• Sonuç bulunamadı

Başlık: Antigone’nin trajik var oluşu ve yurtsuzluk deneyimiYazar(lar):ERDEM, GülşahSayı: 40 Sayfa: 033-046 DOI: 10.1501/TAD_0000000326 Yayın Tarihi: 2015 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: Antigone’nin trajik var oluşu ve yurtsuzluk deneyimiYazar(lar):ERDEM, GülşahSayı: 40 Sayfa: 033-046 DOI: 10.1501/TAD_0000000326 Yayın Tarihi: 2015 PDF"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

33

ÖZET

Tragedya kahramanı sınır bir varlık olarak, ölüme/sona-doğru olan varolu-şu ile ancak zamanın lineer akışını kıran bir aşkınlıkla deneyimlenebilecek ölümsüzlük varoluşu arasındaki salınıma yerleşir. Tragedya kahramanının sınırlı, yitimli, “ölüme doğru varlık” oluşu ve nihayetinde yok oluşu, onun var olanla kurduğu ilişkiyi açığa çıkarır. Trajik “uç eylem”, kahramanı ölüme olan yazgısına doğru dönüşsüz bir biçimde ilerletirken bu uç eylemin aşkınlığı kah-ramanı bir sınıra getirir ve “deneyimlenemeyen” yoluyla ölümsüzlük edimi-ni görünüşe çıkarır. Bu makalede üzerinde durulmak istenen temel düşünce Antigone’nin ölüm/ebediyet ve yurtsuzluk deneyimlerinin ve trajik varoluş biçiminin varlıkla hiçlik arasında bir geçit, bir sınır olduğudur.

Antigone, Sophokles, trajik varoluş, yurtsuzluk, deneyimlenemeyen ABSTRACT

Tragic hero, as a liminal creature, settles among the oscillation between its existence towards the death/the end and its existence towards immortality which can only be experienced with a trancendency that interrupts the lineer motion of time. Limited, absence and "towards death" existence of tragic hero and his eventual end reveals the relationship between him and existential. The tragic "supreme action" , moves the hero irreversibly to his doom, trancendence of the supreme action brings him to a verge, and uncloacks the act of immortality by means of "the inexperienceable". Keynote of this article is that Antigone's experience of death/literature and rootlesness, and his tragic existence manner is a gateway, a border between existence and nothingness. Antigone, Sophocles, tragic existence, rootlesness, the inexperianceable

A n ti g o n e’ n in T r a ji k V a r o lu şu v e Y u r ts u zl u k D en ey im i

ANTİGONE’NİN TRAJİK VAR OLUŞU

VE YURTSUZLUK DENEYİMİ

Antigone’s Tragic Existence and

Experience of Rootlesness

Gülşah Erdem*

* Araştırma görevlisi, Ankara Üni-versitesi Tiyatro Bölümü doktora öğrencisi

(2)

34

Gülşah Erd

(3)

35

GİRİŞ

“Yalnızca trajik varlıklar var olmaya cüret eder” 1

Eylemiyle gündelik olanı aşmak, ken-dini sınırları belirlenmiş yaşam alanından kurtarmak zorunda olan tragedya kahra-manı ancak deneyim yoluyla varlığın an-lamını kavrayabilir. Varoluşu gereği sürekli ileriye doğru atılan, her yolu deneyimleyen, böylelikle her şeyi anlamaya ve tanıdıklaş-tırmaya çalışan trajik kahramanın dene-yimleyemediği son nokta ise hiçliktir, insa-nın yok oluşudur. Tanımlanamayan bu yok oluş deneyimi, ayrıksı bir “dünyadaki oluş biçimi” olarak onu “ebedi” kılan edimdir aynı zamanda. Tragedya kahramanı, varlık üzerinde ve aynı zamanda varlığın karşısı-na koyulan üzerinde deneyim aracılığıyla hâkimiyet kurmaya çalışır. Trajik eylemin etkisi oranında bu hâkimiyet sürüp gider. Ulaştığı sınırda deneyimsiz kalması ise onun trajik varoluşunun en temel nitelikle-rinden birini açığa çıkararak eylem yoluyla kendini bulma, var etme çabasının sonuç-larını görünür hale getirir.

Trajik Deneyimin Doğası

Deneyime sahip olma tutkusu traged-ya kahramanının özünü traged-yansıtır. Ancak deneyim, üzerinde hâkimiyet kurulmasına ve indirgeme çabalarına direnen bir olgu-dur. Bir sözcükle “başa çıkma ” çabaları, “deneyim” söz konusu olduğunda özellik-le tehlikelidir. Çünkü bu çabalarla, tam da gelişiminin değişken bir seyir izlediğinin

kabul edilmesi gereken bir şeye –kendisi de şimdilik semantik bir deneyim olarak ad-landırılabilecek bir şeye- katı ve zaman-dışı bir tekillik yüklenmektedir. (Jay, 2012:27) Deneyimi kavramaya çalışmak bu anlam-da tanımlama ve sınıflandırmalara dire-nen bir olgu olarak onu oluşum halindeki başka kavramlarla ilişkiye sokmakla müm-kün olabilir. Bir süreç fikri ile kavranabi-lecek ve sürekli dolaşımda kalarak elden kaçan bir kavram olarak deneyim, nihai anlamlandırmalara ve sabitlenmeye izin vermez. Agamben de benzer bir biçimde deneyim ve kesinliğin hiçbir biçimde yan yana gelemeyeceğini söyler. Agamben’e göre deneyimin kesinlikle bağdaşması mümkün değildir, hesaplanabilen ve kesin hale gelen bir deneyim derhal “otoritesini yitirir.”(Agamben, 2006:21)

