• Sonuç bulunamadı

Başlık: YAYINLAR ÜZERİNDEYazar(lar):Cilt: 5 Sayı: 5 Sayfa: 661-671 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000314 Yayın Tarihi: 1947 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: YAYINLAR ÜZERİNDEYazar(lar):Cilt: 5 Sayı: 5 Sayfa: 661-671 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000314 Yayın Tarihi: 1947 PDF"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YAYINLAR ÜZERİNDE

K u m a r b i E f s a n e s i , H. G.

Gü-terbock, Ankara, 1945 ( Türk Tarih Kuru­

mu yayınlarından, VII. Seri - No. 11 ). I V + 7 3 sayfa. Türkçeye çeviren: Sedat Alp.

K u m a r b i , M y t h e n vom

churri-tischen Kronos aus den hethichurri-tischen Frag-menten zusammengestelt, übersetzt und erklaert. Etice Kumarbi efsanesi. Hans

Gustav Güterbock, 1946 (İstanbu'er

Schrif-ten Nr. 16). VIII+128 sayfa, ilâve olarak 32 sayfalık transkripsion.

K u m a r b i E f s a n e s i , H. G. Gü­

terbock, Etice Metnin Transkripsiyonu,

Ankara 1946 ( T ü r k Tarih Kurumu yayın­ larından, VII, S e r i - İ l a ) , 32 sayfa.

Anadalu, Suriye, Filistin ve Mısırın, kadim Sümer - Babil medeniyetile temas­ larını sağlayan kuzey Mezopotamyadan Akdenize kadar uzanan sahada Isadan ön­ ceki ikinci bin yıllarından sonra yerleşmiş bulunan Hurri veya Subar kavmi gerek etnik hususiyeti ve gerekse oturdukları sa­ hanın önemi bakımından çoktanberi saha­ mız bilginlerinin alâkasını üzerine çekmiş­ tir. Takdim, ettiğimiz eser Sümer - Babil medeniyetile Anadolu'nun ve kadim Şark­ la Yanan medeniyetinin temas yollarını açıklamakta ve Hurri kavminin tarihî hüv-viyetini biraz daha bariz olarak belirt­ mektedir.

Eti devlet edebiyatındaki Hurri tesiri çoktaberi bilinmekte idi. F a k a t Hurrilerin S ü m e r - B a b i l edebiyat mahsullerini- tabii kendi renklerini de katarak - Anadoluya intikal ettirdiklerini, bu eserlerin bir kıs­ mının Fenikeliler vasıtasile batıya, Yunan alemine geçişini Güterbock'un eserinden öğreniyoruz. Türkçe ve Almanca olarak yayınlanan eser, Hurrilerin baş tanrısı Kumarbi için çivi yazısı ile etice yazılmış mitleri ihtiva eden tablet parçalarından tertip, tanzim, transkripsiyon ve izah sure-tile meydana getirilmiştir.

Aşağıda metin muhtevaları hakkında verilen özette, sahanın yabancıları olan okuyuculara bu hususta bir fikir vermek için, kırık parçalar eserde adlandırıldıktan şekilde ve ayni sırada zikredilmiştir. Bu parçaların sıralanışı müellifin de belirttiği gibi bir tecrübe olmakla beraber hikayede makul anlatış cereyanını aksettirmektedir. Giriş bölümünde (Türkçe nüsha s.1-10, Almanca nüsha s 1-15) 1 Eti edebiyatının

toplu bir özeti verilmiştir. Almanca nüsha ayrıca filolojik bir kommanter de ihtiva ediyor (s. 35-85).

Bütün parçalar dört hikâye gurubun­ da toplanmıştır :

1. Gökteki kırallık efsanesi (T. n. s. 11-16, A. n. 6-12). Bunda cihan hakimi eski bir tanrıya bir genç tanrının baş kal­ dırarak mücadelesi sonunda dünya haki­ miyetini ele geçirmesi mevzuu, dolayısiyle, birbirini takib eden tanrı "nesilleri tasav­ vuru işlenmiştir. Eser üç kırık parçadan (1 a, 1 b, 1 c) tertip edilmiştir. Bunlara göre (1 a I. sütun) gökte kıral olan tanrı Alalu hakimiyetinin dokuzuncu yılında hizmetindeki tanrı Anu tarafından açılan mücadelede yenilir kırallık "Anu'ya geçer. Ona d a , egemenliğinin dokuzuncu yılında, hizmetindeki tanrı Kumarbi isyan eder. Anu yenilerek göğe kaçmakta iken Ku­ marbi onu yakalayarak aşağı çeker,

erkek-1 Yazıda geçen kısaltmalar :

Belleten; Türk Tarih Kurumu Belleten. KBo : Keilschrifttexte aus Boghazkoi. KUB : Keilschrifturkunden aus Bogrhazköi. Luckenbill, Rec. : Ancient Records of Assy-ria and Babylonîa I-ÎI.

MVAeG : Mitteilungfen der Vorderasiatischen Gesellschaft. .

OİP 57 : Gelb, Purves, MacRae, Nuzi Per-sonal Names, (The University of Chicago, Oriental İnstitute Publications, Volume LVII).

VBoT : Götze, Verstreute Boghazköi-Teıte. A. n. : Almanca nüsha. .

Ay. : Arka yüz. Öy. t Önyüz. T. n. : Türkçe nüsha.

(2)

KEMAL BALKAN

lik uzvunu ısırır ve yutar. Kumarbi bu zafere çok sevinirse de Anu'dan, yuttuğu uzuv dolayısiyle Fırtına tanrısı(?), Aran-zah (Dicle nehri) ve tanrı Taşmişu gibi üç korkunç varlığa gebe kaldığını duyunca yuttuklarını derhal tükürür. Kırık. Deva­ mında (1 a II. sütun) Fırtına tanrısının doğuşu tasvir edilmekte olsa gerektir. Yer yer korunmuş olan kısımlardan (1 b) Fır­ tına tanrısının anasının yer olduğu, ( l a IV. sütun) ısırılıp tükürülen erkeklik uzvu ile telkih edilen yer'in iki çocuk doğurduğu anlaşılıyor.

Pek azı korunmuş olmasına rağmen 1 a metninden gök hakimiyetinde Alalu, Anu, Kumarbi ve Fırtına tanrısının birbi­ rini takip ettikleri meydana çıkıyor.

2. Ullikummi şarkısı (T. n. s. 17-31, A. n. s. 13-28). Altyazısına göre adlandı­ rılmış olan bu metin ayrı bir edebî eser­ dir. Müellifin de isabetle belirttiği gibi mitolojik bakımdan yukarda anlatılan 1 a metninden sonraki devreyi yani Kumarbi ile oğlu genç kahraman Fırtına tanrısı arasındaki cihan hakimiyeti mücadelesini tasvir etmektedir. Kumarbi mücadele mey­ danında bizzat görünmez, döğüş için diyo­ rit taşından yaratılmış bir oğlu vasıtasiyle maksadına varmağa uğraşır.

Ullikummi şarkısı herhalde üç tablet­ ten ibaret olsa gerektir. I, Tablet olarak toplanmış olan her biri birkaç nüshadan meydana getirilmiş parçalarda (a-g kırık parçaları) Kumarbi'nin Fırtına tanrısına kötülük tasarladığı, ona karşı bir asi bü­ yüttüğü (a parçası), elçisi İmpaluri'nin De-niz'le konuşması (b parçası), Deniz'in Ku-marbi'yi evinde bir ziyafete d a v t i ve Ku­ marbi'nin davete icabeti (c parçası) nakle­ dilmektedir. Daha sonra Kumarbi'nin bir oğlu olur. Annenin adı korunmamıştır. Babası onun yapacağı işleri tesbit eder. O büyüyüp Fırtına tanrısının şehri Kummiya' yi tahrip edecek ve Fırtına tanrısını yene­ cektir. Babası çocuğa Ullikummi adını ve­ rir. Kırık (d parçası). Kumarbi çocuğu İrşirra tanrıları ile karanlık t o p r a k t a bulu­ nan tanrı Upelluri'nin omuzunda büyümek üzere gönderir, (e parçası). Çocuk önce Enlil'e takdim olunur. Tanrı Enlil görür görmez Ullikummi'nin vücudunun diyorit­ ten olduğunu, onun bir asi olmak üzere

yetişeceğini derhal anlar. İrşirralar çocuğu götürüp Upelluri'nin sağ omuzuna korlar. Ullikummi orada süratle büyür. Bu arada diyoritin denizde büyüdüğünden de bahso-lunuyor. Müellif bu ifadeden b ve c par­ çalarında Kumarbinin Deniz'le yaptığı ko­ nuşmanın mahiyetini ve gayesini keşfetmiş­ tir. Filhakika deniz çocuğun yarı beline gelmektedir. Deniz üzerindeki başı gökteki mabedlere değmektedir. Tabletin sonunda Ullikummi'yi bu haliyle gören güneş tan­ rısının kızgınlığı, korkusu ve teessürü an­ latılır (g parçası).

