• Sonuç bulunamadı

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Edebî Eserlerinde Eşya ve Hayat-Ölüm İlişkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Edebî Eserlerinde Eşya ve Hayat-Ölüm İlişkisi"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Elif Esra Önen

*

OBJECTS AND THE RELATION OF LIFE-DEATH IN THE LITERARY WORKS OF AHMET HAMDİ TANPINAR

ABSTRACT

Numerous articles had been written about Ahmet Hamdi Tanpınar, although it was ignored to reveals to addressing a review about his treatment on objects. In this study, it will be dealt objects in Tanpınar’s literary works contained in the relation with life and death. Tanpınar isn’t a writer whom seems to accept objects in the outward form, well objects make sense from the people’s perspective and represents those people in his works. In Tanpınar’s works, people have certain objects which have given emphasis from their owners. Trace the owners life of these persistent objects, eventhough they die, objects will exist for a lifetime. Death is the inevitable destiny of human. Yet, objects are inanimate things op-posing to life and to death. Tanpınar used some objects and works of art in order to perpetuate people on the face of death. Where he describes death, the objects were used to create a gloomy atmosphere. However, death ise the absolute end of human, while there is no death for objects. Therefore, death for objects takes place in the thought of people.

Keywords: Ahmet Hamdi Tanpınar, literary works, objects, life, death.

ÖZET

Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında pek çok makale yazılmış olmasına rağmen onun eşyayı ele alış tarzına yönelik herhangi bir inceleme yapılmamıştır. Bu

ça-Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 4, Ekim 2011, s. 145-168

(2)

lışmada, Tanpınar’ın edebî eserlerinde yer alan eşyaların hayat ve ölümle ilişkisi ele alınacaktır. Tanpınar, eşyayı görünen haliyle kabul eden bir yazar değildir; eserlerinde de eşyalar, kişilerin bakış açısıyla anlam kazanır ve o insanı temsil ederler. Tanpınar’ın eserlerindeki şahısların önem verdikleri belli başlı eşyaları vardır. Sahiplerinin hayatında iz bırakan bu eşyalar, onlar ölse de var olacaklar-dır. Ölüm insanın kaçınılmaz olan kaderidir. Oysa eşyalar, hayata ve ölüme karşı koyan nesnelerdir. Tanpınar eserlerinde kimi eşyaları ve sanat eserlerini, insanı ölüm karşısında ebedileştirmek maksadıyla kullanmıştır. Ölümü anlattığı yerler-de ise eşyalar kasvetli bir atmosfer oluşturmak için kullanılmıştır. Fakat insanın mutlak sonu ölümken eşyayı bekleyen bir ölüm yoktur. Bu nedenle, eşya için ölüm ancak insanın düşüncesinde yer bulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Ahmet Hamdi Tanpınar, edebî eserler, eşya, hayat, ölüm.

...

Edebiyat eserlerinde anlam doğrudan iletilmez, estetik bir bağlam oluşturulmak istendiği için eserlerde anlam dolaylı bir yoldan iletilir. Eserin vermek istediği bu anlamı iletmek için kullanılan unsurlardan bazıları da eşyalardır. Eşyanın iletmek istediği anlam, onun eserdeki diğer unsurlarla olan etkileşimiyle ortaya konur. De-koratif amaçlı kullanılan eşyalar olduğu gibi, yazının anahtar noktasını teşkil eden eşyalar da bulunmaktadır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın estetiğinde eşyanın önemli bir yeri vardır. Eserle-rinde ele aldığı her unsura rüya hâlinin ardından bakan Tanpınar, eşyayı da görünen haliyle değil; muhayyilesinde ona yüklediği anlamla kabul eder. Dış dünyaya, varlık-lara ve eşyaya, ruhun ve düşüncenin bir ürünü ovarlık-larak bakan Tanpınar’ın eserlerindeki eşyalar, hem Tanpınar’ın onlara yüklediği hayalî anlamla hem de ilişkide bulunulan eser kişilerinin bakış açısıyla bir anlam kazanırlar. Bir anlamda, Tanpınar eşya ile insan psikolojisi-nesne ilişkisini ortaya koymaktadır.

Tanpınar’a göre eşya, insanın bakışıyla anlam kazanır; insanı temsil eder. Tanpı-nar’ın anahtar kavramlarından olan eşya, insanla ilişkisi çerçevesinde değer kazandı-ğı için eşyayı insanın hayatı ve ölümüyle birlikte irdelememiz, eserlerindeki eşyaların sırrını ve simgesel değerini ortaya koymamızı sağlayacaktır. Tanpınar’ın eserlerinde, eşyaların insanla dolayısıyla hayat ve ölümle bağları hiç kopmaz. Eşyalar, ilişkide bulunulan kişilerin hayatlarını da etkilerler . İnsan nasıl yalnızca bir ‘şimdi’den (hâl) ibaret değilse, eşyanın da bir geçmişi, ânı ve geleceği vardır; bir geçmiş olarak eşya, maddî ve sosyal dünyayla ilişkili deneyimlerimizi, anılarımızı temsil eder; mevcut ân olarak mekânı yapılandırır.1 Tanpınar’ın eserlerindeki eşyalar, zamanda süreklilik

(3)

anlayışını sağlamaları bakımından da büyük öneme sahiptirler.

Tanpınar’ın eşyaya yüklediği değere ait çıkarımlarımızdan sonra edebî eserle-rindeki eşyaları hayat ve ölüm bağlamında ele alabiliriz.

EŞYA-HAYAT İLİŞKİSİ

Tanpınar’ın anahtar kelimelerinden kabul ettiğimiz eşyayı, bu bölümde beş ayrı başlık altında inceleyeceğiz. Burada, eşyanın zamanla ve Tanpınar’ın ‘rüya hâli’ adını verdiği durumla olan münasebetini; en az sahipleri kadar hayattan etkilenen eşyaların, sahiplerinin kişiliklerine olan etkilerini ele elacağız. Söz konusu etki, en çok “ayna” ve “saat”te ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda ayna ve saat, Tanpınar’ın imgeleminin temel unsurlarındandır.

Aynadaki Hayat

Tanpınar’da ayna sıradan işleviyle değil, anıları canlandıran bir bellek ve kaderi etkileyen/değiştiren bir unsur olarak karşımıza çıkar. Eserlerde, maziyi ve mazide ya-şamayı seven kişiler, maziyi hatırlattığını düşündükleri aynaları severler. Ayrıca Tan-pınar’da ayna daima sadece hatırası kalan güzel bir kadın hayali ile beraber anılır.2

Mahur Beste romanının başkişisi Behçet Bey’in evindeki ayna, yalı komşusu

Necip Paşa’nın hareminde kullanılmış bir aynadır. Necip Paşa’nın yalısının, cariyele-riyle Behçet Bey’in hafızasında önemli bir yeri vardır. Bu aynaya her baktığında o ca-riyelerin bir bakışını yakalayacağını düşünen Behçet Bey, aynanın soğuk parıltısında Necip Paşa’nın eşi Târıdil Hanımefendi’nin cariyelerinin hayalini bulmayı ister.3 Bu

aynada o güzel cariyelerden birinin görüntüsüyle karşılaşma ihtimali Behçet Bey’i heyecanlandırır. Hiçbir şey görememek düşüncesi ise onu yalnız kalma korkusuyla başbaşa bırakır. Behçet Bey, bu aynayı sever; fakat aynalarla hatırladığı kendi geçmi-şine karşı hesap vermek zorunda kalmaktan endişe duyar. Aynaların geçmiş zamanı geri getirmesinden korkan Behçet Bey, hükmedebildiği zamanı, dolayısıyla bu zama-nı gösteren saatleri sever.

Aynı şekilde ayna, Sahnenin Dışındakiler romanında da geçmişi hatırlatan bir unsur olarak kullanılmaktadır. Behçet Bey, romanının başkişisi Cemal’e bir gün bir ayna hediye eder. Bu ayna, romana adını veren Mahur Beste’nin sahibi Talât Bey’in

katkılarıyla), Ege Üniversitesi Yayınları, Edebiyat Fakültesi Yayın n. 161, İzmir, 2009, s. 188.

2 Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, 5. b., Dergâh Yay., İstanbul, 2006, s. 78. 3 Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste, 8. b., Dergâh Yay., İstanbul, 2007, s. 21-22.

(4)

aynasıdır. Böylece, Cemal de Mahur Beste’nin kaderine ortak olur. Başına gelen her talihsizliği, bu aynanın varlığına bağlayan Cemal, Talât Bey’e benzemek korkusun-dan ötürü “yaldız çerçeveli aynayı” kırmak ister.4 Cemal’e göre Sabiha’ya

kavuşa-mamasının sebebi de bu aynadır. Bu ayna, onun hayatının yönünü değiştirmiştir.

