T7\ûÇtl^CV
D A N T E L
--- Ç E L İK G Ü L E R S O Y
---Ş E H İ R
Bugün B o ğ aziçi'n in eski birköyünden, unutulmuş ve biraz bozulmuş eski küçük bir sahne nin perdelerini açayım:
Sarıyer Belediyesinin işbirliğiyle, Büyükdere'de çarşı içinde ve de nizin kenarında yoz bir alanı, park haline getiriyoruz. Altyapı nın tümünü belediye yapıyor. Ba na da, genel dizayn ve bunun taş ve tuğla dekorları, mermer merdi venleri, aydınlatma elemanları, ağaçlama-çiçekleme gibi dekor iş leri kaldı. Çevrede ve arkada mi mari ahenk, çoktan bozulmuş. G önlüm ün istediği çapta bir düzenleme olamayacak ama, es kisinden çok farklı bir şeyin mey dana çıkacağını söyleyebilirim. Yapım çalışmalarını yönlendir
mek üzere Büyükdere'ye gidiyorum. Yarım saat geçmeden, az ötedeki kazıklı yolun dangırdısını, be nim yorgun kafam kaldırmaz oluyor. Geçen gün ken dime yararlı bir çözüm buldum: Semtin iç sokaklarını dolaşıyorum.
İstanbul'un bütün köşe-bucaklarını ayrıntısı ile bil mem. Sadece genel izlenimlerim vardır. Her sokağa girip çıkmış olan da, yoktur sanırım. Yahya Kemal ne kadar haklı:
Sâde, bir sem tini sevm ek bile, bir öm re değer!
Tabii gerek seven, gerekse sevilen açılarından, bütün sevdaların birer dönemi olduğu gibi, bu İstanbul semt aşklarının da bir çağı varmış: En son, 1960'lar başı ile bitmiş olan bir zaman dilimidir o. Ondan geriye doğru bütün yılları hep sayan çağlarda, İstanbul'un hemen hemen bütün semtleri aşık olmaya değer bir dokuda imiş.
Biiyükdere'nin çarşıdan başlayıp yamaçlara doğru tır manan, hemen hepsi satranç tahtası gibi geometrik ara sokaklarını dolaştıkça, bunu bütün iliğiniz ve ke
miğinizle hissediyorsunuz. O nasıl uyumlu bir dokuymuş, Ya rabbi! Sanki b ir-iki yüzyılda oluşmuş değil de, beş-on yılda, tek bir sanatçı yoğurup, desen- leyip, biçim vermiş gibi... Tam bir armoninin içinde, herşey. Ekserci Sokağı'nda, sağ köşeba- şına tutunmuş bir evcik var (12 No.). Yüzünü hanımelleri kapla mış. Bahçe duvarının dışında, bir ıhlamur ağacı. Güneş ışığını bile içeri düşürmeyecek kadar yoğun yeşillikler kaplamış her yanı, zarar yok. Çünkü tahta ev lerle bitkilerin ahengi, ruhları, gönülleri ısıtmaya zaten yetiyor. Canfes Sokağı'nda ise bir ev iyi ce ilginç. O da Çeşme Soka- ğı'nın köşe başında. Geleneksel Boğaziçi evi tipinde bile değil. Çünkü tümü tuğladan. Ama işini bilen bir kalfanın elinden çıktığı belli: Ze min katın üstüne bir demir potrel çekmiş, üstteki iki odayı da ona oturtmuş. Ama kutu gibi evin kerameti bunlar değil: Alt kat cephesindeki mermer bir çeşme de. Şaheser güzellikte bir ayna taşı bu. Bugünkü çıl dırmış piyasa fiyatları ile, bir zengin buna 100 milyon bastırabilir. Allah bilir, evden daha fazla para eder. Çeşme taşının arkası, yani evin odası, bir su haznesi! Konu-komşu hâlâ suyunu buradan alıyor.
Eski harflerle kitabesine göre, bu hayır eserini "Rize eşrafından Kuvvelizade Mustafa Efendi" (kaptan olma lı) yaptımış. Belli ki, 1910'lar ya da 20'lerin işi.
Eski İstanbul'un, üzerine konan her kanatlıyı içine çe kip emerek hazmeden egzotik çiçekler gibi, yurdun her köşesinin insanını kendi potası içinde eriten ve özümseyen, ne tür bir medeniyet ocağı olduğunu an lamak için "sade bir evciği görmek bile yeter."
Ben, onun karşısında uzun uzun durdum. En çok hangi sahneyi düşledim, bilir misiniz? Burada her
ha-Büyükdere'de
Canfes Sokağı'yla
Çeşme Sokağı'nm
kesiştiği köşede
m inicik bir ev.
