• Sonuç bulunamadı

Uluslararası ilişkiler teorilerinin fasit dairesi devlet: Bağımlılık kuramları örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Uluslararası ilişkiler teorilerinin fasit dairesi devlet: Bağımlılık kuramları örneği"

Copied!
155
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİNİN FASİT

DAİRESİ DEVLET:

BAĞIMLILIK KURAMLARI ÖRNEĞİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Danışman

Prof. Dr. Şaban H. ÇALIŞ

Hazırlayan

Can ŞEKER

094229001004

(2)

BİLİMSEL ETİK SAYFASI Öğ renci ni n

Adı Soyadı Can ŞEKER

Numarası 094229001004

Ana Bilim / Bilim Dalı Uluslararası İlişkiler/Uluslararası İlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİNİN FASİT DAİRESİ DEVLET: BAĞIMLILIK KURAMLARI ÖRNEĞİ

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Can ŞEKER

(3)
(4)

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Can ŞEKER

Numarası

094229001004

Ana Bilim / Bilim Dalı Uluslararası İlişkiler/Uluslararası İlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Şaban H. ÇALIŞ

Tezin Adı ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİNİN FASİT DAİRESİ

DEVLET: BAĞIMLILIK KURAMLARI ÖRNEĞİ ÖZET

Bu tez, Uluslararası İlişkiler (Uİ) disiplinindeki teorilerin, “kurucu özne”sinin “devlet” olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu çalışmada “Büyük Tartışmalar” üzerinden okunması bir gelenek halini alan Uİ teorilerinde “devlet”in konumu ve hangi bağlamlarda ele alındığı değerlendirilmiştir. Bundan dolayı Uİ’nin aktörü devletten bahsedildiğinde “ulus-devlet” kastedilmektedir. Bu tez, Uİ’nin devlet-merkezcilikten bir türlü kaçamadığını; bu durumun dışında kalabilme potansiyeli ve iddiasını taşıyan, özellikle 1960-1970’li yıllarda etkili olmuş Bağımlılık Kuramları’nın bile birçok yönden devlet merkezcilik mantığından kurtulamadığını iddia etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Ulus, Devlet, Ulus-Devlet, Milliyetçilik, Kapitalizm, Bağımlılık Kuramları

(5)

Öğ renci ni n Adı Soyadı Can ŞEKER Numarası 094229001004

Ana Bilim / Bilim Dalı Uluslararası İlişkiler/Uluslararası İlişkiler

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Şaban H. ÇALIŞ

Tezin İngilizce Adı STATE AS “VICIOUS CIRCLE” IN INTERNATIONAL

RELATIONS THEORY: THE CASE OF DEPENDENCY THEORIES ABSTRACT

This thesis is based on the assumption that the “founding subject” of the International Relations (IR) theories’ is the “state.” In this thesis the position of “state” and in which contexts it has been dealt is evaluated within the IR theories in which reading through the “Great Debates” has become the tradition. Thus, while mentioning about the state, it is the “nation-state” to be implied. This thesis argues that IR could never keep itself away from state-centrism even the Dependency Theories effective especially during the 1960s and 1970s with the counter potential and claim could not get rid of the logic of state-centrism in many respects.

Keywords: Nation, State, Nation-state, Nationalism, Capitalism, Dependency Theories

(6)

KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri AB : Avrupa Birliği

BM : Birleşmiş Milletler DB : Dünya Bankası

ECLA : Economic Commission for Latin America IMF : International Monetary Found

MDS : Modern Dünya Sistemi

MDST : Modern Dünya Sistemi Teorisi

NATO : North Atlantic Treaty Organization

OECD : Organisation for Economic Co-operation and Development OPEC : Organization of Petroleum Exporting Countries

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

: Uluslararası İlişkiler

ui : uluslararası ilişkiler

(7)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI...i

TEZ KABUL FORMU ... ii

ÖZET ... iii

SUMMARY ...iv

KISALTMALAR ... v

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM DEVLET: TANIMLAR VE TARİHSEL SERÜVEN 1.1. Tanım ve Tanımlama Sorunu ... 3

1.1.1. Devlet ve Kökeni ... 3

1.1.2. Milletin Oluşumu Üzerine: Kavram ve Tartışmalar ... 13

1.1.3. Ulus-Devlete Dair Tanımlar ve Tartışmalar ... 16

1.1.4. Milliyetçilik: Bir İdeoloji Mi? ... 18

İKİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DEVLET 2.1. ‘Büyük Tartışmalar’ ... 23

2.1.1. Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumunda ‘Büyük Tartışmalar’ ... 23

2.2. İdealizm-Realizm Tartışmasında Devlet ... 27

2.2.1. Hans Morgenthau ... 31

2.2.2. Kenneth Waltz ... 31

2.3. Gelenekselcilik-Davranışsalcılık Tartışmasında Devlet ... 34

2.4. Pozitivizm-Post-Pozitivizm Tartışmasında Devlet ... 35

2.4.1. Post-Yapısalcılık ve Devlete Bakışı ... 38

2.4.2. Feminizm ve Devlete Bakışı ... 42

2.4.3. İnşacılık ve Devlete Bakışı ... 46

2.4.3.1. Nicholas Greenwood Onuf ... 49

(8)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BAĞIMLILIK KURAMLARI ve DEVLET

3.1. Bağımlılık Kuramları ... 52

3.1.1. Bağımlılık Ne(dir?): Kavramların Yapısal Heterojenliği ... 53

3.1.2. Azgelişmişlik: ‘Güney’ ve/ya ‘Gelişmekte Olan Ülkeler’le Aynı Şey Midir? ... 54

3.1.3. Bağlantısızlık (Hareketi) ... 59

3.1.4. Üçüncü Dünya ... 61

3.2. Bağımlılık Kuramı Mı Yoksa Kuramları Mı? ... 66

3.2.1. Bağımlılık Kuramları: Tanımlar ... 66

3.2.2. Bağımlılık Kuramları: Tarihsel Köken(ler)i ... 70

3.2.3. İlk Kapitalist Gelişme Ütopyası Örneği: ECLA ... 74

3.2.4. Eşitsiz Mübadele: Arrighi Emmanuel ... 82

3.2.5. Metropol-Uydu: Andre Gunder Frank ... 83

3.2.6. Eşitsiz Bağımlılık: Dos Santos ... 89

3.2.7. Azgelişmişlik: Paul Baran ... 91

3.2.8. Merkez-Çevreden Dünya Sistemine: Samir Amin ... 93

3.2.9. Modern Dünya Sistemi Teorisi: Immanuel Wallerstein ... 96

3.3. Yeni Bağımlılık ... 108

3.3.1. Bağımlı-Gelişme: Fernando Henrique Cardoso, Enze Faletto ... 108

3.4. Bağımlılık Kuramlarının Ortak Noktaları ve Eleştiriler ... 112

3.4.1. Bağımlılık Kuramları’nın Ortak Noktaları ... 117

3.4.2. Bağımlılık Kuramlarına Eleştiriler ... 118

3.5. Bağımlılık Kuramları ve MDST’nin Özeti ... 124

SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME ... 128

(9)

GİRİŞ

Bu tez, Uluslararası İlişkiler (Uİ) disiplinindeki teorilerin, ‘kurucu özne’sinin ‘devlet’ olduğu varsayımına dayanmaktadır. ‘Büyük Tartışmalar’ üzerinden ele alınması bir gelenek halini alan Uİ’de ‘devlet’in konumu ve hangi bağlamlarda ele alındığını açıklamaya çalışacak bu çalışmada, Uİ’nin aktörü olarak ‘devlet’ten bahsedildiğinde, ulus-devlet kastedilmektedir. Bu tez, Uİ’nin ‘devlet-merkezci’ (state centric) pozisyondan bir türlü kaçamadığını; bu durumun dışında kalabilme potansiyeli ve iddiasını taşıyan, özellikle 1960-1970’li yıllarda etkili olmuş Bağımlılık Kuramları’nın bile birçok yönden ‘devlet merkezcilik’ mantığından kurtulamadığını iddia etmektedir.

Tezin birinci bölümünde, ‘devlet’ kavramına ilişkin genel tanımlar verilecek ve devletin kökeninin ne(re)ye dayandırılması gerektiğine dair tartışmalar ele alınmıştır. Bu bağlamda, Uİ’deki devletin meşruiyet arayışından kaynaklı, E. Hobsbawn’ın tabiriyle ‘geleneğin icat edilmesi’ne benzer tavırla, geçmişe gidilen yaklaşımlarda da aslında ulus-devlete referans verildiği ortaya konulmuştur. Daha sonra ‘ulus’ kavramı ve oluşumu ile ilgili tanımlar verilerek, ‘ulus-devlet’i referans almanın son tahlilde fasit daire oluşturduğu, bunun da en temelde ‘ulus-devlet’in kapitalizmle olan ilişkisinden kaynaklandığı ve milliyetçiliğin de bu süreçte ifade ettiği anlam ele alınmaktadır.

Tarihsel olarak modern devlet, kapitalist üretim ilişkilerinin maddi koşullarının gelişmesiyle paralel ortaya çıkmış ve bu anlamda tüm dünyada sermayenin birikim sisteminin [yeni] kurumsal yapısı ulus-devlet olmuştur. Toprak temelli (territoryal) devletler sistemini oluşturan 1648 Westphalia Barışı ile birlikte ulus-devletin bu konumu pekiştirilmiştir. Maddi temelleri kapitalizm, sosyal ve siyasal temelleri ise milliyetçilik ile anlam kazanan ve hatta bizatihi milliyetçiliğin kendisinin de yaratıldığı ve araçsallaştırıldığı bu süreç ulus-devletin konumunun pekişmesinde önemli roller oynamıştır. Bunlara ek olarak Coğrafi Keşifler, Rönesans ve Reform Hareketleri özellikle de Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi ulus-devletin tarihsel olarak inşa sürecinde temel momentler olarak karşımıza çıkmaktadır.