II. Tablet (a- f kırık parçaları). Fır­ tına tanrısı Güneş tanrısının haber verdiği dev gibi taşı görmek üzere kardeşi tanriçe İştar'la birlikte Hazzi dağına (Antakya civarında bugünkü Kel Dağ) giderler. Fır­ tına tanrısı Ullikummiyi görünce ağlamağa başlar, kardeşi kendisini teselli eder, ( a parçası II sütun,), Diğer bir parçada ( c ) akıl kiralı Ea bir tanrılar toplantısında , kendilerine kurban sunan insanları neden yok etmek istediklerini acı bir dille sorar. Ea hepsinin dikkatini şu noktaya çeker, eğer insanlığı yok edecek olurlarsa tanrı­ lara bakacak ve kurban verecek kimse kalmayacak, herbiri yaşamak için bizzat ça­ lışmak zorunda kalacaktır, e parçası diyo­ rit taşı karşısında tanrıların duyduğu kor­ kuyu tasvir ediyor.

III. Tablet, Ullikummi ile Fırtına tan­ rısının mücadelesinde Fırtına tanrısı yeni­ lir, kırık (a parçası), b parçasında taşa karşı harp arabalarına binmiş tanrıların savaşmasına ve bu arada harp tanrısı Aş-tabi'nin de yetmiş tanrı ile beraber savaşa katılmasına rağmen tanrılar muvaffak ola­ mazlar. Muzaffer taş ilerler. Hedefi olan Kummiya şehrine varır. Karısı tanriçe He-pat'ın mabedini gölgesile karartır. Fırtına tanrısından zevcesine gelen bir haberden onun dünya hakimiyetini muvakkaten ter-kettiği anlaşılıyor. Yardım istemek üzere Fırtına tanrısı Ea'ya gider. Vaziyetini gö­ ren akıl kiralı Ea önce Upelluri'ye gide­ rek olanlardan haberi olup olmadığını so­ rar. İhtiyar Upelluri, yeri ve göğü kendi üzerinde inşa ettiklerinde ve yerle göğü biribirinden ayırdıklarında hiçbir şeyin far­ kında olmadığını, şimdi sağ omuzunda bi­ raz rahatsızlık duyduğunu fakat orada ne

(3)

olduğunu bilmediğini söyler. Ea onu çevi­ rerek omuzunda göklere kadar yükselen devi görterir. Bundan sonra taş ayakları­ nın altından kesilir, kırık. Devamında (b metni IV. sütun ) Ea'nın teşvikile cesaretle­ nen tanrılar Ullikummi'ye hücum ederek tekrar savaşa tutuşurlar. Fırtına t a n s ı n da arabasına atlayarak denize varır. Son mü­ câdele denizde olur. Metnin sonu harap olmakla beraber savaş Fırtına tanrısının zaferile bitmekte olsa gerektir

3. Bu gurupta müstakil hikaye (ler ?) olan «Ullikummi ve Tufan kahramanı (?)» olarak adlandırılan iki parça (a, b.) top­ lanmıştır, bunlar özet veremeyecek kadar haraptır, (bak T. n. s. 32-33, 43, A. n. s. 29-31, 81, 98 v. d.).

4. Bu bölümde toplanmış olan parça­ lardan a, b parçaları «Kumarbi ve Deniz» mevzuundadırlar. c, d, e parçaları belki müstakil hikayelerdir (T. n. s. 43 v. d., A. n. s. 32 v. d.). Müellif 4 a ve b parçaları­ nın Epos'un I. Tabletinin b ve e parçaların­ da olduğu gibi « Kumarbi ve Deniz » müş­ terek temasını haiz olduklarını tesbit etmiş ve ayrıca bunların Kumarbi mitleri içinde müstakil konulu eserler mi yoksa gökteki kırallık veya Ullikummi eposuna ait par­ çalar mı olduğu soruları üzerinde de dur­ muştur (T. n. s. 44 v. d , A. n. s. 82, 84, v. d.) . Biz 4 a ve b kırık parçalarının Ullikummi şarkısındaki boşluklara yerleşti­ rilmesi için şu noktaları belirtmek isteriz. I. Tabletin e parçasının 7. satır v. d. da Kumarbinin Deniz'in evine evvelce de gel­ miş olduğu kaydedilmiştir. 10. satır v.d. da Kumarbi deniz tarafından ikinci defa davet edilmiştir. Birinci geliş hakkında eldeki par­ çalarda malûmat yoktur. Herhalde b parça­ sının korunmamış olan sonunda idi. c Parça­ sının 34-36 satırlarında Kumarbi'nin Mukişa-nu'ya, sulara bildirmek üzere verdiği emrin korunmamış olan muhtevasını, 4 a ( K U B XXXIII 122 II 2-5 ve Paralleli KUB XIII65 III 2-4)da Deniz'in, Kumarbi'nin evine Güneş tanrısı ve Yer tanrıları görmeden gizlice gi­ debilmesi için Yer'in ve Irmak'ın alttan ona (Deniz'e) yol vermesi suretinde bir emir ola­ rak düşünmeliyiz. Bu düşünce bize belki de 4 a parçasını Ullikummi şarkısı içinde yer­ leştirmek imkânını da bahşedecektir. Şöyle ki : KUB XXXIII 122 nin bir tabletin II.

sütunundan bir kısım olduğu ve I. table­ tin b parçasının (KUB X V I I + K U B XXXIII 93) herhangi bir tabletin II. sütunundan bir parça olduğu, Ullikummi şarkısı'nın II. sütununun sonunda tahminen 50 satır nok­ san bulunduğu (T. N. s. 18, A. n. s. 14) Kumarbi'nin Deniz'i iki defa ziyaret ettiği, binaenaleyh Denizin de Kumarbi'ye ziya-l e t t e buziya-lunabiziya-leceği ve Deniz'in davet edilmesinin mühim bir iş için gizli olduğu düşünülerek 4a yı teşkil eden parçalardan KUB XXXIII 122 II 1-9 (önyüz ve tablet sonu)un I. Tabletin c kırık parçasının B nüshasının sonu olduğu söylenebilir. Esa­ sen müellif te KUB XXXIII 122 nin imlâ­ sının c parçasının B nüshası olan KUB XXXIII 98 e benzediğini kaydetmiştir ( A. n. s. 82). 122 II 1 den önceki c parçasına ait boşlukta herhalde Kumarbi'nin veziri Mukişanu'ya verdiği emir, Kumarbi'nin Denizin evinden dönüşü, Mukişanu'nun emri muhatabına götürmesi tasvir edilmiş olma­ lıdır. Bu doğru ise Kumarbi'nin Denizle konuşacaklarını neden onun evinde iken konuşmadığı da sorulabilir.

KUB XXXIII 122 III 1-8 parallelleri KUB XII 65 III 5 v.d. ile birlikte I. Tab­ letin d parçasından evvel IH. sütunundan eksik olan 30 satırdan (T, n. s. 18, A. n. s. 14) en mühim kısmı teşkil etmiş olma­ lıdır. Filhakika eksik olan sonda Kumarbi' nin Denizden kızını istediği ve çocuğunun denizde büyümesi hakkında anlaşma zikre­ dilmiş olabilir.

4 b parçasında Kumarbi'nin Denizle konuştuğu nakledilmiştir. Kızı Pirtapşuruhi' den Kumarbi'nin sevindiğinden bahsedili­ yor. 1. Tabletin b parçasında Kumarbi'nin veziri ile Deniz arasındaki konuşma, 4 b de Denizin daveti, I. t a b l e t c de Denizin Kumarbi tarafından ziyaret edilmesi mü­ nasebetleri bana 4 b nin muhtevasını I. tabletin b parçasından sonraki bir yere koymak lâzım geldiği hissini vermektedir.

