• Sonuç bulunamadı

Lider yetiştiren asırlık okullar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Lider yetiştiren asırlık okullar"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Fo to ğ ra fl a r: F la sa n K A R A K A Ş

/ \ M ’nin en çok tartışılan konusu hiç

I 1 / kuşkusuz eğitimdi. Öyle ki, eğitim konusu

\rm i

Erbakan hükümetini bile yerinden etti.

| / m Geçmişe baktığımızda da bu konunun hiç gündemden düşmediğini sürekli

tartışmalara yol açtığını görüyoruz. Osmanlı

İmparatorluğu döneminde de buna rastlamak mümkün. Öğrenci sayısının ve eğitime olan ilginin az olduğu o yüzyıllarda yabancı hocaların kendi dillerinde ders verdiği okullar açılıyordu. Ancak bu okullar beraberinde misyonerlik ve laiklik tartışmalarını da getiriyordu. Osmanlı İmparatorluğu gerileme dönemine girmişti. Avrupa sanayileşme ile birlikte hızla gelişirken, Osmanlı yerinde sayıyordu. II. Mahmud’un saltanatını

sürdürdüğü dönemde çeşitli reformlar yapılmıştı. Eğitim reformları gereği İstanbul’da yeni okullar açılıyordu. Bu okullarda eğitim gören Türk gençleri, yaklaşık bir asır sonra kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin, adından çokça söz edilecek kişileri olacaklardı. Savaşlara, yangınlara, maddi sıkıntılara rağmen eğitimin durmadığı Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi), Amerikan Koleji ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanede önceleri yabancı dilde başlayan eğitim zaman içinde baskıların etkisi ile birlikte Türkçe olacaktı. Misyoner bir tutuma sahip olmayan, laik bir yönetim ile idare edilen bu kurumlar tüm tepkilere rağmen bugüne kadar varolmayı başardılar. Ve bugüne kadar Türkiye için çok önemli insanlar yetiştirdiler.

(2)

Doğu’nun Batı ufkuna açılan

penceresi; Mekteb-i Sultani

19. yüzyılda tüm Avrupa’da, Fransız edebiyatının ve

sanatının etkisi büyüktü, kuşkusuz Fransızlar sanatlarının

Osmanlı topraklarında da benimsenmesini arzu

ediyorlardı. Katolik mezhebini yayma ya. da

sevdirme gibi misyoner bir amacı olmayan bu okulda,

Müslüman-Hıristiyan öğrenci sayıları eşit

tutulacaktı... Okul yönetiminin "laik" eğitimi

sürdürmedeki titiz ve yansız tutumu, kurumu bir

kapanma olasılığından da uzak tutuyordu.

S

anayileşmenin hızla yaygınlaştığı Avrupa'da bir yandan da roman­ tizm rüzgarları esiyordu. Fransa Av­ rupa’nın resim ve edebiyatta merkezi ol­ muştu. Emile Zola, Victor Hugo, Alfred de Musset, Manet, Monet, Cezanne, Gaugin gibi isimler 19. yüzyıla damgalarını vuru­ yorlardı. İşte yine bu dönemde Fransızlar, Avrupa kıtası üzerinde etkinliklerini artır­ ma çabası içindeydiler.

Fransa, İstanbul’da Osmanlı kökenli gay­ rimüslimlerin de eğitimlerini sürdürebi­ lecekleri bir okul kurma çabası içindeydi. Fransa Büyükelçisi M. Bourree’nin

(3)

larının yanı sıra bu okulun açılmasında 1867 yılında Avrupa'ya geziye çıkan Abdülaziz ile dönemin sadrazamı Ali Pa­ şa, Hariciye Nazırı Keçicizade Fuad Paşa ve M aarif Nazırı Saffet Paşa'nın çabalan da yadsınamaz.

Dönemlere göre “Mekteb i Sultani". "Gala­ ta Sarayı Mekteb-i Sultanisi". "Umumi-i İdadi" adlannı alan ve Türkiye’nin diplo­ m at ve bürokratlarının birçoğunu mezun eden bu lise. 1 Eylül 1868 yılında öğreni­ me açılmıştı. Okul açıldığı günden itibaren bir anlamda Tanzimat eğitiminin de sim ­ gesi olmuştu.

Her ulustan ve dinden çocuklan ve genç­ leri. OsmanlI ulusçuluğu etrafında kay­ naştırıp entellektüel bir taban kazanma amacına dönük bu okul için, Tevfik Fikret "Doğu nun Batı ufkuna açılan ilk pencere­ si" sözlerini söylemişti. Gerçekten de öyle olacaktı.

Rüştiye üstü, lise eşiti ve yabancı dil eğiti­ mi de veren bir okulun açılması için.

Mekteb-i Sultani bazı Türklerin de tepkisini

çekiyordu. En ağır eleştiriler, Namık Kemal'den ve

Yeni OsmanlIlar dan geliyordu. Yunanca dersinin

konmaması İstanbullu Rumları kızdırmıştı. Museviler

ise Hıristiyan bir müdürün yönettiği okula çocuklarını

(4)

OsmanlIlardan bu yana pekçok badire atlatan Galatasaray lisesi her zaman “en iyi" olmayı başardı.

1867’de Paris Büyükelçisi olan Cemil Pa- şa'nın rolü çok büyüktür. Cemil Paşa, Dışişleri Bakanı Fuad Paşa'ya gönderdiği bir mektupta Fransızların İstanbul'da bir lise açmayı düşündüğünü, bunun iki ülke ilişkilerine olumlu katkıda bulunacağını bil­ dirmiş, o yıl, Paris'i ziyaret eden ve orada­ ki okulları gezen Sultan Abdülaziz de İs­ tanbul'a döner dönmez böyle bir okulun açılması için talim at verm işti. Öğretimin Fransa’daki eğitim ilkelerine bağlı biçimde düzenleneceği bu okul için 25 Mart 1868'de Paris'te bir sözleşme imzalandı. Dr. A. Levistal, okula Fransız müdür mu­ avini olarak atandı ve İstanbul'a gönderil­ di. Levistal, hazırladığı raporlarda, okulun amacının, Fransız etkisini yaygınlaştırma, Osmanlı gençleri arasında Fransızcayı ve Fransız edebiyatını, uygarlığını sevdirmek olduğunu ifade etmişti. O dönem tüm Av­ rupa’da Fransız edebiyatının ve sanatının etkisi büyüktü, kuşkusuz Fransızlar sanat­ larının Osmanlı topraklarında da benim­ senmesini arzu ediyorlardı. Katolik mez­ hebini yayma ya da sevdirme gibi misyo­ ner bir amacı olmayan bu okulda Müslüman-Hıristiyan öğrenci sayıları eşit tutu lacaktı, okuldaki m escitten Müs­ lüman öğrencilerin yararlanmaları, Hıristi­ yan öğrencilerin ise ibadet için okul dışın­ daki kiliselere gitmelerine olanak sağlana­ caktı. Ve okul 172 Müslüman, 237 gay­ rimüslim (Erm eni, Latin, Rum, Musevi, Bulgar) öğrenci ile 1 Eylül 1868'de eğiti­ me başladı.

Ders araç gereçleri, yatılı öğrenciler için yatak takımlarının tümü Fransa'dan geti­ rilmişti. Yatılı öğrencilerden yıllık olarak 45 altın, diğerlerinden ise 10 altın ücret alın­

mıştı. Okulun müdürlüğüne bir Fransız ve yardımcısı olarak bir Türk atanmıştı ancak Türk müdür yardımcısının göreve başla­ ması için izinler alınamayınca okul ilk tep­ kileri açılış arifesinde üzerine çekmiş oldu. Öte yandan Fransızların İstanbul’da eği­ tim çerçevesinde etkinliklerini artırmaya başlamaları komşu ülke Rusya'yı endişe­ lendiriyordu. Rusya bu endişesini bir nota ile bildirmekten çekinmemişti. Dönemin Rusya Büyükelçisi İgnatief, aynı düzeyde bir de Rus okulu açılması için girişimlerde

bulunmuştu ancak bu girişimden bir neti­ ce elde edememişti.