(10)

İkinci bölümde, Uİ’yi ‘Büyük Tartışmalar’ üzerinden okumanın bir gelenek halini aldığı kabulünden de hareketle, üç ‘Büyük Tartışma’nın, ‘İdealizm-Realizm’, ‘Gelenekselcilik-Davranışsalcılık’, ‘Pozitivizm-Post-Pozitivizm’in, ‘devlet’e bakışı ve bu bağlamda onlara yönelik eleştiriler değerlendirilmektedir.

Üçüncü yani son bölümde ise, 1960’lı yıllarla birlikte Uİ’de yer edinen Bağımlılık Kuramları’nın tarihsel serüveni verilerek ve analizlerinin (ulus)-devletten gerçek anlamda bir kopuş mu yoksa bir şekilde yine ona mı döndüğü tartışılmıştır. Ayrıca teze egemen olan eleştirel tavrın, tezi hiçbir şeyi çürütmeyen (nihil obstat) ve saçma bir noktaya indirgeyen (reductio ad absurdum) hale sokmasına da müsaade etmeyeceğiz.

(11)

BİRİNCİ BÖLÜM

DEVLET: TANIMLAR VE TARİHSEL SERÜVEN

1.1. Tanım ve Tanımlama Sorunu

Aynı kelime ile birbirinden tamamen farklı şeyleri ifade etmeye dair örnek arandığında devlet kavramı ilk akla gelmesi gerekenlerden biridir. Ayrıca devlet ile devlet oluşumu aynı şey değildir fakat ayrılıklarının da tarihsel anlamının abartılmaması gerekir. Devlet, temize çıkarmaktan çok ortadan kalkmasını istediğimiz ve böylelikle daha da güçlü görünmesine neden olduğumuz zorlayıcı bir kurumdur.1 Bu bağlamda, devleti tüm yönleriyle anlamlandırmanın ve tanımlamanın çok zor olduğu bir gerçektir. Bunun temel sebebi ise, tarihsel değişim süreci içinde devletin farklı biçimler alması, farklı tiplerde ortaya çıkması, devlete yüklenen amaç ve görevlerin çeşitliliği olabilir.

1.1.1. Devlet ve Kökeni

İçinde bulunduğumuz dünyanın her ne kadar ulus-devletler dünyası olduğu düşünülse de, ulus-devletler farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde kurulup gelişmiştir. Her şeye hükmeden düzen fikri olarak devlet kavramı ilk olarak Avrupa’da yaygın olarak kullanılmıştır. Schmitt, XlX. yüzyılda tüm zamanlar ve halklar için genel bir kavram ve sonrasında da dünya siyasi tarihinde tümüyle farklı zamanlara ve halklara ait farklı türdeki yapılar ve örgütlenmeler için kullanılan devlet kavramını yanıltıcı bir soyutlama olarak görür. Ona göre, olması gereken, tamamıyla döneme bağlı, tarihin belirlediği, somut ve özgül bir örgütlenme biçimi, kendi tarihi mekanını ve kendine özgü (tipik) içeriğe sahip yaklaşımla ‘devletin oluşum süreci’ni ele almaktır.2

1

Otfried Höffe, “Bir Şeytan Halkının Bile Devlete İhtiyacı Vardır. Tabii Adaletin İkilemi”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, çev. Özgür Türesay, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 323.

2 Carl Schmitt, “Somut ve Çağa Bağlı Bir Kavram Olarak Devlet”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali

(12)

Bu temel çerçeveden hareketle, devlete dair yapılan tanımlara ve devletin oluşum sürecine ilişkin genel bir değerlendirmede bulunabiliriz: Devleti; Platon, insana benzeyen doğal bir organizma, filozof-kralın bilgisinin ve insan ruhunun ideal bir form halinde somutlaşması; Aristo, bir kurumlar ve hizmetler sistemi, bireyin siyasi olarak mensup olduğu organik bir yapı; Cicero, ‘halkın işi; Machiavelli, uğruna her türlü ahlaki ilkenin çiğneyebileceği bir değer; Hobbes, insanın varlığını güvence altına alan bir siyasal güç, bencil olan bireyleri birleştiren bir araç3

; Locke, insanın doğal olarak sahip olduğu hakları korumakla görevlendirilen ve varlığı buna bağlı olan bir yapı veya insanlar tarafından üretilmiş doğal olmayan yapı; Kant, ‘meşru yasa altında toplanan insan birliği’; Hegel, ‘yeryüzü Tanrısı’4

ya da daha bilinen tanımlamayla ‘Tanrı’nın yeryüzündeki yürüyüşü’5

, ‘objektif ahlak idesinin fiil halindeki realitesi’6

; Weber, meşru, fiziki şiddet kullanma tekeli7, kendisinden önce gelen siyasi kurumlar gibi, insanın, insan egemenliği ilişkisi8

; yönetenlerle yönetilenler arasında bir farklılaşma9

; cumhuriyetle ya da bir prensin hâkimiyeti altında yaşayan bir halkın yönetimi10

; topluluklar topluluğu11; görece merkezileşmiş

bir hukuki düzen;12 Marx ise, egemen sınıfın, egemenliğini idame ettirmekte kullandığı bir tahakküm aracı, çatışan ekonomik çıkarları ve sınıfları bir arada tutmak için oluşturulmuş bir araç13

ve genel olarak Marksistlerce ‘bir sınıfın diğer sınıfları egemenliği altında bulundurduğu bir örgütlenme’ ve sönümlenip sonrada

3

Frederick Copleston, Felsefe Tarihi, çev. Aziz Yardımlı, (İstanbul: İdea Yayınevi, 1998), 54.

4Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996), 34.

5Mümtaz’er Türköne, “Uluslararası İlişkilerde Aktörler”, Uluslararası İlişkiler: ‘Giriş, Kavram ve

Teoriler’, Ed. Haydar Çakmak, (Ankara: Platin Yayınları, 2007): 88.

6G. W. F. Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, çev. Cenap Karakaya, (İstanbul: Sosyal Yayınlar,

1991), 200. Ayrıca Hegel, tarihin devletle yani insanın tarihinin devletin tarihiyle başladığını savunur. Başka bir deyişle, tarih, devlet kurmuş halkların tarihidir. (G. W. F. Hegel, Tarihte Akıl, çev. Önay Sözer, (İstanbul: Ara Yayınları, 2003), 163.

7Aykut Çelebi, Devlet, Toprak, Egemenlik: Carl Schmitt’in Düşüncesinde Siyasal Kavramı ve Kurucu

İktidar Sorunu, (Ankara: İmaj Yayınevi, 2008), 16., Cem Dişbudak, “Türkiye’de Makroekonomik Politikaların Dönüşümü”, Devlet ve Sermayenin Yeni Biçimleri, ed. Ramazan Günlü, (Ankara: Dipnot Yayınları, 2008): 199.

8

Max Weber, Sosyoloji Yazıları, çev. Taha Parla, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2006), 9.

9Lucien Sfez, “Duguit ve Devlet Kuramı: Temsil ve İletişim", Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal,

çev. Ayça Ciniç, ( Ankara: Dost Yayınları, 2000): 407.

10Jean-Pierre Brancourt, “Estat’lardan Devlete. Bir Sözcüğün Evrimi”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali

Akal, çev. Beki Haleva, Pınar Güzelyürek, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 189.

11

Kapani, age, 34.

12Hans Kelsen, “Saf Hukuk Kuramı: Devlet ve Hukuk Özdeşliği”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali

Akal, çev. Cemal Bali Akal, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 426. Daha fazlası için bkz. age, 425-456.

(13)

yok olup gidecek bir üst yapı ürünü14

, bütün burjuvazinin genel işlerini yürütmek için bir kurul15 şeklinde tanımlamıştır.16

Tilly, devletlerin, beş bin yıldan fazla bir süredir dünyanın en geniş ve en güçlü örgütleri olduklarını; insanın yaratıcılık ve yıkıcılık kapasitesinde büyüme yaşandığı anda ortaya çıktığını savunur. Ona göre, zor araçlarının birikim ve yoğunlaşması bir arada arttığında, zorun örgütlenmesini yansıtan, sermayenin de etkisini gösteren devletler ortaya çıkar ve farklı türde devlet oluşumu belirtilen bu hususun değişmesiyle olur.17

Philippe Braud, devleti, bir ülke, bir halk ve

kurumsallaşmış bir zorlayıcı güç olarak analiz ederken18 Münci Kapani ise, devletin

en yaygın tanımının ‘anlamacı’ (deskriptif) tanımlama olduğunu belirtir. Buna göre, devletin ‘ülke, insan topluluğu ve iktidar’ olmak üzere üç unsuru vardır. Kapani buna, dördüncü unsur olarak, ‘hukuki ve siyasi düzen’in eklenebileceğini belirtir. Yazar bu unsurlardan hareketle şöyle bir tanıma gidilebileceğini varsaymaktadır: ‘Devlet, belli bir ülke üzerinde yerleşmiş, zorlayıcı yetkiye sahip bir üstün iktidar

tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasal kuruluştur’.19

Fakat devletin tüm bu unsurlarla yine de anlatılamayacağını, devlet dediğimizde hem bunları aşan hem de Realistler’in bir kısmının belirttiği gibi ‘devleti şimdiye kadar gören olmamıştır.’ minvalinde soyut olduğunu da ileri sürmüştür. Dahası yazar, Burdeau’dan aktararak, ‘devlet, insanlar onu düşündükleri için vardır.’ demektedir.20

14Kapani, age, 34. Marksist olarak tanımlanmamakla beraber sınıf üzerinden analiz yapan

Oppenheimer, sınıflar devletlerin ortaya çıkışında değil, devletin yerleşmesinde rol oynadığını savunur. (Franz Oppenheimer, Devlet, çev. Alâeddin Şenel-Yavuz Sabuncu, (Ankara: Phoenix Yayınevi, 2005), 40.)