Altında şaheser
güzellikte ayna taşıyla
m erm er bir çeşm e...
Ve bütün sokağa
yansıyan
bir "sevgi ve sempati
tablosu".
3 2
33
SEMT HALKI,
OYMALI TAHTA
EVLERİYLE,
AĞAÇLARI VE
ÇİÇEKLERİYLE
TIĞ İŞLER G İBİ
s e v g i y l e ö r m ü şSOKAKLARINI...
b u i l m i k l e r i n b i r b i r i n e e k l e n m e s i y l eORTAYA B lR ŞEHlR
ÇIKMIŞ:
DANTEL G lB l ESKİ
İSTANBUL.
nenin karakterini koruduğu 20- 30 yıl öncesine kadar, Büyükde- re'nin bu iç mahallesinde bir kış gecesini hayal ettim! Lapa lapa karlar yağarken, bu sokak bir lambanın ışığında, nasıl bir tiyat ro dekoru gibi gülümsüyor ve uyuyordu!
Ben ömrümde dar bir sokakta oturmadım. Çocukluğumun geç tiği Yıldız, genelde açıklık ve fe rah bir semtti. Serasker Kona- ğı'nın (eskiden donanma fenerle rinin konulması için yapılmış) küçük bir evinde 5-6 yılımız geçti ama, hem onlar 5 tane ev di, hem de karşıları yüksek bir duvardı. Duvarı bir yandan fil bahri demetleri süsler, öbür yan dan yukarıdan inen çarkıfelek (saat) çiçekleri boydan boya ör terdi. Onun için, böyle kuytu ev leri birer minyatür gibi, yanyana yerleştiren sokaklara biraz ya bancıyım. Büyükdere'nin bu bir kaç tipik sokağının kış ve yaz gece manzaralarını hayal etmeye çalışmam ondan.
Laz kaptan, 4 odalı evinin bir odasını, semtinin hizmetine sun mak erdemini göstermiş ve bu köşe başına sempatik bir biblo oturtmuş. Minicik bir ev, altında çeşme: Bu bir "sevgi ve sempati tablosu".
Bütün öbür komşuları da, bura nın eski Rum nüfusu dahil her kes, semtlerini oymalı tahta evle riyle, ağaçları ve çiçekleriyle, yıl lar boyu, tığ işler gibi sevgiyle ve görgüyle örmüşler. Bu ilmiklerin birbirine eklenmesiyle, ortaya bir şehir çıkmış: Dantel gibi, eski İstanbul.
Yer aldıkları yamaçtan tepeye doğru yokuş yolları tır mandıkça evlerin kalitesi ve etrafındaki yeşil dokunun zenginliği fark edilir şekilde artıyor. Çünkü üst sokak lardaki evlerden Boğaziçi, bir tablo gibi seyredilebili- yor. Bu panoramaları dolayısıyla, evlerin ve bahçeleri nin yüzölçümleri daha geniş parselli, binalar tabii çok daha kaliteli, evlerin istif şekilleri de yanyana değil, Boğaz'a bakar cepheli. Tabii fiyatlarının yüksek oluşu yüzünden, çoğu da karakterini henüz muhafaza edi yor. Yani aşağılara göre apartman sayısı, üstlerde da ha az.
Eskinin çamlarla, manolyalarla, erguvanlarla, gül ibri şim ağaçlarıyla çevrili, balkonlu, verandalı, panjurlu, rahat ve asude evlerini, bu yokuş üstlerinde daha bol
ca görebiliyorsunuz.
Ama yukarıdaki bu malikâneler ile aşağılardaki yanya na istifli küçük kutu evlerin, hepsinin prtak bir özelliği var: Ahşap şahnişlerinin, pencere kenar süslerinin, sa çak altı ve cumba altı payandalarının hepsinde dile gelen, ortak bir duygu bu: Güzellik tutkusu, dostluk ve insancıllık duygusu, komşuluk hukuku... Bu evle rin hepsinin birer "hissiyatı" var, özetle.
Sade mimari sanatlar, ahşap ustalıkları, özenli el bece rileri değil; pencere içlerinin bugün bile orada-burada devam eden, çiçekleri açmış neşeli sardunya saksıları ve mermer basamakların arasından kendiliğinden fış kırmış, ama hoyrat elin yolmadığı ve dikkatsiz ayağın ezmediği, o Tanrı vergisi "gece sefaları" bile, bunu si ze söylemeye ve için için anlatmaya yetiyor. •
34
S K Y L IF E E Y L Ü L S E P T E M B E R 1 9 9 2
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi