• Sonuç bulunamadı

Bahri Memluk Devleti'nin eğitim sistemi ve medreseler (1250-1382)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bahri Memluk Devleti'nin eğitim sistemi ve medreseler (1250-1382)"

Copied!
171
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

BAHRÎ MEMLÛK DEVLETİ’NİN EĞİTİM SİSTEMİ VE

MEDRESELER (1250-1382)

Hazırlayan Yasemin Kaçar

Tarih Ana Bilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Yrd. Doç Dr. Bahattin Keleş TOKAT-2006

(2)

BAHRÎ MEMLÛK DEVLETİ’NİN EĞİTİM SİSTEMİ VE MEDRESELER (1250-1382)

Tezin Kabul Ediliş Tarihi: 03 /02 /2006

Jüri Üyeleri (Unvanı, Adı Soyadı) İmzası Başkan : Prof. Dr. Münir ATALAR ……… Üye : Yrd. Doç. Dr. Bahattin KELEŞ ..………….. Üye : Yrd. Doç.Dr. Mustafa ASLAN ..………….. Üye : ……….. ..………….. Üye : ……….. ..…………..

Bu tez Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun ……/ …../…… tarih ve ……. sayılı oturumunda belirlenen jüri tarafından kabul edilmiştir.

Enstitü Müdürü : Prof.Dr. Osman DEMİR Mühür İmza

(3)

TEŞEKKÜR

Yüksek lisans çalışmalarım süresince benden yardımlarını esirgemeyen ve özel kütüphanesini hizmete sunan değerli hocam Prof. Dr. Münir Atalar’a, beni görüşleriyle yönlendiren ve her zaman destekleyen değerli danışman hocam Yrd. Doç.Dr. Bahattin Keleş’e, kaynaklarından ve bilgilerinden yararlandığım Yrd. Doç. Dr. Ergin Erginer’e ve tez çalışmalarımda benden desteklerini esirgemeyen aileme özellikle de ablam Hilal Kaçar’a teşekkürü bir borç bilirim.

(4)

ÖZET

Mısır ve Suriye’de yaklaşık iki buçuk asır hüküm süren Memlûk Devleti, İslâm ve Türk tarihinde önemli bir yer alır. Ortadoğu’nun stratejik bölgelerinde kurulan bu Türk devleti, pek çok alanda Türk kültürünün çeşitli öğelerini ve izlerini taşır. Bahrî Memlûk Devleti, teşkilâtında en yetenekli gençlerin sivrilmeleri, idare tarzının esasını teşkil etmesinden dolayı, ancak olağanüstü özelliklere sahip kimseler işbaşına geçebilirdi. Bu nedenle genç köleler en mükemmel olanlardan seçildikleri gibi, oldukça ciddî bir askerî terbiyeye tâbi tutularak yetiştirilirlerdi. Yetişen emirlerin, ayrı olarak oluşturdukları gruplar sayesinde devleti merkezileştirerek oluşturdukları ordular yakın-doğu tarihinde önemli bir rol oynamayı başarmıştı.

Memlûk Devleti bilimsel ve kültürel gelişmelerle Ortaçağa damgasını vuran en önemli Türk devletlerinden biridir. Eğitim alanındaki gelişmelerde Memlûk sultanlarının ve devlet adamlarının eğitimi ve bilim adamlarını desteklemesinin büyük payı vardır. Bu dönemde yetişen bilim adamları yalnızca bulundukları bölgede yenilikler ve eserler yapmakla kalmamış, aynı zamanda diğer ülkeleri de etkilemişlerdir. Sanat ve mimarî alanında da bıraktıkları eserlerle diğer bilim adamlarına rehberlik etmişlerdir.

Memlûk Devleti zengin bir kültürel mirâsa sahip olmasına rağmen, onların kültürel hayatlarıyla özellikle de “Eğitim Sistemi” ile ilgili pek fazla çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle Memlûk Devleti’nin eğitim sitemi ve o dönemdeki medreselerle ilgili tez çalışmasını hazırlamanın bilim dünyasına ve yeni araştırmacılara alt yapı oluşturması açısından faydalı olacağı kanaatindeyiz.

(5)

Bahrî Memlûk Devleti, 132 yıllık zaman dilimi içerisinde sadece eğitim sistemiyle değil, aynı zamanda bu dönemde yetişen ve eserleri hala kaynak olarak kullanılan önemli ilim adamları sayesinde de Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Anahtar Kelimeler: Memlûk Devleti, memlûk (köle), eğitim sistemi, medrese

(6)

ABSTRACT

Mamluk State which prevailed nearly 2,5 centuries in Egypt and Syra takes an important place in Islamic and Turkish history. This Turkish State established in strategical regions of the Middle East bears its Marks and various elements in many areas.Since the foundation of Mamluk State is to promote the most gifted youth, only thosse who are extremelly intelligent could come to pover and could be in the administrative positions.For tihs reason as young slaves were selected from the most capable ones, they would also take a very strict military training. Thanks to trained military commanders’ groups armies which constituted centralized state, the state played an important role in Near-East history.

Mamluk State is one of the most important states which earmarks Medieval Era with scientific and cultural developments. In developments of educational parts, there is a great allocation of Mamluk sultans and statesmen who supported education and scientists. Scientists trained in this period not only contrubuted to innovations but they also influenced other countries. They guided other scientists in the yields of art and architecture.

Although Mamluk State has a rich cultural heritages, there aren’t enough studies about their cultural life especially about “ Mamlukid education system”. For this reason, we believe that a thesis on this subject will contribute to scholarly Works and researchers.

In 132 years, Bahrî Mamlukid States, not only has an important place in Turkish history with its education system, but also thanks to important scientists and scholars, whose contributions are being used as a source in this time.

(7)

İÇİNDEKİLER TEŞEKKÜR………..i ÖZET………ii ABSTRACT………...iv İÇİNDEKİLER………..v KISALTMALAR LİSTESİ………xiii TABLOLAR LİSTESİ………xiv 1.GİRİŞ……….……...1

2. BAHRÎ MEMLÛK DEVLETİ SULTANLARI……….…………..…..4

2.1. İzzeddin Aybek el-Melik el- Muiz……….4

2.2. Melik el-Mansur Nureddin Ali b. Aybek………...5

2.3. Melik el-Muzaffer Seyfeddin Kutuz………..6

2.4. Baybars el-Melikü’z-Zahir Rükneddin es-Salihi el-Bundukdâri………...7

2.5. Berke Han………..9

2.6. Bedreddin Sülemiş………....9

2.7. Seyfeddin Kalavun………...10

2.8. Melik el-Eşref Selahaddin Halil b. Kalavun………11

2.9. Nasiruddin Muhammed’in Birinci Saltanatı………12

2.10. Zeyneddin Ketboğa………12

2.11. Hüsameddin Laçin el-Mansur………13

2.12. Nâsıruddin Muhammed’in İkinci Saltanatı………13

2.13. Melik el-Muzaffer Rukneddin Baybars el-Çeşnigir………...14

(8)

2.15. Seyfeddin Ebubekir el-Mansur………15

2.16. Alâaddin Küçük el-Melik el-Eşref………...16

2.17. Şihabeddin Ahmed en-Nâsır………16

2.18. İmadeddin İsmail es-Salih………....16

2.19. Melik el-Kamil Seyfeddin Şaban……….16

2.20. Zeyneddin el-Haccî el-Muzaffer ……….17

2.21. Nâsırüddin Hasan en-Nâsır………..17

2.22. Selahaddin es-Salih………..17

2.23. Nâsırüddin Hasan en-Nâsır’ın 2. Saltanatı………...18

2.24. Selahaddin Muhammed el-Mansur b. Zeyneddin I. Haccî………...18

2.25 .Zeyneddin II. Şaban el-Eşref………18

2.26. Alaaddin el-Mansur………..19

2.27. Zeyneddin el-Haccî es-Salih……….19

3. MEMLÛK DEVLETİ’NİN EĞİTİM SİSTEMİ VE EĞİTİM KURUMLARI 3.1. Memlûkler’den Önce Eğitim Sistemi ve Eğitim Kurumları..…..……….22

3..2. Bahrî Memlûk Devleti’nin Eğitim Sistemi………..………27

3.3. MemlûklerDönemindeki Eğitim Kurumları……….……….28

3.3.1. Mektepler (İlköğretim Kurumları)………...29

3.3.2. Câmiler (Mescidler)……….32

3.3.3. Hangâh, Ribât ve Zâviyeler………..35

3.3.4. Hastaneler……….38

3.3.5. Kütüphaneler ………43

3.3.5.1. Umûmî Kütüphaneler………44

(9)

3.3.5.3. Özel Kütüpheneler………44

3.3.6. Medreseler……….45

Medreselerden Önceki Öğretim Yerleri 3.3.6.1. Küttâblar………...46

3.3.6.2. Saraylar ………46

3.3.6.3. Edebi Salonlar………..47

3.3.6.4. Bâdiye (çöl)………..47

3.3.7. Medrese Öğretim Kadrosu………..……..52

3.3.7.1. Müderris (profesör)………..53

3.3.7.2. Muid (Asistan)……….53

3.3.7.3. Müfid (Doçent)………...54

3.3.7.4. Öğrenciler………54

3.3.8. Medreselerin Fizikî Yapısı………...56

3.3.8.1.Avlu………..55 3.3.8.2. Eyvan………...56 3.3.8.3. Kışlık Dershane………56 3.3.8.4. Mescid………..56 3.3.8.5. Türbe……….57 3.3.8.6. Öğrenci Hücreleri……….57 3.3.8.7. Aşhane………..57

3.3.9. Memlûk Askerî Eğitim Sistemi………...………..57

3.3.10.Memlûk Devleti’nde Kadınlar’ın Eğitimi………66

4. MEMLÛK MEDRESELERİ………..70

(10)

4.2 Daru’l-Kurrâlar………...79

4.3. Daru’l-Hadisler……….79

4.4. Medreselerin Mezhepler ve Okutulan İlimlere Göre Dağılımı…………....82

4.5. BAHRÎ MEMLÛKLER DEVRİNDE KURULAN MEDRESELER 4.5.1. Sahabiyye Medresesi………92 4.5.2. Zâhiriye Medresesi………...93 4.5.3. el-Fârîkâniyye Medresesi………....93 4.5.4. Mansuriyye Medresesi………....94 4.5.5. et-Tıfciyye Medresesi………94 4.5.6. el-Mencunmariyye Medresesi………...94 4.5.7. el-Nâsıriyye Medresesi………94 4.5.8. Kerâsenkariyye Medresesi………...………...………...95 4.5.9.el-Cemâliyye Medresesi………...95 4.5.10. Taybarsiyye Medresesi………...………...95 4.5.11. es-Sâîdiyye Medresesi………...95 4.5.12. el-Melikiyye Medresesi……….96 4.5.13. el-Caveliyye Medresesi……….96 4.5.14. el-Akbağciyye Medresesi………..96 4.5.15. el-Kısrâniyye Medresesi………96 4.5.16. Fârısiyye Medresesi………...97 4.5.17. Sırğatmaşiyye Medresesi………...97

