey,
Şerafettin ağabeyime dönerek
m emnunluğunu bildirdikten sonra, bana, “ Aferin küçük,
çok okunaklı ve güzel yazın var, seni mübeyyizliğe (müsvetteleri temize ‘beyaza’ çekme görevine) tayin ettim” dedi. “ Bana çocuk muamelesi yapıyor” diye içim
den kızdımsa da memur atandı ğıma sevindim.
yazmıştınız bir kez.
B ir üniversite bitirm ek
k ad ar yararlı iş
—Meclisteki bu ilk kısa süreli memurluğunuzda neler yapıyor dunuz?
VELİDEDEOGLU—Henüz
VELİDEDEOGLU—Evet, o
yılın Ramazan Bayramı haziran ayma rastlamıştı. Memurlar top lu halde Reis Paşa’ya bayram kutlamasına gidecekti. Boş olan toplantı salonundan geçerek, bi nanın öteki ucunda bulunan Re is Paşa’nın odasına girdik. Baş kâtip Recep Bey bütün memur ları birer birer tamtıyordu. Sıra bana gelince, “ Evrak mübeyyi
zi Hıfzı Efendi. Yazısı çok düz gündür” diyerek tanıttı. Reis
Paşa, benim de elimi sıktıktan sonra, “ Teşekkür ederim, mem nun oldum” dedi.
OSMANLI’DAN BUGÜNE /
VELİDEDEOĞLV
hikmet
çetînkaya
Müdürü şikâyet etmenin sonu sütlün
SÜRGÜNLER — Hıfzı Veldet, Ankara'dan Konya Lisesi'ne sürgün edilen (1920) beş arkadaşıyla bıı “sürgün hatırası" fotoğrafı çektirir. Üzerlerindeki bantta “Ankara’dan menfi; Konya ’y a ”, “İnkılap Hatırası”, 8 Kanunu evvel 1336"yazıları yer alıyor..
— 7
-Uçları sigaradan sararmış in ce parmaklı zayıf, biçimli elini sıkarken, yüreğim göğsümden dışarı fırlayacakmış gibi çarpı yordu. Çok kısa süren bu tören benim kutlamamdan sonra bit ti.
Bu kutlama, kalem müdür ve memurlarının Reis Paşa’yı ilk ve son kutlaması oldu. O tarihten sonra bayram kutlamalarına ka lem müdür ve memurları adına yalnız başkâtip Recep Bey gider di.
İlk ve son sürgün olay ı
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,TBMM’nin ilk açıldığı günden,
ve öğrencilerin istemleri yerine getirilmemiş. Elli öğrenciden di lekçeye ilk imza atan genç Hıfzı oluyor. Sonunda soruşturma açılıyor. Sorunlar çözülmediği gerekçesiyle ilk on iki öğrenci ikinci şikâyet dilekçesini bu kez Meclis Başkanlığı’na gönderdik leri için'Kastamonu ve Konya Liseleri’ne sürülüyorlar. Velide-
deoğlu’nun seksen yıllık yaşa
mında ilk ve son sürgün olayı böyle gerçekleşiyor.
Sürgün öğrenciler Ankara’ dan, trenle gidiyorlar Konya’ya. Üçüncü mevki kompartmanda sürgüne giden altı arkadaş. Marşlar söylüyorlar. O yıllar trenler odunla işliyor. Bu yüzden geceyi Eskişehir’de geçiriyorlar.
ğsSmm-te böyle bir ilginç olay yaşaya rak Konya’ya geldik. Birinci İnönü Zaferi kazanılmıştı. Ben Konya’yı Ankara gibi coşkulu bir havada bulmadım. Bizim okulun yanında hapishane binası vardı. Duvarlarında ise kurşun izleri. Delibaş isyanı yeni bastı rılmıştı. 1920 sonbaharında Milli Mücadele’ye karşı bir isyandı bu. Onun izleri hâlâ duruyordu.
Biz Ankara Lisesi’nin en ça lışkan öğrencileriydik. Konya’ da da bu başarımızı sürdürdük. Öğretmenler bizi hemencecik sevdiler. Kültürlü, ilerici bir Fransızca öğretmenimiz vardı. Konyalılar’ın kel şair dedikleri Haşan Rüştü adındaki edebiyat hocamızdan çok şeyler öğrendik.
yani 23 Nisan 1920’den başlaya rak, 5 Ekim 1920’ye değin ora da çalışıyor. Bu arada okulun ta tili bitiyor. İki seçenek arasında kalıyor. Ya memurluğu sürdüre cek, ya da öğrenimine devam edecek. Mecliste durumu iyi. Aylığı 6 liradan yedi buçuk lira ya yükselmiş. Öyle fazla bir gi deri yok. Ama liseyi bitirmek zo runda. Bir süre düşündükten sonra, istifa dilekçesini yazıyor ve başkâtip Recep Peker’e götü rüp veriyor.
