• Sonuç bulunamadı

Başlık: ARZIN MENŞEİ — HULÂSA —Yazar(lar):McCALLIEN, W. J. Cilt: 7 Sayı: 1 Sayfa: 128-132 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000704 Yayın Tarihi: 1949 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: ARZIN MENŞEİ — HULÂSA —Yazar(lar):McCALLIEN, W. J. Cilt: 7 Sayı: 1 Sayfa: 128-132 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000704 Yayın Tarihi: 1949 PDF"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ARZIN MEN

Ş

E

İ

— HULÂSA —

Prof. Dr. W. J. McCALLİEN

İnsanın düşünmeğe başladığı günden beri, bazı kimselerin bu mu-azzam kâinat içinde bizi barındıran arzımızın nasıl meydana gelmiş olduğunu düşünmüş olmaları muhtemeldir. Bu problem el'an canlıdır ve

insanlar, cevabından emin olmadan, bu konu üzerinde düşünmektedirler.

Arzın menşei problemini münakaşa ederken, takibedebileceğimiz

bir-kaç metod vardır. Bu metodlardan biri, ki bu birçok müellifler tarafı

n-dan takibedilmektedir, mevcut hipotezlerin en yeni veya en çok

biline-nini tarif etmek ve diğerlerinden hiç bahsetmemektir. Bu usul bu

mese-lenin tatmin edici bir tarzda halledilmiş olduğu intibaını uyandırır.

Diğer bir metod, nisbeten yeni teorilerden bir ikisini tarif etmek ve

bunların müellife en cazip görünenini tebarüz ettirmektir. Bu metod, hiç

olmazsa bilginler arasında bu hususta fikir birliği olmadığım gösterir.

Bu konuyu ilgilendiren çok geniş ve dağınık literatürü takibetmek

imkanına sâhibolan bir araştırıcı, en önemli teorilerin çoğunu hulâsa

etmek ve konunun ne kadar muğlak olduğunu göstermek imkanını

bulabilir. Ben bu son metodu takibedecek durumda de ğilim ; fakat bu

makalenin İngilizce metni mutatdan daha mufassaldır. Gerçekten hemen

hemen unutulmuş olan bir teorinin bir gün tekrar canlandırılıp canlan-dırılmıyacağını kestiremeyiz. Mazide bu gibi hadiseler olmuştur ve ileride yine olabilir.

Bu hulâsada bütün teorileri gözden geçirmeğe imkan yoktur. Onun

için yalnız bu yüzyılda ortaya atılmış olan teorilerle meşgul olacağız. 1900 yılında Amerikalı jeolog C h a m b e r la in ve Amerikalı heyetşinas (astronome) M o u 1 t o n'un araştırmaları güneş sisteminin menşei üzerin-deki çalışmaları hızlandırdı. Bu yıl içinde bu iki bilgin müstakillen L a p-1 a c e'ın sehabiye (nuleuse) teorisi ni tenkideden yazılar neşrettiler. Her iki bilgin de Laplace Teorisinin tutulur bir tarafı olmadığı neticesine vardılar. Chamberlain bundan önce 1897 de neşrettiği bir yazıda nebu• leuse teorisini tenkidetmişti. Journal of Geology de neşredilen bu yazı

Chamb er lai n'in 1904 de M o u l t on ile birlikte ortaya koydu ğu

teo-riye yol açan fikirlerin başlangıcı sayılabilir. C h a m b e r 1 a i n ve M o u I-t o n'un orI-taya koydukları planetesimal teorisi ne göre: ilkönce güneşin peyki yoktu. Yine bu teoriye göre : güneş ancak bir başka yıldızın yak-laşma sından sonra parçalanmıştır. Bu teori güneşte mevcut olan büyük explosif kuvvetleri nazarı itibara almak bakımından diğer teorilerin ço-ğundan farklıdır. Planet'leri (seyyareleri) teşkil edecek olan parçalar gü-neşten dışarıya atıldılar Halbuki daha eski sehabiye teorisi nin bu sistemin

(2)

güneşin takabbuzu neticesinde meydana gelmiş olduğunu iddia ettiğini hatırlarsı nı z.

Planetesimal teorisi ne göre : arzın parçalanmasını mucibolan yıldız

tekrar güneşten uzaklaştı ve güneş de vukubulan tahribatı mümkün

olduğu kadar tamir etmğe koyuldu.