Mekteb-i Sultani bazı Türklerin de tepkisi­ ni çekiyordu. En ağır eleştiriler, Namık Kemal'den ve Yeni Osmanlılar'dan geliyor­ du. Yunanca dersinin konmaması İstan­ bullu Rumları kızdırmıştı. Museviler ise Hı­ ristiyan bir müdürün yönettiği okula ço­ cuklarını göndermek istemiyorlardı. Papa, Mekteb-i Sultani’ye Katolik öğrenci kaydını yasaklamaya kalkıştı fakat Fransa hükümeti bunu önlemeyi başarmıştı. İs­ tanbul'daki Ermeni-Katolik Patriği de ken­ di cemaatinden çocukların buraya gönde­ rilmesini yasaklamıştı. Osmanlı Şeyhülisla­ mı, Müslüman ve Hıristiyan gençlerin bir arada okumalarının dine aykırı olduğunu ileri sürüyordu.

Tüm bu tartışm alar sürerken okul bina­ sında da birtakım eksiklikler vardı, hatta ilkel bir ortamda ders yapılıyordu. Sınıflar mangalla ısıtılıyordu. Resim atölyesinde, silgi yerine ekmek içi kullanılıyordu. Tuva­ letlerde su yoktu, yemekler ise kötüydü. Yine de öğrenci sayısı artıyordu. 1869- 1870 öğretim yılında öğrenci sayısı 600'ü geçmişti. Tepkiler sürüyordu. Hiç bir dini eğitimin verilmemesi, farklı dinlere men­ sup gençlerin bir arada okumaları eleştiri­ lere maruz kalmakla beraber okul

yöneti-Yangınlar ve savaşlar

20. yüzyılın ilk yılları okul için pek de renkli yıllar olmamıştı. Önce binadaki yan­ gın ardından savaşlar eğitime darbe vurm uştu. Okul binası 22 Şubat 1907'de yandı. Öğrenciler tatilde olduğu için ölen olmamıştı. Fakat okulun tüm ahşap bölmeleri, tavan ve döşemeleriyle birlikte kütüphanesi, müzesi, arşivi de yan­ mıştı. Öğrenciler bir süre açıkta ve teneffüs sundurmaları altında ders yapmış­ lardı. Daha sonra Beylerbeyi Sarayı yanındaki Muzıka Dairesi'ne taşınılmış ve ba­ rakalar kurulm uştu. Okulun onarımı 1909'da tamamlandı. Balkan Savaşı ile bir­ likte artış gösteren öğrenci sayısı iyice düşmeye başlamıştı. 1912 Balkan Sava- şı'ndan 1922'ye kadar okul, öğrenci ve öğretmen sayısı en aza inmiş olarak hiz­ m et verebildi. Öğretmenlerin ve yetişkin öğrencilerin büyük bölümü silah altı­ na alınmıştı. 1912'de 62 mezun veren okuldan 1916'da 4, 1917'de sadece 5 öğrenci mezun olabildi. Bu dönemde yabancı öğretmenlerin birçoğu görevlerin­ den ayrılmıştı.

(5)

minin "laik" eğitimi sürdürmedeki titiz ve yansız tutum u, kurumu kapanma olasılı­ ğından uzak tutuyordu.

Aynı dönemde okula çok değerli bir kitap koleksiyonu armağan eden Fransa Kralı 111. Napolyon’un Almanya'ya yenik düşme­ sinin ardından okul da bu yenilgiden payı­ nı almıştı. Ayrıca okulun koruyucusu Ali Paşa'nm 1871 yılında ölümü ve kurucu müdürün Fransa’ya dönmesi de okulun üstündeki kara bulutların sayısını artır­ mıştı. Ve birkaç sene içinde öğrenci sayısı neredeyse yarı yarıya azalmıştı.

1873'te okul Gülhane'deki Mekteb-i Tıbbi­ ye binasına taşındı ve üç yıl boyunca ders­ lere bu binada devam edildi. Mekteb-i Sul­ tani yeniden kendi binasına 1876'da döndü. 1885 yılından itibaren okulda Türkçe, Fransızca ve ortak programlar uy­ gulanmaya konuldu. Fransızca ya da Türkçe programı izleyenlere "ehliyetna­ me", Fransızca-Türkçe programdan me­ zun olanlara "şahadetname" veriliyordu. Tevfık Fikret 1888'de ortak programdan mezun olan ünlü isimlerden sadece biri. Üçer yıllık Türkçe ve Fransızca programla­ rın uygulandığı okulda ayrıca Türkçe prog­ rama Arapça, Farsça ve ulum-ı diniye dersleri de alınmıştı. Okul sanata ve müzi­ ğe de oldukça önem veriyordu. Yatılı öğ­ rencilerin tam am ı jim n astik eğitimi gördüğü gibi, isteyen öğrencilere de Rum­ ca, İngilizce, Ermenice, Almanca, İtalyan­ ca, Latince ve ücreti öğrencilerce karşılan­ mak üzere piyano ve keman dersleri de veriliyordu.

Galatasaray'da 1912'ye değin görev alan müdürler arasında en tanınmışları Sava Paşa (1874-1876), Ali Suavi (Ocak 1877- Aralık 1877), Abdurrahman Şeref (1894- 1908), Emrullah Efendi (1908), Tevfık Fik­ ret (1908-1909), matematikçi Salih Zeki Bey’dir. (1910-1912). Okulun aynı zaman­ da ilk müslüman mezunu da olan Abdur­ rahman Şerefin müdürlüğü, Galatasa­ ray’ın en verimli ve parlak dönemi olmuş­ tur. 1900-1901 öğretim yılında okulda toplam 902 öğrenci okumaktaydı. Bu sayı­ larla Mekteb-i Sultani, İstanbul'un en faz­ la öğrenciye sahip olan okuluydu. Aynı yıl okuldan 27 kişi mezun oldu. 1903'e ka- darki 34 yıl içerisinde mezun sayısı ise 648'e çıkmıştı.

Cumhuriyet’in ilanının ardından ise okulun adı Galatasaray Lisesi olarak değiştirildi. Artık teneffüslerde öğrencilerin Fransızca konuşmaları gerekmiyordu. Ayrıca 1929 yılından itibaren genel kültür dersleri

Türkçe verilmeye başlandı. 1926-1932 arasında okulda bir de "ticaret ve bankacı­ lık şubesi" faaliyet gösterdi. 1930'da öğ­ renci sayısı bin 600'e çıkarıldı ve ilkokul sı­ nıfları Ortaköy'deki Feriye Sarayları'nın bir dairesine taşındı.

1967'de okula kız öğrenciler de alınmaya başlandı. 1969'dan itibaren ise ilkokula öğrenci alınmadı. Ortaköy şubesi, ortaokul sınıflarına bırakıldı. 1968’deki 100. yıl­ dönümü kutlama törenine, Fransa Cum­ hurbaşkanı Charles de Gaulle de katıldı. Bu tarihe kadar okul 4 bin 717 mezun ver­ mişti. 1975'ten başlayarak Galatasaray Li­ sesi merkezi sınav sistemine bağlı olarak hazırlık sınıfına öğrenci alan bir yıl hazırlık, üç yıl ortaokul ve üç yıl lise olmak üzere yatılı ve gündüzlü Anadolu lisesi konumu­ na getirildi.

Fransa'nın merhum Cumhurbaşkanı

François Mitterrand İstanbul’u ziyaretinde Galatasaray Lisesi’ni gezmişti ve aynı dö­ nemde iki hükümet arasında bir anlaşma­ ya varılarak lisenin ayrıca bir üniversite ve ilköğretim olarak da eğitim vermesine ka­ rar verilmişti. Ve 14 Nisan 1992’de Fransa ile yapılan bir kültür anlaşması çerçevesin­ de Galatasaray Eğitim ve Öğretim Kuru­ mu oluşturuldu. Devlet Bilimleri Yüksek Okulu'nda, hukuk, iktisat, işletme, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler ve iletişim bölümleri; Mühendislik ve Teknoloji Yüksek Okulu'nda da endüstri mühendis­ liği ve bilgisayar mühendisliği bölümleri öğretime başladı.