4.5.18. Sultan Hasan Medresesi……….97

4.5.19. el-Bedriyye Medresesi………98

(11)

4.5.21. el-Beşeriyye Medresesi………...………98

4.5.22. Sâbıkıyye Medresesi………...98

4.5.23. El-Cây-ı Yusufî Medresesi……….99

4.5.24. el-Bakariyye Medresesi………...99

4.5.25. İbn Arâm Medresesi………...99

4.5.26. Memlûklerde Kadınların Yaptırdığı Medreseler………99

5. BAHRÎ MEMLÛKLER DÖNEMİNDEKİ ÜNLÜ ÂLİMLER 5.1. DİNÎ (NAKLÎ) İLİMLER 5.1.1. Hadis İlmi ve Muhaddisler………...101

5.1.1.1. Nevevî , Muhyiddin Yahya b. Şeref ………....102

5.1.1.2. ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed……….102

5.1.2. Fıkıh İlmi ve Bu Alanda Yetişmiş Ünlü Fâkihler…………..………..103

5.1.2.1. İzzeddin b. Abdusselam………104

5.1.2.2. Takiyyuddin es-Subkî Ali b. Abdulkâfi el-Hazrecî ………..104

5.1.2.3. Takiyyuddin Ahmed İbn Teyymiyye ………...105

5.1.3. Kıraat İlmi ve Kıraat Alanında Yetişen Âlimler………..106

5.1.3.1. İbn el-Cezerî………...106

5.1.4. Tefsir İlmi Ve Ünlü Memlûk Müfessirleri………...107

5.1.4.1. Muhammed b. Ahmed el-Hazrecî el-Endelûsî (Kurtubî)………108

5.1.4.2. İbn Kesîr……….108

5.1.5. Tasavvuf İlmi ve Mutasavvıflar………...109

5.1.5.1. Ahmed el-Bedevî………...109

5.1.5.2. İbn Ataullah el-İskenderî………..110

(12)

5.1.6. Kelâm İlmi………...110

5.2.AKLÎ İLİMLER………....111

5.2.1.Tarih Ve Coğrafya Alanında Yetişen Âlimler………..111

5.2.1.1. Baybars el-Mansûrî……….111

5.2.1.2. el-Yunînî, Kutbeddin Musa b. Muhammed………...112

5.2.1.3. İbn el-Sukkâ’î, Fazlullah b. Ebi’l-Fahr………113

5.2.1.4. el-Himyerî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdulmünim.…..113

5.2.1.5. Ebu’l-Fidâ, İmameddin İsmail b. Ali……….113

5.2.1.6. el-Nüveyrî, Ahmed b. Abdulvahhab………..114

5.2.1.7. İbn Seyyid el-Nâs, Muhammed b. Muhammed……….…….114

5.2.1.8. el-Birzâlî, Alemeddin el-Kasım b. Muhammed Yusuf……...115

5.2.1.9. el-Cezerî………115

5.2.1.10. el-Edfüvî………..……….115

5.2.1.11. İbnu’l-Verdî, Ömer b. Muzaffer el-Kuraşî…….………116

5.2.1.12. İbn Fadlullah, Ahmed b. Yahya el-Umerî….………...116

5.2.1.13. Safedî, Halil b. Aybek………117

5.2.1.14. Moğoltay, b. Kılıç b. Abdullah el-Bakrâcî……….…………117

5.2.1.15. Kütübî, İbn Şakir………...118

5.2.1.16. İbn Haldun……….118

5.2.1.17. İbn Râfi, Takiyyüddin Muhammed b. Rafi…….…………...119

5.2.1.18. İbn Habîb Bedreddin el-Hasan b. Ömer el-Dimaşkî………119

5.2.1.19. İbn el-Furât………...119

5.2.1.20. İbn Dokmak, İbrahim b. Muhammed Aydemir……….…….120

(13)

5.2.1.22. İbn Hıccî, Şihabeddin Ebu’l-Abbas Ahmed………..120

5.2.1.23. Kalkaşandî, Ahmed b. Ali……….121

5.2.2. Riyâzî İlimler (Matematik, Geometri), Astronomi, Felsefe, Mantık Ve Kimya Alanlarında Yetişen Âlimler……….….122

5.2.2.1. el-Huveyyi Muhammed b. Ahmed ………...122

5.2.2.2. Ali b. Muhammed Aladdin el-Bâcî ………..122

5.2.2.3. Şemseddin el-Mizzî………...……....122

5.2.2.4. el-Kutb et-Tahtânî………...123

5.2.2.5. Ali b. Muhammed el-Cildekî………....123

5.2.2.6. İbnu’ş-Şâtır Ali b. İbrahim ……….123

5.2.2.7. Musa b. Muhammed el-Halilî……….…………..123

5.2.2.8. İbnu’l-Mecdî Ahmed b. Receb b. Tanboğa…………...124

5.2.2.9. İbnu’l-Hâim Ahmed b. Muhammed………...124

5.2.2.10. Sıbtu’l-Mardînî ………...124 5.2.3. EDEBİYAT………...………..125 5.2.3.1. Şiir………..………..……...125 5.2.3.2. Nesir………126 5.2.3.3. Gölge Oyunları………...……….127 5.2.3.4. Hikâyecilik………...128 5.2.3.5. Biyografi………..………....129 5.2.3.6. Dilbilimi………...………....130

5.2.3.6.1. İbn Malik, Muhammed b. Abdullah el-Ceyyanî…..…...130

(14)

5.2.4. TIP İLMİ VE BU ALANDA YETİŞEN BİLİM ADAMLARI…...131

Ebu’l -Hasan Ali İbn’un-Nefis……….………131

Ebu Huleyka Reşidüddin b. Faris……….131

Ali b. Yusuf b. Haydara er- Rahabî………..132

İbnu’l-Lebbûdî Yahya b. Muhammed……… ……….132

Duneysirî Muhammed b. Abbas……….………...133

İbn Said……….133

İbn Cemâa Muhammed Ebubekr el-Mısrî ……….133

Ali b. Abdulkerim el-Kehhal el-Hamevî……….…………...134

İbnu’l-Emşâtî Mahmud b. Ahmed el-Aynî………...………134

Muvaffakuddin Yakub b. Es-Sâmirî ………...………134

Yahudi Doktorlar…………..………134 Veterinerler…….……….135 5.2.4.1.Göz Hastalıkları ………..………..136 5.2.4.2. Tıp Tarihi ………..………..137 6. LİTERATÜR ÖZETİ...138 7. MATERYAL VE YÖNTEM...143 8. BULGULAR...144 9. SONUÇ……….145 BİBLİYOGRAFYA………..148 ÖZGEÇMİŞ………..………...155

(15)

KISALTMALAR LİSTESİ

A. : Ansiklopedi

B.K.A. : Büyük Kültür Ansiklopedisi c. : Cilt

ç. : çoğul çev. : Çeviren

D.G.B.İ.T. : Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Târihi F. : Fakülte

İ.A. : İslâm Ansiklopedisi M.E.B. : Milli Eğitim Bakanlığı Nşr. : Neşreden

S.D.K.S.İ.T. : Sosyal, Dini, Kültürel, Siyasal, İslâm Târihi T.A. : Türkler Ansiklopedisi

T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı Terc. : Tercüme

T.İ.D. : Tarih İncelemeleri Dergisi T.T.K. : Türk Tarih Kurumu Ü. : Üniversite

(16)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo No Tablo Adı Sayfa No

4.1. Nizamiye Medreseleri’nde İşlenen Dersler……….77 4.2. Memlûk Medreseleri’nde Okutulan Dersler………...…….83 4.3.Memlûkler Döneminde Yaptırılan Medreseler, Hangâh, Ribat ve Zaviyeler………..…...89

(17)

1. GİRİŞ

Memlûk kelimesi Arapça “meleke” fiil kökünden türemiştir ve sözlük anlamı “bir kimsenin emrinde bulunan esir” demektir.

Terim anlamı olarak da, “savaşlarda esir düşerek ya da tüccarlardan satın alınan beyaz köle” demektir. Bu anlam ise memlûk hükümdar veya emirlerin muhafız birliklerinde görev yapan özel sosyal ve hukukî bir statüye sahip olan ücretli askeri ifade etmektedir. Bunların kurdukları devlete de Memlûk Devleti adı verilmiştir (Kopraman, 1992:433-434).

Memlûkler Mısır’da uzun süre hizmette bulunmuşlar ve orada birinci derecede rol oynamışlardır. XIII.yüzyılın başlarında Eyyûbîler döneminde sayıları artmıştı ve genellikle Ravza Adası’nda (Nil üzerinde bir ada) üslenen seçme bir birlik oluşturuyorlardı. Bu yüzden “Bahrîler” adıyla anılmışlardır. Bunlar özellikle Harizm ve Kıpçak kökenli Türklerdi. Ancak aralarında Çerkesler, Slavlar, Alanlar yakın ya da uzak Asya’dan satın alınarak ya da kaçırılarak kervanlarla ve İtalyan gemileriyle getirilmiş her çeşit insan vardı (Roux, 1998:171).

Memlûkler, Mısır ve çevre ülkeleri Eyyûbîler’den devraldılar. Moğol istilâlarını Mısır kapılarında durdurarak İslâm âleminin tamamının müşrik Moğollar’ın eline düşmesini engelleyerek dünya ve İslâm tarihinin akışını değiştirmişlerdir (Öztuna, 1992:457).

Eyyûbîler dönemindeki askerler Türk memlûklerinden oluşuyordu. Onların son dönemlerinde kardeş mücadeleleri nedeniyle iktidar memlûk emirlerin elindeydi. 1250’de iktidar, Turan Şah’ın öldürülüp Aybek’in sultan olmasıyla Memlûkler’in eline geçti. İbn İyas bu tarihi “Türk devletinin başlangıcı” olarak kabul eder (Rásonyı,1971:170).