Rolü olan tanrılar bahsinde (T. n. s. 45 v, d., A. n. s. 94 v. d.) her iki taraf­ tan yani Kumarbi ve Fırtına tanrısı taraf­ larından mücadeleye karışan veya tarafsız kalmış olan uluhiyetler ayrılmış, bir kıs­ mının din ve dil bakımından hangi kavim­ lere mensup olabileceği tesbit edilmeğe çalışılmıştır. Bir kısım tanrılar hakkında

(4)

MEHMET KÖYMEN

(5)

şu müşahedeleri de ekleyebiliriz. Kumar-bi'nin peyki İmpaluri'nin adı da iki ele­ mandan i b a r e t t i n impa-luri. Nuzi vesika­ larında i m p a2, Kaş'lar devri Nippur ve­

sikalarında imba suretinde şahıs adı (ele­ manı) 2 a , geç devir Asur vesikalarında

imba/i suretinde yer adı s olarak görünen

bu unsurun Hurri'ce mi olduğu kesin ola­ rak söylenemez. Aynı kelimenin N i p p u r4

ve Nuzi 4 a vesikalarında şahıs ve geç de­

vir Asur vesikalarında4 b yer adı olarak

görünen ippa ile bir tutulup tutulamıya-cağını veya bu sonuncudan Hurri dil ku­ rallarına uyarak pp < mp gereğince m i5

meydana geldiğini bilmiyoruz. Bu arada Forrer'in «Hatti devletinin güney doğusu» haritasında Seyhan ile Ceyhan arasında Antitoros eteklerine yerleştirdiği İmpa memleketini de nazarı dikkate almalıdır 6 .

İsmin ikinci elemanı olan - luri'yi destanlar­ daki tanrı Upel - luri ve' dişi MAH tanrı­ sının Hurricesi Hutel - lurra ve ayrıca Bo-ğazköyden Hurri tanrısı Li (1)- luri Li-lura (çoğul Lil-luri-nna)adlarında6 b da buluyoruz.

Bundan başka geç devir Asur vesikalarına göre Antakya civarından bir dağ olan Ata-lur 7 ye belki de Yukarı Z a p kaynak­

larının bulunduğu sarp arazide bir dağ ve ırmak adı olan Alluriya/yu8, Haphi mem­

leketinde bir yer olan Saluri ( y a )9 isimle-2 OİP 57, s. isimle-219.

2a Clay, Personal Names of Cassite Period, s. 88 de mImbahaha, mImbamba, mİmbua, mImbukki.

3 Luckenbill, Rec. II § 34, § 800 § 801, § 805, § 816 Bit-imbi (Elamda bir şehir), II § 248 Bİt-imbia (Elamda aynı şehir), II § 257 0 801

mImbappa (Elmalı bir komutan), II 8 804 Imbi

(Elamda şehir), bit - Imbı(ya) için b. RealIexikon der Assyriologie, II s. 45.

4 Clay, loc. cit. s. 90b, karşıla s. 56 Appa. 4a OİP 57 s. 220.

4b Luckenbill, Rec. I § 775 îppa (Nairi'de bir şehir), II g 151 İştaippa (Urartu'da bir şehir).

5 Speiser, İntroduction to Hurrian, s. 58. 6 Forrer, Kilikien zur Zeit des Hatti-Reiches, Klio, XXX, 2, s 135-268, adlı makaleye bağlı harita,

6b Laroche, Recherche sur Ies noms des dieux hittites, s. 53.

7 Luckenbill, Rec. I 600. 8 Luckenbill, Rec. II 22 167 170.

9 Luckenbill, Rec. 1 604 ve Bodou, Orien-talia 36-38 s 153.

rinde de aynı elemanı tanıyabiliriz. Ayrı­ ca krs. Lur 1 0.

Diyorit taşı Ulli/u-kummi adının her iki unsuru da Hurri şahıs adlarında yaşa­ maktadır 1 1 . Tufan kahramanının adı ve

bununla aynı olan Nuzi vesikalarında

m Ulliya 1 2 ismin ilk parçasını ihtiva ediyor.

Fırtına tanrısının şehri Kummiya'nın adın­ dan ibaret olan ikinci kısım için bak T. n. Not. 33, A. n. s. 6 1 , 94 ve not 19b.

Tanrıçe Hepat'ın yanında gördüğü­ müz tanrı Takiti'nin cinsiyetinin belli ol­ madığı, ancak Hepatın yanında bulunuşu onun da dişi bir uluhiyet olmasını gerek­ tirdiği hakkındaki hüküm (T. n. s. 49, A.

n. s. 97) KUB XXVII 1 II 41 de d Da

-ki-du yazılışı ile görünen aynı uluhiyetin

şatır 71 v. d. da kadın tanrılardan oldu­ ğunun söylenmesiyle doğrulanmaktadır1 2 b .

Fırtına tanrısı tarafında döğüşen Aştabi hernekadar Babil tanrısı Zababa ile bir tutuluyorsa da (T. n. s. 49, A. n. s. 98) KUB XXVII 1 I 62 de Aştabi'nin anılmasına rağmen 68 de ayrıca Zababa'-nın da zikredildiğine işaret edelim.

Eti edebiyatında çok sevilen şahıs-Iandırılmış Deniz motifinin Anadolu'ya bu destanla mı girdiği yoksa Etilerin kendi­ lerine has bir buluş mu olduğu ayrıca araştırılmağa değer bir keyfiyettir.

Ullikummi şarkısında olayın geçtiği yer Dicle ile Akdeniz arasındaki Kuzey Suriye bölgesidir (T. n. s, 50 v. d. , A n. s. 99 v. d.). Müellif te Forrer gibi 1 3, Ea'nın

şehri Abzuva adının, bu tanrının hakimi olduğu tatlı su Okyanusunun Sümerce adı absu kelimesinden geldiği fikrindedir. Ke­ limenin Hurrice nisbet eki -ve yerine datif eki -va ile bitişine rağmen absu ile alâ­

kası olsa bile bu şehri KBo I 1 Öy. 42 deki Abzuya şehrinden ayırmamalıdır. Metnin duplikatı KBo I 2 Öy. 23, 24 de aynı şehir Abzu olarak geçer 1 4. Bu yere

10 OİP 57, s. 232.

11 İsmin yazılışı ve mana için bak eser A. n. s. 95 ve altnot 19a.

12 OİP 57, s. 271.

12b Laroche, aynı eser, s. 60,

13 Reallexikon der Assyriologie I. s. 15. 14 Reallenikon der A s s y r i o l o g i e I s. 15 te Abzu ya kelimesi umzuya maddesine havale edilmiş­ tir. Neşriyatta ise KBo 1 öy. 6,9 daki um- işareti ile şehir isminin (satır 42) birinci hece işareti

(6)

he-YAYINLAR ÜZERİNDE 665

göre Q a d e ş civarında olmalıdır ki hadise­ lerin geçtiği yere de uymaktadır.

Eserde destanın tarihlenmesi hak­ kında bir fikre tesadüf etmedik. Prof. Gü-terbock bir yazısında Etice Kumarbi des­ tanının 1400-1200 yılları arasında yazıldı­ ğını ve Hurrice asıllarının daha eski ol­ duğunu söylemektedir 1 5. F. Kınal da ke­

sin bir neticeye varmaksızın destanın Etice yazılışını tarihlemeye çalışmıştır 1 6.

Bilindiği gibi Boğazköydekı Eti dev­ let arşivine konacak olan metinler büyük yazıcıların kontrolü altında kâtipler tara­ fından yazılır veya eski metinlerden kopye edilirdi. Metain altyazısında bazan yazı­ cının adı ile birlikte kimin nezaretinde yazıldığı veya kopye edilmiş olduğu da kaydolunurdu. Bir kısmını oldukça iyi tanı­ dığımız bu şahsiyetler tarihleme hususunda kıymetli vasıtalardan birisidir. Destanları­ mızın tarihlenmesi için yukarda bahsolunan 1 a metninin altyazısından (KUB XXXIII 120 IV 19-26) bazı ip uçları elde edilebilir. Yazıcı Aş-ha - p[a-x] bildiğime göre şimdi­ lik başka metinlerden tanınmıyor 1 7. Baba­

sının adı tamamen kırılmıştır.Tarihleme hu­ susunda ancak mL U2 adından faydalanabili­

riz. Metin onun önünde yazılmıştır. KBo VI 4 sol kenar 2 ve VBoT 24 IV 39 da GAL DUB. SAR MEŞ «Yazıcıların büyüğü (başı) olan mL U2, destanımızdaki " L U2 ile aynı

şahıs olabileceği gibi ayrı kimseler de ola­ bilirler. KBo VI 4 (Eti kanunları) ün ya­ zıcısı olan Hanikkuili'nin genealogisi şöy­ l e d i r : sol kenar 1) mHa-ni-ka-DİNGİRLiM

-iş DUB. SAR DUMU'm NU. GİŞ. SAR 2)

DUMU. DUMU-ŞU ŞA m L U2 G A L

DUB-SAR MEŞ u3 DUMU. DUMU MEŞ [.ŞU] 3)

ŞA m Ka-ru-nu-va LU2 ha-li-pi ŞA Kurx [ .