Huzur’un başkişisi Mümtaz da bir aynayla kaderi değişenlerdendir. Mümtaz ve

Nuran, bir gün eski bir köşkü gezerler. Duvarlardaki aynalar karşısında Nuran ken-disini seyrederken Mümtaz da onu bir eski zaman dilberi olarak hayal eder ve bu esnada Nuran ve Mümtaz, aynalardan birinin önünde ilk kez birbirlerini öperler. Bu durumu unutamayan Nuran, Bursa’yı gezme isteğini hatırlattığında; Mümtaz’ın “Gi-delim… daha mevsim geçmedi.” diyerek kabul etmesine rağmen Nuran’ın bir mimik hareketinden şu mânâ sezilir:

Bu şartlar altında kabil mi?.. (…) Biz bir mazi aynasında öpüştük… hiçbir isteğimiz

kolay kolay yerine gelemez…5

Nuran’a göre önünde birbirlerini öptükleri o ayna, ikisinin hayatında çok büyük bir engel oluşturmaktadır. Nitekim iki âşık, romanın sonunda birbirlerine kavuşamaz-lar. Burada da ayna, roman kahramanlarını ayırıcı bir unsur rolü oynamaktadır.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün başkişisi Hayri İrdal ise aynaya baktığında

ço-cukluğunda hayatına giren ve onu etkileyen insanların çehrelerini kendi çehresinde görür; bazen Seyit Lütfullah, bazen Abdüsselâm Bey, bazen ustası Nuri Efendi, bazen de babasını kendisinde görür:

Onlar benim örneklerim, farkında olmadan yüzümde bulduğum maskelerimdi. Zaman

zaman insanların arasına onlardan birisini benimseyerek çıktım.6

Bu durum, İrdal’ın kendisine bir imaj oluşturma probleminin göstergesidir. Zira ‘örneklerim’ diyerek adlandırdığı bu dört şahsiyeti benimseyerek toplum arasına on-ların maskeleriyle katılmaktadır. Burada ayna İrdal’ın geçmişini hatırlatan bir bellek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tanpınar’ın dört romanında aynalar, eser kişilerinin hayatlarını değiştirici et-kisiyle karşımıza çıkmaktadır. “Ayna”, Tanpınar’ın şiirlerinde de en sık kullanılan imgelerdendir. Yine şiirlerinde de, romanlarında olduğu gibi ayna, anıları canlandırı-cı unsur olarak öne çıkmaktadır. Ece Korkut, Tanpınar’ın ‘ayna’ imgesine yüklediği işlevi şöyle ifade eder:

(…) bildiğimiz tek dünya olan bu dünyayı Tanpınar, şiirlerinde aynanın öte yanından

4 Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, 7. b., Dergâh Yay., İstanbul, 2005, s. 260. 5 Tanpınar, Huzur, 9. b., Dergâh Yay., İstanbul, 1999, s. 242.

(5)

bakarak anlatmaktadır; aynasına yansıyan şeyler ya yarı düşsel anılar, ya da silik hayal-lerdir. Dolayısıyla Tanpınar’ın “ayna”sı, gündelik gerçeklikteki yansıtma görevinden ol-dukça uzaklaşarak, daha çok anıların canlanması ânını başlatan bir kavrama dönüşmek-tedir, diğer bir deyişle, ayna, bellek işlevi yüklenmektedir: geçmişi yineleyen ve hayâl üreten bir bellek, /ben/in belleği. Böylece aynaya bakan /ben/, her defasında kendisi ye-rine, /sen/i görür ya da arar. Diğer taraftan aynanın sır kısmı, Türkçe’deki iki anlamı da kapsayarak, /gizemli bir öte/ kavramını çağrıştırır; bu /öte/ ise Tanpınar için kâh rüyânın ötesi olan yarı uyanıklık hâli, kâh hayatın ve ölümün ötesinde yer alan masalsı bir evren

olarak somutlaşır.7

Tanpınar, ‘ayna’ imgesini “Sabaha Karşı”, “Sesin”, “Güller ve Kadehler”, “Ayna”, “Mavi, Maviydi Gökyüzü”, “Gül” şiirlerinde kullanmıştır. “Sabaha Karşı” şiirinde ‘ayna’, şairin kendi ‘ben’ini ifade eder:

Bir kadın başı duvardan Uzanmış gülüyor bana, Gülüyor ta uzaklardan

Sabahın boş aynasına.8

Şiirde bir simetri bulunmaktadır. “Sabahın boş aynası”, şairin ‘ben’iyle özdeş-leşmektedir. Şairin “boş” olarak nitelediği, kendisidir; kendi anlamsızlığı, boşluğu ve yalnızlığıdır. Şairin gördüğü duvardan çıkmış bir kadın başı ise Tanpınar’ın rüya hâli dediği gerçekle düşün birbirine karıştığı anlardan birinde görülen hayaldir. Rüya hâli, musiki ile birleştiğinde Tanpınar’ın mekânla, eşyayla içten bir şekilde kaynaşmasını sağlayan durumdur. Sevgilinin sesinin bir musiki gibi dalgalanışının anlatıldığı “Se-sin” şiirinde ise ‘ayna’, sınır anlamı taşır:

Sonra irkilirim birden Bittiği an bu rüyanın, Geçmiş gibi, farketmeden

Öbür yüzüne aynanın…9

Şiirde ‘ayna’ hem düşle gerçeği hem de iki ânı birbirinden ayıran sınırdır. Şair, aynanın öbür yüzüne geçerek hayatı bırakıp ölüme, ölmüş olan sevgiliye kavuşmak-tadır. “Güller ve Kadehler” şiirinde de ‘ayna’, kadın hayalini çağrıştırır:

İster bir bahar olsun günlerin; Bir esneyişinde yorulmuş tenin, Silinir aynadan her nazlı hayal,

Arzuların sana ördüğü masal.10

7 Ece Korkut, “Tanpınar’ın Şiir Dili ve Evreni”, Edebiyat Fakültesi Dergisi/Journal of Faculty of

Letters, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı/Number 1, Haziran/June, 2009, s. 131.

8 Tanpınar, Bütün Şiirleri, “Sabaha Karşı”, 6. b., Dergâh Yay., İstanbul, 2000, s. 27. 9 Tanpınar, Bütün Şiirleri, “Sesin”, s. 35.

(6)

“Ayna” şiirinde ise ‘ayna’ imgesi, denizi ifade etmektedir: Derin sularında bu ayna her an

Senden bir parıltı aksettirecek, (…)

Hep bu aynadasın artık kış ve yaz

Mavi sularıyla arkanda Boğaz11

Şair, sevdiği kadını zaman dışına çıkararak bir ayna gibi hayal ettiği denizin sularında onun hayalini hatırlar. Yahya Kemal’in “Ses”, “Geçmiş Yaz” ve “Hatırla-tan” şiirlerinde de su, Tanpınar’daki ayna gibi bir bellek işlevi görerek geçmişin ve hatıraların taşıyıcısı olmaktadır.12

“Mavi, Maviydi Gökyüzü” şiirinde ise ‘ayna’, zamanı belirtir: Birden gülümseyen yüzün

Sabahların aynasında Ve beni çıldırtan hüzün

İki bakış arasında.13

Şair, aynaya baktığında sevgilinin gülümseyen yüzünün ardında zamanın izlerini anımsatan acıyı görür. “Gül” şiirinde ‘ayna’, gökyüzündeki yıldızların yansımasıdır:

Yıldızların tuttuğu ayna, ezelî aşka, Bir sır gibi hayattan ve ölümden öteye

İlk arzunun toprağa mal olmuş lezzetiyle…14

Tanpınar, yıldızları birer aynaya benzeterek onların parıltısını bir aynanın ışığı yansıtması olarak görür. Tıpkı aynanın yüzeyindeki sır gibi biri gösteren, diğeri giz-leyen yanlarını ifade ederek aynanın dolayısıyla yıldızların bir yüzünün hayatı, diğer karanlık yüzünün ölümü işaret ettiğini anlatarak kâinatın gizemine dikkati çeker.

Yaptığımız incelemeye göre Tanpınar’ın edebî eserlerinde ayna genel olarak bir bellek görevi üstlenerek anıları hatırlatan, geçmişin taşıyıcısı ve devamlılığı sağlayıcı bir unsur olarak değer kazanmaktadır.

11 Tanpınar, 2000, age., s. 45.

12 Özlem Nemutlu, “Yahya Kemal’in Şiirlerinde Maziye Dönüş Vasıtaları”, İstanbul Yahya Kemal

Enstitüsü Mecmuası V, İstanbul, 2008, ss. 397-408.

13 Tanpınar, 2000, age., s. 46. 14 Tanpınar, 2000, age., s. 55.

(7)

Âna Hükmetmenin Sırrı: Saatler

Tanpınar’da ayna, geçmişi ve geçmişin hayalini hatırlatan bir eşya iken, saat, zamanı tespit eden bir araç olmasının yanı sıra bir kültür birikiminin simgesidir. Ay-nalar geçmişi olduğu gibi hatırlatırken saatler ise şimdiyi yönlendirmenin aracı ol-dukları için önemlidirler.

Saat ve dolayısıyla zamanın kendisi, Tanpınar’ın üzerinde önemle durduğu bir meseledir. Zamanı eserlerinde bir problem olarak ele alan Tanpınar’ın kendisinin de zamanla bir problemi vardır. Kendi iç zamanı ile dış zaman arasında bir uyum sağlayamayan, eşikte kalan, etrafına bir rüya hâlinin ardından bakan Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında/ Yekpâre geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında” derken, Bergson’un zaman anlayışını hatırlatır. Eserlerinde de zaman, bu bakış açısıyla ortaya konmuş bir problemdir.

Tanpınar, şiir ve sanat algısında Bergson’un zaman anlayışının etkisindedir. Böylece Bergson’un ‘geçmiş-şimdi-gelecek’ten oluşan üçlü zaman telakkisini be-nimser; zamanı, geçmiş-yaşanan ân-gelecek olarak birlikte ve tek bir bütün olarak idrak eder.

Bergson’a göre, saat ve takvime hayatını mahkûm eden dünya yanlış yoldadır. Tanpınar da zaman meselesine bu pencereden bakan bir aydındır. Tanpınar’ın ‘za-man’ı, Bergson’un ‘süre’ dediği kavrama denk düşer. Süre yerine zamanı tercih eden Tanpınar, Proust’un zaman kavramından bu adı alır, bu kelimeye Bergson’daki anla-mı yükler. Marcel Proust’ta da geçmişe hep özlemle bakılır. Bu bakımdan iki yazarda da geçmiş her an hatırlanır. Fakat Proust geçmişi, kendi çocukluğuyla sınırlarken Tanpınar için medeniyetin geçmişi ve devamlılığı önem kazanmaktadır.