Yıl 1920. Liseyi bitirmesine iki yıl kalmış. Elli arkadaşı ile bir likte okul müdürünü o dönemin Vlilli Eğitim Bakanı Rıza Nur’a şikâyet ediyorlar. Ali Haydar ıdlı müdür okulun disiplinini sevşetmiş. Yemekler bozulmuş
Konya’ya gidişlerinin ilginç bir noktası, Birinci İnönü Savaşı’n- dan önceki günlere rastlaması. Tren yolculuğunu ve o yıllara ilişkin olayları şöyle anlatıyor Hıfzı Veldet Velidedeoğlu:
“ Konya’ya giderken kom- partmana bir adam geldi. Yanı mıza oturdu. Sözü Çerkez Et- hem’den açtı. Çerkez Ethem o sıralar daha isyan etmemiş. Adam bizim sürgün olduğumu zu anlayınca başladı Çerkez Et- hem’in kahramanlıklarından söz etmeye. Arkadaşlar birbirimize baktık. Bu işte bir bit yeniği ol malıydı. Biz konuşmuyorduk. Adama politikadan anlamadığı mızı söyledik. O bize “ Siz sür günsünüz” dedi. Biz siyasi olma dığımızı anlatmaya çalıştık. İş
O yıllarda Babalık diye bir ga zete çıkardı. Gerçekten coşkulu yazılar yazardı. Ankara’da bu lunduğum sıralar Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ni okurdum. Bir de Eskişehir’den Yeni Dün ya adlı gazete gelirdi. Bu, bolşe- vikliği savunan bir gazete idi. O tarihte Sovyetler, Milli Mücade leye yardım ediyordu. Hatta bazılarının maaşı Rus altınlarıyla veriliyor diye kulağımıza gelirdi. Bunları o zamanki havayı yan sıtmak için söylüyorum. Daha sonra bu gazete kapatıldı. Gaze tenin sahibi Arif Oruç, İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Bunu sonradan öğrendik. Bunları an latmaktaki amacım şu: Atatürk tam bağımsızlık yanlısı bir kişiy di. Nasıl İngilizler’e ve
Yunan-lılar’a karşı tam bağımsızlık mü cadelesi yapıyorsa, Ulusal Kur tuluş Savaşı’mızda bize ekono mik yardım yapan Sovyetler’e karşı aynen tam bağımsızlık il kesini uygulamaktaydı. Örneğin, mecliste tanık olduğum bir olay var. Kâzım Karabekir Paşa Do ğu Cephesi Komutanı iken Sov- yetler’in bir telsiz mesajını yaka lamış, Meclis’e bildirmiş. Telsiz den çözülenler Meclis’te okun du. Verilen mesajda dünya mil letlerinin emperyalizm karşısın da mücadeleleri ve bağımsızlık larını savunmaları için çağrı ya pılıyor ve Sovyetler’in bağımsız lık mücadelesi veren ülkeleri des tekleyecekleri belirtiliyordu. Ben o gün yine Meclis’te görüşmele ri izliyordum. Bu sözleri millet vekilleri alkışladılar. Sovyetler dostumuz diye elbet. Meclis tu- tunaklarında da bu belge yer al mıştır. Çünkü uçan kuştan me det umuyorduk. Bütün dünya karşımızdaydı. Daha sonra iş de ğişti. Türkiye’nin komünistleşti- rilmesi için alttan alttan çalışma lar olunca, bir milletvekili de aralarında bulununca yakalandı lar ve İstiklal Mahkemesine ve rildiler. A tatürk’ün gerek Batı ya gerek Doğuya olan tutumun da sezgisi çok önemliydi. Bu ne denle Milli Mücadeleden sonra karşılıklı saldırmazlık anlaşma sı yapıldı Sovyetlerle.
Konya’yı anlatırken nerelere geldik. Konya’da hiç unutmadı ğım bir olay, orada bir resim atölyesinin bulunması. O res samdan ben de ders aldım. O yıl larda Konya gibi bir yerde res samın ne işi var diye hep düşün müşümdür. Acaba Milli Müca delenin istihbaratında çalışan bir görevli miydi? Resim yapmak ve resim dersi vermekle geçinilir mi hiç? Garibime gitmişti.