15Mustafa Bayram Mısır, “Kapitalizm, Devletler ve Egemenlik: Egemenlik Kuramının Tarihsel

Maddeci Bir Eleştirisi”, (Doktora Tezi, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011), 307.

16Tanımlar içinde verilen referanslar dışındakiler için bkz. Abdulvahap Coşkun, “Ulus-Devletin

Dönüşümü ve Meşruluk Sorunu”, (Doktora Tezi, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007), 117-118., Dişbudak, age, 199.

17Charles Tilly, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, Çev. Kudret Emiroğlu, (Ankara:

İmge Kitapevi, 2001), 24-47.

18

Philippe Braud, “Devlet: Hukuki Öğretinin İkilemleri”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, Çev. Gülçin Balamir Coşkun, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 360-364.

19Kapani, age, 35. 20age, 35-36.

(14)

Barry, ‘devlet bir kurallar manzumesinden fazla bir şey değildir; bu kuralları

ahlaki ve başka gerekçelerle eleştirmek pekala meşrudur’21

derken, devleti mutlaka sona ermesi gereken bir kötülük olarak niteleyenler, insanların icat ettiği ve geliştirdiği başka bir deyişle insanlık tarihi ile eşit olmayan bir ‘birlikte yaşama formu' olarak da tanımlayanlar olmuştur.22

Hall ve Ikenberry, devleti, bir kurumlar bütünü, bu kurumların genellikle bir topluma mal edilen, coğrafi olarak sınırlanmış bir bölgenin merkezinde olması ve sınırları kendi tekeline alması üzerinden üç özellikle tanımlamanın mümkün olduğunu söyler.23

M. Bookchin, insanın insana tahakkümünün, ilk önce doğayı tahakküm altına almayı daha sonra ise, sınıfların ve devletin ortaya çıkışını öncelediğini ileri sürer.24

Ona göre, devlet, sadece bir toplumsal idare sistemi değil aynı zamanda ‘profesyonel zor kullanma sistemidir’.25 Fakat devletin yalnızca zor kullanma olarak tanımlanmasının da devleti salt bir doğal görüngü şeklinde görülmesine yol açacağından eksik olacağını belirten Bookchin, Weberyen bir yorumla, zor kullanmanın profesyonel, sistematik ve örgütlü bir toplumsal denetim biçimi olarak kurumsallaştığı; …arkalarına bir şiddet tekeli alarak ‘idare etmeleri’nin beklendiği

durumlarda devletten söz edilebileceğini savlamıştır.26 Bu sav, Avrupa’da modern

ulusların ortaya çıkışına kadar sınıfsal çıkara dayanan, tamamen profesyonel ve belli bir aygıt anlamında devletle karşılaşmadığımıza dayanmaktadır.27

Bookchin ‘her zaman’ bütün devletlerin belirli bir yöneten sınıfın çıkarlarına hizmet eden kurumsallaşmış bir şiddet sistemi olarak görülmesini, Marksizm’de olduğu gibi, doğru bulmamaktadır. Bunun tam aksi durumları da söz konusudur: Henüz devlet

21Norman P. Barry; Modern Siyaset Teorisi, çev. Mustafa Erdoğan-Yusuf Şahin, (Ankara: Liberte

Yayınları, 2004), 73.

22Türköne, age, 88.

23John A. Hall & G. John Ikenberry, Devlet, çev. Yeşeren Olgu Alibeyoğlu, Murat Şipal, (İstanbul:

Doruk Yayınları, 2000), 11.

24Murray Bookchin, Toplumu Yeniden Kurmak, çev. Kaya Şahin, (İstanbul: Metis Yayınları, 1999),

81.

25age, 74. 26age, 74. 27age, 78.

(15)

oluşumunun başlangıç aşamalarında da olsa, Aztek ve İnka Devletleri28

; Helenistik dönem Mısır’ındaki Ptoleme Devleti vb., bunlar ‘sınıf çıkarı’yla değil ‘kendi adına iş

gören çıkar’la hareket ediyorlardı.29

Fakat Bookchin, hiyerarşiler, sınıflar ve devletleri insanlığın yaratıcı güçlerini yoldan saptıran olarak görür30 ve bu anlamda kendini devleti ‘zorunlu’ olarak görenlerin karşısına net bir şekilde konumlandırır. Bu konum ise, ‘tahakküm etrafında kurulmuş, bölünmüş bir insanlığın kendi içindeki çatışmalar kaçınılmaz olarak doğayla çatışmalara neden olacaktır’. cümlesinde görüldüğü gibi her şeyin birçok farklı şekilde oluşturulan bölünmelerle ayrıştırarak hiyerarşiyi günlük yaşamın bir parçası haline getirip devlet tarafından yutulmasına yol açacak bir sürecin yerine insanlığın ‘ekolojik bir toplum tarafından bir araya getirilmesi’dir.31

Carl Schmitt’te devlet, ‘XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla uzanan devletleşme çağında, siyasi birliğe hükmeden düzen’ kavramı olmakla birlikte devlet sadece iktidar ve düzen sorunu değildir.32

Devlet, kurucu iktidarca belirlenen bir tarihsel birlik formu, siyasi birliğin en gelişkin, evrensel düzeyde kabul gören, tarihsel uğrak noktasındaki bir tezahürüdür33

. Bu noktada ikircikli bir durum ortaya çıkmaktadır: Devlet, bir yandan siyasal birliğin formu oluşu ve geçiciliği olarak tarihsel bir uğrak noktası olarak görülürken diğer yandan da, siyasal birlik formu olan devletin ortadan kalkmasının (olasılığının) bir süreç değil bir tehdit olarak görülmüştür. Burada devletin son dört yüzyıla yayılan evrensel düzeyde kabul görmesinden dolayı ayrıcalıklı bir statü olarak görülmesi söz konusudur.34

Çelebi bu duruma ‘Schmitt

28Carl Schmitt’e göre ise, XIX. yüzyılda Atinalılar’ın, Romalılar’ın Aztekler’in ‘devletinden’ söz

edilmesine alışılmıştı. Fakat bu arı ya da karınca devletinden söz etmek gibi esaslı bir hatadır. Çünkü bu tür hayvan ‘devletlerinde’ tarihi kavramlar söz konusu olamaz. Ona göre yapılması gereken ‘somut ve çağa bağlı bir kavram olarak devlet analizi’nin yapılmasıdır. (Schmitt, Somut, 245-254) Louis Dumont’un da, Antik Yunan’da veya Roma İmparatorluğunda ya da feodal yapılanmada bir devletin olmadığı Devletin ancak eşitlenmiş ve özgürleşmiş atomlar (modern uyruklar) üstünde var olabileceği ölçütüne göre belirlenebileceğini savlar. (Louis Dumont, “Bireycilik Üzerinde Denemeler: Doğuş. XIII. Yüzyıldan Başlayarak Siyaset Kategorisi ve Devlet”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, çev. Hülya Tufan, (Ankara: Dost Yayınları, 2000):141-174.)

29Bookchin, age, 75, 76. 30age, 79. 31age, 80. 32 Schmitt, Somut, 245. 33Çelebi, age, 7.

34age, 14-15. ‘Siyasal kavramı’, 1789 Fransız Devrimi ile birlikte doruğa çıkan ‘ulus’lar çağındaki

(16)

Paradoksu’ adını vermektedir.35

Çelebi’ye göre, Schmitt, devlet’i bugünkü ‘ulus-devlet’ anlamında kullanmakta ve bunun temelini de her toplumun varlığını güvence altına alan, vazgeçilmez nihai siyasal kerte olan devleti 1648 Westphalia Barışı ile başlayan dönemde şekillenen siyasi birlik ve siyasal dışla(n)ma formuna dayandırmaktadır. Bu ise, Imperium, Polis, Res Publica’dan ayrı bir siyasal organizasyonu tanımlamaktadır. Schmitt’e göre, bu ve bunlara benzer lokal ya da küresel siyasal oluşumları devlet diye nitelendirmek çok büyük bir hatadır.36

Ayrıca, Schmitt’te ‘Siyasal kavramı devlet kavramından önce gelir.’37

35Çelebi, age, 138-139, 148.