(18)

Memlûkler, İslâm uygarlığının ayrı bir özelliği olarak daha IX. yüz yılda Müslüman ordularında önemli bir yer tutuyordu. Bağdat’ta Abbâsî halifesi Mutâsım’ın başlattığı bu uygulama kısa sürede İslâm dünyasına yayıldı. Uygulamanın siyasal sonucu da hemen her yerde aynı oldu. Köleler askeri güçlerini kullanarak genellikle kısa, ama bazen şaşılacak kadar uzun sürelerle meşru siyasal otoriteyi denetimleri altına aldılar. Mısır ve Suriye’yi yöneten Memlûk hanedanı köle kökenli komutanların iktidarı ele geçirme sürecinin sonucu olarak ortaya çıktı (Ana Britannica,1986: 250).

Memlûkler, Fâtimîler ve Eyyûbiler’den sonra Mısır’da kurulmuş olan bir Türk devletidir. Bu devletin kurucu ve hükümdarları kölelikten geldikleri için bu adı almıştır. Orta Doğu’nun o zamanki güçlü devletlerinden olan Fatımîler ve Eyyûbiler savaşlarda esir veya satın aldıkları köleleri zamanla asker olarak devlet hizmetine almışlar bu askeri komutanlar da kazandıkları başarılarla, ordu komutanlığı ve başkomutanlığa kadar yükselmişlerdir. Zaman ve fırsatını bulunca da idareyi ellerine geçirerek tarihte Memlûkler (Kölemenler) adı ile anılan bu devleti kurmuşlardır (Büyük Kültür Ansiklopedisi,1984:3168).

Bu devletin târihi, genellikle sultanların menşeine göre iki döneme ayrılarak incelenmiştir.

Birinci dönem ‘Bahrî Memlûkler’ ya da diğer adıyla ‘Türk Memlûkleri’ Dönemi’dir. 1250-1382 yılları arasında hüküm süren Memlûk sultanlarının neredeyse tamamı Türk asıllıdır. Eyyûbi sultanlarından Salih Necmeddin Eyyûb memlûklerin bir kısmını Ravza Adası’ndaki kalelere yerleştirmişti. Bu adanın karayla bağlantısını Nil Nehri’nin kesmesi nedeniyle buradaki memlûklere “Bahrî Memlûkler” adı verilmiştir (Sobernheim, MEB. İ.A., c.VII, 1979: 689)

(19)

İkinci dönem ise ‘Burcî Memlûkler’ veya diğer adıyla ‘Çerkes Memlûkleri’ dönemidir.1382-1517 arasındaki bu devrede Kal’atu’l-Cebel’deki burçlarda ikâmet etmeleri sebebiyle ‘el-Memâlikü’l- Burciyye’ lâkabını alan Memlûk sultanlarının ikisi hariç tamamı Çerkes asıllıdır. Bu nedenle onlara ‘el-Memâlikü’l-Cerâkize’ adı verilmiştir (Tekindağ, 1961:53).

Biz tez çalışmamızı, Bahrî Memlûk Devlet’nin eğitim sistemi ve o dönemde kurulan medreseler üzerine yoğunlaştırdık. Tez, dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Bahrî Memlûk Devleti’nin siyâsî tarihinden kısaca bahsedilmektedir.

İkinci bölümde, Bahrî Memlûkler’in eğitim sisteminden, eğitim kurumlarından ve bu eğitim kurumlarından biri olan medreselerin fizikî yapısı anlatılmaktadır.

Üçüncü bölümde, bu dönemde kurulan önemli medreseler ve medreselerde okutulan dersler yer almıştır.

Dördüncü bölümde ise, bu dönemde yetişen âlimler, onların eserleri ve eğitime yaptıkları katkılar zikredilmiştir.

(20)

2. BAHRÎ MEMLÛK DEVLETİ SULTANLARI

Eski Türk devlet geleneğine göre hükümdar olabilmek için soylu olmak ve hanedana mensup olmak şarttı. Ancak Memlûk Devleti’nde buna dikkat edilmemiştir. Memlûk sultanları küçük yaşta esir pazarından satın alınıp uzun yıllar sade birer asker olarak görev yapmışlardır. Memlûk Devleti’nde saltanat babadan oğula geçen tabi bir hak olarak görülmüyordu. Buna rağmen sultanlar kendi oğullarını veliaht tayin etmek suretiyle onlara sultanlık kapısını aralamak istemişlerdir. Fakat bu yolla sultan olanların saltanatı uzun sürmemiş ve yerlerini büyük emirlerden birine terk etmek zorunda kalmışlardır (Aktan, 1996:619).

Bu dönemde yirmi üç sultan hüküm sürmüştür. İlk tahta çıkan ve bir bayan olan Şecerû’d-Dûr olsa da ilk sultan İzzeddin Aybek kabul edilir.

2.1. İzzeddin Aybek el-Melik el- Muiz (648-655/1250-1257)

Aybek tahta geçmeden önce Bahrî Memlûkler Şecerû’d-Dûr’u sultan ilan etmişlerdi. İzzeddin Aybek de atabetü’l-asâkir olarak tayin edilmişti (Makrizî, 1956: 368).

Bahri Memlûkler’i saltanata götüren yolda köprü görevi gören Şecerû’d-Dûr’un sultanlığına karşı gösterilen tepkiler üzerine Mısır ümerâsı tarafından sultan ilan edilen İzzeddin Aybek, aslen Türk’tü. Memlûk birliklerinin kurucusu kabul edilen Eyyûbî hükümdarı Melik Salih Necmeddin Eyyub’un Bahrî Memlûkleri’ndendir. İzeddin Aybek’in Mısır tahtına oturmasıyla bir taraftan Haçlı seferleri hala devam ederken diğer yandan doğudan gelen Moğol saldırılarının İslam ülkelerini yıktığı bu dönemde bu iki düşmanı defalarca yenerek İslam bayrağını şerefle dalgalandıran Bahrî Memlûkleri kurulmuştur. Ancak tahta Eyyûbi ailesinden olmayan birinin gelmesi, Suriye Eyyûbî emirlerini harekete geçirdi. Sonuçta

(21)

kendilerine kalkan görevi yapacak altı yaşındaki bir Eyyûbî prensi olan Musa’yı başa geçirmeye karar verdiler. Aybek de ona atabek tayin edildi. Yani devlet işleri bütünüyle yine İzzedddin Aybek tarafından yürütülüyordu. Eyyûbîler bunu da yeterli görmeyince iki ordu Abbâsiye civarında karşılaştı.Yenilen Eyyûbîler Suriye’ye geri çekildi. Bu zafer İzzeddin Aybek’in Mısır’daki durumunu sağlamlaştırdı(1251). Aybek, iç ve dış düşmanlarına karşı başarılı bir mücadele vermiş, saltanatını tehdit eden zorlukları aşarak tahtının temellerini sağlamlaştırdı. Suriye Eyyûbî emirleri ve Mısır’daki muhaliflerine karşı kazandığı başarılarla Mısır’daki durumunu sağlamlaştırdıktan sonra bazı Müslüman emirleri üzerinde nüfuz sağlamak için teşebbüste bulundu. Bu amaçla Musul emiri ile akrabalık yoluyla ilişki kurmak için kızıyla nişanlandı. Ama bu teşebbüsü hayatına maloldu (Yiğit, 1991:23-25).

Aybek iç ve dış tehlikelerin hepsini bertaraf edip, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak zorlukların hepsinin üstesinden gelmiş iken ölümü seksen gün müddetle saltanatı tadan karısının elinden olmuştur. Şecerû’d-Dûr Aybek ile evlenip tahttan feragat ederken bunu sadece Müslümanları tatmin etmek için yapmış fakat bunu yaparken Aybek’e tahakküm ederek bütün devlet işlerini elinde bulundurmayı kafasına koymuştu. Gerçekten de kocasına hükmederek onu ilk karısından ve oğlu Ali’den ayırmıştır. Şecerû’d-Dûr’u öldürten de Aybek’in ilk karısıdır (Kopraman, 1992:448).

2.2.Melik el-Mansur Nureddin Ali b. Aybek(1257-1259)

Aybek’in öldürülmesinden sonra ileri gelen emirler toplanarak Aybek’in oğlu Nureddin Ali’yi sultan seçtiler(1257). Kendisine el-Mansur ünvanı verildi. On beş yaşında olduğundan ülkeyi koruyabilmesi ve güçlü emirlere direnebilmesi mümkün değildi.

(22)

Bahriye ümerâsı Mısır’ı ele geçirme teşebbüslerinde bulunuyorlardı. Moğol tehlikesinin yaklaştığı haberlerinin Suriye’yi karışıklığa sevkettiği sırada el-Muğis Ömer’i tekrar kendileriyle birlikte Mısır’ı almaya teşvik ettiler. Kutuz tekrar onları yendi ve dağıttı (1258). Bu sırada Moğol tehlikesi gerek Memlûkler’i gerekse Eyyûbiler’i tehdit etmeye başlamıştı (Kopraman, 1992:450).

Sultanın kısa süren saltanatı sırasında devlet işleri bütünüyle Kutuz tarafından yürütülürdü. Saltanatı iki yıl sekiz ay süren Nureddin Ali’nin zamanı Dimaşk’a kaçan Bahriye Memlûkleri’ne karşı verilen mücadele ile geçti (Yiğit, 1991:28).

Sultan Aybek döneminde Kutbiyye ve Sahabiyye Medreseleri inşa edilmiştir. 2.3. Melik el-Muzaffer Seyfeddin Kutuz(1259-1260)

İzzeddin Aybek tarafından alınan Kutuz onun “el-Muizziye” adı verilen memlûkler arasına girdi. Üstün zekâ ve kâbiliyeti yanında cesaretiyle de kısa sürede kendisini gösterdi. Askeri hiyerarşide yükselerek ikinci sultanlık olarak da anılan “nâibü’s-saltana” makamına tayin edildi. Nureddin Ali zamanında bu makama geçti daha sonra yönetimi bütünüyle eline alıp devam ettirdi (Yiğit,1991:28).

Kutuz sultan olduğu sıralarda Suriye Moğol istilasına maruz kalmıştı. Memlûkler Moğol istilasına karşı birleştiler ve 3 Eylül 1260 günü Ayn-ı Calût Savaşında Memlûkler Moğollar’ı büyük bir yenilgiye uğrattılar. Bu savaş tarihteki önemli savaşlardan biridir. Bu zafer yalnızca Mısır’ı değil aynı zamanda Suriye’yi de Moğol hakimiyetinden kurtarmıştır.