Bu müellifler arzın parçalanmasını iki âmile atfediyorlardı. Bu

kuvvetlerden birisi : güneşin yanından geçen yıldızın güneş üzerinde çıkıntılar peyda eden çekme ( met tesiri ) kuvvetidir. İkincisi de :

güne-şin kendi explosif kuvvetidir. Bu kuvvetin güneş sathının yüzbinlerce

mil üstüne çıkan büyük kızgın gaz çıkıntılarını meydana getirdiği sanı l-maktadır. Güneşin yanından geçen yıldızın tesiri kısa bir zaman

sür-müştür. Bundan sonra güneşten koparılan parçalar tekrar güneşin

câzibesine terkedildi. Fakat bu parçalar, geçen yıldızı takiben güneşten

bir mikdar uzaklaşmış olduklarından bütün güneş sistemi güneşin

etrafında dönmeğe başladı. Bu sistem içinde çarpışmalardan kaçını

la-mazdı. Böylece daha büyük birkaç nucleus ( çekirdek ) , yuttuklar ı

diğer parçaların zararına büyüdüler.

Bazı bilginler, Chamberlain-Moulotn teorisi nın tadilini ileri sürdüler. Jeoloji âlimlerinden B a r r el ( 1918 ) teoriyi kabule hazır olduğu halde,

arzın bugünkü hacmini planetesimal teorisinin iddia ettiği gibi yavaş

bir hareketle değil, fakat sür'atle elde ettiğine inanıyordu.

Ona göre : tekessüf esnasında arza gelen kitleler büyük çapta olup

planetesimallerden daha ziyade asteroidlere benzemekteydiler. Bundan ve diğer bazı âmillerden dolayı carpışmadan hâsıl olan sıcaklık arzı erimiş duruma getirmeğe kâfi gelmiştir.

Muhtelif araştırıcılar bu teorinin tadili cihetine gitmişlerdir. Bu teorinin tabfî halefi J e a n s ve J e f fr ey s tarafından ortaya konulan gaseoustidal (gaz-met) teorisi dir. Bu İngiliz bilginleri güneşin parçalanmasını tamamen güneşin yanından geçen yıldızın güneş üzerinde met tarzındaki çekici

tesirine atfetmektedirler. Bu müelliflere göre : met kabartıları uzun gaz

sütunları vücude getirdi. Bunlar, yıldız güneşe yaklaştıkça uzadılar ve yıldız geçip gittikten sonra satıh üzerinde hareket ettiler. Yıldız geçip gittikten sonra bunun çekici tesiri de tamamen kayboldu. Bu gaz sütunu

soğuyarak, damlaya benzetebileceğimiz seyyareleri meydana getirdi.

Bundan sonra bu parçalar müstakil hareket eden seyyareler oldular.

Yalnız bunlardan bir tanesi patlıyarak planetoid'leri meydana getirdi.

Fakat sonradan J e f f r e y s bu teoriyi kâfi görmemiş ve gaz-met teorisi ni terkederek güneşin bir yıldızla doğrudan doğruya çarpıştığını tasavvur

eden daha eski bir teoriye dönmüştür.

Birçok âlimler bu teorileri tenkidetmişlerdir. Metin içinde bunlardan

bazılarından bahsedilmektedir.

Van Ad a, çarpışma teorilerini tenkideden bir yazısında, eğer güneş

bir yıldız yerine bir bulutsuya (nebülöz) rastlasa ne olur? diye soruyor,

(3)

130 W. J. McCALLİEN

ve buna H i r a y am a'nın bir izah yolu bulduğunu zannediyor. Bu bilgin

bir yıldızın bir bulutsuyla çarpışmasından hâsıl olan tesirleri incelemekle mesguldü ; nihayet bu şekilde bir gezeğen sisteminin teşkil edilebileceği sonucuna vardı. Mükerrer çarpışmalar bulutsu parçalarının ayrılmasına

ve güneş tarafından tutulmasına sebep olabilirdi. Diğer bir bulutsu

teorisi de B e r 1 a g e tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre : gezeğenlerin

menşei, güneşi çevreliyen ve Utarid gezeğeninin yörüngesine kadar

yassı bir disk şeklinde uzanan bir bulutsuydu. Bu teori arz ın yüksek

kesafetini, Merih'le Müşteri arasındaki planetoidlerin mevcudiyetini ve

güneş sistemine ait diğer bazı hususlar' en iyi bir şekilde izah

etmek-tedir. 1930 da N ö l k e n bu yoldan giderek, bulutsuların bir büyük

çekir-dekle birçok küçük bulutsulardan ibaret olduğunu ileri sürdü. Hattâ

J e f f rey s bile böyle düşünüyordu. Ona göre : bulutsu, civardan geçen bir yıldızın çekimi ile güneş etrafında meydana gelen ve soraları sürtünme ve katılaşma gibi tesirlerle değişime uğrıyan bir kitleydi.