Denemek (expereri) ile (periculum) aynı kökten geldiği için deneyim ve “teh-like” (peril) arasında örtük bir bağlantı vardır; bu da deneyimin, bir badire atlat-mak ve bu karşılaşmadan bir şey öğrenmiş olarak çıkmaktan geldiğini akla getirir (ex, dışarı çıkmak anlamında). Belki de bu ne-denle deneyim, hayatta karşılaşılabilecek engelleri ve tehlikeleri göğüsleyip aşarak “masumiyeti geride bırakmış bir dünyevi-liği” de ifade edebilir. (Jay,2012:29)

Trajik deneyim, “katastrofik” bir ya-pıya sahip oluşuyla tehlikeyi ve altüst olu-şu içerirken, “öğrenme” bu yolculuğun en önemli uğraklarından biri olarak belirir. Antik Yunan tragedya kahramanı için yaz-gı ile “karşılaşma” ve anagnorisis/tanıma,

A n ti g o n e’ n in T r a ji k V a r o lu şu v e Y u r ts u zl u k D en ey im i

(4)

36

masumiyetin geride bırakıldığı an olarak kahramanın bulunduğu noktanın ötesine geçmesi için tetikleyici bir işleve sahiptir. Trajik deneyim söz konusu olduğunda, eylemin doğası, tragedya kahramanının varoluşu gereği şiddet ve acıyla öğrenme deneyimin önemli uğrakları olarak ön pla-na çıkar. Agamben,“pathei mathos”tan söz eder; ancak bir acıdan sonra ve bu acı sayesinde, her türlü öngörü olanağını, yani herhangi bir şeyi kesinlikle bilme olanağını dışlayan bir bilgiden…(Agamben, 2006:22) Traged-ya söz konusu olduğunda “pathei mathos” deneyime yoğunluk kazandıran bir kavra-ma süreci olarak tanımlanabilir.

Pathei mathos’un uğraklarından biri-nin zamanda geriye doğru açılan bir “ya-nılgıyı kavrayış” durumu olduğunu var-saydığımızda bu altüst oluş aynı zamanda geçmişe yönelik bilgiyi de iptal ederek her türlü kesinliği felce uğratan bir bilme bi-çimini açığa çıkaracaktır. Trajik kahraman için “pathei mathos”, varlığın hakikatle gir-diği tehlikeli oyuna, “açığa çıkış”ın trajik doğasına gönderme yapar. Anagnorisis, bu anlamda hakikatin çok yönlü kavranı-şını ifade ederken, kesinliği kökten bir bi-çimde hedef alır ve zamansal bir kırılmaya işaret eder. Örneğin, büyük bir risk üstle-nerek, bilmeyi patetik bir tutumla isteyen Oidipus’un anagnorisisi, hakikatin tersine çevrilişi anlamında geçmiş ve gelecek tüm imkânlarıyla kesinliği yerinden eder.

Deneyim, geçmişle dolaysız ve doğru-dan bir bağ kurma imkânı sunarken, şim-dinin anlık yapısına gölge düşürdüğü için

“anda” gerçekleşen belirgin bir değişikliğe işaret eder. Zamansal bir kırılmayı ifade eden deneyim, ne olmadığı hakkında or-tak bir fikre sahip olunsa bile ne olduğu noktasında kararsızlık yaratan bir doğaya sahiptir. Verili bir tanım olmaya direnen deneyim, tartışmalı bir yaşamsal değişi-mi görünür hale getirir. İngilizcede tek bir sözcükle karşılansa da deneyimin Almanca karşılıkları Erlebnis ve Erfahrung, bambaş-ka deneyim anlayışlarına işaret eder. Kökü “leben” yani yaşam olan Erlebnis, kimi za-man yaşantı, yani “yaşanan deneyim” ola-rak çevrilir. Deneyimlemek anlamına gelse de, Erlebnis’in, çoğunlukla herhangi bir farklılaşma ya da nesneleşme öncesindeki ilkel birliğe işaret ettiği düşünülür. Erleb-nis, günlük rutinin dokusunda meydana gelen yoğun, hayati bir kırılmaya işaret eder. Leben, hayatın tamamını akla getir-se de Erlebnis genellikle Erfahrung’a göre daha dolayımsız, düşünüm-öncesi ve kişi-sel bir deneyim çeşidini işaret etmektedir. Erfahrung ise kimi zaman dışsal, duyusal izlenimlerle ya da bu izlenimler hakkındaki bilişsel hükümlerle ilişkilendirilir. Ama bir öğrenme sürecine dayalı, daha uzun süreli bir deneyim nosyonu; deneyimin ayrık uğ-raklarının birleştirilmesiyle oluşan anlatısal bir bütün ya da serüven anlamına gelmeye de başlamıştır. Deneyim ve “peril” (tehli-ke) arasındaki örtük bağlantı, Erfahrung kavramının tehlike ve yolculuk kavram-larıyla doğrudan bir ilişki içinde oluşuyla farklı bir boyut kazanır. Erfahrung’un bir parçası olan Fahrt(yolculuk) ile Almanca’da tehlike anlamına gelen (Gefahr)

arasında-Gülşah Erd

(5)

37

ki bağlantının da işaret ettiği gibi zaman-la –daima pürüzsüz bir biçimde olmasa da- ilerleyen bir hareketi ifade etmektedir. Erfahrung bu haliyle bellek ile deneyim arasında bir bağ kurar. Deneyimin biri-kiminin ancak zamanla bir tür bilgelikle sonuçlanabileceği inancının altında yatan da bu bağlantı olmalıdır. (Jay, 2012:30) Tra-gedyaya Erlebnis ve Erfahrung kavramları ışığında baktığımızda, Erlebnis’in karşı-lık geldiği durakları, tanımanın yol açtığı yaşamsal kırılma anının görünüşe çıktığı anlar olarak işaretleyebiliriz. Deneyim bu noktada kahramanın tekil yaşamındaki geri dönüşsüz hareketini, gündelik zaman ve mekânı aşma anını belirgin hale getirir. Kahramanın bireysel tarihindeki bu kırıl-ma, Erlebnis ile karşılanır. Kahramanın kendi mahvına yol açacak eylemi her şeye rağmen ileri taşıma kararını verdiği an, gündelik olanın alanından sıyrıldığı andır. Trajik kahramanın deneyiminde Erfah-rung ise, tehlikeli bir yolculuk içinde ris-ke girmek, “açılmayanı açmaya çalışmak”, varlığı aydınlığa kavuşturmak anlamında tutkulu ilerleyiş sürecini karşılar. Öğrenme ve kritik duraksamaları, yön değiştirmeleri kapsamasıyla Erfahrung, kahramanın yaz-gısını, serüveni ve trajik var oluşunu bütün-lüklü bir biçimde ifade eden bir deneyim tanımı açığa çıkarır.

Trajik eylemiyle kahraman, “varolanla-rı, açılanları” mahvolma tehlikesine teslim eder.(Heidegger, 1996:89) Tragedya kah-ramanının öznesi olduğu eylemsel geçiş, riskin üstlenilişi, özü anlamında kendini

tehlikeye atmaktır. Kahramanın tehlikeli “yolculuğu”, bu anlamda sınırlar oluştur-ma ve sınırların ötesine geçme, böylelikle varlığın trajik özünü görünüşe çıkarma deneyimini harekete geçirir. Tragedyanın evreninde deneyim, olanaklılık, edimsel-lik ve zorunluluk kipleriyle biredimsel-likte düşü-nülmelidir. Trajik eylem, bu uğraklardan geçerek yıkımı hazırlar, nihai sona doğru ilerler. Tragedya kahramanı, olanaklar için-den bir olanağa tutunarak seçimini yapar; ileri atılır, deneyimi hayata geçirir ve kendi oluşunun zorunlu koşulları ile yüz yüze ge-lir. Trajik deneyimiyle yaşam duygusunun da ölüme doğru oluşun da yoğunlaştırılmış bir görüntüsünü sunar.

Antik Yunan Tragedyasında Ölüm, Ölümsüzlük ve Ebediyet Deneyimi

Antik Yunan’da her ne kadar ana akım felsefi geleneği vita comtemplativa (tefekküre hasredilmiş hayat) öne çıkmışsa da Han-nah Arendt, Yunan vatandaşın demokratik polisteki hayatında vita activia’nın (eyleme hasredilmiş hayatın) da hakkının verilmiş olduğunu savunur. (Arendt,2013) Eyleme hasredilmiş hayat, tragedyada deneyimin ağırlığı ile birlikte düşünüldüğünde trajik kahramanının temel varlık noktasıdır. Onu diğerlerinden ayıran trajik eylemi sürdü-rebilmesinin altında yatan viva activia aynı zamanda “ebedi” olanı bir ucundan yakala-yabilme arzusudur.

Arendt, Antik Yunan’da ölümsüzlük ve ebediyet deneyimleri arasındaki farka bakar. Ölümsüzlük, “zaman içinde kaim

A n ti g o n e’ n in T r a ji k V a r o lu şu v e Y u r ts u zl u k D en ey im i

(6)

38

olmaktır”; bu yeryüzü içinde ve dünya üzerinde Yunan anlayışına göre doğaya ve Olimpos tanrılarına tanınmış, fani olmayan yaşamdır. Tanrıların yaşlanmayan ve bit-meyen yaşamlarının oluşturduğu bu fonun önünde duran fani-ölümlü insanla, ölüm-süz ama ebedi olmayan evrenin bu yegâne ölümlüleri, tanrıların ölümsüz yaşamla-rıyla, (fakat ebedi bir tanrının hükmün-den yoksun bir biçimde), yüz yüze gelirler. Bu ikisi arasındaki farklılık, düşünürlerin kavramsallaştırmalarından, bu kavramlaş-tırmanın temelini oluşturan Yunanlıların “ebedi olanla ilgili özgül deneyimleri”nden önce Yunanlıların zihnini cezbetmiştir. Heredot, açık bir şekilde; zaman, yaşam ve evren ötesi aşkın Tanrı’yla karşılaştırıl-dığında Yunan tanrılarının anthrepophyesis (insanla aynı hamurdan ya da insanla aynı doğaya sahip) olduklarından, insanla yal-nız aynı yapıya, biçime değil aynı doğaya da sahip olduklarından söz eder. Yunanlı-ların ölümsüzlüğe duyduğu ilgi, ölümlü in-sanların bireysel hayatlarını tamamen ku-şatmış olan ölümsüz bir doğa ve ölümsüz tanrılarla ilgili deneyimlerinden ileri gel-mektedir. Yegâne ölümlü şey olarak insan için, her şeyin ölümsüz olduğu bir kozmosa “kakılmış”, gömülmüş olan ölümlülük hali tek ayırt edici şeydir. Ölümlülerin görevi ve gizil büyüklükleri, var olmalarını “hak ettirecek” , bu sonsuzluk içinde hiç olmaz-sa bir ölçüde kendilerini evlerinde

duyum-sayabilecekleri işler, edimler, sözler ortaya

koyabilme yeteneklerinde yatar. Tragedya kahramanı, içinde bulunduğu belirsizliğe, yuvasızlığa ve tekinsizliğe karşı sona,