★ ★ ★
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na göre, Konya o yıllarda da tutu cu bir kent. Artık ulusal bağım sızlık savaşımızın en ateşli gün leriydi. Hıfzı Veldet hastalanıyor Konya’da. Üşütüyor ve zatürree oluyor. Doktor raporuyla tekrar Ankara’ya dönüyor. O dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver). Raporu doğ rudan bakana veriyor. Ankara Sultaniyesinde yeniden öğrenci lik yılları. Okulun müdürü değiş miş. Ceyhun Atuf Kansu’nun babası Nafı Atuf okula müdür olarak atanmış.
Daha sonraları Kayseri, Sam sun, Merzifon, Trabzon ve İşgal İstanbul’unu görüyor Hıfzı Vel det.
İşgal a ltın d a k i acılı İsta n b u l
O SM ANLIDAN BUG UNE /
VELİDEDEOĞLU
h i k m e t ç kU
n k a y î1921 yıllarının Trabzon’u. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Trab zon Lisesi’nin 12. sınıf öğrenci sidir. Belleğinde yer eden ilginç anıları arasında Sovyetler’in yaptığı liman, portakal bahçele ri, gençlerin kurduğu futbol ku lübü, Fransızca öğretmenlerinin “ Genç Anadolu” adıyla çıkar dığı dergi var. Bu dergide bir de şiiri yayımlanıyor genç Hıfzı’- nın.
1922 yılında liseyi bitiriyor ve Trabzon’dan gemi ile beş gün, beş gecede arkadaşı Yunus ile birlikte işgal İstanbul’una geli yor genç Hıfzı. Onsekiz yaşının içindedir. Çok küçükken ayrıl dığı İstanbul’a on iki yıl sonra dönmüştür.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ile söyleşimizin bu bölümü şöyle sürdü:
— 1922 yılının işgal İstanbul’ unu anlatır mısınız?
VELİDEDEOĞLU — Altı
yaşımda ayrıldığım İstanbul’a on sekiz yaşımda yeniden dönü yordum. Gemi ile geçerken Bo- ğaz’ın iki yanındaki güzellik çok çarpıcıydı benim için. İstanbul’a yaklaştıkça, sevincim artıyordu. Fakat yabancı savaş gemilerinin Dolmabahçe açıklarında demir lediğini görünce içime hüzün doldu. Sevincim üzüntüye dö nüştü. Atatürk, “ Geldikleri gi bi giderler” demişti. Bende o yü rek, deneyim ve olgunluk olma dığı için, “ Geldikleri gibi gider ler” diyemedim. “ Ne zaman gi decekler acaba?” diye kendi kendime sordum ve tasalandım. Hiç unutamadığım bir görünüm dü bu. Ertesi gün, Şehremini’- nde oturan dayımlara gittim. Şehremini ile Aksaray arası yan gın yeriydi.
İngiliz, Fransız ve İtalyan dev- riyelerine rastladığım zaman so kak değiştiriyordum. Gözlerim onları görsün istemiyordum. Bir gün Beyoğlu’ndan geçtim. Rum ların taşkınlıkları ve eski eğlen celeri sürüyordu. Kuşdili çayırı benim çocukluğumdaki gibi de
1922 İSTAN BU L'U — Genç Hıfzı Veldet, altı yaşındayken ayrıl dığı İstanbul'a i 8 yaşında döndü. Yukarda dayısının oğlu re onun kızıyla. Hıfzı Veldet işgal İstanbul'unda.
ğildi. Fransızlarla gezen Türk kızları ve kadınları görülüyordu. Halk bunlardan nefret ederdi. Çubuklu’da müzikli eğlence yer lerinden birinde yaşadığım bir olayı hâlâ unutamam. Subay olan dayımın oğlu Muammer ağabeyimle bir kez Çubuklu bahçesindeki gazinoya gittik. İki Fransız subayıyla iki Türk kadı nı geldiler. Orada oturan halk önce homurtu halinde protesto etti. Türk subayları da vardı. Baktılar olacak gibi değil, çekip gittiler.