. . ] 3) U3(mosj.) DUMU. DUMU MEŞ

.ŞU-ma ŞA m Ha-ni-ku-DlNGİR LIM .i ş GAL.

NA. KİD .". . . » 1) Yazıcı H., N.ın oğlu, men hemen aynıdır. Fakat duplikat KBo. I 2 Oy 24 te açık bir ab-'görülüyor.1 KUB XXXIII 106 II

16 da um, 19 da ab 20 de dub işaretleri de birbi­ rine çok benziyor.

15 Belleten 41 s. 149.

16 F. Kınal, Belleten,' 36 s, 521.

17 Muhtelif şehirlerin DUGUD adamları (bir nevi büyük şehir memuru) sayılan KUB XXXI 44 I 11 de bu nevi memurlardan biri olan mAş-ha

pa-la'nın adına g-öre Landsberg-er 1 a nın yazıcısının

adını da mAş-ha-p [a-la] tamamlamayı teklif etmek­

tedir.

2) Yazıcıların büyüğü LU2'nun torunu 3) x [ . . . ] memleketinin h. adamı olan K. nın hafidi (ana tarafından), 4) ve sığır çoban­ larının büyüğü ( Eti sarayında yüksek bir rütbe) H.nin hafidi (baba ' t a r a f ı n d a n ) . Bu sıranın incelenmesinden isim koymada bu ailenin çocuğa dede adı takmak (paponimi) usulüne riayet ettiğini görüyoruz. VBoT 24 ün alt yazısında şunu okuyoruz: IV

38) ŞU -»Ha-ni-ik-ku-DİNG LİM DUMU

m NU.GİŞ. SAR 39) DUMU. DUMU-ŞU ŞA m LU2 GAL DUB. SAR MEŞ « 33) N.ın oğlu

H;tıin eli (el yazısı) 39) yazıcıların büyüğü LU'nun hafidi». KUB XXIX 4 ün altyazısı bu aile için bize şu bilgiyi veriyor: kol. IV 45) ŞU mLU2 DUMU "mNU. GİŞ. SAR

PA-Nİ mA-nu va-an-za 46) LU2 SÂG ÎŞ-TUR

«45) N.ın oğlu LU'nın eli (yazısı 4 6 ) baş adamı (Eti sarayında yüksek bir rütbe) Anuvanza'nın önünde yazdı». Bu üç metin­ den sonuncusundaki m LU2 babası bakımın­

dan şüphesizki öteki iki metindekinden ayrıdır. Diğer taraftan mN U . GIŞ.SAR gibi

bir şahıs adının (Bağçevan, meslek a d ı )1 8

isim koymada umumiyetle seyrek baş vu­ rulan bir usul olduğunu düşünerek sonuncu altyazıdaki ""NU. GİŞ. SAR'ın diğer iki-sindeki ile aynı olduğunu kabul edebiliriz. Şu halde o da KUB XXIX 4 IV 45 e göre oğluna ailedeki adete uyarak kendi baba­ sının adını vermiş olmaktadır. Bu suretle bu yazıcı ailesinde ayrı zamanlarda yaşa­ mış iki ayrı m L U2 tesbit etmiş olmaktayız.

Bunlardan " N U . GİS. SAR'ın oğlu olan ikinci mLU2 nun çağdaşı bulunan ve birçok

tabletlerin yazılışına nezaret etmiş olan iyi tanıdığımız Anuvanza delaletile metnimizin yazılış tarihi hakkında nisbi bir hüküm vermek mümkün olacaktır. Şöyleki: II. Murşiliş zamanında yazılmış olan KBo III 3 ün yazıcısı Tatikkanna (Kol. IV 14) yi KUB X 21 IV te Anuvanza'nın huzurunda yazanlardan birisi olarak görmekteyiz. Yazılışına gene Anuvanza'nın nezaret ettiği KUB XXXII 133 ( I V 7 - 8) te ö y . I 4 e göre aynı suretle II. Murşiliş zamanına aittir. III. Hattuşiliş zamanında kaleme alınmış olan KUB XXVI 43 Ay, 34 de aynı Anuvanza, DUB. SAREN URUNerik LU2 UKUŞ «yazıcı, Nerik şehri

18 Bu nevî akatça isimler için ; Stamm, Die Akkadische Nameng-ebung- (MTAeG 44) s. 270,

(7)

beyi, subay(?)» olarak zikrolunuyor.Şu hale göre Anuvanza'nın muasırı olan ikinci LU2 nun da II. Muşiliş ile III. Hattuşiliş zaman­ ları içinde yaşadığı neticesine varabiliriz, bu takdirde 1 a metnini yeniden yazan Aşhap[ax], ya bu zamanın veya birkaç ne­ sil önceki «yazıcıların büyüğü» birinci LU2 zamanında, takriben Şuppiluliuma'nın ilk devirlerinin yazıcısıdır. Bu zamanı kesin olarak tayin imkânını şimdilik göremiyo­ ruz I 9. Hernekadar bunlardan yazıcıların

büyüğü olan şahsiyetin bizimki ile bir tu­ tulması için cazibe büyükse de ikin LU2 '

nun da sonradan yükselerek huzurunda ya­ zılacak seviyeye çıkmış olduğu düşünüle­ bilir. Baştan sadece bir yazıcı olduğu hal­ de (KUB XXXII 133 V 7) sonradan tablet yazılmasına nezaret edecek kadar mesle­ ğinde terfi etmiş "»Angulli (KBo V 11 II 38) misalinde olduğu gibi. Diğer taraftan II, Murşiliş ile birlikte Boğazköy sarayında hertürlü edebiyat alanında canlı bir tahrir faaliyetinin önem kazandığını gösterecek sebepler vardır. Öteyandan, 1 a metninin yenilenmesine sebeb olarak gösterilen (IV. Sütun 23) . . . . ki-i tup-pa] 24) ar-ha

har-ra-an (!) e[- eş -ta «23). . . . bu tab­

let] 24) harap o[lmuştu» ibaresi benzeri yerlerden de anlaşıldığına göre tablet­ lerin ancak zaman geçmekle kullanıl­ maz hale geldiğine işarettir. Şu halde la'ya örnek olup harap halde bulunan as­ lının yazılış tarihi ise şüphesiz ki yukarıki hareket noktalarından çok da ha öncelere düşmelidir.

1 a IV 23 te KAB. ZU. ZU «yardım­ cı veya talebe» için bilinen yerlere ilâve­ ten VBoT 12 satır 6) Şu mPal-la-a x [...] 7) [KA]B. ZU. ZU Ş A [ m . . .

19 KUB XIII 9 un altyazısı Kol. IV 10 ŞU... a (i-u) h-hi-LU2 (?) DUMU mAN. ŞUR. LU2 DUMU

DUMU-ŞU ŞA 11) mGİŞ. SAR. NU -10)...a (i-u)

hhi-LU2 (?). (Güterbock'un -LU2 (?) okuyuşunu-in (?) okuyuşuna tercih ederek) nun eli (yazısı), AN. ŞUR. LU'nun oğlu 11) GİŞ. SAR. NU'nun ahfadından. , Buradaki GİŞ. SAR. NU. yukarıdaki NU. GİŞ. SAR-dan başkası olmasa gerek. Bu zatın ahfadınSAR-dan olan yazıcıyı Öy. I 1 de çok ay kısmı korunmuş olan kıral adının ancak m Tu-ut-ha-li-i]a suretinde

tamam-lanabilmesile tayin edebiliriz. Şayet bu kıral IV. Tuthaliya ise yazıcının ceddi GİŞ. SAR. NU'nun yukarıda tesbitine çalıştığ-ımız çağlarda yaşamış bu­