36age, 14-15, 140-143. Yoksa daha önceden, özellikle de kullanılan Orta Çağ siyasi dil dağarcığında,

civitas, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, özellikle de İtalya’da gelişmekte olan site-devletini; regnum, Erken Orta Çağ döneminden beri bir oluşum halinde olan yerel monarşileri; respublica/commonwealth ise, daha geniş bir topluluğu, tüm inançlı Hıristiyanlar’ı tek çatı altında toplayan respublica christiana’yı betimlemek için kullanılmıştır. (Alessandro Passerin d’Entrêves, “Devlet kavramı”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, çev. Başak Baysal, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 194.) Modern devlet kavramına en fazla yaklaşanın ise, kendi kendine yeten kusursuz topluluk (communitas perfecta et sibi sufficiens) kavramı olduğu savunulmuştur. (age, 195.) Platon, Aristoteles, Cicero ve Augustinus da bir konumu tanımlamak polis, res publica, regnum gibi değişik kavramlar kullandılar. (d’Entrêves age, 193., Torbjorn L. Knutsen, Uluslararası İlişkiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet Özay, (İstanbul: Açılım Kitap, 2006), 384., Ernst Kantorowicz, “Orta Çağ Siyasi Düşüncesinde ‘Vatan İçin Ölmek- Pro Patria Mori’ ”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, çev. Erol Öz, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 123.) Jean Bodin ise, ‘republique’ sözcüğünü ‘devlet’in yerine, ‘etat’ sözcüğünü ise, genellikle yönetim biçimi bazen de kurulu her türlü siyasi düzeni, Roma Devleti, Venedik Devleti, Cenova Devleti vb. anlatmak için modern anlamda da kullanmıştır. (d’Entrêves, age, 185, 197.) Bodin’de ilgi odağı, artık hükümdar değil ‘Devlet/Republique’dir ve devlete dair denklemi ise şu şekildedir: Güç (kuran) ile güce içkin olan iktidarın toplamıdır Devlet. (Gêrard Mairet, “Padovalı Marsilius’dan Louis XIV:’e Laik Devletin Doğuşu”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, çev. Cemal Bâli Akal, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 234-235.) Bu çerçeveden hareketle, devlet’e benzer olarak görülen kavramları biraz daha ayrıntıya inerek açıklayacak olursak; ‘Respublica’, bir güçler, ama aynı zamanda da sözleşmeler bütününden oluşmuştu. (Brancourt, age, 177.) Orta Çağ Avrupası’nda Hıristiyan krallığını kademelenmiş, farklı ve belirlenmiş yerlerden oluşan kümelerin meydana getirdiği, inanç birliği ve imparatorluk geçmişine dayanan birlik düşünün geçerli olduğu koşullarda ‘Etat/ Devlet’ sözcüğünün Orta Çağ siyasi dil dağarcığında olmaması şaşılacak bir durum oluşturmamaktadır ve hatta bundan bahsetmek anlamsız olacaktır. (d’Entreves, age, 193-209.) Brancourt’a göre ‘koşullar, insanlar onların bilincine varmadan önce belirmişlerdi.’ (Brancourt, age, 189.) Kısaca, XVI. yüzyılın ilk yarısı boyunca da ‘Etat’ sözcüğü modern anlamıyla hemen hemen hiç kullanılmamış ve bu kullanım için daha sonraki zamanları beklemek gerekmiştir. Aralarındaki küçük farklılıklara rağmen kökeninde ‘status’ olduğu kabul edilen ‘Etat’ sözcüğü, XlV. yüzyıldan başlayarak, Avrupa’da bir sosyal kümeyi belirtmek için kullanılmaktaydı. Daha sonradan modern anlamıyla yani belirli topraklarda yaşayan bir halkın siyasi ve hukuki düzeni anlamında kullanıma da İtalya’da 1458’den başlayarak resmi metinlerde rastlanılmaktadır. (age, 178-182.) Bu yaygın kanı yani ‘durum’/’var olma biçimi’ni karşılayan ‘status’ sözcüğünün devlet sözcüğünün kökeni olarak kabul edilmesine rağmen ilk kullanıldığında, siyasi olarak, mutluluk, refah; sonradan sosyal ve ekonomik özel durum, belli bir topluluğun hukuki yapısının betimlenmesi gibi bir anlam süreci yaşamasının Machiavelli’nin de devlet kavramını kullanırken her zaman tutarlı olmamasına yol açmış olsa da ‘devlet’ sözcüğünün modern anlamının kesinlikle yerleşmesi ve halka yayılmasının öncellikle Machiavelli’nin sayesinde olduğu düşünülmektedir. (d’ Entrêves, age, 195-209.) Çünkü Hükümdar’da Machiavelli’in ‘devlet’ tanımı modern zamanda ‘devlet’in temel özelliklerinden biri olarak kabul

(17)

Kısaca, Schmit’te devlet, XVI. ve XVII. yüzyıllardan XX. yüzyıla evrilen süreçte norm (davranış tarzı), karar (kendine özgü muhakeme gücü), düzen (kendine özgü örgütleme araçları) olarak gelişiminde tarihsel belirli bir oranda aşkınlık kazansa da kendinden önceki var olan siyasal düzenler karşısında verili aşkın konumda olmayan, tarihsel bir inşa ve belirli tarihsel momentte ortaya çıkan bir siyasal düzendir.38

Hobbes’a göre ise, devleti kuran esas unsur, insanların kendi aralarında sözleşme yaparak tümünü temsil etmek üzere kim(ler)e yetki verileceği konusunda çoğunlukla anlaşmalarıdır. Bu anlaşmanın zorunlu oluşu, insanın bencil doğası39

(status naturalis) ile toplumsal olarak bir arada yaşama zorunluluğu (status civilis) arasındaki çelişkeden kaynaklanmaktadır ve bu ancak bir ‘toplumsal sözleşme’ (pactum societatis) ile aşılabilir.40

Fakat bunun ‘olanı’ değil olması gerekeni yani ‘devletin kaynağının ne olduğunu’ değil ‘ne olması’ gerektiğini temel aldığı da savunulmaktadır.41

Bu anlamda Hobbes devleti, rıza gösteren bireylerin yapay bir yaratımı; toplum tarafından kendisine devredilen mutlak, bölünmez ve ebedi güçlerle adeta bir tanrı gibi görmektedir.42

Walker’ın Hobbes’tan aktararak belirttiği gibi,

edilecek, belirli bir toprak ve belli bir halk üzerinde güç kullanma ve denetlenme yetkisiyle donanmış bir düzenleme özelliğini taşımaktaydı. (age, 197.) Charles Loysseau, devamla, devlete devlet denmesinin sebebinin, devletin yerli yerine oturması ve gücünün dorukta olduğu zamanda egemenliği karşılaması olduğu söylemektedir. (Brancourt, age, 186.) Başka bir deyişle, Egemenlik Devlet’e varlık veren bir biçimdir. (Charles Loyseau, Traitê des Seigneuries, (Paris, 1614, II. Bölüm): 14’den aktaran age, 186.) Egemenlik de, in abstracto (soyut olarak) ‘Estat’a, krallığa ya da kamusal şeye bağlıdır. Bir Makyavelist olarak görülebilecek olan Loysseau için ise, ‘Etat’, imperium (güç) uygulayan bir dominium (otoritedir.) Yani, Machiavelli dönemine gelinceye kadar daha çok krallıkların (regia) ve prensliklerin (principatus), topraklara (terra-territorium) hükmetmesi (dominium) veya yönetmesi (regimen) üzerineydi. (age, 187., Coşkun, age, 133.)

37Carl Schmitt, Siyasal Kavramı, çev. Ece Göztepe, (İstanbul: Metis Yayınları, 2006), 39. Canbolat’a

göre ise, Schmitt’te (siyasalın devlete önceliğinin yanında) insandan öncede devlet gelir. (İbrahim S. Canbolat, “İmaj-Gerçek ve İşlevsellik Bağlamında Eleştirel Bir Uluslararası İlişkiler Çözümlemesi Üzerine”, Akademik Bakış, c.1, s.1, (Kış, 2007): 14.

38Çelebi, age, 139-140.

39Öldürme isteğinden/özgürlüğünden bile vazgeçişin hemcinsi tarafından öldürülmekten korkmaktan

kaynaklandığını ve bu özgürlüğün yaşama hakkıyla değiş-tokuş edilmesinin mutlak ve evrensel olarak her birey için yararlı olduğunu belirten Hobbes bunu şu vecizeyle ortaya koymaya çalışmıştır: ‘Kızıl, ölüme yeğdir/Lieber rot als tot.’ (Höffe, age, 329-330.)

40Suavi Aydın, Terzinin Biçtiği Bedene Uymazsa: Türk Kimliğinin Yaratılması ve Ulusal Kimlik

Sorunu Üzerine, (Ankara: Maki Basın Yayın, 2009), 37.

41Kapani, age, 38. 42Coşkun, age, 589.

