• Sonuç bulunamadı

60 sanat yılına saygı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "60 sanat yılına saygı"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

- S tre&JV

60 SANAT YILINA SAYGI

ÖZDEMÎR NUTKU

Muhsin Ertuğrul, bu ay içinde, gençliğinin 78. yılına erişiyor; 28 şubat onun doğum yıldönümüdür. Sahneye ilk çıktığı 1909 yılının ağustos ayın­ dan bugüne değin tutarlı kişiliği ve onu tanıyanda hayranlık uyandıran savaşçılığı ile yolundan sapmadan, yalnızca inandığım yapan sanatçı aynı zamanda uzun, bin bir engelle dolu sanat hayatının altmışıncı yılma girdi. Böylece, iki güzel yıldönümünü birden kutluyoruz.

Bir toplumun öncüsü, uyarıcısı ve kültür savaşçısı olan sanatçı, her şeyden önce kişiliği ile varolur. Bu öyle bir kişiliktir ki, günlük, küçük hesap­ larla uğraşmayan, kendi çıkarı için matematik formülleri bulmayan, hak­ sızlık karşısında eğilmeyen, her ne bahasına olursa olsun düşündüğünü söyleyen, söylediğini yapan bir özellikle bezenmiştir. Sanatçı, kişiliğinden

“fire” vermediği ölçüde büyür ve toplumu için yararlı olur.

Yarım yüzyılı geçen sanat hayatı içinde, Muhsin Ertuğrul’u ne her gün başka türlü esen rüzgârlar eğmiş, ne “idare-i maslahat” düşüncesinin sahip­ leri ve üst yönetim katları ezebilmiş, ne de yanlış yere suçlamalar ona etkin olabilmiştir. O, sanat hayatı içinde inandığını, kendine karşı kararlar alınma­ sına karşın yürütmeyi başarmış ve bugünün genç tiyatrosunun oluşumuna yol açmıştır. Hiç bir zaman, hiç bir yerde küçük politikaya baş eğmemiş, gerek­ tiği zaman bulunduğu katı düşünmeden terkedebilmiştir. Böylece arkada yalnızca bir koltuk kalmış, sanat inancı ise Muhsin Ertuğrul’la birlikte başka bir yerde yeşermiştir. Uzun sanat hayatı içinde durmadan kendini yenileyen, hep önceki kendine karşı çıkarak sonraki kendini bulan Muhsin Ertuğrul bugünlere kadar yine bir öncü, örnek bir yol gösterici olarak ara­ mızdadır. Onun bu eskimeyen ve durmadan gelişen sanatçı özelliği, sanatçı niteliğini yalnızca bir “kartvizit” gibi para cüzdanlarında taşıyan kimselere utanç verici b ir örnektir.

Bu, bin bir zorluk, ama başarı dolu altmış sanat yılı içinde, birer tiyatro adamı olarak kendi varoluşumuzun nedenini buluyoruz; çünkü bu bin bir zorlukla gerçekleşebilmiş, uzun sanat yıllarının birer parçasıyız... Ve şunu çok iyi bilmeliyiz ki, Muhsin Ertuğrul yoksa bizler de yokuz, bizlerden sonrakiler de... Muhsin Ertuğrul’un sanat anlayışı karşısına bir karşıt-tez çıkması gerektiği için de Muhsin Ertuğrul vardır. Sanatçının kendi dönemi­ nin koşulları içinde yeşertmiş olduğu tiyatro eylemi, bugün ve yarın için artık yeterli görülmüyorsa, yeni, ulusal bir tiyatronun kurulmasında -bazı kimselerin yaptığı gibi- onu yadsımakla değil, onu yansılamakla başarılı

(2)

olabiliriz. Ancak çağdaş düşünce açısı içinde, tiyatromuzun ulusal kimliğini bulup kendi kişiliğimizi kapsayan, yeni bir tiyatroyu yaratabilmek için de Muhsin Ertuğrul ağırlığında ve değerinde tiyatro uygulamacılarına ihtiya­ cımız vardır; bunu unutmayalım.

Muhsin Ertuğrul, Meşrutiyet’in ilk yıllarında sahneye çıktı. Kendini Silvain’in Türkiye temsilcisi gibi gören ve Fransız tiyatrosuna kayıtsız şartsız bağlı olan Burhanettin (Tepsi) “Kumpanyası” nın oynadığı Şerlok

Holmes’da sanatçıya verilen “Bob” rolü onun ilk çalışması oldu. Daha sonra

Tanzimat tutumu ile kurulan, ilk ödenekli Türk tiyatro topluluğunun sanatçısı oldu. “Darülbedayi” ye öğretmen yardımcısı olarak girdiği zaman yirmi iki yaşındaydı Muhsin Ertuğrul. Cumhuriyet döneminde, üst yapı kurumlarının bir bölümünde uygulanan devrimler ise “Batılılaşmayı” temel dayanak yapmıştı. Bir üst yapı kurumu olan tiyatro da bu gelişim yolu üzerindeydi. Muhsin Ertuğrul, devrimci ve devingen gücünü doğal olarak bu gelişim yolu üzerinde sürdürdü. Bu da bizim bugün yadsıyama- yacağımız tarihsel bir oluşumdur. Ne var ki, Muhsin Ertuğrul, yıllar geçtik­ çe durmadan kendini yenilemiş ve yanma aldığı genç sanatçıların düşünce­ lerini uygulama alanına sokmuş, yeni düşüncelere açık bir sanatçı olarak sorumluluğunu duymuştur. Bunun için de, Muhsin Ertuğrul’un gelişimi içinde tez ile karşıt-tezi bir arada, yan yana görürüz. Ve sanatçının bu geli­ şimi ve oluşturduğu tiyatro bugün bizi yepyeni bir düşünce alanına ulaş­ tırmış bulunuyor. Bunu anlayamayanlar ne tarihsel gelişimi ne de diyalektik düşünce düzeyini kavramışlardır.

Bir oluşumu var eden, karşıtlıklardır. Var olan bir tezi yok sayarsak, savunmasını yapmağa çalıştığımız karşıt-tezi de kendi elimizle yitiririz, onu yok ederiz. Bunun için, gelecek kuşakların ortaya çıkartacakları ulusal Türk tiyatrosunun oluşumunu Muhsin Ertuğrul’un eylemine bakarak, ondan bir şeyler öğrenerek çıkartacakları kesin bir yargıdır.

Muhsin Ertuğrul sahne hayatına atıldığında, yazar yoktu, seyirci yok­ tu, sanatçı yoktu, sanatçıyı yüreklendiren bir ortam yoktu. Türkiye’de tiyatro geliştirilmek isteniyordu, Türk kadınının sahneye çıkması yasakla­ nıyordu. Tiyatro aşağılık bir şeymiş gibi kabul ediliyordu. Tiyatro bilgisi yoktu, tekniği yoktu, estetiği yoktu. Bütün bu yokluklar içinde işe başladı Muhsin Ertuğrul; kısacası, sıfırdan başladı o... Bunca yıl uğraştı, kahroldu, yine uğraştı, bir kenara itilmeğe çalışıldı, ama bugün üzerinde düşünebi­ leceğimiz, onu yenileyebileceğimiz ve temel sorunlarına inebileceğimiz bir tiyatro eylemini var etti. Muhsin Ertuğrul kendi üzerine düşen görevi başarabilmiş, ülkemizdeki parmakla sayılacak kadar az sanatçıdan biridir, hatta en başta gelenidir.

Sanatçı, gençlik yıllarında, bir Türk tiyatrosunun var edilmesi gerekti­ ğini çoktan kavramıştı zaten; bunun için de her şeyden önce yazarın

(3)

yetiş-meşini istiyordu: Temaşa dergisinin mayıs 1920 tarihli sayısında şöyle diyordu:

Şu halde bize bizim eserimiz, bizim muhitimiz, bizim facia­ larımız lâzım. Bunları kim yazacak? (...) Türk tiyatro muharrir­ lerinin adedi senelerdir ki üçü dördü geçmedi. Avrupa'nın ken­ dileri için yazdığı eserlerle biz sefih bir mirasyedi gibi senelerce geçindik. (...) Biz suyu kesilmiş değirmene döndük, bizim tiyatro adapte eden zevatın çanlarına ot tıkandı, ilham membaları olan yabancı eserler artık bitti; şimdi benzini bitmiş otomobil gibi yarı yolda kaldık.

Muhsin Ertuğrul, ulusal tiyatronun kurulması için en önce yazarın yetişmesini istiyordu. Çünkü biliyordu ki, Türk tiyatro yazarı yetiştiği tak­ dirde, uygulama alanında da yavaş yavaş bir değişikliğe doğru yönelme olanağı sağlanacaktı. Yazarın yanı sıra Muhsin Ertuğrul, ulusal tiyatronun kurulmasında, Tanzimat kafasıyle bir biçim olarak alınan “Batılılaşmaya” da karşı çıkmıştır. Kendimize özgü bir tiyatronun doğabilmesi için salt öykünmeden kurtulmanın gerekli olduğunu belirtmiştr. 1 kasım 1931 tarihli Darülbedayi dergisine yazdığı şu yazı ilgi çekicidir:

Bizim bir ricat hareketi yapmamız lâzım. Düşüncelerimizde bir esaslı değişiklik elzem, ta ki daha gözlerimizi açar açmaz Paris hedefimiz olmaktan kurtulsun. Daha mektep sıralarından başlayan bir daüssıla gibi bizi Garbe çeken, gözlerimizi garbe çeviren bu batıl düşünce artık yerini başka bir düşünceye vermeli ve Şark bizim yeni ilim ve sanat membaımız olmıya başlama­ lıdır.