Galatasaray Lisesi'ne uzanan bu yolu pek çok ünlü katetti.

(6)

Cumhuriyet döneminin Türkiye’sini inşa eden mühendislerin okulu

Robert Kolej

ABD dışındaki en

eski Amerikan koleji

olan Robert

Kolej bugün Robert

Lisesi diye anılıyor.

Christopher

Rhinelander Robert'ın

verdiği 2 bin

sterlinle kurulan

Robert Lisesi, doğal

olarak kurucusunun

adıyla anılıyor.

Cü>

"I Q lü yılların ikinci yarısının Is-İ U U v tanbul'u... OsmanlI'nın pa­ yitahtı, Hıristiyanlar'ın kutsal Konstantina- polis'i... Dinlerin, kültürlerin buluştuğu bir kent İstanbul. Ve bu niteliğiyle, tüm dünya insanlarına açık. Kimlerin yolu düşmüyor ki o yıllarda İstanbul'a. Ameri­ kalı tüccar Christopher Rhinelander Ro­ bert da bunlardan biri.

1855 yılında tanışıyor C.R. Robert İstan­ bul'la... Tanıştığı sadece kent değil, ken­ disi gibi Amerikalı olan bir misyoneri de ülkesinden binlerce kilometre ötede, İs­ tanbul'da buluyor Robert. Misyoner ve

eğitimci Dr. Cyrus Hamlin yüzyıl öncesinde Amerika'da başlayan misyonerlik ruhunu Osmanlı topraklarına taşım ak için İstan­ bul'da... Ama bu yüce amaç için para la­ zım. Para; C.R. Robert'tan çıkıyor. Ve bugün Türkiye'nin en iyi eğitim kurumla- rından olan Robert Lisesi'nin temeli de bu tanışmayla atılıyor.

Julius Robert Millingen, Edwin Millingen, David Henry Porter ve John Morton... Bu isimlerin Robert Kolej tarihi açısından öne­ mi çok büyük. Bu dörtlü 16 Eylül 1863'te açılan Kolej'in ilk öğrencileri. Daha sonra­ ki yıllarda bu öğrencilere, Ahmetler,

(7)

Hüse-yinler, Haşarılar da katılacak. Ama ilk yıl­ larda müslümanlara okul yasak. Daha son­ ra bir şekilde bu yasak kırılacak. Ve Cum­ huriyetle birlikte de Robert Kolej, Türki­ ye’nin en iyi okullarından biri olacak. An­ ne ve babalar çocukları "kolej"li olsun diye her türlü fedakarlığa razı gelecekler... Bugünden yine ilk günlere dönelim. Bu dört öğrenci Dr. Hamlin başkanlığında Amerikan Misyonerler Heyeti'nin Bebek'te ilahiyat okulunun binasında, 16 Eylül 1863'te, altı öğretmenle eğitime başladı­ lar. Bu binada Kırım Savaşı’nda OsmanlIla­ ra yardım etmek maksadı ile İstanbul'a gelen Amerikalı misyonerler oturuyordu. Ve misyonerler konfora ihtiyaç duymadık­ larından bina, son derece bakımsızdı. C.R. Robert'in sağladığı 3 bin dolarla tam ir edildi, kütüphane kurulması için 2 bin 500 dolar ayrıldı. İstanbul'da bir Amerikan Ko­ leji fikri Amerika'da da cazip bulundu ve Harvard College 200 kitaplık bir bağışta bulundu. Önce 4 sonra 20 derken

1902-Bir misyoner hereketinin sonucu doğan Robert Kolej buna rağmen laik kimliğini korudu.

Robert Kolej'in tarihi bağış listesi

C.R. Robert'in bağışlarıyla kurulan Robert Kolej Am erika'da epey Önlenmiş­ ti. Özellikle Dr. W ashburn'ün Am erika'da iki yıl boyunca bağış toplam a gi­ rişim i sonuç verm iş ve 35 bin dolara okula dört katlı yeni bir bina kazandı­ rılm ıştı. 1902'de okulun 29 yıllık doğa bilimleri öğretm enlerinden ve 1890- 1901 arası başkan yardım cısı A lbert L. Long öldü. Anısını ya şatm a k üzere, okulun akadem ik kurulunda oylanarak laboratuvarların bulunduğu Science Hall'e, 1904’te A lbert Long Hall adı verildi. Bu bina toplantılar için geniş bir m ekân sağlıyordu. Bugün hala çalınan org, 1914'te Cleveland H. Dodge t a ­ rafından hediye edildi.

C.R. Robert'in ölümünden sonra birçok Am erikalı hayırsever Robert Kolej'e yardım e tti. Bunlar arasında John Ste w art Kennedy, Olivia Eggleston, Phelps Stokes, William E arl Dodge ve oğlu Cleveland H. Dodge önde gelir. 1889-1891'de kolej m üdürlerinden John Stew ard Kennedy öğretm enlerin kalm aları için Kennedy Lodge adlı binayı bağışladı. Bu bina 1891'den 1 971'e kadar kolej başkanınm konutu oldu. Kennedy ayrıca kolej m ülkü üzerinde hocalar için altı ev yaptırdı. Okula yaptığı bağışla 1910-1912'de m ühendislik bölümü binası ve 1913'te yarı yatakhane yarı sınıf olan A nder­ son Hall inşa edildi.

1902'de New Yorklu bayan Olivia Phelps Stokes tarafından hazırlık bölümü için beş katlı Theodorus Hail yaptırıldı.

George W ashburn 1903'te emekli oldu. 1903-1932 arasında Caleb F. Ga­ te s başkanlık yaptı. 1904'te Clevelan Dodge ile babası W illiams Dodge ta ­ rafından büyü kjim nastikhane, Dodge Hail yaptırıldı. 1906'da W illiams Dod­ ge tarafından yaptırılan binaya okulun ikinci başkanınm adı verilerek W ash­ burn Hall denildi.

1913 'te kolejin Am erika'daki yönetim kurulu başkanı John Kennedy'in top­ ladığı paralarla yaptırılan dört katlı binaya kolejin uzun süre öğretm enliği­ ni yapan Charles Anderson'ın adı verildi. Yine John Kennedy'in koleje bırak­ tığı 2 milyon dolarla 1911'de yapım ına başlanan dört katlı bina 1913'te hizm ete açıldı. Bu binaya kolejin üçüncü m üdürü olan Caleb F. Gates'in adı verilerek Gates Hall dendi.

1914'te Cleveland Dodge tarafından dört katlı olarak yaptırılan binaya Dr. H am linin kızının adı verilerek H enriette W ashburn Hall dendi. Bu bina son­ raları Social Hall diye de anıldı. 1914'te zengin bir Am erikalı olan W illiams Sloane tarafından hastane binası yaptırıldı. Hastaneye babasının adı verile­ re k John Sloane dendi.

1914’e gelindiğinde bugünkü yapı dokusu hem en hem en tam am lanm ıştı: Cleveland H. Dodge, William E . Dodge, John S. Kennedy ve Mr. William Slo- ane'un katkılarıyla 10 yıl içinde yedi bina yapılm ıştı: Dodge Gym nasium (1 9 04 ), W ashburn Hall (1906), Henrietta W ashburg Hall (1 9 14 ), Anderson Hall (1 9 13 ), sonra Gates Hall adı verilen Mühendis Mektebi binası (1913), Isıtm a Merkezi ve John Sloane Reviri (1914).

1929'da yine Miss Stokes'un katkılarıyla Theodorus Hall'un arkasına üç katlı jim nastikhane yapıldı.