Ayn-ı Calût zaferinin en önemli sonuçlarından biri XII. yüzyıldan beri Nureddin Mahmud Zengi ve Selahaddin Eyyûbî’nin bütün güçleriyle çabalayarak sağladıkları Mısır ve Suriye birliğinin tekrar sağlanmış olmasıdır. Öte yandan bu zafer Moğollar ile Müslümanlar arasında olduğu kadar Eyyûbî ve Memlûkler

(23)

arasındaki mücadeleyi de ayıran bir savaştı. Böylece bu savaş Eyyûbî Devleti’nin güneşinin battığının ve Memlûk devletinin yıldızının parladığının bir göstergesi olmuştur. Ayn-ı Calût savaşından sonra Kutuz Fırat’tan itibaren bütün Mısır’ın efendisi oldu (Kopraman,D.G.B.İ.T., C.VI, 1992:452-455).

Baybars da Ayn-ı Calut savaşının kazanılmasında önemli rol oynayan emirlerden birisidir. Buradaki başarılarından dolayı Kutuz’dan Halep nâibliğine tayinini istedi ancak kabul edilmedi. Hem bu isteğinin kabul edilmemesi hem de Bahriye Memlûkleri’nin reisi Aktay’ın öldürülmesi işine karışmasından dolayı Kutuz’a kin duyan Baybars ona suikast plânladı ve arkadaşlarının yardımıyla onu öldürdü (1260) (Kopraman,TDV İslam Ansiklopedisi,1992:221).

Sultan Baybars’ın saltanatı esnasında Zâhiriyye Mâcidiyye, Muhedhibiya ve Fârikâniyye medreseleri inşâ edilmiştir.

2.4. Baybars el-Melikü’z-Zahir Rükneddin es-Salihi el-Bundukdâri (658-676/1260-1277)

Kıpçak kabilelerinden Borçoğlu veya Borlu kabilesine mensuptur. Emir Alaaddin Aytekin el-Bundukdari tarafından satın alındı ve onunla birlikte Kahire’ye gitti. Burada Bahriyye Memlûkleri’ne katıldı ve onların önde gelen liderleri arasına girdi. Turan Şah zamanında Dimyat’ı ele geçirip ilerleyen Fransa Kralı’nın yenilgiye uğratılıp esir düşmesinde rol oynadı. Bahriyye Memlûkleri’nin ileri gelenleri Kutuz’un katli üzerine Baybars’ı sultan ilân ettiler. Baybars 1260’ta tahta geçti.Onun tahta çıkışıyla Memlûk tarihinde yeni bir dönem başladı. On yedi yıllık saltanatı sırasında Memlûk devletinin gerçek manada kurucusu oldu (Kopraman, TDV.İslam Ansiklopedisi,1992:221-222).

(24)

Sultan Baybars saltanatının ilk günlerinde önemli görevlere sâdık adamları arasından atamalarda bulundu. Bahriye ümerâsını etrafına toplamaya çalıştı. Emirlere ve halka iyi muamele etti. Kutuz’un Moğol savaşına hazırlık için koyduğu ağır vergileri kaldırmasıyla halkın gönlünü kazandı (Yiğit, 1992:41).

Baybars Haçlılar’a karşı da başarıyla savaşmıştır. 1265’te Kayseriyye, Aslis, Arsuf ve Yafa’yı, 1266’da ise Safed ve er-Remle şehirlerini aldı. Nisan 1268’de de kısa bir kuşatmadan sonra Antakya’yı fethetti. Böylece Haçlılar’ın Doğu Suriye’deki tahtı sona erdi. Bâtınîler üzerine de sefer düzenleyip onların Haçlılar’a ödedikleri parayı Memlûkler’e ödemelerini sağlamıştır(Hitti, 1995:1092).

1271 yılında Baybars İlhanlılar’ı Harran’da yendi.1277’de İlhanlılar’ın himayesinde bulunan Anadolu Selçuklular’ın üzerine yürümüştür. Baybars ve ordusu Selçuklu ve İlhanlı ordusunu 1277’de yendi (Yaltkaya, 1941:84).

Baybars 1271’de Trablus Prensliği’ne saldırarak birçok şehir ve kaleyi ele geçirdi. 1275’de tekrar Anadolu seferine çıkan Baybars Adana, Sis, Tarsus ve Ayas’ı yağmaladı. Baybars Anadolu’ya düzenlediği bir seferde Elbistan Ovası’nda Moğollar’la yaptığı savaşta onları yendi ve seferden döndüğü sıralarda aniden hastalanarak vefat etti. Devlet idâresine getirdiği yenilikler ve kurduğu müesseselerle haleflerinin gelecekte takip edecekleri siyasetin ana hatlarını çizmiş halk hikayelerine konu olacak kadar büyük ün kazanmıştır. Cengiz yasasını uyguladı. Düzenli ve çalışkan bir devlet adamı olarak ülkenin idaresini sıkı kontrol altında tutar, adalete hak ve hukuka önem verirdi. Dört büyük Sünnî mezhep mensuplarının işlerini görmek için her mezhebe ait ayrı ayrı kadıların başına kâdılkudâtlar tayin etme işini ilk kez o yapmıştır. Devlete merkeziyetçi bir yapı kazandırmaya çalıştığı gibi bütün ülkeyi düzenli bir yol şebekesiyle Kahire’ye bağladı. Mükemmel bir posta

(25)

teşkilatı kurdu. Orduyu yeni silahlarla donattı, İskenderiye, Kahire, Dimyat tersanelerini daha da geliştirdi. Baybars bir asker ve kumandan olarak Ortaçağ İslam-Türk tarihinin büyük simalarından birisidir. Baybars’ın hayatı hakkındaki en önemli kaynaklar onunla ilgili yazılan üç özel tarihtir. Bunlar;

1-İbn Abduzzâhir ,er-Ravzü’z-Zâhir fî-Sîreti’l-Meliki’z-Zâhir 2-İbn Şeddad, Sîretu’l-Meliki’z-Zahir Baybars

3-Şâfi b. Ali, Hüsnü’l-Menâkibi’s-Sırriyeti’l-Münteze‘a mine’s-Sîreti’z-Zâhiriyye ‘dir (Kopraman,TDV. İslâm Ansiklopedisi,1992:222).

2.5. Berke Han (1277-1280)

Baybars’tan sonra tahtına oğlu ve veliahdı Nâsırüddin Berke Han geçti. Henüz 18 yaşında olan sultan emirleri ve diğer devlet adamlarını birbirine düşüren bir siyaset izledi. Yaşlı ve tecrübeli emirleri azledip yerlerine genç ve tecrübesiz hasekiler atadı. Bu hasekilerin tahrikleri sonucu nüfuzlu emirlerden bazılarını tutukladı. Bu uygulama muhalif ümerayı daha da kızdırdı. Onlar Dimaşk’ta bulunan sultandan ayrılıp Mısır’a gittiler. Onların peşinden gelen sultanı Kal’atu’l-Cebel’e giren sultanı kuşatma altına aldılar. Zor durumda kalan Berke Han saltanattan ayrıldığını söyleyip kendisine Kerek emirliğinin verilmesini istedi ve kabul edildi. Kerek’e gitti aynı yıl içinde orada vefat etti. Saltanatı esnasında önemli bir icraatı olmadı (Yiğit, 1991:57).

2.6. Bedreddin Sülemiş (1280)

Berke’nin saltanattan ayrılmasını sağlayan emirler liderleri Seyfeddin Kalavun’u tahta çıkarmak istediler ama o kabul etmedi. Bunun üzerine Baybars’ın 7 yaşındaki oğlu Bedreddin Sülemiş” el-Melik el-Âdil” ünvânıyla sultan ilan edildi. Ancak idâre onun atabeyi olan Kalavun’un elindeydi. Onun sultanlık teklifini reddi

(26)

saltanatın Baybars’ın soyunda kalma arzusundan değildi. Asıl amacı ordunun çoğunluğunu oluşturan Baybars Memlûkleri’nin çıkarabileceği isyanları yatıştırmak ve şartlar uygun olunca da Sülemiş’i tahttan indirip sultan olmaktı. Saltanata el koymasına uygun şartlar oluşunca emirleri bir araya toplayarak, Sülemiş’in yaşının küçüklüğünden bahsederek ülkenin ancak olgun biri tarafından idare edilebileceğini söyledi. Emirler Sülemiş’i azlederek Kerek’e gönderdiler. Kalavun “Melik el-Mansur” ünvanıyla sultan ilan edildi (Yiğit,1991:57).

2.7. Seyfeddin Kalavun (1279-1290)

Aslen Kıpçak Türklerindendir. Küçüklüğünde memlûk olarak Mısır’a getirilmiştir. Memlûkler çoğu kez satın alınırken kendilerine ödenen miktara nisbetle lâkaplandırılırlardı. Seyfeddin Kalavun da bin altına satın alındığı için “el-Elfî” olarak adlandırılmıştır.1279’da “el-Melik el-Mansur” ünvanıyla tahta geçen Kalavun selef ya da haleflerinin çoğu gibi saltanatını sağlamlaştırıncaya kadar kendisine güvenerek tahta göz koyan emirlerin ve Baybars’ın oğullarının isyanlarıyla karşılaştı (Yiğit,1991:61-63).

Sultan Kalavun İlhanlılar’a karşı Baybars’ın politikasını takip etti. 1280 ve 1281’de İlhanlılar’ın Suriye’ye yaptıkları iki hücumu bertaraf etti. 1285’e kadar Sungur ile meşgul oldu. Haçlılar’la çatışmamaya özen göstererek on yıllık barış yaptı ama bu barışı kendisi bozarak 1285’de el-Markab Kalesini aldı. Bu sırada Haçlılar Batı Avrupa’dan gelen yardımların kesilmesi nedeniyle ölüm döşeğindeki hasta gibiydiler. Memlûkler de Suriye’deki son Haçlı kalıntılarını temizlemek için harekete geçtiler. Emir Hüsameddin Toruntay komutasındaki ordu Antakya Haçlı Prensliği’nin son kalıntısı olan el-Lazikiyye’yi fethetti.(1287) Kalavun memlûklerinden Çerkes ve As asıllı olan üçbinyediyüz askeri kale burçlarına

(27)

yerleştirmiş ve onlara el-Burciyye” adını vermiştir (Kopraman, D.G.B.İ.T.1992:470-471).

Franklar Müslümanlara ait yerleşim yerlerini yağmalamışlardı Kalavun hazırlıklarını yapıp Kahire’den ayrıldı bu sırada hastalanarak öldü (1290) (Makrizî, 1956:238).