Yabancı subaylara selam ver sinler diye Türk polislerine buy ruk verilmiş. Böyle durumlarla karşılaşmamak istiyordum. Ne rede o coşkulu Ankara, nerede işgal altındaki İstanbul! Haydar paşa’dan Pendik’e dek trenle gi
dip geldim. Beyaz boyalı köşk ler, bağlar, bahçeler arasından geçen trenler. Yeşilköy’de bir plaj açılmıştı. Bu plajın kadınlı - erkekli olması o döneme rast lıyor. Birlikte denize girme alış kanlığım beyaz Ruslar getirmiş lerdi. Ama İstanbul işgal altın da. Onu yaşamayan bilmez. Fransızlar edepsiz, İngilizler so ğuk, İtalyanlar ise biraz nazik. Ama yabancı işgali. Saygılısına da saygısızına da lanet olsun. Rumlar iyice şımarmışlardı. Yu nan bayrakları altında Beyoğ- lu’nda şarkılar söylüyorlardı. İs tanbul’un belli yerlerinde yapar lardı bu taşkınlıkları.
— Babıali basını nasıldı? VELİDEDEOĞLU — Milli
Mücadeleyi bir kısım basın des teklerdi. Akşam gazetesi okur
dum. Akşam Milli Mücadele’yi desteklerdi. Refı Cevat’ın Alem dar gazetesi, Ali Kemal’in Sabah gazetesi Milli Mücadele’ye kar şıydılar. Refik Halit’in Aydede adlı mizah dergisi o dönemde çıkmıştı. Orhan Seyfi şair olarak o dönemde parlamıştı. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanı yeni yayınlanmıştı. Bir çırpıda oku dum onu. Anlatım bakımından, eskiden okuduğum Halit Ziya’- nın romanlarına göre başka bir tadı vardı.
Benim İstanbul’daki en mut lu anım, 30 Ağustos 1922 zafe ridir. Haberi dört-beş gün son ra öğrendik. Akşam gazeteleri “ Türk orduları ilerliyor” diye manşet atmışlardı. Bazen bu ha berler Ingilizler’in sansürüne uğ rardı. Gazeteler boş çıkardı. Sonra Türk Ordusu’nun İzmir’e girdiğini öğrendik. Bu haberi de iki-üç gün sonra Muammer abi den aldım. İstanbul coşmuştu. Bu kez Beyoğlu’nda Rumlar’tn sesleri kesildi. Yunan bayrakla rı ile öbür yabancı bayraklar in di. Fener alayları ve yürüyüş ler... İstanbul gerçekten görül meye değerdi.
Genç Hıfzı, İstanbul’da An kara’nın özlemini duymaya baş lar. İstanbul’a dayısının yanına gelmesindeki amacı yüksek mü hendis okuluna gitmektir. Sınav lara girer ve okulu yatılı olarak kazanır. Ancak okul yöneticile ri o yıl bütçenin elverişli olma ması nedeniyle dışarıdan okula devam etmesi gerektiğini söyler ler. Genç Hıfzı’nın ekonomik durumu iyi olmadığı için Anka ra’ya dönmeye karar verir. Ön ce Samsun’a, oradan Çorum’a gelir. Babası Çorum’da memur dur. Bir süre yanında kalır. So nunda Ankara’ya döner ve Mec- lis’e başvurur. Kasım 1922’de Meclis kaleminde on bir lira ay lıkla çalışmaya başlar. 1929 yı lına dek bu görevi sürer. O dö nemde evlenir, çocuğu olur ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bi tirir.
Devlet din kurallarıyla yönetilmez
— 9 —OSMANLI’DAN BUG ÜNE /
VELİDEDEOĞLU
HİKMET ÇETİNKAY
4________________________
Burada hemen belirtelim,
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu
dönemde Atatürk devrimlerini yakından izleme olanağını bulur.
A tatürk H ukuk
M ektebi’ni niçin
açtırdı?
— Atatürk devrimlerinin halk katlanna yaygınlaştırılması süre ci nasıl gerçekleştirildi?