Tanpınar’ın eserlerinde ânı yaşamayı seven kişiler, o âna hükmetmeyi sağlayan saatleri severler. Hükmedebildiği zamanı ve onun göstergesi saatleri seven Behçet Bey’in hayatı, “kendi ömrüyle bir taraftan bağlanan şeyler” ve “ona yabancı olanlar” diye ikiye ayrılır.15 Behçet Bey, odasını kendi ömrüne ilişkin eşyalarla doldurmuştur,

bu eşyalar arasında saatlerin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Yalnız geçen ömrünün tek avuntusu saatleri ve kitapları olan Behçet Bey için eşyalarının, canlı varlıklardan farkı yoktur; hatta saatleri, ciltlediği kitapları, ona çevresindeki insanlardan daha yakındır:

Eski saatler bakılması, iyileştirilmesi lâzım gelen temiz yüzlü, iyi yürekli hastalardı ve

kitaplar, iyi ciltlenince, birdenbire gençleşiyor, güzel giyinmiş kadınlara benziyorlardı.16

Böyle bir yığın eşya, Behçet Bey’in dünyasının merkezidir. Bu nedenle, onun

15 Tanpınar, 2007, age., s. 13. 16 Tanpınar, 2007, age., s. 15.

(8)

için “hayatın en mânalı tarafı bu cins eşya arasında geçirilen zaman”dır.17

Tanpı-nar’a göre eşya, insanla hayat bulur; insansız eşya ise uykusunu uyur. Behçet Bey’in eşyaları da onunla birlikte hayat bulurlar. Tanpınar bütün eserlerinde bir bütünlük peşindedir, bu bütünlüğü sağlayan “yekpâre zaman”ı ve onun ortaya çıkaracağı “iç insanı” arar.18 Behçet Bey’le özdeşleşen tüm bu eşyalar, onun geçmiş ve şimdiki

za-manlarının bütünleşmesini sağlayan zaman parçalarıdır. Tanpınar’da geçmiş, şimdiyi ve geleceği kurmak için kullanılır.

Tanpınar’a göre Osmanlı medeniyetinde, Tanzimat devrinden sonra yüzünü Ba-tı’ya dönen toplumda yaşanan kırılma, zamanda sürekliliğin de bozulmasına neden olmuş; mevcut zamanla geçmiş zaman arasında bireyin kendisini bütünleştirip ma-ziyi geleceğe taşımasında problemler meydana gelmiştir. Bergson’un “zamanların iç içeliği” (durée/süre) dediği, Yahya Kemal’de de karşımıza çıkan bu kavram, geçmişe duyulan özlemin mekân ve zaman yoluyla ifadesidir. Fakat bu kavramla geçmişe körü körüne bir bağlılık ve geçmişten kopamamak değil; geçmişi bugünde yaşamak özlemi baskın gelmektedir. Tanpınar’a göre zaman tarafından kutsanmış olan eşya, ölümsüzlüğe ulaşır. Eşya ancak insan elinde insansı nitelikler kazanır. Genelde insan-lar, eşyayı pasif olarak görürler. Oysa eşya, eskidikçe değer kazanır, sahibinin yaşam öyküsüyle bütünleşip özel bir varlık hâline gelir ve bir sembol niteliği kazanır.19

Beh-çet Bey’in odasında bulunan, babasının “alaturka ve alafranga zamanı beraberce gös-teren pusulalı, takvimli büyük cep saati”,20 Tanpınar’ın vurgulamaya çalıştığı kültür

birikiminin, dolayısıyla sürekliliğin, yekpare zamanın simgesi niteliğindedir. Behçet Bey, bu saati ve daha nice eski saati hâlâ odasında tutar. Nitekim babasının saati, Osmanlı medeniyetinin son yıllarına tanıklık etmiş ve Behçet Bey’in ailesinin “şöyle böyle yüz, yüz yirmi yıllık bir ömrünü” kaydetmiştir.21 Eski eşya tutkunu Behçet

Bey için bunun gibi eski saatlerin tik taklarını dinleyerek uyumak pek çok mutluluğa eştir; çünkü o, hükmedebildiği zamanı gösteren saatlere hayrandır. Kaldı ki eşi Atiye Hanım bile Behçet Bey’i saatlerinden ve kitaplarından bir an olsun alıkoyamadan ölmüştür.

Zaman, bir problem olarak en çok Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında karşı-mıza çıkar. Bu romanıyla Tanpınar, yaşadığı dönemde, dünya edebiyatıyla aynı anda zaman problemini ele almaktadır. Zira Bergson’un zaman algısı bu sırada tüm dün-yada tartışılmaktadır.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında en geniş mekân Türkiye’dir ve toplu-17 Mahur Beste, s. 16.

18 Erol Köroğlu, “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Zaman Anlayışı”, Cogito Zaman: 12’ye 1 Var, YKY,

İstanbul, 1997, S: 11, s. 203.

19 Bilgin, age., s. 2-3. 20 Tanpınar, 2007, age., s. 24. 21 Tanpınar, 2007, age., s. 24.

(9)

mun, hayatını yönlendiren saatlere ayak uydurma problemini işleyen yazar, anlatısını hicve ve ironiye taşır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü tarzında bir kuruma toplumun gös-terdiği ilgi, yazarın hicvinin temel noktasını oluşturur. Romanda Tanpınar, Batı’da insanın ölümlülüğü, Tanrı’nın ölümsüzlüğü üzerinden yürüyen zaman anlayışını ön plana çıkararak kendi toplumunun da zamanda sıkışmışlığını eleştirir. Çünkü toplum-sal olarak bir zaman, nesnel zaman varken bireyin iç-öznel zamanı göz ardı edilmek-tedir. Böylece kendi iç zamanı ile dış zaman arasında uyum sağlayamayan bireyler ortaya çıkmaktadır. Etrafına bir rüya halinin ardından bakan Tanpınar da kendi arada kalmışlığını eserlerine yansıtmaktadır.

Hayri İrdal’ın hayatını değiştiren şey, bir doğum gününde dayısının hediye ettiği kol saati olur. Bu saat, onun başıboş hayatına bir düzen getirir. Asıl hürriyeti ona çok sevdiği sokak değil, bu saat verir.22 Hayri, saati hediye aldığı o günü asıl doğum tarihi

olarak kabul eder. Bu saat, gördüğü ilk saat olmamasına rağmen kendisine ait olu-şuyla Hayri’nin diğer oyuncaklarını, vakit geçirdiği her şeyi bırakmasına neden olur. Ayrıca bu saat sevgisi, onun, ustası Nuri Efendi ve Halit Ayarcı’yla münasebetlerinin kaynağı olur. Hayatında saatin büyük önemi olan İrdal, toplumun eski hayatında da saatin etkileyici bir rolü olduğunu düşünür:

Herkes bilir ki, eski hayatımız saat üzerine kurulmuştur. Hatta sonraları Muvakkit Nuri Efendi’den de öğrendiğime göre Avrupa saatçiliğinin en büyük müşterisi daima Müslü-manlar ve onlar içinde en dindar olan memleketimiz halkı imiş. Günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadet saatle idi. Saat Allah’ı bulmanın en sağlam

çaresi idi ve bu sıfatla eskilerin hayatını idare ederdi.23

Saatle Müslüman halkın bağına dikkati çeken Hayri’nin ailesinin hayatına da bir saat damgasını vurmuştur. Hayri’nin babasının dedesi, bir cami yaptırmak ister ve öncelikle camiye koyacağı bir duvar saati, sonra da hasırlar, kilimler, yazı levha-ları ve kandiller satın alır. Fakat ömrü vefa etmeyince cami tamamlanamaz, “büyük ayaklı duvar saati” ile birlikte diğer eşyalar, Hayri’nin babasına miras kalır.24 Kendi

hâlinde çalışan, bazen çalan, uzun zaman ses çıkarmayan bu duvar saati, Hayrilerin komşusu İbrahim Bey’in öldüğü gün birdenbire çalmaya başlayınca bütün aileyi bir korku sarar. Annesi bu saate, “Mübarek” adını koyarken babası “Menhus” der.25

Böy-lece bu ayaklı duvar saati, ailenin simgesi haline gelir.

Saatleri Ayarlama Enstitü çalışanları ‘Saat Sevenler Cemiyeti’ni kurduklarında “Mübarek” de orada bulunur, fakat bu o eski saat değildir. Cemiyetin başkanı olan Hayri’nin halası Zarife Hanım, yeni bir saati “Mübarek” diye tanıtır. Hayri İrdal’ın

22 Tanpınar, 2005b, age., s. 23. 23 Tanpınar, 2005b, age., s. 24. 24 Tanpınar, 2005b, age., s. 24. 25 Tanpınar, 2005b, age., s. 28.

(10)

deyişiyle zenginlik ve para, “Mübarek”in de değişmesinde rol oynamıştır. Eşyalar, istikrarlı bir benlik kavramına sahip olmamızı sağlayan temel kaynaklardır, diyen Nuri Bilgin’in söz ettiği istikrar26 Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının kişileri ve

eşyaları için geçerli olmamış; bu istikrarsızlık, aile yadigârı “Mübarek”i de değiştir-miştir. Bu yeni saatle Hayri’nin ailesinin geçmişi yeniden kurulmaya, ailenin eskiden de zengin olduğu gösterilmeye çalışılmış; böylece saat, hayatı ve belleği yeniden kurmak için bir araç olarak kullanılmıştır.

Tanpınar’ın eserlerinde saat genel olarak, şimdiki zamana hükmetme aracı ola-rak ya da yazarın vurgulamaya çalıştığı döneminin zaman algısı problemini, insanla-rın zaman kavramı etrafındaki sıkışmışlıklainsanla-rını ifade etmek amacıyla kullanılmıştır.