Kalavun imâr işlerine büyük önem vermişti. Yaptırdığı binaların en meşhuru laboratuarları, mutfakları, erzak ve ilaç depoları ve büyük koğuşların bulunduğu hastanedir.”el-Maristan el-Mansurî” adını taşıyan bu hastanede, çeşitli hastalıklara mahsus özel bölümler vardı. Hastanenin yanına da 1283’de cami, medrese bir de kendisi için türbe yaptırmıştı (Yiğit,1991:63).

Sultan Kalavun’dan sonra aşağı yukarı bütün sultanlar başarı veya ihtilal yoluyla geçmişlerdir. Bu yüzden birçok sultanın saltanat süresi çok kısa olurken otuz kırk yıl gibi uzun saltanat sürenler de olmuştur (Büyük Kültür Ansiklopedisi,1984:3168).

Sultan Kalavun uzun süre tahtta kaldığı için onun zamanında daha fazla medrese, hangâh, câmii ve hastane inşâ edilmiştir. Mansuriyye, Tıfciyye, Mencunmariyye, Nâsıriyye, Cemâliyye, Taybarsiyye, Sâidiyye, Melikiyye, Caveliyye ve Bektemiriyye Medreseleri bu dönemde yapılmıştır. Buradan Sultan Kalavun’un eğitime çok fazla önem verdiği anlaşılmaktadır.

2.8. Melik el-Eşref Selahaddin Halil b. Kalavun (1290-1293)

Kalavun 1290’da ölünce veliaht tayin ettiği oğlu Halil ümerânın biâtıyla sultan oldu. 1291’de babasının ölümüyle yarım kalan Akka seferini tamamlayarak bu şehri fethetti. Ayrıca Sur, Hayfa, Antartus, Aslis kaleleri ele geçirildi. Yaklaşık 200 yıl süren Haçlı Seferleri sona erdi ve Suriye sahilleri Haçlılar’dan temizlendi.

(28)

Sultanın kötü ahlaklı oluşu ve yönetimdeki beceriksizliği nedeniyle umerâyla ilişkileri bozuldu. Emirler bir komplo hazırlayarak onu öldürdüler (1293) (Kopraman, 1992:473-475).

2.9. Nâsiruddin Muhammed’in Birinci Saltanatı (1293-1294)

Dokuz yaşında tahta çıkarılmıştır. Üç kez sultanlık görevini üstlenmiştir. Memlûk sultanları içinde ve İslâm tarihi boyunca en uzun süre iktidarda kalan sultanlardan biridir. İdare saltanata çıkarılmasında büyük rol oynayan Zeyneddin Ketboğa ve Alemüddin Sencer’in elindeydi. Birincisi nâibü’s-saltana, ikincisi vezirdi. Ancak kısa süre sonra bu iki emir birbirine düştüler. Vezir Şucâi de yönetimi tümüyle ele geçirmek istiyordu. Ancak zor durumda kalınca Ketboğa’ya teslim oldu ve yolda öldürüldü (Yiğit,1991:66).

Böylece Ketboğa devlet işlerinde tek söz sahibi kişi oldu. O sadece sultan lâkabını kullanmıyor ve saltanat alâmetlerini taşımıyordu. El-Eşrefiyye Memlûkleri’nin isyanı dolayısıyla durumu görüşmek için ümerayı toplayarak onlara en-Nâsır’ın yaşının küçüklüğü sebebiyle memlûklerin reayânın hakkına tecâvüz etmeye başladığını yaşlı biri sultan olmadıkça düzelmeyeceğini söyledi.Umerâ da yerine Ketboğa’nın sultan olmasını kararlaştırdı (Kopraman,D.G.B.İ.T.,1992:477-478).

2.10. Zeyneddin Ketboğa (1294-1296)

Ketboğa 1261’deki Humus savaşında esir edilen Moğollardandı. İdaresine bazı önemli tayinlerle başladı. Hüsameddin Laçin’i nâibü’s-saltana Fahreddin el-Halilî’yi de vezir olarak tayin etti. İlhanlı ülkesinden ayrılan Moğol asıllı Uyrat kabileleri kendisi de Moğol asıllı olan Ketboğa’nın ülkesine sığındı. Ketboğa bu mültecileri ülkenin çeşitli yerlerine dağıttı ve onları bazı önemli devlet görevlerine

(29)

getirdi. Bu diğer Memlûk emirlerine çok ağır gelmişti. Aynı yıl içinde büyük bir kıtlık yaşandı. Fiyatlar yükseldi, veba salgını başladı. Sultanın mültecilerden tayin ettiği emirlere meyli diğer emirlerin ona düşman olmasına neden oldu.

Ona karşı muhalefet liderliğini Hüsameddin Laçin yapıyordu. Amacı tahtı ele geçirmekti. Bu nedenle Ketboğa’yı öldürmek için plan hazırladı. Ama Ketboğa bu planı duydu ve Dimaşk’a kaçtı. Laçin “el-Mansur” ünvânıyla sultan oldu (1296) (Yiğit, 1991:67-68).

2.11. Hüsameddin Laçin el-Mansur (1296-1299)

Hüsameddin Laçin Sultan Kalavun’un memlûklerindendir. Laçin emirlere ters düşmemek için bağlılık yemini etti. Ketboğa da Laçin’in iktidarının istikrar kazanması ve Suriye emirlerinin onu desteklemesi üzerine Dimaşk’taki emirlerle toplantı yaptı ve Laçin’e itaat ettiğini bildirdi. Affedilerek Serhad valiliğine atandı. Mısır nâibü’s-saltanalığını Şemseddin Karasungur el-Mansurî’yi atadı ama sonra emirlere verdiği sözü unutarak görevden aldı onu ve bazı arkadaşlarını tutuklattırdı. Laçin, Nâsıruddin Muhammed yüzünden de tedirgindi. Bu sorunu kendisinin Nasır’ın vekili olduğunu açıklamakla halletmeye çalıştı. Devlet işlerini yönetebileceğine inandığında saltanatı hemen teslim edeceğini söyleyip onu Kerek’e gönderdi. Naibü’s-saltana Mengü Temür sultanı muhaliflerine karşı kışkırttı (Yiğit, 1991:68-69).

2.12. Nâsıruddin Muhammed’in İkinci Saltanatı (1299-1309)

Onun tekrar tahta çıkmasında babası Kalavun’un memlûklerinin rolü büyüktür. Seyfeddin Salar nâibü’s-saltana, Baybars el-Çaşngir’de üstaddâr (memlûklerde sultanın özel mallarına bakan ve onların gelirlerini toplayıp harcayan emir) tayin edildi. Dolayısıyla devlet yönetimi bu iki emirin yönetimine geçti. Bu

(30)

emirlerin tahakkümü sultanın bıkıp saltanatı terketmesine kadar sürdü. Nâsıruddin Muhammed’in bu ikinci saltanatı İlhanlılar ve Moğollar’la mücadeleyle geçti (Yiğit, 1991:70-71).

Suriye’deki, İlhanlı tehdidine ek olarak Mısır’da da Araplar isyan ettiler. Bunlarla savaş için ulemâ ve kadılardan fetva alındıktan sonra üzerlerine asker gönderildi. Araplar’ın birçoğu öldürüldü geri kalanlar da esir edildi. Diğer yandan emirlerin baskısı nedeniyle Nâsır Muhammed emirlerden, Bektemür Salar ve Çaşngir’den kurtulmak için yardım istedi ancak onlar bunu haber aldılar ve sultanı kuşattılar. En basit haklarından bile mahrum edilen ve bir yardımcı bulamayan en-Nâsır Muhammed Hacca gitmek bahanesiyle ülkeyi terk etmek için izin istedi. El-Kerek Kalesi’ni ikamet yeri seçip Baybars ve Salar’a mektup yazarak tahttan ayrıldığını bildirdi ve böylece ikinci saltanatı son buldu (Kopraman,D.G.B.İ.T.,1992:484).

2.13. Melik el-Muzaffer Rukneddin Baybars el-Çeşnigir (1309-1310) Mısır ümerâsı tarafından Memlûk tahtına oturtulan ilk Çerkes asıllı sultandır. Halletmesi gereken ilk sorun Mısır içinde ve dışında büyük saygınlığı olan Nâsıruddin Muhammed idi. Baybars onu ve taraftarlarını memnun etmek için Kerek’i verdi. en-Nasır Muhammed Kerek’te boş durmadı. Onun faaliyetleri Baybars’ı endişelendiriyordu. En-Nasır Suriye’deki emirlerin de büyük bir kısmını kendisine kattıktan sonra, Mısır’a yürüyüş için hazırlıklara başladı.Umerânın çoğunluğu ve halkın bir kısmının Baybars’ı tek başına bıraktıklarını gören Salar onunla konuşarak ümera ve Memlûklerin en-Nasır’ın yanına gittiklerini ve onun tahta dönmesine karar verdiklerini onun en-Nâsır’a elçi gönderip bir yere gönderilmesini eğer yapmazsa en-Nasır’ın askerlerinin herkesi mahvedeceğini

(31)

söyledi. Baybars da tahttan feragat ettiğini ilan edip en-Nasır’a elçi gönderdi ve af diledi. Kahire’de kalmanın kendisi için tehlikeli olduğunu fark edip hazinedeki her şeyi alıp şehirden ayrıldı (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:485-488).

2.14. Nâsıruddin Muhammed’in Üçüncü Saltanatı (1309-1341)

Yirmibeş yaşında üçüncü kez tahta geçti ve son saltanatı 32 yıl sürmüştür. En uzun süre tahtta kalmanın yanında, bazı tarihçiler onu devletin sultanları içinde en azâmetlisi ve muktediri olarak görmüşlerdir. En-Nâsır içte iktidarı sağlamış dışta da başta komşu Müslüman devletler olmak üzere dostane ilişkiler kurmuştur. O âlimlere büyük değer verir onlarla sıkça toplantı yapardı. Büyük târihçi Ebu’l-Fidâ, büyük âlim İbn Teymiyye onun önem verdiği kişilerdi. Sultan Nâsır Muhammed önemli görevlere getireceği şahıslar hakkında güvendiği âlimlerle istişâre ederdi. İmâr işlerine önem veren Nâsır arkasında önemli eserler bırakmıştır. O dönemde pek çok cami, medrese, tekke, han, hamam ve saray inşâ ettirmiştir. Bu eserlerin bazıları hala ayaktadır. İmâr işlerine tahsil etmek için belli bir meblağ tahsis etmişti (Yiğit, 1991:79-81).