VELİDEDOGLU — Bu dev
rimler Atatürk’ün kafasında da
ha önce oluşturduğu bir plan ge reğince oldu. Bunu, O’nun Maz- har Müfit Bey’e yazdırdığı def
terden de anlıyoruz. Atatürk’ün Ankara’da yüksekokul olarak ilk açtığı kurum, Hukuk Mekte bi idi. iki yıl sonra bir yasayla fakülte adını aldı. Acaba niçin açmıştı Hukuk Fakültesi’ni? Mecliste muhalifler bunu engel lemek istiyorlardı. Ankara Baş kent olmuştu. Bu okul için ge rekçe olarak, “Büyük memur ve
hukukçu açığı var. Bunları yetiş tirmek gerekir,” deniliyordu. Atatürk hukuk ilkelerini benim
semiş bir kişiydi. 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Fakülte si’ni açarken yaptığı konuşma yı, daha önceleri bir yazımda be lirtmiştim, kısaca yine belirte yim: Atatürk bu konuşmasında
“ laiklik” ilkesini ortaya koyu
yor. “ Devlet ancak akılcı kural
larla yönetilir, din kurallarıyla değil,” diyordu. Önemli olan
buydu. Bunu laiklik biçiminde değil, hukuk devrimi biçiminde sunuyordu halka. Çünkü kolay değildi o dönemde bunları söy lemek. Cumhuriyet ilan edilmiş, Lozan Antlaşması yapılmıştı. Buna karşın “Şeriat hukuku kal
kıyor” şeklinde sunmuyor, “Ye ni hukuk ilkeleri geliyor” diyor
du. Doğrusu da buydu. Haklıy dı, çünkü Tanzimat’tan sonra zaten şeriatla bağdaşmayan hu kuk ilkeleri pekala konmuştu. Osmanlı döneminde artık şeriat mahkemelerinden başka Niza miye Mahkemeleri adıyla dinsel ve laik hukuku uygulayan laik mahkemeler kurulmuştu. Asıl yapılmayan bir şey ise, kişinin yaşamıyla ilgiliydi. Doğum, ev lenme, çocuk, mal, borç ve mi ras ilişkileri gibi. Tüm bunlarda Şeriat Hukuku yürürlükteydi. Mecelle de Şeriat Hukuku’na dayalı idi. Atatürk, Ankara Hu kuk Fakültesi’ni açmakla yeni hukuku yerleştirmek istiyordu. Burada asıl önemli nokta şudur:
Atatürk Medeni Kanunu kabul
etmekle, Borçlar Kanunu’nu ka- bu etmekle ve Mecelle’yi kaldır makla, hukuk alanında bir din reformu yapmıştı. Bu, temelde bir din reformudur. Gerici hoca ların Atatürk’e düşman olması nın başlıca nedenlerinden biri budur. İbadette değil ama dinin hukuk bölümünde reform yapıl mıştır.
M eclis’te hukuk
öğrenim i
— Siz Hukuk Fakültesi’nde
Mecelle okudunuz mu?
VELİDEDEOĞLU — Biz Mecelle okumadık. Öğrenci ol duğumuz yıl İsviçre Medeni Ka- nunu’nun çevirisinden Medeni Hukuk dersi gördük. Daha ya salaşmadan. 17 Şubat 1926’da yasalaştı. Biz 1925’te derslere başladık. Türkiye Büyük Millet Meclisi olan binada sabahları ders görüyorduk. Bize orayı ayırmışlardı. Memur olarak ça lıştığım Meclis binasında bir de hukuk öğrencisi olmuştum. 1925’te Meclis, Ankara Palas’- ın karşısındaki binaya taşındı. En büyük devrim benim kanım ca orada başladı. Arkasından Anayasa’ya giren devrimler gel di. Ekonomide altı ilkeden biri olan devletçilik Anayasa’ya gir di. Ardından kadro hareketi-. Kadro hareketi başlamadan ön ce ben Avrupa’ya gittim. Ama onu dışarıdan izleme olanağı buldum.
— Ya şapka devrimi?.. VELİDEDEOĞLU — Şapka
devriminin ilk günlerinde halk ne bulduysa onu giydi. Kış ay larında hasır şapka giyenler gör düm. Melon şapka giyenler de vardı. Bir karışıklık vardı ki sor mayın. “ Kafir olduk, gavur ol
duk” diyenleri gördük. Örneğin
benim amcam Çorum’da üç ay dağa çıkmış, dağlarda gezmiş şapka giymemek için. Şapka gi yerse gavur olacağını sanıyordu. Benim babam aydın bir kişi ol duğundan, hemen uyum sağla dı. Ben kendisine bir melon şap ka gönderdim.
Y azı ve
dil devrim i
— Sonra yazı devrimi geldi değil mi?
VELİDEDEOĞLU — Bu ka
rışıklık sürerken yazı devrimi geldi. Bütün resmi kuruluşlarda olduğu gibi, Meclis’te de sınav
açıldı. Ben kolaylıkla başardım. Çünkü lisede Fransızca okumuş tum. Bu sayede sıkıntı çekme dim. Ama çekenler oldu. Sonra halk okulları açıldı. Benim alt mış yaşındaki kayınvalidem o okullara gitti, yeni yazıyı öğren di. O dönemin en önemli bir ol gusu da Halkevleri’nin kuruluşu dur. Kasaba ve köylerde ise Halk Odaları açıldı. Atatürk’ün amacı halkı tabandan yükselt mekti. (Halkevleri’nin ve Köy Enstitülerinin kurulmasının da amacı buydu.) Sonra dil devri mi. Dil devrimi çok bilimsel bir girişimle başladı. Atatürk Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Dil devriminin amacı ümmetlik- ten ulusçuluğa geçişti. Bizim zengin, gelişmeye elverişli dilimiz var. Atatürk, basit Germen di linin bugün dünyanın ileri bir teknik diline dönüştüğünü, Os- manlıcanın da karma bir dil ol duğunu biliyordu; bu yüzden
kendimize özgü olan dilimizi ge liştirmek istiyordu. Hâlâ bugün bu devrimin sancısını çekiyoruz. Çünkü hâlâ ümmet aşamasından ulus aşamasına tam olarak geç tik diyemeyiz. Atatürk bu geçi şi gerçekleştirmek istedi ve bir ölçüde gerçekleştirdi.