lunduğu anlaşılsr. ,

Diğer milletlerin efsaneleri ile karşı­ laştırma bahsinde (T. n. s. 52-66 A. n. s. 100-110) Kumarbi mitleri, tesirleri bakı­ mından Yunan, menşe bakımından Sümer-Babil, Yunan alemine geçiş yolu bakımın­ dan da Fenike kültür dünyası ile karşılaş-tırılmıştır. Gökteki kırallık metni ile Yunan şairi Hesiod (M. Ö. 8. yüzyıl) 'un Theogo-nie'sinin benzerliğine daha önce Forrer tarafından işaret edildiği kaydedilmiş ve iki gelenek yanyana takdim edilmiştir. Herikisinde de baba tanrı-oğul tanrı müca­ delesi, genç tanrıların babalarının erkek­ lik uzvunu kesmeleri, atılan uzuvla telkih edilen yer veya denizden diğer uluhiyet" lerin meydana gelişi gibi esas motiflerin benzerliği belirtilmiştir. Theogonie'de Kro-nos'un çocuklarını yutması, hile ile kurta­ rılan Zeus'un Kronus ile savaşı, yuttukla­ rını tükürtmesi temalarına Kumarbi'nin birşey yemesi, fırtına tanrısının anılması bir çocuk, feryad gibi kelimelerin korun­ duğu (II, sütun 38-54) kırık satır münase­ betleri içinde bir paralel bulunabileceği ilk defa burada ortaya atılmıştır. Bu mu­ kayeselerden Anu'nun Uranos'a. Kumarbi-nin Kronos'a, Fırtına tanrısının Zeus'a uyduğu tesbit edilmiştir.

Ullikummi şarkısının Yunan gelene-ğindeki yerine gelince Hesiod'da bu des­ tanın belirli benzeri bulunmamışs'a da Yu­ nan yazarı Apollodor (M. ö. 2. yüzyıl) 'un Bibliothek ve Yunan şairi Nonnos'un (M. s. 5. yüzyıl) Dionysiaka adlı eserlerinde geçen ve Küikya'da oturmakta olan, Zeus'a karşı savaşan Typhon efsanesi, Ullikummi-Fırtına tanrısı mücadelesine iyi bir paral-lel ve Yunanlılarda bu geleneğin başkaca da bilinen doğu menşeine kuvvetli bir de­ lil olarak gösterilmiştir.

Kumarbi mitlerinin Babil edebiyatın­ da da tam bir karşılığı bulunamamış ol­ makla beraber Sümer-Babil düşünce dün­ yasına mahsus ana fikirlerin destanlara temel olduğu neticesine varılmıştır. Forrer tarafından ileri sürülmüş olan tanrı nesil­ leri tasavvuru hakkında Babil tanrı liste­ lerinin ve diğer kaynakların verdiği bilgi­ ler sistemli bir şekilde toplanmış bu dü­ şünüşün Sümer-Babil menşeinden gelmekte olduğu isbat edilmiştir.

(8)

YAYINLAR ÜZERİNDE

Hurri'lerle Yunanlılar arasında Feni­ ke'nin rolü bahsinde Önasya kültür tarihi bakımından yeni ve çok kıymetli görüşler ortaya atılmıştır. Forrer'in, tanrı nesilleri ve mücadeleler tasavvurunun Yunanlılara Anadolu'dan geçtiği yolundaki fikri red-Cedilmekte, geçiş yolunun Fenike üzerin­ den olduğu isbat edilmektedir. Filhakika Biblos'lu Filo vasıtasiyle intikal eden Fe­ nike mitolojisinde de aynı tanrı nesilleri ve mücadeleler motifleri vardır. Fenike hakkında verilecek hüküm için Ras Şamra Vesikaları da inceleme alanına çekilmiş ve şu netieeye varılmıştır : Fenikeliler bu efsanelerin yaratıcısı olmayıp taşıyıcısı-dırlar.

Eserin sonunda ekde ( T. n. s. 116-123) Hurri asıllı etice yazılmış edebiyat eserleri toplanmış Ve anlaşılabildiği kadar mnhtevaları verilmiştir, Bunlar Yılan Hedammu efsanesi, Gurparanzah ve Keşşi destanları Appu ve İştar ve Pişaişa Dağı gibi konuları ihtiva ediyor. Müstakil Ku-marbi ve Tufan kahramanı (?) hikâyesi, Kumarbi destanlarına ait gibi görünen parpalar arasında müstakil konulu olmaları muhtemel bulunanlarla birlikte sayıları bir hayli artan bu eserler Hurri edebiyatının Eti devlet edebiyatına yaptığı tesire iyi bir misaldir. Bunlardan Kumarbi ve Tufan kahramanı hikâyesinin Babil asıllı olduğu bilinmektedir. İştar ve Pişaişa Dağı hikâ­ yesine belki de Sümerce İnanna (İştar) ve Ebih (bir dağ) 2 0. destanının parallel olduğu

düşünülebilir. Bütün bu Hurri ve Eti eser­ lerinde Sümer-Babi' kökünden gelme mal­ zemeyi ayırmak, bu iki kavmin kendilerine has olanları ortaya çıkarmak yeter mater-ycle Hurri dilinin anlaşılmasındaki terak­ kiye bağlıdır.

Küçük büyük birçok tablet parçala­ rını keskin bir nüfuzu nazarla tertip, sağ­ lam bir filoloji ile izah ve bir kültür tarih­ çisi olgunluğu ile tefsir ederek meydana getirdiği eseriyle müellif bize kadim şark edebiyatının güzel eserlerinden birisini kazandırmış ve çivi yazısı sahasındaki çalışmalar hakkında mükemmel bir örnek vermiştir. Eser hititoloji için olduğu kadar ikinci bin yıl ortalarından sonraki

devir-20 S. Kramer, Sumerian Mytholog-y ( PMladel-phia 1944 ) s. 82 v. d. .

lerin kültür tarihi için de büyük bir ka­ zançtır. Profesörü bu güzel başarısından dolayı tebrik ederken eserinin -önce- türk-çesini yayınlamasından duyduğumuz se­ vinci de belirtmeliyiz.

Eserin türkçe tercemesinin sahanın mütehassıslarından Fakülte Hititoloji do­ çenti Dr. Sedat Alp tarafından meydana getirilmiş olması sevinilecek bir hadisedir. Almanca metin kısmının çevrilmesinde, bilhassa etice metinlerin aslının kontrol edilmek suretiyle yapılan tercemeleriode gösterilen itina ve gayreti öğmeliyiz, Türk okuyucuların esere nüfuz etmelerinde ter-cemenin bu hususiyetinin büyük bir payı olacağı kanaatinde bulunduğumuzu da ilâve edelim.

Dr. KEMAL BALKAN

B e k t a ş i l i ğ i n İç Yüzü, M. T

ev-fik Oytan; İstanbul, Işık Basımevi, 1945,

248 sayfa, 300 k.

Eseri hazırlayan M. Tevfik Oytan, tâ küçükten Bektaşi meclislerine girip çık­ mış, tarikatın iç yüzüne vakıf olan birisi­ dir. Eserinin mukaddemesinde bu noktaya işaret ediyor : «Beni en küçük y a ş t a (kol­ dan kopan) meclislerine götürdüler, dilim söyler söylemez (Allah, Muhammed, Ali, F a t m a , Hasan, Hüseyin) isimlerini bellet­ tiler, mini mini iken küçük türkçe nefes­ ler ezberlettiler, büyüyünce de onlarla dü­ şüp kalktım. Otuz üç sene içlerinde öğ­ retmenlik ettim. Hacı Bektaş tekkesine gittim, ikrar verip nasip aldım. Bektaşili­ ğin de Aleviliğin de erkânını gördüm. Her zaman âyin-i cemlerde hazır bulun­ dum. Ben de onlarla birlikte sema'lar, dev­ ranlar yaptım. H a t t â pek çok canların rehberlik vazifesini bilfiil ifa ettim.