Bazı emirler onu önceden olduğu gibi hafife almak istediler tahttan indirmek için çalıştılar ama Nâsır Muhammed buna izin vermedi. Büyük bir kifâyet ve dirâyetle devleti idare etti. Bu son iktidarında kurduğu düzen sayesinde devletin iktisadî durumu düzeldi. Bu dönemde devlet en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Haçlılar’ı Suriye’den kovup İlhanlılar’ı yenip onların oluşturdukları tehlikeyi ortadan kaldırmıştır (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:489-490).

2.15. Seyfeddin Ebubekir el-Mansur (1341)

Nâsır Muhammed, oğullarından Seyfeddin Ebubekir’i veliaht tayin etti ve oğlu el-Melik el-Mansur ünvânıyla tahta çıkarıldı. Devlet idâresi tahta çıkmasında

(32)

önemli rol oynayan Emir Kûsun’un elindeydi. Ama bir süre sonra sultanla Emir Kûsun arasında ihtilaf oldu. Emir Kûsun sultanın davranışlarından hoşnut olmayan emirlerle anlaşarak henüz 2 aydır sultan olan Seyfeddin Ebubekir’i tahttan indirdi. Yerine kardeşi Alaaddin Küçük tahta çıkarıldı(Yiğit,1991:82).

2.16. Alâaddin Küçük el-Melik el-Eşref (1341-1342)

Alaadddin Küçük el-Eşref lâkabıyla tahta oturtuldu. Daha küçük yaşta bir çocuk olduğundan idare yine tamamen Emir Kûsun’un elindeydi. Beş ay kadar saltanat süren Alaaddin Küçük’ün yerine kardeşi Ahmet sultan ilan edildi (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:492).

2.17. Şihabeddin Ahmed en-Nâsır (1342)

Lâkabı en-Nâsır’dı. Sultan ilan edildiği sıralarda el-Kerek’te oturuyordu. Mısır’a geldikten kısa bir süre sonra da resmi daireleri Mısır’da bırakarak oraya döndü. Bu nedenle ülkenin durumu kötüleşti. Kahire’de karışıklıklar çıkınca emirler onun taht şehrine dönmesini istediler o da bunu kabul etmeyince onu tahttan indirip yerine kardeşi İsmail’i sultan ilan ettiler (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:492-493).

2.18. İmadeddin İsmail es-Salih (1342-1345)

Es-Salih ünvanıyla tahta çıktı. Devlet işlerinden çok eğlenceyle ilgilendi. Onun döneminde devlet gelirleri çok azaldı. İmâr faaliyetleri yarım kaldı. Kardeşi Ahmed’in katledilmesinde önemli rol oynadı. Bir süre sonra kendisi de hastalanarak öldü (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:493).

2.19. Melik el-Kamil Seyfeddin Şaban (1345-1346)

Kardeşinin ölümü üzerine sultan ilan edildi. O da devlet işleriyle pek ilgili değildi. Bu nedenle ümerâ ona kızgındı. Kardeşleri Hacı ve Hüseyin’i öldürmek

(33)

istedi ama sonunda kardeşi Hacı tarafından kendisi öldürüldü (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:493).

2.20. Zeyneddin el-Haccî el-Muzaffer (1346-1347)

El-Melik el-Muzaffer ünvanıyla tahta çıkarıldığında henüz 15 yaşındaydı. Çok sert birisiydi. Dimaşk naibü’s-saltanası Tanboğa el-Yahyavi isyan çıkardı. Haccî zamanında önlem alarak muhalifleri dağıttı, bazılarını tutukladı gönderdiği kuvvetler isyanı bastırarak Yahyâvî’yi öldürdüler. Kardeşleri gibi o da eğlenceye meraklıydı. İdaresinden memnun olmayan emirler onu uyardı ama o kendisini uyaran umerâyı tehdit etti. Ümera da isyan ederek onu yakalayıp öldürdü. Yerine kardeşi Hasan en-Nasır geçirildi (Yiğit, 1991:86).

2.21. Nâsırüddin Hasan en-Nâsır (1347-1351)

Onbir yaşında tahta çıktı. İdare umerânın elindeydi. İdarede altı emirin sözü geçiyordu. Onun dönemindeki en önemli olay vebâ salgınıydı. Salgın bir yıl boyunca devam etmiş Mısır’da iktisadî durum bütünüyle çökmüştür.

1350’den itibaren Hasan en-Nâsır idarede etkili olmaya başladı. İdarede etkili emirleri tutuklayarak idareyi fiilen ele aldı. Bu emirlerle arasının açılmasına sebep oldu. İsyan eden muhalif emirler onu tahttan indirerek yerine kardeşi Selahaddin’i sultan ilân ettiler (Yiğit,1991:86).

2.22. Selahaddin es-Salih (1351-1354)

Bu dönemde ülkenin idaresi Seyhun, Sargıtmış ve Tâz’ın elindeydi. Saltanatta isminden başka hiçbirşey yoktu. Bu yüzden onun saltanatı da diğer kardeşlerinde olduğu gibi kalede hapsedilerek son buldu. Ümerâ onun yerine tahta tekrar Hasan’ı getirdi (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:493).

(34)

2.23. Nâsırüddin Hasan en-Nâsır’ın 2. Saltanatı (1354-1361)

İdare Hasan’ın kendi elindeydi. Akıllı, cömert ve halkı seven bir hükümdardır. Bazıları günümüze kadar ulaşan güzel eserler inşâ ettirmiştir. Umerânın işlerine karışmasından kendini tamamen kurtaramadı. Emir Yelboğa’nın kendisini yakalamasıyla saltanatı sona erdi ve Yelboğa’nın memlûkleri tarafından öldürüldü. Böylece Nâsır Muhammed’in oğullarının saltanat dönemi sona erip, torunlarının devri başlamıştır (Kopraman, D.G.B.İ.T.,1992:493).

Fârısiyye, Sirğatmaşiyye, Bedriyye, Hicâziyye, Sâbıkıyye, Beşeriyye Medreseleri ve en güzel medreselerden biri olan Sultan Hasan Medresesi bu dönemde inşa edilmiştir.

2.24. Selahaddin Muhammed el-Mansur b. Zeyneddin I. Haccî (1361-1363)

Sultan I.Haccî’nin oğlu Selahhaddin Muhammed el-Mansur ünvanıyla 12 yaşında Emir Yelboğa ve arkadaşları tarafından tahta çıkarıldı. Üzerinde en fazla nüfuzu olan emir Yelboğa idi. Dedesi Nasırüddin Muhammed’in politikasını takip etmek isteyen sultan, bazı uygulamalara son verdi. Bazı vergileri kaldırdı. Kadınların erkeklere erkeklerin de kadınlara şarkı söylemesini yasakladı. Saltanata çıkmasının üzerinden 2 yıl geçtikten sonra sultanın devleti fiilen yöneten Yelboğa ile arasında anlaşmazlıklar oldu. Yelboğa sultanı tutuklattı yerine Zeyneddin Şaban’ı tahta çıkardı (Yiğit,1991:90).

2.25. Zeyneddin II. Şaban el-Eşref (1363-1376)

Tahta oturduğunda on yaşındaydı. 1366’nın sonlarına kadar Yelboğa’nın hükmü altında kaldı. Onu bu durumdan Yelboğa’nın öldürülmesi kurtardı. Bu dönemdeki en önemli olay 1365’te İskenderiye’ye Haçlılar’ın saldırmasıdır.

(35)

Memlûkler hazırlıksız yakalandıkları saldırıda büyük kayıplar verdiler. Kahire’den şehri kurtarmaya gönderilen kuvvetleri duyunca Haçlılar şehri terkettiler. 1375’te Sis Ermeni Krallığı üzerine gönderilen Memlûk ordusu başkenti ve diğer şehirleri zabtetti. II. Şaban Yelboğaviyye Memlûkleri tarafından öldürüldü (1376) (Yiğit,1991:91-92).

Beykeriyye, Cây-ı Yusufî Medresesi, Bakariyye ve İbn Arâm Medreseleri Şaban el-Eşref zamanında yapılmıştır.

2.26. Alaaddin el-Mansûr (1376-1381)

Alaaddin Ali babasının yerine tahta çıkarıldığında yedi yaşındaydı. İdare onu tahta çıkaran emir Karatay’ın elindeydi. Ama Karatay ile mücadele eden Aybek el-Bedrî onu sürgüne gönderdi. Sonraki mücadele Aybek el-Bedri ve Emir Yelboğa en-Nasırî arasında geçti. En-en-Nasırî’yi destekleyen Berkuk ve Berke de büyük nüfuz kazanmışlardı. Daha sonra Berkuk, sultan üzerinde nüfuz kurdu ancak karşısında yeni bir memlûk grubu kuran Berke ve arkadaşlarını buldu. Berke başarı sağlayamadı. Bu mağlubiyet Mısır’da Türk hâkimiyeti için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü Berke ve arkadaşlarının tutuklanmasıyla Memlûk devletinin kaderi tamamen Berkuk’un eline geçmiştir (Yiğit,1991:93).

2.27. Zeyneddin el-Haccî es-Salih (1381-1382)

Berkuk Zeyneddin II. Haccî’nin saltanata çıkarılmasını teklif etti ve es-Salih ünvanıyla tahta çıkarıldı. Sultan daha 11 yaşında olduğu için devlet yönetimi sultan vekili Berkuk’un elindeydi. Aslen Çerkes olan Berkuk önemli devlet görevlerini Çerkes emirlere verdi. Bu durum Türk emirleri sinirlendirdi. Sultanın ilk saltanatı 14 ay sürdü. Yedi yıl sonra Berkuk’u Kerek’e sürgüne gönderen Yelboğa en-Nâsırî tarafından tekrar tahta çıkarıldı. Bu saltanatı da 8 ay sürdü. Berkuk Memlûk tahtına

(36)

oturdu. Böylece II. Haccî ile Türk Memlûkleri dönemi sona ermiş oldu (Yiğit,1991:94).

Memlûkler, sultanın kendi kullarının yapının en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti. İktidar başarısı için gulâm sistemi esastı. Sultanın mutlak iktidarı büyük emirler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu. Memlûkler Eyyûbîler’in kuvvetli Sünnî siyasetlerini devam ettirdiler.

Ülkenin sınırları batıda Sirenayka, güneyde Nubya ve Massava, kuzeyde Toros dağlarına kadar genişledi ve Arabistan’ın kutsal şehirlerini himaye ettiler (Bosworth, 1980:83-84).