Okulun kütüphanesi 40 yıl boyunca A lbert Long Hall'un giriş katında e l­ verişsiz koşullarda faaliyet gö sterm işti. Bugün Boğaziçi Üniversitesi re k ­ tö rlü k binası olan kütüphane 1932’de açıldı. Okulun İngilizce ve tarih öğ­ retm eni olan Bizans uzm anı Dr. Alexander van Millingen, vasiyetinde kütüphane için 2 bin sterlin bırakm ıştı. 1890 m ezunu N. Kyriakides, John S. Kennedy ve kolejin ABD'deki diğer dostları sayesinde kütüphane t a ­ m am lanarak Van Millingen Library adını aldı. 1900'de 10 bin olan kitap sayısı 1937'de 40 bine yükseldi.

(8)

1903 ders yılında öğrenci sayısı 318'e ula­ şıyordu. C.R. Robert ile Dr. Cyrus Ham- lin'in çaldığı maya tutuyordu.

AHMED VEFİK PAŞA NIN ARAZİSİ

Robert Kolej'in okul kimliğine kavuşması elbette kolay olmadı. Eğitimin misyonerle­ rin binasında daha fazla sürdürülmesi mümkün değildi. Okula bir bina kazandır­ m ak için önceleri Kuruçeşm e sırtları düşünüldü. Ancak aranan arazi Rumelihi- sarı’nda bulunacaktı. Paris'te elçi iken yaptığı masrafların devletçe ödenmemesi yüzünden borçlu kalan Ahmed Vefık Paşa çareyi arazisini 36 bin liraya okula satm ak­ ta bulacaktı. Sıra padişahın izin vermesine gelmişti. 20 Aralık 1868’de Abdülaziz'den irade-i seniye çıktı. Beş ay sonra da bina­ nın temeli atıldı.

Açılış günü, Amerika Birleşik Devletleri’nin Zafer Günü’ne denk düşüyordu. 4 Tem­ muz 1871’de düzenlenen törenle eğitim yeni binada yapılmaya başlandı.

60 bin dolara mal olan bu büyük binaya, kurulmasında en büyük hizmeti geçen ve 1863-1877 yıllarında kolejin başkanlığını yapan Dr. Hamlin'in adı verildi. Amerika dı­ şında açılan bu kolej Amerikan Başkanı Lin- coln'ün de ilgisini çekmişti. Törende Lin- coln'ü Dışişleri Bakanı William H. Seward temsil etti ve açılış konuşmasını da o yaptı. Hamlin'in 1877 yılında okulun başkanlığın­ dan ayrılarak, Amerika'ya dönmesinden sonra, okul başkanlığına yabancı biri gel­ medi. 1878'den 1903'e kadar okulun baş­ kanlığını üstlenen Dr. George Washburn, Dr. Hamlin'in damadıydı. Yeni başkan psi­ kolojiden ekonomiye dek geniş bir alanda hocalık yapıyordu. Washburn hocalığının yanında başarılı bir yöneticiydi. Onun döne­ minde öğrenci sayısının üçe katlanması da bu başarısının bir göstergesiydi. Yöneticilik yaptığı dönem savaşlarla, yoksulluklarla ve salgın hastalıklarla doluydu. Buna rağmen Hamlin, tüm olumsuzluklardan öğrencile­ rini ve okulunu korumayı başardı. Şimdiler­ de de sürdürülen "Field Day” diye bilinen spor bayramı da onun zamanında başlatılı­ yordu.

KOLEJİN ÖĞRENCİ DOKUSU

Robert Kolej'e 1900'lü yılların başına dek Türk öğrenciye rastlanılmıyor. Buna karşın okulun 25 ayrı ulustan öğrenciyi barındır­ dığı dönemler de oldu ki, bu Osmanlı teba­ asının bir dökümü gibiydi. Okulun öğrenci­

leri Ermeni, Rum ve Bulgar ağırlıktaydı. Okulu ilk bitiren Müslüman Türk öğrenci 1903'te mezun oldu. 1915-1925 arası toplam 13 Türk mezun oldu. Cumhuriye­ tin ilanıyla birlikte okulun öğrenci

doku-Robert Kolej ilk 40 yıl

boyunca edebiyat

eğitiminin ağırlıklı olduğu

bir okuldu. Ancak okula

tarihindeki asıl ünü,

mühendislik bilimi

alanında verdiği eğitim

kazandırıyordu.

sunda ciddi bir değişim yaşanıyordu. Öğ­ renciler ağırlıklı olarak Türk vatandaşların­ dan oluşmaya başladı. 1938 yılına gelindi­ ğinde mezun Türk öğrenci sayısı 200'e ulaştı.

Aslında Cumhuriyetin ilanıyla Robert Kolej biraz sarsıntı yaşamıştı. Ulusal mücadele­ den çıkan Genç, Türkiye Cumhuriyeti'nde yabancılara karşı olumsuz yaklaşım ağır­ lıktaydı. Üstelik söz konusu olan yabancı bir okul olunca "Milli Eğitim" kadroları ko­ nuya soğuk yaklaşıyorlardı. Sonunda sağ­ duyu galip geldi. Maarif Vekâleti, Ameri­ kan okullarını sıkı bir denetim altına aldı, müfredat, ders kitapları ve öğretim ele­ manları için bakanlık onayı istedi. Ancak bundan daha fazla da ileriye gidilmedi.

(9)

Robert Kolej 1927'de hükmi şahsiyet ola­ rak mal varlığı edinme hakkını da elde edince ortalıkta çok da fazla sorun kalma­ dı. Robert Kolej kısa sürede Türkiye'nin yeni koşullarına uyum sağladı. Eğitimin kalitesi artırıldı ve okula öğrenci kabulün­ de yüksek standartlar aramaya başladı.

MÜHENDİSLİKTEKİ YERİ

Robert Kolej ilk 40 yıl boyunca edebiyat eğitiminin ağırlıklı olduğu bir okuldu. Fen bölümünün İlk nüvesi ancak 1902’de ku­ ruluyor, 1910 yılında da okula bir ticaret bölümü oluşturuluyordu. Ancak okula ta ­ rihindeki asıl ünü mühendislik bilimi ala­ nında verdiği eğitim kazandırıyordu. Mühendislik Okulu 1912 yılında Michlgan Üniversitesi'nden John R. Allen'in önderli­ ğinde kuruluyordu.

Jön Türk Hareketinin Osmanlı İmparator- luğu'ndaki çağdaşlaşma ve sanayileşme öngörmesi, mühendislik okulunun kurul­ masında önemli bir etkendi. İmparatorlu­ ğun edebiyatçılardan çok mühendislere ihtiyacı vardı.

Mühendislik Okulu, kısa sürede Osmanlı topraklarında ün saldı. Öğrenci sayısı hız­ la arttı. 1912'de 11 öğrenci kayıt yaptır­ mışken bu sayı 1937'de 145'e yükseldi. Robert Kolej m ühendisleri özellikle Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin yeni­ den inşa edilmesinde çok önemli görev­ ler aldılar. Bu önceleri çok kolay olmadı. M ühendislik okulu m ezunlarını Tü rk hükümeti ancak 1928 yılında mühendis olarak kabul etti.

Cumhuriyet'ten sonra Kolej hızlı bir deği­ şim yaşamaya başladı.

1932'de Robert Kolej ve Amerikan Kız Ko­ leji bir direktör yönetiminde birleştirildi ve böylelikle İstanbul Amerikan Koleji adlı

Sarmaşıklar okulun yıllanmışlığının bir ifadesi gibi...

özel bir öğretim kurumu doğdu. İstanbul Amerikan Koleji erkekler; Arnavutköy Amerikan Kız Koleji ise aynı kurumun kız­ lar kısmı oldu. O yıllarda İstanbul Ameri­ kan Koleji öğrenciyi olgunluk sınavına ha­ zırlayan bir liseydi.

Ancak yalnız erkeklere mahsus bir teknik okul kısmını da içeriyordu. Robert Kolej'in mühendis yetiştiren teknik okulunda da öğretim süresi dört yıldı.