Bektaşi erkânnamelerinin, tercümanla­ rının, gülbenklerinin, evrat ve ezkârının muhteviyatını ezberledikten başka, hakiki manâları üzerinde durarak, kelime bekeli-me, harf beharf inceledim. Bu yolun ne kadar gizli eserleri varsa hepsini de dik­ katle gözden geçirdim. Tarikatın bütün ruhunu kavradım.» (S. 5)

Kitabı hazırlayanın çekirdekten ye­ tişme bir bektaşi olması, kapalı bir

(9)

k a t mahiyeti arzeden Bektaşilik hakkında, başka tetkikçilerin pek güçlükle elde ede-[ bileceği malûmatı çok kolay ve doğru birj

şekilde bize tanıtabilmek için yazara bü­ yük bir avantaj temin etmektedir. F a k a t bunun bir de tehlikeli tarafı var : Hadise­ ler karşısında yazarın objektifliğini kay­ betmesi tehlikesi. Gerçekten de zaman zaman yazar bitaraflığını kaybediyor. Bek­ taşi ayinlerinden birini anlatırken (s. 15) yazar şöyle bir ifade ile, ayine karşı ken­ di durumunu belli e d i y o r : «3u öyle bir hengâmedir ki, ve o k a d a r temiz ve ilahi bir şevkle oynanır ki, bu cemiyette bulu­ nanların hiç birisinin fikrinden fena bir niyet geçmez, ve geçemez. O r a d a süfli ihtirasa yer yoktur. Oradaki canlar, (fe-nafillah) makamına dalmış, zahir alemin­ den sıyrılmış, batın alemine girmişlerdir. Fazilet ve hakikat-ı insaniyenin timsali olan (zat-ı mutlak) da, sanki orada elinde kudret kılıcile tecessüm etmiş gibi, mey­ dana hakim bir celâdette arz-ı cemal et­ mektedir».

Bu sübjektif ifadenin, hadiselerin ma­ hiyetini bozup değiştirecek k a d a r ileriye varıp vermadığını tahkik etmek imkânın­ dan mahrumuz. F a k a t böyle bir endişe daima okuyanları düşündürmektedir.

Kitabın 158 inci sayfasında ikrar verme erkânında, 14 makamı anlatırken, yazar, bildiklerinin hepsini söylemekten çekindiğini açık açık ifade ediyor, diyor ki: «burada meskût geçtiğimiz 14 makam bah­ sini açıklamakta vicdanen mazuruz. Yalnız bu makama ait bahisten örnek olarak bazı parçalar verelim.» Bu da açıkça gösteri­ yor ki, okuyanlar yazarın objektifliğinden şüphe etmekte haklıdırlar.

Eser, bize, muharririn Bektaşilik hak­ kında bildiklerini, metinleri izah yoluyla vermektedir. Metin alınıyor, içinde geçen kelime, remiz, ve mefhumların izahı yo­ luyla bize Bektaşilik hakkında malûmat veriliyor. Bu bakımdan, kitap, izahlı bir Bektaşi şiiri antolojisi karakteri taşımakta­ dır. Eserin bizim için değerli olan tarafını bu izahlar teşkil etmektedir. Onlarda biz, Bektaşinin dünya görüşüne, âdet ve ayinlerine, inanışlarına ait bol malzeme buluyoruz.

Kitap, beş cilt olacak bir külliyatın

birinci cildini teşkil ediyor. Bu ciltte, Bek­ taşi şairi Genç Abdal'ın şiirleri alınıyor ve bunları izah etmek suretile Bektaşiliğe ait malûmat veriliyor. Bu suretle biz, yeni bir Bektaşi şairini de tanımış oluyo­ ruz. Gerçi, yazarın, Genç Abdal hakkında verdiği malûmat da çok kıt, ve hemen hepsi şifahi kaynaklara dayanıyor. Bununla beraber, neşredilen şiirler, onun şahsı ve eseri hakkında bize oldukça geniş bir ma­ lûmat verebiliyor. Oytan'ın verdiği malû­ mata göre, Genç Abdal 19. yüzyıl şairle­ rindendir. Bir ara İstanbul'a gelen Pir Mehmed Dede ile, Mehmed Şücaeddin De­ deden nasip alarak, divan kâtipliği vazife­ sini bırakmış ve onlarla birlikte Anadolu'ya gelmiştir. Sultan Şücaeddin Veli tekkesin­ de uzun müddet, 1285 ( 1868) senesinde ölen Ali Hadi Dede'ye hizmet etmiştir.

Metinleri izah ederken, yazar, bize Bektaşi ananesinin nazım şekillerine ver­ diği isimleri de bildiriyor : Zülfikarnâme, Düvazde, Biatnâme v. s.. Düvazdeler, için­ de 12 imamın adı geçen şiirlerdir, ve ana­ nevi koşma şeklinden başka bir şekil ya­ pısı göstermiyorlar. Zülfikarnâme, Ali'nin kılıcını metetmek için yazılan şiirlerdir. Umumiyetle Bektaşi şairlerinin çoğu Zül-fikarnâmeler yazmışlardır. Şekil yapısı koşmaya benzer, fakat nakarat mısrala­ rında « Lâfeta illa Ali lâ seyfe illa Zülfi-kar» cümlesi t e k r a r edilmektedir. Bu mıs­ ra bir hadiseye telmihte bulunduğu için Zülfikarnâmelerde aynen tekrarlanmakta­ dır : Uhut gazasında Hazreti Muhammed bir çukura düşüp iki dişi kırılınca, onu, Ali ölüm tehlikesinden kurtarmıştır. O sırada Cebrail yukarıki cümleyi söyleyerek Ali'yi tebcil etmiştir ki, manâsı, «hiçbir kuvvet yoktur, ancak Ali'nin kuvveti vardır, hiç­ bir kılıç yoktur, ancak Ali'nin Zülfikarı vardır», demektir.

İzahlarda verilen malûmatın büyük bir kısmını, tevella, teberra, yol, erkân, 12 imam, güzel şah, üçler, kırklar v.s. gibi Bektaşi edebiyatında hususi karşılıkları olan remizlerin anlatılması teşkil etmekte­ dir. Bu malûmat daha sistemli ve istifade edilmesi daha kolay bir halde diğer kay­ naklarda da bulunabilir 1.

1 bk. Abdülbakî Gölpınarlı, "Kaygusuz, ve Ab-dülbaki Gölpınarlı ve Pertev Boratav, "Pir Sultan Abdal. , sondaki Lügatçe.

(10)

YAYINLAR ÜZERİNDE 669

Metinler yoluyla yapılan izahların en dikkate değer tarafını, Bektaşi ayin ve âdetleri hakkında verilen malûmat teşkil ediyor. Yazar, bir çoklarının içinde bulun­ duğu bu ayinleri, bütün teferruatiyle bize anlatmak suretiyle çok faydalı bir iş ya­ pıyor, ö n s ö z d e vadettiği gibi eğer bu ayin­ lerde, okunan şiirlerin notalarını da neşre­ derse, verdiği malzeme bir kat daha kıy­ metli olacaktır. Bilindiği gibi bu cins ayin­ lerde raks, müzik ve şiir beraber bulunur­ lar. Bu üç unsurun beraber incelenmesi lâzımdır. Oytan'ın verdiği malûmat bu ayinlerin sağlam bir tasvirini teşkil ediyor. Kitabın verdiği malûmattan Bektaşilerin 4 türlü ayinleri olduğunu öğreniyoruz :

1.. İkrar ve musahip tutma erkânı, 2. Sorulma, baş okutma erkânı, 3. Koldan kopan erkânı, 4. Dardan indirme erkânı.

1. İkrar verme ve musahip tutma er­ kânının tasviri, yazarın diğer ayinleri na­ sıl bir yolla anlatmış olduğunu göstere­ cektir (s. 149) :

«Bektaşi erkânlarının açılış tarzı hep birdir. Bu erkânların ne şekilde açılıp, ne şekilde kapandığını, nasıl ikrarbent olun­ duğunu anlatmağa başlıyoruz.

Vazifedarlar şunlardır : 1. Mürşit. 2. Rehber. 3. Çırakçı. 4. Zâkir. 5. Meydancı. 6. Saki. 7. Gözcü. 8. -Pervane. 9. Ferraş. 10. İbriktar. 11. Ayakçı,

Bu vazifeler müstakilen bir erkeğin uhdesinde bulunması icap ederse de, bazan iki üç vazifeyi bir erkek ifa eder.

Erkân açılmadan bir gün evvel her vazifedar, hizmetleri için gereken hazırlık­ ları yaparlar. Mesela ayakçı ile meydancı meydan evini sildirip temizletirler, döşerler.

Saki olan, dem şişelerini, kadehleri, sürahileri silip temizler.

Çırakçı olan zat, şamdanları parla­ tıp üzerlerine mumları dikip hazırlar, bu­ hurdanlığı silip temizler.