ger-çekleşmesi kaçınılmaz olana doğru hareket eder. Antik Yunan düşüncesinde ölümlü-lerin, kendileri dışında her şeyin ölümsüz olduğu bir kozmosta kendilerine bir yer bulmaları ürettikleriyle, deneyimleriyle mümkün olabilir. Bu açıdan bakıldığında ölümsüz edimlerde bulunma kapasiteleri ve arkalarında silinmez izler bırakma yete-nekleri ile insanlar, bireysel olarak ölümlü olmalarına rağmen kendilerini ölümsüz kı-labilir, “ilahi”bir doğadan olduklarını gös-terebilir, kanıtlayabilir. Eğer ölmek, “insan-lar arasında olmaktan çıkmak” anlamına geliyorsa “ebediyet deneyimi” de bir ölüm şeklidir. Onu gerçek ölümden ayıransa ni-hai olmayışıdır. “Çünkü hiçbir canlı varlık gerçek ölümü belli bir zaman zarfında sür-düremez.” (Arendt, 2013:53-54) Trajik kah-raman için, ölümsüz bir kozmosta kendine yer bulmak, varlıkla ilişkiye geçmek ancak deneyim yoluyla mümkündür. İlahi bir doğadan olduğunu göstererek iz bırakma-ya yönelik trajik edimi ise onun ayırt edi-ci özelliğidir. Çünkü, yalnızca en iyi olan (aristoi), sürekli en iyi olduğunu kanıtlayan (aristeuein) ölümsüz bir şöhreti, fani şey-lere yeğleyendir. (Arendt, 2013:260) Tra-jik kahramanın ebediyet deneyimi bir tür ölüm şeklini içerirken, kahramanın için-den geçtiği bir bütün olarak Erfahrung, ona görkemli bir yıkımla birlikte lanetli ve ölümsüz bir şöhreti de getirecektir. De-neyim, bu noktada bir yanıyla varlık gös-termenin, var olanlar içinde devinmenin yolunu açarken diğer yanıyla kahramanı ölümün sınırına sürme biçimiyle köken-sel bir aşkınlık arayışının kapılarını aralar.

Gülşah Erd

(7)

39

Ebediyet deneyiminin peşinden giden ve kendi sınırlı varlığı ile karşılaşmak zorun-da kalan tragedya kahramanının bu ikilikle yüzleşmesi trajik özü de açığa çıkarır.

Trajik kahramanın “eyleyebilir” olma-sı, ondan beklenmedik olanın beklenebilir olması, sonsuz olasılıklardan birini gerçek-leştirebilir olması demektir. Yaptığı seçim-le, en iyi olduğunu sürekli kanıtlayan ve eylemi tutkulu biçimde ilerleten trajik kah-raman, uç eylemiyle hem ebediyet hem de tanımlanamaz ölüm deneyimine yaklaşır-ken sıradan, fani ve gündelik olandan sıy-rılır. Tragedyanın öznesi, bu varlık savaşımı deneyimin de öznesidir; kahramanın haki-katin var olabilmesi için kendini feda etme-si tragedyanın temel momentidir. Ebediyet deneyimi de, temelde bu eyleyebilirlik ni-teliği ve hakikat arayışı üzerine kuruludur. Öte yandan, Montaigne, deneyimin nihai amacını ölüme yaklaşma olarak for-mule eder. Yani, insanın deneyiminin uç sı-nırı olarak ölümü öngörmesi ve olgunluğa doğru ilerlemesi olarak… Ancak bu sınır, Montaigne için deneyimlenemez bir sınır olarak kalmaktadır; yalnızca bu sınıra yak-laşmak olanaklıdır. (Agamben, 2006:23) Trajik deneyim, Heidegger’in yorumunda da benzer biçimde yitimli olmakla ilişkili-dir.

Heidegger, Sokrates öncesi döneme ilişkin aletheia yorumuyla trajedinin yalnız-ca ölümlülere özgü özü kavradığını ortaya koyar. Bu bağlamda, trajik olanın özü, ola-gelme ya da “açığa çıkma”, varlığa ait insan

varoluşunun ayırıcı özelliği olan bu devini-min oluşma koşulu, yine ancak söz konusu varoluşla olanaklı olduğunun kabulüdür. Burada söz konusu olan insanın yitimli olu-şuyla varlığın yitimli oluşunun görülmesi-dir. Bu bağlamda yitimliliğin devinimsellik olarak bir yolculuk imgesine gönderme yaptığı söylenebilir. (Akdeniz, 2006: 46) Tehlikeli bir yolculuğun öznesi olan tra-gedya kahramanının deneyiminin sınırla-rını sezmeye başladığı noktada geri dönüş imkânı çoktan iptal edilmiştir. Bu noktada kendi varlığının zorunluluğu devreye girer; eylemi sürdürme zorunluluğu… Yitimli varlığının sınırları, riski üstlenerek çıktığı yolculukta belirginleşir; onu eşsiz kılacak olan geri dönüşsüz yolculuktur bu.

Tragedya kahramanı gibi sona-doğ-ru bir varlık olmak, ölüme doğsona-doğ-ru oluş, bir sınır olarak onu aşamayış, insanı her şeyi aşmaya yöneltir. Tragedya kahramanı, ötesine geçilemeyen sınırları görünür kıl-masıyla insanın aşkınlığını açığa çıkarır. Ölüme doğru olmak, insanın bir anlamda “yurtsuzluğunu”, yabancılığını anlamlı kıl-makta, bir başka deyişle onun yuva edin-mesini sağlamaktadır. (Heidegger, 1996:76) Bu anlamda tragedya kahramanın yuvası, yabancılığı, içinde bulunduğu arayışıdır, yolculuğun kendisidir.

Antigone ve Yurtsuzluk Deneyimi İnsan yuvasız oluşuyla ve “varlıkla olan yazgısal bağı gereği” sürekli ileri atılarak hareket eder, engellerle savaşır ve nihai bir sınıra ulaşır: Deneyimlenemeyenin

sınırı-A n ti g o n e’ n in T r a ji k V a r o lu şu v e Y u r ts u zl u k D en ey im i

(8)

40

na... Bu tekinsiz nokta, tragedya kahrama-nının ontolojik yarığını açığa çıkarır, varlı-ğını görünüşe getirir. Buradan bakıldığında tragedyada Erfahrung, kahramanı tekinsiz bir boşluğa ulaştırır ama aynı zamanda ona sahici bir “bulunurluk” da kazandırır.