Bu yazıda, sanatçı, bir Doğu özelliği taşıyan geleneksel tiyatromuzu düşün­ müş olmalı. Bir kenara atılmışlıktan gittikçe yozlaşan Türk tiyatro gelene­ ğini, bir sentezle ayağa kaldırmak düşüncesi bu yazıda açık ve seçik izlen­ mektedir Ne var ki, daha Darülbedayi’nin kuruluşunda, Müzik bölümü Türk müziği, Batı müziği diye iki kesim içinde düşünülürken, Tiyatro bö­ lümü kayıtsız şartsız Batı tiyatrosu olarak ele alınmıştır. O sırada, Muhsin Ertuğrul’un hiç bir sorumluluğu yoktur bu işte. O zamanın Tanzimat ay­ dınları bu tutumun baş sorumlusudurlar.

Sanatçı, bu düşüncelerle, ileriki yıllarda gittikçe artan yerli oyun ya­ zarlarının elinden tuttu. Ortaya önemli yazarlar çıkardı. Onun Darülbe­ dayi’nin başına geçmesi ilk kez 1927-1928 dönemindedir. O dönemden bu yana, sanat disiplini, plastik anlayışı kadar yazara verilen olanakların art­ tığına tanık oluruz. O tarihten bu yana, bugün adları bile kalmayan, ucuz Fransız vodvil yazarlarının yapıtları yerine, dünya klasiklerinin, çağdaş tiyatro edebiyatının ve çok sayıda yerli oyunların sahneye getirildiğini izleriz. Gerek Şehir Tiyatrosu’nun, gerekse Devlet Tiyatrosu’nun

(4)

kuruluş-¡arından bu yana oyun dağarcıklarına bakacak olursak sanatçının başta bulunduğu yıllarda yerli oyunların çok sayıda artmış olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Örneğin, Muhsin Ertuğrul’un başta bulunmadığı, 1916-1926 arası, yani ilk on yıl içinde 17 yerli ve adapte yapıtın sahneye getirildiğini anlarız. Öysa 1927-1930 arası, yani üç yılllık bir dönemde, adapte değil, yine 17 yapıt oynanmıştır. Sonraki yıllarda bu sayı iyice artmış 1931-1946 arası, yani on beş yılda 84 yerli oyun, 1959-1966, yani yedi yılda 71 yerli oyun sahne ışıklarına çıkarılmıştır. Sanatçının Devlet Tiyatrosu’ndaki iki ayrı dönemdeki genel müdürlüğü sırasında da aynı oluşumu izleriz: 1947 -1951 arası, dört yılda 12 yapıt, 1954-1958 arasındaki ikinci dört yıllık genel müdürlüğü sırasında da 23 yerli yapıt sahneye konmuştur. Böylece, onun başında bulunduğu dönemlerde Türk tiyatrosu 207 yerli oyun kazanmıştır.

İlk kez çocuk tiyatrosunu kuran, ilk teknik yenilikleri getiren, tiyatronun halk çoğunluğuna yönelmesi gereğini ilk duyan, sahneye koyma sanatında ilk kez plastik bütünlüğe önem veren Muhsin Ertuğrul, tiyatronun üniversite seviyesinde, bilimsel bir inceleme ve araştırma alamna girmesinin önemini ilk kez işaret eden bir sanatçıdır. 1943 yılında İstanbul Üniversitesi Rek­ törlüğüne bir yazı ile baş vuran sanatçı Edebiyat Fakültesi’nde bir tiyatro bölümünün açılmasını, gerekçesini göstererek dilemiştir. Bundan on üç yıl kadar sonra, 1956 yılının kasım ayında Bombay’da toplanan “Birinci Dünya Tiyatro Kongresi” nde, konuşmasımn sonunu da şu sözlerle bağ­ lamıştır :

(...) Gönül istiyor ki, en yakın bir zamanda bizim üniversite­ lerimiz de, bilhassa tiyatro yazarlığımızın yetişebilmesi için, edebiyat fakültelerinde birer “ Tiyatro Enstitüsü” kursunlar ve böylelikle biz Avrupa ve Amerika’dan, hele şimdi Asya’dan geri kalmayalım.