Teknik okul inşaat, elektrik ve makine mühendisliği bölümlerine ayrılmıştı. 1945'ten sonra kolejin kütüphanesi Balkan­ ların en büyük ve modern kütüphanelerin­ den biri olmuştu. Her iki kolejin kütüphane­

sinde değişik dil ve konular da toplam 70 bin dolayında kitap bulunuyordu. 1945'ten 1971'e kadar süren dönem, bir bakıma okulun "altın çağı" olarak tanımlanır. 25 yıllık bu dönemin mezunlarının birçoğu Türkiye'nin iş, bilim ve sanat çevrelerinde önde gelen kişiler oldular. 1958'de Robert Kolej Yüksekokulu'nun kurulmasına Ba­ kanlar Kurulu'nca izin verildi. 1971'de Ro­ bert Kolej Kampüsü, Boğaziçi Üniversite- si'nin kurulması için Türk hükümetine devredildi. 1971'de Arnavutköy Amerikan Kız Koleji ile Robert Kolej birleşerek kar­ ma eğitime geçtiler. Okulun adı Özel İs­ tanbul Amerikan Robert Lisesi oldu.

Christopher Rhinelander R ob ert, E k im 1878'de

ölünceye dek okulla ilişkisini kesm edi. Eğ itim m isyonuna gönülden inanm ış biri olarak; Osm anlI'da başarılı olm uş Robert Kolej’in bir örneğini kendi ülkesinde de kurm aya niyetlendi. Bir kuzeyli olm asına rağm en, okul yap m ak için güneyi tercih e tti, çünkü buraların okula daha çok ih­ tiyacı vardı.

1866 yılında Chattanooga'da yer alan Lookout Dağı'nda ikinci bir Robert Kolej daha açılıyordu. Okul dönemin ko­ şullarına göre çağdaş donanım la düzenlenm iş ve en iyi ol­ m a iddiasıyla yola çıkm ıştı. A ncak okulun kurucusunun bir kuzeyli olm ası, güneyde hoş karşılanm adığından okul

uzun ö m ürlü o lam adı. "U za ktaki k a rd e ş okulun" kapanm ası İstanbul'daki büyük ağabeye yaradı. Kapatılan okulun tü m donanımı İstanbul'a gönderildi. Üstelik oku­ lun Lookout’taki arazisi de binlerce kilom etre ötedeki Ro­ b e rt Kolej'in oluyordu. Bu arazi ihtiyaç duyulup satıldığın­ da Kolej'e tam 40 bin dolar gelir g e tirm işti.

C .R . Robert öldüğünde m irasçıları tam bir şok yaşadılar. Robert yaşarken varını yoğunu bu koleje verdiği ye tm e z­ m iş gibi gayrim enkul m al varlığının beşte birini de m iras olarak koleje b ırakm ıştı. Aile bu m irasa itiraz ettiyse de uzun süren hukuki m ücadeleden sonra Kolej hakkı olan 100 bin dolarlık m irasa sonunda kavuştu.

C. R. Robert'in katkıları

(10)

O sm a n lI’nın g e rile m e d ö nem ind eki y ü z akı

Mekteb-i

Tıbbiye-i Şahane

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden geriye döndüğümüzde

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile karşılaşıyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilikçi

hareketlerinin bir ürünü olan okul, Türk hekimlerinin ilk yuvası oldu.

(11)

. yüzyılda yaşanan Viyana boz­ gununun ardından Osmanlı İm­ paratorluğu topraklarını kay­ betmeye başlamıştı. Osmanlı ordusu Av­ rupa topraklarından yavaş yavaş çıkarılı­ yordu. Bilim, teknik, sanayileşme ve siya­ set konularında Avrupa hızla gelişirken Osmanlı bu duruma ayak uyduramıyordu. işte böylesine ümitsiz bir dönemde yeni­ liklerin, reformların bir müjdesi gibi ku­ rulmuştu OsmanlI'nın tıp okulu...

Türk tıp tarihinde çok özel bir yere sahip­ tir Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane. Uy­ guladığı çağdaş tıp öğretimi ve II. Mah­ mud döneminde yapılan reformlar ile okul, dönemine damgasını vurm uştur. Askeri hekim yetiştirmek üzere 1827 yı­ lında Tıbhane-i Amirane adı ile kurulan öğretim kurumu kısa zamanda ihtiyaçla­ rını karşılayamaz hale gelmişti. Bunun üzerine 1837 yılında kurumun yenilenme­ si istenmiş ve yeni bir bina ve hastanenin yapılması talep edilmişti. Fakat dönemin mali durumu böyle bir talebi karşılamaya yetmemişti.

Böylece bugünkü Galatarasay Lisesi'nin yerinde bulunan Enderun Ağaları Mekte- bi'nin yeniden düzenlenmesi ve öğretimin bu mekanda sürdürülmesine karar veril­ di. Dekan olarak da Hekimbaşı Abdülhak Molla seçilmişti.

Molla 18. yüzyılın önemli isimlerinden bi­ riydi. Mekteb-i Tıbbiye nazırlığı yapan Abdülhak Molla karantina idaresi başkan­ lığı da yapmıştı. Nazırlığı sırasında Tıpha- ne ile Cerrahhane’yi birleştirmiş, disseksi- yon ve otopsi yapılması için gerekli izinle­ rini sağlamıştı.

Sultan II. Mahmud, yaptığı reformlara bir yenisini eklemek amacıyla Tıbhane-i Ami- re'nin öğretim programının da yeniden düzenlenerek çağdaş bir düzeye ulaştırıl­ masını talep etmiş ve bu çerçevede Avus­ turya'dan Karl Ambros Bernard isimli ge­ nç bir hekimi davet etmişti. Bernard'ın, 1838’de İstanbul'a gelmesinin ardından yeni okul, 1839'da, Mekteb-i Adliye-i Şa­ hane der Asitane-i Aliyye (Ecole Adliyée impériale de Médecine) adıyla öğretime başladı. Okula Adliye sözcüğü II. Mah- mud'un Adli mahlasına izafeten verilmiş­ ti. Daha sonraki yıllarda ise diplomalarda; Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, Ecole Impériale de Médecine, Faculté de Méde­ cine de Constantinople adları kullanıldı. Yabancılar ise okula, binanın bulunduğu yerden dolayı, Ecole de Médecine

Impéri-ale de Galata-Serai (Galatasaray Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanesi) adlarını vermişlerdi.

EĞİTİMİ KADAR MİMARİSİ DE ÜNLÜ

Okulun binası da verilen eğitim kadar ünlüydü. Büyük bir iç avlu çevresinde iki kattan oluşan paralelkenar biçiminde gör­ kemli bir yapıydı. Botanik bahçesi ile birlik­ te geniş bir alana yayılıyordu. Ön cephesin­ de, iyon ve Korint üslubuna göre yapılmış iki sıra sütuna yaslanan büyük kubbesiyle görkemli bir ana giriş kapısı vardı. Girişte, ana cephenin ortasında, yuvarlak biçimde geniş bir kütüphane salonu ile bunun sa­ ğında ve solunda, anatomik preparatlar ve doğa tarihi koleksiyonlarının korunduğu salonlar yer alıyordu.

Yan cephelerden birinin ortasındaki büyük merdivenle padişahın özel dairesi­ ne çıkılıyordu. Aynı cephede hekimbaşı ve görevlilere ayrılmış odalar, diğer yan cep­ hede ise bir klinik bulunuyordu. Boğaz'a nazır arka cephede, 300 öğrencinin barı­ nabileceği oda, yatakhane ve yem ekha­ neler, iç avluya bakan ve bütün binayı çe­ peçevre dolaşan geniş ve güzel bir kori­ dora açılıyordu. Okulun matbaasında, ho­

caların yazdığı Fransızca ve Türkçe eser­ lerin yanı sıra halkı aydınlatmak için de salgın hastalıklar ve aşı hakkında risale­ ler basılıyordu.