“Poros”, bir şeye götüren, bir şeye ve hiçe uzanan yoldur. Poros sözcüğü, her ta-rafa gitmeyi, her yolu denemeyi, her yere atılma gücünü dile getirir. Fakat insan, ne-reye giderse gitsin, nene-reye ulaşırsa ulaşsın, hali hazırda hiçlikle karşılaşır, orada takılı kalır. (Heidegger, 1996:79) Trajik deneyim-de “fahrt” (yolculuk), tehlikelerle doludur; bir şeyle karşı karşıya gelme ve acı yoluy-la öğrenme deneyimlerini içerir. Poros ise kahramanı nihai amacını gerçekleştirme, eylemini sürdürme itkisiyle her yola atar, ama sonunda hiçliğin, yok-oluşun sınırına sürer ve deneyimlenemez olanı açığa çıka-rır.

İnsan, “yabancı” olarak, her şeyi bil-dik-tanıdık hale getirmeye çalışmakla yu-vada olmadığını, hep yabancı olduğunu ve yabancı olmanın da onu temelinden belir-leyen öz olduğunu göstermiş olur. Onun evi bizzat yabancılığı, yuvasızlığı, yurtsuz-luğudur. Bu yabancılığı nedeniyle insan “pantoporos”tur2; her şeyde beceri ve

hü-ner sahibi olan, “her yere geçen ama yine de yok-oluşla ötesine geçemeyeceği geçitle karşılaşandır.” Pantoporos, her şeyi dene-yimler, ama aldığı yolu, özüne ilişkin bir kavrayışa izin verecek deneyime dönüştü-remediği için deneyimsiz kalır. (Heidegger, 1996:75) Doğası gereği ileri atılan tragedya

kahramanının hareketi yolda edindiği bil-giyi deneyime dönüştürmeye izin vermez. Kendini yuvasında sanan ama her şeye ya-bancı olan trajik kahramanın deneyimsiz kaldığı noktada gerçekleşen çatlama, birbi-riyle savaşım halinde olan şeylerin birlikte-liğini de görünür hale getirir.

Kral Oidipus gibi, eylemini nihai sona ulaştıran ve yolculuğunda kendi varlığını yeniden kuran Sophokles’in Antigone’si, yurtsuzluk, yuvasızlık deneyimi üzerine düşünmek için verimli bir zemin sunar. Antigone, konusunu Antik tragedyanın sıklıkla konu aldığı Labdakos ailesinin ef-sanesinden alır. Oidipus’la İokeste’nin dört çocuğundan biri olan Antigone riski üst-lenme, lanet ve trajik eylemi gerçekleştirme açısından babasının “yazgısıyla” içeriden ve özel bağlara sahiptir. Lacan’a göre bir “soy-kırım tragedyası” olan Antigone, babasıyla kardeş ve annesinin torunu oluşuyla büyük bir yasa ihlalinin mirasçısıdır. Akrabalık sistemleri düzenine nifak tohumları saçar. (Roudinesco, 2012:109) Felaketler içinde tatmadığı “utanç ve aşağılanma” kalmayan ve varlığı zaten tekinsiz kabul edilen Anti-gone, uç eylemiyle aile lanetinin gerçekleş-mesini hızlandırır.

Antigone de tetikleyici eylemin te-melinde iki kardeşe eşit davranılmaması düşüncesi yatar. Antigone’nin Eteokles ve Polyneikes adlı kardeşleri, babalarından devraldıkları Thebai kentini dönüşümlü biçimde yönetmektedirler. Eteokles, kendi yönetim süresini nedensiz yere uzatmaya kalkıştığında ise iki kardeş karşı karşıya

Gülşah Erd

(9)

41

gelir, böylelikle Oidipus’un bedduasına uy-gun bir biçimde kardeş katlini gerçekleşti-ren süreç başlamış olur. Eteokles ve Polyne-ikes, her ikisinin de ölümüyle sonuçlanan kanlı bir vuruşma yaşarlar. Oyun, bu arka planla, Antigone’nin kızkardeşi İsmene’yle diyaloğu ile açılır. Yönetim, İokeste’nin kardeşi Kreon’a geçmiştir. Yönetime ge-lir gelmez, yeğeni Eteokles’in gelenekle-re uygun bir biçimde gömülmesini, diğer yeğeni Polyneikes’in ise hain olduğu ge-rekçesiyle bedeninin açıkta bırakılmasını, böylece hayvanlara yem olmasını emreder. Polyneikes’e layık görülen bu “uygunsuz” ceza, halk arasında da hoşnutsuzluk yara-tırken, Antigone için bu, kabul edilemez bir hükümdür. Kreon, cezayı duyurur ve kim buna karşı çıkacak olursa ölüm ceza-sına çarptırılacağını da ilan eder. Antigone, bu yasayı çiğneyerek, kutsal olan hakikatin peşine düşer ve ölüyü gerektiği gibi göm-mek için harekete geçer. Riski üstlenme, tam da bu noktada baş gösterir. Antigone, kendini devlet yasasına itaat eden diğerle-rinden ayıran trajik eylemini, tanrılar dü-zenine yaslar. Ölümcül bir tercihte bulunan ve son noktaya kadar kararlılık gösteren Antigone’nin eylemi etkisini büyük oran-da bu tanrısal yasaların haklılık zeminine borçludur. Trajik uç eylemi uygulamaya muktedir tek kişi olarak Antigone’nin kim olduğunu, var olanla kurduğu ilişkiden ve kendini varlığa getirme deneyimlerinden anlarız. Antigone, “pantoporos” olarak, başlattığı eylemi sonuna kadar götürerek bu yolda her deneyime açık hale gelir. An-cak öze ilişkin bir tür kavrayışsızlık, trajik

kahramana özgü bir körlük biçimi içinde sürdürdüğü eylemi, onu deneyimsiz kala-cağı noktaya kadar hızla sürükler.

Heidegger’e göre, trajik kahramanı tra-jik kahraman yapan ve Antik Yunan’daki dramın içerdiği gizil eylemi açığa çıkaran “uç eylem” pathein to deinon (yabancılığı deneyimleme)dir.

