22 Haziran 1997
Milliyet
D Ü N Y A D A B U G Ü N
Şairin olumu
SEVGİLİ,
Gece bulutsuz gökyüzünü seyrederken, bir yıldız söner se birden, bil ki bir yerlerde bir şair ölmüş demektir. Çün kü ne zaman bir şair ölse bir yıldız söner.
Ayağının yere bastığını, gerçekçi olduğunu söyleyip, övünen biri bir gün küçümse yerek sormuştu: “Şair ha... şair... bir şair neye yarar ki".
“Hiçbir şeye” dedim. Onun için şair hiçbir şeye yaramazdı. Ne açlığını gide rebilirdi, ne susuzluğunu, ba şını sokacak bir dam da inşa edemezdi ona. O da sığına- mazdı, şiirin o gizemli dünyasına.
Ama yine, onun için bile gerekliydi şair. Şiirin bir büyüsü olduğu şuradan kesin ki, herkes şair olamıyor ama, herkes hayatında bir kerecik bile olsa şiir yazıyor ya da yazmaya yelteniyor.
Buna karşın şiiri de az tanıyoruz şairleri de. “Şair tabiatlı adam”, dediler mi, bil ki, dağı nık saç baş birbirine karışmış, hayalci biridir kastedilen.
Bu tanımlamanın nereden geldiğini bir türlü anlamış değilim. Ben ne şairler tanıdım tiren daz, giysisi gibi fiziğine özen gösteren.
Örneğin Melih Cevdet Anday, gösterişli de ğil, ama her zaman temiz ve özenli giyinir. Hep düşünmüşümdür, “bu adamın yalnızca bir kat elbisesi bile olsa, onu yine böyle ütülü, yıllar ca sanki yeniymiş izlenimi verecek biçimde ta şırdı üstünde” diye.
Sevgili M. C. Anday hem anlatmış, hem de yazmıştı. İlk yıllarda topluma garip, hafif çat lakmış gibi görünen Orhan Veli giyim kuşama düşkünmüş. Ne ki, serde parasızlık da oldu ğundan, ayın sonlarına doğru o canım elbise leri eskiciye satmak zorunda kalır, sonra eline para geçince, gider, yeni bir takım yaptırırmış. Hatta bir gün, her zaman elbiselerini sattığı eskici dayanamayıp şairimize, “bundan sonra demiş, paçaları biraz daha bol yaptır”.
Ne yapsın garip şairin, garip eskicisi, geniş paçalar daha iyi alıcı buluyormuş da.
Çoğu kimse de şairi esin peşinde koşan ve o gizemli periyi bir kez yakaladı mı, delicesine yazan, günlük olaylara aldırmayan bir kişi sa nır.
Oysa tanıdığım şairler, yalnız esin peşinde koşmadıkları gibi güncel sorunlarla yakından ilgili, toplumun meselelerini irdeleyen kişilerdi ve çalışırken de, zaman zaman bir mühendis, bir fizikçi gibi çalışırlardı.
Zaten ünlü Fransız ozanı Paule Valery “nasıl ki, yalnız iyi niyetle politika yapılamaz ise, yal nız duygularla da şiir yazılmaz” dedikten son ra, şiirin duygularla aklın karşılıklı çekişmesi, çatışması ve uzlaşması sürecinde nasıl oluş tuğunu anlatır.
Dün yitirdiğimiz Cumhuriyet kuşağının en bü yük ozanlarından Cahit Külebi, Sevgili, şairin toplumsal olaylarla ne denli yakından ilgilendi ğinin canlı bir kanıtıydı. 12 Eylül’ün kara döne minden sonra, SODEP’in kurucuları arasında yer alan Külebi, çağımızda şairin toplumun so runlarına yabancı kalamayacağını, hatta kimi zaman o konuda da, öncülük yapacağını gös teren bir örnekti.
Külebi’nin ölümü beni şaşırtmadı. Öğrencisi ve can dostu Sami Karaören bir süredir çok hasta olduğunu söylüyordu hep, hatta bir ke resinde, durumu ağırlaşınca doğru Ankara’ya koşmuş, sonra “Neyse Hoca bu sefer kurtar dı” diyerek, sevinç içinde dönmüştü.
Külebi’nin ölümü süpriz olmadı, ama doldu rulmayacak boşluğu yüreğimi sızlattı.
Şimdi sevgili teselliyi onun dizelerinden çok, bir başka Fransız şairinin Yves Montand tara fından şarkısı söylenen şiirinde buluyorum:
Uzun zaman geçse bile şairler yittikten sonra, sonsuz boşlukta,
Dizeleri uçuşur hep yollarda ve gizemli bir yolculukta.
Sevgili, umarım Külebi'nin uçuşan dizeleri ne rastlarsın sen de, bir gün bir yerlerde.