II. Mahmud'un ölümünden sonra Abdül- mecid de, yeniliklerin bir simgesi olarak kabul edilen okulun gelişmesi için tüm desteği sağladı. Yıl sonunda öğrencilerin bitirme sınavlarını Sultan'ın şahsen izle­ mesi onun bu öğretim kurumuna verdiği önemin bir göstergesidir. Padişahın izniy­ le bu sınavlara yabancı devlet görevlileri de katılıyordu. İstanbul'a gelen yabancı bi­ lim adamları ve devlet erkanı da okulu zi­ yaret ettiklerinde hayranlıklarını gizleye- miyorlardı.

Derslerin Fransızca verildiği okulda öğre­ nim süresi tıp ve cerrahi dönemi olarak on yıl idi. Bunların dışında askerlere bir yıllık eczacılık eğitiminin yanı sıra ebe ile cerrah yardımcısı ve yardımcı sağlık personeli ye­ tiştiren bir bölüm de bulunuyordu. 1841 yılında, prangalı mahkûmların ce­ setlerinin kullanılması şartı ile disseksiyon izni alınmış, ancak Tersane Hapishane- si'nden getirilen kadavralar ihtiyacı karşı­ layamadığı ve kadın kadavraların

(12)

bulun-maması üzerine, Hekimbaşı İsmail Efen- di'nin girişimleriyle esir pazarında ölen kö­ lelerin, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın okula gönderilmesi sağlanmıştı. Bazı gayrimüs­ lim kadınların, ölen çocuklarının cesetleri­ ni okula vermeyi kabul etmeleriyle her cins ve yaştan kadavra üzerinde çalışma olanağı da elde edilmişti.

Okulun en önemli özelliklerinden biri ve başarısı hasta başında klinik öğretimine

önem verilmiş olması. Cerrahi Muallimi Konstantin Karateodori de bu hastanede Dr. Bernard ile yaptığı ameliyatlar ile ün kazanmışlardır.

1847'de, Sultan Abdülmecid'in isteği üze­ rine. Avusturya'ya gönderilen mezun he­ kimler, Viyana Tıp Fakültesi'nde ünlü ho­ caların yaptığı dinleyicilere açık bir bitirme sınavına girerek büyük bir başarı elde et­ mişlerdi. ki bu da İstanbul'da Avrupa'daki

tıp fakülteleri ile aynı düzeyde tıp eğitimi aldıklarını kanıtlamıştı.

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane askeri bir okul olmasına rağmen sivil halkın sağlığı ile de yakından ilgilenmişti. Şehri etkisi altına alan salgın hastalıklarda okulu tam kadro olarak halka yardımcı olmak ve tedavi et­ mek için büyük çaba sarfediyordu. Üskü­ dar, Beyazıt, Eyüp ve Gureba Hastane­ sinde hekimler muayenehane açmışlar, yardımcıları ile ücretsiz hasta muayene etmişlerdi. Yoksul hastaların ilaçları okul bünyesindeki Merkez Eczanesi'nden te­ min ediliyordu. Öğrenciler aldıkları eğitimi Merkez Eczanesi'nde çalışarak pratiğe ge­ çiriyorlardı, bu eczanede üretilen ilaçlar ise askeri hastanelere gönderiliyordu ve çiçek aşısı ile de her yıl binlerce çocuk aşı­ lanıyordu.

Ancak herşey bu kadar güzel devam et­ meyecekti. 1848 yılında bir sonbahar ak­ şamı Beyoğlu’nda çıkan yangın okul bina- sınada zarar verecekti ve yıllarca

sarfedi-1847de, Sultan

Abdülmecid'in isteği üzerine,

Avusturya ya gönderilen mezun

hekimler, Viyana Tıp

Fakültesi nde ünlü hocaların

yaptığı dinleyicilere açık

bir bitirme sınavına girerek

büyük bir başarı elde

etmişlerdi, ki bu da İstanbul'da

Avrupa'daki tıp fakülteleri ile

aynı düzeyde tıp eğitimi

aldıklarını kanıtlamıştı.

Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye

Fransızca öğretim yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'nin yeterli hekim yetişti- rememesi ve sivil hekim ve eczacılara duyulan ihtiyacın artm ası ile birlikte bir sivil tıp okulunun kurulmasına karar verilmişti. 1867 yılında kurulan ve Mek­ teb-i Tıbbiye-i Mülkiye adını alan bu okul Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'nin dene­ timinde kalmış, her iki okuldaki dersler, genellikle aynı hocalar tarafından yürütülm üştü.

Ancak öğrencilerin sayısı hızla artınca bina yetersiz kalmıştı ve dersler 1873 yılında Ahırkapı’da yaptırılan yeni binada verilmeye başlanmıştı. Fakat bir süre sonra burası da ihtiyaca cevap vermez olmuş ve öğretim, 1894'te satın alınan Kadırga’daki Menemenli Mustafa Paşa Konağı'nda sürdürülmüştü. Binanın onarımının tamamlanmasının ardından klinik, poliklinik, teşhirhane ve labora- tuvarlar eklenmişti. Okul 1909'da, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile birleştirilip Haydarpaşa'daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasına nakledilmişti.

1908'de II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İstanbul'da iki tıp okulunun gerek­ siz olduğu kararı alınmış ve bunların birleştirilmesi düşünülmüştü. Fakat pek çok hoca açıkta kalacağından öğretim üyeleri bu konuda anlaşamıyorlardı. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de bu anlaşmazlık devam ederken Mekteb-i Tıbbi- ye-i Mülkiye'de de ders vermekte olan Süleyman Numan ve Asaf Derviş Paşa­ lar Maarif Bakanlığı'na başvurarak. Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'de bu yeniliğin daha kolay yapılabileceğini dile getirmişlerdi. Bakanlık bu fikri benimsemiş ve Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye ile Şam Mekteb-i Tıbbiyesi Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak okulun yeni kadrosu kabul edilmişti.

(13)

len emek bir rüzgar ve alevle son bulacak­ tı. Yangından sonra okul, daha önce Mühendishane-i Berri-i Hümayun olarak kullanılan Kumbarahane Kışlası’na, Halıcı- oğlu'na taşındı. 1865'teki kolera salgının­ da, acil yere ihtiyaç vardı ve kışla hastane olarak kullanılmaya başlandı. Tıbbiye par­ çalara bölünmüştü, idadi bölümü Topkapı Sarayı içindeki Kırmızı Kışla ya, tıp ve cer­ rahlık bölümü de Hasköy' deki Gergeroğlu Konağı'na ve 1866'da da Sirkeci'deki De- mirkapı Kışlası'na yerleştirilmişti. 1874'te yangında harap olan binanın onarılması üzerine tekrar Galatasaray'a nakledilmiş ancak 1876'da Galatasaray Lisesi buraya taşınınca yeniden Demirkapı Kışlası'na dönülmüştü. Ayrıca artık okulun adındaki Adliye sözcüğü kullanılmıyordu. Bu tarih­ lere ait diplomalarda okulun adı, Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne (Ecole Impériale de Mé­ decine-Faculté de Médecine de Constanti­ nople) olarak yer alıyordu.

Mimari

Ekim 1837’de başlayan onarım ve tadilat çalışm aları, İngiltere Elçiliği binasını yapm ış olan ve daha sonra da Güm üşsüyü A ske­ ri H a sta n e si’nin m im arlığ ını üstlenen W. J . Sm ith ’in çizdiği plana göre yapılm ıştır.

Hekim başı İsm ail Efendi'nin öne­ rileri doğrultusunda bütün hijye­ nik kurallar özenle uygulanarak, tıp öğrenimi için gereken bütün birim lerin eklenm esiyle yenile­ nen bina, Mayıs 1838'de ta m a m ­ lanm ış ve Ekim 1838'de de Tıb- hane-i Am ire'nin öğrencileri y e r­ leştirilm iştir.