(18)

‘Devlet ne kadar kötü şey yaparsa yapsın bunlar anarşiden kötü olamaz’.43

Çünkü ona göre, ‘devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir’.44 Baktığımızda, Hobbes’un devlete dair irdelemesi insanın doğasına dair yaptığı çıkarsamalardan kaynaklandığı bir gerçeklik olarak ortadadır. Ancak buna kendi ülkesindeki somut tarihsel olayları, iç savaştan korkusunu ve nefretini eklemek Leviathan’ı anlamada daha anlamlı bir çerçeve sunabilir.45

Devlete yüklediği neredeyse sınırsız güç, onun ‘Realist’ olarak görülmesinin en temel gerekçesini oluşturmaktadır. Eş deyişle, eğer insanı commonwealth ya da ‘devlet’ten ayrı olduğu

biçimiyle düşünürsek, onun ‘istemli devinimleri üzerine bağımlıdır.46

Yani neyin iyi veya kötü olduğunu belirleyen ‘devlet’ ya da tam anlamıyla ‘egemen’dir.47

Yani, Hobbes’taki büyük Leviathan yeni Ölümlü Tanrıdır; o da egemen devlettir.48

Machiavelli’in devlet tanımına ve ona ilişkin açıklamalarına geçmeden önce devleti felsefi bir temelde ele alınışına kısaca değinmek yararlı olacaktır. Aquinolu Tommaso’ya göre, A ya da B gibi tikel varlıklar ‘birincil tözler’ başka deyişle, kendi kendilerine o halleriyle yeten kendiliklerdir. Fakat ‘bütünsellikler’ (universaux), gerçekten kendiliklerinden varmış gibi ele alınır ve bunlarda ‘ikincil tözler’ olarak adlandırılırdı.49

Daha sonradan bu devlet’in ‘self-help’ kavramı üzerinden ele alınışında karşımıza çıkmaktadır. Ockhamlı William’a göre, şeyler (res) ile imler, sözcükler, bütünsellikler arasında net bir ayrım yapılması gerekmektedir. Şeyler ancak ‘basit’, ‘tecrit edilmiş’, ‘ayrılmış’olabilirler; var olmak biricik ve ayrı

olmaktır50

. Devamla belirtecek olursak, A’nın kişiliğinde A’dan başka bir şey olmadığı gibi, ondan ‘gerçekten’ ya da ‘biçimsel olarak’ ayrışan herhangi bir şey de

43R. B. J. Walker, “Security, Sovereignty, and the Challenge of World Politics”, Alternatives, vol.15,

no.1: 67’den aktaran Özlem Kaygusuz, “Küreselleşme ve Ulusal Güvenlik Devleti: Geri Dönüş Mümkün Mü?”, Mülkiye, c.31, s. 255 (2007): 141.

44Coşkun, age, 53. 45

age, 52-63., Copleston, age, 57., Leo Strauss, “Tabii Hak ve Tarih”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, çev. Ozan Erözden, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 288.

46Copleston, age, 36. 47age, 36-54.

48Pavlos Hatzopoulos & Fabio Petito, “The Return from Exile: An Introduction I”, Religion in

International Relations: The Return From Exile, ed. Pavlos Hatzopoulos & Fabio Petito, (New York: Palgrave Macmillan, 2003): 1.

49Dumont, age, 143. 50age, 144.

(19)

olamaz.51 Özetle, modern devlet birincil tözlerdendir; biricik ve ayrı olmak iddiasındadır.

Machiavelli, devleti (lo stato), kişilerin ve mülkiyetin güvenliği için yoğunlaşmış güç/iktidar örgütlenmesi/organizasyonu olarak tanımlar.52

J.P. Brancourt’a göre, devlet sözcüğüne modern zamanlara özgü anlamıyla ilk kez Machiavelli’nin ‘Hükümdar/Prens’ eserinde karşılaşılmıştır: ‘Belli bir toprak ve

belirli bir halk üzerinde güç kullanan aygıt.53

Orta Çağ siyaset kuramcılarının devletin sadece hukuki değil ahlaki ve tabii gerekliliğe de dayalı olduklarını düşündüklerini öne süren54

Otto Gierke da egemeni bu zincirlerden kurtulması için hükümdarlara tavsiye veren Machiavelli ile salt ‘siyasi’ devlet kuramının temellerinin atıldığını belirtmektedir.55

Kısaca, Machiavelli, kişisel ahlakın da üzerine çıkararak tek ilke olarak devlet mantığını/hikmet-i hükümeti56

benimsemiştir.57

Bu noktada, Hobbes ve Machiavelli’in belirttiği sınırdan başlayarak yani belli bir toprak parçası, üzerinde söz sahibi olacağı/egemeni olacağı halk ve ona uygulanacak mutlak iktidar (plenitudo potestas) temeli artık Modern devlet’in asgari şartları olarak kabul görmekteydi. Örneğin, Köker‘e göre; Modern devlet, tarihi oluşum sürecinde, ülkesel (territorial), ulusal (national) ve egemen (sovereign) sıfatlarını kazanmıştır.58

Kapani’ye göre, devlet ile ilgili olarak genellikle paylaşılan ve geçerli olan görüş şu şekildedir: ‘Bugünkü anlamı ve bugünkü unsurlarıyla devlet

51age, 144.

52Mısır, age, 4., Coşkun, age, 41-48., d’Entrêves, age, 199-209. 53Brancourt, age, 177-179., Coşkun, age, 133-134.

54Otto Gierke, “Orta Çağ’da Siyasi Kuramlar: Devlet ve Hukuk”, Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali

Akal, çev. Olgun Akbulut, Emre Zeybekoğlu, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 129.

55

age, 137.

56‘Devlet Mantığı/Aklı’ kavramını ilk olarak Giovanni Botero kullanmıştır. Botero’ya göre devlet,

halklar üzerinde kurulan güçlü hakimiyettir; devlet mantığı ise, böyle bir hakimiyeti ve senyörlüğü kurmaya, korumaya ve geliştirmeye yönelik araçlarla ilgili bilgiler bütünüdür. ( Brancourt, age, 186.) Hikmet-i hükümet/Raison d’etat karşılığı olarak Türkçe’de ‘devlet aklı’ kavramını kullanan Mithat Sancar bu doktrinin fikri temellerinin, Meinecke açıklamasını referans alarak, Machiavelli ve Hegel’de bulunduğunu belirtmiştir. (Mithat Sancar, “‘Devlet Aklı’, Hukuk Devleti ve ‘Devlet Çetesi’”, Birikim Dergisi, s.93-94 (1997): 81.)

57

Dumont, age, 148-149.

58Levent Köker, “Yeni Savaşlar Çağında Hukukun Üstünlüğü ve Uluslararası Politika”, AÜHFD, c.54,

s.4 (2005): 54. Ayrıca Köker, Hobbes’un devletlerarası ilişkileri “sona ermesi mümkün olmayan bir sürekli doğa durumu” olarak gördüğünü ifade eder. (age, 56.)

(20)

yeni bir kuruluştur ve bu kuruluş ancak on beşinci ve on altıncı yüzyıllar içinde

ortaya çıkmıştır’.59

Özetle, Modernitenin bir ürünü olarak, Batı Avrupa’da XVl. yy.’da merkantalistleşme süreciyle belirmeye başlayan, XVlll. yüzyıl sonunda ve XlX. yüzyılda kapitalist üretim biçimi egemen hale gelince ortaya çıkan modern toplumun üst örgütlenme biçimi olarak Modern devleti60

, hukuksal anlamda tanımlanmış, nesnel anlamda, içte ve dışta bir egemen gücü olan; coğrafyası bakımından, kesin olarak sınırları çizilmiş ülke topraklarına sahip (devlet sahasına); sosyal açıdan ise mensuplarının tümüne (devlet halkına) işaret eden bir olgu olarak görebiliriz.61 Egemen ülkesel devlet, Modern zamanların eşiğinde, Orta Çağ’ın evrensel güçleri, Papalık ve İmparatorluk’a karşı, tam bir bağımsızlık talep edebilecek ‘eylem ve karar birliği’nin belirmesi olarak da tarif edildiği gibi62

kapitalizm gibi, feodalitenin içinde ortaya çıktığı da ileri sürülmektedir.63

Bu durumu maddeleştirecek olursak şu şekilde bir özellikler sıralaması yapılabilir: Egemenlik, Kamusallık, Meşruiyet, Hükmetme,

Coğrafi alan.64

Genel hatlarıyla devlet tanımları ve oluşumunu verdikten sonra, artık ‘ulus ile devlet’ bütünleşmesinin temel kaynağı, modern devlet tarihinin başlangıcı, devletlerin dış egemenlik olarak bilinen birbirlerini politik özne olarak kabulü, siyasi

59Kapani, age, 39. Ayrıca bkz. Türköne, age, 85.

60Fatih Türe, “Devlet: Liberalizm Bir Serüveni”, Devlet ve Sermayenin Yeni Biçimleri, ed. Ramazan

Günlü, (Ankara: Dipnot Yayınları, 2008): 76.

61Coşkun, age, 143 -144.

62Peter Haggenmacher, “Vitoria’dan Vattel’e Uluslararası Hukuk Kişisi Olarak Egemen Devlet”,

Devlet Kuramı, ed. Cemal Bali Akal, çev. İdil Selçuk, (Ankara: Dost Yayınları, 2000): 257.

63Mısır, age, 30. Belirtildiği gibi, Modern devlet’in Ulus-devletle aynı olduğu; aynı tarihsel

dönemlerin ve koşulların ürünü şeklinde özetlenebilecek olan yaklaşımlara karşılık, Modern Devlet’in tarih sahnesine çıkışının, ulus-devletten önce olduğunu savunan Habermas gibi, ‘devlet’ ve ‘ulus’ sözcüklerinin ‘ulus-devlet’ olarak birbiriyle kaynaşması için XVIII. yüzyılın sonlarındaki devrimlerden sonrayı beklemek gerekeceğini savunanlar (Coşkun, age, 145.) veya ‘ulus–devlet’i belli bir tarih (XVI. yüzyıl ) ve belli bir coğrafya (Avrupa) ile ilişkilendiren görüşlere karşı, ulusu bu tarzda ele alıp onu ‘Avrupa malı’ haline getirmenin hem ırkçılık’ı, ırkçı bir bakışı çok yakın bir ihtimal haline getirdiğini hem de Japonya, Tayland, Vietnam ve Kore gibi çok eski ulusların durumları inatla görmezden gelinmesine yol açtığını belirten Lacoste gibilerde vardır. (Yves Lacoste ; “Ulus ve Demokrasi: Doğal Bir Çift Mi ?”, Uluslar ve Milliyetçilikler, ed. Jean Leca, çev. Siren İdemen, (İstanbul: Metis Yayınları, 1998): 50.)