Ondan sonra da Türk dilinin bağımsızlığı yolundaki gelişme aldı, yürüdü. Atatürk’ün dil devrimi bazı kişilerce küçümse niyor. Osmanlıcaya dönüş özle mi var. Çünkü Türkiye’nin, Os manlI’nın eski durumunu bilmi yorlar. Görmüyor ve incelemi yorlar. Sadece gericilerin kaba hati değil. Solcu geçinen bir kit le var, onlar da suçlu. Bunlar da Atatürkçülüğü yalnız küçük burjuva radikalizmi olarak nite lendiriyorlar. Atatürk devrimci liğini küçültmek istiyorlar. Hay di bakalım, baksınlar Arap dev letlerine; devrimi bir yana bıra kalım, biraz reform yapsalar ya.
— Avrupa’ya gidişiniz nasıl oldu?
VELİDEDEOĞLU — Dok
tora yapmak istiyordum. Açılan sınavlara girdim ve kazandım. Îstanbul-Paris arasında düzenli işleyen Doğu Ekspresi vardı. 1928 aralık ayının son günleriy di. Aynı sınavı kazanan sınıf ar kadaşım Cahit’le birlikte ikinci mevki kompartmanda İsviçre’ nin Lozan kentine kadar gittik. Lozan, sert bir kış geçiriyordu. Geceyi Lozan Oteli’nde geçirdik. Lozan Antlaşması beş yıl önce imzalanmıştı. Görüşmelerin ya pıldığı şatoyu gördük. Bina ka palı olduğundan içeri giremedik. İsviçre hap kadar bir ülke. Bir ucundan diğer ucuna trenle iki saatte varıyorsunuz. Arkadaşım
Cahit Oğuzoğlu ile birlikte ko
layca Freiburg kentine vardık. İstasyonda turizm bürosundan pansiyon adları aldık. Cahit’e güzel bir oda tuttuk. Aynı yön temle Neuchatel’de bana da bir pansiyon bulduk. Öğrenci aylı ğımız yüz yirmi Türk lirası kar şılığında her ay üç yüz İsviçre Frankı idi. Türkiye’den kitap ve üniversite harçlarını karşılamak için aylık da fazla gönderdikleri için maaşım üç yüz elli franka geliyordu. Bu yüzden para da bi riktiriyordum. Bugün bir İsviç re Frankı, ülkemizi yöneten eko nomi mühendisleri sayesinde yüz altmış Türk lirasına yükseldiği için, üç yüz frank şimdi kırk se kiz bin lira ediyor. Başka bir de yişle, 1928 yılındaki yüz yirmi li ramız, 1984 yılında kırk sekiz bin lira etmektedir. Bu nisan ayında böyle. Mayısta ne olaca ğı belli değil. Demek ki paramı zın değeri elli altı yıl içinde dört bin kat düşmüş.
İki yıla yakın bir süre
B e r lin ’de
— 1928 yıllarının İsviçre’si na sıldı?
VELİDEDEOĞLU — İsviçre
özgür bir ülke. Demokrasinin beşiklerinden biri. Orada bulun duğum üç buçuk yıl içinde, se çim toplantılarındaki sert konuş maları dinledikçe ilk zamanlar kavga edecekler diye korkardım. Alanın bir yanında sosyalistler, öbür yanında tutucular konuşu yordu. Konuşmalar oldukça ateşli ve sert. Alanın bir kenarın da polisler dizilmiş. İzliyorlar. İki grubun arasındaki uzaklık en fazla kırk metre. Ben, şimdi bu iki topluluk dağıldıklarında kav gaya tutuşacaklar diye endişe duyuyorum. Ama gayet serin kanlı, sanki biraz önce bağıran çağıran onlar değilmiş gibi, da ğılıyorlar. İsviçre polisi çok sert ti. Yasaları titizlikle uygular.