Eski Eşyalar ve Süreklilik

Tanpınar’ın devam düşüncesine sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtmiştik. Onda devamlılığı sağlayan şey ise geçmiş özlemi değil, yaşadığı ânın geçmiş yüklü olma-sıdır. Eserlerindeki eski eşyalar da birer baba yadigârı değil, zamanın somutlaşmış sembolleridir.27 Tanpınar’ın eserlerini, eski eşyaların birer zamanın kırıntısı olduğunu

hatırdan çıkarmadan okumak gerekir.

Mahur Beste romanında, Behçet Bey’in babası İsmail Molla, yemek odasında

bulunan ve yıllar önce kazasker olan dedelerinden birine hediye edilen avizeyi bir gün kaldırmak ister; fakat ağabeyi “yüz elli yıllık” bu avizenin kaldırılmasına razı olmaz: “Bırak kalsın, eşyanın da bizde bir hakkı vardır. Bu evde hiç kimse onun ka-dar yaşamadı.”28 diyerek Molla’ya engel olur. Kaldırmak istediği eski avize, İsmail

Molla’nın ağabeyine göre, en az onlar kadar yaşama hakkına sahiptir, çünkü ailenin ortak hatıralarını, sırlarını bu avize de en az aile bireyleri kadar barındırmaktadır. Burada eşya, insan hayatının, geçmişinin tanığı olarak ifade edilmekte; insanın sahip olduğu kültürel birikimin devamlılığını göstermektedir.

Tanpınar, zaman kavramının ve kültürün, insan ve toplum hayatıyla birlikte eş-yayı anlamlı kıldığı görüşünü, Behçet Bey’in bakış açısıyla şöyle anlatır:

Onun için eskilik ayrı bir şeydi; o zamanın takdisi idi; insan elinden geçmek ve insan hayatına girmekle eşya tabiatından ayrı bir sıcaklık kazanır, âdeta insanîleşirdi. Bunun

dışında Behçet Bey’e göre eskiliğin başka bir mânası olamazdı.29

Romanda ayrıca Atiye Hanım’ın kız kardeşi Ruhsar Hanım’ın eşi Halit Beylerin

26 Bilgin, age., s. 189.

27 Sabahattin Eyüboğlu, “Tanpınar’da Zaman”, Bir Gül Bu Karanlıklarda, Tanpınar Üzerine Yazılar,

(hzl. Abdullah Uçman, Handan İnci), 2. b., 3F Yay., İstanbul, 2008, s. 133.

28 Tanpınar, 2007, age., s. 88. 29 Tanpınar, 2007, age., s. 16.

(11)

evi anlatılır. Bu ev, bir girenin bir daha kolay kolay oradan çıkmadığı, eşyalar için dahi durumun aynı olduğu bir mekândır. Halit Bey, her köşesine işe yaramaz eşyalar tıkış-tırılan ve ölene kadar orada yaşayan aile yakınları nedeniyle bu evin “yarı türbe, yarı darülaceze” olduğunu düşünmektedir.30 Nuri Bilgin; “Eşyalar bireyi kimliğine olduğu

gibi, zamana, mekâna ve diğer insanlara demirleyen hafıza bağları, zamanı ve mekânı betimleyen ve hatırlatan hafıza mekânlarıdır.” demektedir.31 Bu tespitten hareketle,

Halit Bey için evden atılmayan bütün eski eşyalar ve ölene kadar o evde yaşayan in-sanlar, evi, türbe ve darülacezeyi hatırlatan bir mekân hâline getirmektedir, diyebiliriz.

Huzur’da ise Mümtaz, Kapalıçarşı’nın Sahafl ar bölümünü dolaşırken gördüğü

eski eşyalarla şehir hayatının ortak bir kadere sahip olduğunu düşünür:

Bu küçük sokağın ne kadar üst üste, girift bir hayatı vardı. Nasıl bütün İstanbul, her çeşit ve her türlü modasıyle, en gizli, en umulmadık tarafl arıyle buraya akıyordu. Sanki eşya-nın, atılmış hayat parçalarının yaptığı bir romandı bu. Daha doğrusu, yaşadığımız hayatın, ferdî hayatımızın altında, herkesin ve her zamanın hayatı, içiçe, koyun koyuna, güneş

altında devamlı hiçbir şey olmayacağını göstermek ister gibi buraya toplanmıştı.32

Mümtaz, “atılmış hayat parçaları” dediği, varlıklarıyla insanın hayatı şekillendir-mesine yardımcı olan eşyaların birer mazi sahibi olduğunun farkındadır ve Kapalıçar-şı’yı nesiller boyunca okunan bir romana benzeterek onun da nesiller boyunca ziya-retçilerinin eksik olmayacağını vurgular. Böylece eski eşyalar ile zamanda süreklilik hiç kopmayacaktır.

Tanpınar’da zaman, medeniyet kavramıyla özdeştir ve onun ‘medeniyet’ ve za-man dediği olgu, Bergson’un ‘genel olarak geçmiş’ dediği şeydir.33 Maziden kalan

bunca eşyanın burada bir arada oluşunun nedeni, yaşanan medeniyet değişimi ve sa-vaşlardır:

Her gün, her saat, şehirde geçen her kaza, her hastalık, her yıkılış, her üzüntü bunları buraya getiriyor, ferdiyetlerini siliyor, umumîleştiriyor, onlardan sefaletle tesadüfün elele

kurdukları bir terkip yapıyordu.34

Sahibini –şöyle veya böyle– yitiren eşya, kimliğini de yitirmektedir. Fakat eşya-nın kaderi budur, sahiplenilmek, değer kazanmak, bu anlamı yitirmek ve yeni anlam-lar kazanmayı beklemek... İnsananlam-lar ölür, ama eşya yok edilmediği müddetçe değiştiği ellerde yeni anlamlar kazanır. Esasen eşyanın eskidikçe değeri artar. Bu anlamda,

30 Tanpınar, 2007, age., s. 112. 31 Bilgin, age., s. 15.

32 Tanpınar, 1999, age., s. 54-55.

33 Hasan Bülent Kahraman, “Yitirilmemiş Zamanın Ardında: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Muhafazakâr

Modernliğin Estetik Düzlemi”, Bir Gül Bu Karanlıklarda, Tanpınar Üzerine Yazılar, (haz. Abdullah Uçman, Handan İnci), 2. b., 3F Yay., İstanbul, 2008, s. 625.

(12)

eşya kendi dünyası içerisinde zaten bir kök, bir geçmişi barındırır.

Mümtaz, Kapalıçarşı’da gördüğü eski kıyafetleri ise “hazır hayat şekilleri” ola-rak niteler.35 Bu gördüğü eşyalar bütün eskiliklerine, atılmışlıklarına rağmen bu

çar-şıyla beraber diğer bütün şeyler gibi şehir hayatının birer parçasıdırlar.

Nuran’ın dayısı Tevfi k Bey de eski eşyaya düşkün bir insandır. Babasının top-ladığı eşyalarla kendisine bir koleksiyon oluşturan Tevfi k Bey’in elindeki eşyalar, Mümtaz için bulunmaz güzelliktedir:

Mümtaz, zevkimizin bu son ve karışık rönesansının bu kadar gizli kalmasına şaşıyordu. Ne Edebiyat-ı Cedîde şairleri ve romancıları, ne bir zamanlar İhsan’a malzeme toplar-ken karıştırdığı gazete koleksiyonları, İkinci Hamid devrini bu cam evâni – (…)– kadar

veremezdi.36

Tevfi k Bey’in cam eşya koleksiyonu, Mümtaz için bir devrin hayatından izler taşıyan parçalardır. Dahası bir medeniyetin izleridirler.

Tanpınar’ın “Yaz Yağmuru” adlı hikâyesinde ise genç kadın, büyüdüğü evi ve eşyalarını şöyle anlatır:

Bizim evde her şey eskiydi. Möbleler, perdeler, kafesler, hepsinin ayrı hikâyesi, korkunç

veya gülünç tarihi vardı. Bir sandık açıldı mı bir yığın isim, rütbe ve vak’a sıralanırdı.37

İstanbullu olan bu ev halkı, eski eşyaların anılarıyla günlerini geçirmektedir. Genç kadının büyükannesi, saraydan çıkmış bir cariye olduğu için eski alışkanlık-larını kendi evinde devam ettirmektedir. Kendisine hediye edilen elbiseleri eskime-lerine rağmen giymeye devam eden bu yaşlı kadın, saray günlerinin ihtişamını bu kıyafetleri giyerek sürdürmektedir. Bu hikâyede, eski eşyalarla eski insanların hayat hikâyeleri sürdürülmektedir.

Tanpınar’ın zamanda süreklilik anlayışını en anlamlı şekilde eski eşyala-rın sağladığını görüyoruz. Bu anlamda eşyalaeşyala-rın gerçekten Tanpınar’ın eserlerindeki saklı anahtar olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Kişiliğe Sirayet Eden Eşyalar

Tanpınar’ın eserlerinde eşyalar, geçmişi bugüne taşıdıkları gibi sahiplerinin

ben-35 Tanpınar, 1999, age., s. 57. 36 Tanpınar, 1999, age., s. 153.

37 Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Abdullah Efendinin Rüyaları-Yaz Yağmuru-Kitaplaşmamış

(13)

liklerine de tesir etmektedirler. Bu tarz eşyalar, insanın kişiliğindeki en gizli yanı ortaya koymaktadırlar. Mahur Beste’de Atiye Hanım’ın babası Atâ Molla satranç oyununa düşkün bir insan olarak tanıtılır. Onun hayatının vazgeçilmezi bir satranç tahtasıdır. Damatlarını seçerken bile satranç oynayıp oynamadıklarına dikkat eder. Burada eşya, Atâ Molla’nın hayatındaki insanları, satranç oynayabilen ve oynaya-mayan insanlar olarak kategorize etmesine yarayan bir unsurdur. Atâ Molla bir gün damadı Halit Bey’i, satranç tahtasının başında uyukladığı için iç güveylikten bile reddeder. Hayatlarının düzeni bozulan Halit Bey ve eşi Ruhsar Hanım, Halit Bey’in ailesinin evine taşınmak zorunda kalırlar.