Akşam olunca, meydan yerine 12 adet post serilir ki, isimleri şunlardır :

1. Baba postu : Horasan postu 2. Aşçı postu : Seyit Ali Sultan 3. Ekmekçi postu : Balım Sultan 4. Nakip postu : Kaygusuz Sultan 5. Atacı P. : Kanber Ali Sultan 6. Meydancı P. : Sarı İsmail Sultan 7. Türbedar P. : Kara Donlu Can baba 8. Kilerci P. Şah Kulu Hacım Sultan 9. Kahveci P . : Şah-ı Şazili

10. Kurbaneı P. : Hazreti İbrahim Aleyhisselam

11. Ayakçı P. : Abtal Musa Sultan 12. Mihmandar P.: Hızır Aleyhisselam Rehber, ikrar verecek canı gün bat­ tıktan sonra hazırlamağa başlar, ve ha­ zırlık esnasında, rehber, talibin namına bir takım tercümanlar okur. İkrar verecek zatın hazırlanması şöyle ölür. I- Gusul yaptırılır. 2-Temiz elbisesi giydirilir. 3-Ab-dest alır. Sonra ayini cem toplanır. Mür­ şidin emrile ayakçı gül suyunu serper ve buhurdanlığa da buhur koyarak ortalığı güzel ve ılık bir kokuya boğar.

Şimdi vazife çırakçıya gelmiştir. Bu zat da elindeki delil denilen bir fitil veya mum parçasını, daha evvel uyandırılmış olan kanun çırağından yakar. Bu delil ile şamdanlarda hazırlanmış mumları birer bi­ rer yakar. Bunları yakarken (çırağ-ı ruşan, fahr-i dervişan, himmet-i piran, pir-i Ho­ rasan küşad-ı meydan) tercümanını okur. Bundan sonra tahtı Muhammed'in sol tara­ fına geçerek şu tercümanı okur :

Çırağ-ı evliya nur-ı semavat Ki ba menzildir, ol Tûr-ı münacat Kaçan kim ruşen ola kıl niyazı Muhammet Aliye candan selavat. Çırakçı, oradan geri dönerek «dâr»a gelir ve bir ayet okur. Arkasından şu düvazdeyi okur ( Şiir alınmamıştır ).

Dualar yapılıp tercümanlar okunduktan sonra (bu dua ve tercümanlar uzun olduğu için buraya alınmadı) mürşit ikrar verecek olan canın ahval-i ruhiyesini, giderini, ka­ rakterini, ayin-i cemdekilerden sorar. Ora­ dakilerden, bu can hakkındaki iyimserlik

(11)

cevabından sonra, ikrar verecek cana dö­ ner, der ki: «Ey talip! Bu yol zordur. Bu yol melâmet yoludur. Bu yol demirden leblebidir. Bu yol ateşten gömlektir. Eren­ ler buyurmuş ki, gelme gelme ; dönme dönme. Gelenin canı, dönenin malı, v. s.».

Yeni talip (daha evvel kendisine öğ­ retildiği için) ellerini göğsüne basarak erenler yolunda bütün varlığından geçtiğini, can ve başını Cenab-ı Hüseyn-i Kerbela yolunda fedaya hazır olduğunu mürşide arzeder. Evvelce temam edilip hazırlanmış-olan kefil, yere niyaz ederek derhal mey­ dana gelir, mürşit ve ayin-i cem huzurunda talip birlikte ant içerler.

Bu ant içme merasimi nihayet bulunca, iki veya üç kişi pervane — pazvant olarak ayrılır ve ayini cemde duaları yapılarak dışarıya sevkedilirler.

Bundan sonra zâkirler çalgılarını el­ lerine alırlar ve üç yerinden öperek akorda başlarlar. Zâkirler üç nefes bir düvaz okur­ lar, (kitaba, okunan üç nefes ve bir düvaz, örnek olarak, alınmıştır).

Bundan sonra kurban tekbirlenir ve kesilmek için dışarıya çıkarılır. Kurbanın ardı sıra, rehber de talibin elinden tutup kapıdan dışarı çıkarır ve boyuna (tığ-ı bend) denilen uzun bir ip takar ve bir ter­ cüman okur. (Kitapta bu tercümanın da metni vardır).

Bu tercüman bitince, rehber tekbir alır. Rehber ile talip birlikte meydan eşi­ ğine niyaz ederler. Rehber, talibin boğa-zındaki tiğ-bentten tutar, onu yede yede, kısa adımlar ata ata, her adımda ayaklar mühürlene mühürlene dört kapı selâmı ve­ rir...

Mürşit, ayini cem erenlerine rızaları olup olmadığını sorar. Herkes yer öpmek suretile razılıklarını bildirirler. Mürşit de «Derviş-i dervişan, kabul-u makbulan» di­ yerek talibi kabul eder. Mürşit talibin sağ elinden tutar, baş parmağını baş parmağı­ na rapteder, önüne oturtur. Talip öbür eliyle de mürşidin dameninden tutar. Son­ ra mürşit talibe şu duayı okur

Talip kendisine söylenen bu sözlerin hepsini birden «Allah Ayvallah» diyerek kabul eder. Bunu müteakip, mürşit, talibin boğazındaki tiğ-bendi çıkarıp üç yerinden düğümler, talibin beline kuşatır ve onu elinden tutarak dâr'e getirir...

Mürşidin bir gülbangiyle ikrar verme merasimi son bulur. Bu orada, mevcut bu­ lunan canlar ikrar verenlerin ellerini sık­ mak suretile tebrikâtta bulunurlar.»

Bundan sonra erkânın başka bir safhasına geçilmektedir. Yazar, bunun is­ minin «muhabbet faslı» olduğunu söylüyor. Bu fasılda sakilere vazife düşmekte, onlar içki içenlere birbiri ardınca üç kadeh «dem» sunmaktadır. Demler içildikten sonra zâkirler nefesler okuyorlar. Bu nefes faslını, mürşidin işaretiyle sema"faslı takip ediyor, İlk sema3 da mürşit ve hazır bulu­

nanların hepsi ayağa kalkıyorlar. Kitabta, bu semahların metinleri ve nasıl devran edildikleri etraflı bir şekilde anlatılmak­ tadır. Bu sema3 fasılları ayinin raks kıs­

mını teşkil etmektedir. Bir açılma ile baş-lıyan, hızlanma ve ağırlanma ile devam eden bu raks da, kitapta oynanış tarzına sadık kalınarak tarif edilmiştir.

Sema3 faslının bitiminde kısa bir te­

neffüs yapılıyor ve bunun ardından ayinin (cem birleme) kısmına geçiliyor. Cem bir­ leme hazırlığı hazır bulunanlardan hepsinin iştirakiyle, koro halinde, söylenen zikirli bir nefesle başlıyor. Cem birleme hazır bulunanlara Kerbelâ şehitleri için şerbet dağıtılmasından ibarettir. Herkes bu şer­ beti içerken «Hüseyne rahmet, Yezide la­ net» demektedir. Şerbetler içildikten sonra, lokma yenilerek ayine son verilir. Lokma, hazır olanlara verilmesi âdet olan yemeğin ismidir. Yemek te yenip bitince, mürşit hazır olanlara dağılmaları için müsaade et­ tiğini bildirir, bu suretle ikrar yerme biter.

Diğer Bektaşi ayinlerinin hususiyetleri ve icra ediliş şekilleri üzerinde durmıya-cağız. Yalnız onlarda adalet dağıtan, tari-kate giren kişinin sosyal durumu ile ilgi­ lenen bir tarafın bulunduğuna işaret ede­ ceğiz ; meselâ; baş okutma erkânında, mürşit dâre gelen can için hazır olanlara şöyle sorar «Bu fakirden ağrınmış, incin­ miş can, karındaş var ise dile gelsin, bile gelsin, hakkını talep eylesin» .

Eğer adı geçen şahıstan ağrıyıp incinen veya bir hakkı olan kime varsa, meydana çıkıp davasını anlatıyor. Mürşit, her iki ta­ rafı dinleyip davalarını halledip, barıştır­ dıktan sonra, ancak ayine geçilebiliyor,

(12)

YAYINLAR ÜZERİNDE 671 Ölünün arkasından yapılan dardan

indirme ayininde, ayni şey ölen için yapılı­ yor, ve onun en yakın akrabaları ölenin borcunu ödemeyi, yaptığı kötülükleri tamir etmeyi üzerlerine alıyorlar.

Bundan başka, ayinlere iştirak ede­ bilmek için taliplerde bazı şartlar aranıyor.