“Pathein to deinon acı çekmek, kat-lanmaktır. Yurtsuzluk, yabancılık, insan-ların kendi başına yaptıkları, hissettikleri bir şey değildir; tersine yabancılık-yurt-suzluk sayesinde insanlar oldukları ya da olabilecekleri şey veya kişi olurlar. Pathein (pathos) edilgen bir alımala-ma ya da acı çekmeden çok, bir tür de-neyimleme (deinon’u dede-neyimleme) dir. Bu katlanma ve acı çekme dramayı oluşturan Yunan tragedyasındaki eylemi ifadede kullanılan “to drama”nın temel özelliğidir.”(Akdeniz, 2006:84)

Antigone’nin, Kreon’la karşı karşıya gelişi, yalnızca yurtsuzluk deneyimini açığa çıkarmakla kalmaz, Antigone’nin varlıkla kurduğu ilişkiye de görünürlük kazandı-rır. Antigone, pathosla bağlantılı olarak düşünüldüğünde, hiçbir çıkışı olmadığını bildiği bir duruma karşı takındığı tavırla, üstlendiği eylemle, yabancılığın en belirgin biçimini göstermiş olur. Bu koşullar altın-da “pathein to deinon”, Antigone’nin risk alma tutkusuyla birlikte açığa çıkar. Risk alarak acıya sonuna dek katlanma düşün-cesi tragedyanın öz niteliğini oluşturan un-surlardan biridir. Antigone’nin aldığı risk, varlığı açığa çıkarma deneyimiyle birlikte anlam kazanır. Pathein to deinon, insanın

A n ti g o n e’ n in T r a ji k V a r o lu şu v e Y u r ts u zl u k D en ey im i

(10)

42

mevcut olan tüm olanaklar içinden kendini var edeceği edime doğru harekete geçiren itkidir. Risk alarak varlığın kıyısında duran trajik kahramanın yabancılığı ve yurtsuzlu-ğu, harekete geçirici bir etken olarak temel bir itki oluşturur. Tragedya kahramanı, yurtsuzluğu sayesinde her yola açık hale gelir, ileri atılır.

Heidegger’e göre, Antigone’nin koral bölümünde dile getirilen temel düşüncede de insanın özünü, yani yurtsuzluğundan kaynaklanan yuva edinme deneyimi, onun “yabancılar içinde yabancı” oluşu anlatıl-maktadır:

Hayran kalınacak çok şey varsa da En hayran kalınacak varlık insandır. Derin ve kabarık dalgaların arasından süzülerek güney rüzgarlarıyla köpüren deryaları aşar. Yıllar yılı ileri geri sürerek atların çektiği kara sabanını, tanrıların anası Gea’yı dize getirir. Sık örülmüş ağlarıyla

gökyüzünde bilinçsizce süzülen kuş sürülerini vahşi hayvan milletini,

denizin envai mahlukatlarını avlar. Cin gibidir, dağların yabanlarını kurnazlığıyla kandırır

ve uzun yeleli atlarla yorulmak bilmez boğaları vurur boyunduruğa.

Konuşmayı ve rüzgar kadar hafif düşüncelerini geliştirdi, kentlerde

yaşamanın arzusunu duydu, kışların dondurucu ayazından, inatçı yağmurun oklarından korunmayı başardı.

İnsan, kendine insan olmayı öğretti. Her derdine çare buldu,

yarınlar onu gafil avlayamaz. Ama onulmaz illetlere deva bulduğu halde bir tek Hades’ten sakınmanın bulamadı yolunu. Akla hayale gelmez icatlar tasarlayacak kadar zekası varsa da nedense bir kötüye bir iyiye meyleder. İnsanların yasalarıyla tanrıların yeminlerle korunan adaletine saygı gösterirse

yükselir kentin içinde, bilinçli olarak kötüyü seçmeye cüret ederse kentsiz kalır. Soframda yeri yok, düşüncelerine değer vermem böyle bir insanın. (Sophokles, 2014 :14-15)

Gülşah Erd

em

(11)

43

İnsan varoluşunun temelindeki ya-bancılık ve yurtsuzluğu anlatan bu dizeler, bunu gidermeye yönelik tarihsel mücade-leyi, yolculuğu ve dünyayı tanıdık hale ge-tirmeye çalışan insanın doğa ve tanrılarla arasındaki temel gerilimi anlatır. İkili bir doğaya sahip olan, bir iyiye bir kötüye mey-ledip duran insan, yaşam serüveni boyunca karşısına çıkan tüm engelleri aşar, Gea’yı bile dize getirebilir, ancak varoluşu gere-ği ölümün sınırında çaresizligere-ği hissetmek zorundadır. Karşısına çıkan tüm engelle-ri aşma çabası da, her yola atılması da te-melde yuvasızlığın bir sonucudur. Tekinsiz olanı tanıdık bildik bir forma sokma çabası da kendini belli bir an için bile olsa evinde duyumsama mücadelesidir.

Kendine yuva edinmek isteyen insan, kökensel bir arayış içindedir. Sıra dışı bir yasa ihlalinin mirasçısı Antigone’ye de bi-çilen yazgıdır bu yurtsuzluk… Bu yazgıyı üstlenmekle, yabancılıktaki o temel pat-hosun ifadesi olan varlığın yüklenmesiyle tüm yabancıların üzerine yükselmek “yu-vasızlığın otantikliğini” gösterir. Antigone, trajik kahramana uygun olan yazgıyı seçer. Böylece yuvasız olmayı üstüne almış olur. Bu deneyim ve üstlenme onun ait olduğu insanlığın en uç eylemi ve uygun tarihidir; “özünün tolmasıdır”3.(Akdeniz, 2006:86)