Yukarıda sözü geçen makale yazılıp matbaaya verildikten sonra

Nature dergisinde ( 12 şubat 1949 sayısı : c . 163 , s . 262 ) Güneş

Sisteminin Menşei başlıklı bir yazı çıktı. Bu yeni makale, Prof. Harold

Jef f re ys'in Monthly Notices of the Royal Astronomical Society (108,

I, 1948) dergisinde güneş sisteminin menşei hakkındaki muhtelif teorileri inceliyen yazısını mehaz olarak almıştı. Biz Prof. Jef f rey s'in asıl

maka-lesini görmediğimiz için burada ancak Nature'de çıkan kısa yazıyı

bahis konusu edebiliriz.

Bu yazıya göre : J e f f r e y s kendi kurduğu eski güneş-yıldız çarpışma teorisi nin Russell tarafından iflâs ettirildiğini kabul etti ve güneşle yıldızın tesadüfünden evvel güneşin ikiz bir yıldız olduğunu iddia eden Lyttleton teorisi ni makul gördü. Böyle düşünülürse yıldızın ve güneşin eşinin çarpışma bölgesinden kurtulacağı ve güneşin çekim alanı içinde

bugünkü gezeğenlerin maddelerini bırakacağı akla gelir.

O halde J e f f r e y s bu teorilerde esaslı bazı güçlükler bulunduğunu gösteriyor. J e a n s'in teorisine gelince eğer başlangıçta fırlatılan madde-lerin harareti yüksek ise güneş kordelâlarının kopup ayrılmasına pek akıl ermez. Senelerce evvel J ef f r e y s, genişleme esnasında hâsıl olan soğumanın mayi damlaları teşekkülüne sebep olacağını ve böylece hız kontrol edilemiyecek bir hale gelmeden tazyikı hafifleteceğini sanıyordu. Spitzers de genişlerken kordelânın tamamiyle kaybolacağını göstermiştir. Nature dergisinde iç gezeğenler eğer başlangıçta gaz olsalardı bunların yoğunluklarının izah edilebileceği, çünkü dış bölgedeki kitlece daha

büyük olan gezeğenlerin hafif maddeleri tutabilecekleri, fakat ayni

mad-deleri küçük gezeğenlerin tutamıyacağı işaret ediliyordu. Gezeğenlerin

böyle iç ve dış olmak üzere iki gurupa ayrılması güneş sisteminin

yavaş bir evrim neticesi olarak değil, fakat âni ve muazzam bir

hare-ketle kurulduğunu gösterir. Bununla beraber bu teori birçok güçlüklere

(4)

daha fazla gezeğen meydana getirdiğini tedkik ediyor. Bu hususta Na-ture şunları yazıyor : "Başlangıçta yoğunlaşırken istikrar elde edebilmek için haddinden fazla devir yapan birkaç kitle olabilir ve bundan evvel merkez teşkil edilebilir. L y t tleton bu yolda bütün gezeğenlerin izah edilebileceğini ve sıçrama gibi ikinci derecede tesirlerin ayrılmaya se-bep olacağı fikrini ileri sürüyor. Ona göre : bazı parçalar iki esas kitle-den biriyle kalıp peykler meydana getirir, diğerleri ise her iki' kitleden ayrılarak müstakil bir varlık alan güneş sistemini meydana getirir. 1941 de L y t t 1 e t on herhangi bir dış etki olmaksızın bölünme yoluyla bir ge-zeğen sisteminin teşkil edilebileceğini gösterdi. İki yakın komşusu bu-lunan üçüz bir yıldız tasavvur edelim ; L y t t 1 e t o n'a göre : bu iki kom şu arasındaki vezniyetten doğan tesir bunları bölmeye ve belirsiz bir za-man için ayırmaya kâfidir. İki komşu kitlenin her ikisi de üçüncüden (yani güneşten) kurtulabilirler, fakat çarpışmadan hâsıl olan parçaları onun çekimine bırakırlar.,, L y t tl e t o n'a göre: bölünmenin erimeden sora olması

lâzımdır ve Nature'de müsait şartlar altında gaz içine batırılan sulp ve mayilerin genişlediği işaret ediliyor. Görülüyor ki hattâ yıldızlar arasındaki maddelerin kesafetlerinin azlığına rağmen demir, kalsyum oksit, manganez oksit ve silis oksit gibi maddeler tekâsüf edebiliyor.

Şimdi tekrar planetesimal teorisi ne bakalım. Çünkü Jeffreys, Par-s o n'un araştırmalarından çıkan yukarıdaki sonuçların onun planetesimal teoriye karşı yaptığı en mühim itirazlardan birini izah ettiğini söylüyor. Jeffreys'e göre planetesimaller, yani küçük kitleler geze ğenler üzerinde hissedilir bir tesirde bulunamadan çarpışır ve birbirlerini buhar haline getirirler. Eğer hakikaten böyle olmuşsa, yeni elde edilen delillerden anlaşılıyor ki, bu buharlar tekâsüf ederek yeni bir toz tabakas ı mey-dana getirirler ve böylece gezeğenler büyümelerine devam ederler.

Sonuç olarak Nature, Prof. J e f fr ey s'in güneş sisteminin menşei hakkındaki mevcut teorilerden hiçbirini tatminkâr bulamadığını kay-dediyor.

Okuyucularımız, tatminkâr bir şekilde izah edilemiyen bu meselenin birçok kafaların halle çalıştığı çok zor bir mesele olduğunu idrak edecektir.

Hemen her teorinin güçlüklere maruz olduğu görülmüştür ; bunun için muhtelif hipotezleri akıldan çıkarmamak akıllıca bir hareket olur.

Çarpışma teorisi de diğerleri gibi hücumlara ve şiddetli tenkitlere uğramıştır. Hattâ asrımızın teorilerine yapılan itirazları gözden geçiren Russell bazı hususlarda çarpışma teorisi nin hepsinden daha fazla hı r-palandığını söylemektedir.

Bu yazımızda güneş sisteminin menşei hakkında ortaya atılan her teoriden bahse kalkışmadık. Okuyucu, bir sürü teoriden birini tercih edebilmemiz için hakikaten elde yeter derecede delilin bulunup bulun-madığını sorabilir. Güneş sisteminin bilhassa küçük, teferruat kabilin-

(5)

132 W. J. McCALLİEN

den bir kısmını inceliyen jeoloji bilginleri de astronomların karşılaştıkları

güçlüklerle karşılaşırlar. Şu veya bu teoriyi tercih ederler. C h a m b e r-1 a i n-Moult o n, B a r r el r-1, yahut da başka birine reylerini verirler.

İncelediğimiz bu olaylar milyonlarca sene evvel olmuştur, hal yolunda karşılaşılan güçlükler bu sahada sarfedilen gayretleri art ıracaktır. Bu, bütün ilimlerde böyledir. Bir nesle hallolunmaz gibi görünen meseleler, gelecek nesil tarafından kolayca çözülebilir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu nda hava hareketlidir... Bu ortalama

[r]

Gomori’nin gümüşleme yöntemi ile, tüm yaş gruplarındaki ve erişkin sıçan karaciğer dokusundaki retiküler (tip-3 kollagen lifler) liflerin koyu siyah renkte,

Tablo 4’den de anlaşılabileceği gibi, yeşil sınıf modeline bağlı olarak deney grubu ile kontrol grubunun çevre bilinci puanlarının deney öncesinden sonrasına ve

Diğer Kısa Vadeli Ticari Alacaklar hesabı ise ağırlıklı olarak müşte- rilere açılan hisse senedi kredile- rini göstermekte olup, 2004/06 döneminde 15 trilyon TL

[r]

Öyle ki, dönemin düşük yoğunluklu yaygın apartman bloklarının aksine bu lojmanlar, yüksek ve bağımsız blokları, çok katlı ve farklı plan tipolojisindeki apartman

Seyyid Kıvâmeddin Âmül şehrine kadar onları takip etmiş bunun üzerine Çelâvî komutanları Kiyâ Efrâsiyâb’ın küçük oğlu ve damadını yanlarına alarak