Sahnenin Dışındakiler’de ise Cemal, çok sevdiği Muhlis ağabeyinin hayatında

kadın eşyalarının sahip olduğu öneme tanık olur. Kaldığı pansiyonda bir geceyi Muh-lis ağabeyinin odasında geçirmek durumunda kalan Cemal, odaya girdiğinde hayrete düşer. Odada bir yığın kadın eşyası bulunmaktadır: taraklar, pudra kutuları, rujlar, lavanta şişeleri, kadın fotoğrafl arı…38 Muhlis, gittiği randevu evlerinden aldığı kadın

eşyalarını hatıra olarak saklamak için çalan bir kleptomandır. Cemal, etrafa dağılmış bir yığın eşyayı gördükten sonra hayal kırıklığına uğrar. Bu geceden sonra bu eşya-ların her biri, Muhlis ağabeyiyle konuşurken Cemal’in gözünün önünden geçecektir: Girilmemesi lâzım gelen bir yere girmekle, bir insanın bütünlüğünü içimde yıkmıştım. Şimdi o konuşurken o terlikler, sutyenler, çoraplar, iskarpin tekleri, kombinezonlar

oldu-ğu yerlerden kımıldanacaklar, etrafımızı alacaklar, sahiplerini arayacaklardı.39

Muhlis’in hayatının bu gizli kalmış kısmına tanık olan Cemal’in bundan sonraki hayatında, saygı duyduğu bu insanla birlikte o eşyalar da zihninde yaşayacak ve eş-yalar, sahibi kadınların hayallerini de beraberinde getireceklerdir. Orhan Pamuk’un

Masumiyet Müzesi’nde de Kemal, sevdiği kadına duyduğu aşkı, sevgilinin ölümünün

ardından eşyalarıyla devam ettirir. Füsun’un eşyalarından oluşan bir müze kurarak onun hatırasını arar.

Saatleri Ayarlama Enstitütü’nde, Hayri İrdal insan elinden çıkma eşyaların,

in-sanların ruhsal değişikliklerine ayak uydurduklarını söyler. Her türlü eşya gibi, zama-na hükmeden saatler de huy değiştirirler:

Saatler de böyledir. Sahiplerinin mizaçlarındaki ağırlığa, canı tezliğe, evlilik hayatlarına

ve siyasî akidelerine göre yürüyüşlerini ister istemez değiştirirler.40

Saatler, İrdal’a göre sahibinin “en mahrem dostu”durlar. Bu nedenle saatler sahi-bi gisahi-bi yaşamaya, zamanda geri kalmaya başlarlar. İrdal’a göre toplumun eski

yaşayı-38 Tanpınar, 2005b, age., s. 288-289. 39 Tanpınar, 2005b, age., s. 300. 40 Tanpınar, 2005b, age., s. 15.

(14)

şını belirleyen unsur da yine saattir, günde beş vakit namaz iftar, sahur gibi ibadet de saatle mümkün olmaktadır. Saat, Allah’ı bulmanın en sağlam çaresidir. Saatin toplum hayatına etkisini ise şöyle anlatır:

Benim nazariyem şudur ki, insanlar kâinatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için, eşya onlara uymak tabiatındadır. Meselâ, benim çocukluğumun geçtiği Abdülhamit devrinde cemiyetimiz neşesizdi. Başta padişahın asık yüzünden gelen ve halka halka etrafa ya-yılan bu neşesizlik eşyaya da sirayet etmişti. O zamanın vapur düdüklerinin acılığını,

hüznünü, keskinliğini benim yaşımda olanların hepsi bilir.41

İnsan elinden çıkma eşyalar İrdal’a göre, insanların ruhsal değişikliklerine ayak uydururlar. Ona göre saatler gibi diğer eşyalar da zamanla sahibinden birer parça hâline gelir, bir çeşit kimlik kazanırlar:

(…) saat kadar derin şekilde olmasa bile bu benimseme ve uyma keyfi yeti bütün eşya-mızda vardır. Eski şapkalarımız, ayakkabılarımız, elbiselerimiz gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? Onları sık sık değiştirmek isteyişimiz de bu yüzden değil midir? Yeni bir elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer: Kendinden uzaklaşmak, ona bir değişikliğin arasından bakmak ihtiyacı yahut “Ben artık bir başkasıyım!”

diye-bilmek saadeti.42

Hayri İrdal, insanın hayatı boyunca yeni elbiseler, aksesuarlar, ayakkabılar alışı-nı elindekilerden sıkılmasına bağlar. Alıştığı kıyafetlerden sonra üzerine yeni kıyafet-ler giyen insan, aynada kendisini farklı gördüğünde bundan sevinç duyar. Bu durum bir nevi insanın kendisine yeni bir imaj oluşturma kaygısından doğmaktadır. Hatta İrdal, insanın kendi kıyafetini bir başkasına verdiği zaman kişiliğinden bazı parçala-rın da o insana geçtiğine inanmaktadır. Bunu önce, eski patronu Cemal Bey’in, sonra da Halit Ayarcı’nın takımlarından birini giydiğinde fark eder. Cemal Bey’in takımını giydiğinde onun eşi Selma Hanım’a ayrı bir gözle bakmaya başlayan İrdal, kadına âşık olur. Halit Ayarcı’nın takımını giydiğinde ise onun kadar cesaretli, girişken ol-duğunu hisseder. Kıyafetle, kişiliğin aktarılması mantık dışı görünse de Tanpınar, romanda bu konuya ironiyle yaklaşmaktadır.

“Yaz Yağmuru” hikâyesinde ise genç kadının yetiştiği tarih kokan ev, onun anı-larında kötü bir yere sahiptir. Zira ölen teyzesine benzediği için küçüklüğünde genç kadına her gece teyzesinin kıyafetleri giydirilir. Giydiği bu kıyafetler sebebiyle bir anlamda ölen teyzenin hâlleri, genç kadına sirayet eder. Eşyaların hafıza mekânları, hatta arkalarındaki insan öyküleriyle bellek olduğunu söyleyen Bilgin’in de ifade ettiği gibi43, ölen teyzenin anısı genç kadınla yaşatılmaya çalışılmış, küçükken

ya-41 Tanpınar, 2005b, age., s. 15. 42 Tanpınar, 2005b, age., s. 15-16. 43 Bilgin, age., s. 190.

(15)

şadığı bu hadiseden sonra genç kadın büyüdüğünde teyzesinin ruh halini gerçekten taşıdığını fark etmiştir.

Tanpınar, eşyayı farklı bir boyutuyla ele alarak insan kişiliğine olan etkilerini göstermiş; Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında ve “Yaz Yağmuru” hikâyesinde ise eşyanın kişiliğe tesirini başka bir boyuta taşıyarak bu sayede de zamanda sürekli-liğin sağlandığını göstermeye çalışmıştır.

Hayat Bulan Eşyalar

Mehmet Kaplan’a göre Tanpınar, “bir anda birçok şeyi bir arada gören”, “bir eş-yayı ele aldığı zaman onda çeşitli özellikler keşfeden”; dolayısıyla da “bakış tarzı ile idrak edilen fenomenlerin sayısını çoğaltan ve karıştıran” bir yazardır.44Tanpınar’ın

rüya hâli dediği, varlıklara bir düşün ardından baktığı o ânlarda eşya özünü değiştire-rek başka bir varlık hâline gelir. Bu durum özellikle “Abdullah Efendinin Rüyaları” hikâyesinde görülür. Hikâyenin başkişisi Abdullah Efendi, gördüğü hayallerle eşya-ların hareket ettiğini, konuştukeşya-larını zanneder. İnsanlar tarafından hayal kırıklığına uğramaktan korktuğu için kendisini eşyaya yakın gören Abdullah Efendi, güvendiği eşyaların bu şekilde canlanmasından korkar:

Eşyanın sükûneti, değişmez manzarası onun için hayatta bir teselli ve zevk kaynağı idi. Bir insan, en yakınımız bile, çarçabuk değişebilirdi. Fakat eşya, dalgın ve daüssılalı uy-kularında hep aynı kalırlardı. Bir saksının, bir sedirin, bir masanın, bir duvar veya kapı-nın değişmesi imkânsızdı. Eşyakapı-nın açık dost, her zaman için güvenilir çehreleri!.. Fakat

acaba gerçekten onlar değişmez miydi?45

Çift kişilikli olan, hayal ile gerçek arasında yaşayan Abdullah Efendi, biraz da alkolün etkisiyle, eşyaların konuştuğunu, hareket ettiğini görür. Kendisindeki deği-şikliğe bağlı olarak, eşyaların da değiştiğini zanneder. Eşyadan yaşayan bir varlık gibi bahseden Abdullah Efendi, eşyayı değişen çehresiyle görür; zira eşyanın görün-tüsü insanın bilincine bağlıdır. O gece Abdullah’ın bilinci bir hayli karışık olduğu için eşyaları algılayışı da değişmiştir. Ona göre, insana ne kadar güvenilirse eşyaya da o kadar güvenilmelidir.

Tanpınar’a göre eşya, insanla değer kazanır; insanla ilişki kurana kadar eşya bir ifade taşımaz, insanlar kadar kolay kolay değişim yaşamaz. Fakat bu hikâyede hayal ile gerçek iç içe geçmiştir. Etraftaki her şey Abdullah Efendi’ye saçma

hâller-44 Mehmet Kaplan, “Bir Şairin Romanı: Huzur”, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 2, 4. b., Dergâh

Yay., İstanbul, 1999, s. 412.