DERSLER ARTIK TÜRKÇE VERİLECEKTİ

1853 yılında başlayan ve üç yıl süren Kırım Savaşı'nda yaralı sayısı çoktu, hekim ye­ tersizliği nedeniyle ordu yabancı hekimler çalıştırmak zorunda kalmıştı. Bu esnada hekim sayısının çok düşük olduğu ortaya çıkmıştı bu yetersizliği gidermek üzere Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırı Cemaled- din Efendi Türkçe öğretimin başlatılması gerektiğine inanm ıştı ve 1856'da bir "mümtaz sınıf" açılarak seçilen ehliyetli öğrencilere Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri verdirmeye başlandı. Böylece bu dilleri çok iyi öğrenenler tıp kitaplarını Türkçeye çevireceklerdi ve daha fazla sayı­ da hekim çıkabilecekti okuldan.

Altı sene sonra kapatılan "mümtaz sınıf" öğrencileri, tıp biliminin Türkçe okunabile­ ceğini savunarak, Cemiyet-i Tıbbiye-i Os­

maniye'yi kurdular ve tıp kitaplarını Türk­ çe’ye çevirmeye başladılar. Diğer taraftan da derslerin Fransızca okutulmasını şid­ detle savunan bir kısım yabancı ve azınlık hocalara karşı mücadele ediyorlardı. Derslerin Fransızca olması yüzünden me­ zun sayısı bir türlü artırılam am ıştı. Diğer taraftan sivil halk da ehliyetsiz yabancı he­ kimlerin elinde kalmıştı. İşte bu sebepler­ le, 1867’de okulun bir bölümünde, dersle­ rin Türkçe olduğu, Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye açılmasına karar verildi. Türkçe öğretimin başarılı olması neticesinde Mek­ teb-i Tıbbiye-i Şahane'de de Fransızca öğ­ retimin sona erdirilmesine karar verilmiş ve 1870'ten itibaren dersler Türkçe veril­ meye başlanmıştı.

Bunun üzerine iyi Türkçe bilmeyen hocalar okuldan ayrılmak zorunda kalmışlar, onla­ rın yerine yetişmek üzere 1871'den itiba­ ren Paris ve Viyana'ya hekim gönderilmiş­ ti. Uzmanlık öğrenimi gören bu hekimlerin çoğu dönüşlerinde askeri ve sivil tıp okul­ larında ders vermeye başlamışlardı. 1870'te. askeri hekimlerin daha iyi yetişti­ rilmesi için, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'den mezun olan hekim, cerrah ve eczacıların, Haydarpaşa Askeri Hastanesi bünyesinde iki sene süreyle her klinikte üçer ay staj gördükten sonra tabur ve tahtanelere ta­ yin edilmeleri kararı alınmıştı. 1898'den iti­ baren ise okuldan mezun olanlar aynı yıl açılan, Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seriri- yat Hastanesi'nde staj yapıyorlardı. Okul bünyesinde, 1887'de Dâülkelp Ameliyatha­ nesi, 1888'de Telkihhane, 1893'te Bakteri- yolojihane-i Şahane, 1894'te de Viladetha- ne (doğumevi) açılmıştı.

İlerleyen yıllarla birlikte ve artan öğrenci sayısı nedeni ile Demirkapı Kışlası, gelişen tıp öğretimi için yetersiz kalmıştı, yeni bir binanın yapımı gündeme gelmiştive 1895'te Haydarpaşa'da görkemli bir bina­ nın yapımına başlanmış, 1901 de ise kar­ şısında okulun hastanesi olmak üzere beş pavyonun yapımına girişilmiş, bazı eksikle­ ri olmasına rağmen 1903’te yeni binalar­ da öğretime geçilmişti.

1909'da askeri hekim yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile sivil hekim yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye. Darülfünun-ı Osmani Tıp Fakültesi adı altında birleşti­ rilmiş, daha sonra İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi, 1933’te üniversite refor­ muyla da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakül­ tesi adını almıştı.

(14)

Mekteb-i Harbiye

1 Tem m uz 1835 te

11. Mahiriud ziyaret ettiği

MeJ<.teb-i Harb'ıyöde

g ö rdüklerinden çok

etkilenmişti. Orduyu

yönetm ek üzere eğitim

g örm üş ve bilgi sahib]

subayların y e tiştirildiği bu

okulda batılı benzerlerine

ya kın bir eğitim

(15)

M

üşir Ahmet Fevzi Paşa'nın işi ko­lay değildi. Okuması yazması bi­ le olmayan binlerce genç arasın­ dan yaptığı seçim gelecekte Osmanlı Or­ dusunun kaderini belirleyecekti. Nasıl seçim yaptığını kimse bilmiyor ama gönüllü ve zeki bakışlı olanları müstakbel subaylar olarak ayırdığına ilişkin bilgiler mevcut. Osmanlı İmparatorluğu'na subay yetiştirm ek amacıyla 19. yüzyılda kurulan Mekteb- i Harbiye'nin temelleri böyle atı­ lıyordu.

II. Mahmud 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kal­ dırdıktan sonra yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyet adıyla yeni bir ordu kur­ muştu. Bu orduyu yönetecek eğitim gör­ müş ve bilgi sahibi subaylar yetiştirm ek istiyordu. Bu nedenle Müşir Ahmet Fevzi Paşa'yı Selimiye Kışlası'nda bir okul aç­ makla görevlendirdi. Ahmet Fevzi Paşa Selimiye Kışlası'ndaki genç askerler ara­ sından seçimini yaptı ve 1831 'de kurduğu okulun adını da "Sıbyan Bölükleri" koydu. Ahmet Feyzi Paşa'nın işi zordu, gençlere bir yandan askerlik bir yandan da okuma yazma öğretmek zorundaydı. Bu gençler Mekteb-i Harbiye'nin de ilk öğrencileri olarak tarihe geçiyorlardı.

Selimiye Kışlası okul ihtiyacını karşılama­ dığından yeni bir bina arandı. Bu arada Müşir Ahmet Fevzi Paşa Maçka Kışlası nı gözüne kestirm işti. Padişahın iradesi alın­ dı ve kışladan bir okul yaratıldı. 400 öğ­ rencilik sınıflar, kütüphane ve laboratu- varlar, Maçka Kışlası’nı bir okula benzetti. Hatta laboratuvarlar için Fransa ve İngil­ tere'den özel aletler bile getirildi. Sınıflar modern sıralarla ve kara tahtayla tefriş edildi. Öğrencilerin ihtiyaçları için mutfak, cami, hastane .eczane gibi üniteler de ku­ ruldu. Ve bunların hepsi Osmanlı için re­ kor sayılabilecek sürede üç yıl içinde ta ­ mamlandı ve 1834 yılında "Sıbyan Bölük­ leri" Maçka Kışlası'na taşındı. Ancak bun­ ca değişimden sonra okulun da adı değiş­ meliydi ki böyle oldu.

Okul'un adı artık Mekteb-i Ulûm-ı Harbi- ye'ydi. 1 Temmuz 1835'te II. Mahmud Mekteb-i Harbiye'yi ziyaret etti. Padişah gördüklerinden etkilenmişti. Açılış günü belli olmadığı için II. Mahmud’un bu ziya­ reti bugün hala Kara Harp Okulu’nun ku­ ruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır.

ÇAĞDAŞ EĞİTİM

Okul batılı benzerlerine yakın bir eğitim kalitesini tutturm aya çalışıyordu. Öğren­

ciler tam dokuz yıllık bir eğitim marato­ nuna tabi tutuluyorlardı. Matematik, ge­ ometri, resim, harita gibi derslerin yanı sıra öğrenciler hafif ve büyük tahkimat, topçu, piyade ve süvari talimi derslerini görüyordu. Mekteb-i Harbiye öğretime başladıktan bir süre sonra bu okula öğ­ renci yetiştirm ek üzere askeri idadi ve as­ keri rüştiyeler de kuruldu. A rtık okula ka­ bul edilen öğrenciler okuma yazması ol­ mayan gençler değildi.