Antigone, yasanın üzerine çıkarak kendi varoluşunu kurabilen, bu çağrıya karşılık verebilen insandır. Laneti devral-dığı Oidipus gibi, o da varlık çağrısının bir ifadesi olan eylemiyle yasaların üze-rine çıkar. Yabancılığı deneyimlemesinin

temel duraklarından biri de bu yükselme anıdır. Benzer biçimde bu lanetli miras, yuvasızlığın köklerini görünür hale getirir. Antigone’nin yuvasızlığı, kendi varlığının izini sürmüş Oidipus’un yolculuğunun içine yerleşir, deneyim burada yoğunluk kazanır. Antigone’nin tehlikeli yolculu-ğu, sürgündeki Oidipus’un yurtsuzluğu ile örtüşür. Yabancı olarak Antigone’nin yol-culuğu, karmaşanın ve tehlikenin içinden geçerek ıssızlığa doğru yol alma biçiminde gerçekleşir. Yalnız kalacağı baştan belli olan bu tehlikeli yolculuğa çıkması Antigone’nin trajik varoluşunu gerçekleştirme çağrısına kulak vermesi ile başlar. Yurtsuzluğu, soy lanetinin bir parçası olarak son ana kadar deneyimleme edimi kendi varlık nedenini bulma çabası olarak onu, “sıradan” bir va-roluşun üzerine çıkarır. Ölüme yaklaştıkça, ebediyet deneyimine de yaklaşır. Onurlu bir ölüm istenci, ancak bu ebediyet deneyi-mine duyulan arzu ile anlamlı hale gelebilir.

Antigone’nin Kreon’un emrine ve ya-salara itaat etmemesi onun “otantikliğinin gerçekleşmesi”dir. Antigone’nin yazgısı, otantikliğini gerçekleştirmek ve bu gerçek-leştirme nedeniyle ölümle karşı karşıya gel-mektir. Deneyimin içinden geçmek, onun yurtsuzluğunun ancak bu kaderi yaşadığı, yazgısını gerçekleştirdiği zaman yurda dö-nüşmesi demektir. Laneti katederek ölüme doğru yol alma deneyimi onu ancak yu-vasında hissettirebilir. Heidegger’in yoru-mundan hareketle, Antigone yurtsuzluğu içinde oluşu bakımından otantikliğini ger-çekleştirme imkânına sahip olduğu

söyle-A n ti g o n e’ n in T r a ji k V a r o lu şu v e Y u r ts u zl u k D en ey im i

(12)

44

nebilir. O, ölüme yönelik, sona doğru olan varoluşunu, kendini, verili alanından kur-tarmak zorunda kaldığı için ve böyle yap-tığı için varlığın anlamını kavrayabilmiştir. Eylemiyle varlığın ve hiçliğin sınırına yer-leşir Antigone; ölüme giderken söylediği gibi, “ne ölülerin arasındadır ne sağların, ne sağdır ne ölü...” (Sophokles, 2014:34) Anti-gone, çevresini kuşatan var olanların mer-kezine deneyim yoluyla geçerek durduğu yerden bu alana yükselmiş, alanın dışına çıkmış, böylece varoluşun otantik boyut-larını kavramış, varlığın anlamını kendine sorun edebilmiş dünyada bulunuşluğunu gerçekleştirebilmiştir. Ancak bu yoldan gi-derek yazgısının ne olduğunu

görebilmiş-tir. Antigone, eylemini, tercihini, bu kade-rin bilincinde olarak gerçekleştirmiştir.

“Canlı canlı ölüler kuyusuna inen”, bu yolculukta tek bir dostu kalmayan Anti-gone, ölümün sınırına geldiğinde yaşamla bağını da görünür kılar. Hayattayken ger-çekleştiremedikleri için hayıflanması ile ölüm arzusu arasındaki çatışma onu sınır bir varlık haline getirir: Deneyimsiz kılar. Kararlılıkla yaklaştığı bu sınırda sendele-mesi, iki dünyaya da ait olmaması insanın “pontoporos-aporos” niteliğini ön plana çıkarır. Hayattayken ağır bir laneti sürük-leyen Antigone, ölüme giderken de bu la-netin gölgesindedir:

Gülşah Erd

em

KOROBAŞI:

Evladım, cesaretin doruğuna

ve Dike’nin ulaşılmaz tahtına tırmandın. İşte orada tökezledin, babandan miras kalan bir günahın cezasını ödüyorsun.

ANTİGONE:

En büyük yaramı deştin! Şanlı Labdakos soyunu temellerinden sarsan, babamın dillere destan günahını andın.

Ah, annemin lanetli evliliği, aslında oğlu olan

babamla yatağa girişi!

Nasıl bir birleşmeden doğmuşum? Lanetli bir bakire olarak

gidiyorum onlara kavuşmaya.

Ah ağabeyim, uygunsuz evliliğinle, ölü olduğun halde, hayatta olan beni öldürmeyi başardın.

(13)

45

Antigone, cesaretin tahtına tırmanır, ancak tökezler. Kral Oidipus tarafından ha-yattayken öldürülmüştür. Gerçek, fiili bir ölüm ise onun için bir tür kavuşmadır. Anti-gone, gündeliği aşan, yasaların üzerine çıkan görkemli bir ölüm ile yuvaya kavuşacaktır. Bu dünyada yurtsuzdur. Ancak sınırı aşarak tanıdık, bildik olana yaklaşmayı umar.