— İsviçre’den sonra Alman ya’ya gidiyorsunuz...
VELİDEDEOĞLU — Dok
tora tezim için Fransızca kay naklar yetişmiyor. İşte o zaman Almanca öğrenmeye karar ver dim.
SÜRECEK
YİNE A N K A R A 'DA — Yıl 1922. Hıfzı Veldet yine Ankara'da. Bu kez amcasının oğlu, öğretmen Halil Şerafettin ve kardeşi A r if Vel det 'le fotoğraf çektiriyor.
OSM ANLI’D AN BUG UNE /
VELÎDEDEOĞLU
hikmet
çetînkaya
ilk röportajım Yenigünde çıktı
— 10 —
Bunun için de Almanya’ya gitmeliydim. Ankara’ya bakan lığa bir dilekçe yazdım. Küçük bir üniversiteden daha büyük bir üniversiteye gitmem gerektiğini vurguladım. Berlin ya da Bonn Üniversitesi’ne, eğer olmazsa Zürih Üniversitesi’ne aktarılma mı istedim. Bakanlıktan olum suz yanıt geldi. Neuchatel’de bir gün Trabzon Lisesi’rtden arka daşım Tahsin Bekir Balta ile kar şılaştık. Balta üç ay kaldı, son ra Berlin’e gitti. O, İstanbul Üni versitesi hesabına okuyordu. Ya rıyıl (sömestr) tatilinde ben de bindim trene, doğru Berlin’e ha reket ettim. Bir pansiyona yer leştim. Almanca çalışmaya baş ladım. Tatil biterken öğrenci müfettişliğine gittim. Müfettiş
Cevat Dursunoğlu bana çok yar
dım etti. Daha sonra Ankara’ dan olumlu yanıt geldi. İki yıla yakın Berlin’de kaldım.
— Almanya ilginç bir siyasal yaşamın içindeydi o yıllar...
VELİDEDEOĞLU — Evet,
öyleydi. Orada kalmak isteme min nedeni, hem doktora tezimi Almanca hazırlamak, hem de Almanya’nın ilginç siyasal döne mini izlemekti. Merkez partileri koalisyonu iktidardaydı. Nasyo nal Sosyalist Parti gelişmiş, se çimlerde büyük oy almıştı. Sos yal demokratlar ve sendikalar gevşektiler. Bir türlü birleşemi- yorlardı. Komünist Parti gayet sağlam, sıkı duruyordu. Berlin’ de kaldığım 1931-33 yılları, siya sal hareketlilik açısından, ger çekten çok yoğun geçti. Buna Almanya iç politikasının en ha- eketli dönemi de diyebiliriz. Na- ’.iler artık oluşumunu tamamla nış, büyük parti olmuşlardı, ja z e te le ri “ Völkischer deobachter” adını taşıyor ve çok
satıyordu. En çok satan gazete lerden biri de “ Berliner Tageb-
latt” dı. Yahudi sermayesiyle çı
kan, özellikle ekonomi, sanayi ve borsa yaşamını yansıtan, bu konularda incelemeler yayınla yan bir gazeteydi bu. Bir de
“ Vossische Zeitung” adında,
sanat-kültür yaşamına yer veren, politik olayları yansıtan bir ga zete yayınlanıyordu.
N azi yanlısı bir a ilen in
y a n ın d a p a n siy o n er
Ben bir süre sonra pansiyon değiştirdim. Gazeteye ilan verip, başka bir pansiyon buldum. Pansiyoner olarak kaldığım ai
lenin biri kız, biri erkek iki ye tişkin çocukları vardı. Ailenin başkanı baba, Birinci Dünya Sa- vaşı’nı bildiği için, Türklere kar şı saygı duyuyor, bana karşı çok insancıl davranıyordu. Ama evin içinde zaman zaman gizli bir şey ler oluyordu. Aleyhime konuşu luyor sanıyordum. Bu ise benim hiç hoşuma gitmiyordu. Oğlan boş zamanlarında kayboluyor du. Kız da ara sıra kayboluyor du. Sonunda öğrendim. Aile Na zi yanlısıymış. Çocuklar da kam
pa, silahlı eğitime gidiyorlarmış. Babanın ufak bir imalathanesi varmış. Çamaşır asacak aletler, araçlar yapıp satarak ailenin ge çimini sağlıyormuş. O sırada Al manya’da irili ufaklı 34 siyasal parti vardı. Bu partiler birbirle- riyle kavga edip duruyorlardı. Oysa Almanya, Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, sömür gelerini yitirmişti; eski gücünü kazanması için toparlanması ge rekiyordu. Sanayi var ama, Fransa’ya ve İngiltere’ye büyük savaş tazminatı ödemek zorun da idi Almanya. Kısacası, eko nomik baskı altında bulunuyor
du. Hitler ise, Almanya’nın ge leceğini kendi iktidarında gören bir kişi ve aslında emperyalist. Germen ırkı diye bir şey tuttur muş. Balkanlar, Türkiye ve Sov- yetler onun yaşam alanı. Yani oraları sömürecek ve Almanya yükselecek. Nasıl Ingiltere, bir dönem, Hindistan’ı sömürüp yükselmişse, Hitler de aynı şeyi yapacak. Bunlar parti örgütle rinde, gençlik toplantılarında, milliyetçi duygular alevlendirile rek ortaya atılıyor. Ama
Hitler’-in önünde tek bir engel var. O da Yahudilik. Buna Yahudi ser mayesi diyebiliriz. Hitler’e göre Yahudiler bütün dünyayı deje nere ediyorlar, Alman ırkını bo zuyorlar. Tabii bu bozukluk ev lenmeler yoluyla oluyor, Hitler’e göre. Kısacası Almanya’nın ge leceği, arındırılmış Alman ırkın da yatıyor!...