1841 yılına gelindiğinde okul Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i Fünun-ı İdadiye ol­

mak üzere ikiye ayrıldı. Maçka Kışlası ye­ niden elden geçirilip idadi kısma bırakıldı, idadi kısmın ayrılmasından sonra, Mek­ teb-i Harbiye yeniden örgütlendi ve öğre­ nim süresi dört yıl olarak belirlendi. Mek- teb-i Harbiye 1853'e dek geçici binalarda öğretimini sürdürürken 1848’de Erkani Harb yani kurmay sınıfına kavuştu. Aynı yıl mezun olan ilk beş öğrenci de bu sını­ fa alınarak 1849 yılında kolağası yani bugünün yüzbaşıları oldular.

Taksim'deki Taşkışla'dan, Gülhane'deki Mekteb-i Tıbbiye binasına kadar pek çok

(16)

binada eğitimini sürdüren Mekteb-i Har­ biye 1862’de inşası biten Pangaltı'daki yeni binasına geçti. 1868'de Avrupa'daki örneklerine göre programı değiştirilen okulun öğretim süresi üç yıla indirildi. II. M eşrutiyet döneminde kıta eğitimine ağırlık verilmesi am açlanarak öğretim süresi iki yıl olarak belirlendi. Mütareke döneminde öğrencilerinin büyük bölümü Milli Mücadele'ye katılm ak üzere Anado­ lu'ya geçtiklerinden okul kapalı kaldı. 1923'te Harbiye Mektebi olarak yeniden açılan okul 1936'da Ankara'ya taşınana kadar Pangaltı'daki binasında öğretimi sürdürdü. Erkan-ı Harb sınıfı ise okulun gelişmesine koşut değişmeler geçirdik­ ten sonra günümüzde Harp Akademileri adıyla eğitim , öğretim faaliyetini sürdürm ektedir.

HARBİYE MEKTEBİ NİN MİMARİSİ

Harbiye Mektebi'nin askerlik açısından önemi tartışılam az ama mimari açıdan da İstanbul'da çok önemli bir yeri vardır. Taksim -Pangaltı arasında, Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan ve bugün Har­ biye diye anılan sem t aslında Mekteb-i Harbiye'nin arazisidir. Mekteb-i Harbiye

bugün hala 54 bin m2'lik bir alan üzerin­ de kurulu 18 bin 600 metrekarelik binası ile ayaktadır. Alan ve yapılar kuzey-güney yönünde uzanmaktadır. Mekteb-i Harbiye binası bir yapılar kompleksi olup, Cumhu­ riyet Caddesi, Valikonağı Caddesi, Maçka Parkı, Darülbedayi Caddesi, Muhsin Er- tuğrul Tiyatrosu ve Harbiye Orduevi ile sı­ nırlanan geniş bir alana yayılır.

1862'de inşa edilen yapıda günümüze de­ ğin birçok değişiklik yapılmıştır. Asıl okul binası diye söz edilen tarihi bina, 1887'de 11. Abdülhamid tarafından yaptırılan ye­ mekhane ilejimnastikhaneden oluşmak­ tadır. Asıl okul binası yüksek bir bodrum üzerinde iki katlıdır ve kuzey-güney doğ­ rultusunda dikdörtgen planlıdır. Bu bina ortadaki büyük, yanlardakiler küçük ol­ m ak üzere toplam üç orta avlu etrafında gelişmiştir.

Binanın dört yönünden gelen kapılar orta avluya açılmaktadır. Yapı 1936'ya kadar okul olarak kullanılmıştır. Okulun Anka­ ra'ya taşınmasından sonra önce Yedek Subay Hazırlık Okulu, daha sonra I. Ordu karargahı olmuştur. 1964'te ordu karar­ gahı Selimiye Kışlası na taşınınca ve kolor­ du 1973'te Maslak'a taşınınca boşalan

kısmına merkez komutanlığı yerleştiril­ m iştir. Bu arada güney bölümü Harbiye Orduevi inşa edilene kadar orduevi olarak kullanılmıştır. 1978'de merkez komutan­ lığı da Orhaniye Kışlası na taşınınca bina tamamen boşaltılmıştır.

1964'te asıl binanın askeri Müze olarak kullanımına karar verilmiş ve restorasyo­ nunu, İstanbul Teknik Üniversitesi'nden mimar Prof. Dr. Nezih Eldem yapmıştır. 1966'da başlayan restorasyon çalışmala­ rının bir bölümü 1986'da (çadır, kıyafet, bayrak ve sancak seksiyonları), 1991'de ise kalan kısımları bitirilmiştir.

Bina okuldan müzeye çevrilene kadar ge­ rek iç, gerekse dış görünümü itibariyle bi­ rçok değişikliklere uğramıştır. Öncelikle Cumhuriyet Caddesi'ne bakan cephe ta ­ mamen değiştirilmiş ve bu cephenin ar­ kasında kalan mekânlar müze için kullanı­ labilir hale getirilm iştir. Orta avlunun güneyine mehter konserleri için 500 kişi­ lik bir amfi eklenmiş, iç mekânlarda yapı­ nın işlevine bağlı olarak bölümler değişti­ rilm iştir. Yıkılan bazı bölümlerin yerine iki katlı otopark yapılmıştır.

Havuzlar ve bahçeler yeniden tanzim edi­ lip, orijinaline uygun olduğu düşünülerek arnavut kaldırımı taşlarla kaplanmıştır.

Güney kısmı kültür sitesi olarak çeşitli kongre, fuar ve gösterilerde kullanılmak üzere düzenlenmiş me­ kânlara sahiptir. Bu kısmın merdivenli yüksek bir girişi ve giriş üzerinde kitabesi ve arması vardır. Aynı gi­ riş, simetriği olan kuzey cephede de vardır. Bu kı­ sımdan müze sergi salon­ larına ve idari bölümlere girilir. Yemekhane binası da uzunlamasına dikdört­ gen bir plana sahip olup, bodrum üzerinde tek kat­ lıdır. Bina Askeri Müze'ye verildikten sonra bir bö­ lümü kütüphane, diğer bölümü mehterin çalışma­ ları için meşkhane olarak kullanılmıştır. 1986'da kü­ tüphane, 1991'de mehter ana binadaki bölümlerine taşınınca başlayan resto­ rasyon tam am landıktan sonra Askeri Müze'nin re­ sim galerisi olması düşü­ nülmektedir. $

Mekteb-i Harbiye bugünkü binasına taşınıncaya dek İstanbul'da pek çok binayı kullandı.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

cevap verenler, fıkıh meselelerinde yeteri kadar bilgiye sahip olanlar ve bilgilerini iyi derecede yazıya dökebilenler Muallimhâne-i Nüvvâb’a seçilmişlerdir.

1870 yılında Haydarpaşa Askeri Hastanesi, askeri hekimler için bir staj mektebi (Tatbikat ve Ameliyat Mektebi) haline getirilmiş ve hekimler 2 yıl staj gördükten sonra

“ Cihan ile mutlu bir evlilik yaptım, şimdi onun meyvesini alacağım&#34; diyen anne adayı, çocuğunun en iyi eğitimi yapmasını sağlayacağını söylüyor, iki

Bunda, Nef ’i yükselir, Baki geçer, Nâbî düşer Söylenir lâkin Nedim bir şâiri fevkalbeşer Bunda, haccül’ekbere verdi karar İbnül’emin Bunda, takrir etti

Mü­ cap Ofluoğlu dönemin politik genelgörünü- rnünü betimlemeye özen göstermiş, Dormen ise sıcak bir anlatımla kendi tiyatrosunun öy­ küsünü dile getirmişti..

Tarih tet­ kik edildiği zaman, bu büyük esası kabul etmeyen milletlerin Akıbetlerinin feci olduğu görü.. Tarihte bir çok kanlı

yüzyılın başlarında yaşamış olan Hayganuş Mark, 14 yıl aralıksız “Hay Gin” (Ermeni Kadını) adında bir dergi yayınlamış. Bu bizim ilgimizi çekti. O dönemde

Risk alt›ndaki hastalarda, antibakteriyel tedaviye yan›t vermeyen sinüzit veya orbitofasiyal bulgular› varsa, koyu renkli burun ak›nt›s›, burun ve damak mukozas›nda siyah