(16)

de görünür, her yer alt üst olmuş, eşya bilinen hâlinden çıkmış, düzen bozulmuştur. Hem insanlık hem de eşya büyük bir değişim yaşamaktadır. Abdullah Efendi, kötü bir ruhun hüküm sürdüğüne inanmaya başlar. Gece, “eşyayı arzunun cehenneminde birleştiren” bir sesle önüne gelen her şeyi ölesiye hapseder.46 Abdullah,

gördükleri-nin kendi hayal ürünleri olup olmadığına karar veremez; böylesi “çirkin ve galiz bir dünya, ancak bozulmuş bir düşüncede idrâk edilebilir”47 dese de olan bitene anlam

veremez. Bu korkunç geceden ve onun getirdiklerinden kurtulmak isteyen Abdullah, gizlenmek için bir eve girer. Esasında bu sessiz ve korkutucu ev, Abdullah Efendi’nin bütün ömrüdür. Teker teker evin tüm odalarını gezer:

Bu kadar garip şekilde girdiği bu evde sanki kendisine yabancı hiçbir şey yoktu. Eşya, duvar, pencere, her şeyi tanıyordu. Hepsi kendi hayatından bir parça idiler, fakat o hep-sine karşı kayıtsızdı. Hiç kıymet vermediği taklit bir eşyayı parmakları arasında biraz da

istihfafl a evirip çeviren bir adam hâliyle bütün ömrünün arasından geçiyordu.48

Abdullah, ömrünün yeniden tanığı olur. Bu odaların her birinin duvarlarında aynalar vardır, hayatı boyunca tanıdığı insanların asıl yüzlerini gösteren aynalardır bunlar. Aynalar burada da bellek olarak karşımıza çıkar. Fakat Abdullah arka arkaya bu aynaları görmeye dayanamaz:

(…) bu acayip gecede, bu ıssız evde o kadar mutlak bir boşluktan sonra, zembereği kı-rılmış bir eski saat gibi, bu aynaların birdenbire bu kadar çıplak ve zalim hakikati birbiri

ardınca ortaya atmasına tahammül edemiyordu.49

Evin bir odasında “billûr sürahi” gören Abdullah Efendi, bir bardak su içmek ister. Fakat sürahinin sahibi küçük çocuk birden ortaya çıkarak ona izin vermez ve sürahiyi camdan dışarı atar. Mehmet Kaplan’ın tespitine göre; “billûr sürahi” imajı, saadet vaat eden, fakat insandaki derin susuzluğu hiçbir zaman gideremeyen bütün o güzel şeyleri, şiiri, musikîyi, raksı, kadını, hülyayı, hayatı ve bizzat kâinatı temsil eder.50 Fakat Abdullah Efendi tüm bunlara uzaktan bakmakla yetinmek zorunda kalan

bir bireydir. Kadın tenine duyduğu özlemle kendisini arkadaşlarıyla birlikte lokanta-dan dışarı atar, fakat gittiği evlerde kadınlarla birlikte olamaz. Çift kişiliği sebebiyle yaşadıklarının hayal mi gerçek mi olduğuna karar veremez.

Tanpınar’ın şiirlerinde de kendisinden yeni anlamlar üretilen eşyalar, imgeleri oluştururlar. “Yavaş Yavaş Aydınlanan” şiirinde Tanpınar, şiir estetiğini anlatır. Tıpkı anne karnından dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi, şair suyun altından

gökyüzü-46 Tanpınar, 2006, age., s. 41. 47 Tanpınar, 2006, age., s. 42. 48 Tanpınar, 2006, age., s. 45-46. 49 Tanpınar, 2006, age., s. 46. 50 Kaplan, 2006, age., s. 120.

(17)

ne çıkar. Şairin emeli, sıradan hayattan ebediyete ulaşmaktır. Bunu da sanat yoluyla gerçekleştirir:

Ve hangi el boş geceden Uzattı bu altın tası, Sızdıkça bir düşünceden

Günlerin kızıl meyvası?51

Mehmet Kaplan’ın ifade ettiği gibi, içinde ebediyetin sırrını taşıyan “altın tas”, şairi ebediyete taşır.52 “Her Şey Yerli Yerinde” şiirinde ise eşya, uykusundan uyanır:

Her şey yerli yerinde; havuz başında servi Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan, Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan. Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi. Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak, Serpilen aydınlıkta dalların arasından Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman

Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.53

Şiirde “dolap”, hayatı ve ıstırapları simgeler; fakat bu dolap uzaktadır: Her şey yerli yerinde bir dolap uzaklarda

Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan54

Mehmet Kaplan’ın belirttiği üzere bütün güzel şeylerin ebediyen devam etmesi-ni isteyen Tanpınar, ebedîleştirmek arzusuyla insanı “billûr kadeh”, “ayna”, “âvize” gibi eşyalara benzetir ya da “madalyon”, “heykel” gibi sanat eseri hâline getirir.55

Tanpınar, Beş Şehir’in “Bursa’da Zaman” başlıklı kısmında eşyayla ilgili şöyle der: Hiç bir şey düşünmek istemiyorum. Sadece bu anı ve bu aydınlığı, Bursa ovası denen büyük ve zümrütten yontulmuş kadehten içmekle kalacağım. “En iyisi budur, diyorum;

eşyayı bırakmalı güzelliğinin saltanatını içimizde kursun.”56

Tanpınar’ın yöntemi, hiçbir şey düşünmeden kendisini eşyaya bırakmaktır. Tür-beler, camiler, eski bahçeler ancak bu kendini bırakışla Tanpınar’la konuşurlar.

51 Tanpınar, 2000, age., s. 22. 52 Kaplan, 2006, age., s. 64. 53 Tanpınar, 2000, age., s. 40. 54 Tanpınar, 2000, age., s. 40. 55 Kaplan, 2006, age., s. 141.

(18)

EŞYA-ÖLÜM İLİŞKİSİ

Ahmet Hamdi Tanpınar, dış dünyaya, varlıklara ve eşyaya, zihnin, ruhun, düşün-cenin bir ürünü olarak bakar. Eşyaya kendi bakış açısıyla yeni anlamlar kazandıran yazarın, eserlerinde de eşyayı görünen hâliyle değil, kendi hayalindeki şekliyle anlat-tığını söylemiştik, dolayısıyla eserlerindeki eşyalar insanın ölümle ilişkisinden de et-kilenmekte ve yazarın zihninde ölümle birlikte onlara yüklediği anlamı taşımaktadır-lar. Bu bölümde eşyanın ölümle ilişkisini iki alt başlıkla ortaya koymaya çalışacağız.

Ölümle Yalnız Kalan Eşyalar

Huzur romanında Mümtaz, Çadırlariçi’ni dolaşırken gördüğü bir yığın eşyanın,

insanın ölümüyle ortada kaldığını düşünür:

Hayır, insan sade ölürken ayrılmıyor, arkada bırakmıyordu. Belki bütün ömrünce her an bir çok şeyler onu arkada bırakıyordu. Sonra olduğu yerde birdenbire kabuklaşıyor, çok ince, görünmez bir şeyle o anda etrafında olanlardan ayrılıyordu. “Biz mi gidiyoruz,

onlar mı?..” sual buydu…57

Bütün bir hayat boyunca birçok eşya, insanı arkasında bırakır. Eşya ölümü tat-madığı için pek çok el değiştirebilir; fakat yeni bir sahip bulana kadar eşyalar antika dükkânlarında bir süre yalnız kalırlar. Mümtaz, antikacıları, bir yığın ölünün eşyasını barındırdıkları için “ölüm bahçesi” olarak niteler.58

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün başkişisi Hayri İrdal, Emine ile evlendikten

sonra Abdüsselâm Bey’in konağına yerleşir. Herkesin birer birer terk ettiği ya da ölerek yalnız bıraktığı Abdüsselâm Bey’in yanında bir tek Emine ve Hayri kalır. Böy-lece onlar da bu evin eşyası arasına dâhil olurlar. Evde hiç çocuk olmamasına rağmen “çocukların odası” adı verilen bir oda, evin deposu hâline gelir. Bayramlarda kendi-sini ziyaret edeceğine inandığı çocukları ve torunları için hediyeler alan Abdüsselâm Bey, yıllarca ziyaretine kimse gelmediği için tüm aldıklarını hep bu odada biriktirir:

Orası birikmiş ayrılıkların, üst üste yığılmış ölümlerin, hâtıra ve unutulmaların odasıydı. Yaşayanlar bile orada kendi çocukluklarının, ilk gençliklerinin ölümünü seyrediyorlardı. Büyük odanın ortasında daha ziyade karaya vurmuş gemi gibi bir yığın eşya hep onları hatırlatırdı.59

Tanpınar’ın “karaya vurmuş gemi”ye benzettiği bu hediyeler yığını, Yahya

Ke-57 Tanpınar, 1999, age., s. 55. 58 Tanpınar, 1999, age., s. 59. 59 Tanpınar, 2005b, age., s. 85.

(19)

mal’in “Sessiz Gemi” şiirini hatırlatmaktadır. Şiirdeki gibi karada “nafi le bekleyenler”de, Abdüsselâm Bey de “elemli”, ziyaretine gelecekleri bekler. Ölüm, pek çok yakınını on-dan almış, zaman ise çocuklarını ve torunlarını onon-dan ayırmış olmasına rağmen Abdüs-selâm Bey’in sevdiklerine duyduğu özlemin göstergesi olan hediyeler, karaya oturan bir gemi gibi onların hayaletini o odaya hapsetmiştir.