— Hitler iktidara geldiğinde siz yine Almanya’daydınız değil mi?
VELİDEDEOĞLU — Ben 1933 martında ayrıldım Berlin’ den. 1939 şubat ayında yeniden geldim. Korkunç bir değişiklik
vardı. 1933’te Hitler iktidara gel diğinde ve Reichtag yangınında oradaydım. Biliyorsunuz, parla mento yangını bu. Hitler Başba kan, Hindeburg Cumhurbaşka- nıydı. Potsdam ’da bir tören ya pılmıştı. Cahit’le birlikte izledik.
Hindeburg’la Hitler otomobilde
yan yana oturmuşlardı. Hinde
burg Birinci Dünya Savaşı’nm
kahramanlarından, Çarlık ordu larını perişan etmiş bir mareşal.
Hitler ise Birinci Dünya Savaşı’-
mn bir onbaşısı. Kaderin cilve sine bakın siz.
— Ya Alman aydınları? VELİDEDEOĞLU — Genç
ler birbirleriyle çatışıyor. Üniver sitede, sokaklarda anarşi kol ge ziyor. Ünlü öğretim üyelerinin çoğu kaçmış. Bunlardan bazıla rı bize geldiler. İstanbul Üniver sitesi’nde birçoğu yıllarca ders verdi. Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı Yahudi kökenli değildi. Alman ırkındandılar. Ama Hit- ler’in düşüncelerine karşıydılar.
Hitler onları da tehlikeli bulu
yor.
O sırada Almanya’da tanık olduğum iki seçimin ilginç olay larını 1932’de “ Hakimiyeti
Milliye” gazetesine iki yazı ha
linde gönderdim. Basıldı.
— Gazeteciliğiniz ne zaman başladı?
VELİDEDEOĞLU — 1924
yılının mart ve nisan aylarında muhabir olarak Ankara’da Yu
nus Nadi Bey’in “ Yenigün” ga
zetesinde çalıştım. Gazetenin merkezi, Karaoğlan Çarşısına yakın, iki katlı bir binadaydı.
Yunus Nadi ve arkadaşları ikinci
katta otururlardı. Alt katta ise yazı işleri vardı. “ Yenigün” de iki röportajım çıktı. O yıllar mu habirlerin adları yazılarda kulla nılm azdı, sadece “ bir muhabirimiz” diye yazılırdı.
Ben Milli Eğitim Bakanı Vasıf
Çınar ve İmar ve İskân Genel
Müdürü İsmail Hakkı Bey’Ie rö portaj yapmıştım.
Bir de d ü şü n ce
ve kültür ya şa m ı
— Almanya’dan ne gibi ha berler gönderdiniz Hakimiyeti Milliye’ye?
VELİDEDEOĞLU — Anım
sadıklarım, seçimlerle ilgili ha berler ve partilerin birbirleriyle kavgaları. Ben Almanya’yı kül türüyle sevmiştim. Ezilmişliği ve Birinci Dünya Savaşı’nda orta ğımız olduğu için sempatim var dı.
SÜRECEK
-W**İ<İP
C U M H U R İY E T İN 4. Y I L I — Yıl 1927. Genç Türkiye Cumhuri yeti henüz dört yaşında. Genç Hıfzı Yeldet o yılın bir günü, babası ve erkek kardeşiyle birlikte.