M. ORHAN OKAY’DA GÖRDÜĞÜM 10 HASLET
YAHUT
HOCA’YA ÇOK YAKIŞAN 10 SIFAT...
Turan Karataş
*Hocası Mehmet Kaplan bir mektubunda, Orhan Okay’a şunları yazıyor: “Sen okuyan, düşünen, seven bir insansın.” Bu üç vasıf, aslında bilimle uğraşanların da sahip olması gereken bu üç mühim özellik, diyebilirim ki Hocamın yaşama biçimi olmuştur. Yetişmemizde büyük çabası bulunan, yüksek lisans ve doktora danışmanım olan Prof. Dr. M. Orhan Okay’da, bu üç vasfın nasıl tezahür ettiğini, şahit olduğum kadarıyla anlatmaya, örneklemeye çalışacağım kısaca...
SADELİK. Prof. Dr. M. Orhan Okay görünmek için yaşamadı, gösterişi hiç sev-medi. Giyimi-kuşamı; tutumu, davranışları; yaşantısı, evi, odası sadelikle güzelleşirdi. SAMİMİYET. Elbette Hocanın çevresindekilere kendisinin belirlediği bir mesafesi vardı. Fakat her hâlükârda içtenlikliydi. Davranışlarından, konuşmasından bunu his-sederdiniz. Soğuk değildi, yapmacık hiç değildi. Sahihti. Eskilerin ifadesiyle “ivazsız ve garazsız” da denebilir. Gizli bir gayesi yoktu.
HASBÎLİK. Hoca hesapsız ve pazarlıksızdı. Bir işe başlarken maddî bir beklenti, bir kazanç hesabı yapmazdı. “İlmin parayla pulla işi olmaz” derdi. Amatör bir ruh ve heyecan olmadan hedefe varılamayacağı kanaatindeydi.
YERLİLİK VE MİLLÎLİK. Bu günlerde çok moda olan söylemin vücut bulmuş hâli Orhan Okay’dı. Anadolu’nun, Türklüğün, Müslümanlığın kıymetlerine bağlıydı; milleti için çalışmak ilkesiydi. En tabii vazife bilirdi bunu ve bir reklam konusu yap-mazdı. Bununla övünmezdi.
Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 17, Nisan 2018, s. 13-14. * Prof. Dr., Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
14 TURAN KARATAŞ
DİĞERGÂMLIK. Üniversitede çok az gördüğüm “başkasının derdiyle dertlen-mek” hasleti, Orhan Bey’de vardı. Çünkü Hoca kıskanç değildi. Elinden geldiğince herkese yardımcı olmak isterdi. Kimseyi kapısından geri çevirmezdi. Bilhassa mesleki yardım, bilgi paylaşımı, yol göstericilik bahsinde çok cömertti.
ÖLÇÜLÜLÜK. Orhan Hoca, bir ölçü adamıydı. Sesini yükselterek konuştuğunu duymadım. Kızan, bağıran hocalarımız vardı, fakat Orhan beyin bırakın bağırmayı, yüksek sesle konuştuğuna hiç şahit olmadım.
NEZAKET. Onu tanıyanlar, nezaketine, nezahetine, rikkatine şahit olmuştur. Ki-bar kişiliği hemen her hâlinden fark edilirdi. Gözümün önünden gitmeyen nezaketine somut bir örnek, karşısında kim olursa olsun ilikli duran ceket düğmeleri...
TEVAZU. Tabirin bütün manalarıyla alçakgönüllü idi Hoca. Büyüklük tasla-mazdı. “Ben bilirim, biliyorum” edasında oltasla-mazdı. Çok iyi bildiği meselelerde bile “bir bakalım, düşünelim” derdi. Bilmediği bir şey olduğunda ise çekincesiz söylerdi “bilmediğini”. Muhatabının yanlışını düzeltirken de “ben şöyle biliyorum, bir daha bak bakalım” demeyi tercih ederdi.
AHLÂKLILIK. Mesleki sorumluluk yani “etik” bağlamında da, genel insan-lık değeri olarak da kuşkusuz Hoca ahlâk sahibiydi. Birinin arkasından konuşmayı sevmezdi. Yalan söylediğine şahit olmadım. Başkalarının hakkına tecavüz etmezdi. Öğrencilerinin yaptıklarını, onca emeği olmasına karşılık, sahiplenmezdi.
MUALLİMLİK. İlkeli, idealist, mesleğini seven, sorumluluk sahibi, vazifesini hakkıyla yapan bir hocaydı. Bilgisi, ilgisi, davranışı, rehberliği, paylaşımcılığı her hâliyle “hoca” sıfatı, galiba benim tanıdıklarım içinde en çok, en güzel Orhan Okay’a yakışıyordu. Mübalağasız “şeyhü’l-muallimin”di. Kürsüde, masa başında, evde, so-kakta, lokantada, her durumda, her mekânda hocaydı.