Katil olanlar, hırsızlık yapanlar, ırza teca­ vüz edenler, yani, içinde yaşadığı sosyal nizamın istemediği bir haraketle onu ihlâl edenler, katiyen ayinlere alınmıyor. Ta ki hareketini tamir etsin, yahut tövbekar ol­ duğuna kanaat getirilsin.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Bektaşi ayinlerinin dünya işlerile ilgili bir tarafı da var. Onlar kendilerini şeriatın katı şe­ kilciliği içine sokamadıktan başka, kendi işleri ve meselelerile uğraşan bir tarafı da tarikatlarında buluyorlar. Bektaşiliğin toplulukla ilgilenen bu tarafı üzerinde dikkatle durulmağa değer. Biz, Anadolu'ya gelen ilk göçebe Türklerin, Batınî mezhep­ lerini daha çabuk benimsemelerinin, ve bu mezheplerin halk içinde uzun zaman yaşa­ yabilmesinin sebeplerini belki de bu nok­ talardan çıkarabileceğiz.

M. Tevfik Oytan, Bektaşiliğe ait çe­ şitli meseleleri ancak, şiirlerin izahı şek­ linde ortaya koyduğu için, okuyanlar ki­ tapta bir dağınıklık bulacaklardır. Bektaşi­ liğe ait her hangi bir mesela hakkında kitaptan istifade etmek isteyenler, büyük bir müşkilatla karşılaşıyorlar. Aranılanın bulunabilmesi için, kitapta hiçbir kolaylık yok. Şiirlerin, izah edilen kelimelerin, için­ de geçen şahıs isimlerinin ne bir endeksi yapılmış, ne de bunların kolayca buluna­ bilmesi için bir usul kullanılmış. Kitabın baş sayfalarında Bektaşi ayinlerinden bi­ rine rastlıyorsunuz, ötekileri bulabilmek için. bütün kitabı okumak lâzım geliyor.

«Bektaşiliğin İç Yüzü», bize, Bektaşi-lerin başka âdet ve inanışları hakkında da bol malzeme veriyor. Bu surette Bektaşi ler hakkında verilen bir hayli yanlış hük­ mü düzeltmek mümkün oluyor. 181 inci sayfada verilen malûmattan öğreniyoruz ki, bazı Bektaşi ve Alevi zümreleri namaz kılmaktadır. Fakat alınlarını secde eder­

ken, Kerbelâ toprağına koymak âdetleri olduğundan ve bunu kimseye bildirmek istemediklerinden, bu işi gizli olarak yap­ maktadırlar. Bazı Bektaşi şairlerinin namaz hakkında söyledikleri methiyeleri, ancak bu surette izah edebiliyoruz. Meselâ Sa­ kine bacı'nın :

Sabah namazına uyan Terkeyleme kıl namazı Türlü kokulara boyan Terkeyleme kıl namazı

diye başlayan şiiri, bunun iyi bir örneğini veriyor. Kasaba Bektaşilerinin ramazanda oruç tutanları da varmış. Bundan başka muharremdeki 10 günlük oruçları da, bun­ ların oruçla ilgilerini göstermektedir.

Bundan sonra yazar, Bektaşilerin ezan okumadığı, abdest almadığı, kelime-i şeha-det getirmedikleri, tesettüre riayet etme­ dikleri yolunda verilen hükümlerin mahiye­ tini anlatarak, onlarda ezan, abdest v. s. gibi şartların nasıl yapıldığını ve bunların sünnilerinkinden farklarının ne olduğunu anlatmaktadır.

Kitabın 187-190 inci sayfaları, Bekta­ şilerin çeşitli yer ve işlerde okumayı âdet edindikleri klişelenmiş duaları da bize ta­ nıtıyor. Biz, Bektaşi inanışlarının bu dua­ larda da akislerini bulabiliyoruz. Meselâ , traş olurken okumayı âdet edindikleri şu dua parçası, bunun iyi bir örneğini ver­ mektedir :

«Bismi şah.. Allah Allah

Traş olmak bugün minnet hudaya Tevellamız Muhammet Mustafaya Teberra kılmışız biz hariciye Esir olduk Ali Zeynel Abaya Allah Eyvallah hû dost.

«Bektaşiliğin iç yüzü», ilmî bir metotla ve bir ilim objektifiliği içinde yazılmamış olmakla beraber, bize Bektaşilik hakkında bol malzeme vermesi bakımından, üzerinde durmağa değer.

Halk Edebiyatı Doktora Öğrencisi

(13)

H A B E R L E R

Üniversite Rektörünün

İngiltere seyahati

İngiliz Kültür Heyeti tarafından,

bir ay müddetle, İngiltere ilim mu­

hitinde bir inceleme gezisine davet

edilen üç Türk Üniversitesi Rek­

törü arasında, 8 - 11 -1947 de İn­

giltere'ye giden Üniversitemiz Rek­

törü Ord. Prof. Dr. Ş. Aziz Kansu,

14 - 12 - 947 de yurda dönmüştür.

İngiltere'de büyük kültür mü­

esseselerini gezmiş olan Rektörü­

müz, İngiliz Kırallık Antropoloji

Enstitüsü'nde "Türkiye'nin geçmiş

tarihi,, hakkında bir konferans ver­

miştir.

Prof. Akdes Nimet Kurat'ın

İngiltere'deki çalışmaları

Geçen yıl İngiliz Kültür

Heye-ti'nin davetlisi olarak İngiltere ar­

şiv ve kitaplıklarında bilimsel araş­

tırmalarda bulunmak üzere Londra'

ya giden Prof. Akdes Nimet

Kurat-ın döndüğünü geçen sayımızda ha­

ber vermiştik. Profesör, orada

British Museum'da, Public Record

Office'te, Oxford'taki Bodelian Ki­

taplığında ve İskoç Üniversitele­

rinde incelemelerde bulunarak

Türk - İngiliz münasebetlerine ait

yeni belgeler bulmuş; İngiliz ve

İskoç Üniversite kitaphklariyle An­

kara Üniversitesi kitaplığı arasında

kitap mübadelesi yapılmasını sağ­

lamış ; The Royal Asiatic Society

ile The Royal Historical Society

bilim cemiyetlerine üye seçilmiş ve

verdiği konferanslar ilgi uyandırmış­

tır. Prof. İngiltere'den sonra, İsveç

Bilimler Akademisi'nin davetlisi

olarak Stockholm'a gitmiş ve ora­

da da birkaç konferans vermiştir.

Profesörün bu çalışmalarına ait

bir rapor, Dergimizin gelecek sayı­

larında yayımlanacaktır.

Doç. Dr. Reşat İzbırak'ın

Coğrafya araştırmaları

Fakültemiz coğrafya doçentle­

rinden Dr. R. İzbırak, 947 temmuz

ve Ağustos ayları içinde, Yozgat

ile Sivas arasında Akdağ çevresin­

de jeomorfoloji araştırmalarına de­

vam etmiştir. Bu araştırmaların so­

nucu, bu yıl yayınlarımız arasında

çıkacaktır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bulgular: Normal term doğumlarda, maternal ve umbilikal kord kan endotelin-1 düzeyleri sezeryan doğumlara göre daha fazlaydı, fakat bu fark istatistiksel olarak

The widespread species here belong to the families Amaranthaceae (syn: Chenopodiaceae) and Plumbaginaceae (Kurt et al, 2006). Steppe vegetation in Turkey occupies large areas

69 Çalışma kapsamında fiziksel, ekolojik ve algılanan kentsel çevre ile ilişkilendirilen konfor bileşenleri (a) güvenlik, (b) hareket kolaylığı, (c) görsel

Emrullah GÜNEY, Dicle Üniversitesi Gülen GÜLLÜ, Hacettepe Üniversitesi Nilgül KARADENĐZ, Ankara Üniversitesi Nizamettin KAZANCI, Ankara Üniversitesi Günay KOCASOY,

Through a social network analysis approach, it shows that the countries where actors work and the scientific branches of these actors play a role in the structuration of

Emrullah GÜNEY, Dicle Üniversitesi Gülen GÜLLÜ, Hacettepe Üniversitesi Nilgül KARADENĐZ, Ankara Üniversitesi Nizamettin KAZANCI, Ankara Üniversitesi Günay KOCASOY,

Aysel ATIMTAY, OrtadoğuTeknik Üniversitesi Ali İsmet DEMİRSOY, Hacettepe Üniversitesi Ayşen ERDİNÇLER, Boğaziçi Üniversitesi Neriman ŞAHİN GÜÇHAN, Ortadoğu Teknik

• Makale A4 normunda birinci hamur kağıda, sayfa kenar boşlukları üst 3cm, sol 2,5cm, sağ 2,5cm, alt 4cm olarak ayarlanarak, PC ortamında, Microsoft Word programının yeni