Türk Memlûklerin en önemli siyasi başarıları arasında Haçlılar’ı Ortadoğu’dan çıkarmaları ve Moğollar’ı Filistin ve Suriye’de bozguna uğratmaları sayılır. Böylece İslam uygarlığını yıkımdan kurtarmış bütün Müslümanların övgüsünü kazanmışlardır.

Memlûkler İslâm dünyasındaki konumlarını pekiştirmek için Moğollar’ın 1258’de ortadan kaldırdığı “halîfelik” kurumunu canlandırdılar ve Kahire’de kendi vesâyetleri altında yeni bir halife ilân ettiler (Ana Britannica, c.XXII, 1986:250).

Memlûk idaresindeki Mısır ve Suriye ekonomik refaha büyük kültürel ve sanatsal gelişmelere sahne oldu. Özellikle mimarî, seramik ve metal işçiliği gibi alanlarda büyük başarıları olmuştur. Hanedanda arma kullanma (heraldik) ilminin kökeninin Memlûk devrine kadar indiği anlaşılmaktadır (Bosworth, 1980:84).

Memlûkler ilk zamanlarda yaptıkları seferler ve kazandıkları zaferlerden pek çok ganimet aldılar. Haçlı artıkları ve Ermenileri ortadan kaldırarak, hazinelerini çok zenginleştirdiler.Bu para ile saraylar, camiler, kaleler, mescitler yaptırarak ülkelerini bayındırlaştırdılar ve güzel sanatların gelişmesini sağladılar.

(37)

Memlûkler döneminde Türk dili Mısır ve Suriye’de yaygın hale geldi. Arapça devletin resmi diliydi ama sarayda ve orduda Türkçe konuşuluyordu. Memlûk sultanları arasında Arapça bilen pek azdı. Sultanlar adına Türkçe eserler yazıldığı bir gerçekti. Memlûkler devri mimarî gelişme bakımından bugün bile etkisini hissettirmektedir.Kahire’de bulunan yapıların çoğu Memlûkler döneminden kalmadır. Memlûklere kadar yapılan binalar daha ziyâde İran üslûbu ile yapılırken bu devir türbeleri yüksek kubbeleriyle Türk üslûbunun Mısır’a girdiğini belli eder (Uluçay, 1977:140-142).

Memlûk şehirlerinde özellikle Kâhire’nin mimârî manzarasının canlılığı inkâr edilemez. Kamu binalarının tümünde önceden tanınan tarz, yapı ve temaların rolünün olduğu bir sanatın gelişmesi ve parlaklığı gözlenmektedir. Bu dönemde güzel eserler doğmuştur. Bu sanat ürünleri günlük hayatta kullanılan ev balkonlarında ve sultanların meşhur türbe-cami komplekslerinde görülebilir. Bunlar sanatkârların bütün hünerlerini gösteren geometrik hacim ve şekillerin ustaca kullanıldığı eserlerdir (Miquel, 1991:316).

Memlûkler zamanında Mısır ve Suriye’de tunç, bakır gümüş, cam işleri oymacılık ve dokumacılık çok ileri gitmiştir (Uluçay, 1977:140-142).

(38)

3. MEMLÛK DEVLETİ’NİN EĞİTİM SİSTEMİ VE EĞİTİM KURUMLARI 3.1. Memlûk’lerden Önce Eğitim Sistemi ve Eğitim Kurumları

Ortaçağ’da, dünyada Doğu’da Müslümanlık, Batı’da Hristiyanlık olmak üzere iki büyük din gelişmiştir. Bu zamanda, dünyaya egemen olan eğitim ve düşünce hareketleri, büyük ölçüde bu iki büyük dinin etkisinde kalmıştır. İslâm inancına göre Tanrı ilk eğiticidir. Bundan sonra peygamberin davranışları ve Kur’an gelir.

Doğu’da eğitim camilerde ve bunlara bağlı okullarda verilirdi. Eğitim yöntemi ve disiplin konusunda, Ortaçağ’da Batı’da durum Doğu’dan pek farklı değildir. Batı’daki okullar Doğu’daki okullardan daha fazla dinsel etki altındaydı. Okulları da kiliseler yönetiyordu. Herşey kilisenin gözetimi altındaydı ve sıkı bir disiplin hüküm sürüyordu (Binbaşıoğlu, 1982:41-62).

Dünya tefekkür târihi bakımından İslâmiyet’in önemi, eğitim ve öğretimi, eski devirlere göre fark edilir şekilde teşkilâtlandırmasında, sistemleştirmesinde ve ilmi yaymasından kaynaklanmaktadır (Bilgiç, Haziran 1980:3).

Günümüzde birçok medenî devlette öğretim kademeleri ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim, lisansüstü araştırma ve inceleme olmak üzere dört kısma ayrılmıştır. Bu kademelerin Ortaçağ’da Müslümanlar tarafından tanınıp ayırt edilmiş olması dikkat çekicidir. Ancak günümüzde uygulandığı gibi bu kademeleri birbirinden ayıran çizgiler belirlememişlerdir (Çelebi,1976:387).

İslâm’da öğretim ilk önce camide başlamıştır. Mescidin bütün insanlara açık olması tartışılmaz bir gerçektir (Çelebi,1976:297).

Hz. Muhammed (s.a.v.) câmilerin İslâmî bir merkez olmasını istemişti. Bundan dolayı camide “suffa” denilen bir okul kurdurmuştu. (Hamidullah, 1980: 65)

(39)

Dört halife döneminde eğitim biraz daha geliştirilmiş bir şekilde câmilerde verilmeye devam etmişti. Bu dönemde Kahire, Medine ve Dimaşk önemli ilim merkezleri arasındaydı (Kazıcı,1996:15).

Emevîler döneminde de farklı bir eğitim sistemi gözlenmemiştir. Bu dönemde Hz. Peygamber ile başlayan ve mescidlerde merkezileşen eğitim ve öğretim faaliyetleri iyice yoğunlaşmıştır. Yine Emevîler döneminde de ağırlık merkezini dini ilimler ve bunlarla yakından ilgili olan İslâm Târihi oluşturuyordu (Yiğit,TDV. İslam Ansiklopedisi, c.XI,1988:96).

Şam, devrin en önemli eğitim merkeziydi (Kazıcı,1996:15).

Abbâsîler devrinde de câmiler hem bir ibâdethane hem de eğitim kurumu olarak kullanılmışlardır. Yükseköğretim kurumu ise, Halife Me’mun tarafından Bağdat’ta kurulan “Beytu’l-Hikme”dir. Burası bir tercüme merkezi ve akademi olmanın yanı sıra halka açık bir kütüphane olarak da hizmet veriyordu. Bu kütüphaneler de birer eğitim müessesesi sayılabilir.

İslâm dünyasında çeşitli kurumlar ve ilimler bu dönemde şekillenmiş zamanla gelişip modern Avrupa medeniyetinin doğmasında etkili olmuştur. Filolojik, dinî, sosyal ve tabii ilimler alanındaki ilk çalışmaların bir kısmı Emevîler döneminde başlamakla birlikte bu çalışmaların sistemli bir şekilde ele alınıp müstakil birer ilim dalı haline gelmesi Abbâsîler döneminde olmuştur (Yetkin, İ.A, c.I, 1988:40-41).

Ancak daha sonra “Beytu’l-Hikme”lerin yerini Daru’l-İlm denilen kurumlar almıştır. İlk Daru’l-İlm, Musul’da IX.-X. yüzyıllarda kurulmuştur. Bu müesseselerin en meşhurları Fâtımîler zamanında açılanlardır (Şeşen, 1987:322).

Fâtımîler döneminde Mısır’da eğitim özel bir renge bürünmüş ve belli bir istikâmete yönelmiştir. Bu, devletin halifelerinin sarıldıkları İsmâiliye Mezhebi’nin

(40)

yayılmasıydı. Bu mezhebin yayılma propagandası o zamana kadar hiç görülmeyen bir tarz getirmiştir. Böylece derslerin konusu da yöntemi de tamamen değişmiş tamamen kapalı bir kimliğe bürünmüştür. İslâm dünyası Şi‘a liderlerince yazılan pek çok orijinal kitabı kaybetmiştir. Bu eserler, Sünnî Müslümanlar tarafından yok edilmiştir. Onlar Şi‘a propagandalarının insanları Hak Din’den saptırdığı düşüncesiyle bunu yapmışlardır.

Mısırlılar’ın çoğu Fâtımîler’in hükümranlığı süresince Fâtımîler’in ve devlet adamlarının taşkınlıklarından korunabilmek için İsmâiliye mezhebini benimsemiş gibi görünmüşlerdi. Yani bu zulümden kurtulmak için bir gösterişten ibaretti. Bu nedenle Fâtımî Devleti çok geçmeden düştü (Çelebi, 1976:400-428).

Gazneliler ve Samanoğulları zamanında camilerin haricinde eğitim merkezi olarak devlet adamları ve bazı özel şahısların yaptırdığı medreseler vardı (Köymen, 1992:348).

Selçuklular, kuruluşlarını tamamlayıp Sünnî İslâm âleminin lideri oldukları zaman, temsilcisi oldukları kesim için Hristiyan Bizans ve Şiî Fâtımîler olmak üzere iki tehlikeyle karşılaşmışlardı. Fâtımîler, iç tehlike olarak Sünnî düşünceyi ve onun temsilcisi Abbâsî halifeliğini tehdit ediyordu. Fâtımîler yalnızca ele geçirdikleri yerlerde yaşayanları Şiîleştirmeye çalışmakla kalmamış, nüfuzları altında olmayan bölgeleri de kendi taraftarlarını desteklemek suretiyle Abbâsîler’in otoritesini sarsmak, Sünnîliği zarara uğratmak yolunu takip etmişlerdi. Selçuklular’ın Sünnî dünyanın liderliğini ele geçirmelerinden sonra Fâtımîler’in propaganda faaliyetleri gerileme sürecine girmiştir. Bu nedenle Fâtımîler’in öncelikli hedefi Selçuklular olmuştur. Propaganda faaliyetlerine Şiîleştirme çalışmalarına devam etmişler ve buna “Bâtınîlik” unsurunu da eklemişlerdir.

(41)

Bâtınîler’in (İsmâilîler) İslâm alemi için büyük bir tehlike oluşturduğunu anlayan Selçuklular Ehl-i sünnet mezhebini güçlendirmek istemişlerdi. Bu nedenle Sünnî medreseler açma gereği duyuldu. Böylece yalnızca Fâtımîler’e karşı askeri olarak değil Bâtınîler’e karşı da bu şekilde başarı kazanılacaktır. Sultan Alparslan, silaha silahla düşünceye düşünceyle cevap verme gereğini kavradığından yıkıcı ve bölücü hareketlerle mücadele için medreseler açmak ve burada yetişen insanlarla mücadelesini yürütmek istemiştir. Böylece Sünnî düşünceyi yayacak olan medreselerin o dönemde üniversite özelliği taşıyan “Nizâmiye”ler açılmaya başlamıştır (Ocak, Türkler A., c. V,2002:721-722 ).

İslâm dünyasında ilmî ve dinî bilgilerin verilmesinde Selçuklular’ın etkisi büyüktür (Alptekin, 1985:176).

Eğitim ve öğretim bakımından Selçuklular çağının bir dönüm noktasıdır. Önceleri dağınık ve özel şekilde yapılan öğretim ilk kez Alp Arslan zamanında programa bağlanmış ve devlet himayesi altına alınmıştır (Kafesoğlu,1976:902).

Selçuklular, İslâm dünyasının siyasî olarak parçalanmış fakat ilim ve kültürel açıdansa zayıflamaya başladığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Devlet teşkilâtı, ordu, ve diğer ekonomik ve sosyal kurumlar daha sonra kurulan Türk-İslâm ve diğer İslâm devletlerinde derin izler bıraktığı gibi Avrupa’yı da çeşitli alanlarda etkilemiştir. Selçuklu bimâristanları ve medreselerinin üslûp ve muhtevâları itibâriyle Avrupa’ya çok şeyler kattığı tespit edilmiştir (Yazıcı, 2002:324-326).

Eyyûbîler dönemi İslâm tarihinin en canlı devirlerinden biridir. İlmî hayat Nureddin ve Selahaddin ile başlamıştır (Kopraman, D.G.B.İ.T., c.V, 1992:412).

Selçuklular’dan sonra Fâtımîler’in Şiîliği yayma çalışmalarına 1171 yılında Eyyûbîler son vermiştir (Makrizî,c.II,374).

(42)

Selahaddin, çok fazla güçlükle karşılaşmadan İsmâiliye mezhebini bertaraf etti ve yerine Sünnî mezhebini yerleştirdi. Sonra devlet düzenini değiştirme faaliyetlerine girişti. Biri Şafi‘î diğeri Mâlikî fâkihlerine ait olmak üzere Mısır’da iki medrese kurdu ve Şi‘a taraftarı bütün Mısır Kâdı’larını azletti. Yalnızca Şâfiî mezhebinden olanların göreve getirilmesini istedi. Böylece Şi‘a mezhebi bir daha ortaya çıkamadı ve Mısır’dan tamamen silinip gitti (Çelebi, 1976:428).

Fâtımî-Şiî propagandasına karşı Sünnîliği savunmak amacıyla X. yüzyılda Horasan ve İran’da medreseler açılmıştı. Bu medreselerde açılış amaçlarına uygun olarak daha çok dinî ilimler özellikle de Kur’an, hadis ve fıkıh ilimleri öğretiliyordu. Matematik ve tabii ilimler daha çok hastaneler ve özel yerlerde okutuluyordu. Dinî ilimlere göre daha önemsiz görüldüklerinden dolayı bu ilimlerin öğretimi için özel medreseler açılmamıştı. Bu ilimlerin öğretimi için açılan ilk medreseler Eyyûbîler devrinde el-Kâmil’in başhekimi ed-Dahvar’ın yaptırdığı tıp medresesi ve Necmeddin el-Lebdûdî’nin yaptırdığı Dâru’l-Hendese’dir.

Bu dönemin ilk medreseleri dört mezhebin kendi fıkhını öğretmek amacıyla açtıkları medreselerdir. Bunlardan sonra, birden fazla mezhebin öğretildiği medreseler açılmaya başlandı. Bunların yanı sıra Kur’an ilimlerinin öğretimi için Dâru’l-Kurrâlar ve hadis öğretimi için Dâru’l-Hadisler kurulmuştur. Tasavvuf eğitimi ise, daha çok hangâhlarda yapılıyordu.

Câmiler de bu dönemde eğitimdeki önemli yerlerini korumuşlardır. Câmilerde çeşitli ilimlerin okutulduğu halkalar ve köşeler vardı. Bunların en meşhurları Umeyye Câmisi’ndeki Gazzâli köşesi ve Kahire’deki Amr Câmii’ndeki Şafiî Zâviyesi’dir. Ayrıca bu medrese ve camilerde kütüphaneler de yapılmıştı (Kopraman, D.G.B.İ.T., c.V, 1992:412).

(43)

Ortaçağ İslâm dünyasında bilimsel çalışmaların devamında ve gelişmesinde hükümdarlar ve vezirler gibi yüksek mevki sahibi kimselerin rolleri büyük önem taşır. Çünkü İslâm dünyasında bilgiye verilen değer büyük ölçüde faydacılık ilkesine dayanıyordu. Araştırma faaliyetleri için büyük masraflara ihtiyaç duyulduğundan bunların hükümdarlar ve nüfuz sahibi varlıklı kişiler tarafından desteklenmesi gerekiyordu (Sayılı, 1985:5).

3.2.Bahrî Memlûk Devleti’nin Eğitim Sistemi

Hulefâ-i Râşidîn döneminden itibaren İslâmî ilimlerin en önemli merkezleri arasına giren Kahire ve Dimaşk şehirleri Memlûkler zamanında, sadece bu devletin değil bütün İslâm dünyasının en büyük iki kültür merkezi idi. Moğol istilası ve Haçlı seferleri sebebiyle İslam dünyasının tarihte gördüğü en önemli krizi yaşadığı bir sırada kurulan Mısır ve Suriye’yi bu iki düşmandan kurtaran Memlûk Sultanlığı himayesine sığınan tüm Müslüman mültecilere kucak açmıştı. Bu mülteciler arasında doğu ve batı İslam dünyasının en değerli ilmî şahsiyetleri de bulunuyordu. Moğol saldırılarını durdurarak müslümanları ve İslâm medeniyetini kurtaran Memlûk devletinin başşehri Kahire, kısa süre içinde Abbâsî başkenti Bağdat’ın yerini almıştı. Moğollar tarafından ortadan kaldırılan Abbâsî hilâfetine ve diğer müslüman devletlere tâbi topraklarda yetişmiş pek çok âlim orada bir araya geldi. Memlûk ülkesine olan bu âlim akışı, sadece doğu İslâm dünyasından değildi. Endülüs ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan karışıklıklar ve savaşlar yüzünden pek çok Endülüslü ve Kuzey Afrikalı âlim de zamanın en istikrarlı İslâm ülkesi olan Memlûk ülkesine geldiler (Yiğit,c. VII, 1991:243-244).

Bu âlimlerin katılmasıyla Memlûkler’in başkenti Kahire, Moğollar’ın tahrip ettiği önemli bir kültür merkezi olan Bağdat’ın yerini almıştır. Abbâsî Hilâfeti’nin

(44)

Memlûk himâyesinde Kâhire’de yeniden kurulması da Memlûk başkentini aynı zamanda İslâm dünyasının en önemli siyasî ve dinî merkezi haline getirmişti. Bu gelişme ülkeye gelen âlimlerin sayısında da büyük bir artış olmuştur. Selahaddin Eyyûbî ve halefleri tarafından yaptırılan birçok medrese zamanın en ünlü âlimlerini bir araya getiren kurumlar olmuştur. Doğu ve Batı İslâm dünyasının ilim yıldızlarını bünyesinde toplayan Kâhire ve Dimaşk medreselerinde merkezileşen ilmî hareket Memlûk sultanlarının desteğiyle daha da gelişmiştir. İlme ve ilim adamlarına büyük önem veren sultanlar ve devlet adamları çok sayıda medrese inşâ ettirdiler ve buradaki müderrisler, öğrenciler ve hizmetlilerin ihtiyaçlarını karşılamak için vakıflar tahsis ettiler. Kahire ve Dimaşk’ta yaptırılan bu müesseselerden günümüze kadar ayakta kalanlar Memlûk eğitiminin canlı şahitleridir (Yiğit, Türkler A., c. V, 2002:748).

3.3.MemlûklerDönemindeki Eğitim Kurumları

İslâm dünyası bilim adamları saflarında yer almaktan başka Türkler’in gerek bilimsel çalışmaların teşvik ve himayesinde gerekse bilimsel kurumların oluşturulup geliştirilmesinde büyük katkıları vardır.

Ortaçağ İslâm dünyası bilim ile öğretim ve hayır kurumlarının oluşup gelişmesi bakımından önem taşır. Bu doğrultuda da Türkler’in büyük katkısı olduğu bilinmektedir. Bu kurumlar hastane, rasathane, kütüphane ve medreselerdir (Sayılı, 1985:5-9).

Hızla gelişen İslâm toplumu, kişilerin ve toplumun gittikçe artan ihtiyaçlarını karşılamak için her alanda eğitimi zorunlu görerek daha ilk devirlerde akademik müesseseler açmışlardı. Böylece İslâm toplum, bilim ve siyâset alanlarında hızla gelişimini sürdürebilmiştir (Bayraktar, 1992:15).

Referanslar

Benzer Belgeler

Sultanın oğlu Ebî Bekr, Kavsûn, Beştâk, Dokuztimur, Akboğa Abdülvâhid, Emir-i Âhur Aydoğmuş, Kutluboğa el-Fahrî, Yelboğa el-Yahyâvî, Meliktimur el-Hicâzî,

Önceleri Enlil daha sonra Marduk bahar tanrısı olarak kabul edilmiştir.. Bu dönemde bu rolü Enlil’in oynadığı

Bu çalışmada, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi (İzmir), Uludağ Üniversitesi Tıp Fakül- tesi Hastanesi (Bursa), Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi (Kayseri),

enables a unique opportunity to scientists in Turkey to design epidemiologic studies to better understand the link between the biologic clock/circadian rhythm and stroke,

“Osmanlı hükümdarlarının görev ve sorumlulukları nedir?” sorusuna temel oluşturduğu kuvvetle muhtemeldir. Yükselme dönemi Osmanlı aydınlarının padişahın

26 Bu noktada devleti bir canavar olarak tanımlayan Hobbes’a göre devlet varlık sebebi olan güvenliği insanları korkutarak sağlayacaktır.. Öyleyse devletin gü- venlik

Milas Emlak Müşavirleri Derneği Üyeleri olarak Milas Tapu Müdürlüğünde resmi iş takip sözleşmesi olmadan ilgilisi hariç hiç kimseye işlemler ile ilgili bilgi ve

Osmanlı’da Ekonomik Sistem ve Siyasal Yapı Arasındaki