Sanatçı, 1958 yılının, öğrenim döneminde, Ankara Üniversitesi, Dil ve Ta- rih-Coğrafya Fakültesi’nde bir Tiyatro Enstitüsü’nün kurulması üzerine büyük bir sevinçle kaleme sarılmıştır:

Sessiz sadasız faaliyete geçen bu enstitünün, Türk tiyatrosunda en büyük devrimi yapacağına öteden beri inanlardan biriyim. Muhsin Ertuğrul bu uzun yazısını da şu değerlendirme ile sonuçlandırmış­ tır:

Bence bu enstitü; Türk tiyatro tarihinde doğru atılmış üçün­ cü bir adım, üçüncü temel direği olarak yer olacaktır.

Ona, Shakespeare oynadığı için kızmışlar, Schiller oynadığı için kız­ mışlar, Musahipzâde oynadığı için kızmışlar, disiplin dediği için kızmışlar, “tiyatro hükümetlerin üstünde bir kurumdur” dediği için kızmışlardır. Şehir Tiyatrosu’nun oyun dağarcığında bulunan bazı oyunlara Belediye tarafından karışılmak istendiğinde sanatçının şunları yazdığı izlenir:

(5)

(...) Önce bilinmesi gereken şudur: Tiyatro, her gün değişen hükümetlerin, midecilerle dolan partilerin üstünde bir kurumdur. Toplum ona ancak “ lıürriyet” i, özgür çalışması için ödenek verir.

(Türk Tiyatrosu, ekim 1965)

Muhsin Ertuğrul, doğru sözlülüğü, eğilmeyişi, rüzgâr gülü gibi dön- meyişi ile tiyatro tarihimiz içinde her zaman anılacak bir kişiliktir. Ama toplumun ona verdikleri açısından bir inceleme yapacak olursak, işin içinde bulunan bir azınlık dışında, Muhsin Ertuğrul’a bu toplum hiç bir şey ver­ memiştir. Bu toplum ona ne manevî bir huzur vermiş, ne de maddî bir rahatlık tanımıştır. Türk tiyatrosunun gelişimi içinde Muhsin Ertuğrul’un bu durumu trajik bir görünüşü getirmektedir.

Şimdi bu tragedyanın son perdesi de oynandı. Devrimci güçlerin sa­ natçının 60. sanat yılını kutladığı şu günlerde, Kutlama kurulunun bütün çalışmalarına karşın, temelini kendi elleriyle attığı İstanbul’daki yapının kapıları onun yüzüne kapatılmak istendi.

30 ağustos 1947 yılında temeli atılan bu yapı yirmi iki yıl sonra biti- rilebildi. Bu arada sanatçı da yüzlerce yazı yazdı. Bu dev yapı bitti de ne oldu?

Uluslararası ticarî kurultaylar toplandı, milyarları bulan 'hesaplar üzerinde duruldu, kokteyller verildi, viskiler içildi, kısacası bu yapı böylece eyleme girdi.

Oysa 60 yılını bu ülkenin sanatı için harcayan, 78 yaşındaki bir gencin kutlama töreni için bu yapıyı kullanma izni çıkmadı. Biz, bugün onun altmı­ şıncı sanat yılını kutlayan insanlar olarak biliyoruz ki, gerçeklerin üstü örtüle- mez, güneş de balçıkla sıvanamaz. O günden bugüne değin, onun her attığı adım bu ülkenin tiyatrosunu geliştirmek için olmuştur. Kendisi bizleri aydın­ latan bir sanat ışığı olarak bugünlere gelmiştir. Yarınlara da gidecektir.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Gruplar arasında, kontrol grubuna göre HG grubunda anlamlı şekilde daha yüksek olan ortalama serum Aspartat Aminotransferaz (AST) düzeyi (p=0,015) ve Tiroid Uyarıcı

Does the evidence thus interpreted in fact suffice to support the idea of the Mycenaeans being enticed chiefly by this factor, and, secondly, does it support the notion that

OSMANLI PRENSİNİN SON SEVGİLİSİ, BİR TÜRK GÜZELİ Eski manken ve güzellik kraliçesi Manolya Onur, eşinin AIDS'ten ölmesiyle büyük sarsıntı geçiren Haydarabad

The present study reports on a novel and very potent (in nanomolar concentrations) antiplatelet agent, C-PC, which is involved in the following inhibitory pathways: (1)

[r]

Esasen piyesdeki hakikate uygun olanı da bu İkincisi idi ve esasen üvey kızını parmak kadar çocuk­ ken yaşlıca bir adama verdirerek başından al­ dıran

Uzun yıllar “Saray Meydanı” olarak anılan, toplumsal etkinliklerin yanı sıra sihirbazlık, canbazlık, hokkabazlık sergilemeleri­ ne, Ramazan sergilerine,

Bu bağlamda sorgulamak isteyeceğimiz noktalar şunlardır: bütün toplumlar için aynı olan genel sosyalleşme faktörleri olan, yetişkin ile çocuk, çocuk ile