Antigone, onurlu bir ölümü arzular. Antigone’nin ölümü bir evde oluş biçimi-dir; ancak Heidegger’e göre “evde olduğunu sananlar, hiçliğe dönmüşlerdir”. Bu hiçlik döngüsü, oyunun yapısında da kendini gösterir. Antigone, kendini hiçliğin sınıra süren ölüm fikrini oyunun en başından beri arzulamaktadır:

ANTİGONE: Ben hayatım pahasına

da olsa gömeceğim ağabeyimi. Tanrıla-rın onayladığı bir suçu işleyerek,Yanına uzanacağım sevgili ağabeyimin.Toprağın üstündekilerden çok altındakileri mem-nun etmeliyim, sonsuza dek onlarla kala-cağıma göre. (Sophokles, 2014:4)

Oyunun en başında üstlendiği ölüm is-tenci, trajik eylemi varlık-yokluk ikilemine yaslar. Antigone, ne kadar ölümü arzulasa da bu sınırda takılıp kalacaktır. Ölüme

doğ-ru oluş, trajik deneyimi özel bir dolaysızlı-ğa doğru çeker. Varlık, yokluk ve yuvasızlık imgeleri her aşamada varlığını hissettiren “geçit” fikri ile yeniden belirginleştirilir. Bu anlamda kendini var olanla ilişkiye sokmaya sürükleyen trajik kahraman, varlığın korku-tucu, gizil ve anlaşılmadık doğasıyla yüzleşir ve varlıktan dışarı sürülür. Bu anlamda trajik kahraman, daha aşkın bir gerçekliği ifade et-mek amacıyla kendi tikelliğinden vazgeçer. (Eagleton, 2012:77) Antigone’nin tikelliğin-den vazgeçtiği an eylemini gerçekleştirmek için yasaların üzerine çıktığı ve yuvasızlığını üstlendiği andır. Bu haliyle, bir yandan aş-kın olanı görünüşe getirmesi, diğer yandan ölüme-doğru varlık oluşuyla sınıra yerleşen Antigone, gizil olanı açığa çıkaran uç eyle-miyle varlığın sunduğu olanaklılıklardan birini seçmeye muktedir olandır. Trajik öz, yabancılığı üzerine alan ve seçiminin peşin-den giderek hiçliğe ulaşan Antigone’nin var olanlara teslim olmayıp deneyim ve üstlen-menin tekinsiz doğasına kapılmasında ya-tar. Tehlikelerle dolu bu yolculukta ulaştığı nihai sınır hiçlik olsa da “alanın dışına adım atarak” kendini gerçekleştirmiş, varlığı üst-lenmiş, kendi doğasının varlıkla kökensel ilişkisini görünüşe getirmiş, böylece trajik bir varlık olarak “var olmaya cüret etmiştir.”

NOTLAR

1. Nietzsche- (Eagleton,2012:52)

2. Heidegger, insanın özünün açılımıyla ile ilgili gerilimi ifade etmesi açısından pantoporos ve pantoporos-aporos terimlerini kullanır: Bu iki kavram da, insanın özüyle ilgili olarak onun kendi ötesine geçmesinin, sınırlar oluşturup onu aşmasının ve kendi “metafizik ve poetik” doğasını görünür kılma çabasını karşılamak için farklı

biçimlerde kullanılmasını amaçlar. Pantoporos, “her yere geçişli olan”, her yola atılan (poros:yol) anlamında kullanılmıştır. Pantoporos-aporos ise her yolu deneyimleyen ancak deneyimsiz, çaresiz kalanı ifade etmek için kullanılmıştır. Kavram, “her yere geçişli olarak geçişsiz” olma durumuna gönderme yapmaktadır. 3 Tolma:Risk A n ti g o n e’ n in T r a ji k V a r o lu şu v e Y u r ts u zl u k D en ey im i

(14)

46

KAYNAKÇA

Agamben, Giorgio. Çocukluk ve Tarih, Çev:Betül Parlak, İstanbul: Kanat Kitap, 2006. Akdeniz, Emrah. Heidegger’de Metafizik-Poetik

İlişkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006.

Arendt, Hannah. İnsanlık Durumu, Çev: Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim Yayınları,2013. Eagleton, Terry. Tatlı Şiddet, Çev: Kutlu Tunca,

İstanbul:Ayrıntı Yayınları, 2012. Heidegger, Martin. Metafiziğe Giriş, Çev: Mesut

Keskin, İstanbul: Avesta Yayıncılık, 2014. Heidegger, Martin. Hölderlin’s Hymn “The Ister”,

Translated by William McNEill& Julia Davis, Bloomington and IndianaPolis, Indiana University Press, 1996.

Heidegger, Martin. “Varlık ve Görünüş”, Heidegger, Derleyen: Özgür Aktok&Metin Bal, Çev: Özgür Aktok, Metin Bal, Çetin Balanuye, Yasemin Çına, Aysel Demir, İstanbul: Doğu-Batı Yayınları, 2010.

Jay, Martin. Deneyim Şarkıları, Çev: Barış Engin Aksoy, İstanbul: Metis Yayınları, 2012. Roudinesco, Elisabeth. Her Şeye ve Herkese Karşı

Lacan, Çev: Nami Başer, İstanbul: Metis Yayınları, 2012.

Sophokles. Antigone, Çev: Ari Çokona, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2014.

Gülşah Erd

Referanslar

Benzer Belgeler

In addition to that, a ratio of the number of unique ideas to the number of total alternatives generated in each media is compared to seek for indications of vertical thinking

The female image and usage in electric kitchen appliance printed advertisements since 1950s to the present indicate that women are portrayed differently in advertisements.. The

Contextually, both of the costumes serve for certain occasions: the circumcision costume is a ceremonial item and the children belly dancer costume is a souvenir.. However, there

One of the issues we discussed this time was loop antennas, especially those used in low-frequency military conducted susceptibility and emission (CS/CE) tests.. We did prepare a

This study can be framed as adopting an activity based model where the actions of the participant are in a problem-oriented setting that requires re-production before re-iteration

Bunun d ışı nda çim tesis edilecek alanlarda gerek iyi yanmam ış çiftlik gübrelerinden gelen, gerekse bu alanlarda bulunan mevcut yabanc ı ot tohumlar ı ndan dolay ı

Kadının “kendi bedeni üzerinde karar hakkı”nı önceleyenler için ise kürtaj olmayı bir hak kullanımı olarak nitelendirmenin, konuya kadın açısından bakıldığında,

[r]