64Türköne, age, 8. Wallerstein ise, Modern devlete özgü olanın egemenlik olduğunu ve modern

anlamda kullanımının ise, XVI. yüzyılla birlikte olduğunu savunmaktadır. (Immanuel Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, çev. Tuncay Birkan, (İstanbul: Metis Yayınları, 2003), 71–72.

(21)

iktidarın coğrafi alanı yani ülke unsurunun tanımlanması, her devlet ülkesi ve halkı üzerinde egemen duruma gelmesi şeklinde referanslarla bilinen, 24 Ekim ve 15 Mayıs 1648’de ayrı ayrı imzalan Osnabrück ve Münster Antlaşmalarını içeren Westphalia Anlaşması/Barışı65 temelinde dünyanın, eşit ve egemen devletlerden oluşan ui alanı haline gelmesini ‘ulus’ kavramının tarihsel süreç içerisinde nasıl oluştuğuyla birlikte kapitalizm-milliyetçilik çerçevesinde ele alabiliriz.

‘Rahat uyu artık, dilenci evini buldu’.66

1.1.2. Milletin Oluşumu Üzerine: Kavram ve Tartışmalar

‘Millet’, ‘ulus’ kullanımlarındaki ayrımlara girmeden her iki kavramı birbirlerinin yerine kullanmayı tercih etmekteyiz. İlk öncelikle, literatürdeki ‘ulus’ ve ‘ulus-devlet’ tanımlarının verilmesi ve oluşumlarına dair bir tartışma yapılması önemlidir; fakat bundan amaçlanan ‘nihai’ bir tanıma ve/ya sonuca ulaşmaktan ziyade tezde hangi zeminde hareket edildiğini belirlemek ve eleştirel bir yaklaşımla bu tanımlar üzerinden ulus-devlet-kapitalizm-milliyetçilik ilişkisinin kısaca analizine girişmektir.

Ulus, kader topluluğu67

; ebedi olmayan her şeyden önce bireyleri arasındaki birlikte yaşama duygusuna, bir ortak kültüre, ruh birliğine dayanan ve her gün

65Türköne, age, 87., Mısır, age, 4. Fransa ve İspanya arasında 1659 yılında imzalanan Pyrenees

Antlaşması da buna dâhil edilebilir. (age, 4.)

66Theodor W. Adorno, Minima Moralia, çev. Orhan Koçak, Ahmet Doğukan, (İstanbul: Metis

Yayınevi, 2007), 208.

67Bauer bunlar arasında tarımsal üretim biçimlerinin değişmesini, kırsal alanların bölgesel ekonomik

alanın içine çekilmesi ve bunun sonucunda lehçelerin birbirine yakınlaşmasını saymaktadır. Baure’e göre ikinci aşama “kültür topluluğu” aşamasıdır ve bu aşama dil topluluğuyla milli kimliğe ulaşılması arasında bir köprü işlevi görmekte, “yüksek kültür”lerin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla bir “yüksek” dilin yani değişik lehçelerin üstünde, herkesin anlayabileceği ortak bir dilin oluşmasını önemli olduğunu belirtmektedir. Yani kültür topluluğundan millete geçişte önemli olan/belirleyici olan duygu yani ortak geçmiş kadar ve belki de ondan daha çok ortak gelecek, kader birliğidir. Ayrıca Bauer millet ve sınıf ile ilgili şu şekilde bir yaklaşım sergilemektedir: Milli kültür değişik sınıfların katkısıyla oluşmuştur. Sosyalizme geçildiğinde sınıfsal çatışmalar ortadan kalkacağından milletler arasındaki ilişkiler düzelecek ve milletler arasındaki ayrılıklarda yerlerini birlikte uyum içinde yaşamaya bırakacak. (Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları: Eleştirel Bir Bakış, (Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2008), 55.

(22)

tekrarlanan bir halk oylaması/plesibit68; insanlığın gelişiminde birer gerekli ara

basamaklar69; ancak belli bir coğrafya üzerinde kurulacağına göre bu öğe belli bir toprak parçası ya da ülke70

; etkin katılımla gerçekleşen, edinilen, iradi, belli dönemde ortaya çıkan, toplumsal, siyasal, ekonomik ve coğrafi unurları olan olgu71

; bir toplulukta önemli sayıda kişinin kendilerini bir millet oluşturduğunu varsaymasıyla ya da böyle olduğunu düşünmesiyle ortaya çıkan şey72

; feodal toplumun bünyesinin bozulmasıyla ortaya çıkan bir toplumsal ürün73

; özel tarihsel anlara yerleştirilmiş ve hegemonya için mücadele eden değişik gruplaşmaların desteklediği değişen milliyetçilik söylemleri tarafından kurgulanmış bir kavram74

; hayali bir cemaat75; eğitim, kitle iletişim araçları ve siyasal sosyalizasyon tarafından inşa edilen, hayal edilmiş yapım76; kolektif bir isim, köken konusunda ortak bir

mit/ortak soy miti, ortak bir tarih, özel ortak kültür, belirli bir teritorya ile özdeşleşme ve dayanışma duygusunu paylaşan insan topluluğu77; kültürel birleşimle

68

age, 58., Arif Demir, “Türkiye Solunda Milliyetçilik Anlayışı”, KSİÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, (2006): 5., Cengiz Aktar, “Osmanlı Kozmopolitizminden Avrupa Kozmopolitizmine Giden Yolda Ulus Parantezi”, Milliyetçilik, ed. Tanıl Bora, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): 77.

69Sema E. Ege, ‘Milliyetçilik ve On Dokuzuncu Yüzyıl İngiliz, Amerikan Edebiyatı’ Littera, c.19,

(Haz., 2006): 9.

70Haldun Çancı, “Kuramsal Yaklaşımlar Çerçevesinde Milliyetçiliğin Niteliksel Sabitelerine Genel

Bir Bakış”, Review of Social, Economic & Business Studies, vol.9, no.10 (2006): 243.

71Vahap Sağ & Mehmet Aslan, “Ulus, Uluslaşma ve Ulus Devlet”, CÜ Sosyal Bilimler Dergisi, c.25,

s.2 (Ara., 2001): 176.

72Recep Boztemur, “Tarihsel Açıdan Millet ve Milliyetçilik: Ulus-Devlet’in Kapitalist Üretim

Tarzıyla Birlikte Gelişimi”, Doğu Batı Dergisi, c.1, s.38 (2006): 165.

73Baskın Oran, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği, (Ankara: Işık Yayıncılık, 1980), 35-36.

74Nira Yuval-Davis, Cinsiyet ve Millet, çev. Ayşin Bektaş, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2003), 17-25. 75Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, çev. İskender Savaşır, (İstanbul: Metis Yayınları, 2007),

20-23. Herhalde milletler ilgili bir çalışmada en çok refere edilen kişilerin başında Benedict Anderson ve onun kitabı “Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması” kitabı gelir. Partha Chatterjee’de bu kitabı milliyetçilik üzerine yeni kuramsal fikirler üretme konusunda son birkaç yıllık dönemdeki en etkili kitap olarak tanımlamıştır. Partha Chatterjee’ye göre, Benedict Anderson, ulusal dil, ırk, yahut din gibi belirli sosyolojik koşullar tarafından yaratılan ve bir daha değiştirilemeyecek şekilde biçimlendirilen ürünler olmadığını büyük bir ustalık ve özgünlükle gözler önüne sermiş ve uluslar; Avrupa’da ve dünyanın diğer her yerinde, tahayyül edildikleri için vücut bulmuşlardı. (Partha Chatterjee, Ulus ve Parçaları, çev. İsmail Çekem, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), 20., Partha Chatterjee, Milliyetçi Düşünce ve Sömürge Dünyası, çev. Sami Oğuz, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1996), 29, vd.) Ayrıca Partha Chatterjee Anderson’un yapmış olduğu çalışmaların öneminde bahsettikten sonra dünyanın geri kalan ülkelerinin milliyetçilikler kendi tahayyül edilmiş cemaatlerini Avrupa ile Kuzey ve Güney Amerika tarafından onlara sunulmuş milliyetçilik modelleri arasından seçmek zorundaysa, geriye tahayyül edilecek neyin kaldığını sorusunu sormaktadır. (Chatterjee, Ulus, 20-21.)

76

Andrew Heywood, Siyaset, çev. Atilla Yayla ve diğ., (Ankara: Liberte Yayınları, 2006), 157-158.

77Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, çev. Sonay Bayramoğlu, Hülya Kendir, (Ankara: Dost

Kitabevi Yayınları, 2002), 45-55. Millet oluşumunun uzun bir süreç gerektirdiğini belirten Anthony Smith, tarihsel bir süreç içerisinde, “ethnie”nin gelişerek, milliyetçi akımların çekirdeğini oluşturan

(23)

belli bir siyasi müdahalenin karşılıklı etkileşimden ortaya çıkan çok boyutlu, engebeli, önceden belirlenemez bir süreç78; icad edilmiş gelenekler79

; dil, din, ahlak ve sanat bakımlarından ortak olan kısaca aynı eğitimi almış bireylerden oluşan topluluk80; bir devlete sahip insan topluluğu81; bütüncül bir yönetime tabi, hem devlet aygıtının iç unsurları, hem de diğer devletler tarafından denetim altında tutulan ve

“mitsel sembolik kompleks” olduğunu ve tarih öncesi zamana kadar uzandığını ileri sürerkenbunun

milliyetçilik ile olan bağını da şu şekilde kurmuştur: “Miliyetçilik toprağı temel alan bir ideolojidir ve bireylerle grupların enerjilerini, içinde tüm yurttaşların kardeş olduğu ve bu yüzden oraya “ait olduğu” varsayılan sınırları açıkça belirlenmiş bir “anavatan”a yönlendirir. Siyasal topluluğun anavatandaki kardeşlik ayinlerini belirli aralıklarla tekrarlamak suretiyle millet, cemaat halini alır ve kendine tapınır; ve böylelikle yurttaşlarının kolektif kimliklerinin gücü ve sıcaklığını hissetmelerini sağlar; onlara artan bir özfarkındalık ve toplumsal düşünümsellik sunar.” (Anthony D. Smith, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, çev. Derya Kömürcü, (İstanbul: Everest Yayınları, 2002), 98-99, 176-177.) Ayırca, modern ulus ile modern öncesi ethnie (italikler bana ait) arasında sonları bakımından ciddi bir süreklilik olduğunu savunan Smith ‘uluslar modern midir?’ (Smith, Uluslar, 27.) başlığı altında ilk cümledeki soru olan “neden insanlar ülkeleri için canlarını feda ederler?”in bir cevabı verilemeyecektir. Fakat bu soruya illaki bir cevap verilmek isteniyorsa, Goethe’nin “öl ve ol” sözü, niçin, hangi amaç uğrunda can verildiği; neyin ardından yaşamdan vazgeçildiği, kimliği de en keskin ve kalıcı şekilde belirlediği tespiti, bu bağlamda ele alındığında verilebilecek cevaplardan biri olarak görünmektedir. (Altay Cengizer, “Tüm Zamanlar İçin Kayırılan Elem: Eski Avrupa Sona Ererken İmparatorluk İçin Direnen Jön Türkler”, Doğu Batı Dergisi, c.2, s.46 (2008): 40.) Bu konuda Zygmunt Bauman’nın “ölümsüzlük, üyelerinin değil, grubun malıdır, ancak üyelerinin ölümlü yaşamlarını sürdürme biçiminin grubun yaşamını tehlikeye atmadan sürdürebilmesini sağlaması koşuluyla sigortalanabilecek bir mal”(Zygmunt Bauman, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, çev. Nurgül Demirdöven, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000), 38.) tespiti bu konuyu daha açık ortaya koyması açısından çarpıcıdır. Steve Fenton ise, etnisitenin kendine özgü bağlamları olduğu ve bunun üç yörüngede saptandığını savunmuştur: modern dünyada kölelik ve kölelik sonrası döneme; kolonyal ve post-kolonyal dönem; ve kapitalist Batı’da ve dışında ulus-devletlerin kurulması. (Steve Fenton, Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür, çev. Nihat Şad, (Ankara: Phoenix Yayınevi, 1999), 10.)

78Fatma Müge Göçek, “Osmanlı Devleti’nde Türk Milliyetçiliğinin Oluşumu: Sosyolojik Bir

Yaklaşım”, Milliyetçilik, ed. Tanıl Bora, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): 63-64.

79E. J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik: Program, Mit, Gerçeklik, çev. Osman Akınhay, (İstanbul:

Ayrıntı Yayınları, 2006), 9, 17, 22, 24, vd. Ayrıca bu temel üzerinden resmi tarih yazımına girişildiği iddia edilmektedir. (Panayote Elias Dimitras, “Writing and Reuriting History in the Context of Balkan Nationalisms”, Southeast European Politics, vol.1, no.1 (2000): 8-15.) Fakat millet, Hobsbawm’ın görüşüne göre, özünde tepeden oluşturulmuş; ama ayrıca aşağıdan bir bakışla, yani sıradan insanların mutlaka milli olması gerekmediği gibi milliyetçiliği daha da az olan varsayımları, umutları, ihtiyaçları, özlemleri ve çıkarları temelinde analiz edilmedikçe anlaşılamayan ikili bir olgudur. Hobsbawn, Hroch’un “milli bilinç” ve buna bağlı olarak milli hareketlerin tarihini üç aşamada toplamasını da kabul eder: XIX. yüzyıl Avrupa’sı bağlamında kullandığı A aşaması salt kültürel, edebi ve folklorik bir içeriğe sahipti. B aşamasında “millet fikri”ni savunan öncüler ve militanlar topluluğuyla, bir fikri öne çıkaran politik kampanyaların ilk adımlarıyla karşılaşırız. C aşaması, milliyetçi programların kitlelerin desteğini aldığı, en azından milliyetçilerin daima temsil ettikleri iddiasında oldukları kitlesel desteğin bir bölümüne sahip olduğu zamanı gösterir. (Hobsbawm, Milletler, 26-27.) Ayrıca bunun eleştirisi için Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, çev. Simten Coşar, Saltuk Özertürk, Nalan Soyarık, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1998), 236., Nükhet Sirman, “Kadınların Milliyeti”, Milliyetçilik, ed. Tanıl Bora, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): 230-231, 236.

80Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, (Konya: Tümce Yayınları, 2008), 14. 81Özkırımlı, Milliyetçilik, 64.

(24)

kesin sınırlarla belirlenmiş topraklar üzerinde yer alan birlik’82

; insanoğlunun inançları, bağlılık ve dayanışmasının bir sonucu83

; kuşkusuz her şeyden önce, belli bir grup insanda başka gruplara karşı belirli bir dayanışma duygusunun harekete geçiren kavram84

; coğrafi açıdan, yerleşim ve komşuluklarla, kültürel açıdan, ortak dil, töre ve ananelerle devlete ilişkin -fakat siyasi olmayan- örgütlenme biçimi

çerçevesinde kaynaşmış soy toplulukları85

; tarihsel anlatı için yeni bir nesneler alanı ve aynı zamanda tarih içerisinde konuşan yeni özne, yeni kendilik86

olarak tanımlanmaktadır.

1.1.3. Ulus-Devlete Dair Tanımlar ve Tartışmalar

Ulus-devlet ise, belirli bir toprak ve halk üzerinde, egemenlik hakkına dayanan uluslararası süje/öznesi87

; sınırları belirli bir toprak parçası üzerindeki

egemenlik, yargı yetkisi ve fiziksel güç kullanımı88

; tarihsel ve modern bir olgu89; ‘modern dünyanın en önde gelen siyasal birimi’90

; sermaye çağının siyasi ve hukuki biçimi olarak, her biri bir ulus-devlet olarak, yapılanan kapitalist devletler91

; beş yüzyıllık bir süreç içinde düşünülmesi gereken ‘kurumsallaşmış siyasi iktidar tipi’92

; sınırları belirlenmiş bir toprak parçası üzerinde güç kullanma tekelini elinde bulunduran, yönetimi altındaki halkın ortak dil, kültür, mitler ve değerler yaratılarak birleştirilmesini amaçlayan, siyasal ve toplumsal manada ulus üzerinde tesis edilmiş devlet biçimi93 şeklinde tanımlanabilmiştir. Zaten günümüzde de tüm devletlerin

82Boztemur, age, 165. 83Heywood, age, 154-155.

84Max Weber, “Millet”, çev. Ebru Çerezcioğlu, Doğu Batı Dergisi, c.2, s.39 (2006-07): 181-188.

85Jürgen Habermas, “Öteki” Olmak, “Öteki”yle Yaşamak: Siyaset Kuramı Yazıları, çev. İlknur Aka,

(İstanbul: YKY, 2002), 18.

86Michel Foucault, Toplumu Savunmak Gerekir, çev. Şehsuvar Aktaş, (İstanbul: YKY, 2003), 151. 87Mısır, age, 1.

88Ebru Çoban, “ Modern Devlet ve Irk Söylemi Çerçevesinde Ruanda Soykırımı”, ( Doktora Tezi, AÜ

Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007), 25.

89E. Meiksins Wood, Kapitalizmin Arkaik Kültürü: Eski Rejimler ve Modern Devletler Üstüne

Tarihsel Bir Deneme, çev. Oya Köymen, (İstanbul: Yordam Kitap, 2007), 51.

90

Tom Bottomore, Siyaset Sosyolojisi, çev. Erol Mutlu, (Ankara: V Teori, (1975/1987):59’dan aktaran Mısır, age, 2.

91age, 5. 92Akal, age, 14.

93Köksal Şahin, Küreselleşme Tartışmaları Işığında: Ulus-Devlet, (İstanbul: İlgi Kültür Sanat

Yayıncılık, 2007), 149. Bu konuda daha ayrıntılı bir açıklama için Köksal Şahin’in “Ulus- Devlet” kitabının “Bir Siyasi Örgütlenme Modeli Olarak Ulus-Devlet” bölümüne bakılması faydalı olacaktır. (age, 119-149.)