Ölümü Çağrıştıran Eşyalar

Tanpınar’ın eserlerinde bazı eşyalar ya ölüm ânının yaklaştığını gösterircesine ölümün siyahlığına ve soğukluğuna bürünürler ya da ölümü hazırlayan unsur niteliği taşırlar. Tıpkı Nuran’ın dayısı Tevfi k Bey’in oğlu Yaşar’ın tek yardımcısı, yanından bir an olsun ayırmadığı ilaçlar gibi. Tanpınar, “muasır ilmin ticaret fi kri ile bütün in-sanlık için elele vererek hazırladıkları bir kompleks”60 dediği ilaçlarla ve Yaşar’ın ilaç

tutkusuyla alay eder. Ona göre ilaçlar, çağdaş ilmin ortaya çıkardığı kolaylıklardır: Bu ilaçlar sadece bugünkü tıbbın ve kimyanın zaferi değildir. Ayrıca kendilerine has bir estetikleri, hatta edebiyatları vardır. Onlar en zarif ciltten, maroken taklidi cüzdana, en çıldırtıcı ve pahalı kokuların, pudra ve tuvalet eşyasının kutularına kadar giden, itinalı ambalajları ile, her büyüklükte, her biçimde, her renkte, kimi adeta, –Ben bir fi kir kadar faydalı ve o kadar kolay taşınırım!– diyen küçük, zarif ve cana yakın, kimi ağırbaşlı bir dost gibi her türlü güveni vadeden oturaklı şişeleriyle, kadife kadar parlak ve tüylü üst kağıtları, ayvacık tüyleri güneşte parlayan bir taze cilt gibi insana haz veren paketleriyle gündelik hayatımıza, hiç olmazsa şehirli ve cadde hayatına, kendilerine mahsus bir

de-ğişme getirmişlerdir.61

Tanpınar günlük hayatta kullanılan herhangi bir eşya gibi, ilaçların insan haya-tında edindiği yere hayret etmektedir. Oysa ona göre insan hayatına sunî bir kolaylık getiren bu ilaçlar, insanın ve tabiatın ölümünü yavaş yavaş hazırlayan birer fabrika mahsulüdürler.

Huzur’da Mümtaz, İhsan’ın hastalığında odasındaki eşyaların da onunla beraber

değiştiğini fark eder:

Bu hasta odası ışığı da garipti; sanki her şeyi kendisine mahsus bir işaretle gösteriyor, burada şu ve şu, ötede şu ve şunlar var diye ısrarla sayıyordu. “Ben çok hususî bir hâli, otuz dokuzla kırk arasındaki bir haddi, en son eşiği bekliyorum; onu aydınlatıyorum.” diyen bir ışıktı bu. Fakat bu konuşma, Mümtaz’a göre her şeyde biraz vardı. Yatak, hasta ile beraber kabarmış, onun ıstırabını benimsemişti. Perdeler, gardrobun aynası, odanın sessizliği; gittikçe hızını arttıran saat sesi, her şey bu otuz dokuzla kırkın arasının ne

60 Tanpınar, 1999, age., s. 160. 61 Tanpınar, 1999, age., s. 159.

(20)

acayip, korkunç, bir dehliz, malûmdan meçhule, adetten sıfıra, şuurdan mutlak atalete

geçen, nasıl çetin bir yol olduğunu gösteriyordu.62

Mümtaz, hastanın kötüye giden hâliyle birlikte eşyada bir nebze, ölümün olası yok ediciliğinin izlerini görür. Aynı şekilde masa saati de ölümü sayıyordur:

Gittikçe artan bir süratle başka bir zamanı. İnsanın dışında denebilecek bir zamanla, insan ömrünün zamanı arasında bir zamanı, yolun yarısına gelmiş bir oluşun, biraz sonra tek bir sıçrayışta kendisini tamamlayacak korkunç bir istihalenin zamanını sayıyordu. Bu mücerret hareketin değilse bile insandan boşalmağa çalışan, ölüme doğru giden bir

değişmenin zamanı idi.63

Öleceğini sandığı İhsan için duyduğu endişeyi ve o korkunç sonu, ölümü eşya-larda da görmek Mümtaz’ı şaşırtır. Mümtaz, bir saat sonra doktorla birlikte tekrar odaya girdiğinde değişen bir şey olmadığını görür:

Mümtaz doktorun arkasından girer girmez aynanın aydınlığında bir saat evvel bıraktığı şeyleri aynı vaziyette, aynı kayıtsız sağlamlıkla, bir saat evvelki gibi yalnız kendileri olmakla memnun, kendi üstlerine toplanmış, parıldıyor gördü. İçinden: “Ah bu eşyanın bizden ayrılmağa fırsat bekler gibi hâlleri…” diye düşündü.

– Dünya, bensiz de mevcut. Kendi kendine mevcut. O berdevam. Ben bu devamın küçük bir çizgisiyim… Fakat varım, var olma kuvvetini bu devamın şuurunda buluyorum. O

devamla başlangıç noktamdan hareket ettim ve belki ebediyet boyunca yürüyeceğim…64

Eşyanın bu ebedîliği karşısında Mümtaz kendisini çaresiz hisseder. Çünkü o ebediyet boyunca yürüyemeyecektir. Eşya, ölüme karşı koyarken, insan ölümün kıs-kacında hayatının sona ereceğinin bilincinde olan varlıktır. Mümtaz da bunu bildiğin-den bu cansız eşyalara yenildiğini anlar.

Suat’ın ölümüyle Nuran’dan ayrılan Mümtaz’ın içine düştüğü buhran ise onu ölüm fi krine yaklaştırır ve etrafındaki her şeyi bu kez birbirinden bağımsız olarak görmeye başlar. Ölmüş olmasına rağmen yanında beliren Suat ona, hakikati gördü-ğünü söyler ve hakikati bir kez olsun görüp görmediğini merak eden Mümtaz’a şöyle cevap verir:

– Hayır... Çünkü o zaman etrafına kendi benliğinin arasından bakıyordun. Kendini

seyre-diyordun. Ne hayat, ne eşya bütün değildir. Bütünlük insanın kafasının vehmidir.65

Suat’a söylettiği hakikatte her şeyin birbirinden bağımsız olduğu sözüyle

Tan-62 Tanpınar, 1999, age., s. 355. 63 Tanpınar, 1999, age., s. 356. 64 Tanpınar, 1999, age., s. 379. 65 Tanpınar, 1999, age., s. 385.

(21)

pınar, kendi düşüncesinin çekirdeğini oluşturan bütünlük fi kriyle alay eder. Oysa o tüm edebî eserlerinde bir bütünlüğün peşinde olmuştur. Öldükten sonraysa her şeyin birbirinden bağımsız göründüğü sözüyle kendi düşüncesini yıkarak ironi yapar.

Tanpınar’ın şiirlerinde de pek çok eşya, tabiata ait unsur, ölümle ilişkilendirilir. “Uyanma” şiirinde, mezarlıkların simgesi olan servi ağacı, ölümün gölgesini hisset-tirir:

Bu akşam, bu tenha saati ömrün,

Uzak servilerin arkasında gün.66

“Ömrün tenha saati” ifadesi, ölümü hatırlatan bir yalnızlık duygusu verir. “Se-sin” şiirinde, “aynanın öbür yüzüne geçmek”, ölmek ve kaybolmuş güzel varlığın hayaline kavuşmak anlamını taşır. Şiirde, düş ile gerçek bir aradadır:

Sonra irkilirim birden Bittiği an bu rüyanın, Geçmiş gibi, farketmeden

Öbür yüzüne aynanın…67

“Yollar Çok Erken” şiirinde ise şair, ölümün soğuk yüzünü çok daha derinden hisseder. Şiirde, ölüm sembolik olarak anlatılmaktadır. Sonsuzluğu arayan Tanpınar için bu dünya yolculuğunun, çok erken gelen akşamla silinmesi, gecenin karanlığın-da ölümü içinde duyması ve yıldızların, bahçelerin temsil ettiği dünya güzelliklerinin geride kalması korkunç bir şeydir:

Uzakta her şeyden ve yıldızlardan İnkârı oldun bütün bahçelerin, Kırmak için bir dal bile bulamayan

Soğuk rüzgârlarda kuruldu evin.68

Bu şiirde, eşyayı yok etme isteği vardır. “Soğuk rüzgâr”, ölümü; “ev” ise mezarı ifade eder.

“Bir Heykel İçin” şiirinde ölümlü bir insan oluşun getirdiği ıstırap yerine “ölü-mün sonsuzluğu içinde” yaşayan, insan kaderinin dışına çıkmış, ebedîlikle buluşmuş ve o ânı sonsuzlaştırmış bir kadın heykeli anlatılır:

Tahtadan ve yumuşak rüya işçiliğinde Bu kadın başı her an biraz daha derinde, (…)

66 Tanpınar, 2000, age., s. 25. 67 Tanpınar, 2000, age., s. 35. 68 Tanpınar, 2000, age.,, s. 29.

(22)

Gülümsüyor ölümün sonsuzluğu içinden Gülümsüyor vaktiyle nasıl gülümsediyse

Ömrünün sabahında ümide ve sevgiye.69

Tahtadan kadın heykeli, sanat eseri haline gelmiş güzel bir kadının hayalini ebe-dileştirdiği ve bu heykel, ölüm duygusunu tatmayacağı için mutlulukla gülümser.

Yaptığımız incelemede, Tanpınar’ın eserlerinde ölümü hayat kadar fazla ele al-madığını görüyoruz. Bu durum onun ölümden sonra bir hayat olduğuna dair inancının bulunmamasıyla ilgilidir. Yaşadığı hayatın acı tarafl arını görmezden gelip bir rüya halinin ardından hayata bakan yazar, geçmişi geleceğe taşımanın öneminin farkın-dadır ve eşyada, kültürde sürekliliğin peşinde koşar ki bu sayede ölüme karşı koyar.

Sonuç

Biz bu çalışmada, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eşyaya bakışı hakkında genel bir fi kir ortaya koymaya çalıştık. Bu yazının, Tanpınar’ın edebî eserlerindeki eşyalar üzerine bir basamak oluşturacağını düşünüyoruz. Eşya konusuna felsefi , sosyolojik, ontolojik açıdan yaklaşarak farklı çalışmalar da yapılabilir.

Kısaca bu çalışmada yaptığımız tespitlere bakacak olursak; Tanpınar’ın eserle-rindeki eşyalar, sahiplerinin hayatlarında iz bırakmış, onlarla bütünleşmiş, onların dünya görüşlerinde rol oynamış eşyalardır. Dolayısıyla insan hayatının her alanında eşya da yer almaktadır. Her ne kadar eşya cansız bir nesne olsa da, insanın kaderi olan ölüm de eşyayla ilişkilendirilmektedir.

Tanpınar’ın eserlerinde en fazla dikkati çeken iki eşya, ayna ve saattir. Aynalar, bakan kişinin görüntüsünü yansıtmaya yarayan bir eşya olarak ele alınmaz, geçmişin görüntülerini gösteren bir bellek olarak kullanılır. Mahur Beste’de Behçet Bey, anti-kacıdan aldığı ve yan komşusunun olduğunu bildiği aynada o evde yaşayan cariyele-rin görüntüsünü görmeyi hayal ederken aynanın ona, geçmişte yaşadığı ve hatırlamak istemediği anıları göstermesinden de korkar. Sahnenin Dışındakiler ve Huzur’da ise ayna, kişilerin hayatlarını parçalayan bir unsur olarak karşımıza çıkar. Şiirlerinde de yine en sık kullanılan imge aynadır. Ayna, romanlarda olduğu gibi şiirlerde de bir bellek işlevi yüklenir.

Şimdiki zamanı gösteren saatler ise âna hükmetmeyi sağladığı için Behçet Bey ve Hayri İrdal’ın en sevdiği eşyalar arasındadır. Hayri İrdal’ın hayatını değiştiren şey, bir kol saati olmuştur. Hayri’ye aileden kalan tek miras yine bir saattir. Ayrıca eserde saat, Müslüman toplum hayatının düzenleyicisi olarak gösterilmektedir.

(23)

Eski eşyalar ise geçmiş yüklü oldukları için Tanpınar’ın eserlerinde birer za-man kırıntısı olma özelliği taşırlar. Dolayısıyla onlar Tanpınar’ın bütünlük fi krinin en önemli taşıyıcısıdırlar. Geçmişi geleceğe taşımada eşyalar, Tanpınar’ın en önem verdiği unsurlardandır. Geçmiş ve medeniyetin kültürel birikimini onun eserlerinde bu eski eşyalarda bulmak mümkündür.

Tanpınar’ın eser kişilerinin şahsiyetinin oluşmasında rol oynayan bazı özel eş-yalar da vardır. Atâ Molla bir satranç tutkunudur, Muhlis kadın eşeş-yalarına karşı has-sasiyet sahibidir. Hayri İrdal, Halit Ayarcı’nın ve patronu Cemal Bey’in takımlarını giydiğinde onların kişiliklerinden etkilendiğini düşünür. Aynı şekilde “Yaz Yağmuru” hikâyesindeki genç kadının kişiliğinin oluşumunda, ölen teyzesinin kıyafetlerini giy-mesi büyük etki yapar.

Tanpınar’ın eserlerinde canlı varlıklar gibi hayat bulan eşyalar ise yazarın “rüya hâli” adını verdiği, uyku ile uyanıklık arasında görülen, kısa süren bir rüya gibi beli-ren görüntülerin eseridir. “Abdullah Efendinin Rüyaları” hikâyesinde sıkça görüldü-ğü gibi kimi eşyalar konuşur, kimi fotoğrafl ardaki insanlar hareket eder.

Tanpınar’ın edebî eserlerinde, ölümün anlatıldığı bölümlerde eşyalar, ölümün soğuk yüzünü hissettiren, kasvetli bir atmosfer oluşturan unsurlardır. Huzur’da İh-san’ın hastalığında odasındaki tüm eşyalar, Mümtaz’a odada ölümün kol gezdiğini hissettirirler. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ise ailesi tarafından yalnız bırakılan Abdüsselâm Bey’in, belki ziyaretine gelirler ümidiyle yakınlarına aldığı ve gelme-dikleri için hepsini biriktirdiği hediyelerin bulunduğu oda, karaya vurmuş ve terk edilmiş bir gemiyi anımsatır. Şiirlerde ise eşyalar ve sanat eserleri ölümü simge-lemek; insanı, ölüm karşısında ebedileştirmek maksadıyla kullanılır. Fakat insanın mutlak sonu ölümken, eşyayı bekleyen bir ölüm olmadığından eşya için ölüm ancak insanın düşüncesinde yer bulmaktadır.

Sonuç olarak, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinde eşya, kişilerin hayatların-da unutamadıkları anılarını bugüne taşıyan, toplumun kültürel birikimini yansıtan unsurlar olarak kullanılır. Eserlerde eşyaların insanla, dolayısıyla hayat ve ölümle bağları hiç kopmaz. Çünkü Tanpınar’ın da söylediği gibi ‘rüyası ömrümüzün eşyaya siner’. Böylece eşya, süreklilik fi krinin taşıyıcısı olur.

KAYNAKLAR

Bilgin, Nuri. Sosyal Değişme Sürecinde İnsan-Eşya İlişkileri, (Mert Teközel ve Gökçe Başa-ran’ın katkılarıyla), Ege Üniversitesi Yayınları, Edebiyat Fakültesi Yayın nr. 161, İzmir, 2009.

Eyüboğlu, Sabahattin. “Tanpınar’da Zaman”, Bir Gül Bu Karanlıklarda, Tanpınar Üzerine

(24)

Gürbilek, Nurdan. Kör Ayna, Kayıp Şark: Edebiyat ve Endişe, 2. b., Metis Yayınları, İstanbul, 2007.

, “Tanpınar’da Görünmeyen”, Bir Gül Bu Karanlıklarda, Tanpınar Üzerine Yazılar, (hzl. Abdullah Uçman, Handan İnci), 2. b., 3F Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 385-395. Kahraman, Hasan Bülent. “Yitirilmemiş Zamanın Ardında: Ahmet Hamdi Tanpınar ve

Muha-fazakâr Modernliğin Estetik Düzlemi”, Bir Gül Bu Karanlıklarda, Tanpınar Üzerine

Yazı-lar, (hzl. Abdullah Uçman, Handan İnci), 2. b., 3F Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 600-633.

Kaplan, Mehmet. “Bursa’da Zaman”, Şiir Tahlilleri (Cumhuriyet Devri Türk Şiiri 2), 17. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 78-88.

, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, 5. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2006.

, “Bir Şairin Romanı: Huzur”, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 2, 4. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999, ss. 361-426.

Korkut, Ece. “Tanpınar’ın Şiir Dili ve Evreni”, Edebiyat Fakültesi Dergisi/Journal of Faculty

of Letters, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı/Number 1, Haziran/

June, 2009, ss. 121-134.

Köroğlu, Erol. “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Zaman Anlayışı”, Cogito Zaman: 12’ye 1 Var, YKY, İstanbul, 1997, S: 11, ss. 201-222.

Nemutlu, Özlem. “Yahya Kemal’in Şiirlerinde Maziye Dönüş Vasıtaları”, İstanbul Yahya

Ke-mal Enstitüsü Mecmuası V, İstanbul, 2008, ss. 397-408.

Tanpınar, Ahmet Hamdi. Huzur, 9. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999. , Bütün Şiirleri, 6. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2000.

, Sahnenin Dışındakiler, 7. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005a. , Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 10. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005b.

, Hikâyeler, Abdullah Efendinin Rüyaları-Yaz Yağmuru-Kitaplaşmamış Hikâyeler, 6. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2006.

, Mahur Beste, 8. b., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007.

Referanslar

Benzer Belgeler

藥科心得-吳建德老師部分 21 世紀醫學新希望-大腦研究的新趨 勢 藥三 B 林承緒 B303097162

As a result, while total CSF tau level could be used as a marker for neuronal damage, phosphorilated tau levels are useful in monitoring formation of neurofibrillary tangles..

3- Rosenthal NE, Sack DA- Gillin SC- et al: Seasonal affective disorder a description of the sydrome and preliminary with ligth trerapy.. 4- Wehr TA and Rosenthal NE: Seasonality

Örneğin fen bilimleri derslerinde temel konuları öğretmek belki de birçok öğrencinin kafasında, bilimin bir bilgiler topluluğu olduğu ve bunun kesin doğru olduğu

Spearman rho de ğ erinin 0.45'in (t de ğ eri 2.76'den büyük ve p de ğ eri 0.01'den küçüktür, serbestlik derecesi tüm de ğ erlerde 29 dur) Spearman rho de ğ erinin

Spearman rho de ğ erinin 0.45'in (t de ğ eri 2.76'den büyük ve p de ğ eri 0.01'den küçüktür, serbestlik derecesi tüm de ğ erlerde 29 dur) Spearman rho de ğ erinin

Mala yönelik suçlardaki artış şehirlerde daha bozuk olan gelir dağılımı, daha yüksek oranlardaki işsizlik, şehirde sosyal bağların zayıflaması sonucu olarak azalan

“a) Bir icra, fonogram veya yapımın izinsiz çoğaltılmış nüshalarının bu Kanun’un.. maddesinin yedinci fıkrasında sayılar yerlerde satışı ile ilgili ihlallerde üç ay-