(25)

ulus-devletler şeklinde örgütlendiği, ulus-devlet sisteminin üç sosyal ve siyasi yeniliğin-devlet, ulus ve egemenlik- birleşmesiyle oluştuğu da kabul gören bir yaklaşımdır.94

Tanımlardan sonra, ulus ve ulus-devletin günümüzdeki anlamına kavuşmasındaki serüvenine geçecek olursak; ırk, din, ortak kültür vb. tek tek nedenlerle açıklama girişimleri büyük bir yekûn tutsa da bu oluş tarihi, en fazla ulusun çıkış yeri olarak kabul edilen ‘Avrupa’da feodalizmin yıkılışına denk düşen XVI. yüzyıla kadar götürülebilir. Ticaret kapitalizminin/merkantalizmin pazar birliği üzerine olan atfı, sadakat noktası, kral üzerine değil millet üzerinedir. Çünkü burjuvazi Kralı çıkarlarına bir tehlike olarak görmekte ve ‘vatan’ın temelini özgürlük, özgürlüğünki de mülkiyet olarak görmekteydi ki bu sebeple önemsizleşerek ‘çekilmeye’ başlayan Kralın yerine bireyi/burjuvayı temel alan bir toplumsal birlik gerekmekteydi. Buna ise, ‘millet’ kavramının oluşumuyla geçiş sağlanmak istendi ve bir anlamda da yanılsamalı da olsa bunun sağlandığına dair kitlelerin duyduğu duygu yani ‘biz’ bilinci kabul edilmişti/egemen olmuştu.95

Bu noktada şunu belirtmek gerekir: Burada ‘kabul edilme’nin ‘egemen olma’yla aynı anlamda kullanılması bu durumu burjuvazinin belirlemesindendir. Tarihin ‘sınıf mücadelelerin tarihi’ şeklindeki okunması96

, ‘sınıf çatışması’ yerine ‘ulus çatışması’nın ikame edilmesine karşı çıkar.97

Kısaca, Modern devletle, bunun en yaygın formu olarak ulus-devletle, şekillendiğini düşündüğümüz modern ulus kavramı, bazen ‘zamanın ruhu’na uygun olarak belirli dönemlerde ‘biz’, ‘bir’leştirici

94Carlton Hayes’e göre ise, milliyetçilik ilerleme inancıyla ve modernleşmeyle yakından

ilişkilidir.(Hüseyin Kalaycı, “Etnisite ve Ulus Karşılaştırması”, Doğu Batı Dergisi, c.1, s.44 (2008): 92-95.)

95Oran, Azgelişmiş, 33-39.

96Bu konuya ilişkin farklı bir okuma için bkz. Gellner, age, 27-28.

97Ancak Ernest Gellner bunun böyle olmadığını savunarak şu şekilde bir sav geliştirmektedir: “Tarih,

ne sınıfların ne de ulusların çatışması değildir. Genel olarak, bu iki sözde muhalif tipine indirgenemeyecek kadar çok ihtilaflar ve kültürel nüanslar açısından zengindir Gerek sınıflar( bir Pazar toplumundaki başıboş ve içi boşaltılmamış ve dengesiz tabakalar) gerekse uluslar (siyasal iddialara sahip anonim, bilinçli, kültürel olarak tanımlanmış insan kategorileri) en iyi şekilde “sanayileşme” olarak ifade edilen, belirli bir sosyo-ekonomik kalıbın etkisi altında, ortaya çıkar, siyasal öneme sahip olur ve birleştikleri zamanda sınırlar içerisinde değişiklikleri harekete geçirir. … ne ekonomik gerilim ne de kültürel farklılık kendi başlarına hiçbir şey, ya da çok az şey elde ederler. Her biri, öncü itkide ziyade, birer sonuçturlar. Belirleyici olan sosyo-ekonomik tabandır.” (age, 250- 251.) ‘Ulus’ şeklinde kullanımın kapitalist toplumlarda ekonomik yapılanma açısından kontrol niteliğinde işlevleri olduğu iddiası için Kazım Tolga Gürel, Sanal İkon Gezegeninin Kıyameti: İkon İktidar İlişkisinin İletişimsel Açıdan İncelenmesi, (Ankara: Eyfel Yayın Grubu, 2008), 92.

(26)

vb. olarak tanımlanırken bazen de ‘kötü’lenmesi gereken ‘yıkıcı’ olarak görülen bir kavramsallaştırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda kullanılması için Fransız Devrimi’yle günümüzdeki anlamına kavuşan milliyetçiliğin tüm dünyada etkili olmasını beklemek gerekecekti.

1.1.4. Milliyetçilik: Bir İdeoloji Mi?

Tanıl Bora’nın milliyetçiliği ‘anlama’ adına sorduğu soruların ‘cevaba’ gerek kalmadan önemli bir noktaya işaret ettiğini düşünmekteyiz:

“Milliyetçilik, asli/birincil siyasetlerin ideolojik hegemonya mücadelesinde ele geçirilmeye çalışılan bir boş yüzey, onların kendi yönelimleri doğrultusunda yağmaladığı bir tematik/kavramsal/simgesel alet çantası mıdır? Yoksa bütün siyasal çatışma eksenlerini yatay kesen, hatta zaman zaman onları talileştiren, sorunsal tayin edici bir zihniyet kalıbı mı?”.98

Gramsci’nin doğrudan bu konuyla ilgili görünmese de bu durumu açımlayan ‘yaklaşımı’, temel kavramı olan ‘hegemonya’ üzerinden anlaşılabilir. Gramsci’ye göre, yeni bir ideolojinin toplumun tümünde hegemonya kurabilmesi için o ideolojinin sahibi ve taşıyıcısı olan ve tarih sahnesine çıkan yeni sınıfın, üretici güçleri geliştirmesi ve ekonominin üretici temelini dönüştürerek gerici sınıfa karşı

98Tanıl Bora, “Sunuş”, Milliyetçilik, ed. Tanıl Bora, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): 17. Bu türden

bir dilemmanın varlığı, Janus gibi iki çehresi olan milliyetçiliğin, hem ‘kendi kalabilmek’ hem de başkasına benzemek, hem ‘öze dönmek’ hem de ‘evrenselleşmek’ özlemlerini bir arada dile getirmek istemesinden kaynaklanmaktadır. (Hamit Bozarslan, “Kürd Milliyetçiliği ve Kürd Hareketi (1898-2000), Milliyetçilik, ed. Tanıl Bora, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): 842., İnci Özkan Kerestecioğlu, “Milliyetçilik: ‘Uyuyan Güzeli Uyandıran Prens’ten Frankeştayn’ın Canavarına”, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler ed. H. Birsen Örs, (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007): 319.) Baskın Oran ise, milliyetçiliğin üç başlıkta ele alınması başka bir deyişle milliyetçiliğin analizinde üç temelden hareket edilmesi gerektiğini savunmuştur: Bir Duygu Olarak Milliyetçilik: Birey Toplum ve Tutunum Gereksinmesi, Bir İdeoloji Olarak Milliyetçilik: Egemen Sınıf (Grup) ve Tutunum Gereksinmesi, Bir Toplumsal Hareket Olarak Milliyetçilik. ( Oran, Azgelişmiş, 20-29., Baskın Oran, “Kürt Milliyetçiliğinin Diyalektiği”, Milliyetçilik, ed. Tanıl Bora, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): 871.) Ayrıca bu tez milliyetçiliği, sistematik bir düşünce sistemi sunma anlamında bir ‘ideoloji’ olarak kabul etmemektedir. Çünkü milliyetçiliğin sürekli olarak farklı düşünce sistemlerinde yer alarak rengini ona çevirmesi, etkilediği de bir gerçekliktir, ona ‘eklemsiz bir düşünce’ özellikleri sergilemesi açısından eklektik bir yapıda olduğu kabul edilmektedir. Eric Hobsbawn ise, ‘milliyetçiliğin belirsizliği ve programatik içerikten yoksunluğu, ona kendi topluluğu içerisinde potansiyel bakımından genel bir destek sağlamaktadır’. tespitiyle yapılan sava yaklaşmaktadır. (Hobsbawm, Milletler, 209.) Fakat Necmettin Hacıeminoğlu milliyetçiliği tanımı buna zıt bir kutba denk düşmektedir. Ona göre, “ milliyetçilik, ne kendisine zıt fikirlere karşı doğmuş bir tepki hareketidir, ne de bir takım tezlerin anti-tezidir. O bir dünya görüşü ve fikir sistemi olarak başlı başına bir tezdir”. (Kemal Can, “Ülkücü Hareketin İdeolojisi”, Milliyetçilik, ed. Tanıl Bora, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002): 665.)

Referanslar

Benzer Belgeler

Dışişleri Bakanlığı, iş Bankası, Emlak Bankası, Flnansbank, Halk Bankası, Şekerbank, Garanti Bankası Koleksiyonlarında da yapıtları bulunmaktadır. Yurtdışında

Robin George Collingwood felsefesinde üç temel düşünce bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, ‘tarihin bir bilim olduğu ancak doğa bilimi türünden bir bilim

içinde barındırır. Bir mekânın imajı veya kişilerin edindikleri bil- giler ya da kişisel deneyimleriyle oluşan ‘zihin haritaları’ da edebî eserlerde

Ö¤renci merkezli ö¤retimin ö¤retmen merkezli ö¤retim- dekinden oldukça farkl› özellikleri flöyle s›ralanabilir: Ö¤renci merkezli ö¤retimde, ö¤rencilerin istedikleri

Oxfam danışmanlarından Robert Bailey, Avrupa Birliği'nin ve dünyanın geri kalanının biyoyakıt ihtiyaçlarını kar şılama çabasının, yoksulları zorluklarla karşı

Chavez hükümeti 2005 y ılına kadar maden işletmelerine dokunmamış, ancak 2005 yılında büyük bir politik manevra gerçekle ştirerek devlet ya da özel sektöre ait, yerli ya

Sabahın erken saatlerinde; biz koyun bir ucundan, uzaklarda koyun öbür ucunda, de­ nize nerdeyse dik açıyla inen beton bir yol üzerinde Cihat Burak'ın elinde

paratı kullanılmıştır. Zehirlenme semptomlarının en şiddetli old_llğu ve protrombin zamanının normalin 6-7 katı kadar uzadığı dönemde 5 m-g/ kg Vitamin Kı